Her Şeye Rağmen Muhakkak Bir Aydınlığa Doğru Yürümekteyiz.

      Her Şeye Rağmen Muhakkak Bir Aydınlığa Doğru Yürümekteyiz.

      Millet, saydığım değişiklikler ve inkılapların tabii ve
      zaruri icabı olarak umumi iradesinde ve bütün kanunlarında,
      ancak dünya ihtiyaçlarından mülhem ve ihtiyacın değişmesiyle
      değişip gelişmesi esas olan dünyevi bir idare zihniyetini
      hayat düsturu saymıştır.

      1925

      M.Kemal ATATÜRK


      Merhaba,

      Türk milletinin bugün ve gelecekte de tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, devletin millet hakimiyetine bağlanması, aklın ve ilmin rehberliğinde Yüksek Türkiye İdealini gerçekleştirmesi insanlığa hizmettir.Tam bağımsızlıkla ifade edilen her yönden bağımsızlıktır (Siyasi, mali, iktisadi, kültürel,ferdi ve külli...)

      Atatürk yalnız kurumlarında değil düşüncelerinde de temelli bir inkılap yapmış olan Türk milletinin amacını kısa sürede gerçekleştirmesi için fikir ve hareketi beraber yürütmesini zorunlu görmüştür. bununla birlikte yolumuzu çizen unsurları da içinde yaşadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk milleti ve tarihin çeşitli facia ve ıstıraplarından çıkardığımız sonuçlar olarak ifade etmiştir.
      Ve demiştir ki;
      “Her şeye rağmen muhakkak bir aydınlığa doğru yürümekteyiz. Bende bu inancı yaşatan kuvvet yalnız azim memleket ve millet hakkındaki sonsuz sevgim değil, bugünün karanlıkları, ahlaksızlıkları, şarlatanları içinde, sırf vatan ve hakikat aşkı ile ışık serpmeye ve aramaya çalışan bir gençlik gördüğümdür.” (1918)
      “Bu dünyadan göçerek Türk milletine veda edeceklerinin çocuklarına kendinden sonra yaşayacaklara, son sözü bu olmalıdır: "Benim Türk milletine, Türk cemiyetine, Türklüğün istikbaline ait ödevlerim bitmemişti, siz onları tamamlayacaksınız. Siz de sizden sonrakilere benim sözümü tekrar ediniz. Bu sözler bir ferdin değil, bir Türk Milleti duygusunun ifadesidir."
      Bunu, her Türk bir parola gibi kendinden sonrakilere mütemadiyen tekrar etmekle son nefesini verecektir. Her Türk ferdinin son nefesi, Türk Milleti'nin nefesinin sönmeyeceğini onun ebedi olduğunu göstermelidir. Yüksek Türk, senin için yüksekliğin hududu yoktur. İşte parola budur! (1935).
      Yüksekliğin hududu yoktur...


      Atatürk ‘ün insanlık ideali geleceğe yönelik ve umut doludur. 1923 yılında söylediği şu sözler bunu açıkça ortaya koymaktadır.
      “ Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak, daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen engelleri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünde yok olacak yerlerini milletlerarasında hiçbir renk , din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı olacaktır.”



      İnsanlık idealini sonuna kadar savunan ve bu ideali korumaya çalışan bir lider olarak her zaman dünyaya barış mesajları vermiştir. O;” Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız ifadesi ile bunu kanıtlamıştır.

      İnsanın insan olma savaşı ve idrak etmesi aydınlanmanın sürecidir.

      insanın erginleşmesi, kendi aklının ve kendindeki insan olma onurunun bilincine varması ile gerçekleşir. Bu bilince varmak ve onun eğitimle yaygınlaşması, karşısında dinsel inançları, dogmaları, batıl inançları bulduğu için kolay olmamıştır. Sonunda siyasal, toplumsal özgürlüğünde geldiği, yüzyıllar süren çarpışmalara, acılara mal olmuştur. Fakat bilimsel düşünme yolunu açan Aydınlanma ve onun ürünü olan tekniğin, özellikle hayata yararlılığının görüklmesi ile başarıya ulaşmıştır.
      Aydınlanma’nın insanlığa getirdiği laik düşünce, dinle devlet işlerini birbirinden ayırma gibi bir formalite değildir. Aydınlanma, laiklikle, değişmez Tanrısal buyruklara körü körüne uyma, korkuya dayanan kölelik, kulluk, kadercilik ve tembellik ahlakı yerine; insan olma onurunun taşıyıcısı olma bilincini, vicdanın özgürleşip, canlanmasını sağlar.
      Vicdana dayanan inanç, korku ve çıkar hesabından kurtulunca arınır, saf bir sevgiye dönüşür, yücelir. Toplumu yöneten yasalara, hukuka, Tanrı buyrukları yerine akıl ve evrensel bir ahlak ilkesine dayanma yolu açılır. Laikliğin, yasaların çağdaş insanlık hukukuna dayanmasının olmazsa olmazı olması, bundandır. Buradaki içtenleşme, insanlığın bedeller ödeyerek çok zor ulaştığı bir aşamadır. Egemenliğin gerçek niteliği egemenliği etkisiz kılmak ve efendiye gereksinim duymamaktır.

      Atatürk, büyük insan topluluklarının her türlü dertlerinden arındırılmalarını ister ve üstün bir görüşle bütün insanları dünya vatandaşı olarak niteler. "Eğer sürekli bir barış isteniyorsa, insan kütlelerinin durumlarını iyileştirecek uluslararası tedbirler alınmalıdır. İnsanlığın tümünün refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları haset, açgözlülük ve kinden uzaklaşacak biçimde eğitilmelidir".

      Bir tarih gerçeği olarak Mustafa Kemâl Atatürk, onun gerçekleştirdiği Türk devrimi, ilkeleri ve bu devrimi gerçekleştirme şekli ortadadır. Bütün bu tarih sürecine bir özgürlük ve Türklük sevgisinin ve daha ileri bir Türk toplumu ideailinin hükmettiği ve bu idealinin esası tüm insanlığı birleştirici unsur olarak hakim kılmasıdır.


      sevgimle..

      G.D
      Resimler
      • CAUNGBCF.jpg

        3.45 kB, 0×0, 758 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      devletin yapısı ulusal egemenliğe dayandırılmıştır

      Merhaba dostlar,

      Atatürk'ün inkılaplarına esas olan ilkeler sağlam tutarlı ve kalıcı niteliklidir.
      Çünkü ilkeler evrensel boyutlu ve insanlığın uzun bir tarih boyunca işlediği esaslı düşüncelere dayanmaktadır.
      Atatürk İlkelerinin niteliği ;
      “Birlik,otorite,eşitlik “sağlama : Devleti güçlü,toplumu çağdaş düzeye ulaştırıp mutlu kılma amaçlarına yöneliktir.Toplumun ( varlığın )içsel gelişimi ve dışsal düzeni ile atinin inşasıdır.
      Yeni devletin yapısı ulusal egemenliğe dayandırılmıştır.

      Laiklik ile Devlet bilim ve akıl ile yönetilecek millet de kendini bu yolda geliştirecektir.Bu gelişmede dinin yeri vicdanlardır.

      Atatürk ilkeleri bir bütünün parçalarıdır.Her biri bütünü tamamlayan özelliklere sahiptir.Cumhuriyet,millete dayanmazsa milliyetçi değilse değeri yoktur.Cumhuriyet,halkın içinden çıkmalı, halkçı olmalıdır.Halkın sorunlarını çözerken devletçi olacaktır.Milliyetçi,halkçı,devletçi bir cumhuriyet laik olmak zorrundadır.Bunlarınkorunması,sürdürülmesi,geliştirilmesi milleti, milletleri asri medeniyete götürecektir.

      Kanunların işleyişleri birbirini izleyen prensipler ile uygulandığında toplum düzeninde ve insanın içselliğinde, zihinlerde inkilap yaratacak ve değişimin kaçınılmaz sonucu olan o Yüksek İdeale ulaşılacaktır.
      İnkılaplar içinde laikliğin özel bir yeri vardır. Bu inkılapla Türk ulusu ümmetçilikten vazgeçmiş, ulusçuluğa yönelmiştir. Ayrıca din sömürüsü yasaklanarak bu kutsal değer vicdanlara bırakılmıştır. Amaç, hukuk, eğitim, kültür alanlarını dinsel dogmaların denetiminden kurtarmak, bu ilke ile, emperyalist devletlere dinsel ayrılıklardan yararlanma yolu kapatılmak istenmiştir.
      insanın var olduğu her yerde, insan bilgisine gereksinimin duyulduğu her alanda, sosyal hizmet disiplini de var oluşsal zorunluluğunu korumuştur. Öyle ki ne denli “kendi kendinin bilincinde” oldukça sosyal hizmet, o oranda kurumsallaşıp etkinlik kazanmıştır .Evren yasalarıyla yeryüzünü anlaşılır kılar.
      İnkılâp bir süreç veya bir evrim (tekamül)’dir.

      Bakınız ne demiş Atatürk;
      (*)

      “Milletin varlığını devam ettirmesi için, efradı arasında düşündüğü müşterek bağ yüzyıllardan beri gelen şekil ve mahiyetini değiştirmiş, yani millet dinî ve mezhebi bağ yerine Türk milliyeti rabıtasıyla efradını toplamıştır”.

      Muassır medeniyeti almak, bir varlık meselesidir. Türkiye’nin varlık sebebi, çağdaş bilim ve tekniği almasıdır. Çünkü, bilim ve tekniğe yabancı kalanlar, çağdaş bilim ve tekniğin bir ürünü olan yüksek medeniyetin karşısında yok olmaya mahkûmdurlar. Yani hayat sahnesinden silinmektedirler.
      Dinî medeniyetler dogmatik ve kapalı medeniyetlerdir. Bu durumu, Hıristiyan batı medeniyetinde gördüğümüz gibi, İslam doğu medeniyetinde de görmekteyiz.Muassır medeniyet dinamik ve açık medeniyettir. Bu medeniyetin dayandığı temel ilkeler akıl, felsefe, bilim ve tekniktir.(bu gün batının emperyalist sömürücü yapısı medeniyet değildir)

      Yani insanın ruhunun etrafını saran çemberin yıkılması sağlanmıştır. Ruh istediği şekilde düşünme imkânına kavuşmuştur.

      Atatürk İnkılâbının genel karakterinin, toplumun radikal değişmelere uğratılması için, bu değişmelere uygun ortamı önce insan kafasında oluşturmak olduğunu görüyoruz. Atatürk’ün yüksek medeniyet seviyesinin üstüne çıkılması şeklindeki direktifinin gerçekleşmesi için, sadece maddî değişikliklerin yeterli’ olmadığı, maddî değişiklikleri toplum ve fert hayatında bilinçle kullanabilmek için, düşünce yapısının da değişmesi gerekir. Çünkü, zihin yapısına ilişmeden hiçbir toplumda hiçbir önemli yenilik beklenemez. Atatürk bu hakikati biliyordu. Onun için devrimin insan aklına güvenen, vicdan empozesinden uzak. vicdanını aklıyla bileştirebilen ve uygulayan yeni bir toplum yaratmayı hedeflemiştir.

      Devletin dine müdahale etmesinin önemli bir nedeni de , toplumun düşünce yapısının henüz bu değişiklikleri kolaylıkla benimseme seviyesinde olmamasıdır. Dinî cemiyetler ellerine fırsat geçirdikleri anda kendi aslî görevlerini bırakıp, devletin düzeniyle uğraşmaya başlarlar.
      Bu mevcut sistemi de muhafaza etmek lâzımdır.
      Gerçek anlamda din hürriyeti ancak Lâik düzende bulunur. Bunun şartı, din ile devletin ayrılığıdır. Diğer bir deyişle, yurttaşlıkla dindaşlık statülerinin birbirinden ayrılmasıdır. Devletin her hangi bir resmi dini olmaz, bütün dinler ve mezhepler karşısında eşit yaklaşır ise, din hürriyeti kolaylıkla sağlanabilir. Çünkü din hürriyeti, vicdan hürriyetinin içinde yer almaktadır hem inanç hem de ibadet hürriyetlerini kapsar. Vicdan hürriyeti, düşünce, anlayış ve her anlamda kapsamlı şekilde geniş bir anlam taşımaktadır. İşte bundan dolayı, gerçek anlamda din hürriyeti ancak Lâik devlet düzeninde bulunur.

      Her yönden gerçek anlamıyla içsel ve dışsal laiklik akıl ve vicdan süzgecinden geçerek hayatiyet bulur. Bu varlığı bağımsız kılarken birleştiri etkisiyle yüksek ideale taşır.

      sevgimle..

      G.D

      Bakınız Atatürk ne demiş;

      (*)

      Bunun gibi bağlı bulunmakla inanmış ve mutlu olduğumuz İslam dinini, yüzyıllardan beri alışılmış olduğu üzere, bir politika aracı durumundan kurtarmak ve yükseltmek gerektiği gerçeğini görüyoruz. Kutsal ve Tanrısal olan inanç ve vicdanlarımızı karışık ve türlü renkte bulunan ve her türlü çıkarlarla tutkuların alanı olan siyasetten ve siyasetin bütün ögelerinden bir an önce ve kesinlikle kurtarmak, milletin dünya ve ahiret mutluluğunun emrettiği bir zorunluluktur. Ancak böylece İslam dininin yüceliği gerçekleşir. ( 1924 )
      ( * )

      Vatandaşları içinde çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında adil ve tarafsız tutum ve davranışta bulunmaya ve mahkemelerinde vatandaşları ve yabancılar hakkında eşit adalet uygulamakla vazifeli olan bir hükümet, fikir ve vicdan hürriyetlerine uymaya mecburdur. ( 1927 )

      ( * )
      Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar. ( 1924 )
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!
      Memleket mutlaka asrî, medenî ve yepyeni olacaktır. Bizim için bu, hayat dâvasıdır. Bütün fedakârlığımızın faydalı bir sonuç vermesi buna bağlıdır. Türkiye, ya yeni fikirle donatılmış, namuslu bir idare olacaktır, veyahut olamıyacaktır. Halk ile çok temasım vardır. O saf kitle, bilmezsiniz, ne kadar yenilik taraftarıdır.
      1923

      Memleketimizi asrileştirmek istiyoruz. Bütün mesaimiz Türkiye'de asrî, binaenaleyh batılı bir hükûmet vücude getirmektir. Medeniyete girmek arzu edip de, batıya yönelmemiş, millet hangisidir? Bir istikamette yürümek azminde olan ve hareketinin ayağında bağlı zincirlerle güçleştirildiğini gören insan ne yapar? Zincirleri kırar, yürür.
      1923

      M.Kemal ATATÜRK


      Merhaba,

      Türk milletinin yükselmesi ve tehlikelerden korunması, Türk milletini meydana getiren kişilerin teker teker milli şuur sahibi olmasına ve kalplerinin millet sevgisi, vatan sevgisi ile çarpmasına bağlıdır.
      İnsanlık ilkesi her milletin kendi kendisini idare etme hakkına sahip olduğu görüşüdür.Dünyada barış ve adalet olacaksa milletlerin özgür ve güvenlik içinde bulunmaları gerekir.

      Bakınız Atatürk ne demiş;

      " Milli kültürümüzü muasır medeniyet
      seviyesinin üstüne çıkaracağız. Bunun için, bizce zaman ölçüsü geçmiş
      asırların gevşetici zihniyetine göre değil, asrımızın sürat ve hareket
      mefhumuna göre düşünülmelidir. "


      Zamanı yakalamak ve zamanı yaşamak hayat meselesidir.Tüm ağırlığı ile insanlığı geriye çeken zamanı geçmiş zihniyet, hala canlı bir form halinde varlıkları kendine enkarne etmeye devam etmektedir.
      O halde zihinlerimizde rejenerasyon oluşturmak vazifemizdir. Ufkun ötesini görebilmek zamanın değiştiren dönüştüren etkisini tekamül için aktif etmek zorundayız.
      Emperyalizm sistemin beslediği kaynağın ısrarla hayat verdiği alanları, zeminleri temizleyip, bireysel, ferdi zincirleri kırarken kül ün gücüyle yaratacağımız formun besleyicisi oluken baskın bir alana zemin hazırlayarak; zamanın takılıp kaldığı dejenerasyon alanını hükümsüz kılacağız.
      İşte o zaman muassır medeniyet bir güneş gibi ışıldayarak insanlığı birleştirecek enkarnasyon alanı meydana getirecektir.
      Zihinlerde oluşan her rejenasyon kül olarak hayatiyet verecektir.
      İşte Türk milletinin yeryüzündeki asli vazifesi insanlığın var olma mücadelesindeki yetisi ve meziyeti buna öncü olacaktır.
      Her şeyin bilincinde olarak idare edilenlerle idare edenler arasında cereyan eden kozmik faaliyetler, makrokozmik duygulanmaya dayanmaktadır.İşte o saf kitlenin yaratacağı enerji tüm insanlığa barış getirecektir.
      Tam bağımsızlık ayrılıkçı değil birleştiricidir.
      Israrla süregelen bir döngü halinde hala beşer zihniyet ile kendini besletmekte olan ve kendine hayat veren sömürücü sistemin efendileri 7.yy zamanını ayakta tutmaktalar.
      Yeryüzünde köhne ,karanlık zihinler ile hayat bulan sömürgen efendiler varlıkların hakimiyet realitesine ulaşmasına engel teşkjil edecek alanların çekim kuvvetlerini beslemeye devam etmektedirler.
      Uyuşmuş gevşetici tesirler altındaki bireyler, kitleler köledirler.
      İşte bağımsız, egemen ve sulh kelimelerinin gerçek manalarının perde perde açılımlarıyla ;
      varlığın ilk önce kendisinde hakimiyet kazanması, egemenl olması ve sonra milletlerin egemen olması tüm dünya insanlarını tek bir vücut haline getirecek egemenliğin yaratacağı indükleme ile insan asri ve yüksek medeniyete ulaşacaktır.
      Zihinlerimizde, yüreklerimizde yer edecek milli şuur gerçek manası ile kök ve gök ün temas etmesidir.
      Zaman kodların, şifrelerin açılımları ile açığa çıkacak realitenin zamanıdır.
      Sevgili dostlar bakışlarımızı ufkun ötesine odakladık. O halde tasarrumuzda var olan bilginin açığa çıkartıp aktif edeceğiz.

      İdealizm dünyadaki dışsal algılamaları, insanların hissel algılamalarına ya da düşünsel etkilere (idealar) bağlar. Dünyada olup bitenler, bu hissel algılamalar ve etkilere bağlıdır
      Atatürk ilkeleri , insanların tam olarak gelişebileceklerini, gerçek bir refah ve mutluluğa ulaşabileceklerini toplum düzenin yapı taşıdır.Bu yüksek ideal, elindeki eksik varlığı gerçek varlığa dönüştürebilme bireyi ve toplumu daha iyiye götürmek için etik, toplumsal düşünsel düzlemdeki mutlak değerlere inanan ve bir ideale bağlanmasıdır. Atatürk ün en büyük başarısı, ideallerinin gerçekleşmesi yolunda yalnız yürümeyip, ideallerini bir ulusa aşılayarak hep birlikte yürünmesini sağlayabilmesinde yatar.
      İlerlemenin hududu yoktur..
      Durağan değil devingenlğin bilincinde Yüksek İdeale ulaşacağız.

      Sevgimle...

      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!
      "devletin yapısı ulusal egemenliğe dayandırılmıştır"

      Ah Purkina Kardeşim ah!

      Bir de bu kelimeyi "devletin yapısı MİLLİ EGEMENLİK olarak kullansanız hiç bir problem kalmayacak.
      Milli kelimesini kullanmaktan neden korkarız?
      Batı "NATIONAL" kelimesinden vazgeçmedi ama biz tam karşılığı olan MİLLİ kelimesini terkettik. Adında MİLLİ olan kurumlarımız ise millilikten uzaklaştı.
      Halbuki yukarıda Atatürk’ün sözlerinden aktardığınız yerde Atatürk 2 yerde “Milli şuur”, 1 yerde “Türk milliyeti”, 2 yerde “Milliyetçi” kelimesini kullanmıştır.
      Hatta o cümlelerden birinde “Cumhuriyet, millete dayanmazsa milliyetçi değilse değeri yoktur”. demiştir.
      O halde Milliyetçi kelimesini neden gururlar kullanmıyoruz ya da gururla Milliyetçiyiz diyemiyoruz da “Ulusalcıyız” diyoruz?
      Şu komplekslerimizden kurtulamayacak mıyız?
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Kimliğini kaybeden bir millet köle olmaya mahkumdur.

      Merhaba ,

      Yeni Türk devletinin temellerini oluşturan millî devlet ve millî egemenlik ilkeleri Türk milliyetçiliğinin de temel ilkeleridir.

      Milli egemenlik, devlet içinde en üstün buyurma kudreti olarak tanımladığımız egemenliğin, millete ait olduğunu ifade eder. Tam bağımsızlık ilkesi gibi milli egemenlik de, Atatürk'ün Milli Mücadele'nin ilk günlerinden beri açıkça ortaya koyduğu, ısrarla vurguladığı bir temel ilkedir.

      Türk Milleti'nin bağımsızlığı uğruna göze alınamayacak bir fedakarlık yoktur. Çünkü, milli şuur bir toplumda bireylerin kendilerini bütüne bağlı ve onun bir unsuru olarak görmeleri ve o milletin bekası için varlıklarını ortaya koymaya hazır olmalarıdır.

      Atatürk'ün, milletimizde ortak bir şuur oluşturma gayretleri gösterirken, esas olarak ulaşmak istediği nokta mili birlik ve beraberliğimizi sağlamlaştırmak olmuştur. Çünkü, vatana ve millete karşı yöneltilen en büyük tehlikenin, milli birlik ve beraberliğimizi bozarak devletimizi yıkmak isteyenler olduğunu göstermiştir.
      Atatürk'ün milliyetçiliğinde bir topluma bağlı olma ve onun bağımsızlığı ve özgürlüğü için " Ya istiklal ya ölüm" ibaresi ile hareket tarzıdır. Vatan toprağının kutsal ve bölünmez bütünlüğü içerisinde milli egemenlik hakimdir.Bir insanın milli duygu bilinci içinde kendi topraklarına sahip çıkması kendi varlığının özüne hakim olmasıdır. Bir milletin milli bilinci ve milli duygusu yoksa hakim olamz.Her türden kuşatma ile varlığını yitirebilir. Kimliğini kaybeden bir millet köle olmaya mahkumdur.
      Dilimiz, kültürümüz, tarihimiz , milletimiz varlığını milli şuurun gücü ile devam ettirecektir. Bu Türk milletinin bölünmez bütünlüğünün teminatıdır. Varlığımızın bölünmez bütünlüğü ,varlığımıza sahip çıkmak ve şuur ile mümkündür. İşte ozaman egemen olan efendiler, egemenliğini elde etmiş varlığa hakim olamaz.Bir milletin Tam bağımsızlık ve özgürlük karakteri milli şuur ile milleti egemen kılar.

      Bütün bu tehditler ve zorluklar karşısında Türk milletinin en büyük silahı birlik ve beraberlik halinde hareket etmesidir. Birlik şuurunu elde etmiş bir Türk vatandaşı devletini, milletini ilgilendiren sorunlar karşısında bilinçli ve duyarlı davranacağı gibi, çevresindekileri de bu yönde teşvik edip harekete geçirecektir.
      Milli birlik ve beraberlik şuurunun kazanılmasıyla çözülecek olan bu sorunlar , Atatürk'ün hedeflediği, mutlu, huzurlu, barış içinde yaşayan güçlü bir Türkiye idealini gerçeğe dönüştürecektir.



      Atatürk’ün milliyetçilik anlayışının özellikleri ise;

      Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı Milliyetçiliği reddeden akımlara karşıdır.
      Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı ırkçılığa karşıdır.
      Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı laiktir.
      Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı sınıf kavgasına karşıdır.
      Atatürk’ün milliyetçilik anlayışı barışçı ve insancıldır.


      Sevgimle..

      G.D

      Bakınız ne diyor ATATÜRK;

      ( *)

      Memleket ve millet hizmetlerinde baş olmak isteyenlerin ilham kaynağı, milletin hakikî hisleri ve emelleridir. Bizim anılmağa değer bir hareketimiz varsa o da milletin duygu ve eğilimlerinde varlığına temas etmeğe çalışmaktan ibarettir. Her türlü muvaffakiyet sırrının, her nevi kuvvetin, kudretin hakikî kaynağının, milletin kendisi olduğuna kanaatimiz tamdır.
      1925
      Resimler
      • CA4A6E7U.jpg

        2.31 kB, 0×0, 676 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      "... Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa'nın en önemli devletleri, Türkiye'nin zararıyla, Türkiye'nin geri

      "... Hepiniz bilirsiniz ki, Avrupa'nın en önemli devletleri, Türkiye'nin zararıyla, Türkiye'nin gerilemesiyle ortaya çıkmışlardır. Bugün bütün dünyayı etkileyen, milletimizin hayatını ve ülkemizi tehdit altında bulunduran, en güçlü gelişmeler, Türkiye'nin zararıyla gerçekleşmiştir. Eğer güçlü bir Türkiye varlığını sürdürseydi, denebilir ki İngiltere'nin bugünkü siyaseti var olmayacaktı. Türkiye, Viyana'dan sonra Peşte ve Belgrat'ta yenilmeseydi, Avusturya/Macaristan siyasetinin sözü edilmeyecekti. Fransa, İtalya, Almanya'da, aynı kaynaktan esinlenerek hayat ve siyasetlerini geliştirmişler ve güçlendirmişlerdir."

      "... Bir şeyin zararıyla, bir şeyin yok olmasıyla yükselen şeyler, elbette, o şeylerden zarar görmüş olanı alçaltır. Gerçekten de Avrupa'nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve uygarlaşmasına karşılık, Türkiye gerilemiş, düştükçe düşmüştür. Türkiye'yi yok etmeye girişenler, Türkiye'nin ortadan kaldırılmasında çıkar ve hayat görenler, zararlı olmaktan çıkmışlar, aralarında çıkarları paylaşarak, birleşmiş ve ittifak etmişlerdir. Ve bunun sonucu olarak, birçok zekalar, duygular, fikirler, Türkiye'nin yok edilmesi noktasında yoğunlaştırılmıştır. Ve bu yoğunlaşma, yüzyıllar geçtikçe oluşan kuşaklarda, adeta tahrip edici bir gelenek biçimine dönüşmüştür. Ve bu geleneğin, Türkiye'nin hayatına ve varlığına aralıksız uygulanması sonucunda, nihayet Türkiye'yi ıslah etmek, Türkiye'yi uygarlaştırmak gibi birtakım bahanelerle, Türkiye'nin iç hayatına, iç yönetimine işlemiş ve sızmışlardır. Böyle elverişli bir zemin hazırlamak güç ve kuvvetini elde etmişlerdir."

      "...Oysa güç ve kuvvet, Türkiye'de ve Türkiye halkında olan gelişme cevherine, zehirli ve yakıcı bir sıvı katmıştır. Bunun etkisi altında kalarak, milletin en çok da yöneticilerin zihinleri tamamen bozulmuştur. Artık durumu düzeltmek, hayat bulmak, insan olmak için, mutlaka Avrupa'dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa'nın emellerine uygun yürütmek, bütün dersleri Avrupa'dan almak gibi birtakım zihniyetler ortaya çıktı. Oysa hangi istiklal vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih böyle bir olay kaydetmemiştir. Tarihte, böyle bir olay yaratmaya kalkışanlar, zehirli sonuçlarla karşılaşmışlardır. "...Bu düşüş, bu alçalış, yalnız maddi şeylerde olsaydı, hiçbir önemi yoktu. Ne yazık ki Türkiye ve Türk halkı, ahlak bakımından da düşüyor. Durum incelenirse görülür ki, Türkiye Doğu 'maneviyatı'yla sona eren bir yol üzerinde bulunuyordu. Doğu'yla Batı'nın birleştiği yerde bulunduğumuz, Batı'ya yaklaştığımızı zannettiğimiz takdirde, asıl mayamız olan Doğu 'maneviyat'ından tamamıyla soyutlanıyoruz. Hiç şüphesizdir ki bu büyük memleketi, bu milleti, çöküntü ve yok olma çıkmazına itmekten başka, bir sonuç beklenemez
      (bundan)."

      "... Bu düşüşün çıkış noktası korkuyla, aczle başlamıştır. Türkiye'nin, Türk halkının nasılsa başına geçmiş olan birtakım insanlar, galip düşmanlar karşısında, susmaya mahkûmmuş gibi, Türkiye'yi âtıl ve çekingen bir halde tutuyorlardı. Memleketin ve milletin çıkarlarının gerektiğini yapmakta korkak ve mütereddit idiler. Türkiye'de fikir adamları, adeta kendi kendilerine hakaret ediyorlardı. Diyorlardı ki "Biz adam değiliz ve olamayız. Kendi kendimize adam olmamıza ihtimal yoktur." Bizim canımızı, tarihimizi, varlığımızı bize düşman olan düşman olduğundan hiç şüphe edilmeyen Avrupalılara, kayıtsız şartsız bırakmak istiyorlardı. 'Onlar bizi idare etsin' diyorlardı."

      Mustafa Kemal ATATÜRK
      6 Mart 1922 tarihli Meclis konuşmasından.
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. ..

      Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir. .. İrade usulü, halkın geleceğini bizzat ve bilfiil idare etme esasına dayanır... Milletin geleceğine yalnız ve ancak millet egemen olacaktır. Milleti temsil eden, milli iradeyi millet namına sınırlı ve belirli bir zaman için manevi şahsiyetinde toplayan Millet Meclisi bile en sonunda millet tarafından yenilenmeye tabiidir. Esas olan millettir. Egemenlik onundur, irade hakkı da onundur."
      (1923 Eskişehir-İzmit konuşmaları)

      "Fertler fikir sahibi olmadıkça, haklarını idrak etmiş bulunmadıkça, kitleler istenilen istikamete, herkes tarafından iyi veya fena istikametlere sevk olunabilirler. Kendini kurtarabilmek için her ferdin geleceği ile bizzat ilgilenmesi lazımdır." (31.12.1919, Nutuk, Belge 220)

      "Bir milletin egemenliğini anlamış olabilmesi ve onu emniyetle korunmuş tutabilmesi bir takım özel niteliklere ve üstün terbiyeye sahip olmasıyla mümkündür. Bir milletin ki, siyasi terbiyesinde, milli terbiyesinde, vatanseverliğ inde noksan vardır; öyle bir millet egemenliğini gerektiği derecede kuvvetle elinde tutamaz " (1.4.1923,TBMM)

      [B] Merhaba,


      Nekadar alakalıyız, ne kadar farkındayız?

      Kafa yormaktansa mide çalıştırma faaliyetleri içerisinde bırakılan ve kalan bir toplum yaratılmaya calışılıyor.
      Nereye çekersen oraya sür, vur başına al lokmasını, okşa sırtını ver lokmasını.
      Efendilerinin uşakları aman gözlerinizi kapayın. kulaklarınızı tıkayın. Sizler Sömürge oluşunun, bağımsızlığı yitirişinin, vatanın elinden alınışının ve tüm ulusun hayatına kastedilişinin katkı maddeleri, Ülke sorunları ve yönetimi üzerine ilgili olmak ve bilinçlenmek, kamunun yararına ve zararına olan durumları görebilmek, günü ve geleceği değerlendirebilmek adına yapılan her eylemden uzak kalın kalın ki emperyalizm beslensin.
      Milli egemenlik sisteminin işleyebilmesi için, sistemin sorumluluk yüklediği vatandaşların, maddi özgürlüğünün sağlanmış olması. Yaşamın; karnını doyurma, barınma, ısınma, giyinme gibi zorunlu gereksinimlerini karşılayamayan yurttaşlardan, sistemin beklediği sorumlulukları nı yerine getirmesini bekleyemezsiniz. Derdi karnını doyurmak olan için ülke sorunları önemli ve öncelikli değildir. Hatta kim karnını doyurursa, akşam evine iki ekmek gönderirse, kapısına iki çuval kömür bırakırsa, iradesini ona teslim edebilir, ülke yönetimi de yanlış ellere geçebilir.

      Ancak haysiyeti olan bir lokmaya kendini satmaz satamaz. Hiç bir neden bu satışa bahane olamaz.
      Bu gün sırtını dönüp derin kış uykusuna dalan şahışlar, kurumlar,medya kuruluşları,milletvek illeri,aydı nlar vs vs ve her bir fert yarının getirdiklerinden sorumlu olacaklardır.
      Ancak bizler satılmışların getirdikleri yarınlara mecbur olmayacağız. Yarınlarmızı bizler kuracağız.

      * Siyasi haklarına sahip çıkmak.
      * Egemenliğini devrettiklerinin her şeyi daha iyi bilirler anlayışına sığınmamak.
      * İdare edenleri denetlemek, gerektiğinde hesap sormak ve hesap vermek.
      * Düşünce ve çözüm üretmek, ilgililere iletmek, basın yoluyla kamuya mal etmek, bunu bir hak değil, ulusal ve vicdani bir görev olarak kabul etmek.
      * Gerçekleri görüp ortaya koymamayı bir hainlik olarak görmek.
      * Yetkili makamda, her şeyin en iyisini ben bilirim, anlayışında olmamak.

      Kendimizle alakadar olacağız, çevremizle alakadar olacağız,milli bilincimize sahip olacağız ve geleceği emanet edeceğimiz gençleri aydınlatacağız.
      Millet iradesi kendini gösterecektir. Hiç bir güç bu iradenin önüne geçemez.
      Bu gün Amerika ve Avrupa ülkeleri bizim iç işlerimize karışmayı hak görerek arsızca, utanmazca emperyalizm anlayışlarını bize demokrasi kılıfıyla sunmaktalar. Hem içten ,hem dıştan kuşatılmaktayız. Milletin iradesi buna izin vermeyecektir.
      Türkiye Cumhuriyeti payidardır ve ilelebet payidar kalacaktır.
      Türkiye Cumhuriyeti kendini temsil edecek ve yürütecek iradeyi seçer. Kendine ayrı düşen irade Türkiye Cumhuriyeti varlığında barınamaz. Hakim olan milli egemen irade ayrık otlarını ayıklar.

      sevgimle..

      G.D
      [/B]
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!
      [COLOR=blue][B]Felâketler, elemler, mağlûbiyetler milletler üzerinde bir
      takım etkenlerin vücut bulmasına sebebiyet verir. Bu etkenlerin
      başlıcası, öyle kara günlerinde sonra milletlerin uyanması
      vakalarını bulması ve kendi benliğini duymasıdır.


      Milletleri yükselten bu özelliklere bir etken daha ilâve
      edelim: İntikam hissi... Milletlerin kalbinde intikam hissi
      olmalı. Bu alelâde bir intikam değil, hayatına, ikbaline,
      refahına düşman olanların zararlarını yoketmeye yönelen
      bir intikamdır. Bütün dünya bilmeli ki, karşımızda böyle
      bir düşman oldukça onu affetmek elimizden gelmez ve gelmeyecektir.
      Düşmana merhamet acizlik ve zaaftır. Bu, insaniyet göstermek
      değil, insanlık özelliğinin yokoluşunu ilân etmektir.

      1923

      M.Kemal Atatürk

      [/COLOR]

      [B]Merhaba,

      İnsanlığın doğuşundan bugüne kadar sürekli bir mücadele içinde bulunuşu barışın değerini ve önemini artıran en önemli sebeplerden biridir. Savaş insanlık için her zaman yıkım ve felaket olmuş, barış ise insanlığa mutluluk ve saadet getirmiştir. İnsanın var oluşu ile birlikte verdiği savaş aslında özlemini duyduğu en ideal yaşam biçimini yakalamaya yönelik verdiği mücadeledir. Aslında bu mücadele kişinin doğası gereği yaptığı savaştır. Bilinmeyeni araştırma ve öğrenme içgüdüsü bu savaşın en ana noktasıdır. Bu doğal olarak insanı araştırmaya, bulmaya, değerlendirmeye, öğrenmeye ve giderek ideale ulaşmaya itecektir.


      Milli tarihimizin en büyük lideri ve önderi olan Atatürk ün en önemli vasıflarından biride insanlık idealine ve barışa olan yaklaşımı ve katkılarıdır. O sadece bu idealini Türk dünyası için değil bütün insanlık için gerçekleştirmiş ve dünya barışının en büyük savunucusu ve koruyucusu olmuştur.
      Olağanüstü bir inkılâpçı olan Atatürk Sömürgecilik ve emperyalizme karşı çıkmış ve dünya ulusları arasındaki karşılıklı anlayışın ve sürekli barışın öncülüğünü yapmıştır.
      Atatürk’ün insanlık idealinde, özgürlük, bağımsızlık ve insan haklarına saygı ön planda gelir. Onun özgürlük ve bağımsızlık tutkusu, bencil değil ulusaldır. Hatta daha ileri giderek diyebiliriz ki evrenseldir, bütün insanlık dünyasına yöneliktir.
      [B] Bakınız ne demiş[B];
      “Özgürlük olmayan ülkede ölüm, yıkılış vardır."
      Her ilerlemenin, kurtuluşun anası özgürlüktür”,demektedir. Onun insanlık idealini taçlandıran barış tutkusu gerçekten dikkate değer bir enginliktedir. Bu büyük Türk her şeyden önce meslekten yetişmiş bir asker, dolayısıyla savaşı iyi bilen bir devlet adamıdır. Ancak hiçbir zaman savaşı sevmemiş ve mecbur kalmadıkça ona başvurmamıştır.
      Atatürk ‘ün insanlık ideali geleceğe yönelik ve umut doludur. 1923 yılında söylediği şu sözler bunu açıkça ortaya koymaktadır. “ Doğudan şimdi doğacak olan güneşe bakınız. Bugün günün ağardığını nasıl görüyorsam, uzaktan bütün doğu milletlerinin de uyanışını öyle görüyorum. Bağımsızlık ve hürriyetine kavuşacak, daha çok kardeş millet vardır. Onların yeniden doğuşları şüphesiz ki ilerlemeye ve refaha yönelmiş olarak vuku bulacaktır. Bu milletler bütün güçlüklere ve bütün engellere rağmen engelleri yenecekler ve kendilerini bekleyen geleceğe ulaşacaklardır. Sömürgecilik ve emperyalizm yeryüzünde yok olacak yerlerini milletlerarası nda hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı olacaktır.” O;” Biz kimsenin düşmanı değiliz! Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız ifadesi ile bunu kanıtlamıştır. Onun insanlık ideali asil ruhundaki insanlık sevgisinden kaynaklanır. Hiçbir faninin erişemeyeceği kadar üstün ve yüce bir insan sevgisine sahip olan Atatürk, bu sevgisini tüm dünyaya yayma çabasını sonuna kadar sürdürmüştür.

      Atatürk’ün gerçekleştirdiğ i üstün başarıları, kendisindeki insanlık duygusu ile birleşince evrensel bir nitelik kazanmıştır. Bu nitelikler batı ülkelerini etkilediği kadar özgürlüğe muhtaç Asya ve Avrupa ülkelerini de etkilemiş ve onlara yön vermiştir. Bugün özgürlük, bağımsızlık ve demokrasi arayışı içinde olan ve bu yolda mücadele veren bu ülkeler Atatürk’ün çizdiği ve uyguladığı politikaları takip etmekte buna yanaşmayanlar ise sömürge ve bağımlı yaşamaya devam etmektedirler.
      Mücadele, en vahim olanı savaş ise anarşidir, karışıklıktır, kararsızlık ve dengesizliktir.
      Teknik anlamda savaş, bir devletin kendi idaresini zorla kabul ettirmek amacı ile başka bir devlete karşı zor kullanarak yaptığı silahlı mücadeledir. Savaş her zaman ve her devirde tehlikeli olmuş insanların ölümüne, sefaletin artmasına ızdırapların çoğalmasına sebep olmuştur.

      Atatürk hayatının büyük bölümünü asker kişiliği ile savaş meydanlarında geçirmiş, ancak hiçbir zaman savaş taraftarı olmamıştır. “Savaş Zaruri Olmalıdır, Zaruri Olmayan Savaş Cinayettir” ifadesi ile bütün yaşamı boyunca barışa bağlı kalmıştır.
      Atatürk neden barış adamıdır? Atatürk bir kere Türkiye’nin ve dünyanın en büyük çağdaşlaşma lideridir. Çağdaşlaşma lideri olan bir kimsenin ülkesinde barışa, sükûna, huzura ihtiyaç vardır. Ancak barışın hem içeride hem de dışarıda sağlanması zorunludur.
      Yaşama hakkı, var olma hakkı, var olmanın ideal ülküsü iç barışımıza engel olan her türden tıkanmış damarlarımızı tespit ederek ve varlığımızı aydınlığa götürecek yolları birleştirerek mümkündür. Tüm insanlığın kaderi içimizdeki barışın yollarından geçmektedir.
      Sömürünün ana damarı her türden sömürü içeren kılcal damarlarla bu yolları tıkamakla faaliyettedir.
      İnsanın varlığının devamı için kaderine hakim olması zaruridir. Bu tam bağımsızlık mücadelesidir.


      1931’de “ Yurtta Barış Cihanda Barış” ilkesini dile getiren Mustafa Kemal bunu her alanda uygulamıştır.
      Yurtta barış cihanda barış, en geniş ve yaygın anlamı ile teknik bir deyim olan kolektif güvenliği, milletlerarası barışın korunmasını ve devamlılığını ifade eder.

      Bu ilke yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin bir devlet politikası olarak kuruluşundan itibaren izlenmeye başlanmıştır. Ancak burada dikkatimizi çeken önemli nokta, milli mücadele yıllarında esas hedef ilk hedef, Misak-ı Milli sınırları ile belirlenen vatan topraklarını işgalden kurtarmak, milli bağımsızlığı sağlamak, Türk milletinin menfaatlerine uygun adil bir barış yapmak öncelikle izlenmesi gereken bir politik tutum olmuştur. Zaferden sonra ise Misak-ı Milli sınırları içindeki Türkiye Cumhuriyetinin tam bağımsızlığı cihanda barışın ilk şartı olmuştur.

      Atatürk, milliyetçiliğe önem veren bir devlet adamı olarak, bütün başka milletleri hor gören, aşağılayan saldırgan bir tutumda asla olmamıştır. O, bu konuda;
      “Baylar dış politikamızda dost bir devletin hukukuna saldırı yoktur. Ancak hakkımızı, hayatımızı, memleketimizi, namusumuzu müdafaa ediyoruz, edeceğiz.
      Türkler bütün medeni milletlerin dostudur
      demiştir.
      Atatürk’ün barışçılık anlayışında, teslimiyetçi, boyun eğmeye hazır, hayalci, pasifist bir tutum asla yoktur. Bir milletin barış içinde yaşaması için kendinin savunacak güce ve iradeye sahip olması gerektiğini ifade etmiştir. Pek çok savaş, felaketi geçirmiş olan Türkiye’nin barış ihtiyacının büyük olduğunu belirtirken, barışın ancak güçlü olmakla korunabileceğ ini söylemiştir.

      Sömürgeciliğin yeryüzünden er geç silineceğini belirten, “Yurtta barış, dünyada barış” ilkesiyle geleceğe ışık tutan Atatürk tüm insanlık için Türk milletinin vazifesine ışık tutmuştur.
      Atatürk’e göre barış, toplumun bağımsızlık ve özgürlük ortamında yaşadığı durumlarda gerçekten vardır; özgürlük ve barıştan yoksun bir toplum için barış bir erdem olmaktan çıkar. Bu gibi durumlarda ulusun kendisini savunması, ülkesinin bütünlüğünü korumak uğruna savaşması bir insanlık görevidir ve barışseverliğe ters düşmez. Kısacası bağımsızlığı ve özgürlüğü korumak için savaşmak bir haktır.
      İnsanlığın daha refah ve muhasır medeniyete ulaşması ve tekamülü için her türden sömürü sistemine karşı yapılan mücadele kendi varlığımızda anlayışımızı yükseltmek, derin şuur ve idrak ve hakimiyetle ve iç barışımızı sağlamaktan başlar.
      Yaşadığımız olayların baskıları bunun şuuruna varmadıkça şiddetle artacaktır taaki dimağlarımızdaki pas silinip sarsılmalarla uyanıncaya kadar..
      İnsanlık uzatmalarının son devrelerinde var olma mücadelesini kazanmak zorundadır. Ozaman birlik ve barış hakim olacaktır.

      Sevgimle
      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      kadınlarımız, erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, olgun, daha fazla bilgili olmaya mecburd

      *Simya gerçekte bir dönüşüm sanatıdır. Kirli olanı, hasta olanı bir çok süreçten geçirerek , arınmış ve mükemmel olana dönüştürmeyi amaçlar.

      *İşte şu an yaşadığımız süreç bu değişim ve dönüşümün sürecidir.

      Atatürk yapmış olduğu inkilaplarla bu değişim ve dönüşümü gerçekleştirmeyi hedeflemiştir.
      Bu değişimin sürecinde insanın gelişimi ve rüştünü ispatı , barış ve birliin geçekleşmesine yönelik ilkeler ile toplum ve anlayış üzerinde yeni düzenlemeler ve ufuklar açmıştır.
      Ve bunu yaparken özellikle Tük Kadınını buna dahil etmiştir.
      Tabiatın ilahi dengesinde dişil ve erilin birlikteliğinden doğan uyum, denge ve yaratma gücü gelişime hayatiyet verir.
      Özellikle emperyalist sistemin yarattığı doktrinler kadını dünya düzeninde geriye çekerek pasif ve dejenere etmiştir. Bunun neticesinde ise yasaların doğal işleyişine engel olarak karmaşa,karanlık, şiddet, savaş ,uyumsuzluk, doyumsuzluk vd vd ortamı beslenmiştir.
      Sadece bir obje halinde pasif leştirilen kadın doğurduğu erkek ve kız çocuklarını yetiştirirken kendinde var olan yetiyi aktaramamıştır.
      Dengenin olmadığı alanda barış olmaz...
      Bakınız Atatürk ne diyor ;

      ( * )
      "İnsan topluluğu kadın ve erkek denilen iki cins insandan mürekkeptir. Kabil midir ki, bu kütlenin bir parçasını ilerletelim, ötekini ihmal edelim de kütlenin bütünlüğü ilerleyebilsin? Mümkün müdür ki, bir cismin yarısı toprağa zincirlerle bağlı kaldıkça öteki kısmı göklere yükselebilsin? "

      M.Kemal Atatürk
      Bütün olarak ilerleyiş ve Yüksek İdeale ulaşmanın yolu kadın e ve erkeğin birlikte işbirliği içinde olmasından geçer.
      Kadının pasif ve eğitimsiz ve haklardan mahrum bırakılması geleceğimizi oluşturacak nesilin yetiştirilmesinde olumsuzluklar ve kaos yaratır.
      Bakın günümüzde bir başka pasifise eden ve uyuşturan sistem ise Medyadır,
      Medya kültürel işlevini genellikle medya egemenlerinin çıkarları doğrultusunda, tüketim kültürünü yaygınlaştıran yozlaşmış ve dejenere yayınlardan yana yapmaktadır. Son dönemde televizyon bu dejenerasyonda en etkili medya aracı olarak görülmektedir.

      Toplumun, televizyon yayınlarından etkilenmesi dolaylı ya da dolaysız yollarla olabilir: Birçok insan televizyon izlerken, ondan nasıl etkileneceğini bilemez. Televizyondan en çok etkilenen grupların başında da kadınlar gelmektedir. Çünkü, hem boş zamana sahip olmak, hem de tüketim eğilimi açısından çocuklarla birlikte kadınlar etkiye en açık grubu oluşturmaktadır.

      Reklamlar önemli ölçüde kadınlara hitap eden ürünlerin sunumunu yapmaktadır. Kadın hem nesne olarak, hem de hedef kitle olarak reklamların önemli unsurudur. Kadınlara yönelik reklamlarda kadınların güzel olma özlemi tahrik edilmekte, erkeklere yönelik olanlarda ise kadın unsuru kullanılarak ilgi çekilmeye çalışılmaktadır. Ama, her halükarda iki durumda da kullanılan kadın olmaktadır.

      Atatürk ün kılık kıyafet ve kadın hakları üzerinde yaptığı inkilapların nedenlerinde biri de Aşağıdaki paradokstur;

      1. Kadınlar sosyal hayatta yerlerine almadıkları müddetçe Osmanlı Devletinin gelişmesi mümkün olamaz.

      2. Kadınlar sosyal hayatta yerlerini alması ise ferace ve çarşaf ile gerçekleştirilemez.

      Türkiye'de Mahrem/namahrem (evin içerisi/dışarı) arasındaki sınırlar ve düzenlemeler Tanzimat dönemiyle birlikte sarsıntıya uğrayarak, özellikle kadınların yaşamını değiştirmeye başlamıştır.
      Modernleşme ve çağdaşlaşmanın bir göstergesi olarak kıyafet Cumhuriyet döneminin en önemli mücadele alanı olmuştur. Cumhuriyeti kuranlar ve daha sonra devlete egemen olanlar, özelde başörtüsünü, genelde tesettürü Batılılaşma, çağdaşlaşma ve modernleşmenin karşıtı bir tavır olarak değerlendirmiş, kadın kıyafetlerinde açıklığı her fırsatta teşvik etmiş, zaman zaman bu konuda baskı yapmışlardır. Kadınlar Avrupaî kıyafetler giymeye, balolara katılarak, erkeklerle dans etmeye bizzat ülkeyi yönetenlerce teşvik edilmiştir.

      Erkek kıyafetinde bu şapka kanunuyla gerçekleştirilirken, İslam toplumları için daha hassas olan kadınlarda daha çok zamana yayılan, ama sonuçta modernleşmenin amaçlandığı bir süreç tercih edilmiştir. Bu noktada eğitim ve kitap, gazete, dergi gibi basın yayın araçları bu amaçla kullanılan en önemli araçlar olmuştur.
      Kıyafet değişikliğine bu kadar önem verilmesi fes ve çarşafın "dini ve geleneksel" kültürü temsil etmesinden kaynaklanıyordu. Yani, başka bir deyişle fes ve çarşaf bir nevi "şeair" haline gelmişti.
      İkinci dünya savaşı sona erer ermez, Kemalist reformlarda belli bir geriye dönüşe tanık olunmuştur. Hangi siyasal partiden olursa olsun Kemalist reformlara, her şeye karşın bağlı kalan Türk yöneticiler için bu geri dönüş, elbette Atatürk'ün yapıtıyla her türlü bağı kesme ve kopma değildi. Söz konusu olan, özellikle ağırlığı yadsınamaz bir seçmen kitlesine hoş görünmek amacıyla kimi ilkelerden cayılması, vazgeçilmesiydi. Bu politika toplumsal yaşamda kadının durumu üzerinde olumsuz etkiler meydan getirmekten geri kalmamıştır.
      Ancak, kadın kıyafeti konusunda devlet baskısı ve yönlendirmesi zayıflarken, meydana gelen hürriyet ortamından basın yayın organları da en geniş biçimde faydalanmaya başlamasıyla gazete ve dergilerin etkisi artar. Geçmişten beri kadının açılması konusunda çıkardığı yayın organlarıyla büyük çabalar harcayan Simavi gibi gazete sahipleri ve gazeteciler bu tavırlarını çok partili dönemde de, daha da artırarak sürdürmeye devam ederler.

      Kadın çıplaklığının pazarlanması Türkiye'de 1948 yılında Hürriyet gazetesiyle basına girmiştir. Hürrriyet gazetesi daha ilk sayılarından itibaren, gazete sayfalarında, yarı çıplak kadın fotoğrafları yayınlamaya başlamıştır.
      Kadın sadece obje olarak kullanılan yada sosyal alandan kısıtlanarak medeniyetin gerisine itilmiştir.
      Ki;
      Bu sözüm ona medeniyet ise Yüksek Medeniyetin tam tersine dejenerasyon alanları yaratan ve tamamen köle yetiştiren ,otomat, tüketici, teknolojinin niteliksiz kulanımını destekleyen bir medeniyettir.
      Kadının aktif olmadığı yeryüzünde asri medeniyete ulaşmak mümkün değildir.

      Bakınız ne diyor ATATÜRK;

      ( *)

      Kadınlarımızın genel görevlerde üzerlerine düşen paylardan başka kendileri için en önemli, en hayırlı, en faziletli vazifelerinden biri de anne olmaktır.. Zaman ilerledikçe, ilim geliştikçe, medeniyet dev adımlarla yürüdükçe, hayatın asrın bugünkü gereklerine göre evlat yetiştirmenin güçlüklerini biliyoruz. Anaların, bugünkü evlatlarına vereceği terbiye eski devirlerdeki gibi basit değildir. Bugünün anaları için gerekli özelliklere sahip evlat yetiştirmek, evlatlarını bugünkü hayat için faal bir organ haline koymak, anaların pek çok yüksek niteliği taşımlarına bağlıdır.. Bu sebeple kadınlarımız, erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, olgun, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar.. Eğer gerçekten milletin anası olmak istiyorlarsa böyle olmalıdırlar..

      Mustafa Kemal ATATÜRK

      Ve devam eder;

      ( *)
      “Bizi analarımızın adam etmesi lâzımdır. Onlar edebildikleri kadar edebilmişlerdir. Bundan sonra başka zihniyetten başka olgunlukta adamlara muhtacız. Bunları yetiştirecek olanlar bundan sonraki analardır. Bu maruzatım istiklâl, şeref ve hayat mecburiyetini temin ve idame etmeye umde ittihaz eden Türkiye devletinin esaslarından birini teşkil etmesi lâzımdır ve edecektir. Medeniyetten bahsederken şunu da kat’iyyetle beyan etmeliyim ki medeniyetin esası, terakki ve kuvvetin temeli aile hayatındadır. Bu hayatta fenalık muhakkak içtimaî, iktisadî, siyasî aczimizi mucip olur. Aileyi teşkil eden kadın ve erkek unsurların tabiî haklarına sahip olmaları, aile vazifelerini ifaya muktedir olmaları, gerekmektedir.”

      M.Kemak Atatürk

      Değişimin ilk hedefi kadını olması gereken yere getirerek zihinlerinde yapılan dejenerasyonu rejenerasyon çevirerek gelecek nesli yetiştirecek kadınları yükseğe çekerek aydın nesiller,bilinçli çocuklar yetiştirmesini sağlamak ve kadının aktif olarak sosyal hayatın içerisinde üretken kılmaktı.

      Atatürk önemle bunun üzerinde durmuştur;

      ( * )

      Kadının en büyük vazifesi evlattır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse bu vazifenin ehemmiyeti layıkıyla anlaşılır. Milletimizin kuvvetli bir millet olmaya karar vermiştir.. Bugünün gereklerinden biride, kadınlarımızın her hususta yükselmesini temindir. Bu sebeple kadınlarımızda alim ve teknik bilgi sahibi olacaklar ve erkeklerin seçtikleri Bütün tahsil derecelerinden seçeceklerdir. Sonra kadınlar sosyal hayatta erkeklerle beraber yürüyecek ve birbirinin yardımcısı ve koruyucusu olacaktır.

      Mustafa Kemal ATATÜRK


      Her anlamda yaşamın doğal kanunlarının tatbiki ile eril ve dişilin uyumlu birlikteliğinin neticesi ile yaratılacak yüksek gelecek planı birey, fert ve sosyal düzende yapılan reformlar ile zihinlerde yeni alanlar açılarak tatbike geçmektir. İnsanlığı birlik ve barışa götürecek geniş kapsamlı bir harekettir.

      Türk inkılâbı; aynı zamanda milli bir diriliş ve uyanış hareketi, temelde kafa yapısının, düşünce tarzının yenilenmesi, doğmanın yerini akılcılığın almasıdır. İnkılâp hareketleri, tek tek ele alındıkları zaman aralarında ilişki kurmak güç olabilir. Ancak; hepsinin ortak kaynağını, ortak nedenini laik devlet, laik toplum anlayışında bulmak
      mümkündür.

      İşte bu gün kadın Cumhuriyete sahip çıkarak aslında kendine ait olan haklarada sahip çıkarak Yüksek Türkiye İdealini gerçekleştirmek üzere yola çıkmıştır.
      Bu tüm insanlık için yürünülen bir yoldur.


      Sevgimle...

      G.D
      Resimler
      • CAA3SHQ3.jpg

        4.06 kB, 0×0, 667 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Yuksek Turkiye İdeali] Hayat felsefesinin garip bir tecellisidir ki, her faydalı ve her yeni şeye ka

      Merhaba,

      Atatürk 'ün ilkelerinin bütünlüğü içeresinde yapmak istediği , insanlığı yeni dünya görüşüne hazırlayıp, yüksek medeniyete geçişini sağlamaktır.
      Her türden sömürünün dayatması altında kalan insanın gelişmesi mümkün değildi. Kökleşmiş ve kemikleşmiş bir şekilde varlığı bağımlı kılan ve sömüren ekilmiş fikirler yerine varlığı bağımsız ve hakim kılacak ve medeniyete geçişi gerçekleştirmek üzere inkilaplar yaptı.

      Yerleşik toplumsal düzeni köklü, hızlı ve geniş kapsamlı olarak niteliksel değiştirme ve yeniden biçimlendirerek sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesini gerçek kılmıştır.Bu asri medeniyete geçiş için bir başlangıç noktası ve atlama tahtası olmuştur.

      İç çelişkilerini çözemeyen, kendilerini yenilemeyen, dinamizmlerini yaratıcı yollara kanalize edemeyen, maddi üretimin temelini oluşturan fikirsel üretim gerçekleşmeyen bir toplum çözülüp, dağılmaktan kurtulamaz.
      Cumhuriyet öncesi idare milli egemenlikten doğan kuvvetleri bir bir emperyalist dış güçlere ve içteki yerli işbirlikçi, gerici kesimlere teslim etmiştir.
      İnsanlık tarihinin en kapsamlı inkilabı olan Türk İnkilabı karşısında direnç gösteren zihinlerin kaynağı sömürücü sistem bu gün hala çeşitli kisvelere bürünerek insanlığın ilerleyişine ket koymaya çalışmaktadırlar.
      Türk milletinin ulusal egemenliğini sağlayan Cumhuriyet rejimi, milletin dış ve iç kaynaklı zehirli etkilere karşı korunması için Laiklik ilkesiyle sağlamlaştırılmıştır.
      Emperyalizmin başka başka yüzlerle değişime engel olma mücadelesi artık değişen ve şuurlanan zihinlerde yer bulamazken , değişimin en temel yapı taşını oluşturan Cumhuriyet karşıtı geriletici zeminlerde hayat bulmaktadırlar. Ancak ömrü kısa olacaktır!


      Sevgimle..

      G.D


      Bakınız Atatürk neye dikkat çekmekte;


      ( * )

      « … Hayat felsefesinin garip bir tecellisidir ki, her faydalı ve her yeni şeye karşı mutlaka bir kuvvet çıkar.
      Buna bizim dilimizde (İrtica) derler. İşte bu irticanın imhası için gerekli tedbirleri evvelden almış olmak lazımdır… »

      18.01.1923, İzmit’te Halk İle Konuşma.
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Küllerinden doğmuş bir millet..

      Merhaba,

      Küllerinden doğmuş bir millet..

      Atatürk ün tümüyle dejenere olmuş sistemlerin üzerinde oluşturduğu ve tüm insanlığı kurtuluşa götüren ve birleştiren ideali gelecek yüzyılların medeniyet kapısını açmıştır.
      Milletlerin dayanağı ve gücü olan milli benlikleri kuvvetlendikçe emperyalizmin zayıflaması ve etkisiz kalması demektir.
      Etkinliğini yitirmiş sözde ideolojiler insanlığı ayırıcı ve bağımlı kılarak rant oluşturmaktayken, batının sömürgeciliğine karşı kurtuluş mücadelesi veren Türk milleti zafer elde etmiş ve Atatürk , milletin bağımsızlığını payidar kılacak ilkeleri Cumhuriyet ile taçlandırmıştır.
      Akıl ve ilimi rehber edinerek dogmaların esaretinden uzak kalıp, sorgulayabilen,fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür bir ulus hedeflemiştir;

      ( * )

      "Ben manevi miras olarak; hiçbir dogma, hiçbir donmuş ve kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevi mirasım bilim ve akıldır."

      Sosyal , hukuksal alanda reformlar gerçekleşirken , zihinlerde tortu oluşturan değişim karşıtı, bağnaz kalıplaşmış fikirleri yıkarak , yerine düşüncenin sınırsız inşa gücü ile bağımsız kılan , varlığın hakimiyetini sağlıyan akıl ve ilim ve vicdanı birleştiren düşünce reformunu gerçekleştirmiştir.

      ( * )

      "Yolunda yürüyen bir yolcunun yalnız ufku görmesi kafi değildir. Muhakkak ufkun ötesini de görmesi, bilmesi lazımdır."

      Sözleriyle ;
      Sınırlandırılmış akıl ve beş duyudan ibaret oluşan düşünce yapısını sınırsız düşünce ve sezgi gücüyle insanın gerçek kabiliyetine hayatiyet vererek ileriyi ve daima ilerlemeyi hedef göstermiştir.

      Ve var olan idari şekillerden , ideolojilerden farklı bir yol çizerek tüm insanlığa ışık tutmuştur.
      Bu gün emperyalizmin asıl korkusu işte bu idealin yagınlaşmasıdır. Türkiye Cumhuriyetinin üzerinde ve Türk milletinin üzerinde yapılan her türden dayatma , ekonomi,siyasi vs vd ve yapılan tüm oyunlar Atatürk ün gerçekleştirdiği ve geleceğin ideali olan rejimin zihinlerden kazınıp pasifleştirilmesine yöneliktir.Dıştan ve içten yaratılan baskı ve dayatmalarla ve sözde ideolojileriyle etki altına aldıkları aracılılarla zihinleri bulandıran kavram ve çatışmalarla ile egemenliklerini sürdürme peşindeler. Ancak bu şekilde emperyalizm sistemi insanlık üzerinden beslenmeye devam edebilir. Oysaki unuttukları tek şey Türk Milletinin bağımsızlık karakteri ve zihinlerinde yer etmiş ve varlığı ile bütünleşmiş milli şuurudur.
      Gelecek çoktan inşa edilmiştir ve bu insanlığın bağımsızlık mücadelesinin son evreleridir.
      Atatürk insanın yazgısını ilkeleriyle belirlemiş ve geleceğe ışık tutmuştur.

      Sevgimle..

      G.D


      ( * )
      "Biz büyük savaşlar görmüş, büyük bir milletiz.. Ama savaşçı değil, barışçı felsefeyi benimsemiş bir milletiz. ... Kendimizi dünyadan soyutlayamayız. Dünya nimetlerinin emperyalist ülkeler tarafından zaman zaman pervasızca paylaşıldığını ve bu paylaşma esnasında gelişmemiş ülkelerin tarihten silindiğini hafızalardan silmek kadar gaflet olamaz. Dünyanın bugünkü durumu hiç de parlak görünmüyor. Her ülke, gençliğini bir başka ideolojiye sahip olarak yetiştirme gayreti içinde. İtalya faşizm ideolojisine dört elle sarılmış. Bu ülkenin diktatörü olan Mussolini ülkesinin sekiz milyon faşist gencinin süngüsü üzerinde yaşadığını haykırıp duruyor... Almanya'da Hitler'in yaratarak geliştirmekte olduğu Nazilik de faşizmin bir başka, bir büyük tehkileli benzeridir. Hitler bir ırkçıdır. Dikkat buyurunuz, milliyetçi demiyorum, ırkçıdır diyorum. Alman ırkını en üstün ırk olarak gören bir mecnundur. Tekmil Alman gençliğini peşine takmış, onlara bu ideali aşılamıştır. Moskova'da oynanan oyun ise bir başka türlüdür. Stalin yalnız kendi gençliğine değil, dünya gençliğine komünistlik ideolojisini aşılamaya çalışıyor. Komünistlik propagandasının, fukarası ve cahili çok ülkelerde ne kolay taraftar topladığı ise ortada bir gerçektir."
      (Atatürk'ün İzinde Bir Ömür Böyle Geçti, Sabiha Gökçen, s.155)
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Yuksek Turkiye İdeali] Milletin bölünmez bütünlüğü, vatan ölünmez toprakları sınırlarında milli şuur

      Merhaba,

      Atatürkçülük ilkelerini “Temel İlkeler” ve “Bütünleyici İlkeler” olmak üzere iki grupta değerlendirmekteyiz. “Temel İlkeler”: Cumhuriyetçikik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılapçılıktır. “Bütünleyici İlkeler” ise: Milli Egemenlik, Milli Bağımsızlık, Milli Birlik ve Bereberlik, “Yurtta Sulh, Cihanda Sulh”, Çağdaşlaşma, Bilimsellik ve Akılcılık, insan ve insanlık sevgisidir.


      Atatürk'e göre, "asıl olan millettir, ilham ve güç kaynağı milletin kendisidir. Bir millet için mutluluk olan bir şey, diğer bir millet için felâket olabilir. Aynı sebepler ve şartlar birini mutlu ettiği halde, diğerlerini mutsuz kılabilir", öyle ise, her millet akıl ve bilim yolu ile yalnız kendi değerlerini ve çıkarlarını bulmalıdır. "Türk milliyetçisi, gelişme ve ilerleme yolunda ve uluslararası ilişkilerde bütün çağdaş milletlere paralel olarak, onlarla bir uyum içinde yürürken bağımsız kişiliğini koruyacak, diğer milletlerin hakkına, bağımsızlığına saygı gösterecektir.
      Milletin benlğini bulması ve sahip çıkması o milletin aydınlanmasıdır. Sahip olduğumuz dil,kültür, tarih vd kimliğimizdir. Kimliğimize sahip olamazsak başka başka kimliklerin potasında eririz.
      Atatürk'e göre, insanlar arasında artık hiçbir renk, din ve ırk ayırımı tanımayan bir ahenk ve işbirliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, her türlü emperyalist görüşün dışında, insanlığın ortak değerlerinde birleşmeli idi. Bu ortaklaşa değerlerin kıtaları birbirine bağlaması, insanları renk, ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması lâzımdı. Çünkü insanlığın yükselmesi, insanlık idealinin gerçekleşmesi bu şuurun ayakta tutulmasına bağlı idi.

      Milli benlik, esasen bir milletin bünyesini vücuda getirmektedir.
      Hiçbir uygarlık kendiliğinden oluşmaz, çeşitli uygarlık ve kültürlerin birikimiyle zenginleşir, şekillenir ve çevreye damgasını vurur. Bu itibarla uygarlıklar aslında bütün insanlığın ortak malıdır.

      ( * )

      " Efendiler! Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize, görecekleri tahsilin hududu ne olursa olsun en önce ve her şeyden önce Türkiye’nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek lüzumu öğretilmelidir. Dünyanın milletlerarası durumuna göre, böyle bir savaşın gerektirdiği ruhî unsurlar ile donanmış olmayan fertlere ve bu mahiyette fertlerden oluşan toplumlara hayat ve bağımsızlık yoktur.” (TBMM 1 Mart 1922)

      ( * )
      "" """""Kuvvet birdir ve o ulusundur."

      Milletin bölünmez bütünlüğü, vatan ölünmez toprakları sınırlarında milli şuur ve his ile hayat bulup kuvvetlenecektir.
      İşte bu kuvveti içeriden ve dışarıdan bölmeye çalışarak ,kemirip, kuşatmaya çalışan hainler ve sömürücü batı ,işbirliği içerisindedir.
      "Biz bize benzeriz " diyerek , var olan ideoloji ve yönetim şekillerini benimsemeyen ve milleti egemen kılan Cumhuriyeti kuran Atatürk , insanlığın geleceğine yeni ve yüksek bir zemin hazırlamıştır.
      Bu gün AB Atatürk ün benimsemediği sistemin parçasıyken ve dayatmaları ile kimliğimizi elimizden alarak ve egemenliğinin tasmasını boynumuza geçirmek için AB kabul edilmeyeceğimiz halde koz kullanmakta olan bu emperyalist sistem bir parçası olmamız mümkün değildir. Ki, Atatürk ün temelini attığı Yüksek medeniyet zaten bu sistemde hayat bulamaz. Bu gün her türden ( sağ, sol,şeriat vd ) emperyal sistemin veçheleri haline gelen sistemler geçerliliğini ve niteliğini kaybetmiştir. Ve Türkiye cumhuriyeti bunun bir parçası olamaz.
      İşte bu gerçeği bilen egemen güçler ,içeriden ve dışarıdan bölmeye ve yıkmaya çalışmaktadırlar.
      Sağlam bir Milli Şuur ve birlik kuvveti, milletin varlığını devam ettirerek ayakta kalır.


      Ulus, bir toplumun aşamasıdır. İnsanların oluşturduğu toplum, ulus olma özelliklerini kazanıncaya kadar, birçok aşamalardan geçmiştir. Ulus toplumun en son ulaştığı aşamadır. karmaşık bir etnik yapıdan kendine güvenen çağdaş bir ulus yaratmak için çaba gösterdiğinde de, örneğin "Ne Mutlu Türk Olana" dememiş, "Ne Mutlu Türk'üm Diyene!" demiştir. O'nun için "Türk", Anadolu toprakları üzerinde "kederde, kıvançta" dayanışma içinde olan insanların adıdır. Orta Asya'daki Türk o milliyetçilik çerçevesinde yer almazken, Anadolu'nun tüm insanları, etnik kökenine bakılmaksızın ulusun bir parçası sayılmaktadır.
      "Yurta ve Dünya da barış " ile ışık yeryüzüne hakim olacaktır..
      Sevgimle..

      G.D


      ( * )
      "Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye Halkı'na Türk Milleti denir."

      1935 yılındaki resmî tanımlamaya göre de; "Ulus, dil, kültür ve ülkü birliği ile birbirine bağlı yurttaşlardan meydana gelen siyasal ve sosyal bir bütündür."

      ( * )

      Türkiye Cumhuriyeti ve onun bugünkü sahipleri olan Türkler bütün dünya medeniyet ve insanlığı için, benzemeye çalışılacak bir örnektir. Yalnız bu kadar da değil. Türk'ler tarihin çok eski devirlerinde insanlığa karşı yaptıkları kültürel vazifeleri yeniden ve fakat bu sefer daha üstün şekilde yapmaya hazırlanan yüksek bir varlıktır. ( 1937 )
      Resimler
      • 1913.jpg

        11.75 kB, 0×0, 662 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Cumhuriyetin niteliklerini, Atatürk'ün ilkeleri, Atatürk'ün düşünce yapısı belirler. /AB ise ulus eg

      Merhaba,

      Cumhuriyetin niteliklerini, Atatürk'ün ilkeleri, Atatürk'ün düşünce yapısı belirler. Bunların başında ulusal iradenin egemen olması, ulusal egemenlik gelir.
      Cumhuriyetin temel hedefi demokrasiyi yerleştirmek ve yaşatmaktır. Demokrasi düzeni devlet hayatına egemen olursa, hukukun üstünlüğü kabul edilecektir. Ancak, hukuk araçları ile kanunla mesafe kazanılsa da bu yeni hayat tarzının gerektirdiği toplum biçimine ulaşamadıkça ve bunun gereği olan insan tipi oluşturulamadıkça Cumhuriyetçiliğin demokrasinin gerekleri tam olarak yerine getirilmez.Cumhuriyet laik bir sistem üzerine kurulacaktı,.Cumhuriyeti adaletli bir adalet sistemi koruyacaktı.Bilgisiz ve bilinçsiz bir halk ulus olma hakkına sahip olamaz, ulusbilinçlendiği oranda hak ve hukukuna sahip çıkar. Atatürk'ün eğitim ve kültürü, cumhuriyetin temellerinden biri olarak görmesindeki neden budur.

      Atatürk ideolojisinin üzerinde kurulduğu iki üst ilke Akılcılık ve Ulusçuluktur.
      Ve emperyalizm ulus devlet sevmez.!
      Atatürk, Ulusun tam bağımsızlık mücadelesini, emperyalist batıya karşı vermiştir. Türk toplumuna hedef olarak gösterdiği,batı medeniyet düzeyi” değil, o düzeyin de üzeridir. Atatürk, Batılı olmayı değil,yüksek medeniyete ulaşmayı hedeflemiştir.
      Batılılaşma ve modernleşme birbirlerinden farklı olgulardır. Batılılaşmanın adresi bellidir. Batılılaşma, iyisiyle ve kötüsüyle Batıyı taklit etme, bağımlılık ve sömürü getirir. Bir toplumun, Atatürk’ün anladığı anlamda kalkınması ve ilerlemesi, asla batıcılık değildir.

      Batıcılık sömürge zihniyetinin yansımasıdır, iddiasız ve beklentisiz birey ve toplumların işidir.
      Atatürk, ulusal egemenlikten ve ulusun tam bağımsızlığından yanadır. Atatürk’ün bize gösterdiği hedef, bağımsızlığın ortadan kalktığı ve ulusal egemenliğin devredildiği, uluslar üstü bir yapıda (AB gibi) yer almak asla olamaz.


      Bakınız;

      Atatürk Temmuz 1922'de ( * )

      " Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk biterdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarfediyor. Çünkü müdafaa ettiği, bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır ve şark milletlerinin beraber yürüyeceğinden emindir. Türkiye şimdiye kadar, mevcut tarih kitaplarının değil, tarihin hakiki icabatını takip etmiştir. Filhakika mevcut tarihlerin kaydettiği hadisat, milletlerin efkar ve ameli harekatı değildir..."

      Bağımsızlık mücadelesi sadece bir ulus için değil tüm insanlık içindi. Önümüze serilen her türlü engel ve zorlukların asıl nedeni bu mücadelenin hala devam etmesidir.

      ( * )

      " Müstemlekecilik ( sömürgecilik ) ve emperyalizm yer yüzünden yok olacak ve yerine milletler arasında hiçbir renk, din ve ırk farkı gözetmeyen yeni bir ahenk ve işbirliği çağı hakim olacaktır..."
      İşte Atatürk'ün medeniyet anlayışının evrensel nitelikte oluşu ve devrimleri ve ilkeleri ışığında yarattığı ve kurduğu Cumhuriyet ile de idealini gerçekleştirmiş olmasıdır. Ancak Atatürk' ün önem ve hassasiyetle üzerinde durduğu Cumhuriyet'in devamlılığı için ilkeler bütünlüğünün ayrılmaz olması, Türk ulusunun akıl ve ilim ile yürümesidir.



      Şimdi gelelim günümüze ve bakalım AB ne istiyor..?;

      1-Türkiye Kıbrıs'ta işgalcidir. Türk Ordusu Kıbrıs'tan çıkarılacaktır. AB'ne alınan Rum Yönetimi,
      bütün Kıbrıs'ı temsil edecektir. 2-Ege sorunu, AB üyesi olan Yunanistan'ın istemlerine uygun çözülecektir. 3-Güneydoğu “özerklik, federasyon vs.” adı altında Kürdistan yapılacak ve Türkiye'den ayrılacaktır.
      4-Fener Patrikhanesi “Ekümenik“ olacak, Dünya Ortodoksluğunun merkezi durumuna getirilecektir. 5-Türkiye, 1915-1923 yılları arasında Ermeni soykırımı yaptığını ve böylece Ulusal Kurtuluş Savaşımızın aslında bir soykırım olduğunu, bu nedenle Türkiye Cumhuriyeti'nin soykırımla kurulduğunu kabul edecektir. 6-Lozan Antlaşması geçersizdir! 7-Türkiye'nin Müslüman olmayan azınlıklarının dışında, Kürt ve Alevi gibi çeşitli etnik azınlıklar ve
      dinsel cemaatler olduğu kabul edilecektir. 8-Azınlıklar ve cemaatler etnik-dinsel kimlikleriyle TBMM’de temsil edilecektir. 9-Türkiye'de azınlıklar kendi derneklerini, kendi partilerini, kendi okullarını kurabilecektir.
      10. Fırat ve Dicle suları uluslararası denetime teslim edilecektir.

      Ve ''Atatürkçü ve Cumhuriyetçi geçinenlerin'' hedefimiz AB demesine ne demeli..?

      Bu şartlara boyun eğmek Ulusal bütünlüğümüzü bölmek bağımsızlığımızı kaybetmek demektir.
      Yukarıda bize dayatılan şartlar ve buna göz yuman idare ve zihniyetler Atatürk İlkelerine ihanet etmektedirler.
      Sözde Atatürkçülük adı altında ve Atatürkçülük karşıtı olarak izlenen siyasetlerin amacı emperyalizme hizmettir.
      Tam bağımsızlık demek elbette siyasal, ekonomik, adalet, askerlik, kültür gibi her alanda tam bağımsızlık ve tam özgürlük demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan yoksunluk, milletin ve ülkenin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından yoksunluğu demektir.

      ( * )

      ''Yabancı bir devletin koruyuculuğunu istemek, insanlık niteliklerinden yoksunluğu, güçsüzlüğü ve beceriksizliği itiraf etmekten başka bir şey değildir. Gerçekten bu aşağılık duruma düşmemiş olanların, isteyerek başlarına yabancı bir yönetici getirmeleri hiç düşünülemez. Oysa Türk'ün onuru ve yetenekleri çok yüksek ve büyüktür.


      Amaç millet kimliğinin zayıflatılarak yitirlmesi ve misaki milli sınırlarımızın değişmezliği unutturularak, etnik ve dinsel kimliğin ortaya çıkarılmasıylamilletin ve devletin bölünmez bütünlüğü yok edilmek istenmektedir.
      Hiç bir kayıt ve şartla Atatürk İlkelerinden vazgeçmemiz mümkün değildir.
      Geleceğimizin ve varlığımızın ve tam bağımsızlığımızın teminatı Cumhuriyetimiz ve Atatürk İlkelerimizdir.Biri olmazsa biri olmazdır.
      Sadece ve sadece Atatürk düşünce ve ilkelerine sahip çıkarak ve uygulayan bir yönetim milli irademizi temsil edebilir. Bunun dışına çıkacak her iradeyi millet değiştirme gücüne sahiptir.

      "Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir!"


      Sevgimle..

      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      "Ulusalcı egemenlik düşünseldir; bir kafa sorunudur. Herhalde bir mide sorunu değildir".

      Merhaba,

      Artık Türkiye, din ve şeriat oyunlarına sahne olmaktan çok yüksektir. Bu gibi oyuncular varsa, kendilerine başka taraflarda sahne arasınlar. ( 1924 )
      M.Kemal ATATÜRK

      Gerçekte Atatürk, ne dini toplumsal hayattan çıkarmak istemiş, ne de dinin özüne dokunmuştur. Onun mücadelesi din adına ortaya çıkan zihniyetle olmuştur. Atatürk gerçekçi, akılcı, ileriyi gören, toplumunu ve dünyayı doğru okuyan, ne yaptığını bilen devlet adamıdır. Dine, dinî değerlere değil, hurafeciliğe ve din istismarına karşıdır.Bu bağlamda, Türkiye koşullarında gerçek dindarlık Atatürkçülüğün bir boyutudur.'' (s. 215) ''Atatürk'ün laiklik, din ve din adamları üzerine söyledikleri, bugün hâlâ tartışılmakta olan dindevlet, din-siyaset ve din-çağdaşlaşma ilişkilerinde yol gösterici özelliğini korumaktadır. Onun din konusundaki akılcı ve gerçekçi tutumu, hem dindarları hem de dinle ilgisi olmayanları koruyucu ve rahatlatıcı niteliktedir. Çünkü Atatürk'e göre esas olan, toplumsal düzenin sağlanması ve geliştirilmesidir. O bu kavramların her birini, birey ve toplum için yaşamsal birer değer olarak kabul eder.
      İnanç özgürlüğü ile inancın kutsallığı koru­narak din ve devlet işleri birbirinden ayrılmış ve ancak böylece laik Cumhuriyet olgusuna ulaşılabilmiştir.
      Türkiye Cumhuriyetinin vazgeçilmez niteliği olan laiklik, toplumca üzerin­de en fazla ve duyarlılıkla durmamız ve korumamız gereken temel bir yapı­dır. Ondan ödün verilmesi, giderek ondan vazgeçilmesi, yeni arayışlar ve örgütlenmeler ile Atatürk'çü düşünceden uzaklaşılması, Türkiye Cumhuriyeti Devletini yıkmak, Türk Ulusal kimliğini ve kültürünü yozlaştırmak, çağdaş uygarlığa ve demokrasiye hiç ulaşamamak demektir.
      Atatürk ilkelerinin tümü bir bütün olarak ele alinmalidir. Hiçbirisi ötekinden soyutlanamaz. Birisi ele alindiginda, öteki ilkelerin de düşünsel olarak incelenmeye alinan ilkeyle iç içeligi gözden uzak bulundurulamaz. Ancak burada Ulusalcilik ile Ulusalci Egemenligin ortak bileşkesi Cumhuriyet ilkelerinin tüm ulus yaşamini düzenleme açisindan ayri bir anlami vardir. Amaç, bağımsız bir Türkiye yaratmaktı; ama, bireysel özgürlük ve eşit yaşama hakları bulunmayan insanlar bağımsızlığı kavrayamaz, yaşatamaz, gerçekleştiremezdi. Öyleyse önce Şeriat düşüncesine dayanan bu topluluğu , "ümmet" düşüncesi dışında, haklarını savunabilecek bireyler durumuna getitirmek gerekiyordu.
      Atatürk ;
      "Toplumu uluslaştiran, kalkindiran, yücelten güçler vardir: düşünsel güçler ve toplumsal güçler... Düşünceler -in kökeni- anlamsiz, mantiksiz, asilsiz sözlerle dopdolu olursa, o düşünceler hastaliklidir. Ayni biçimde toplumsal yaşam akil ve mantiktan uzak, yararsiz ve zararli bir takim gelenek ve göreneklerle dolu olursa felç olur (Söylev ve Demeçler, c.2, s.44)".

      Gazi Mustafa Kemal’in, "Milli Mücadele" anlayışı (bu yönüyle) silahlı savaş tan da öte bir değer kazanır. "Emperyalist" güçlerle savaşın yanında, yeni Türk Ulusu'nun kültür dokusunda yaptığı değişimler, bir "zihniyet" savaşıdır. Eskinin köhnemiş düşünsel yapısını bireysel düzeyde yıkıp, uygar insanlardan oluşacak bir ulus yaratma savaşıdır (a.g.y., c.2, s.136, 138, 159). Bu savaşı hem iç, hem de dış güçlere karşı bir arada yürütmüştür. Sonunda Türkiye Cumhuriyeti işte bu yeni düşünsel yapıyla bilinçlenmiş insanlardan oluşan Türk Ulusu'nca kurulmuştur. "Ümmet" zihniyetlilerce değil.
      Bağımsız,hür üreten ve glişerek geliştiren bir ulus ideali için Türkiye Cumhuriteti krulmuştur.
      Hiçbir şekilde emperyalist sistemin sömürüsüne müsade edilmeme ilkesidir bu.
      Güçlü insan, güçlü ulusun; güçlü ulus, güçlü devletin koşuludur. Devletin yaşamini sürdürmesi her yönden bagimsiz güç kaynaklariyla ölçülür. Bireyden başlayarak, ulusu oluşturacak ve devleti kuracak olan insanin "düşünce dokusunun” kökenine, bu bilgiler yerleştirilmeli; daha sonra da, egitimle duygu alaninda bilinçlendirilmelidir.

      "Ulusalcı egemenliğin amacı ulusun yöneticiler üzerindeki denetimini sağlama yoluyla, siyasal özgürlükleri gerçekleştirmektir"... "Ulusalcı egemenlik düşünseldir; bir kafa sorunudur. Herhalde bir mide sorunu değildir".

      “Ulusalcı egemenliğe dayalı olarak ‘hükümet etmek’[yürütme yetkisini kullanmak] da bir adalet sevgisini ve ahlak düşüncesini gerektirir"...



      "Ulusalcı egemenlik, esasında bireyseldir,ferdidir,küllidir; bu nitelik yurttaşın egemenliğe insan sıfatıyla, katılmasıyla gerçekleşir. En sonunda Ulusalcı egemenlik eşitlikçidir; bu nitelik, ulusalcı egemenliğin, bireysel olması özelliğinin zorunlu sonucudur.

      "Hakların en birincisi yaşamak hakkıdır"..."Diğer bütün haklar ve haklara eşdeğer ödevler, hep yaşamak hakkına dayanır"..."Çünkü insanlar, toplumsal yaşamda haklardan ve ödevlerden örülmüş bir doku (şebeke) içinde düşünülebilir. İnsanlar insan kaldıkça, bu dokudan (şebekeden) çıkamazlar" (a.g.y., s.42).

      Atatürk İlkeleri Türkiye Cumhuriyeti devletinin niteliğini tanımlayan bir bütündür. Bu bağlamda Türk Devrimleriyle anlam kazanır. Tek başına ilkeler soyut kavramlar olmaktan öteye geçemez. Örneğin: Ulusalcılık ilkesini, tüm dünya düşünürlerinin "Milliyetçilik" tanımlamaları, güzel sözlerden oluşan tümceleri, Atatürk'ün ulusalcılık ilkesini açıklama niteliğinden yoksundur. Çünkü "ulusalcı (milli)" kavramı hangi sözcüğün başında yer alıyorsa, o sözcüğe yeni bir anlam yükleyerek somutlaştırmaktadır. Bağımsız Cumhuriyetimizi kuran Türkiye halkını birleştiren harç,düşünsel tutkal: ulusalcılıktır; Egemenliğin anahtarı ve sınırlayıcısı ise yukarıda açıkladığımız boyutlarıyla özgür insanı yaşatabilmektir.

      Aklın tutsaklığı laikliğe aykırıdır; bunun sonu bağımsızlığın yitirilmesidir.

      Atatürk Türk Gençleri'nin eğitim ve öğretiminin kökenine "insanın yaratılış kuramını" bilimsel, çağdaş düşünce biçimiyle koymuştur.
      İnsanların yaşam savaşımını kolaylaştıracak öğeleri, kendilerinin bulup yaşama geçirmelerini dilemiştir. Korku kökenli ahlak anlayışını,yalvarıp yakarmayla kolaylaşacağı sanılan yaşam koşullarının, düzeleceğine inanmayı aşılayan öğretiyi kaldırıştır.
      Bağımsız devlet kurmayı ,sadece özgür insanlardan oluşan uluslar başarabilmişlerdir. Tanrı yarattığının "rızkı"nı verir kuramı başka biçimde yıkılamaz. Cehennem korkusuna dayalı olarak kurulacak ahlak anlayışı, insanı dünya yaşamından soğutur, tembelleştirir ve kaderci yapar. Kadercilik ise insanı, bireysel egosu nedeniyle, daha kolay yaşamaya iter, kalkınma durur, "izmihlâl" başlar.
      Yukarıda açıkladığımız Ulusalcı Egemenliğin çözüm yolu olan Atatürk Devrimlerini yeniden uygulamaya koyarak bir an önce başlatmak; "parti egemenliği" uygulamasına son vermek, Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin asal görevidir. Görevi olmalıdır.
      Ulusalcılık öyle "milli ve manevi" değerler sözcükleri dinsel şeriata dönüş anlamına gelmez. Ulusalcılığın "milli" değeri: özgürlük, "manevi" değer yargısı ise: uygarlıktır.
      Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'ndeki sözleri, aymazlık (gaflet) ve sapkınlıktan (dalaletten) bir an önce kurtulmayı buyuruyor. Aksine hareket hıyanettir...

      Her bir fert yüreklerinin en derinlerindeki ihtiyacı olan, o birlik ruhunu, özgür ve bağımsız olma mücadelesinde, insanlığın var olma savaşının ruhunu harekete geçirmek ve bir araya getirmekle yükümlüdür.
      Barışın ve ilerlemenin tek yolu bağımsız olmanın gerçek anlamını idrak etmek ve her türden sömürünün yolunu tıkamaktır.

      sevgilerimle..

      G.D

      Kaynaklar:
      Gürbüz D. TÜFEKÇİ
      Prof. Dr. Ali Sarıkoyuncu,
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Atatürk'ün Kendi Ifadesiyle Ilkelerinin Tanımı

      Atatürk Ilkeleri

      I.TEMEL İLKELER

      1. Cumhuriyetçilik:
      Türk milletinin karakter ve âdetlerine en uygun olan idare, Cumhuriyet idaresidir. (1924)
      Cumhuriyet rejimi demek, demokrasi sistemiyle devlet şekli demektir. (1933)
      Cumhuriyet, yüksek ahlâkî değer ve niteliklere dayanan bir idaredir. Cumhuriyet fazilettir.... (1925)
      Bugünkü hükümetimiz, devlet teşkilâtımız doğrudan doğruya milletin kendi kendine, kendiliğinden yaptığı bir devlet ve hükümet teşkilâtıdır ki, onun adı Cumhuriyet'tir. Artık hükümet ile millet arasında geçmişteki ayrılık kalmamıştır. Hükümet millet ve millet hükümettir. (1925)

      2. Milliyetçilik:
      Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türk halkına Türk Milleti denir. (1930)
      Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir soyun evlâtları ve hep aynı cevherin damarlarıdır. (1932)
      Biz doğrudan doğruya milliyetperveriz ve Türk milliyetçisiyiz. Cumhuriyetimizin dayanağı Türk toplumudur. Bu toplumun fertleri ne kadar Türk kültürü ile dolu olursa, o topluma dayanan Cumhuriyet de o kadar kuvvetli olur. (1923)

      3. Halkçılık:
      İç siyasetimizde ilkemiz olan halkçılık, yani milletin bizzat kendi geleceğine sahip olması esası Anayasamız ile tespit edilmiştir. (1921)
      Halkçılık, toplum düzenini çalışmaya, hukuka dayandırmak isteyen bir toplum sistemidir. (1921)
      Türkiye Cumhuriyeti halkını ayrı ayrı sınıflardan oluşmuş değil fakat kişisel ve sosyal hayat için işbölümü itibariyle çeşitli mesleklere ayrılmış bir toplum olarak görmek esas prensiplerimizdendir. (1923)

      4. Devletçilik:
      Devletçiliğin bizce anlamı şudur: Kişilerin özel teşebbüslerini ve şahsî faaliyetlerini esas tutmak; fakat büyük bir milletin ihtiyaçlarını ve çok şeylerin yapılmadığını göz önünde tutarak, memleket ekonomisini devletin eline almak. (1936)
      Prensip olarak, devlet ferdin yerine geçmemelidir. Fakat ferdin gelişmesi için genel şartları göz önünde bulundurmalıdır. (1930)
      Kesin zaruret olmadıkça, piyasalara karışılmaz; bununla beraber, hiçbir piyasa da başıboş değildir. (1937)

      5. Lâiklik:
      Lâiklik, yalnız din ve dünya işlerinin ayrılması demek değildir. Bütün yurttaşların vicdan, ibadet ve din hürriyeti de demektir. (1930)
      Lâiklik, asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. (1930)
      Din bir vicdan meselesidir. Herkes vicdanının emrine uymakta serbesttir. Biz dine saygı gösteririz. Düşünüşe ve düşünceye karşı değiliz. Biz sadece din işlerini, millet ve devlet işleriyle karıştırmamaya çalışıyor, kasıt ve fiile dayanan tutucu hareketlerden sakınıyoruz. (1926)

      6. Devrimcilik:
      Yaptığımız ve yapmakta olduğumuz inkılâpların, (devrimlerin) gayesi Türkiye Cumhuriyeti halkını tamamen çağdaş ve bütün anlam ve görüşleriyle uygar bir toplum haline ulaştırmaktır. (1925)
      Biz büyük bir inkılâp yaptık. Memleketi bir çağdan alıp yeni bir çağa götürdük. (1925)

      IL BÜTÜNLEYİCİ İLKELER:

      1. Millî Egemenlik:
      Yeni Türkiye devletinin yapısının ruhu millî egemenliktir. Milletin kayıtsız şartsız egemenliğidir. (1923)
      Toplumda en yüksek hürriyetin, en yüksek eşitlik ve adaletin sağlanması, istikrarı ve korunması ancak ve ancak tam ve kesin anlamıyla millî egemenliği sağlamış bulunması ile devamlılık kazanır. Bundan dolayı; hürriyetin de, eşitliğin de, adaletin de dayanak noktası millî egemenliktir. (1923)

      2. Millî Bağımsızlık:
      Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette siyasî, malî, İktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri her hususta tam bağımsızlık ve tam seferberlik demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet, millet ve memleketin gerçek anlamıyla bütün bağımsızlığından mahrumiyeti demektir. (1921)
      Türkiye devletinin bağımsızlığı mukaddestir. O, ebediyen sağlanmış ve korunmuş olmalıdır. (1923)

      3. Millî Birlik ve Beraberlik:
      Millet ve biz yok, birlik halinde millet var. Biz ve millet ayrı ayrı şeyler değiliz. (1919)
      Biz millî varlığın temelini,millî şuurda ve millî birlikte görnıekteyiz.(1936)
      Toplu bir milleti istilâ etmek, daima dağınık bir milleti istilâ etmek gibi kolay değildir. (1919)

      4. Yurtta Barış Dünyada Barış:
      Yurtta sulh, cihanda sulh için çalışıyoruz. (1931)
      Türkiye Cumhuriyeti'nin en esaslı prensiplerinden biri olan yurtta sulh, cihanda sulh gayesi, insaniyetin ve medeniyetin refah ve terakkisinde en esaslı âmil olsa gerektir. (1933)
      Sulh, milletleri refah ve saadete eriştiren en iyi yoldur. (1938)

      5. Çağdaşlaşma:
      Milletimizi en kısa yoldan medeniyetin nimetlerine kavuşturmaya, mesut ve müreffeh kılmaya çalışacağız ve bunu yapmaya mecburuz. (1925)
      Biz Batı medeniyetini bir taklitçilik yapalım diye almıyoruz. Onda iyi olarak gördüklerimizi, kendi bünyemize uygun bulduğumuz için, dünya medeniyet seviyesi içinde benimsiyoruz. (1926)

      6. Bilimsellik ve Akılcılık:

      a) Bilimsellik:
      Dünyada her şey için, medeniyet için, hayat için, başarı için en gerçek yol gösterici bilimdir, fendir. (1924)
      Türk milletinin yürümekte olduğu ilerleme ve medeniyet yolunda, elinde ve kafasında tuttuğu meşale, müspet bilimdir. (1933)

      b) Akılcılık :
      Bizim; akıl, mantık, zekâ ile hareket etmek en belirgin özelliği-mizdir. (1925)
      Bu dünyada her şey insan kafasından çıkar. (1926)

      7. İnsan ve İnsanlık Sevgisi:
      İnsanları mesut edeceğim diye onları birbirine boğazlatmak insanlıktan uzak ve son derece üzülünecek bir sistemdir. İnsanları mesut edecek yegâne vasıta, onları birbirlerine yaklaştırarak, onlara birbirlerini sevdirerek, karşılıklı maddî ve manevî ihtiyaçlarını temine yarayan hareket ve enerjidir. (1931)
      Biz kimsenin düşmanı değiliz. Yalnız insanlığın düşmanı olanların düşmanıyız. (1936)
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      “Bizim akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek şiarımızdır. Bütün hayatımızı dolduran vak’alar bu hak

      Merhaba,

      Atatürk aklı ve bilimi rehber edinmemizi söyler.Akıl ve bilimin dışına çıkmak ise hurafe, safsatadan başka bir şey değildir.Aklın ve bilimindışına sapma, saklanma insanları karanlığa, yanılgıya ,belirsizliklere götürür.

      Bilimin temeli,insanın sahip olduğu bilgiyi entegre eden unsur, bilinçaltının programlayıcısı kendi değerlerinin seçicisidir. İnsan geleceği hakkında fikir oluşturmak için şu üç unsuru dikkate almalıdır: Kendisinin şu anki durumu, bilinçli olarak inandığı şeyler,
      kendi hayat görüşü.İnsanın sahip olduğu en değerli yeteneğidir zeka. Fakat zeka bilincin üstünlüğü ile yönetilmeyen bir toplumda hiçbiryere sahip değildir.: O böyle bir toplumun en amansız düşmanıdır. Aktif akıl doğruyu,yanlışı eşit tutmaz; durağan bir tarafsızlık, şüphe boşluğunda ilelebet yüzmez; muhakeme sorumluluğunu üstüne alarak sağlam inanışlara ulaşır onlara sarılır.

      Atatürk'e göre;

      ( * )
      "asıl olan millettir, ilham ve güç kaynağı milletin kendisidir. Bir millet için mutluluk olan bir şey, diğer bir millet için felâket olabilir. Aynı sebepler ve şartlar birini mutlu ettiği halde, diğerlerini mutsuz kılabilir",
      öyle ise, her millet akıl ve bilim bilim yolu ile yalnız kendi değerlerini ve çıkarlarını bulmalıdır

      İnsan oğlu asırlardır kendisine biçilen inanan ve razı gelen ,kaderci anlayışı ile hakimiyetini teslim etmiştir. Dilenci durumuna düşen bir zihniyet ile üretmeyen, yenilenmeye. gelişmeyen ve beklenti içerisinde bağımlı hale gelmiş bir toplum kaderine ve varlığına hakim olamamıştır.
      Atatürk’ ün akıl ve ilim ile inanç özgürlüğünü serbest bırakmış ve gelişmekte olan medeniyetin dışında kalmadan ufkun ötesini hedef göstermiştir.
      Akıl ve bilim,vicdan, sezgi,eğitim ile yeterli donanıma sahip bir toplum yaratmak isteyen Atatürk, toplumun inançlarından rant elde eden ve sömüren sistemlerin kapılarını kapamıştır. Bilen insan hakim ve seçicidir. İlerlemeye açık şuurlu ve tam bağımsız ve hakim irade milleti egemen kılmaktadır.

      Atatürkçülükbir anlamda da akıl demektir, ilim (Bilim) demektir, fen demektir, teknik-teknoloji demektir. Aklın ve bilimin rehberliğinde yüksek medeniyete ve barışa ulaşabiliriz.
      Bakınız ne demiş Atatürk;

      ( * )

      “Ben, manevî miras olarak hiçbir nass-ı katı, hiçbir doğma, hiçbir donmuş, kalıplaşmış kural bırakmıyorum. Benim manevî mirasım ilim ve akıldır. Benden sonrakiler, bizim aşmak zorunda olduğumuz çetin veköklü müşkülât önünde, belki gayelere tamamen eremediğimizi, fakat asla taviz vermediğimizi,akıl ve ilmi rehber edindiğimizi tasdik edeceklerdir. Zaman sür’atle dönüyor, milletlerin cemiyetlerin, fertlerin saadet ve bedbahtlık telâkkileri bile değişiyor. Böyle bir dünyada, asla değişmeyecek hükümler getirdiğini iddia etmek, aklınve ilmin inkişafını inkâr etmek olur. Benim, Türk milleti için yapmak istediklerim ve başarmağa çalıştıklarım ortadadır. Benden sonra, beni benimsemek isteyenler, bu temel mihver üzerinde aklın ve ilmin rehberliğini kabul ederlerse, manevî mirasçılarım olurlar”
      İnsanın sahip olduğu hasse ve yetiler dayatma ve kadercilik,kendini teslim etmesi ile yitp gider. İşletilemeyen yetiler üretemez ve gelişemez hale gelir ve insanı sadece bir silüet haline getirir. Emperyalizm uyuşmuş ve kendine hakim olamayan toplumlardan kendini besler.
      Her türden dogmatik fikirler ayrılık ve sınıflar yaratır. İnsan toplulukları arasında sınırlar oluşur ve kısır döngü bir savaş meydana gelir. Oysaki akıl,bilim,mantık,sezgi ve vicadanını doğru kullanan toplumlar arasında sınırlar kalkar ve barış hakim olur. İnsanlığın gerçek anlamda yüksek medeniyete ulaşması için Atatürk İlkeleri bütünleyici bir rehberdir.
      Türkiye Cumhuriyeti hiçbir benzeri olmayan ilkelerle kurulmuştur. Anadolu’dan doğacak güneş ve tüm insanlığı birleştirecek o büyük barış ve medeniyet budur.
      Kendine hakim olan varlığın üzerinde hiçbir güç sömürü elde edemez.

      Bakın aslında ap açık bir bilgidir bu ve dinler ve öğretilerde ve düşünürlerde bunu insan için rehber kılmıştır;

      ( * )
      Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?”
      Kuran-ı Kerim, Zümer:9
      “Fakat içlerinde ilimde derinleşmiş olanlar... var ya onlara pek yakında büyük mükafat vereceğiz.”
      Kuran-ı Kerim, Nisa:162

      “Uygarlığımızın geleceği bilimsel düşünme alışkanlığımızın gitgide yayılmasına ve derinleşmesine bağlıdır.”
      John Dewey

      “Hikmetli bilgi, tecrübe ile desteklenmiş ve uygulanabilir özellikler taşıyan ilimdir... Hikmet, ilim ile sanatın birleşmesidir.”
      Elmalılı M. Hamdi Yazır
      Bir kuruluşun sahip olduğu yeri doldurulamaz tek sermaye insanların bilgi ve yeteneğidir.”
      Andrew Carnegie

      “İlim ilim bilmektir,
      ilim kendin bilmektir,
      Sen kendini bilmezsen,
      Bu nice okumaktır.”
      Yunus Emre

      “İki şey dünyaya hükmeder; biri kılıç, diğeri düşünce. Kılıç, eninde sonunda düşünceye yenilir.”
      Napolyon


      “İnsan akıllı bir yaratıktır; böyle olduğu için de uygun gıdasını bilimden alır; fakat insanın bilgisinin alanı öylesine dardır ki, bilimden aldığı besinlerden ancak çok az bir kısmı için ümitlenilebilir.”
      David Hume

      “Biz hiçbir şey bilemeyiz. Doğru ancak gerçeğin derinliğinde bulunabilir.”
      Democritus

      “Evrende aklımızın kavrayamayacağı ve duygularımızla sezemeyebileceğimiz şeyler vardır.”
      Ludwig von Mises

      “Aklı ve gerçekleri kullanan bir insan mükemmele erişecektir. Doğa insanın akıl gücüne bir sınırlama getirmemiştir.”
      Condorcet
      “Dünya artık emek-yoğun, malzeme yoğun, enerji-yoğun değildir; bilgi yoğun olmaktadır.”
      Peter Drucker

      “Gerçek kurtuluş ancak cehaletin ortadan kaldırılmasıyla olur. Cehalet kaldırılmadıkça toplum yerinde kalıyor demektir, yerinde duran bir şey ise geriye gidiyor demektir.”


      “Dünyada her şey için, uygarlık için, yaşam için, başarı için en hakiki mürşit ilimdir, fendir. İlim ve fen haricinde mürşit aramak gaflettir, cehalettir, delalettir.”


      “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.”

      “Bizim akıl, mantık ve zeka ile hareket etmek şiarımızdır. Bütün hayatımızı dolduran vak’alar bu hakikatin delilidirler.”


      “Türk milletinin elinde tuttuğu meş’ale müsbet ilim meş’alesidir.”


      “İlim ve fennin yaşadığımız her dakikadaki safhalarının gelişmesini kavramak ve izlemek şarttır.”
      Mustafa Kemal ATATÜRK
      Atatürkün ideolojisi fikriyat ideolojisidir ve insanlığı birleştiren ve kapsayan bir hedeftir. Fikir ve düşüncelerinin özünü oluşturan Atatürkçülük, her türlü dogmatik unsurdan sıyrılmış akılcı bir dünya görüşüdür.
      komünizm, sosyalizm, nasyonal sosyalizm, faşizim.dincilik vs vs gibi ideolojiler yada Atatürk ile beraber oluşan ideolojilerin Atatürkü kapsaması olanaksız.
      Bu gün devleti yönetmeye talip her aday sadece ve sadece Atatürk İlkelerini hayatiyete geçirmek zorundadır.
      İnsanları ayıran ideolojiler Cumhuriyetimizin varlığına uyşmaz. Atatürk'e göre, insanlar arasında artık hiçbir renk, din ve ırk ayırımı tanımayan bir ahenk ve işbirliği çağı açılmalı, milletler bağımsızlıklarını, millî niteliklerini, millî kültürlerini kaybetmeksizin, her türlü emperyalist görüşün dışında, insanlığın ortak değerlerinde birleşmeli idi. Bu ortaklaşa değerlerin kıtaları birbirine bağlaması, insanları renk, ırk ve din farkı gözetmeksizin birbirine yaklaştırması lâzımdı. Çünkü insanlığın yükselmesi, idealinin gerçekleşmesi bu şuurun ayakta tutulmasına bağlıdır.

      Topraklarımızda yaşan her bir vatandaşımız “Ne mutlu Türk’üm diyene” ile birleşir. Bu öylesine denmiş bir söz değildir.. Bu kavramı unutan, ihmal eden ya da umursamayan toplum, başka toplumların kulu kölesi olmaya mahkumdurlar. Yüksek medeniyetin peşinde koşmayı amaç edinmeyenler, aydınlığın, aydınlamanın bilincinde olmayanlar yok olmaktan kurtulamazlar.

      Sevgimle..
      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      "Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin

      Merhaba,

      Atatürk ilkelerine esas olan inkılapların sağlam, tutarlı ve kalıcı niteliklerde olmasının temel nedeni evrensel boyutlu ve tarihi gerçeklere dayanmasıdır.
      M. K Atatürk'ün çizdiği yolun özgünlüğünü, kendi söylevlerinden dinleyelim ;

      ( * )
      "Bizim yolumuzu çizen, içinde yasadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de uluslar tarihinin bin bir acıklı ve üzüntülü yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır."

      ( * )
      "Biz ülke ve ulusumuzu varlığını ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi görüşlerimize uyuyor ve kendi gücümüze dayanıyorduk Hiç kimseden ders almadık Hiç kimsenin aldatıcı sözlerine kanarak ise girişmedik"


      Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, aklın ve bilimin rehberliğinde Türk milletini yüksek medeniyet düzeyine çıkarılması amacı ile temel esasları Atatürk tarafından belirlenen gerçekçi fikirlere ve ilkelere dayanan bir sistemdir Cumhuriyet.
      Atatürk' ün evrensel nitelikteki düşünce sistemi katı, donmuş dogmalara dayanmaz, akla, bilime, insan sevgisine önem verir. Ortaçağın küflenmiş dayatmacı ve sömürücü zihniyetinin aksine milletin kendi iradesine sahip çıkıp ,egemenliği milletin kılarak ilerlemenin yolunu açmıştır.
      Hem siyasi toplumun temelini ümmet esasından millet esasına çevirmis, hem meşru siyasi iktidarın temeli olarak kişisel egemenliğe son vererek, millet egemenliğini ilan etmiş, hem dine bağlı (teokratik) devlet yapısının yerine laik devlet yapısını geçirmiş, hem modernleşme ile gelenekçilik arasında bocalamakta olan bir toplumu bu ikilemden kurtararak Türkiye’nin yüzünü geri dönülmez şekilde ufukların ötesine çevirmiştir..
      Bir milletin egemenliği kendi kaderine hakim olarak, kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurmasıdır.
      Öyle ise bu egemenliği şuurlu,donanımlı,aklını,vicdanını kullanabilen, eğitimli bir millete vermek gerekir.
      Bunun içinde yeniden yapılanmak ve her alanda reformlarla en kısa zamanda küllerinden doğacak şuurlu bir millet yaratmak için devrimler yapan Atatürk ilk önce zihinlerde değişimi hedef aldı.

      Tarih, milletlerin hafızasıdır. Milletler, tarih içerisinde teşekkül ederler ve tarih şuuru sayesinde varlıklarını devam ettirirler.
      Mustafa Kemal Atatürk, Millî Mücadele ile sadece askerî zaferleri hedeflememiştir. Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine çıkmasına engel olan ne kadar olumsuzluk, eksiklik varsa hepsiyle mücadele etmeyi amaçlamıştır.

      ( * )
      "Eksikliklerimizden bir tanesi de köklü tarihimizi tam anlamıyla araştırıp, ortaya koyamamamızdır. Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır."

      ( * )
      "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır."

      Batı dünyası, Türklerin Anadolu coğrafyasına girip burayı Türkiye haline getirmeye başladıkları tarihlerden itibaren, kendilerinin 1815 Viyana Kongresi’nde adını koydukları ve siyasî literatüre soktukları Şark Meselesi’ni uygulama alanına koymuştur. Burada hedef sadece devlet olmamıştır, bütün Türk varlığı olmuştur. Türk milleti ve vatanını hedef alan iftiralar yöneltilmiştir. Bu iddiaları şöyle sıralamak mümkündür ;


      ( * )
      1. Türklerin sarı ırktan oldukları, dolayısıyla Avrupalılara göre ikinci sınıf insan sayılmaları gerektiği,

      2.Türklerin medenî kabiliyetten mahrum oldukları, dolayısıyla medeniyet düşmanı oldukları,

      3.Türklerin yaşadıkları toprakların kendilerine ait olmadığı iddialarıdır.

      Bu iftiraların sahibi olan Batı dünyası, Türklerin önce Avrupa ve Balkanlar’dan, daha sonra da Türkiye’den tamamen atılmaları, yok edilmeleri gerektiğini düşünüyordu. İngiliz devlet adamlarından Gladston, Batının gerçek niyetini , Türkler’in kötülüklerini kaldırmanın tek bir çaresi vardır, o da yeryüzünden vücutlarının kaldırılmasıdır sözleriyle ortaya koymuştur. (Azmi Süslü, Atatürk ve Tarih, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998, s. 137)
      Atatürk, Millî Mücadele ile sadece askerî zaferleri hedeflememiştir. Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine çıkmasına engel olan ne kadar olumsuzluk, eksiklik varsa hepsiyle mücadele etmeyi amaçlamıştır.
      Atatürk’ün, Türk Tarih Tezinde belirttiği hususları şöyle sıralayabiliriz ;



      (*)
      1. Türkler, brakisefal ve beyaz ırktandır.Beyaz ırkın anayurdu Orta Asya’dır.

      2. Medeniyetin beşiği Türklerin anayurdu olan Orta Asya’dır.

      3. Anayurtları olan Orta Asya’dan değişik sebeplerle göç eden Türkler böylece dünyaya medeniyeti yaymışlardır.

      4. Anadolu’nun ilk yerli halkları da Türklerdir, dolayısıyla buranın ilk sahipleri Türklerdir.

      5. Türklerin İslâm Medeniyetine katkıları araştırılmalıdır.

      6. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili iddialar araştırılmalı, gerçek ortaya çıkarılmalıdır.

      Bütün bu konularda araştırma yapılması için direktifler vermiş, yapılan çalışmaları takip etmiş ve ortaya çıkan eserleri bizzat okuyarak incelemiştir.

      Türk Tarih Kurumu da bu çalışmaları yürütmek üzere 15 Nisan 1931 tarihinde kurulmuştur. Türk Tarih Tezi’nin tartışıldığı I.Türk Tarih Kongresi, 2-11 1932 tarihinde Ankara’da yapılmıştır. 1935 yılında, tarihçi ve öğretmen yetiştirmek üzere Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmuştur.

      Atatürk, Türk Tarihinin bir bütün olarak, ilmî usullerle araştırılmasını istiyordu. Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek, insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır.

      Atatürk, Türk Tarihinin, dolayısıyla Türk medeniyetinin en ince ayrıntılarına kadar ortaya çıkarılması üzerinde durmuştur. Çünkü, Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri için lâzım olan atılım kaynağını tarihte bulabileceklerdir. Türk çocukları bu tarihten bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir(Utkan Kocatürk, Atatürk, Ankara 1987, s. 169,Atatürkçülük III , Genelkurmay Başkanlığı, İstanbul 1998, s. 146)

      Her yenileşme hareketinin başarısının eğitim alanındaki başarıya bağlı olduğuna ve kalkınmanın akıl ve ilim önderliğinde gerçekleşeceğinin farkındayız.

      ( * )
      Öğretim Birliği Yasası ile Osmanlı’nın iki başlı eğitimine son verilmiş, ‘Mektep Medrese’ ayrılığı ortadan kaldırılmış, tüm okulları Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetimine bağlanmıştır. Din bağına dayalı siyasal birim yerine ,ulusallık bağına dayalı bir birim getirilmiştir (Özturanlı,2002,ss.123- 124).
      Atatrk'ün fikriyat ideolojisini tüm alanlarda ve kurumlarda gerçek yapıp hayata geçirmiştir.

      Zihni dogmalarla doldurulmuş ‘mürit’ ya da ‘kullar’ değil bilgi toplumunun özgür bireylerini yetiştirmek laik, demokratik, halkçı ,bir eğitim sistemiyle gerçekleşir.

      Bakınız;

      ( * )
      "Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin
      temel ruhudur. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı yüklenilmiştir."
      ( * )

      "Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette
      siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri
      her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.
      Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet,
      millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından
      mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna
      erişeceğimiz inancında değiliz. "

      Bu gün batının emperyalist sistemi, ellerinde onurlarından ve maneviyatlarından başka dayanakları kalmayan kadim topluluklara, günün birinde medeniyetin kendisini bile imha edecek olan onursuzca yaşamanın kurallarını ihraç etmektedir.
      İşte tüm insanlığın haysiyetini, onurunu ve bağımsızlığını ve varlığının devamını koruma altına alan Atatürk İlkeleri ve inkilaplarını sözde değil özde, dilde değil yürekte benimseyip özümseyerek,aldığımız oksijen gibi yaşamın vazgeçilmez parçası olarak benimseyip hayat vermeliyiz.




      Sevgimle..

      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Böylesini kapsamlı bir yürüyüş elbetteki birilerinin bam teline dokunmaktadır./Yüzümüz daima ufuklar

      Merhaba,

      Atatürk’ün inkilapları,ilkeleri nin hedefi memleketimizde taassubu yenmek, gerçek fikir ve vicdan hürriyetini kökleştirmek ve tam bağımsızlık ve egemenliği millete kazandırmak ve Türk milletini muassır medeniyetine ulaştırarak milletler arasında barışı hakim kılmaktı.
      Böylesini kapsamlı bir yürüyüş elbetteki birilerinin bam teline dokunmaktadır. İktidar ve güç hırsları ile benlinklerini teslim etmişler, elbetteki maşa olup gaflet,delalet ve hıyanette bulunacaklardı r.

      ( * )
      «Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür... Kültür, okumak, anlamak,
      görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, uyanık davranmak düşünmek ve
      zekâyı eğitmektir. »
      (1936)
      ( * )
      «Kültür, tabiatın yüksek verimleriyle mesut olmaktır. Bu ifade içinde çok
      şey saklıdır. Temizlik, saflık, yükseklik, insanlık vb. bunların hepsi
      insanlık niteliklerindendir. »
      (1936)

      Atatürk Cumhuriyeti Türk gençliğine emanet etti. Her tür dogmatik fikirden,ideolojide n arınmış, hür ve yeterli donanıma sahip,bilim ve eğitim ile aklını,vicdanını kullanabilen şuurlu,hakim bir gençlik..Dimağ ları kirlenmemiş bu nesil O nu anlayabilecek ve ilkelerine sahip çıkarak ilriye taşıyabilecektir.
      Ancak ne yazıktır ki buna engel olmaya çalışan güçler akıl kirliliği yaratarak; siyaset, ideoloji,din, etnik kimlik vd üzerinden rant ile iç karmaşası yaratıp ilerlemenin önünü keserek varlıklarının devamını sağlama gayretine düştüler.
      Atatürk bunları görerek Gençliğe Hitabesini yapmış ve Cumhuriyeti Türk Gençliğine emanet etmiştir.
      Bu gün görmekteyizki sürüp giden bu Ali Cengiz oyunlarını bu nesil artık yememektedir.
      Atatürk İlkelerinin anlamı ve önemini ve ideolojisinin insanlık için büyük bir adım olduğunu bilen ve bunu yaşatmak gayesi içinde olan kişi ve kurumlar hedef alınarak pasifleştirilip, susturulmaya ve başka alanlara çekilmeye çalışılmaktadır.
      Oysaki herşeye rağmen muhakkaki aydınlığa doğru yürümek gayemizdir.
      Gündemi oluşturan fikirlerin aksine, asıl hedefi yolundan saptırarak yeni gündemler oluşturma ve çekişmelerin içine çekmek politikalarını n arkasındaki zihniyeti görmemek mümkün değildir.
      Hiç bir şarta ve kuvvette vazgeçemeyeceğ imiz Atatürk!ün ilkeleri doğrultusunda yürüdüğümüz yoldur. Varlığımızın(Türk milletinin) esası "Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir. "in ve "Bağımsızlık benim karakterimdir. "in hayat bulmasıdır.
      Yüzümüz daima ufuklara ve ufukların ötesine dönük olmalıdır.Geçmiş in hatalarından ders alarak yürümeliyiz.Atatü rk her ferdin ruhsal, zihinsel,fiziksel olarak gelişmesini öngörerek aklın ve ilimin rehberliğinde (her alanda )eğitim ile mümkün olduğunu biliyordu. Ve bunun üzerinde önem ve ısrarla durdu.
      Tarihimiz,dilimiz, kültürümüz,tabiyatı mız iyice anlaşılıp benimsenmeli ve sahiplenilmeliydi.
      Bir milletin gücü o milletin şuurlanıp birliği ile mümkündür.Bu milli şuur ve milli birlik emperyalizm karşısında yıkılmaz bir duvar gibi durarak ayakta kalır.
      Ancak her fert aydınlatılmalı ve şuurlandırılmalı ydı ve buda akıl ve ilimin rehberliğinde eğitimle mümkündür.
      İşte ozaman hiçbir şekilde önüne sunulanı sorgulamadan kabul ederek körü körüne tabi olmak ve sömürülmek mümkün olamaz.

      Türkiye Devleti, ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütündür.
      Türkiye Cumhuriyeti halk egemenliğine dayanan laik ve sosyal bir hukuk devletidir.
      Türk'ün kendi öz benliğini kaybetmeden, kendi kimliğini, kültürünü unutmadan yeniliklere adapte olabilmesi, onları kendi milli kültürü içinde sindirebilmesi gerekir. Aksi bir durumun milletimizi içten içe çürüteceğini bilen Atatürk, Türk milletini millet yapan unsurları; tarihini, dilini, dinini yani kısaca kültürünü her zaman yaşatacak köklü tedbirler almıştır.Nutuk, Bağımsızlık Savaşımızın, Cumhuriyetimizin kuruluşunun ve Atatürk Devrimlerinin Atatürk'ün kendisi tarafından anlatıldığı çok değerli bir kaynaktır.
      Atatürk Nutuk’ta bu ihanet cephesini ısrarla vurgulayarak Türk halkının gözleri önünde açığa çıkarmaktadır… Nutuk’un bir başka özelliği de; günümüzde çok sık karşılaştığımız bezgin, umutsuz ve çaresiz insanların içine ümit serpecek örnek çözümler üretmesidir. Bugünün Türkiye'si de 1919’un Türkiye’sine benzer sorunlarla boğuşuyorsa, bağımsız, laik ve demokratik bir Türkiye için yeniden mücadele vermek gerekiyorsa, başarılı olmak için tarihimizdeki o büyük kurtarıcıyı ve onun düşüncelerini örnek almalıyız. Milli bilinç yerine, etnik farklılıklara destek verilmekte, din ve vicdan özgürlüğü görüntüsünde toplumun inanç yapılarındaki farklılıklar istismar edilerek, sosyal değerler sorun haline getirilmektedir. Bu tarz geliştirilmiş stratejilerle de ülke içinde farklı parametreler kullanılarak bölücülük himaye edilmektedir.

      Atatürk'ün tutuşturduğu kurtuluş alevi, Anadolu bozkırlarıyla sınırlı bir amaca yönelmiş değildi. O, sömürgeciliğin ve emperyalizmin yeryüzünden ebediyen silineceği bir dünyanın kurulmasına katkı sağlamak amacıyla yola çıkmıştı. O, başından beri bilincinde olduğu bu durumu, 9 Temmuz 1992'de yaptığı bir konuşmasında şöyle açıklamaktadır:

      ( * )
      "Türkiye'nin bugünkü mücadelesi yalnız kendi nam ve hesabına olsaydı belki daha kısa, daha az kanlı olur ve daha çabuk bitebilirdi. Türkiye azim ve mühim bir gayret sarf ediyor. Çünkü müdafaa ettiği bütün mazlum milletlerin, bütün şarkın davasıdır."
      (*)
      “Yetişecek çocuklarımıza ve gençlerimize görecekleri öğrenimin sınırı ne olursa olsun, ilk önce ve her şeyden önce Türkiye’ nin bağımsızlığına, kendi benliğine, millî geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. ”

      Dikkat edilmesi gereken;
      En sıkı Atatürkçü geçinenler.., takiyeciler, bölücüler, dış güçler,kapitalist sistemin efendileri ve emperyalizmin tüm uzantıları...

      Türk milletinin evlatları olan “Bizler” elbette bu yükün altından kalkacak kararlılıkta ve güçteyiz.

      Sevgimle..
      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      sözde değil özde, dilde değil yürekte benimseyip özümseyerek,aldığımız oksijen gibi ../

      Merhaba,

      Atatürk ilkelerine esas olan inkılapların sağlam, tutarlı ve kalıcı niteliklerde olmasının temel nedeni evrensel boyutlu ve tarihi gerçeklere dayanmasıdır.
      M. K Atatürk'ün çizdiği yolun özgünlüğünü, kendi söylevlerinden dinleyelim ;

      ( * )
      "Bizim yolumuzu çizen, içinde yasadığımız yurt, bağrından çıktığımız Türk ulusu ve bir de uluslar tarihinin bin bir acıklı ve üzüntülü yapraklarından çıkardığımız sonuçlardır."

      ( * )
      "Biz ülke ve ulusumuzu varlığını ve bağımsızlığını kurtarmak için karar verdiğimiz zaman kendi görüşlerimize uyuyor ve kendi gücümüze dayanıyorduk Hiç kimseden ders almadık Hiç kimsenin aldatıcı sözlerine kanarak ise girişmedik"

      Türk milletinin bugün ve gelecekte tam bağımsızlığa, huzur ve refaha sahip olması, aklın ve bilimin rehberliğinde Türk milletini yüksek medeniyet düzeyine çıkarılması amacı ile temel esasları Atatürk tarafından belirlenen gerçekçi fikirlere ve ilkelere dayanan bir sistemdir Cumhuriyet.
      Atatürk' ün evrensel nitelikteki düşünce sistemi katı, donmuş dogmalara dayanmaz, akla, bilime, insan sevgisine önem verir. Ortaçağın küflenmiş dayatmacı ve sömürücü zihniyetinin aksine milletin kendi iradesine sahip çıkıp ,egemenliği milletin kılarak ilerlemenin yolunu açmıştır.
      Hem siyasi toplumun temelini ümmet esasından millet esasına çevirmis, hem meşru siyasi iktidarın temeli olarak kişisel egemenliğe son vererek, millet egemenliğini ilan etmiş, hem dine bağlı (teokratik) devlet yapısının yerine laik devlet yapısını geçirmiş, hem modernleşme ile gelenekçilik arasında bocalamakta olan bir toplumu bu ikilemden kurtararak Türkiye’nin yüzünü geri dönülmez şekilde ufukların ötesine çevirmiştir..
      Bir milletin egemenliği kendi kaderine hakim olarak, kendi geleceğini tayin etme gücünü elinde bulundurmasıdır.
      Öyle ise bu egemenliği şuurlu,donanımlı,aklını,vicdanını kullanabilen, eğitimli bir millete vermek gerekir.
      Bunun içinde yeniden yapılanmak ve her alanda reformlarla en kısa zamanda küllerinden doğacak şuurlu bir millet yaratmak için devrimler yapan Atatürk ilk önce zihinlerde değişimi hedef aldı.

      Tarih, milletlerin hafızasıdır. Milletler, tarih içerisinde teşekkül ederler ve tarih şuuru sayesinde varlıklarını devam ettirirler.
      Mustafa Kemal Atatürk, Millî Mücadele ile sadece askerî zaferleri hedeflememiştir. Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine çıkmasına engel olan ne kadar olumsuzluk, eksiklik varsa hepsiyle mücadele etmeyi amaçlamıştır.

      ( * )
      "Eksikliklerimizden bir tanesi de köklü tarihimizi tam anlamıyla araştırıp, ortaya koyamamamızdır. Bugün, aynı inan ve katiyetle söylüyorum ki, milli ülküye, tam bir bütünlükle yürümekte olan Türk milletinin büyük millet olduğunu bütün medeni âlem, az zamanda, bir kere daha tanıyacaktır."

      ( * )
      "Asla şüphem yoktur ki, Türklüğün unutulmuş büyük medeni vasfı ve büyük medeni kabiliyeti, bundan sonraki inkişafı ile, âtinin yüksek medeniyet ufkunda yeni bir güneş gibi doğacaktır."

      Batı dünyası, Türklerin Anadolu coğrafyasına girip burayı Türkiye haline getirmeye başladıkları tarihlerden itibaren, kendilerinin 1815 Viyana Kongresi’nde adını koydukları ve siyasî literatüre soktukları Şark Meselesi’ni uygulama alanına koymuştur. Burada hedef sadece devlet olmamıştır, bütün Türk varlığı olmuştur. Türk milleti ve vatanını hedef alan iftiralar yöneltilmiştir. Bu iddiaları şöyle sıralamak mümkündür ;


      ( * )
      1. Türklerin sarı ırktan oldukları, dolayısıyla Avrupalılara göre ikinci sınıf insan sayılmaları gerektiği,

      2.Türklerin medenî kabiliyetten mahrum oldukları, dolayısıyla medeniyet düşmanı oldukları,

      3.Türklerin yaşadıkları toprakların kendilerine ait olmadığı iddialarıdır.

      Bu iftiraların sahibi olan Batı dünyası, Türklerin önce Avrupa ve Balkanlar’dan, daha sonra da Türkiye’den tamamen atılmaları, yok edilmeleri gerektiğini düşünüyordu. İngiliz devlet adamlarından Gladston, Batının gerçek niyetini , Türkler’in kötülüklerini kaldırmanın tek bir çaresi vardır, o da yeryüzünden vücutlarının kaldırılmasıdır sözleriyle ortaya koymuştur. (Azmi Süslü, Atatürk ve Tarih, Atatürkçü Düşünce El Kitabı, Atatürk Araştırma Merkezi Yayını, Ankara 1998, s. 137)
      Atatürk, Millî Mücadele ile sadece askerî zaferleri hedeflememiştir. Türk milletinin muasır medeniyet seviyesine çıkmasına engel olan ne kadar olumsuzluk, eksiklik varsa hepsiyle mücadele etmeyi amaçlamıştır.
      Atatürk’ün, Türk Tarih Tezinde belirttiği hususları şöyle sıralayabiliriz ;



      (*)
      1. Türkler, brakisefal ve beyaz ırktandır.Beyaz ırkın anayurdu Orta Asya’dır.

      2. Medeniyetin beşiği Türklerin anayurdu olan Orta Asya’dır.

      3. Anayurtları olan Orta Asya’dan değişik sebeplerle göç eden Türkler böylece dünyaya medeniyeti yaymışlardır.

      4. Anadolu’nun ilk yerli halkları da Türklerdir, dolayısıyla buranın ilk sahipleri Türklerdir.

      5. Türklerin İslâm Medeniyetine katkıları araştırılmalıdır.

      6. Osmanlı Devleti’nin kuruluşu ile ilgili iddialar araştırılmalı, gerçek ortaya çıkarılmalıdır.

      Bütün bu konularda araştırma yapılması için direktifler vermiş, yapılan çalışmaları takip etmiş ve ortaya çıkan eserleri bizzat okuyarak incelemiştir.

      Türk Tarih Kurumu da bu çalışmaları yürütmek üzere 15 Nisan 1931 tarihinde kurulmuştur. Türk Tarih Tezi’nin tartışıldığı I.Türk Tarih Kongresi, 2-11 1932 tarihinde Ankara’da yapılmıştır. 1935 yılında, tarihçi ve öğretmen yetiştirmek üzere Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi kurulmuştur.

      Atatürk, Türk Tarihinin bir bütün olarak, ilmî usullerle araştırılmasını istiyordu. Tarih yazmak, tarih yapmak kadar mühimdir. Yazan yapana sadık kalmazsa değişmeyen gerçek, insanlığı şaşırtacak bir nitelik alır.

      Atatürk, Türk Tarihinin, dolayısıyla Türk medeniyetinin en ince ayrıntılarına kadar ortaya çıkarılması üzerinde durmuştur. Çünkü, Türk kabiliyet ve kudretinin tarihteki başarıları meydana çıktıkça, bütün Türk çocukları kendileri için lâzım olan atılım kaynağını tarihte bulabileceklerdir. Türk çocukları bu tarihten bağımsızlık fikrini kazanacaklar, o büyük başarıları düşünecekler, harikalar yaratan adamları öğrenecekler, kendilerinin aynı kandan olduklarını düşünecekler ve bu kabiliyetle kimseye boyun eğmeyeceklerdir(Utkan Kocatürk, Atatürk, Ankara 1987, s. 169,Atatürkçülük III , Genelkurmay Başkanlığı, İstanbul 1998, s. 146)
      Her yenileşme hareketinin başarısının eğitim alanındaki başarıya bağlı olduğuna ve kalkınmanın akıl ve ilim önderliğinde gerçekleşeceğinin farkındayız.

      ( * )
      Öğretim Birliği Yasası ile Osmanlı’nın iki başlı eğitimine son verilmiş, ‘Mektep Medrese’ ayrılığı ortadan kaldırılmış, tüm okulları Millî Eğitim Bakanlığı’nın denetimine bağlanmıştır. Din bağına dayalı siyasal birim yerine ,ulusallık bağına dayalı bir birim getirilmiştir (Özturanlı,2002,ss.123- 124).

      Atatrk'ün fikriyat ideolojisini tüm alanlarda ve kurumlarda gerçek yapıp hayata geçirmiştir.

      Zihni dogmalarla doldurulmuş ‘mürit’ ya da ‘kullar’ değil bilgi toplumunun özgür bireylerini yetiştirmek laik, demokratik, halkçı ,bir eğitim sistemiyle gerçekleşir.

      Bakınız;

      ( * )
      "Tam bağımsızlık, bizim bugün üzerimize aldığımız vazifenin
      temel ruhudur. Bu vazife, bütün millete ve tarihe karşı yüklenilmiştir."
      ( * )

      "Tam bağımsızlık denildiği zaman, elbette
      siyasi, malî, iktisadî, adlî, askerî, kültürel ve benzeri
      her hususta tam bağımsızlık ve tam serbestlik demektir.
      Bu saydıklarımın herhangi birinde bağımsızlıktan mahrumiyet,
      millet ve memleketin gerçek mânasiyle bütün bağımsızlığından
      mahrumiyeti demektir. Biz, bunu temin etmeden barış ve sükûna
      erişeceğimiz inancında değiliz. "

      Bu gün batının emperyalist sistemi, ellerinde onurlarından ve maneviyatlarından başka dayanakları kalmayan kadim topluluklara, günün birinde medeniyetin kendisini bile imha edecek olan onursuzca yaşamanın kurallarını ihraç etmektedir.
      İşte tüm insanlığın haysiyetini, onurunu ve bağımsızlığını ve varlığının devamını koruma altına alan Atatürk İlkeleri ve inkilaplarını sözde değil özde, dilde değil yürekte benimseyip özümseyerek,aldığımız oksijen gibi yaşamın vazgeçilmez parçası olarak benimseyip hayat vermeliyiz.




      Sevgimle..

      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Taasupsuzlugun, arzu edildigi gibi genellesmesi, huy haline gelmesi, fikri terbiyenin yuksek olmasin

      Taasupsuzlugun, arzu edildigi gibi genellesmesi, huy haline gelmesi, fikri terbiyenin yuksek olmasina baglidir.
      Merhaba,

      Atatürk değerler üzerinde, Türkiye toplumunu bir değişim, yenileşme, gelişim sürecine taşıyan büyük yapılanmanın mimarıdır. , demokratikleş me sürecinde, yepyeni bir siyasal-sosyal yapılanmayı, yeni bir yaşam biçimini hayata geçirmeyi amaçlamıştır. Bu açıdan Türkiye Cumhuriyeti' nin kuruluş ilkeleri, yeniden yapılanma ve değişim atılımlarına baktığımızda, bu gün Atatürk'ün düşüncelerini , anlamak ve hak ettikleri gibi değerlendirmek zorundayız.
      Atatürk'ü daha iyi anlayabilmek için O'nun düşünce yapısının bilimsel bir yaklaşımla derinlemesine incelenmesi bağımsızlık mücadelesinin gerçek ve derin anlamını idrak etmemiz için zihinlerimizdeki dirençleri kaldırmak ve laik olmanın geniş ve derin anlamını anlayıp sindirmemiz gerekmektedir.
      Atatürk'ün yakmış olduğu ışığı taşımak borcumuzdur.
      Yok edilmek ve tarihten silinmek istenen bir milletin bağımsızlığını elde etmesini sosyal, kültürel, siyasal ve düşünsel alanda yapılan yenilikler ve Cumruriyet ile payidar kılan Atatürk'ün gayesi değişim fikrini zihinlerden yaşama geçirmek ve insanlığı yüksek medeniyete ve arzu edilen barışa kavuşturmaktı. "Ufukların ötesini" görmek diyerek fikirlerimizi sınırlandıran bağnaz düşünce kalıplarından çıkarak akıl ve bilim rehberliğinde hür ve bağımsız düşünceyi ilkeler ile hakimiyet kazanarak ilerlemek ve ortaçağın karanlık baskıcı ve dayatmacı esir eden gölgesinden aydınlığa kavuşmanın temellerini atmıştır.
      Bu gün hala Atatürk'ün İlkeleri tam olarak anlaşılamamıştır. Asırlardır bilgiden uzak kalan ve kendini teslim etmiş kaderci anlayış ile sömürülen toplumlar ,bilgiyle hareket etmeye başladıkça aydınlanacak ve sınırlar ile ayrılan insanlar birlik şuuru kazanacaktır. Farklı farklı fikirler bir araya getirilerek ortak zemin oluşturmak ve demokrasinin gereğidir. Elbetteki henüz anlaşılamamış ve açıklık kazanmamış ideolojilerin, fikirlerin gerçek mahiyetine hayat vermek zordur.
      İnsanın en büyük yanılgısı anlayamadığına yargısıdır.
      Asrileşme, yani çağdaşlaşmaya ve her türlü ilerici ve müspet gelişmelere karşı çıkmak, değişimin sürecinde bilinmeyenin korkusundan "kendini koruma" içgüdüsünün neticesidir.



      Emperyalizm karşıtı bağımsızlık mücadesi geniş kapsamlı bir harekettir. Bu hareketin bünyesinde yapılan inkilaplar her alanda gerçekleşmedikç e özlenen yüksek medeniyete kavuşmak mümkün değildir.
      Atatürk'ün tüm gayesi insanlık idealidir.Atatü rkçü düşünce sisteminin temelini oluşturan dinamizm, fikir ile hareketi birlikte yürütme esasından kaynaklanır.

      Bakınız ne diyor Atatürk;

      ( * )
      “Şüphesiz fikirlerin, inançların başka olmasından, şikâyet etmemek lâzımdır. Çünkü bütün fikirler ve inançlar bir noktada birleştiği takdirde, bu hareketsizlik alâmetidir. Ölüm işaretidir. Böyle bir hal elbette arzu edilmez. Bunun içindir ki hakikî hürriyetçiler, taassupsuzluğ un umumî bir haslet olmasını temenni ederler”
      ( * )
      “Bütün insanlar, bir toplumsal vücudun azalarıdır. Ve bu sebeple birbirine bağlıdır”
      Bu hem millî, hem vicdanî ve ahlâkî, hem de evrensel olmanın Türk Cumhuriyeti’nin en esaslı prensiplerinden biri olan "yurtta sulh, cihanda sulh ", insaniyetin ve medeniyetin refah ve ilerlemesinde esastır.

      Sevgimle..

      G.D
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!