Doğrusunu Öğrenelim

      Teşekkürler Selin hanım , ilki bir öykü gibi geldi doğrumu bilmiyorum ama benim bildiğimde ikinci yazdığınız gibidir . Osmanlıcada kazaya , kaziye hüküm anlamına gelmektedir kadı hüküm veren demektir aynı kökten gelirler , arapçada olup Türkçe de olmayan bir sesten ötürü bir kısmını z bir kısmını d diye seslendirmişiz biz . Kazasker ve kadı örneğinde olduğu gibi .

      Burada kazaya öyle değil sözü gerçek hüküm önerme kural sizin bildiğiniz gibi değildir şeklinde iken kazın ayağı şeklinde söylenir olmuştur .
      Bellum omnium contra omnes
      Yapılacak bir tek şey kalmışsa hiç bir şey yapılmamış demektir.
      Selin hanım zevahir görünüş anlamına gelir , bir işi yaparken tam anlamıyla yapma yerine görünürde yapmış görünmek . Böylece eleştirilmekten kurtulmayı amaçlar , aslında iş yerine getirilmemiştir . Ben öyle biliyorum .

      İkinciye gelince insanları incitmeden söyleyeceğini söylemek ya da yapacağı bir şey varsa onu yapmak anlamında kullanıldığını biliyorum . Örneğin İngilizlerin bir davranış kalıbı var birine geri zekalı demek isterlerse pek zeki değil derler , bu zülfi yare dokunmadan söylenmiş bir düşünce olur .
      Bellum omnium contra omnes
      Yapılacak bir tek şey kalmışsa hiç bir şey yapılmamış demektir.
      ZEVAHİRİ KURTARMAK

      Bu konuyu bir olay ile anlatmak isterim.

      Şair Efref Türk Hiciv Sanatının en büyük ustasıdır. Yazdığı hicivler sebebi ile de Osmanlının gazabına uğramış diyar diyar sürülmüştür. İşte kendisini süren bu paşalardan biri İzmir'e gelmiş. Devrin Valisi Paşanın Gazabına uğrayan Şair Eşref'i de yemeğe çağırmış. Amacı orada Paşa ile Efref'i barıştırmak yeni sürgününü önlemekmiş.
      Yemeğe oturmuşlar. Paşa masanın başında diğerlesi de etrafına dizilmişler. Yemekler yenip sohbet edildiği sırada Paşa birden sesli bir şekilde yellenmiş (Osurmuş). Birden masada ses soluk kesilmiş. Paşa hemen oturduğu koltuğu mabadı ile sağa sola sallamaya başlamış. Amacı sandalyeden bir gıcırdatma sesi çıkarmakmış. Bunu gören ve gerektiğinde kendisini bile hicvetmekten çekinmeyen Eşref espriyi patlatmış;

      "Paşam! Yaptığın işe kafiye mi arıyorsun?"

      Burada Paşanın sandalyeyi gıcırdatmaya çalışması ZEVAHİRİ KURTARMAYA çalışmaktır.
      Efref bu olaydan sonra ne olmuş bilmiyorum. Herhalde Fizan Çöllerini bir gezip gelmiştir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Selin hanım, bu güzel soru için teşekkürler !
      İzin verirseniz şöyle ifade etmeye çalışayım;
      Zevahir;dış görünüş anlamında olup, zevahiri kurtarmak da olması gereken dış görüntüyü sadece tepki çekmemek adına "yarım-yamalak" arzu edilen seviyede yakalamaya dönük yapıp-etmeler bütünü !

      Zülfüyare dokunmak ise,verilmek istenen mesajın karşı tarafı üzmemesi hassasiyeti ve endişesiyle takınılan, kelimelerin özenle seçilmesi hali diyebiliriz !
      Buna bir örnek vermek gerekirse;
      Edepsizin yüzüne tükürmüşler,hava çiseliyor demiş !..

      Eeee,Anadolu insanı bu.Fazla da inceltemiyor hani !
      Sizinle hemfikir olmamız inanın gurur verici =)
      Şair Eşref'e olan hayranlığınızı burada daha ayrıntılı olarak paylaşabilirdik elbette ! Fakat biliyorsunuz kendisi Neyzen Tevfik'in hocasıdır ve onun ağzı yanında Neyzen'in ağzı sanırsınız zemzemle yıkanmış mesabesindedir !
      Yani ağzı Neyzen'den beter bozuktur !
      Fakat,yok arkadaş,ille de o'nu da hayırla (!) yadedelim derseniz günah benden gider tabi !
      Ne dersiniz :D

      Şair Eşref

      Ömer Bey öncelikle belirtmek istediğim Şair Eşref'e karşı herhangi bir hayranlık taşımıyorum benliğimde :D Ağzının bozuk olmasıda sanırım onu Edabiyat Tarihimizin Hiciv Ustası yapmıştır.Ama bizlere düşen her ne kadar kendisi bunun olmasını istemesede Allah Rahmet eylesin demekten başka bişey değildir.Evet isterseniz biraz Şair Eşref hakkında bilgilenelim ne dersiniz ? Bende sayenizde bu bilgileri öğrenmiş oldum..Teşekkür ederim..

      Şair Eşref
      1847'de Manisa'nın Kırkağaç ilçesi Gelenbe kasabasında dünyaya geldi. 1912'da aynı kasabada yaşamını yitirdi. Asıl ismi Mehmet Eşref. Usulizade Hafız Mustafa Efendi'nin oğlu. İlköğrenimini Gelenbe'de tamamladı. Manisa'da Hatuniye Medresesi'nde Arapça ve Farsça dersleri aldı. Özel öğretmenlerden matematik, tarih öğrendi. 1870'te Manisa Vilayeti Tahrirat Kalemi'nde memur olarak göreve başladı. Turgutlu, Akhisar ve Alaşehir'de mal müdürlüğü yaptı. Fatsa kaymakamlığına atandı. Birçok ilçede kaymakam olarak çalıştıktan sonra Gördes kaymakamlığı görevine getirildi. Burada gördüğü yolsuzlukları şiirleriyle hicvedince bir yıl hapse mahkum edildi. Cezasının ardından İzmir'de gözetimde tutuldu. 1903'te Mısır'a kaçtı. Bir süre Fransa, İsviçre ve Kıbrıs'ta yaşadı. Tekrar Mısır'a döndü, Curcuna isimli mizah dergisinde yazılar yazdı. 2. Meşrutiyet ilan edildikten sonra İstanbul'a geldi. Eşref ve Musavver Eşref isimli mizah dergilerinde başyazarlık yaptı. Adana vali yardımcılığı görevindeyken emekliye ayrılıp Kırkağaç'a yerleşti. Yaşamının kalan bölümünü burada geçirdi. Türk edebiyatının hiciv ustasıdır. Tanık olduğu yolsuzlukların üzerine çekinmeden gitti. Hicviyelerini daha çok gazel, kaside, muhammes ve özellikle kıtalar biçiminde yazdı.
      Türk Edebiyatı'nın büyük hiciv şairi olarak bilinen Şair Eşref'in en meşhur kıtaları şunlardır:
      Kabrimi kimse ziyaret etmesin Allah için
      Gelmesin, reddeylerim billahi öz kardeşimi,
      Gözlerim ebnâ-yı âdemden o kadar yıldı ki,
      Istemem ben fatiha, tek çalmasınlar taşımı...
      (gözüm insanlardan o kadar yıldı ki, kabrimi ziyaret etmek için öz kardeşim dahi gelse kovarım. Ben insanlardan fatiha dahi istemem, yeterki mezar taşımı çalmasınlar)

      Millete erbâbı mansıptan biri eşek demiş,
      Reddedilmez böyle bir söz, amma ki pek can sıkar...
      Olsa da millet eşek, eşek diyen bilmez mi ki:
      Sadrazamlarla vâliler de milletten çıkar...

      (makam sahibi bir kişi, millete eşek demiş, bu söz reddedilmez ama, cansıkar...Millet eşek olsa dahi, eşek diyen kişi bilmez mi ki; sadrazamlarla valiler de milletin içinden çıkar...)

      ESERLERİ:
      • Deccal (2 cilt, 1904-1907
      • İstimdad (1905)
      • Şah ve Padişah (1906)
      • Hasbihal yahut Eşref ve Kemal (1908)
      • İran'da Yangın Var (1908)
      • Şair Eşref Külliyatı (Ölümünden sonra, 1928)
      ...............
      Bu güzel sohbeti (!) giderek daha bir tatlandırarak sürdürmeye bir hayli hevesli olmanız inanın çok hoş =) Sizi bilmem ama ben çok duygulandım =)
      Teşekkür ediyorum Selin hanım =)

      Hayranlığınızın, Eşref'in hangi tarafına yönelik olduğunu sanırım şimdi daha bir açık etmişsiniz !
      Yaptığınız ek açıklama ışığında daha açıkça anlıyorum ( ki bir önceki mesajınızı da tekrar gözden geçirecek olursak ! ) ki aslında kendisinin hiciv yeteneğini önemsiyorsunuz =)
      Ne hoş =)
      Zevkinize inanın hayran kaldım :D

      Hiciv ve Şair Eşref demişken, inanın harika şeyler var kayıtlarda :D
      Ama buraya alamıyorum,çok ayıp şeyler yahu :D :D :D
      Bilemiyorum,bu güzel sohbeti sürdürme kararındaysanız ...
      Bilemiyorum :D

      Ha,Selin hanım,unutmadan;
      Eşref hakkında bu bilgiyi internetten benim bilgilenmem için alel- acil,bulup-buluşturup getirmeniz inanın beni bir hayli duygulandırdı :D
      Fakat biliyor musunuz, alıntı yaptığınız kaynağı belirtmezseniz suç kapsamına girebilir =)
      Bu kapsamda bir sıkıntıya girmenize inanın çok üzülürüm :D :D :D
      Kestane kebap,acele cevap :D
      Ha unutmadan;
      Mesleğiniz ne demiştiniz?
      Ben avukat diye hatırlıyorum,yanılıyor muyum sevgili sohbet arkadaşım :D
      Ömer Bey Şair Eşref ile olan bilgileri tr.wikipedia.org ve akademi.nl/sayi7/Edebiyat.htm sayfalarından aldım.Şuç kapsamına girmeden belirteyimde ne olur ne olmaz :D Araştırarak öğrenmenin insanda daha kalıcı bilgiler bıraktığına inanıyorum.Elimden geldiği kadarda bu sayfada birşeyler paylaşmayı sürdürmeyi düşünüyorum.Bilemiyorum katılım ne kadar olur???Mesleğime gelince Muhasebeciyim.Zaten isim bilgilerimde bunu görmekte mümkün.Şimdilik iyi akşamlar...
      ...............
      Ah evet,çok haklısınız Selin hanım,ille araştırma,ille öğrenme =)
      Çok önemli,gerçekten çok haklısınz =)
      Ama biliyor musunuz,daha yaşınız çok genç ! Mesela ben 12 Eylül sabahını,önce ve sonrasını çok net yaşamışken siz yaşınız gereği haklı olarak "ne olmuş ki 12 Eylül'de diyebilirsiniz =)
      İlim hayatınızda başarılar diliyorum :D
      Bu sayfada paylaşımınızı elbette sonuna kadar devam ettirebilirsiniz !
      Zaten şu an bulunduğumuz Şair Eşref kışlasında biliyorsunuz sizin rehberliğiniz sayesinde karar kıldık =) Direksiyon sizin elinizde !
      Ben sadece sizi hayranlıkla (!) takip etmeye çalışıyorum :D

      Eee,şimdi hangi limanı gözünüz kesiyor =)
      Kaptan sizsiniz :D :D :D

      "Dingonun Ahırı"

      İstanbul'da ilk tramvay 3 Eylül 1872 tarihinde hizmete girer. İlk Tramvaylar iki adet atla çekilmektedir fakat Azapkapıdan Taksim'e giden hattın dik Şişhane yokuşundan iki adet atla çekilmesi mümkün olmamaktadır. İşte burada tramvaya iki adet ilave at daha koşulur ve Şişhane yokuşunu bu şekilde aşmak mümkün olur.

      Tramvay Taksim'e gelince ilave koşulan iki at çıkartılır ve bugün Taksim alanındaki Sular İdaresi Maksemi ile Frnasız Konsolosluğu arasında bulunan ahırda bir süre dinlendirildikten sonra tramvaya bağlanmadan boş olarak bir sonraki tramvaya takviye olarak Azapkapıya götürülmüş.

      Taksim'deki bu ahırı Dingo adında bir Rum vatandaşımız işletirmiş. Zamanla ahıra bir sürü at girip çıkmaya başlamasından dolayı dilimize "burası dingonun ahırımı, giren çıkan belli değil" sözü yerleşmiş.

      CVP: "Dingonun Ahırı"

      Yazar: Mustafa Tarih: 03.04.2009 Saat: 13:56

      İstanbul'da ilk tramvay 3 Eylül 1872 tarihinde hizmete girer. İlk Tramvaylar iki adet atla çekilmektedir fakat Azapkapıdan Taksim'e giden hattın dik Şişhane yokuşundan iki adet atla çekilmesi mümkün olmamaktadır. İşte burada tramvaya iki adet ilave at daha koşulur ve Şişhane yokuşunu bu şekilde aşmak mümkün olur.

      Tramvay Taksim'e gelince ilave koşulan iki at çıkartılır ve bugün Taksim alanındaki Sular İdaresi Maksemi ile Frnasız Konsolosluğu arasında bulunan ahırda bir süre dinlendirildikten sonra tramvaya bağlanmadan boş olarak bir sonraki tramvaya takviye olarak Azapkapıya götürülmüş.

      Taksim'deki bu ahırı Dingo adında bir Rum vatandaşımız işletirmiş. Zamanla ahıra bir sürü at girip çıkmaya başlamasından dolayı dilimize "burası dingonun ahırımı, giren çıkan belli değil" sözü yerleşmiş.


      Zekana hayranım Mustafa. Eleştirinin bu kadar incelikli olanının da mutlaka bir şekilde özetlenmiş deyişleri vardır.

      "Yol Geçen Hanı" ne demektir?
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      'boru değil bu"

      Eskiden askeri okullarda nerdeyse bütün işler borunun verdiği sese göre yapılır, öğrenciler bu boru sesine göre hareket ederlermiş.
      Kalk borusu,yat borusu ,karavana, paydos, derse gir,dersten çık ,istirahat v.s, bir çok boru sesi.

      Hikayenin geçtiği askeri lisede o gün ,sınıf kıdemlisi öğrenci, sınıfa dalar.

      -Çocuklar size havadisim var! Duydunuzmu? diyerek bağırır.

      Diğer öğrenciler de,

      –Duymadık !.Ne ise borusu çalar biz de duyarız .demişler.

      Kıdemli öğerenci,

      -Çocuklar! bu boru değil .Yarın yeni padişah tahta çıkıyor.Şenlikler var. Sınıf komutanın özel emri var. Bütün dersler paydos demiş.

      Diğer öğrencilerde çok sevinirler bu işe.

      O günden sonra o okul ve diğer okullarda öğrenciler aralarında konuşmaya başlamadan önce,

      -Dinle ! Bu boru değil .Anlatacaklarım çok önemli ... diyerek lafa başlarlarmış.

      :tongue:

      hisse.net.