Her Şeye Rağmen Muhakkak Bir Aydınlığa Doğru Yürümekteyiz.

      herşeyden önce O'nun hayatını incelemek, neler yaptığını, neyi hangi düşünce ve ruh hali içerisinde

      Merhaba,
      Atatürk'ün ve Atatürkçülüğün önemini kavrayabilmek ve samimi bir Atatürkçü olabilmek için herşeyden önce O'nun hayatını incelemek, neler yaptığını, neyi hangi düşünce ve ruh hali içerisinde gerçekleştirdiğini iyi analiz etmek gerekir.

      Bkınız ne demiş o yıllarda;
      ""...Millet zulüm ve istibdat altında mahvoluyor. Hürriyet olmayan bir memlekette ölüm ve izmihlal vardır. Her terakkinin ve kurtuluşun anası hürriyettir."
      "Ya istiklal ya ölüm" "Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir"

      Sözlerini iyi irdelemek gerekir.

      Atatürk'ün bağımsızlık anlayışı sadece siyasi yönden bağımsızlığı değil aynı zamanda askeri, ekonomik ve kültürel bağımsızlığı da içine almıştır. O, tam bağımsızlıkla, kendi kendine yetebilen, savunmasından teknolojisine, tarımından ekonomisine kadar her alanda dışarıya muhtaç olmadan, hiçbir ödün vermek zorunda kalmadan ayakta durabilen bir yapıyı kastetmiş ve şöyle demiştir: "İstiklal-i tam denildiği zaman, bittabi siyasi, mali, iktisadi, adli, askeri, harsi ve ila ahiri her hususta istiklal-i tam ve serbest-i tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklalden mahrumiyet, millet ve memleketin, manayı hakikisiyle istiklalinden mahrumiyet demektir."

      Şimdi düşünelim ne kadar kendime yetebilen ve bağımsız bir ülke olduk?
      Atatürk'ün tam bağımsızlık anlayışının ne kadar isabetli olduğunu bugün yaşadığımız dünyaya baktığımızda hemen gözlemleyebiliyoruz. Artık ülkeler güçlerini savaş yoluyla başka devletlerin topraklarını işgal ederek değil, uyguladıkları ekonomik ve kültürel politikalarla ortaya koymakta ve bu şekilde milletlerin bağımsızlığını tehdit eder hale gelmektedirler.

      Ülkemizin böyle bir tehlikeden korunması, ancak Atatürk'ün yıllar önce ortaya koyduğu tam bağımsızlık anlayışını yürekten benimsemesi ve onun yaptığı ve gösterdiği gerekleri kararlı şekilde uygulamasıyla mümkün olacaktır

      sevgimle..
      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!
      Yazar: Purkina Tarih: 08.08.2007 Saat: 15:19

      Atatürk'ün ve Atatürkçülüğün önemini kavrayabilmek ve samimi bir Atatürkçü olabilmek için herşeyden önce O'nun hayatını incelemek, neler yaptığını, neyi hangi düşünce ve ruh hali içerisinde gerçekleştirdiğini iyi analiz etmek gerekir.

      Şimdi düşünelim ne kadar kendime yetebilen ve bağımsız bir ülke olduk?
      Atatürk'ün tam bağımsızlık anlayışının ne kadar isabetli olduğunu bugün yaşadığımız dünyaya baktığımızda hemen gözlemleyebiliyoruz. Artık ülkeler güçlerini savaş yoluyla başka devletlerin topraklarını işgal ederek değil, uyguladıkları ekonomik ve kültürel politikalarla ortaya koymakta ve bu şekilde milletlerin bağımsızlığını tehdit eder hale gelmektedirler.

      Ülkemizin böyle bir tehlikeden korunması, ancak Atatürk'ün yıllar önce ortaya koyduğu tam bağımsızlık anlayışını yürekten benimsemesi ve onun yaptığı ve gösterdiği gerekleri kararlı şekilde uygulamasıyla mümkün olacaktır


      İşte bu yüzden canım ablam devir Atatürkçülük devri...

      Ne Mutlu Atatürkçüyüm Diyene!

      Onu anlamak için ve hatırlamak için 10 kasım, 23 nisan, 19 mayıs, 30 ağustosu beklemeyelim ve her zaman Atatürkü ve düşüncelerini kendi içimizde yaşıyalım...

      sevgi ile...
      Hak(cc) kuluna eyler nazar
      Dört kalıptan Adem dizer
      Kalleş gelmiş CUMHURİYETİ bozar
      ATAM sana haber olsun

      ENELHAK

      "Ben manevi miras olarak; hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manev

      Merhaba,

      Küllerinden doğmuş bir millet..

      Atatürk ün tümüyle dejenere olmuş sistemlerin üzerinde oluşturduğu ve tüm insanlığı kurtuluşa götüren ve birleştiren ideali gelecek yüzyılların medeniyet kapısını açmıştır.
      Milletlerin dayanağı ve gücü olan milli benlikleri kuvvetlendikç e emperyalizmin zayıflaması ve etkisiz kalması demektir.
      Etkinliğini yitirmiş sözde ideolojiler insanlığı ayırıcı ve bağımlı kılarak rant oluşturmaktayken, batının sömürgeciliğine karşı kurtuluş mücadelesi veren Türk milleti zafer elde etmiş ve Atatürk , milletin bağımsızlığını payidar kılacak ilkeleri Cumhuriyet ile taçlandırmıştır.
      Akıl ve ilimi rehber edinerek dogmaların esaretinden uzak kalıp, sorgulayabilen, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir ulus hedeflemiştir;

      ( * )

      "Ben manevi miras olarak; hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır."

      Sosyal , hukuksal alanda reformlar gerçekleşirken , zihinlerde tortu oluşturan değişim karşıtı, bağnaz kalıplaşmış fikirleri yıkarak , yerine düşüncenin sınırsız inşa gücü ile bağımsız kılan , varlığın hakimiyetini sağlıyan akıl ve ilim ve vicdanı birleştiren düşünce reformunu gerçekleştirmiş tir.

      sevgimle
      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      "Türk dili, Türk Milletinin kalbidir, beynidir."

      Merhaba,
      Toplumları millet haline getiren en önemli unsur dildir. Dil, duygu ve düşünceyi insana aktaran bir vasıta olduğu gibi, insan topluluklarının bir yığın ve kitle olmaktan kurtaran, aralarında "duygu ve düşünce birliği" olan bir cemiyet yani 'millet' haline getiren en önemli kültürel değerdir. Ayrıca dil, kültürün temeli olduğu gibi taşıyıcısıdır da... Dili yok ettiğiniz takdirde milli ruh ve kültür diye bir şey kalmaz. Bu sebeple dili korumak, koruyucu tedbirler almak önemlidir.

      Bizler Türk'üz ve dilimiz Türkçe'dir. Türkçe; dünyanın en eski, köklü ve en zengin iki dilinden biridir. Dil bilimcilere göre; kelime türetme yeteneği bakımından da dünyanın en güçlü dilidir. Her konuya ve duruma göre karşılık vermeye en müsait dil yine Türkçe'dir. Ayrıca Türkçe, yazıldığı gibi okunması özelliğiyle de gıpta edilen bir dildir. Türk dilinin bu güzelliğini ve gücünü bilen, Türk dili konusunda önemli çalışmalara imza atan en önemli kişi, hiç şüphe yoktur ki, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Önder Atatürk'tür. Atatürk, Türk dili konusunda; "Türk milletinin dili Türkçe'dir. Türk dili dünyada en güzel, en zengin ve en kolay olabilecek bir dildir. Onun için her Türk, dilini çok sever ve onu yüceltmek için çalışır. Bir de Türk dili, Türk milleti için kutsal bir hazinedir. Çünkü Türk milleti geçirdiği nihayetsiz felaketler içinde ahlakının, an'anelerinin, hatıralarının, menfaatlerinin, kısacası bugün kendi milliyetini yapan her şeyin dili sayesinde muhafaza olunduğunu görüyor. "Türk dili Türk milletinin kalbidir, zihnidir." diyerek hem Türk diline verdiği önemi, duyduğu sevgiyi belirtmekle beraber, Türk dilinin büyüklüğünü ve Türk milleti için önemini ortaya koymuştur.

      Atatürk, bir dil bilimci değildi. Ancak, dile sadece bir devlet adamı ya da siyasetçi gözüyle de bakmıyordu. O, dilin bir milleti meydana getiren unsurları bir arada tutan en önemli etken olduğunu biliyordu. 1931 yılında söylediği sözle bunu açıkça beyan etmişti;
      (*)
      "Milletin çok açık niteliklerinden biri de dildir. Türk milletindenim diyen insan her şeyden önce ve kesinlikle Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk kültürüne, Türk toplumuna bağlı olduğunu iddia ederse buna inanmak doğru değildir."



      Gelelim öngörülen anayasa maddesine;


      7- 45. madde, "Eğitim ve Öğretim hakkının " 5. şıkkında: ) Eğitim ve öğretim dili Türkçedir. Türkçeden başka dillerde eğitim ve öğretim yapılması ile ilgili esaslar, demokratik toplum düzeninin gereklerine uygun olarak kanunla düzenlenir." Denilerek, "Kürtçe başta olmak" üzere bu konuda talebi olan etnik kökenlerin isteği ile düzenlenir deniliyor. Resmi dil "Türkçe"nin delinmesi yani değişemez denilen maddenin değişmesi olarak karşımıza çıkmaktadır.

      Yani varlığımız delinmekte ve işgal edilmekteyiz..
      Oysa bakınız ne demiş Atatürk;

      (*)
      ".... Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir, yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen hakikat insanlığı şaşırtacak bir mahiyet alır."

      Milletimizin yegane tek ve hakiki dili Türkçedir. Bir milleti bölmenin en keskin ve net yoluda dilini elinden almaktır.
      Diline sahip çıkamayan milletler tarih içerisinde kaybolup yiterler. Bu gün sokaklarda yürürken çevrenize bir bakın ve s,nsice yıllardır bize giydirilen ve işlenen dilin yontulmasına nasıl aşina olduğumuzu görün.Öyle benimsedikki dükanlarda,panolarda,her türden afiş ve tabelalarda Türkçe olmayan etiketlere..Öyle benimsedikki güncel konuşalarımızda Türkçe gitgide argolaşarak eritilirken yabancı kelimeleri dilimiz gibi kullanmaya.Hadi canım ne çıkar bundan diyecekler olacaktır elbet.Oysa Yüzyıllardır devam eden bir varlığın benliği dilde hayat bulur ve devamı sağlanır.

      Bakınız devam ediyor Atatürk;

      (*)
      "Türk demek dil demektir. Milliyetin çok bariz vasıflarından birisi dildir. Türk milletindenim diyen insanlar her şeyden evvel ve mutlaka Türkçe konuşmalıdır. Türkçe konuşmayan bir insan Türk harsına, camiasına mensubiyetini iddia ederse buna inanmak doğru olmaz."

      Dilin önemini günümüzden aşağı yukarı 2500 yıl önce yaşamış büyük bir Çin filozofu olan Konfüşyüs şu meşhur konuşmada ne güzel ifede eder:
      "Künfüçyüs'e sordular:
      - Bir memleketi idare etmeye çağrılsaydınız, yapacağınız ilk iş ne olurdu?
      Büyük filozof şöyle cevap verdi:
      - Hiç şüphesiz dili gözden geçirmekle işe başlardım.
      Ve dinleyenlerin hayret dolu bakışları arasında devam etti:
      Dil kusurlu olursa, kelimeler düşünceyi iyi anlatamaz. Düşünce iyi anlatılamazsa, yapılması gereken şeyler doğru yapılamaz. Vazifeler gereği gibi yapılmazsa, töre ve kültür bozulur. Töre ve kültür bozulursa, adalet yanlış yola sapar. Adalet yoldan çıkarsa, şaşkınlık içine düşen halk, ne yapacağını, işin nereye varacağını bilemez. İşte bunun içindir ki, hiçbir şey dil kadar önemli değildir."
      Dil, geçmişle gelecek, halkla kültürü arasındaki bir köprüdür. Şayet bu köprü yıkılacak olursa, o halk yok olmaya, erimeye, kendini kaybetmeye, yeryüzünden silinmeye mahkumdur. Ve zannımca hiçbir halk esir olarak, kültürünü ve millî benliğini kaybetmiş olarak yaşamak istemez.

      (*)
      Millî his ile dil arasındaki bağ çok kuvvetlidir. Dilin millî ve zengin olması millî hissin gelişmesinde başlıca etkendir. Türk dili, dillerin en zenginlerindendir; yeter ki bu dil şuurla işlensin.
      Ülkesini, yüksek istiklâlini korumasını bilen Türk milleti, dilini de yabancı dillerin boyunduruğundan kurtarmalıdır.
      Türk milletinin millî dili ve millî benliği bütün hayatında hakim ve esas kalacaklardır.

      M.Kemal ATATÜRK.

      Sahip olduğumuz en önemli varlığımız Türk dilini yaşatmak ve korumak bizim en önemli ve en kutsal vazifelerimizdendir. Çünkü dil, bir milletin onuru, haysiyeti, kültürü, sanatı, geçmişi, geleceği kısacası herşeyidir. Milletler dillerini yaşttıkları ve korudukları sürece hayatta kalabilirler. Diline sahip çıkamayan milletler sömürülüp yok olurlar.

      Sevgimle..
      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Mücadele, en vahim olanı savaş ise anarşidir, karışıklıktır, kararsızlık ve dengesizliktir

      "Felâketler, elemler, mağlûbiyetler milletler üzerinde bir
      takım etkenlerin vücut bulmasına sebebiyet verir. Bu etkenlerin
      başlıcası, öyle kara günlerinde sonra milletlerin uyanması
      vakalarını bulması ve kendi benliğini duymasıdır.


      Milletleri yükselten bu özelliklere bir etken daha ilâve
      edelim: İntikam hissi... Milletlerin kalbinde intikam hissi
      olmalı. Bu alelâde bir intikam değil, hayatına, ikbaline,
      refahına düşman olanların zararlarını yoketmeye yönelen
      bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki, karşımızda böyle
      bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir.
      Düşmana merhamet acizlik ve zaaftır. Bu, insaniyet göstermek
      değil, insanlık özelliğinin yokoluşunu ilân etmektir."

      1923

      M.Kemal Atatürk


      Merhaba,

      İnsanlığın doğuşundan bugüne kadar sürekli bir mücadele içinde bulunuşu barışın değerini ve önemini artıran en önemli sebeplerden biridir. Savaş insanlık için her zaman yıkım ve felaket olmuş, barış ise insanlığa mutluluk ve saadet getirmiştir. İnsanın var oluşu ile birlikte verdiği savaş aslında özlemini duyduğu en ideal yaşam biçimini yakalamaya yönelik verdiği mücadeledir. Aslında bu mücadele kişinin doğası gereği yaptığı savaştır. Bilinmeyeni araştırma ve öğrenme içgüdüsü bu savaşın en ana noktasıdır. Bu doğal olarak insanı araştırmaya, bulmaya, değerlendirmeye, öğrenmeye ve giderek ideale ulaşmaya itecektir.


      Atatürk’ün insanlık idealinde, özgürlük, bağımsızlık ve insan haklarına saygı ön planda gelir. Onun özgürlük ve bağımsızlık tutkusu, bencil değil ulusaldır. Hatta daha ileri giderek diyebiliriz ki evrenseldir, bütün insanlık dünyasına yöneliktir.
      O, “Özgürlük olmayan ülkede ölüm, yıkılış vardır."
      Her ilerlemenin, kurtuluşun anası özgürlüktür”,demektedir. Onun insanlık idealini taçlandıran barış tutkusu gerçekten dikkate değer bir enginliktedir. Bu büyük Türk her şeyden önce meslekten yetişmiş bir asker, dolayısıyla savaşı iyi bilen bir devlet adamıdır. Ancak hiçbir zaman savaşı sevmemiş ve mecbur kalmadıkça ona başvurmamıştır.
      Atatürk ‘ün insanlık ideali geleceğe yönelik ve umut doludur. 1923 yılında söylediği şu sözler bunu açıkça ortaya koymaktadır.
      “ Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak, daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen engelleri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünde yok olacak yerlerini milletlerarası nda hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı olacaktır.”

      O;” Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız ifadesi ile bunu kanıtlamıştır. Onun insanlık ideali asil ruhundaki insanlık sevgisinden kaynaklanır. .

      Atatürk’ün gerçekleştirdiğ i üstün başarıları, kendisindeki insanlık duygusu ile birleşince evrensel bir nitelik kazanmıştır. Bu nitelikler batı ülkelerini etkilediği kadar özgürlüğe muhtaç Asya ve Avrupa ülkelerini de etkilemiş ve onlara yön vermiştir. Bugün özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi arayışı içinde olan ve bu yolda mücadele veren bu ülkeler Atatürk’ün çizdiği ve uyguladığı politikaları takip etmekte buna yanaşmayanlar ise sömürge ve bağımlı yaşamaya devam etmektedirler.
      Mücadele, en vahim olanı savaş ise anarşidir, karışıklıktır, kararsızlık ve dengesizliktir.
      Teknik anlamda savaş, bir devletin kendi idaresini zorla kabul ettirmek amacı ile başka bir devlete karşı zor kullanarak yaptığı silahlı mücadeledir. Savaş her zaman ve her devirde tehlikeli olmuş insanların ölümüne, sefaletin artmasına ızdırapların çoğalmasına sebep olmuştur.

      Atatürk hayatının büyük bölümünü asker kişiliği ile savaş meydanlarında geçirmiş, ancak hiçbir zaman savaş taraftarı olmamıştır. “Savaş Zaruri Olmalıdır, Zaruri Olmayan Savaş Cinayettir” ifadesi ile bütün yaşamı boyunca barışa bağlı kalmıştır.
      Atatürk neden barış adamıdır? Atatürk bir kere Türkiye’nin ve dünyanın en büyük çağdaşlaşma lideridir. Çağdaşlaşma lideri olan bir kimsenin ülkesinde barışa, sükûna, huzura ihtiyaç vardır. Ancak barışın hem içeride hem de dışarıda sağlanması zorunludur.
      Yaşama hakkı, var olma hakkı, var olmanın ideal ülküsü iç barışımıza engel olan her türden tıkanmış damarlarımızı tespit ederek ve varlığımızı aydınlığa götürecek yolları birleştirerek mümkündür. Tüm insanlığın kaderi içimizdeki barışın yollarından geçmektedir.
      Sömürünün ana damarı her türden sömürü içeren kılcal damarlarla bu yolları tıkamakla faaliyettedir.
      İnsanın varlığının devamı için kaderine hakim olması zaruridir. Bu tam bağımsızlık mücadelesidir.
      Bu yeryüzü ve gökyüzünün görünür ve görünmeyen bağımsızlık mücadelesidir.

      1931’de “ Yurtta Barış Cihanda Barış” ilkesini dile getiren Mustafa Kemal bunu her alanda uygulamıştır.
      Yurtta barış cihanda barış, en geniş ve yaygın anlamı ile teknik bir deyim olan kolektif güvenliği, milletlerarası barışın korunmasını ve devamlılığını ifade eder.

      Bu ilke yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin bir devlet politikası olarak kuruluşundan itibaren izlenmeye başlanmıştır. Ancak burada dikkatimizi çeken önemli nokta, milli mücadele yıllarında esas hedef ilk hedef, Misak-ı Milli sınırları ile belirlenen vatan topraklarını işgalden kurtarmak, milli bağımsızlığı sağlamak, Türk milletinin menfaatlerine uygun adil bir barış yapmak öncelikle izlenmesi gereken bir politik tutum olmuştur. Zaferden sonra ise Misak-ı Milli sınırları içindeki Türkiye Cumhuriyetinin tam bağımsızlığı cihanda barışın ilk şartı olmuştur.

      Atatürk, milliyetçiliğe önem veren bir devlet adamı olarak, bütün başka milletleri hor gören, aşağılayan saldırgan bir tutumda asla olmamıştır. O, bu konuda;
      “Baylar dış politikamızda dost bir devletin hukukuna saldırı yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu müdafaa ediyoruz, edeceğiz.
      Türkler bütün medeni milletlerin dostudur demiştir.
      Ve teslimiyetçi, boyun eğmeye hazır, hayalci, pasifist bir tutum asla yoktur. Bir milletin barış içinde yaşaması için kendinin savunacak güce ve iradeye sahip olması gerektiğini ifade etmiştir. .

      Sömürgeciliğin yeryüzünden er geç silineceğini belirten, “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle geleceğe ışık tutan Atatürk tüm insanlık için Türk milletinin vazifesine ışık tutmuştur.
      Atatürk’e göre barış, toplumun bağımsızlık ve özgürlük ortamında yaşadığı durumlarda gerçekten vardır; özgürlük ve barıştan yoksun bir toplum için barış bir erdem olmaktan çıkar. Bu gibi durumlarda ulusun kendisini savunması, ülkesinin bütünlüğünü korumak uğruna savaşması bir insanlık görevidir ve barışseverliğe ters düşmez. Yaşadığımız olayların baskıları bunun şuuruna varmadıkça şiddetle artacaktır taaki dimağlarımızdaki pas silinip sarsılmalarla uyanıncaya kadar..
      Sevgimle
      G.D

      Ek kaynaklar:
      1 Özdeyişleriyle Atatürk, ATASE Yayınları, Ankara, 1981,s.32
      2 Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Ankara,1981,C.II,s. 282
      3 GÖNLÜBOL Mehmet- Cem SAR, Atatürk ve Türkiye’nin Dış Politikası, İstanbul,1973




      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!
      Aktarımlarınıza teşekkürler Gülay hanım.Atamızı ,kişiliğini,yaptıklarını ...mükemmel anlatmışsınız.bende birkaç sözünü eklemek istiyorum...

      Zafer <zafer benimdir>diyebilenlerindir , başarı<başarılı olacağım> diye başlayanın ve <başarılı oldum> diyebilenindir..

      Bir milletin ruhu zapt olunmadıkça ,bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkça o millete hakim olmanın imkanı yoktur.Halbuki asırların yarattığı milli bir ruha,kuvvetli ve daimi bir milli iradeye hiç bir kuvvet karşı koyamaz..

      İnsanlığın hepsini bir vücut ve bir milleti bunun her organı saymak gerekir.Bir vücudun parmağının ucundaki acıdan diğer bütün organlar etkilenir..

      Memleketimiz,şu iki şeyin memleketidir;biri çiftçi,diğeri asker..biz çok iyi çiftçi ve çok iyi asker yetiştiren bir milletiz.İyi çiftçi yetiştirdik;çünkü topraklarımız çoktur..İyi asker yetiştirdik;çünkü o topraklara kast eden düşmanlar fazladır.O toprakları sürenler,o toprakları koruyanlar hep sizlersiniz..
      " Bir Sevdadır Hemşin , Çamlıhemşin "

      millî istiklâl bence bir hayat meselesidir”

      “Hürriyet ve istiklâl benim karakterimdir. Ben milletimin ve büyük ecdadımın en kıymetli mirasından olan istiklâl aşkıyla yaratılmış bir adamım. Bu sebeple millî istiklâl bence bir hayat meselesidir”

      Atatürk, özgürlük ve bağımsızlık için en uygun idare olan Cumhuriyeti kurdu.
      Atatürk’ü Cumhuriyete yönelten bir diğer önemli neden; Cumhuriyet’in en ileri devlet ve hükümet şekli olmasındandır. Cumhuriyetin baş özelliği Millet Egemenliği’ne dayanması Demokrasiyi sistem olarak benimsemesidir. Gerçekten her demokratik rejim Cumhuriyet olmamakla beraber, demokrasinin en gelişmiş şekli Cumhuriyetle sağlanır. Atatürk Cumhuriyet’i “Halk Hükümeti” olarak da adlandırmış “Halk Hükümeti, hâkimiyeti tamamen halka veren ve halk için çalışan bir hükümettir”

      Medeniyet dünyasının çağdaş yönetimi Cumhuriyettir.

      Cumhuriyet insanca yaşamın düzenidir. İşte insanca yaşamak ideali de Atatürk’ü Cumhuriyete yönelten sebeplerden biriydi. Cumhuriyet insanları mutlu kılacak özgür ve adil bir düzenin ifadesi olduğu için Atatürk Cumhuriyeti kurmuş ve savunmuştur.

      14 Ekim 1925’de yaptığı bir konuşmada, Cumhuriyetin kuruluşu ile Hükümet ile Millet arasında ayrılık kalmadığını vurgulamış, “Artık Hükümet Millettir ve Millet Hükümettir” demiştir.

      Atatürk 14 Ekim 1925’de İzmir Kız Öğretmen Okulu öğrencilerine,
      “Cumhuriyet Fazilettir. Cumhuriyet, faziletli ve namuslu insanlar yetiştirir” demiştir.
      Siyasî anlamda fazilet, devlet ve siyaset adamlarında bulunması gerekli nitelikleri kapsar.

      Atatürk’ün sözleri ile “Yapmak iktidarında olmadığımız işleri uyuşturucu, oyalayıcı sözlerle yaparız diyerek, millete karşı gündelik siyaseti takip etmek prensibimiz değildir. Memleket mütesanit bir birliğe muhtaçtır, alelade politikacılıkla milleti parçalamak ihanettir. Bizim en büyük kuvvetimizi, bugün de yarın da dürüst, açık bir siyaset ve sözlerimize bağlılık teşkil edecektir”.

      1 Kasım 1937’de TBMM’yi açış konuşmasındaki “Büyük davamız en uygar ve en müreffeh millet olarak varlığımızı yükseltmektir. Bu yalnız kurumlarında değil, düşüncelerinde temelli bir büyük inkılâp yapmış olan Türk milletinin dinamik idealidir” sözleri ile Türk inkılâbının “statik” değil, “dinamik” olduğunu vurgulamıştır.

      Atatürk bir diğer konuşmasında, “İlerlemeyi, yükselmeyi ve asrın icabını seven ve isteyen güzide bir halkımız vardır. Türk’e müsbet bir şey veriniz bunu reddetmesi mümkün değildir. Halkın, karanlığı aşmak ve refah ile iyiliğe varmak arzusu, el ile tutulacak kadar açıktır. Cumhuriyetin eli bu arzuyu tutmuştur”

      Cumhuriyet idaresinin halkın ilerleme isteğini yerine getirmesi gerektiğini ve uygar olmak için yenileşmenin şart olduğunu ortaya koymuştur.

      T.C.’nin önemli değerlerinden biri de ilmin yol göstericiliğine inanmak, doğmalardan uzaklaşmak yani akılcılıktır. Atatürk, 22 Eylül 1924’de Samsun İstiklâl Ticaret Mektebi’nde yaptığı konuşmada,

      “Dünyada her şey için maddiyat, maneviyat için, hayat için, muvaffakiyet için en hakikî mürşit ilimdir, fendir... Yalnız ilmin ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının tekamülünü idrak etmek ve terakkiyatını zamanında takip etmek şarttır” demiş aynı yıl Muallimler Birliği Kongresi üyelerine, “Cumhuriyet fikren, ilmen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli muhafızlar ister” ve “Cumhuriyet sizden fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller ister”

      mesajını vermiştir.

      Nihayet Cumhuriyetimizin temel niteliklerini destekleyen ve bütünleyen bir diğer önemli manevî değer, Misak-ı Millî ve Millî Egemenliğe bağlılıktır. Bilindiği gibi Misak-ı Millî, millî ve bölünmez bir Türk ülkesinin sınırlarını çizmiş, bununla da Türk ülkesi halkı, bağımsızlık bilincine erişmiştir. Atatürk, 1 Mart 1923 günü, TBMM’nin 4. toplanma yılını açarken, Misak-ı Millî ve Millî Egemenliğe özel yer vererek;

      “Bugün geçmişten kuvvetliyiz. Bu üstünlüğü yapan nedir? Bunu gayet açık olarak tekrar ve tekrar etmek zorundayız. Bunun gerçek sebebi iki kavramın kapsamı içindedir. Bu kavramlardan biri Misak-ı Millî, ikincisi egemenliği kayıtsız şartsız elinde tutan Anayasamızdır”

      sevgimle.... .

      G.D


      Kaynak;
      Prof. Dr. İsmet Giritli
      ATATÜRK ARAŞTIRMA MERKEZİ
      Resimler
      • 77224e62dc5kp5xxbo41copwk4.jpg

        83.79 kB, 0×0, 15,069 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Atatürk düşünce sisteminde ve geleceğinde insan ve millet/“Bir insanın memleket ve millete.....

      Merhaba,

      Atatürkün tüm insanlığı kapsayan evrensel düşünce sistemi,düşünce sistemleri içerisinde sömürgeci karaktere sahip olmayan veya sonuçta sömürgeciliği ortaya çıkaracak görüşleri haiz bulunmayan tek düşünce sistemidir. Onun için, bir ideoloji şeklinde vazedilmemiş ve ideolojilerde görülen belirli kalıplar içinde kalma çabasıyla kimi gerçekleri kabul etmekten kaçınma, olumsuz tutum ve girişimlere yönelme, ileride yapılacak atılımları engelleme ve bu yoldaki girişimlere ayak uyduramama gibi tehlikelerden uzaktır.

      Tarihimizin bir sonucu ve Türk inkılâbının fikir gücünün bir devamı olarak, milli, akılcı ve çağdaş bir yolda kendisini devamlı yenileyebilme imkanı ile toplumun değişen ve gelişen ihtiyaçlarına ve Türkiye’nin değişen şartlarına cevap verebilecek bir özelliğe sahiptir. Onun için, bu sistem temelde iki ana esasa dayanır. Bunlar;

      “Millet hayatına dayalı bir toplum düzeni kurmak,”

      “Çağdaş düşünce ile medeniyete yönelmek, yani müsbet ilimleri yegâne mürşid yol gösterici olarak kabul etmektir.”

      Bu durumu Nutkun son sayfalarında bakın ne demiş Atatürk;

      “Efendiler, bu beyanatımla, milli hayatı son bulmuş farz edilen büyük bir milletin istiklâlini nasıl kazandığını ve ilim ve fennin en son esaslarına dayanan milli ve çağdaş bir devletin nasıl kurulduğunu ifadeye çalıştım”



      Ayrıca insan ve toplumu bütünüyle kavrayan ilkelerinden meselâ, “insan ile insanlığa değer vermek” gibi düşünceler onu evrensel bir boyuta taşımakta ve pek çok toplumun örnek aldığı, etkilendiği bir sistem haline getirmektedir.

      Atatürkçü Düşünce Sistemini körü körüne bir yerlere bağlanma veya birilerini taklit etmek olarak gören insanlar, ya bu sisteme inanmamaktadır, ya da onu gerçek yönleriyle anlayamamıştır. Her iki halde de Atatürk’ü istismar ettikleri ortadadır. Bunun mutlaka önlenmesi gerekir.


      Cumhuriyetin onuncu yılı nedeniyle yaptığı ünlü konuşmada;

      “Yurdumuzu dünyanın en mamur ve en medeni memleketleri seviyesine çıkaracağız. Milletimizi en geniş refah, vasıta ve kaynaklarına sahip kılacağız. Milli kültürümüzü, muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkaracağız”

      Tevfik Rüştü Aras’ın şu sözleri de, sistemin en isabetle seçilmiş fikri temelini oluşturmuştur:

      “Bu sistem millete dayanmak, milletin kudretini bir yerde toplamak, bu güçten azami faydalanarak zafere erişmek ve memleketi bu hale getiren sebepleri inceleyerek, o günün medeniyetinin gerektirdiği bütün reformları yapmak ilkesine dayanıyordu”.

      Atatürk her büyük atılımın, daha büyük bir atılımı gerekli kıldığına inanır. Bu nedenle, bu genel amaç değişmese de, tarihin belli bir döneminde ortaya konulan bir amaca ulaşıldığında, aslında yeni ve daha kapsamlı bir amaca Türk Milleti’ni yöneltmiştir.

      “Doktrin istemem, donar kalırız. Biz bir yürüyüş halindeyiz”


      doktrinlerin değil, aklın ve bilimin gerçek anlamda yol göstereceğini vurgulamış ve stratejisinin ana özelliklerini de ortaya koymuştur. 19 Mayıs 1919’da Samsun’da Anadolu topraklarına ilk adımını attığında, ana amacını, ulusal egemenliğe dayalı, tam bağımsız yeni bir Türk devleti kurmak olarak belirlemiştir. Bunun stratejisini de, Büyük Nutuk’ta bu amacını belirttikten sonra açıklamıştır:

      “Ben milletin vicdanında ve geleceğinde hissettiğim büyük gelişme kabiliyetini, bir milli sır gibi vicdanımda taşıyarak, yavaş yavaş bütün millete uygulatmak mecburiyetinde idim”

      diyerek stratejisini ortaya koyar.


      Bu bir sistem olarak, yalnızca Türk Milleti’ne değil, bütün ezilen mazlum milletlere bir özgürlük, bağımsızlık ve kalkınma projesini ortaya koymaktdır.

      Sistem, izlenecek yol ve yöntemlerin tamamını dikkatle ortaya koymaktır. Strateji ise, önceden belirlenen bir amaca ulaşmak için tutulan yol olarak tanımlanmaktadır.

      Sistemi’nin hedefi, Türk Milleti’ni çağdaş uygarlık seviyesine ulaştırmaktır. Bu hedefe ulaşmak için izlediği strateji ise, ne batı dünyasının vahşi kapitalist yöntemiyle ne de doğu dünyasının insan hak ve özgürlüklerini ortadan kaldırıp, yeni bir kölelik düzeni getiren kollektivist sistemle uyuşur. Çünkü bu iki sistemde de insanın doğasına uymayan aşırılıklar vardır. Birincisi, insan bencilliğinin en had safhaya ulaşmasıdır, ikincisi de insanı köleleştirmek pahasına, devlet egosunun en had safhaya ulaşmasıdır. Dolayısıyla, Atatürkün ortaya koyduğu düşünce Sistemi, bu ikisinin de dışında, apayrı bir sistem ve strateji özelliği taşır.

      Bakınız ne demiş;

      “Ulusal sınırlarımız içinde, her şeyden önce kendi kuvvetimize dayanarak varlığımızı sürdürmek, ulus ve ülkenin gerçek mutluluk ve gelişmesine çalışmak... Gelişigüzel amaçlar peşinde ulusu uğraştırıp, zarara uğratmamak... Medeni cihandan, medeni ve insani muameleye ve karşılıklı dostluğa intizar etmek”

      “Bir insanın memleket ve millete yararlı bir iş yaparken, dikkatten bir an uzak bulundurmamaya mecbur olduğu düstur, milletin hakiki temayülüdür”


      Sistemde Atatürk’ün asıl hedefini şu cümlesi özlü bir biçimde anlatır:

      “Cumhuriyet ahlakı, fazilete dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir”. O’nun bütünleyici bir özellik taşıyan vecizesi ise şöyledir: “Eğer bir millet büyükse, kendini tanımakla daha büyük olur”.

      Burada kişinin ve toplumun kendisini tanıma zorunluluğu vardır. Kendi benliğini yitiren toplumların, başka toplumların avı olacağı, Atatürk’ün söylediği bir vecize olmakla birlikte, bilimin de kabul ettiği bir gerçektir. O halde, kendini ve milletini tanıyan, onun tarihini bilen kişiler milletine büyük hizmetler edebilirler. Kendini iyi tanıyan toplumlar hiç şüphe yoktur ki, geleceğe dönük stratejilerini daha sağlıklı oluşturacak ve ileriye doğru emin adımlarla yürüyeceklerdir.


      Kabul etmek gerekir ki, cumhuriyet ve demokrasi sistemleri, insan aklının yaratabildiği en gelişmiş sistemdir. “Cumhuriyet erdemdir” derken Atatürk, insanlığa refahı, mutluluğu ve esenliği getirecek bu rejimin, ancak yüreğinde vatan ve millet sevgisi taşıyan bilgili ve bilinçli yurttaşlar tarafından ayakta tutulabileceğini ifade etmek istemiştir.
      “Milletin emellerine uymayanların hali izmihlaldir, hüsrandır” demektedir.


      Sevgilerimle

      G.D

      Kaynaklar;

      Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, II, Ankara, 1981, s.275.
      Kemal Atatürk, Nutuk, Atatürk Araştırma Merkezi yay., Ankara, 1991, s.10-11.

      Nutuk, s.299.
      Resimler
      • ataturk_.jpg

        10.46 kB, 0×0, 367 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      10 Kasim 1938

      Büyük Türk milleti !

      Bütün ömrünü hizmetine vakfettiği sevgili milletine, en büyük eseri Cumhuriyeti emanet ederken “Benim değersiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti sonsuza kadar yaşayacaktır” diyen Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ü ölümünün 69’uncu yıldönümünde rahmet, minnet, sevgi ve saygı ile anarken, sınırlı da olsa görevimizi yapmış olduğumuza inanarak, hakikatte yattığı yerin, Türk milletinin, O'nun için aşk ve iftiharlarla dolu olan kahraman ve vefalı göğsü oldugunu belirtmek isteriz.

      Atatürk'ü sevmenin bilgi ve birikime dayalı olması gerektiğine inanılmalıdır. Derinliği olmayan sevginin de, gerekçesi olmayan saygının da kimseye yararı yoktur.

      Devletimizin kurucusu, milletimizin fedakar, sadık hizmetkari, insanlık idealinin aşık ve mamtaz siması eşsiz Kahraman Atatürk

      BU VATAN SANA MİNNETTARDIR!

      Asagi Sakyonya Atatürkcü Düsünce Dernegi Yönetim Kurulu



      Not: Bazi iletiler gönderene geri/iki kez gönderilmis olabilir, affiniza...

      Adres listesinden cikmak istiyenlerin bir e-posta ile bildirmelerini rica ederim...



      mailto:mbinzet@web.de



      "Kendilerine bir milletin talihi bırakılan adamlar, milletin kuvvet ve kudretini yalnız ve ancak yine milletin hakiki ve elde edilmesi mümkün menfaatleri yolunda kullanmakla görevli olduklarını bir an hatırlarından çıkarmamalıdırlar.

      Bu adamlar düsünmelidirler ki, bir memleketi zabt ve isgal etmek o memleketin sahiplerine hakim olmak için kafi degildir.

      Bir milletin ruhu zabtolunmadıkca, bir milletin azim ve iradesi kırılmadıkca, o millete hakim olmanın imkanı yoktur. Halbuki asırların getirdiği bir milli ruha, hicbir kuvvet mukavemet edemez."

      "Uluslar, egemenliklerini geçici bile olsa, bırakacağı meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir.
      Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk bireysel despotluktan daha tehlikeli olabilir.
      Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamına giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir." 1924, M.KEMAL ATATÜRK
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek (gerçekleştirmek) için sarfetmekt

      Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğ inin çelikleşmiş bir ifadesidir."

      M.Kemal.Atatü rk.


      Emekli Tuğgeneral Cihangir Dumanlı ;
      Türkiye’deki milliyetçiliğe yönelik başlatılan psikolojik harekatın amacının, ulus devlet direncini kırmak ve ulusal devlet yapısını parçalayarak zayıflatmak olduğunu söyledi. Emperyalist güçlerin sermayenin önünü açmak için bu harekatı başlattığını vurgulayan Dumanlı bu çerçevede, TSK’nınzayıflatı lmak istendiğini, kimlik arayışlarının tartışmaya açıldığını ve bölücülüğün teşvik edildiğini söyledi. Milliyetçiliğin bu harekatın karşısındaki “tehdit” olduğunu kaydeden Dumanlı “Milliyetçiler ulusal çıkarlarına sahip çıkan güçlerdir. Bunlar zayıflatılırsa, uluslu yıkmak da kolay olur” diye konuştu.


      Vatanına, özgürlüğüne ve şerefine düşkün olan Türk Milleti'nin milli varlığı ve istiklal uğruna gösteremeyeceğ i kudret ve fedakarlık yoktur. Bu güven ile "Ya istiklal, ya ölüm" diyerek milli mücadeleyi başlatan Atatürk, milli ve bağımsız bir devlet oluşturarak, milletini çağdaş medeniyetler düzeyine taşımada, Türk ordusunu bir teminat olarak göstermiştir.

      (*)

      "Ordu, Türk ordusu, işte bütün milletin göğsünü itimat (güven), gurur duygularıyla kabartan şanlı adı. Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin Türk vatanseverliğ inin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini tahakkuk ettirmek (gerçekleştirmek) için sarfetmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilenmesi imkansız teminatıdır."

      M.Kemal Atatürk.

      Sevgimle..
      G.D
      Resimler
      • 24.jpg

        12.83 kB, 250×355, 822 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Atatürk, milli ve bağımsız bir devlet oluşturarak , milletini çağdaş medeniyetler düzeyine taşımada,

      Merhaba,

      Ulusal Kurtuluş Savaşı boyunca Anadolu’nun çeşitli yerlerinde birçok ayaklanmalar çıkmıştır. Bu ayaklanmaların bir bölümü Türk topraklarını parçalayarak yeni bir devlet kurmayı amaçlayan, diğer bölümü ise, saltanat ve hilafete geleneksel ve dinsel bakımdan bağlı olanlarca çıkarılmış isyan hareketleridir. Hıyanet, kin ve taassubun yarattığı isyanların amacı; milli hareketi boğmaktır. Atatürk, öncelikle iç isyanların bastırılmasına, ülkede iç güvenliğin sağlanmasına son derece önem vermiştir.
      12 Ocak 1920’de İstanbul’da çalışmalarına başlayacak ve tarihe son Osmanlı Mebusan Meclisi olarak geçecek olan parlamentoyu oluşturan milletvekillerinin bir kısmına, Ankara’da bir eylem planı çerçevesinde çok önemli bir “misak” (yemin)tan söz edilmiştir. Bu misak ileride, Türk Kurtuluş Savaşı’nın siyasi programı ve cumhuriyet Türkiyesi’nin dış politikasının dayandığı temel argümanlarından biri olacaktır.
      “Misak-ı Milli” (Ulusal Yemin) olarak bilinen ve tanınan bu metin, 28 Ocak 1920 tarihinde Osmanlı Mebusan Meclisi’nde yapılan bir gizli toplantıda “Ahd-ı Milli Beyannamesi” adı altında kabul edilmiştir.Mustafa Kemal, Mebusan Meclisi’nde uygulanmak üzere bir plan hazırlamıştır. 19 Ocak’ta meclis açıldığında, Müdafaa-ı Hukuk grubu kurulamadı. Bunun yerine, Rauf Bey ve arkadaşlarının liderliğinde, daha dar ve gevşek yapılı bir grup olan: Felah-ı Vatan (Vatanın selameti) grubu kuruldu.

      Mustafa Kemal nutkunda, bu durumu ağır bir şekilde eleştirmektedir:

      (*)

      “ Baylar, her görüştüğümüz kişi ya da kişiler, bizimle düşünce görüş birliği yaparak ayrılmışlardır. Ama, Mebuslar Meclisi’nde “Müdafaa-ı Hukuk Cemiyeti Grubu” diye bir grup kurulduğunu işitmedik. Niçin? Evet, niçin? Bugün buna cevap isterim!”
      “ Çünkü Baylar, bu grubu kurmayı duyunç borcu, ulus borcu bilme durum ve yeteneğinde bulunan baylar inançsızdırlar… korkaktırlar… bilisizdirler.”

      19 Mayıs 1919'da Samsun'a çıkan Mustafa Kemal Milli Mücadele hareketini başlatmak üzere Anadolu içlerine doğru ilerlemeye başladı. 28 Mayıs 1919'da Havza Genelgesi’ni yayınladı. Genelgede; İstanbul'daki işgal komutanlıklarına ve hükümet çevrelerine işgalleri kınayan protesto telgraflarının çekilmesini, yurt genelinde protesto mitinglerinin yapılmasını istedi. Mustafa Kemal bu genelge ile milletin işgaller konusunda bilinçlenmesini ve tepki göstermesini sağlamayı hedeflemiştir.
      Havza'dan Amasya'ya gelen Mustafa Kemal burada Ali Fuat Paşa, Refet Bey ve Rauf Beylerle görüşerek Amasya Genelgesi’ni yayınladı.(22 Haziran 1919)
      Vatanın bütünlüğü, milletin bağımsızlığı tehlikededir.
      İstanbul Hükümeti üzerine düşen görevleri yerine getirememekte, bu durum milleti yok gibi göstermektedir.
      Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır.
      Milletin haklarını savunmak ve sesini dünyaya duyurmak için her türlü etki ve denetimden uzak milli bir heyet kurulmalıdır.
      Bunun için Anadolu'nun en güvenli yeri Sivas'ta milli bir kongre yapılacaktır. Kongreye katılmak üzere her ilden milletin güvenini kazanmış üç delege seçilerek gizlice Sivas'a geleceklerdir

      Mustafa Kemal Amasya Genelgesi’nden sonra Doğu Anadolu'nun Ermenilere karşı savunulması amacıyla Doğu Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti tarafından toplanmakta olan Erzurum Kongresi’ne katıldı. Kongreye başkan seçilen Mustafa Kemal bölgesel amaçla toplanan kongreden milli kararlar çıkmasını sağladı.
      (24 Temmuz - 7 Ağustos 1919)
      1-Milli sınırlar içinde vatan bir bütündür, parçalanamaz. 2-Yabancı işgal ve müdahalesine karşı Osmanlı Hükümeti'nin dağılması halinde millet hep birlikte savunmaya geçecektir.3-İstanbul Hükümeti vatanı savunamazsa geçici bir hükümet kurulacaktır. Hükümet üyeleri milli kongre tarafından seçilecektir. Kongre toplanmamışsa şimdilik bu işi Temsil Heyeti yapacaktır.4-Kuva-yı Milliye’yi amil (etken), milli kuvvetleri hakim kılmak esastır.5-Azınlıklara siyasi hakimiyetimizi ve sosyal dengemizi bozucu ayrıcalıklar verilemez.6- Manda ve himaye kabul edilemez.7-Mebuslar Meclisi’nin derhal toplanması ve hükümet işlerinin meclis denetiminde yürütülmesi için çalışılacaktır.
      İlk kez milli sınırlar ifadesi kullanılmıştır ,tam bağımsızlıktan yana karar alınmıştır,millet egemenliğine dayalı yeni bir yönetimin kurulacağı ifade edilmiştir ve azınlıklara tanınan ayrıcalıklara karşı çıkılmıştır.Amasya Genelgesi gereği yurt genelinden seçilen temsilcilerin katılımıyla Sivas Kongresi toplandı. Kongre; toplanış amacı, şekli ve alınan kararlar bakımından milli kongredir.((4 - 11 Eylül 1919)1-Milli cemiyetler Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilerek Milli Mücadele hareketinin tek elden yürütülmesi sağlandı.2-Manda ve himaye kesin olarak reddedilerek tam bağımsızlıktan yana karar alındı.3-Erzurum Kongresi kararları tüm yurdu kapsayacak şekilde genişletilerek aynen kabul edildi.4-Temsil Heyeti'nin üye sayısı artırılarak yeniden oluşturuldu. Tüm yurdu temsil etmesi ve bir hükümet gibi çalışması kararlaştırıldı. Başkanlığına Mustafa Kemal getirildi. Temsil Heyeti Ali Fuat Paşa'yı Batı Anadolu'daki Kuva-yı Milliye Komutanlığı’na getirerek yürütme yetkisini kullandı.
      Mustafa Kemal Temsil Heyeti ile birlikte Ankara'ya gelerek burayı Milli Mücadelenin merkezi haline getirdi (27 Aralık 1919). Osmanlı Mebuslar Meclisi 12 Ocak 1920'de toplandı. 28 Ocak 1920'de de Misak-ı Milli kararlarını aldı. Buna göre;
      1-Mondros imzalandığı sırada işgal edilmemiş olan ve Türklerin çoğunlukta yaşadığı topraklar bir bütündür parçalanamaz. Arap illerinin geleceği orada yaşayan halkın vereceği kararla belirlenecektir. 2-Kars, Ardahan ve Batum 'da yeniden halk oylaması yapılabilir. Batı Trakya'nın geleceği de burada yaşayan halkın oyları ile belirlenmelidir3-İstanbul'un güvenliği sağlanırsa Boğazlar dünya ticaretine açılabilir. Bu konuda ilgili devletlerin görüşleri de alınacaktır.4-Azınlık hakları komşu ülkelerdeki Türk ve Müslümanlara verilen haklar kadar olacaktır.5-Milli ve ekonomik gelişmemizi engelleyen siyasi, adli ve hukuki sınırlamalar kaldırılmalıdır. Osmanlı borçları ödenecektir.
      Misak-ı Milli Kararları ile Türk vatanının sınırları belirlenmiş, Türk milletinin asgari hakları istenmiştir. Erzurum ve Sivas Kongresi’nde alınan kararlar kabul edilerek hukuki bir nitelik kazandırılmıştır.

      İtilaf Devletleri alınan kararları hoş karşılamadılar. Önce hükümete baskı yaparak kararları değiştirmeye çalıştılar. Başarılı olamayınca da İstanbul'u resmen işgal ederek meclisi dağıttılar. .
      Mustafa Kemal işgal hareketini dünya kamuoyu önünde protesto etti. Yeni meclisin Ankara'da toplanacağını, bu nedenle her ilden beş milletvekilini seçilerek derhal Ankara'ya gelmesini istedi. Mebuslar Meclisi’nin kapatılması ve İstanbul'un işgali TBMM'nin açılmasını kolaylaştırmıştır.
      Büyük zafer kolay kazanılmadı bağımsızlığımızın mücadesindeki güç milli birlik ve bütünlük ruhundan gelmektedir. Kurtuluş savaşımızda şehitlerimizin dökülen kanları topraklarımızda hayat bulmuştur.Bu topraklar kutsaldır.Hiç bir şartta verilmez ve bölünmezdir.
      Atatürk, milli ve bağımsız bir devlet oluşturarak, milletini çağdaş medeniyetler düzeyine taşımada, Türk ordusunu bir teminat olarak göstermiştir.
      Bakınız ne diyor Atatürk;
      (*)
      "Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ordusu, istilalar yapmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan münezzehtir (şunun bunun elinde tutku aracı olmayacak kadar temizdir). İnsanca ve müstakil (bağımsız) yaşamaktan başka gayesi (amacı) olmayan milletin aynı ideale bağlı ve yalnız onun emrine tabi (onun emrinde) ve sadık öz evlatlarından mürekkep (oluşan) muhterem ve kuvvetli bir heyettir (saygın ve güçlü bir kuruluştur)."
      Türk ordusundan Atatürk'ün Türk Milleti adına bir de beklentisi vardır. Bu beklenti, zor zamanlarda gösterilen çabanın Cumhuriyet'in hakim olduğu dönemde de sürdürülmesidir. Vatanın bölünmez bütünlüğünün korunmasına, halkın her türlü kargaşa ve anarşiden uzak, refah içinde yaşamasına yönelik gösterilecek bu çabayı Atatürk şöyle ifade etmektedir;
      (*)
      "Zaferleri ve mazisi insanlık tarihi ile başlayan, her zaman zaferle beraber medeniyet nurlarını taşıyan kahraman Türk ordusu!
      Memleketi, en buhranlı ve müşkül anlarda zulümden, felaket ve musibetlerden ve düşman çizmelerinden nasıl korumuş ve kurtarmışsan, Cumhuriyet'in bugünkü verimli devrinde de askerlik tekniğinin bütün çağdaş silah ve araçlarıyla donanmış olarak görevini aynı başarılılıkla yapacağına hiç kuşkum yoktur."

      Türk Silahlı Kuvvetleri, Atatürk'ün çizdiği yolda emin adımlarla taviz vermeden şerefle yürümekte, Türk halkının özgürlüğüne karşı oluşan, gizli ve açık her türlü tehditle mücadele etmektedir.Tü rk milleti varlığının güvencesi olan ordumuzla bir bütündür.Hiç bir kuvvet bu bütünlüğü bozamaz.

      Sevgimle
      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Atatürk'ün Yazdığ ı Telgraflar - MUSTAFA KEMAL'İN ASKERLİK MESLEĞİND EN İSTİFA MEKTUBU

      ERZURUM VİLAYETİ ALİYESİNE
      (YÜCE ERZURUM VALİLİĞİNE)

      9 Temmuz 1919 - Erzurum

      Mübarek vatan ve milleti parçalanmak tehlikesinden kurtarmak, Yunan ve Ermeni isteklerine kurban etmemek için açılan milli savaşmalar uğrunda milletle beraber serbest surette çalışmağa askeri ve resmi sıfatım artık engel olmaya başladı. Bu gaye-i mukaddese (kutsal amaç) için milletle beraber sonsuza kadar çalışmağa mukaddesatım (kutsal şeylerim) adına söz vermiş olduğum cihetle, pek aşıkı bulunduğum yüce askerlik mesleğine bugün veda ve istifa ettim. Bundan sonra milli ve kutsal gayemiz için her türlü fedakarlıkla çalışmak üzere sine-i millette (milletin bağrında) bir ferd-i mücahit (savaşçı kişi) suretiyle bulunmakta olduğumu tamimen arz ve ilan eylerim.

      M. KEMAL
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek, insanlığı

      Merhaba,

      Atatürk ilkelerine esas olan inkılapların sağlam, tutarlı ve kalıcı niteliklerde olmasının temel nedeni evrensel boyutlu ve tarihi gerçeklere dayanmasıdır.
      M. K Atatürk'ün çizdiği yolun özgünlüğünü, kendi söylevlerinden dinleyelim ;

      ( * )
      "Bizim yolumuzu çizen, içinde yasadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de uluslar tarihinin bin bir acıklı ve üzüntülü yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır."

      ( * )
      "Biz ülke ve ulusumuzu varlığını ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi görüşlerimize uyuyor ve kendi gücümüze dayanıyorduk Hiç kimseden ders almadık Hiç kimsenin aldatıcı sözlerine kanarak ise girişmedik"


      Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, aklın ve bilimin rehberliğinde Türk milletini yüksek medeniyet düzeyine çıkarılması amacı ile temel esasları Atatürk tarafından belirlenen gerçekçi fikirlere ve ilkelere dayanan bir sistemdir Cumhuriyet.
      Atatürk' ün evrensel nitelikteki düşünce sistemi katı, donmuş dogmalara dayanmaz, akla, bilime, insan sevgisine önem verir. Ortaçağın küflenmiş dayatmacı ve sömürücü zihniyetinin aksine milletin kendi iradesine sahip çıkıp ,egemenliği milletin kılarak ilerlemenin yolunu açmıştır.
      Hem siyasi toplumun temelini ümmet esasından millet esasına çevirmis, hem meşru siyasi iktidarın temeli olarak kişisel egemenliğe son vererek, millet egemenliğini ilan etmiş, hem dine bağlı (teokratik) devlet yapısının yerine laik devlet yapısını geçirmiş, hem modernleşme ile gelenekçilik arasında bocalamakta olan bir toplumu bu ikilemden kurtararak Türkiye’nin yüzünü geri dönülmez şekilde ufukların ötesine çevirmiştir..
      Bir milletin egemenliği kendi kaderine hakim olarak, kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurmasıdı r.
      Öyle ise bu egemenliği şuurlu,donanımlı ,aklını,vicdanı nı kullanabilen, eğitimli bir millete vermek gerekir.
      Bunun içinde yeniden yapılanmak ve her alanda reformlarla en kısa zamanda küllerinden doğacak şuurlu bir millet yaratmak için devrimler yapan Atatürk ilk önce zihinlerde değişimi hedef aldı.

      Tarih, milletlerin hafızasıdır. Milletler, tarih içerisinde teşekkül ederler ve tarih şuuru sayesinde varlıklarını devam ettirirler.
      Mustafa Kemal Atatürk, Millî Mücadele ile sadece askerî zaferleri hedeflememiştir. Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine çıkmasına engel olan ne kadar olumsuzluk, eksiklik varsa hepsiyle mücadele etmeyi amaçlamıştır.

      ( * )
      "Eksikliklerimizden bir tanesi de köklü tarihimizi tam anlamıyla araştırıp, ortaya koyamamamızdır. Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır."

      ( * )
      "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır."


      Batı dünyası, Türklerin Anadolu coğrafyasına girip burayı Türkiye haline getirmeye başladıkları tarihlerden itibaren, kendilerinin 1815 Viyana Kongresi’nde adını koydukları ve siyasî literatüre soktukları Şark Meselesi’ni uygulama alanına koymuştur. Burada hedef sadece devlet olmamıştır, bütün Türk varlığı olmuştur. Türk milleti ve vatanını hedef alan iftiralar yöneltilmiştir. Bu iddiaları şöyle sıralamak mümkündür ;


      ( * )
      1. Türklerin sarı ırktan oldukları, dolayısıyla Avrupalılara göre ikinci sınıf insan sayılmaları gerektiği,

      2.Türklerin medenî kabiliyetten mahrum oldukları, dolayısıyla medeniyet düşmanı oldukları,

      3.Türklerin yaşadıkları toprakların kendilerine ait olmadığı iddialarıdır.

      Bu iftiraların sahibi olan Batı dünyası, Türklerin önce Avrupa ve Balkanlar’dan, daha sonra da Türkiye’den tamamen atılmaları, yok edilmeleri gerektiğini düşünüyordu. İngiliz devlet adamlarından Gladston, Batının gerçek niyetini , Türkler’in kötülüklerini kaldırmanın tek bir çaresi vardır, o da yeryüzünden vücutlarının kaldırılmasıdır sözleriyle ortaya koymuştur. (Azmi Süslü, Atatürk ve Tarih, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998, s. 137)

      Atatürk, Millî Mücadele ile sadece askerî zaferleri hedeflememiştir. Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine çıkmasına engel olan ne kadar olumsuzluk, eksiklik varsa hepsiyle mücadele etmeyi amaçlamıştır.
      Atatürk’ün, Türk Tarih Tezinde belirttiği hususları şöyle sıralayabiliriz ;



      (*)
      1. Türkler, brakisefal ve beyaz ırktandır.Beyaz ırkın anayurdu Orta Asya’dır.

      2. Medeniyetin beşiği Türklerin anayurdu olan Orta Asya’dır.

      3. Anayurtları olan Orta Asya’dan değişik sebeplerle göç eden Türkler böylece dünyaya medeniyeti yaymışlardır.

      4. Anadolu’nun ilk yerli halkları da Türklerdir, dolayısıyla buranın ilk sahipleri Türklerdir.

      5. Türklerin İslâm Medeniyetine katkıları araştırılmalıdır.

      6. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili iddialar araştırılmalı, gerçek ortaya çıkarılmalıdır.

      Bütün bu konularda araştırma yapılması için direktifler vermiş, yapılan çalışmaları takip etmiş ve ortaya çıkan eserleri bizzat okuyarak incelemiştir.

      Türk Tarih Kurumu da bu çalışmaları yürütmek üzere 15 Nisan 1931 tarihinde kurulmuştur. Türk Tarih Tezi’nin tartışıldığı I.Türk Tarih Kongresi, 2-11 1932 tarihinde Ankara’da yapılmıştır. 1935 yılında, tarihçi ve öğretmen yetiştirmek üzere Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmuştur.

      Atatürk, Türk Tarihinin bir bütün olarak, ilmî usullerle araştırılmasını istiyordu. Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek, insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır.

      Atatürk, Türk Tarihinin, dolayısıyla Türk medeniyetinin en ince ayrıntılarına kadar ortaya çıkarılması üzerinde durmuştur. Çünkü, Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri için lâzım olan atılım kaynağını tarihte bulabileceklerdir. Türk çocukları bu tarihten bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir(Utkan Kocatürk, Atatürk, Ankara 1987, s. 169,Atatürkçülük III , Genelkurmay Başkanlığı, İstanbul 1998, s. 146)


      Her yenileşme hareketinin başarısının eğitim alanındaki başarıya bağlı olduğuna ve kalkınmanın akıl ve ilim önderliğinde gerçekleşeceğinin farkındayız.

      ( * )
      Öğretim Birliği Yasası ile Osmanlı’nın iki başlı eğitimine son verilmiş, ‘Mektep Medrese’ ayrılığı ortadan kaldırılmış, tüm okulları Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetimine bağlanmıştır. Din bağına dayalı siyasal birim yerine ,ulusallık bağına dayalı bir birim getirilmiştir (Özturanlı,2002, ss.123- 124).

      Atatürk'ün fikriyat ideolojisini tüm alanlarda ve kurumlarda gerçek yapıp hayata geçirmiştir.

      Zihni dogmalarla doldurulmuş ‘mürit’ ya da ‘kullar’ değil bilgi toplumunun özgür bireylerini yetiştirmek laik, demokratik, halkçı ,bir eğitim sistemiyle gerçekleşir.

      Bakınız;

      ( * )
      "Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin
      temel ruhudur. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı yüklenilmiştir. "
      ( * )

      "Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette
      siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri
      her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.
      Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet,
      millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından
      mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna
      erişeceğimiz inancında değiliz. "


      Bu gün batının emperyalist sistemi, ellerinde onurlarından ve maneviyatları ndan başka dayanakları kalmayan kadim topluluklara, günün birinde medeniyetin kendisini bile imha edecek olan onursuzca yaşamanın kurallarını ihraç etmektedir.
      İşte tüm insanlığın haysiyetini, onurunu ve bağımsızlığını ve varlığının devamını koruma altına alan Atatürk İlkeleri ve inkilaplarını sözde değil özde, dilde değil yürekte benimseyip özümseyerek,aldığımız oksijen gibi yaşamın vazgeçilmez parçası olarak benimseyip hayat vermeliyiz.




      Sevgimle..

      G.D
      Resimler
      • 53.jpg

        26.18 kB, 336×480, 800 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Atatürk der ki:Edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır: Söz ve manayı, yani insan dimağında yer eden h

      ATATÜRK'ÜN EDEBİYATLA İLGİLİ GÖRÜŞLERİ

      Atatürk'ün her türüyle üzerinde durduğu bir sanat dalı da edebiyattır.
      Edebiyatın tanımını yapan Atatürk der ki:
      Edebiyat denildiği zaman şu anlaşılır: Söz ve manayı, yani insan dimağında yer eden her türlü bilgileri ve insan karakterinin en büyük duygularını, bunları dinleyenleri veya okuyanları çok alakalı kılacak surette söylemek ve yazmak sanatı.Bugün içindir ki edebiyat, ister nesir halinde olsun, ister nazım şeklinde olsun, tıpkı resim gibi, heykeltıraşlık gibi, bilhassa musiki gibi, güzel sanatlardan sayıla gelmektedir.
      Bu tanımdan sonra edebiyatın amaç ve hedefini çizmiş.
      beşeriyette en müspet ilim ve en ince teknik esaslarına dayanan hayatla ve kanla karşılaşmak kendileri için alında yazılı olan askerlik gibi yüksek bir idealist meslek dahi, kendini içinde bulunduğu topluma anlatabilmek ve bu büyük insanlık ve kahramanlık yolculuğuna hazırlayabilmek için, uyandırıcı, hedefleyici, yürütücü ve nihayet fedakar ve kahraman yapıcı vasıtayı edebiyatta bulur.

      Bu cümlede, üzerinde kısaca da olsa durulması gereken bazı önemli konulara yer verilmiştir. Bir kere Atatürk için, edebiyat, geçirilmesi güç zamanlarda uyandırıcı, hedeflendirici ve yürütücü bir vasıtadır. Ancak dikkat olunacak husus, bu vasıtanın yıkıcı değil, fedakar, kahraman ve yapıcı bir vasıf taşımasıdır. Sonra Atatürk'ün milli, daha dorusu hamasi bir edebiyat zevk ve anlayışı olduğu ortaya çıkmaktadır.
      Yine bu cümlenin devamında Atatürk'ün, edebiyatı, cemiyetin hal ve istikbalini koruyan ve daima koruyacak olan bir terbiye ve eğitim aracı saydığı da ortaya çıkmaktadır.
      Şair Halit Fahri Ozansoy'a 29 Ağustos 1928 akşamı Dolma bahçe Sarayı'nda Türk inkılabı şairinin nasıl olması gerektiğini şu şekilde açıklamıştır.

      Mutlak dahil olduğun parlak Türk devrinde şair olduğunu ispat edeceksin. Şiirlerin şen, şatır fakat Türk milletinin sürur, şetaret, faaliyet, his ve hareketlerini terennüm edecektir. Buna mevcudiyetini hasredeceksin.

      Atatürk ve edebiyat

      ATATÜRK VE TÜRK DİL KURUMU


      1931 yılının ilkbaharında, Ulu Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün özlemlerinden biri olan, Türk tarihini inceleyecek bir kurum gerçekleştirilmiş , Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti kurulmuş (15 Nisan 1931) ve ertesi yıl da ilk bilimsel toplantısını düzenleyerek bilim dünyasına ayak basmıştır (2-11 Temmuz 1932). Toplantının son gecesinde, tarihimizle olduğu kadar dilimizle de ilgilenen bu cemiyetin bazı üyeleri Gazinin koruyucu başkanlığı altında toplanacak ve su kutsal buyruğun doğrultusunda ikinci bir “Cemiyet”in kuruculuğuna öncülük edecektir:

      “Türk Tarihi Tetkik Cemiyeti gibi bir de ona kardeş bir dil cemiyeti kuralım. Adi Türk Dili Tetkik Cemiyeti olsun.”

      Ertesi gün (12 Temmuz 1932) İçişleri Bakanlığına verilen kuruluş dilekçesinde Samih Rıfat başkan, Ruşen Eşref [Ünaydın] sekreter, Celâl Sahir [Erozan] ve Yakup Kadri [Karaosmanoğlu] üye olarak görülüyordu. Mustafa Kemal’in ikinci özlemi de gerçekleşiyordu. Artık Türk Dili Tetkik Cemiyeti de kurulmuştu. Bu gün uzun yıllar boyunca kuruluş günü olarak kutlanır. Son kutlanışı ise 12 Temmuz 2001’dedir. (bk. Türk Dili, 2000 / II, 596, Ağustos 2001).
      O günkü adıyla “nizamname” olan tüzükte Kurumun amacı ortaya konulurken bu amaca ulaşmak için tutulacak yol da belirtiliyordu. Bu yollardan dördüncüsünde söyle deniliyordu: “Cemiyet mesaisinin semerelerini her türlü yollardan nesre çalışmak.”


      Bu arada ilk Türk Dili Kurultayı’nın toplanması kararlaştırılmış ve bir tarih belirlenmiştir: 26 Eylül-5 Ekim 1932.
      Bu ilk kurultayda kabul edilen yedi maddelik çalışma programının besinci maddesi de söyle idi; “Kurum organı olarak bir derginin yayımlanması.”


      Üç ayrı dönemde yayımlanan Türk Dili adli derginin ilk sayısı Nisan 1933 tarihini taşımaktadır. Ocak 1938’e kadar 33 sayısı çıkacak olan derginin tam adi Türk Dili / Türk Dili Tetkik Cemiyeti Bülteni (sonradan Türk Dil Kurumu Bülteni adıyla)’dır. Bu sayılar, daha sonra Seri I olarak anılacaktır.
      Bazen iki, bazen üç aylık olarak yayımlanan bu dönem dergilerinin ilk sayısında yer alan “Baslarken” başlıklı yazıda söyle denilmektedir.
      “Türk Dili adındaki bu bültenimiz, ilk Dil Kurultayı’nın yüksek bir kararından doğdu. Bu karar Kurultayı Umumî Merkez Heyetine direktif olmak üzere verilmiş çalışma programının altıncı maddesinde söyle yazılıdır: Cemiyet gerek kendisinin, gerek dışarıda Türk dili isleriyle uğraşanların tetkiklerini bir mecmua ile neşretmelidir. Türk Dili’nde su bahisler bulunacaktır.”


      Burada dergide yer alacak konular 15 başlık altında sıralanıyordu.
      Derginin yayınına iki yıl ara verildikten sonra Ocak 1940’ta yeniden başlanılır; yeni ad ise Türk Dili / Türkçe-Fransızca Belleten’dir. Aralık 1943’e kadar yayımlanan ve Seri II olarak belirlenen bu dönemde 20 sayı (1-20) çıkartılmıştır.
      Bir buçuk yıl ara verildikten sonra dergi, Haziran 1945’te Seri III olarak yayınına devam eder. Ocak 1950’de sona erecek olan bu dönemde, Türk Dili Belleten adıyla 15 sayı (1-15) yayımlanır.
      Böylece Türk Dili dergisi, üç kısa dönemde (Nisan 1933-Ocak 1950) 68 sayılık bir toplama ulaşır.
      20 aylık bir aradan sonra dergi yeniden yayın hayatına geçirilir. Adi, Türk Dili / Aylık Dil ve Edebiyat Dergisi’dir. Bu dergi günümüzde de büyük bir basari ile yayın hayatini sürdürmektedir ve Eylül 2001’de 597. sayıya ulaşmıştır.
      ***********



      ATATÜRK'ÜN ŞİİRLERİ

      BİR ASKERİN MEZARINA

      Şurada, kabrin üzerinde konulmuş bir,
      Beyaz taş var, onun altında bayraklar
      Temevvüç ederken, kelleler uçuşurken...
      Celâdeti tâbân olurken aldığı cerîhai mevt
      İle bu âlemi hîçîye vedâ etmiş bir
      Asker yatıyor...
      Onun hâbı istirahate çekildiği şu
      Makberin üzerine rüfekası eşki teessür döktüler.
      Kadınlar dümü rizi mâtem oldular. İhtiyarlar
      Nâle eylediler, çocuklar ağladılar.
      Şu söğüt ağacının nim setreylediği senin
      Mezarın üzerine bir zırh başlık ile kılıç hak,
      Olunmuştur. İşte orası o kahramanı muhteremin
      Câyi istirahatidir. Ne mutlu ki, hâki pâye vatan
      Ona nâilini intizar olmuş!...

      Mustafa Kemal • Harbiye talebesi iken yazmıştır.
      ************ ********* *

      HAKİKAT NEREDE? ( OĞUZOĞULLARI)

      Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
      Tuna ezelden Türk diyarıdır.
      Bilinen tarihler söylememiş bunu
      Kalkıyor örtüler, örtülen doğacak,
      Dinleyin sesini doğan tarihin,
      Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak
      Yalan tarihi gömüp, doğru tarihe gidin.
      Asya'nın ortasında Oğuz oğulları,
      Avrupa'nın Alplerinde Oğuz torunları
      Doğudan çıkan biz, Batıdan yine biz
      Nerde olsa, ne olsa kendimizi biliriz
      Türk sadece bir milletin adı değil,
      Türk, bütün adamların birliğidir.
      Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
      Ey yığın yığın insan gafletleri!
      Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
      Dünya o zaman görecek hakikat nerede,
      Hakikat nerede?

      Mustafa Kemal

      Atatürk bu şiiri 1932 yılında İsmail Habib Sevük'e dikte ettirmiştir.
      Kaynak: Hacı Angı, Çocuk Gözüyle Atatürk, 4. Baskı, Angı Yayınları
      ************ *****

      BEŞİKE HÂDİSESİ İÇİN

      Çıkıyor gönüllere istimdadı
      Sâmiamda vatanın feryâdı
      Çıkıyor gönüllere istimdadı
      Yaralı bir ananın evlâdı
      Etmesin mi anaya imdadı?
      Rumeli can veriyor yok mu ilaç.
      Edelim sıhhatini istimzaç;

      Etmeyelim kimseyi izaç?
      Zırhlılar her yeri tehidt ediyor,
      Makedonya bunu tes'it ediyor.

      İnkırazı bize teyit ediyor.
      Yemenin purişi malumu cihan
      Ne için eyledi millet isyân?
      Zulme ister mi bu yoldan burhan

      Turuşkalar bile aldı meydan
      Hani kânun-u adaâlet nerede?
      Mülk-ü millette himâye saadet nerede?
      Haricen mülk-ü himaye nerede?

      Bizde evvelki şecaat nerede?
      Gelse Ertuğrul şöhret-i pervas
      Eder elbette tahayyür ibraz
      Vatanın feyzine kâdir olamaz

      Yeniden fethine verseydi cevâz...
      Yıldırım görse şu ahvâlimizi
      Ateş kahrı yakar hâlimizi,
      Af eder mi bizim efâlimizi,

      Mahveder cumle-i emsâlimizi,
      Ey büyük Fâtih'i İstanbul'un.. .
      Bu revş olmadı mı makbulün
      Sây ile toplanılan mahsulün

      Berhava oldu fakat meçhulün...
      Yazık oldu Vatana âh yazık...
      Her ağızdan çıkıyor: Eyvâh yazık!..

      Acısın bizlere, âh yazık!

      Mustafa Kemal • Sinop 25 Kânunu Evvel 321 (1905)
      ************

      KASİDEİ İSTİBDAT YAHUT KIRMIZI İZLER

      Bir köhne kadit parçası, bir çehrei menhus,
      Zulmetler içinde mütereddit, mütelâşi,
      Daim mütefekkir görünen, kendine mahsus
      Efkârı sakimane ile âleme karşı
      Ateş saçarak etmede her gün bizi tehdit,
      Âmali harisanesini eyledi tezyit...
      Gördükçe bu mazlumlarını, sinesi mağrur,
      Tırnaklarını aileler kalbine saplar;
      Mağdurlarının her biri bir kûşede ağlar,
      Katlandı vatan görmeğe evlâdını makhur...
      Birçoklarımız mahpes-ü menfada süründük.
      Ey gazii mecruhu vega dideye döndük.
      Ey kanlı eliyle vatan âmaline hail,
      Ey enmilei sürbu cinayata delâil
      Teşkil eden ey köhne kadit, katili efkâr,
      Ey katili şübbanı vatan, katili ahrar,
      Ey varlığı bir millet için bâdii zillet.
      Ey çehresi ifrite veren dehşeti vahşet,
      Zindanları, menfaları, mahpesleri doldur,
      Ziniciri esaretle bütün hisleri dondur.
      Tesmimi nefes, nefyi ebet, sonra denizler..
      Her girdiğin evlerde durur kırmızı izler...
      Kâbusi hiyanetle vatan can çekişirken
      Âtimizi dendanı harisin kemirirken
      Bir gün Rumeli dağları envara boyandı;
      Hürriyetin enfası ile herkes uyandı.

      Mustafa Kemal • Şanlı Ordu Gazetesi : 24 Kasım 1908

      *********
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Laiklik ile Devlet bilim ve ak&#253;l ile yönetilecek millet de kendini bu yolda geli&#254;tirecekti

      Merhaba dostlar,

      Atatürk'ün inkılaplarına esas olan ilkeler sağlam tutarlı ve kalıcı niteliklidir.
      Çünkü ilkeler evrensel boyutlu ve insanlığın uzun bir tarih boyunca işlediği esaslı düşüncelere dayanmaktadır.
      Atatürk İlkelerinin niteliği ;
      “Birlik,otorite, eşitlik “sağlama : Devleti güçlü,toplumu çağdaş düzeye ulaştırıp mutlu kılma amaçlarına yöneliktir.Toplumun ( varlığın )içsel gelişimi ve dışsal düzeni ile atinin inşasıdır.
      Yeni devletin yapısı ulusal egemenliğe dayandırılmıştır.

      Laiklik ile Devlet bilim ve akıl ile yönetilecek millet de kendini bu yolda geliştirecektir. Bu gelişmede dinin yeri vicdanlardır.

      Atatürk ilkeleri bir bütünün parçalarıdır.Her biri bütünü tamamlayan özelliklere sahiptir.Cumhuriyet ,millete dayanmazsa milliyetçi değilse değeri yoktur.Cumhuriyet, halkın içinden çıkmalı, halkçı olmalıdır.Halkı n sorunlarını çözerken devletçi olacaktır.Milliyetç i,halkçı,devletç i bir cumhuriyet laik olmak zorrundadır.Bunları nkorunması ,sürdürülmesi, geliştirilmesi milleti, milletleri asri medeniyete götürecektir.

      Kanunların işleyişleri birbirini izleyen prensipler ile uygulandığında toplum düzeninde ve insanın içselliğinde, zihinlerde inkilap yaratacak ve değişimin kaçınılmaz sonucu olan o Yüksek İdeale ulaşılacaktır.
      İnkılaplar içinde laikliğin özel bir yeri vardır. Bu inkılapla Türk ulusu ümmetçilikten vazgeçmiş, ulusçuluğa yönelmiştir. Ayrıca din sömürüsü yasaklanarak bu kutsal değer vicdanlara bırakılmıştır. Amaç, hukuk, eğitim, kültür alanlarını dinsel dogmaların denetiminden kurtarmak, bu ilke ile, emperyalist devletlere dinsel ayrılıklardan yararlanma yolu kapatılmak istenmiştir.
      insanın var olduğu her yerde, insan bilgisine gereksinimin duyulduğu her alanda, sosyal hizmet disiplini de var oluşsal zorunluluğunu korumuştur. Öyle ki ne denli “kendi kendinin bilincinde” oldukça sosyal hizmet, o oranda kurumsallaşıp etkinlik kazanmıştır .Evren yasalarıyla yeryüzünü anlaşılır kılar.
      İnkılâp bir süreç veya bir evrim (tekamül)’dir.

      Bakınız ne demiş Atatürk;
      (*)

      “Milletin varlığını devam ettirmesi için, efradı arasında düşündüğü müşterek bağ yüzyıllardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dinî ve mezhebi bağ yerine Türk milliyeti rabıtasıyla efradını toplamıştır”.

      Muassır medeniyeti almak, bir varlık meselesidir. Türkiye’nin varlık sebebi, çağdaş bilim ve tekniği almasıdır. Çünkü, bilim ve tekniğe yabancı kalanlar, çağdaş bilim ve tekniğin bir ürünü olan yüksek medeniyetin karşısında yok olmaya mahkûmdurlar. Yani hayat sahnesinden silinmektedirler.
      Dinî medeniyetler dogmatik ve kapalı medeniyetlerdir. Bu durumu, Hıristiyan batı medeniyetinde gördüğümüz gibi, İslam doğu medeniyetinde de görmekteyiz.Muassı r medeniyet dinamik ve açık medeniyettir. Bu medeniyetin dayandığı temel ilkeler akıl, felsefe, bilim ve tekniktir.(bu gün batının emperyalist sömürücü yapısı medeniyet değildir)

      Yani insanın ruhunun etrafını saran çemberin yıkılması sağlanmıştır. Ruh istediği şekilde düşünme imkânına kavuşmuştur.

      Atatürk İnkılâbının genel karakterinin, toplumun radikal değişmelere uğratılması için, bu değişmelere uygun ortamı önce insan kafasında oluşturmak olduğunu görüyoruz. Atatürk’ün yüksek medeniyet seviyesinin üstüne çıkılması şeklindeki direktifinin gerçekleşmesi için, sadece maddî değişikliklerin yeterli’ olmadığı, maddî değişiklikleri toplum ve fert hayatında bilinçle kullanabilmek için, düşünce yapısının da değişmesi gerekir. Çünkü, zihin yapısına ilişmeden hiçbir toplumda hiçbir önemli yenilik beklenemez. Atatürk bu hakikati biliyordu. Onun için devrimin insan aklına güvenen, vicdan empozesinden uzak. vicdanını aklıyla bileştirebilen ve uygulayan yeni bir toplum yaratmayı hedeflemiştir.

      Devletin dine müdahale etmesinin önemli bir nedeni de , toplumun düşünce yapısının henüz bu değişiklikleri kolaylıkla benimseme seviyesinde olmamasıdır. Dinî cemiyetler ellerine fırsat geçirdikleri anda kendi aslî görevlerini bırakıp, devletin düzeniyle uğraşmaya başlarlar.
      Bu mevcut sistemi de muhafaza etmek lâzımdır.
      Gerçek anlamda din hürriyeti ancak Lâik düzende bulunur. Bunun şartı, din ile devletin ayrılığıdır. Diğer bir deyişle, yurttaşlıkla dindaşlık statülerinin birbirinden ayrılmasıdır. Devletin her hangi bir resmi dini olmaz, bütün dinler ve mezhepler karşısında eşit yaklaşır ise, din hürriyeti kolaylıkla sağlanabilir. Çünkü din hürriyeti, vicdan hürriyetinin içinde yer almaktadır hem inanç hem de ibadet hürriyetlerini kapsar. Vicdan hürriyeti, düşünce, anlayış ve her anlamda kapsamlı şekilde geniş bir anlam taşımaktadır. İşte bundan dolayı, gerçek anlamda din hürriyeti ancak Lâik devlet düzeninde bulunur.

      Her yönden gerçek anlamıyla içsel ve dışsal laiklik akıl ve vicdan süzgecinden geçerek hayatiyet bulur. Bu varlığı bağımsız kılarken birleştiri etkisiyle yüksek ideale taşır.

      sevgimle..

      G.D

      Bakınız Atatürk ne demiş;

      (*)

      Bunun gibi bağlı bulunmakla inanmış ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere, bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yükseltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve Tanrısal olan inanç ve vicdanlarımızı karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarlarla tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün ögelerinden bir an önce ve kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir. ( 1924 )
      ( * )

      Vatandaşları içinde çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adil ve tarafsız tutum ve davranışta bulunmaya ve mahkemelerinde vatandaşları ve yabancılar hakkında eşit adalet uygulamakla vazifeli olan bir hükümet, fikir ve vicdan hürriyetlerine uymaya mecburdur. ( 1927 )

      ( * )
      Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar. ( 1924 )
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      &#221;ç çeli&#254;kilerini çözemeyen, kendilerini yenilemeyen, dinamizmlerini yarat&#253;c&#253; yol

      Merhaba,

      Atatürk 'ün ilkelerinin bütünlüğü içeresinde yapmak istediği , insanlığı yeni dünya görüşüne hazırlayıp, yüksek medeniyete geçişini sağlamaktır.
      Her türden sömürünün dayatması altında kalan insanın gelişmesi mümkün değildi. Kökleşmiş ve kemikleşmiş bir şekilde varlığı bağımlı kılan ve sömüren ekilmiş fikirler yerine varlığı bağımsız ve hakim kılacak ve medeniyete geçişi gerçekleştirmek üzere inkilaplar yaptı.

      Yerleşik toplumsal düzeni köklü, hızlı ve geniş kapsamlı olarak niteliksel değiştirme ve yeniden biçimlendirerek sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesini gerçek kılmıştır.Bu asri medeniyete geçiş için bir başlangıç noktası ve atlama tahtası olmuştur.

      İç çelişkilerini çözemeyen, kendilerini yenilemeyen, dinamizmlerini yaratıcı yollara kanalize edemeyen, maddi üretimin temelini oluşturan fikirsel üretim gerçekleşmeyen bir toplum çözülüp, dağılmaktan kurtulamaz.
      Cumhuriyet öncesi idare milli egemenlikten doğan kuvvetleri bir bir emperyalist dış güçlere ve içteki yerli işbirlikçi, gerici kesimlere teslim etmiştir.
      İnsanlık tarihinin en kapsamlı inkilabı olan Türk İnkilabı karşısında direnç gösteren zihinlerin kaynağı sömürücü sistem bu gün hala çeşitli kisvelere bürünerek insanlığın ilerleyişine ket koymaya çalışmaktadırlar.
      Türk milletinin ulusal egemenliğini sağlayan Cumhuriyet rejimi, milletin dış ve iç kaynaklı zehirli etkilere karşı korunması için Laiklik ilkesiyle sağlamlaştırılmıştı r.
      Emperyalizmin başka başka yüzlerle değişime engel olma mücadelesi artık değişen ve şuurlanan zihinlerde yer bulamazken , değişimin en temel yapı taşını oluşturan Cumhuriyet karşıtı geriletici zeminlerde hayat bulmaktadırlar.
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!