Tarih Türklerle Başlar

      Tarih Türklerle Başlar

      1. Tarih Türklerle başlar

      74 bin yıl önce başlayan ve bugün Almanya'nın Berlin şehrine kadar uzanan buzul döneminin 12 bin yıl önce sona ermesiyle, dünya ısısı 4-5 C° artmaya başlamıştır. Artan ısıya bağlı olarak buzulların erimesi ve şiddetli yağmurlar nedeniyle deniz ve göllerdeki su seviyesi 125 metre kadar yükselmiş, dünya iklim ve coğrafyasında büyük değişiklikler olmuştur. Bu değişikliklere Anadolu topraklarından bir örnek verecek olursak; şu anki Tuz gölü, o tarihlerde Konya-Ereğli Havzasını kaplayan büyük bir göldür ve Çatalhöyük de bu gölün kıyısında kurulmuştur. Anadolu'dan çok daha büyük yüzölçüme sahip olan Asya topraklarında da bu iklim değişikliği neticesinde çok sayıda su havzaları; akarsular, göller, ve iç denizler meydana gelmiştir.

      Coğrafi koşulların içinde barındırdığı medeniyetler üzerindeki büyük etkisi vardır. Özellikle yaşamsal değeri olan suyun, uygun yaşam koşullarının sağlanmasında çok önemli bir faktör olduğu için de uygarlıkların var olması ve büyümesi bu su havzalarının bol olduğu yerlerde olmuştur. Türklerin ana vatanı olan Orta Asya toprakları için de durum böyledir ve Orta Asya topraklarında yaşayan Türkler suyun bol olduğu bu topraklarda yerleşerek, tarım yapmışlar, hayvanları ehlileştirmişler, yeraltı madenlerini bularak işlemesini öğrenmişler ve kültürel gelişmelerinin sonucunda da yazıyı bulmuşlardır.

      Çok uzun sürece dayanan yazının bulunması ve kullanılması, bilgi ve belgelerin gelecek nesillere aktarılmasını mümkün kılmıştır. Bilim adamlarının Asya ve Avrupa topraklarında milyon yaşında kafatasları bulmuş olmaları insanlık tarihini milyonlarca yıl öteye götürmesine karşın, tarih yazının bulunması ile başlamıştır. Medeniyet, modernleşme, yaşam tarzındaki değişiklikler, yazının bulunması ve evrimleşmesi ile gerçekleşmiştir. Dünyada yazıyı ilk kullanan Türkler olduğu için de tarih, Türk'lerin yazıyı kullanması ile başlamıştır.

      Asya kıtasının ortasında Baykal ve Balkaş, Issık göllerini, Ala Tau (Tanrı dağlarını) ve en eski yerleşim bölgesi olan Yedi Su'yu da içine alıp kucaklayan ve Hazar Denizine kadar uzanan bugünkü Altay, Tuva, Kazakistan ve Kırgızistan toprakları, ilk yazının ortaya çıktığı yerlerdir. Mağara resimleri ve Sıntaşlar'dan (anlam ifade eden heykelcik) sonra piktogramlar (resim vasıtası ile düşünceyi belirten yazı) 20.000 yıl önce, petroglifler (Kaya resimlerinin değişmiş ve yazılardaki sembol şekillere dönüşmüş biçimi ) 15.000 yıl önce, tamgalar (ilk harf sembolleri) 10.000 yıl önce, harfler ve sonunda alfabeye geçişin dünyada ilk örneklerinin olduğu yer Türkistan topraklardır.

      Resim-1 (Altın elbiseli adamın parmağındaki altın yüzükte, kafasına on adet tüy takılı bir insan kafası bulunmaktadır. On sayısı Türkler için kutsaldır. Resmin yanında bulunan yazıt kurgandan çıkarılan gümüş kap üzerinde yazılıdır.)

      Altın elbiseli adama ait bir kurgan çizimi (Kazakistan topraklarında halen açılmamış birçok kurgan (mezar) mevcuttur)

      Kurgandan çıkan Altın Elbiseli Adama ait başlık

      Altın elbiseli adam, kıyafeti ve kuşandığı kılıç

      Türklerin bilinen tarih boyunca Orta Asya topraklarında ve sonrasında bu bölgeden tufanlar başta olmak üzere çeşitli etkilerle dağıldıkları yeryüzünün çeşitli coğrafyalarında üstün medeniyetler kurduklarının kanıtını geride bıraktıkları binlerce eserde bulabiliriz. Kırgızistan'ın Talas bölgesinde Çiğimtaş (Çizgili Taş) ve Narın Bölgesindeki Saymalı Taş (nakışlı taş) (3500m yükseklikte, 90.000 kaya resmi), Talas Yazıtı,

      Kazakistan'da Essik Kurganlarındaki Altın Elbiseli Adam (Resim-1), Tamgalı'da Tamgalısay (ilk Türk tamgaları,10. 000 yıllık 1.000 piktoğraf), Ceti - Yedi Su yazıtları, Yakutistan'da Baykal-Lena yazıtları, Tuva'da Uluğ-Kem Sülyek Köyü-Karayüz yazıtı, Italya'da Etrüks yazıtları, Moğolistan'da Kül Tigin yazıtları, Yenisey yazıtları (şimdilik bilineni 107 tanedir), Rusya Uluğ Kem, Şülyek Köyündeki Yazılıkaya Karayüz yazıtı, Altaylar'daki Pazırık Kurganı ve yazıtları, Anadolu'da; Antalya Side yazıtı, Eskişehir'in Han Ilçesinde Yazılıkaya (Resim-3) ve Uçuz yazıtları, Ankara Polatlı Yassı Höyük yazıtları, Erenköy yazıtı (Resim-4) , Ergani yakınındaki Çayönü yerleşmesi, Gevaruk yaylası Özalp ilçesinde Pegan köyü Resimleri, Salyamaç Köyü yakınındaki Cunni Mağarası yazıtları, Sat köyü civarındaki Sat Dağı resimleri, Side Harabeleri yazıtları, Van Tirşin yaylası Çilgir köyü yazıtları, Konya Çatalhöyük yazıtları, Ankara Polatlı da Yassı Höyük'teki Erken Türk yazıtları, Hakkari de Gevaruk yaylası Sat Köyü tamğaları, Antalya da Beldibi mağarasındaki tamğalar, Şanlıurfa Göbekli Tepedeki tamğalar, Hakkari Çelo Dağı Kahn-ı Melik ve Taht-ı Melih kaya üstü resimleri, Van Bölgesinde Cilo dağı Put Köyünde Kızların Mağarasında ki resimler, Başet Dağında Kaya üstü yazıtları, Erzurum ili Karayazı ilçesi Salyamaç Köyünde Cunni Mağarası yazıtları, Burdur Hacılar Höyüğünde kaya yazıtları, Çatalhöyük yazıtları, Van Tirşin alanı Çilgiri Köyü yazıtları, Istanbul Erenköy yazıtları, Antalya'da Beldibi'nde Side Yazıtları, Sinop kalesinde kapı yazıtları, Trabzon Mağara Yazıtları, Suriye Lazkiye'de Ras Şamra' da Ugarit yazıtları, Ege denizi Lemnos Adası yazıtları (....), şu ana kadar bulunan ve bilinen eserlerden bazılarıdır.

      1789 yılında Fransız Komutan Napolyon Doğu hakimiyetini sağlamak için Osmanlı'lara ait Filistindeki Akka kalesi önlerine gelir. Savaşı izlemek amacıyla da bir Ingiliz Istihbarat subayı Akka'ya Anadolu topraklarından (Istanbul-Halep) geçerken Eskişehir Yazılı Kaya'ya rastlar. Bizans Kültürü ile yetişmiş bu Ingiliz subayı Yazılı Kaya'yı Bizans kültürüne ait olduğunu ve metin içerisinde geçen "Midai" ibaresinden dolayı da, tarihte yaşadığına şüphe ile bakılan, menkıbe kral Midas'a ait olduğunu iddia eder ve literatüre de bu şekilde geçer. Aynı şekilde Gordion diye anılan ve Ankara-Polatlı 'da bulunan Yassı Höyük'ün de Kral Midas'a ait olduğu söylenmektedir. Bu da gerçek değildir. Kanıt olarak da, bu mezarın yapılan karbon testi neticesinde yaşının M.Ö.740 a ait olmasından anlamaktayız. Oysa bu tarihlerde Yunan Uygarlığı diye bir uygarlık (Yunan'a ait hiçbir yazılı eser) bulunmadığını Yunan'lı tarihçi Herotot'da belirtmiştir.

      Erken Türk yazıtlarını okumadan o zamanki yaşam ve medeniyet hakkında fikir yürütmek mümkün değildir. Bu sebeple de bu eserlerin ve yazıların Türklere ait olduğunu, Erken Türk tarihi konusunda yaptığı araştırmalardan tanıdığımız Sn. Kâzım MIRŞAN tarafından bu yazıların okunması ile anlıyoruz. Fakat bu çalışmalar bazı tarihçiler tarafından kabul edilmemektedir. Zira bulunan eserlerin Türkçe okunarak, Türklere ait olduğunun kabul edilmesinin ne kadar büyük bir hadise olduğunu Atatürk'ün henüz daha genç bir subayken Sinop'ta yazmış olduğu şiirden anlıyoruz.

      Gafil, hangi üç asır, hangi on asır
      Tuna ezelden Türk diyarıdır.
      Bilinen tarihler söylememiş bunu
      Kalkıyor örtüler; örtülen doğacak.
      Dinleyin sesini, doğan tarihin,
      Aydınlıkta karaltı, karaltıda şafak,
      Yalan tarihi görüp, doğru tarihe giden.
      Asya'nın ortasında Oğuz Oğulları
      Avrupa'nın Alplerinde Oğuz Oğulları,
      Doğudan çıkan biz, batı'da yine biz,
      Nerede olsa, ne de olsa kendimizi biliriz.
      Hep insanlar kendilerini bilseler,
      Bilinir o zaman ki hep biriz.
      Türk sadece bir milletin adı değil,
      Türk bütün adamların birliğidir.
      Ey birbirine diş bileyen yığınlar,
      Ey yığın yığın insan gafletleri,
      Yırtılsın gözlerdeki gafletten perde,
      Dünya o zaman görecek,
      Hakikat nerede, hakikat nerede?

      2. Mustafa Kemal Atatürk'ün Türk Tarih Tezi

      Mustafa Kemal ATATÜRK'ün, Türk Tarih Tezinde Türklerin kökeninin Orta Asya olduğu resmen dile getirmiştir. Atatürk 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisinin 130ncu toplantısının açılış konuşmasının birinci oturumunda yaptığı konuşmada bu hususla alakalı şunları söylemiştir. "Efendiler, bu insanlık dünyasında en az yüz milyonu aşkın nüfustan oluşan büyük bir Türk Milleti vardır ve bu milletin yeryüzündeki genişliği oranında da tarih alanında da bir derinliği vardır. Türk Milletinin kökünün dayandığı Türk adındaki insan, insanlığın ikinci babası Nuh Aleyhisselamı n oğlu Yasef'in oğlu olan kişidir..."

      Atatürk öncülüğünde 2 Temmuz 1932 ve 20 Eylül 1937 tarihlerinde yapılan Türk Tarih Kurultayları o devrin en ünlü yerli ve yabancı bilim adamlarının katılımlarıyla yapılmıştır. Fakat ne yazık ki Türk Tarihinin araştırılmasını amaçlayan bu çalışmalar Atatürk'ün ölümünden sonra durdurulmuştur.

      3. Türk ne demektir?

      Güneyde Himalaya dağları, kuzeyde Kuzey Buz Denizi, doğuda Kore Denizi, batıda Balkanlar'a kadar uzanan coğrafya ile Asya ve Avrupa kıtalarının yani Avrasya olarak adlandırdığımız karanın milyonlarca kilometre karelik topraklarında, son buzul çağının sona erdiği 12 bin yıl zaman derinliğinde yaşamış insanlar, meydana getirdikleri yazılı eserlerde kendilerini Türk olarak adlandırmışlar ve ortak dil olarak da Türkçeyi kullanmışlardır.

      Bu insanlar neden kendilerine Türk demişlerdir? Türk kelimesi ne anlama gelmektedir? Bunu, eski Türkçe yazıt olan ve edebi bir dille yazılan Türkistan'daki Orhun Abidelerinden öğreniyoruz.(Resim- 5)

      Bu yazıtta Türk, yaratana inanan anlamında kullanılmıştır. Fin Uygur Derneği Coğrafya Cemiyetinin 1890 yılında yayınladığı, Orhun yazıtlarının ilk çözümünü kapsayan, tahrif edilmemiş, aslına en uygun olan "Fin Atlası" kitabında birinci taş, doğu yüzü 38. satırda "Ökük Türök" yani "Rabbani Türük ", "Tanrı Türü" denilmektedir. Türklerin Orhun Yazıtlarından önceki binlerce yıllık tarihinde, Asya'nın milyonlarca kilometre kare topraklarına yayılmış yaşarlarken kendilerine verdikleri ad; "töreye uyan" "yaratanını bilir", "Rabbani Türk", "Tanrısını tanır", "Yaratanına bağlı" anlamlarında "Ökük Türök" dür. "Ökük Türök " deki "Ök" (tanrı, yaratan) Türkçe deki ses uyumundan dolayı "ük" olmuş ve kelime böylece "türük" olarak okunmuş, günümüze de Türk olarak gelmiştir. "Ök" ekinin günümüzdeki kullanımına "Öksüz ve Ökkeş" kelimelerinde rastlayabiliriz. Yaratan anlamında kullanılan "Ök" eki ile Öksüz, yaratanını yitirmiş, yetim anlamında, Ökkeş ise yaratanına bağlı anlamında kullanılmaktadı r.
      Yani günümüzden binlerce sene önce Türk kelimesi, o bölgede ve sonrasında tüm dünyaya yayılmış, yaratana inanan insanları tanımlamak amacıyla kullanılmıştır ve hiçbir zaman bir ırkı tanımlamak için kullanılmamıştır.

      O zamanın anlayışına göre, günümüzde de olduğu gibi Türk olmak için Türk ana ve babadan da türemek gerekmiyordu. Zaten 18 yy. a kadar savaşların amaç ve yöntemlerini anımsarsak pratikte de bunun böyle olamayacağını anlarız. Bir birleriyle savaşan iki taraftan yenen, yenilen tarafın erkeklerini öldürmüş kadınlarını ise kendilerine eş olarak almış, bu şekilde de neslini devam ettirmiştir. Dolayısıyla saf, arı bir ırktan bahsetmek mümkün değildir.

      Göçlerin uğrak yeri olan Türk'lerin yaşam yeri olan Orta Asya için de durum böyledir. Bu bölge içerisinde ve sonrasında dünyanın dört bir tarafına yapılan göçler (Resim-6) neticesinde ırklar, insanlar, medeniyetler karışmıştır, hakim kültür egemenliğini devam ettirmiştir. Bu büyük göçlerin neticesinde ise ortak kültürlerinde mevcudiyetlerini devam ettiren ana unsurun adı hep Türk olarak tarih boyu yaşamıştır. Bu büyük göçlerin neticesinde ise inançlarında asimile olmayarak Tanrısına inanan grupların adı hep Türk olarak kalmıştır.

      4. Etrüskler, Türk müdür?

      Orta Asya'dan dünyanın diğer yerleşik yerlerine yapılan göçler sonucunda, Orta Asya'da gelişen medeniyet ve özellikle de yazı Avrupa'ya taşınmıştır. Binlerce sene süren göçler, ilk olarak M.Ö. 5.000'lerde Iskandinav ülkelerine doğru başlamıştır. ETRÜSK olarak adlandırılan bu toplum Italya'ya gelmeden önce, Fransa'da, Glozel'de ve Avusturya'da ( M.Ö. 4.000) yaşamışlardır. Etrüskler'in M.Ö. 1.500'lerde Po ovasına oradan da maden bakımından zengin olan Etrürye denilen Toskana bölgesine yerleştikleri buralarda bulunan kalıntılardan anlaşılmıştır.(Resim- 7)

      Etrüsklerin hâkimiyeti kuzeyde Po ovasından Roma şehrinin güneyine kadar hem karada hem de denizde üstün bir medeniyet olarak sürmüştür. M.Ö. 600 yıllarında en güçlü oldukları dönemde Roma şehri M.Ö. 743 de Etrüsk' lü Romulus tarafından kurulmuştur. Roma şehrinin simgesi olan ve Roma şehrinin değişik yerlerinde bulunan heykel, Türk'lere Ergenekon'da yol gösteren efsanevi hayvan dişi kurt Asena'nın memelerinden süt emen iki çocuk simgesidir. (Resim-8 )

      Roma şehrini kuranların Etrüskler olduğu ve bunların da Türk oldukları, 2004 yılında Etrüsk mezarlarındaki kemiklerin genetik araştırmalarından da anlaşılmıştır. Italya'da Ferrara Üniversitesi Genetik bilimci Prof. Guido BARBUJANI, Firenze Üniversitesinden Prof. Davit CARAMELLI, Bologna Üniversitesi Prof. Loredana CASTRY, Parma Üniversitesi Prof. Antonella CASOLI, Pisa Üniversitesi Prof. Francesco MALLEGNI, Ispanya Barselona'da Pompeu Farba Üniversitesi Prof. Carles LALUEZA imzalı raporda yaşları 2700 ile 2300 arasında değişen 80 Etrüks iskeletinin genetik araştırması sonucunda Etrüsklerin Doğulu olduğu sonucu açıklanmıştır. Ayrıca, Etrüsklerin Orta Asya'dan gelen ama Hazar kuzeyinden gelip Avusturya'daki Insburg bölgesi üzerinden Italya'nın Po ovası bölgesine inen bir halk olduğunu, Sn.Kazım MIRŞAN'ın Etrüsklerden kalma üzeri yazılı belgeleri okumasından da anlaşılmaktadır.

      Italya'da 1995 yılında Etrüsk konusunda en yetkili bilim adamı olan Floransa'dan Prof.Dr. Giovannangelo CAMPOREALE, Sn Mirşan ile bir hafta süren görüşmeleri sonrasında Etrüsk yazıtlarının Erken Türkçe olduğunu kabul etmiştir.

      Ayrıca araştırmacı yazar rahmetli Adile AYDA, "Etrüskler Türk mü idi?" (Ankara 1974), kitabında da aynı konu işlenmiştir. Adile AYDA bu araştırmalarında özellikle Türkçe ve Etrüskçe arasında söz benzetmeleri yapmıştır. Adile AYDA ayrıca,"Herodot ( M.Ö. 484-425 ) Attika halkının Helen asıllı olmadığını söylemekte" diyerek, Etrüsk'lerin Türk olduğunu belirtmektedir.

      Roma'yı Kuran Etrüsklerin M.Ö. 100 yılına kadar bu bölgede üstünlüklerinin sürmesine karşın bir süre sonra kendi dillerini konuşmayı bırakarak Latince konuşmaya başlamışlar, sonrasında da kültürlerini kaybederek tarih sahnesinden yok olmuşlardır.

      5. Türkler ilk defa Anadolu'ya ne zaman girmişlerdir.

      Türklerin Anadolu'ya ilk defa 1071 de Malazgirt zaferi ile girdiğini iddia etmek doğru değildir! Türklerin Orta Asya'dan başlayıp Avrupa içlerine kadar uzanan izlerine rastlanmasından anlaşılacağı üzere Anadolu topraklarının 7000 yıllık sahibi Türk'lerdir ve en köklü medeniyete sahip olan Türkler Orta Asya'dan Avrupa ve Anadolu' ya, bir kısmı yine Avrupa'dan tekrar Anadolu'ya gelmişlerdir. Bunu Isveç, Norveç, Danimarka, Almanya, Isviçre, Romanya, Fransa gibi coğrafyalarda, bırakmış oldukları birçok tarihi eserlerde yer alan yazıların okunmasından biliyoruz.

      Milattan önce Anadolu'da yaşamış ve çok gelişmiş kültürleri ile çevrelerindeki insanlara medeniyet aşılamış bir topluluk olan ve bugün "Frigler" olarak adlandırılanlar, Erken Türklerdir. Bunların AFYON-ESKIŞEHIR- ANKARA-UŞAK çevresinde bıraktıkları eserler hala ayaktadır. Frig'lerin günümüze kadar kalan en büyük eserlerinden biri Eskişehir ili Han Kazası Yazılıkaya Köyündeki "Yazılıkaya" anıtıdır. Etrüskçeye benzeyen Erken Türkçe ile yazılan Yazılıkaya Yazıtı 1965 yılında Etrüsk yazıtlarını okuyup 1970 yılında "Proto-Türkçe Yazıtlar" adlı kitabını yayınlayan Sn. Kazım Mirşan tarafından 1994 yılında okunmuştur. Etrüsk yazıtlarının Etrüsk alfabesine göre (Resim-9) Türkçe okumasının yanı sıra 1998 Yılında "Etrüsklerin Tarihleri, Yazıları ve Dilleri" kitabını yazan Sn. Mirşan, Etrüsklerin dil ve inanç yapılarını da inceleyerek Etrüsklerin Türklüğü konusunu açıkça ortaya koymuştur.

      Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı Sn. Kazım MIRŞAN'ın yeni kitabını olan "ISKANDINAVYA' DAKI TÜRK YAZITLARI" kitabını yayınlamıştır. Bu kitap, Iskandinav coğrafyasında M.Ö.2300-2700 yıllarına ait eserler üzerlerinde "FUTHARK" yazısı olarak bilinen yazıların Sn. Kazım MIRŞAN tarafından "ERKEN TÜRK YAZITLARI" olarak okunmasını kapsamaktadır.

      6. Çin'deki Beyaz Piramitler.

      Doğu Türkistan'da Himalaya Dağı eteklerinde Tibet sınırına yakın Shensi Bölgesinde Çin hükümeti tarafından dünyadan gizlenen Beyaz Piramit (Resim-10) ve civarındaki 100 kadar diğer piramitler Türk'ün Orta Asya'daki geçmiş tarihinin birçok sırlarını içlerinde saklamaktadır. Meksika'daki ve Mısır'daki piramitlerin bazı araştırmacılar tarafından atası kabul edilen bu Beyaz Piramit'in Mısır'daki büyük piramitten iki misli büyüklükte ve yaşının 5000 yıl dan fazla olduğu bilinmektedir.

      Resim-10 (Beyaz Piramit bölgesinden dünya ilk defa 1912'de iki Avusturyalı gezgin sayesinde haberdar oldu, bunu 1957'de Life dergisindeki II.Dünya Savaşı'nda uçaktan çekilmiş resminin yayınlanması takip etti. En sonunda da yasaklanan bu bölgeye girmeyi başaran Alman araştırmacı Harwig Hausdort'ın fotoğrafları yayınlandı.)

      7. Psikolojik Savaş faaliyetleri altında Batının Türk tarihine bakışı

      1000 yıldan fazla süren Islamlık-Hıristiyanlı k davalarının doğurduğu düşmanlık duygusu içindeki tutucu tarihçiler, bu davalarda asırlarca Islâm'ın öncülüğünü yapan Türklerin tarihini, kan ve ateş maceralarından ibaret göstermeye çalıştılar. Türk ve Islâm tarihçiler de Türklüğü ve Türk medeniyetini Islâmlık ve Islâm medeniyeti ile kaynaştırdılar; Islâmlıktan önceki binlerce yıla ait devreleri unutturmayı Ümmetçilik siyasetinin icabı ve din gayreti vecibesi bildiler. Daha yakın zamanlarda Osmanlı Imparatorluğuna bağlı bütün unsurlardan tek bir millet yaratmak hayalini güden Osmanlılık cereyanı da, Türk adının anılmaması, milli tarihin yalnız ihmal değil, yazılmış olduğu sayfalardan kazınıp silinmesi yolunda üçüncü bir etken halinde diğerlerine eklenmiştir. Bütün bu olumsuz cereyanlar, tabii olarak, mektep programları ve mektep kitapları üzerinde bile etkisini göstermiş ve Türklüğün, çadır, aşiret, at, silah ve savaş kavramlarıyla eş anlamlı tutulması geleneği mektep kitaplarımıza kadar girmiştir.

      18. yüzyıldan sonra üretilen Avrupa merkezci tarih teorisi, insanlık tarihini, eski Yunan-Roma uygarlıkları ekseninde açıklamış ve uygarlık mirasını da Asyalı ve Ortadoğulu kaynaklardan kopararak, Avrupa' nın tekelinde göstermiştir. Batı Avrupa dışındaki halklar, bu arada Türkler uygarlık yaratan değil, uygarlık yağmalayan ikinci sınıf "barbar" ırklardan sayılmıştır.

      Bu hususta 8 nci Cumhurbaşkanı Turgut ÖZAL'ın 1988 yılında, kaleme aldırdığı "La Turquie In Europe" isimli eserinde şu ifade yer almaktadır; "Bizi Türk sayarak dışlıyorsanız bilin ki, bizim Türk denecek bir şeyimiz yoktur, uygarlık adına neyimiz varsa hepsini Yunanlılardan aldık, bizim kültürümüz Yunan kültürüdür, oğlumun adı olan Efe bile, Yunancadır; Bu nedenle, Avrupa Birliğine girmemiz için kültürel engel yoktur (....) Biz tepemizde Türk olmayan yöneticiler bulunmasını yadırgayan bir toplum değiliz, Avrupa Birliğine alınmamıza bu açıdan da herhangi bir engel yoktur!" Bu kapsamda yapılan hata ilk değildir son da olmayacaktır. Atatürk'ün ölümünden sonra iktidardaki CHP nin sözcüsü durumundaki Nurullah ATAÇ, batı kültürünün mutlak ve eksiksiz alınmasının, bunun için de Yunanca ve Latince'nin mecburi ders olarak Türk okullarında Türk çocuklarına okutulması gerektiğini savunmuştur. O devirlerde Yunan Latin eserleri okullarda ders olarak okutulmaya başlamış, hatta Latince eğitim veren liseler açılmıştır. Tüm bu çabaların mantığında, aslında ana dilimiz Türkçeyi unutturarak Türk kültürünü yozlaştırmak, değiştirmek ve yok etmek hedeflenmiştir.

      Likya'nın Yunan medeniyetinin temeli olduğunu göstermek amacıyla Likya uygarlığı konusunda ilki Akdeniz Medeniyetleri Enstitüsü (AKMED) tarafından 1977'de Istanbulda,1990 da Viyana'da yapılan Likya sempozyumları nın bir üçüncüsü 7-10 Kasım 2005 tarihinde en geniş katılımla (350 katılımcı) Antalya'da yapılmıştır. AKMED' in kurucusu ve sempozyumun (Bilgi Şöleni) şeref başkanları Suna KIRAÇ ve Inan KIRAÇ'ın düzenlediği ve Antalya valisi Alaaddin Yüksel'in açılış konuşmasını yaptığı sempozyumda Inan Kıraç Bizans ile ilgili "Bazı şeyleri dışlıyoruz. Bizim değil diyoruz. Oysa Bizans bizim. 1100 yıl birileri yaşamış, sonra ben Osmanlı olarak bunun bir parçası olmuşum. Sonra Cumhuriyet olarak devam etmişiz. Dolayısıyla Bizans'ı, 1100 yılı silip atamayız." demiştir.
      Oysaki bu bilgi şöleninde "Likya medeniyeti Yunan medeniyetinin temelini meydana getirir." iddialarına verilecek cevap, Likya konusunda Prof. Dr. Cevdet BAYBURTLUOĞLU ve diğer araştırmacılar yıllardır yaptıkları çalışmalardır. Bu araştırmaların ışığında diyoruz ki, günümüze kadar ulaşan yüzlerce Likya yazıları mademki eski Yunancadır, neden Yunanca temel alınarak hala okunamamaktadı r! Batılı bilim adamlarının Etrüsk yazılarını okunmaya muvaffak olamadıkları gibi, söz konusu olan Likya yazısı da Etrüsk yazısının bir türevi olduğundan okunamamaktadı r. Etrüsk, Pelas, Attika ve Firik yazısı ile Likya yazısı aynı kökten doğan alfabenin farklı zaman ve coğrafyalarda çok az değişmiş halleridir ama ana kök aynıdır ve bu yazılar Tarihçi Doç.Dr.Haluk Berkmen tarafından okunabilmektedir.

      Tarihçi Dr. Serhat Kunar "Antalya ve yakın çevresi" adlı kitabında, Midilli'de oturan Yunan'lıların Anadolu'da yaşayan Türklere, bayraklarındaki Kurt başından dolayı, Yunancada Kurt anlamına gelen Likos diye hitap ettiklerini belirterek Likya'lıların bıraktıkları yazılardan da bunların Erken Türk olduklarının anlaşıldığını yazmaktadır.

      1977 den beri Likya medeniyeti ile Yunan medeniyeti arasında ilgi kurmak için AKMED bünyesinde yapılan çalışmaların hiçbir bilimsel temeli yoktur.

      8. Sonuç

      Dünyada en eski uygarlığa sahip olan biz Türkler, bunun bilincinde olarak dünyanın neresinde olursa olsun atalarımızın bırakmış oldukları eserlere sahip çıkmak zorundayız!

      a. Gerçek Türk tarihi bize şunu söylemektedir:

      · Ilk Alfabetik yazıyı Türkler buldu.
      · 12 Hayvanlı Türk Takvimi Dünyadaki ilk takvimdir.
      · Ilk Ödüsleri (Devletleri) Türkler kurmuştur.
      · Pusulayı, anahtarı, saati, kağıdı ve matbaayı Türkler bulmuştur.
      · Avrupa medeniyetinin temelini oluşturan Etrüskler Türk'tür.
      · Türk Topraklarının en eski sahibi Türklerdir.

      Anadolu topraklarının eski Yunan medeniyeti ile hiçbir alakası yoktur! Anadolu topraklarının en eski sahipleri Atatürk'ün de dediği gidi Türklerdir! Bizlerden önce bu topraklarda başkalarının olduğunu kabul etmek, büyük bir yanılgıdır! Aksi takdirde herhangi bir milletin ve medeniyetin kültürel üstünlüğünü kabul etme ezikliği içerisinde olmamız, kültürel değerlerimizi zamanla kaybetmeye, sonuçta da tarih sahnesinden yok olmamıza sebep olacaktır!

      Bütün bu gaflet, delalet ve hıyanet içerisinde yapılan saldırılar karşısında süratle Atatürk'ün "Türk Tarih Tezi" gün ışığına çıkarak, yapılmış olan bilimsel araştırmalar kaldığı yerden devam ettirilmelidir. Kabul edilmelidir ki, Atatürk inkılâpları Türk Uygarlık tarihin bir ürünüdür!

      Atatürk önderliğinde, dört yıl olan lise eğitimi için hazırlanan, fakat Atatürk'ün ölümüyle 1939 (yeni kitapların hazırlanıncaya kadar bu kitaplar 1941 yılına kadar okutulmaya devam edilmiştir) yılında müfredattan kaldırılan tarih kitapları yeniden müfredatlara ilave edilmelidir.

      Ulusal birliğin en önemli öğelerinden biri tarih bilincidir. Uluslar, tarihlerine güvenerek geleceklerine yön verirler. Tarih bilinci olmayan ve bağımsızlıktan ödün veren milletlerin hayat hakkı yoktur. Bilinmeli ve hiç unutulmamalıdı r ki Bu devletin temelinde "Bağımsızlık benim karakterimdir! " diyen Mustafa Kemal ATATÜRK vardır.

      9. Kaynaklar :

      a. Kâzım Mirşan

      · "Türk Metriği"Kitabı
      · "Prototürkçe Yazıtlar" Kitabı
      · "ALTI YARIQ TIGIN" Kitabı
      · "Prototürkçeden Bugünkü Kürtçeye" Kitabı
      · "Urgun-Selene" Kitabı
      · "Anadolu Prototürkleri" Kitabı
      · "Astrofizik" Kitabı
      · "BOLBOLLAR" Kitabı
      · "Alfabetik Yazı Başlangıcı ve Glozel Yazıtları" Kitabı
      · "Alfabetik Yazı Başlangıcı" Kitabı
      · "Etrüskler" Kitabı
      · "Türk Takvimi" Kitabı
      · "Erken Türk Devletleri ve Türük Bil" Kitabı
      · "Sölgentaş Mağarası" Kitabı
      · "Iskandinavya' daki Türk Yazıtları" Kitabı

      b. Turgay Tüfekçioğlu

      "Şeytan Üçgeni" Kitabı

      c. Haluk Tarcan

      "Ön-Türk Uygarlığı" Kitabı

      d. Kaynak Yayınları, Kemalist Eğitimin Tarih Dersleri (4 cilt)

      e. Türk Dünyası Türk Kültür Dergisi S-51 8 nci Cumhur Başkanı Turgut Özal'ın Yazdırdığı "La Turquie en Europe" Kitabından.

      f. Internet

      g. Yeni Aktüel Dergisi / 2-8 Ağustos/2005

      forump3. net/tarih- turklerle- baslar-iste- belgeler- t10911.html? s=25c965b91ca1a6 2ab3f61f49917a95 f9&amp ;

      DSS
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!
      Sevgili Gülay abla dünya üzerinde kaç tane ırk var?

      Yüce yaradan Hz.Adem'i balçıktan yaratırken Hz.Adem'in ırkı neydi?

      Bir Laz ben Laz'ım ya da bir Kürt ben Kürdüm deyince etnik faşizm oluyorda Bir Türk ben Türküm deyince neden etnik faşizm olmuyor?

      İnsanlığın en üstün ırkı sevgi ırkıdır...

      Kendini üstün saymak maksadı ile övünmek günahların en büyüğüdür...

      Bu yazılara gerek yok Hepimiz Türk oğlu Türküz!


      Not: Çok uzun yazı böle yazıları kademe kademe asılsa daha eyi olur bence sevgi ile kal...
      Hak(cc) kuluna eyler nazar
      Dört kalıptan Adem dizer
      Kalleş gelmiş CUMHURİYETİ bozar
      ATAM sana haber olsun

      ENELHAK
      Bunu ırkçılık olarak algılama Yakup.Dünya tarihi ve gelişimi içinde bir kronolojidir bu.
      Neden ırkçılık ve şovenizme çekiliyor..
      Tüm tarihler boyunca insanlığın gelişiminde katkıda bulunanlar elbetteki tarihe kayıtlanmıştır.
      Binlerce uygarlık geldi geçti günümüze kadar.
      Neden bu savunma Türk Tarihi denildiğinde?
      Dünün izlerini bugünkü uluslar kendilerinde görmemezlik edemez elbet.

      Konuyu iyi okumanı istiyorum.
      "Yani günümüzden binlerce sene önce Türk kelimesi, o bölgede ve sonrasında tüm dünyaya yayılmış, yaratana inanan insanları tanımlamak amacıyla kullanılmıştır ve hiçbir zaman bir ırkı tanımlamak için kullanılmamıştır.

      O zamanın anlayışına göre, günümüzde de olduğu gibi Türk olmak için Türk ana ve babadan da türemek gerekmiyordu. Zaten 18 yy. a kadar savaşların amaç ve yöntemlerini anımsarsak pratikte de bunun böyle olamayacağını anlarız. Bir birleriyle savaşan iki taraftan yenen, yenilen tarafın erkeklerini öldürmüş kadınlarını ise kendilerine eş olarak almış, bu şekilde de neslini devam ettirmiştir. Dolayısıyla saf, arı bir ırktan bahsetmek mümkün değildir. "

      "Güneyde Himalaya dağları, kuzeyde Kuzey Buz Denizi, doğuda Kore Denizi, batıda Balkanlar'a kadar uzanan coğrafya ile Asya ve Avrupa kıtalarının yani Avrasya olarak adlandırdığımız karanın milyonlarca kilometre karelik topraklarında, son buzul çağının sona erdiği 12 bin yıl zaman derinliğinde yaşamış insanlar, meydana getirdikleri yazılı eserlerde kendilerini Türk olarak adlandırmışlar ve ortak dil olarak da Türkçeyi kullanmışlardır.

      Bu insanlar neden kendilerine Türk demişlerdir? Türk kelimesi ne anlama gelmektedir? Bunu, eski Türkçe yazıt olan ve edebi bir dille yazılan Türkistan'daki Orhun Abidelerinden öğreniyoruz.(Resim- 5) "
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      CVP: kaç?

      Yazar: seveholu Tarih: 01.08.2007 Saat: 13:21

      Sevgili Gülay abla dünya üzerinde kaç tane ırk var?

      Yüce yaradan Hz.Adem'i balçıktan yaratırken Hz.Adem'in ırkı neydi?

      [B]Bir Laz ben Laz'ım ya da bir Kürt ben Kürdüm deyince etnik faşizm oluyorda Bir Türk ben Türküm deyince neden etnik faşizm olmuyor?

      İnsanlığın en üstün ırkı sevgi ırkıdır...

      Kendini üstün saymak maksadı ile övünmek günahların en büyüğüdür...

      Bu yazılara gerek yok Hepimiz Türk oğlu Türküz!


      Not: Çok uzun yazı böle yazıları kademe kademe asılsa daha eyi olur bence sevgi ile kal...[/B]


      Yakup 4 paragraf yazmış ama bu paragraflardan bir tanesi diğeri ile aynı şeyi söylemiyor. Birinde söylediğini diğer paragrafı ile inkar ediyor. Ya da biri ile inkar ettiğini diğeri ile kabul ediyor.
      Diyor ki;
      Bir Laz ben Laz'ım ya da bir Kürt ben Kürdüm deyince etnik faşizm oluyorda Bir Türk ben Türküm deyince neden etnik faşizm olmuyor?
      Türk "Ben Türküm" dediğinde bu etnik faşizm olmaz. Çünkü Türk bu ülke vatandaşlarının tamamının ve devletin adıdır. Devletin adını ve birliğini ve bütünlüğünü savunmak ne zamandır Etnik Faşizm oluyor?

      Sonra bir şey daha demiş;

      Kendini üstün saymak maksadı ile övünmek günahların en büyüğüdür...

      Purkina'nın aktardığı yazıda "Kendini (yani Türkleri) üstün saymak" gibi bir cümle yok. Peki o zaman bu yorum nereden çıkıyor.

      Son olarak da veciz bir cümle yumurtlamış;

      Bu yazılara gerek yok Hepimiz Türk oğlu Türküz!

      Peki o zaman bu yazılara ne gerek var?

      Not: Biz hiç bir ırkı dfiğer ırklardan küçük görmüyoruz. Ne Laz ve Rum ne Ermeni ne de Türk vb. doğuştan gelen üstün özelliklere sahip değildir.
      Yakup'un herhalde Lazlar bir problemi var. Herhalde birilerinin kendilerini küçük gördüğünü zannedip bir komplekse düşmüş.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Benim hiç yurt dışı seyahatım olmadı, hep bu ülkede, yani Türkiyede yaşadım. Tanıdığım yabancıları da bu ülkede tanıdım.
      Bu ülkede çok aşağılık insan tanıdım, çok olağan üstü insan da..

      Çok sevdiğim insan var bu ülkede, nefret ettiğim de..

      Hatta aynı anababadan doğan iki kardeşten birini çok sevmeme rağmen diğerinden nefret ettiğim de oldu..

      En nefret ettiğim ise ırkçı söylemler..

      Tarih Türkle mi başlamış, başka halklarla mı umurumda bile değil..

      İnsan tüm kültürlerin, tüm yaşanmışlılkların, tüm birikimlerin bir bileşkesi.. bunu nekadar içselleştirmişsek o kadar insan olmuşuz demektir.

      Fakat yaşamakta olduklarımıza bakılırsa bunu pek becerememişiz demektir.

      Beni asıl "çileden çıkaran" bunca ırkçı, saf ırkçı söylemden sonra, bu söylemin hiç te ırkçı bir söylem olmadığını açıklamaya çalışan cümleler..

      Ulusal değerlerin korunmasına, mümkün olduğunca yaşatılmasına evet, ama tüm uluslar için, tüm emperyalist baskılara, asimilasyona direnmek adına , evet.. Ama tarih ne Türkle ne de başka bir halkla başlar.. Tarih uzun, upuzun bir evrimle başlar..bu güne gelir. "Ademle Havvaya" gelene kadar katettiğimiz yol, onlardan sonra katettiğimiz yolun milyonlarca yıl fazlasıdır..Ne yazıktırki henüz evrimleşmemizi tamamlamamışız, veya ters evrime uğramışız. Yoksa bu bu söylemler olmazdı..

      Ben insan ırkındanım ve hiç gocunmuyorum. Böceklere, bitkilere, tüm canlılara, hatta cansızlara büyük saygı ve sevgi duyuyorum. İyi ki insanım ve bunun farkındayım. Yaşamımı anlamlandıran, bana mutluluk veren her şeye-canlı,cansız-teşekkür ediyor ve şükranlarımı sunuyorum, iyiki varsınız..

      Son bir söz; tarih Türkle başlamıştır diyenlere;

      Vardığımız yer hiç de iyi değil, hatta insanlık adına kepazelik, bunun sorumlusu kim???

      Ya iyi başlatmadınız, ya da iyi götürmediniz, her koşulda suçlusunuz!!!!!!

      Selam ve sevgiler...
      Kulaksız işitmek dilsiz ifade
      Canım cananındır edem iade
      Vücut bir camidir vicdan seccade
      Onun bunun çıkarına seremem
      Yazar: Purkina Tarih: 08.08.2007 Saat: 15:25

      İnsan ırkından sn Bilenli Türkler başka bir ıkrtan mı ki bukadar katı ve ırkçı yaklaşıyorsunuz?
      Konunun içeriğinde TARİH var.
      Irkçılık sizin kendinizde.


      Abla bu sitedeki herkese ırkçı diyebilirsin bende dahil olmak üzere ama Mustafa abiye bu lafı kullanmak çok haksızca...

      Ayrıca insanoğlu yaratılırken ırk yoktu...

      Türklerin geçmişini değilde bugün nerde olduklarını ve gelecekte nerelere gelecğini tartışırsak daha eyi olacak gibi?

      Şu dünya düzeninde Türklerin söz sahibi oldukları bir şey gösterirmisin abla?

      çok zorrrr çokkk


      sevgi ile...
      Hak(cc) kuluna eyler nazar
      Dört kalıptan Adem dizer
      Kalleş gelmiş CUMHURİYETİ bozar
      ATAM sana haber olsun

      ENELHAK
      Tarihimizi incelerseniz görebilirsiniz. Batının ırkçılığını eleştirin Türkleri değil.
      sevgimle.

      Not:Sn Bilenli ırkçı bakışla yaklaşmıştır ve beni suçlamıştır.
      "Beni asıl "çileden çıkaran" bunca ırkçı, saf ırkçı söylemden sonra, bu söylemin hiç te ırkçı bir söylem olmadığını açıklamaya çalışan cümleler"
      O halde kimliksiz olalım börtü çiçek böcek laylaylom...
      Batının emperyalizimimde ırkçılığında eriyelim.
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!
      yakup senin gibi gençler büyüyüp yetiştikçe türkler hiçbir konuda söz sahibi olamayacaklar zaten.ırkçılık yapıyorsunuz diyosun ama sende türkleri kötülüyorsun ki bu en kötüsü biz türkleri savunduğumuz için bize ırkçı diyosun ayıp değilmi sen türk evladı değilmisin hemi bi de bakeyim cevapla akşam okuyacam.
      SELAMETLE ALLAHA EMANET
      SOYU SOYSUZ OLANIN SÜTÜ BOZUKTUR BEYLER
      Sayın Gülay Hanım bu yaklaşım, özür diliyorum, bu yaklaşım ırkçı değil Faşist demeliydim. Hem de en arısından faşist yaklaşımlar.. Ulusalcılıkla, anti emperyalizmle uzaktan yakından ilişkisi olmayan yaklaşımlar. Bir buluntu üzerinden yaptığınız tahliller ne bilimsel tarih, ne de bir başka tarihle vardığınız, veya bazılarının vardığı sonucu çıkarmaya yetmiyor. Demekki, inkaların, Mısırlıların, çinlilerin bıraktığı eserlerden biri Türklere ait olsaydı "Tarih Türklerle başlar" yerine " Dünyayı Türkler yaratmıştır" da diyebilirdiniz.Bu işleme zırhın bir hediye, çinli ustaların bir eseri veya halen çok moda olan kralların krallara bir hediyesi olduğu ortaya çıktığında tarih kimlerle başlayacak acaba..??????? Tarih bizle başlamış veya başlamamış umurumda bile değil.. Başlasa da anti emperyalistim, başlamasada.. Çünkü benim anti emperyalist oluşumu bu belirlemez..
      Irkçı, faşist yaklaşımlar bize bir fayda sağlamamıştır, sağlayamaz...
      Artık, Türk, Kürt,Ermeni, Rum, gibi etnik, müslüman, yahudi,hristiyan, ateist gibi dini yaklaşımlar bana gına getirdi..

      Anadolu çölleşiyor...
      Dünya çölleşiyor..
      İnsanlık erozyona uğruyor..

      Dünya yok oluyor..

      Ben bunun derdindeyim..

      Uyduruk sorunlarınızla siz uğraşa durun... Bu durum da
      Umurum da bile değilsiniz.

      Selam ve sevgiler..
      Kulaksız işitmek dilsiz ifade
      Canım cananındır edem iade
      Vücut bir camidir vicdan seccade
      Onun bunun çıkarına seremem
      mustafa abi dünyayı senmi yarattın herşey olacağına varır sen kurtaramazsın eğer türküm demeye çekinip ^^^türküm diyenlere^^ırkçı diyosanız bu ülkede yaşayıp bu ülkenin ekmeğini yiyosanızki yiyorsunuz çünkü ailece memursunuz en fazla devletten yararlananlardansınız ve hala birilerinin görüşlerine emperyalizm faşizm vs vs diyorsanız bu ülkede yaşamayın çünkü bu topraklar atalarımızın kanıyla alındı lazı kürdü abazası çerkezi hepsi ama hepsi türklük adına kanlarını canlarını verdiler.işte bu sebepten etnik köken ayrıt etmeden türkiyede yaşayan veya yaşamayan türküm diyen herkese ne mutlu türkülüğü kabullenmeyen çıksın gitsin birileri gibi elbet fason vatanlar bulunur.
      selametle ALLAHA EMANET.
      SOYU SOYSUZ OLANIN SÜTÜ BOZUKTUR BEYLER
      Türküm diyenlere kim ırkçı demiş, ya yazdıklarım okunmuyor, ya da herkes bildiğini yazıyor.. Ben de bir Türküm..
      Uyduruk tarihe ihtiyacımız mı var? Yeterince tarihimiz yok mu? Bunu abartmanın anlamı ne? Biz tarihi 200 küsür yıl olan bir milletmiyiz? Tarihte yeterince bir yerimiz var zaten.. Bunu kimse ne tarihten silebilir ne de inkar edebilir.. Bunun ötesine geçmek şovenizm, daha ötesine geçmek ırkçılık, daha da ötesini zorlamak faşizmdir.. Bu yapılanlarda aynen budur.. Ben bir Türk olarak bunlara karşı çıkıyorum. Bir Türk olarak; şovenizme, ırkçılığa ve faşizme karşıyım.. Bu mu zorunuza gidiyor. Ortaasyada yüzlerce binlerce yıl hüküm sürmüşüz, bir kaç kabasaba dikilitaştan başka ne eserimiz var? At sırtında yaşayan, göçebe bir halktan daha fazlası da beklenemez zaten.. Bu beni hiç gocundurmuyor. Atalarımla gurur duyuyorum.. Oldukları kadarıyla.. Biz onlara layık olabildik mi, beni bu ilgilendiriyor.. tarihin bizle başlayıp başlamadığı, tekrar ediyorum , umurumda bile değil.. Bugün ne yaptıkları, bu uzun ve zorlu tarihe ne kadar sahip olduğumuz beni daha çok ilgilendiriyor.. Ve ben bazılarının aksine sahip oldukları " o hayali tarihe değil" gerçek tarihe bile uygun davranışta bulunmadığımızı söylüyorum..

      Tarihin canı cehenneme..
      Emperyalizminde..

      Sayın Gülay hanım beni ırkçı bir yaklaşımla suçluyor...
      Hiç olmadığım olamayacağım bir şeyle suçluyor beni..
      Yaşamı ırkçılıkla, yobazlıkla mücadele ile geçmiş birine bu suçlama kim tarafından yapılırsa yapılsın u y m a z....

      Afrikanın veya dünyanın bilmem neresinde yeni keşfedilen, çırılçıplak bir kabilesine bile ırkçı yaklaşımlara , onu aşağı görmeye, ilkel görmeye karşı olan bana bu yakıştırma hiç yakışık değil...

      Uyduruk tarih tezlerinden sayfalar dolusu alıntı yapmak kolay, nasılsa birileri bir nedenle oturmuş yazmış.. Ama bunun Türklere bir fayda sağlamadığı tam tersine olan tarihimiz hakkında bile kuşku uyandırabileceğini söylemek, yanlış, öyle mi? Öyle tarih tezleri okuduk ki, nerdeyse dünyada Türkten başka ırk yok, avrupa Türk, kızıldereliler Türk, Anadoluda yaşayan tüm eski halklar Türk.. Sanırım zencilerde güneşte fazla kalmış , esmerleşmiş Türk..

      " Bütün Halklar Kardeştir."

      " Halkları Düşman Kılanlar Kalleştir."

      Diyor, bitiriyorum...
      Kulaksız işitmek dilsiz ifade
      Canım cananındır edem iade
      Vücut bir camidir vicdan seccade
      Onun bunun çıkarına seremem

      Tarih Boyu Türk Devletleri, imparatorluk ları..::CTO::..

      TÜRK DEVLETLERİ

      iMPARATORLUKLAR:

      1- İskit -Saka İmparatorluğu (M.Ö.6.Asır - M.S.2. asır).
      2- Büyük Hun İmparatorluğu (M.Ö.4.asır - M.S. 48).
      3- Batı Avrupa Hun İmparatorluğu (374 - 469 )
      4- Akhun (Eftalit)İmparatorluğu ( M.Ö, 4.asır sonları - 577 ).
      5- Göktürk İmparatorluğu (582 - 630 )
      6- Doğu Göktürk İmparatorluğu(582 - 630 )
      7- Batı Göktürk İmparatorluğu (582 - 630 )
      8- 2.Göktürk İmparatorluğu (681 - 744 )
      9- Uygur İmparatorluğu (744 - 840 )
      10-Avar İmparatorluğu (6.asır - 805 )
      11-Hazar İmparatorluğu (7.asır - 965 )
      12-Büyük Selçuklu İmparatorluğu ( 1040 - 1157 )
      13-Harzemşahlar İmparatorluğu ( 1097 - 1231
      14-Timur İmparatorluğu (1370 - 1405 )
      15-Babür İmparatorluğu ( 1526 - 1858 )
      16-Osmanlı İmparatorluğu ( 1299 - 1922 )

      DEVLETLER:

      17-Kuzey Hun Devleti (48 - 156 )
      18-Güney Hun Devleti (48 - 216 )
      19-1.Chao Hun Devleti (304 - 329 )
      20-2.Chao Hun Devleti (328 - 352 )
      21-Hsia Hun Devleti (407 - 431 )
      22-Kuzey Lisag Hun Devleti (401 - 439 )
      23-Lou - İan Hun Devleti (442 - 460 )
      24-Tabgaç Devleti (386 - 557 )
      25-Doğu Tabgaç Devleti (534 - 557 )
      26-Batı Tabgaç Devleti (534 - 557 )
      27-Cücen Devleti (390 -545)
      28-Tukyu Devleti (545 - 658 )
      29-Kuşhan Devleti ( 4.asır - 5.asır )
      30-Turfan Uygur Devleti (911 - 1368 )
      31-Şato Türk Devleti (907 - 923 )
      32-Tang Şato Devleti (923 - 936 )
      33-Tsin Şato Devleti (937 - 946 )
      34-Kan - Çou Uygur Devleti 905 - 1226 )
      35-Türgeş Devleti (717 - 766 )
      36-Karluk Devleti (766 - 1215 )
      37-Kırkız Devleti (840 - 1207 )
      38-Sabar Devleti (5.asır - 7.asır )
      39-Onogur Devleti (5.asır - 6.asır )
      40-Tugurkur Devleti (5.asır - 6.asır )
      41-Uturgur Devleti (5.asır - 6.asır )
      42-Basaraba Türk Devleti (Romen Devletinin başlangıcı - 1330 )
      43-Karahanlılar Devleti (840 - 1042 )
      44-Doğu Karahanlı Devleti (1042 - 1211 )
      45-Batı Karahanlı Devleti (1042 - 1212 )
      46-Oğuz,Yabgu Devleti ( 10.asırın ilk yarısı - 1000 )
      47-Gazneliler Devleti (969 - 1187 )
      48-Suriye Selçuklu Devleti (969 - 1187 )
      49-Kirman Selçuklu Devleti ( 1092 - 1187 )
      50-Anadolu Selçuklu Devleti (1157 - 1194 )
      51-Irak Selçuklu Devleti (1157 - 1194 )
      52-Eyubi Devleti (1171 - 1348 )
      53-Hindistan Türk Devleti (Delhi Türk Sultanlığı 1206 - 1413 )
      54-Mısır Türk Devleti ( 1250 - 1383 )
      55-Karakoyunlu Devleti (1380 - 1469 )
      56-Akkoyunlu Devleti (1350 - 1502 )
      57-Timurlular Devleti (1405 - 1507 )

      BEYLİKLER :

      58-Uygur Beyliği (8.asır )
      59-Karluk Beyliği ( 13.asır )
      60-Tolunlular Beyliği (868 - 1417 )
      61-Akşitliler Beyliği (935 - 969 )
      62-İzmirliler Beyliği (10.asır )
      63-Dilmaçoğulları Beyliği (1085 - 1192 )
      64-Danişmentli Beyliği (1092 -1178 )
      65-Saltuklu Beyliği (1092 - 1202 )
      66-Sökmenliler Beyliği (1100 - 1207 )
      67-Artuklu Beyliği (1101 -1409 )
      68-Mengücük Beyliği (1118 - 1183 )
      69-Erbil Beyliği (1146 - 1232 )
      70-Çobanoğulları Beyliği ( 1227 - 1309 )
      71-Karaman Beyliği ( 1256 - 1433 )
      72-İnanç Beyliği (1261 - 1368 )
      73-Sahip Ata Beyliği (1275 - 1341)
      74-Pervane Beyliği (1277 - 1322 )
      75-Menteşe Beyliği (1280 - 1424 )
      76-Çandarlı Beyliği (1292 - 1462 )
      77-Karesi Beyliği (1297 - 1360 )
      78-Germiyan Beyliği (1300 - 1429 )
      79-Hamit Beyliği ( 1301 - 1423)
      80- Saruhan Beyliği (1302 - 1410 )
      81-Aydın Beyliği (1308 - 1426 )
      82-Teke Beyliği (1321 - 1390 )
      83-Eretna Beyliği (1335 - 1381 )
      84-Dulkadir Beyliği (1339 - 1521)
      85-Ramazan Beyliği (1352 - 1608 )
      86-Dobruca Beyliği (1354 - 1417 )
      87-Kadı Burhanettin Beyliği (1381 - 1398 )
      88-Eşref Beyliği (1300 - 1326 )
      89-Bercem Beyliği (12.asır)
      90-Yaruklular Beyliği (12.asır )


      ATABEYLİKLER :

      91-Şam Atabeyliği (1117 - 1154 )
      92-Musul-Halep Atabeyliği (1127 - 1259 )
      93-Azerbaycan Atabeyliği (1146 - 1225 )
      94-Fars Atabeyliği ( 1147 - 1284 )

      HANLIKLAR:

      95-Büyük Bulgar Hanlığı (630 - 665 )
      96-Volga Bulgar Hanlığı (665 - 1391 )
      97-Tuna Bulgar Hanlığı ( 681 - 864 )
      98-Peçenek Hanlığı (860 -1091 )
      99-Uz Hanlığı (860 - 1068 )
      100-Kuman-Kıpçak Hanlığı (9.asır - 13.asır )
      101-Özbek Hanlığı (1428 -1599 )
      102-Kazan Hanlığı (1437 - 1552 )
      103-Kırım Hanlığı (1440 - 1475 )
      104-Kasım Hanlığı (1445 - 1552 )
      105-Astrahan Hanlığı (1466 -1554 )
      106-Hive Hanlığı (1510 - 1920 )
      107-Sibir Hanlığı (1556 - 1600 )
      108-Buhara Hanlığı (1599 - 1785 )
      109-Kaşgar Hanlığı (15.asır - 1877 )
      110-Hokand Hanlığı (1710 - 1876 )
      111-Türkmen Hanlığı (1860 - 1885 )


      CUMHURİYETLER :

      112- Azerbaycan Cumhuriyeti ( 1918 - 1920 )
      113-Batı Trakya Türk Cumhuriyeti (ilk kuruluş 31.8.1913, ikinci kuruluş 1915-1917 ,
      üçüncü kuruluş 1920 -1923 )
      114-Türkiye cumhuriyeti (1923 )
      115-Hatay Cumhuriyeti (1938 - 1939 )
      116-Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti (1983 )
      117-Kazak Türk Cumhuriyeti ( 1990)
      118-Özbekistan Türk Cumhuriyeti (1990 )
      119-Kırgızistan Türk Cumhuriyeti (1990 )
      120-Türkmenistan Türk Cumhuriyeti (1990 )
      121-Azerbaycan Türk Cumhuriyeti (1990
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Hazar İmparatorluğu

      Hazar İmparatorluğu

      Hazarlar, İdil kıyıları ve Kırım yarımadası arasında imparatorluk kuran bir Türk boyudur (468-965). Hazarların, Batı Hun Devleti'nin yıkıntıları üzerinde devlet kurdukları (468), Göktürk İmparatorluğu'nun batı kolu olarak gelişme gösterdikleri, Göktürkler ile eş kaynaktan geldikleri anlaşıldı. Türk adını almaları da bu yüzdendir.

      Hazarlar, Sasanîler'le sık sık savaşırlardı. Bizans'la aralarında daha çok barışa dayanan bağlantılar vardı. 627 yılında yapılan Bizans-İran savaşında Hazarlar, Sasanîler'e karşı Bizans'ı tuttular. VII. yüzyıl sonlarına doğru Arran Hıristiyanlarının Hazarlar üzerindeki dinî baskıları arttı. Yavaş yavaş eski dinleri olan Şamanlığı bıraktılar. İslâm'ın doğuşundan sonra hızla gelişen Arap saldırıları, kısa bir süre içinde Âzerbaycan'a yayıldı. İstanbul'u kuşatan Emevî ordularına karşı Bizans; Hazar ve Bulgar Türklerinden yardım istedi (718). Bizans'ın yardımına koşan Hazarlar, Arapların tepkisini üzerlerine çektiler. Bu yüzden, bu bölgeyi ele geçiren Araplar, 721-723 yıllarında Hazar topraklarına saldırdılar, başkent Belencer'i aldılar. Bunun üzerine Hazar hanı İdil ırmağı kıyısındaki Akkale ilini başkent edindi. Daha sonra Mervan bin Muhammed, bir ordu ile Belencer'e kadar geldi, şehri yaktı.

      Derbend'e Arap birlikleri yerleşti. Araplar, bu saldırıların bir süre ardını bırakmadı. 737 yılında, gene Mervan bin Muhammed, yüz elli bin kişilik büyük bir ordu ile Etil şehri üzerine yürüdü. Oldukça korkulu yollardan, derin vadilerden geçen Mervan, bu ordu ile Kür nehri kıyısındaki Kasak şehrinden Hazarların Dağıstan'daki büyük illi olan Semender üzerine yürüdü. Orduyu, biri Derbend, biri de Daryal geçidi olmak üzere iki ayrı yoldan geçirerek birdenbire Hazarlara saldırdı. Hazarlar, bu beklenmedik saldırı karşısında pek tutunamadılar. Mervan bin Muhammed, ordusunu kolayca Etil'e gönderdi, şehri kuşattı. Hazar hakanı, İdil nehrinin öteki kıyısına geçerek, tarhanlardan kurulu 40 000 kişilik bir ordu ile, Arapların nehri aşmalarını önlemek istedi. Mervan, bu çarpışma sonunda, 20 000 aileyi esir alarak Derbend taraflarına sürdü. Anberi adlı kumandanın yönetimi altına verdiği 40 000 kişilik seçme Arap ordusunu da tulumlara bindirerek nehrin doğu yakasına geçirdikten sonra, Hazar Tarhanının ordusunu dağıttı, Tarhanı öldürttü. Bunun üzerine Hazar hakanı, barış istemek ve antlaşma imzalamak zorunda kaldı. Mervan bin Muhammed, Hazar hakanına, Etil'e dönme izni verdi. Ayrıca, İslâm dinini Hazarlar arasında yaymak amacıyla Sabit el-Esadî ve Abdurrahman Hulânû adlı iki Arap hukukçusunu, Hazar hakanının yanında bıraktı. Araplar karşısında başarısızlığa uğrayan Hazarlar, VII. ve VIII. yüzyıllarda Avrupa ve Bizans ülkelerinde durumlarını korudular. Kırım ve Azak ülkelerinde daha da güçlendiler. Kırım Gotları, bu yüzyıllarda Hazarlara bağlıydılar. Başlarında Hazar hakanı tarafından tayin edilen bir vali bulunurdu. Bu genel valilere, Göktürk ve Hazar devletlerinin öteki bölgelerinde olduğu gibi, Kırım'da da tuyun adı veriliyordu. Gotlar, kendi içlerinde bağımsızdı. Daha sonraki yıllarda Hazarlar, yavaş yavaş Gotların bağımsızlıklarına son verdiler (787). Bu arada Hazarlar, Don ırmağı üzerinde, bozkır kavimlerinin saldırılarını önlemek amacıyla, Sarhil adını verdikleri bir kale yaptılar. Ukrayna'nın başkenti olan Kiev'de, Hazar hakanına bağlı üç kardeş tarafından yaptırılmıştı.

      Bu ağır yenilgiden sonra, Hazarlarla Araplar arasındaki gerginlik arttı. Ast Tarkan kumandasındaki 100 000 kişilik bir Hazar ordusu, Kafkas dağlarından hızla güneye indi. Daha önce Arapların saldırısına uğrayan Ermeniye ve Âzerbaycan'a girdi (765). Bütün şehirleri yağma etti. 100 000 Müslüman'ı esir alarak götürdü. Bununla, Hazar kumandanı, otuz yıl önceki ağır yenilginin öcünü aldı. Güneyde Araplara yenilen Hazarlar, batıda, özellikle Avrupa devletleri karşısında önemli bir varlık olarak kaldılar. 787 yılında Gotların Kırım'daki kalelerini alarak, oradaki hakimiyetlerine son verdiler. Araplar gibi, Bizanslılar da Hazarlarla birtakım akrabalıklar kurma yoluna gittiler. İmparator II. Justinianus, Hazar hakanının kızkardeşiyle, İmparator V. Konstantinos bir Hazar prensesiyle evlendi. Halife Harun-ür- Reşid zamanında Hazar hakanı ve yakınları Musevî dinine girdiler.

      Hazar İmparatorluğu, bir yandan Norman-Rus, bir yandan Selçuklu ve Kıpçak saldırıları sonucu sarsıldı. Gittikçe kuvvetlenen Ruslar, Kiev'i Hazarların elinden aldılar (866). Bu olaydan sonra Rusların, Hazar topraklarına yaptıkları akınlar sıklaştı. 965 yılında Svyatoslav kumandasındaki bir Rus ordusu, bütün Hazar şehirlerini yakıp yıktı. Dağılan Hazar halkı, bazı adalara sığınmak zorunda kaldı. Hazarlar, bir süre sonra Azak ve Kırım'da küçük prenslikler kurarak yaşamaya başladılar. Bizans'ın yardımıyla Ruslar buraları da kendi topraklarına kattılar (1016). Aynı yıllarda, Aşağı İdil ve Terek'teki Hazar devletleri de Oğuz (Selçuklular) ve Kıpçakların saldırıları sonunda ortadan kalktı. Geniş bir alana yayılan Hazarlar; Kıpçaklar, Peçenekler, Oğuzlar gibi yeni Türk boylarına karıştılar. Altınordu hakanı Sürbidey Noyan, Etil şehrinde bağımsız yaşayan Hazarların hakimiyetine son verdi (1299), şehrin yakınlarında, Altınordu Devletininin başkenti olan Saray'ı kurdu. Hazar kağanları, sırasıyla şunlardır: Bulan (620-?); Ubaca; Hızkiya; Menaşe I; Hanuka; İshak; Sabulon; Menaşe II; Nisi; Harun I; Menahem; Benyamin; Harun II (?-931); Yusuf (931-965).


      Medeniyet

      Bazı kaynaklara göre Göktürk, bazı kaynaklara göre Rus veya İbranî yazısı kullandıkları söylenen Hazarlardan günümüze kadar, ancak iki adet yazılı belge kaldı. Bunlardan birisi, Hazar hakanı Yusuf bin Harun tarafından, Endülüslü Musevî devlet ve bilim adamı Hasday bin İshak bin Şaprût'a gönderilen mektuptur (960). Öteki ise bilinmeyen Hazarlı bir Musevî tarafından, hakan Yusuf zamanında (931-965) yazılan bir mektubun, Mısır'da Keniset-el-Şâmi'de bulunan parçalarıdır. Birinci mektupta, hakan Yusuf, şeceresini saymakta, Musevî dinine girmekle ilgili bilgiler vermektedir. Mektupta ayrıca, Hazar ülkesinde yaşayan boyları, bunların yaşayış tarzını anlatan cümleler vardır. Mektuptan anlaşıldığına göre Hazarlar, yarı göçebe, yarı şehir hayatı yaşarlardı. Nitekim, bu bilgileri bazı Arap kaynakları da doğrular. Genellikle yazın çadırlarda, kışın şehirlerde oturuyorlardı. En ünlü şehirleri, Etil, Saksın, Belencer, Sarkil ve Semender'di. Başkent Etil'in, İdil ırmağı kıyısında kurulduğu sanılır. Şehrin batı kesimine Etil (Sarığşın da denir), doğu kısmına Hazarân (Hanbalığ da denir) deniliyordu. Irmağın ortasında, şehrin iki yakasına dubalı köprülerle bağlı bir ada vardı.
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!
      Ak Hun İmparatorluğu

      Büyük kısmı Volga'dan batıya geçen Hunlardan, Güney İran'a ve Batı Afganistan'a inen bir bölük olduğu tahmin edilen Orta Doğu Hunları'nın hiç olmazsa, Ak Hun-Eftalit devleti hanedan ailesi ile hakim zümresini teşkil ettikleri ileri sürülmüş; veya bu devlet, Töleslerden Chao-ché (Kao-kü)= Uygurların ataları)'lere bağlı Hua kolu mensuplarının Cungary bozkırlarından Horasan bölgesine geçerek 5. asrın ortalarına doğru bir siyasî teşekkül haline gelmesi ile ilgili görülmüştür. Hun tarihinin bu noktası oldukça karanlık bir manzara taşımaktadır. Hakimiyetini Hazar kıyılarında Kuzey Hindistan'a, Afganistan'a, îç Asya'ya kadar genişleten bu kavmin veya kavimler topluluğunun çeşitli vesikalarda birbirinden farklı adlarla anılması durumu daha da karıştırmakta gibidir. Vaktiyle Ed. Chavannes Yeta'ların neş'et ettiği Hua (Hoa) topluluk adı ile "Hun" kelimesinin yakı ilgisi bulunduğunu düşünmüş ve J. Marquart türlü adlarla zikredilen bu kavmin, Priskos'daki Kidarita (Sasanî imparatorluğu hududunda Kafkaslarda oturan Hunlar)'lardan ibaret olduğunu ileri sürmüştü. Bizans'lı tarihçi Theophanes(8. asrın 2. yarısı)'e göre "Ephtalit" adı, Sasanî imparatoru Peroz (Fîrüz. 459-484)'u mağlüp eden Hun hükümdarı Ephtalanos'tan alınmıştır. Bu adın aslında, Eftalit paraları üzerinde görülen Hephthal-khion olduğu ve birinci kelimenin sülale adını, ikincisinin de kavim ismini gösterebileceği bildirilmiştir. Diğer taraftan İskenderiyeli Kosmas İndikopleustes (545-549 arası) ile Bizans tarihçisi Prokopios (545-550 arası)'un eserlerinde ve eski Hind vesikalarında aynı kavimden Ak Hunlar(Bizans: Devkhoi Ounni; Hind: Şveta-Huna) diye bahsedilmiştir. 520 yılında Ak Hun-Eftalit hükümdarını ziyaret eden Çinli seyyah Song Yün'ün notlarından bu kavmin Hunlarla akrabalığı anlaşılıyordu. 5. asrın ilk yarısında Sasanîlerle çarpışan Ak Hun hükümdarı "Khakan" unvanını taşıyordu ve Afganistan bölgesindeki Ak Hun prensinin unvanı da "Tegin" idi. Bölge yerli halkının İranî asıldan olduğu şüphesizdir.

      Ak Hun-Eftalit meselesi, son zamanlarda bilhassa K. Czegledy'nin geniş araştırması ile oldukça açıklık kazanmış görünüyor. Buna göre, tarihî gelişme M. 350 yıllarında Altaylar havalisinden batıya doğru cereyan eden büyük göç hareketi ile ilgilidir. İç Asya'da Hun idaresinden sonra iktidara gelen Siyenpilerin yerine kurulan büyük Juan-juan devletinde Uar ve Hun adlarında iki kabile grubu 350'lilerde bilinmeyen bir sebeple o devletten ayrılarak bugünkü Güney Kazakistan bozkırına gelmiş, buranın eski Hun halkını Volga'ya doğru ittikten (Avrupa Hunları) az sonra güneye yönelerek Afganistan'ın Toharistan bölgesine inmişti. 367'ye doğru, buradaki eski Kuşan (Büyük Yüe-çi) ülkesine hükmeden "Kidarita" hanedanı (ihtimal İran asıllı)'nı da Baktria (Belh havalisi)'ya süren bu îç Asyalı kütle, söylendiği gibi, Uar (= Avar; ) ve Hun kabileler birliği idi. Bu birlik daha sonra Kangkü (Çu-Maveraünnehir) ve Sogd (Semerkand ve havalisi)'un hakimleri olarak (Çince'deki Hiung-nu ve Avrupa dillerindeki Hun şekilleri arasında mahallî söylenişlere göre bazı ufak değişiklikler gösteren) yukarıda sıraladığımız adlar altında anılmıştır. Hakimiyetini batıda Hirkania (Gurgan. Hazar denizinin güneyi)'ya kadar genişleten bu devlet 5. asır ortalarından itibaren Heftal adında yeni bir hükümdar ailesine sahip olmuş (bu ad ilk defa 457'de görülüyor) ve yıkıldığı 557 yılına kadar hem sülale, hem kavim olarak öteki adlar ve Ak Hun adı ile birlikte bu adı da taşımıştır. Yapılan tespitlere göre, devlette rol oynayan kabilelerden bazıları şunlardı: Kadis-hun (Herat civarında. Pers kaynaklarında Hvon, Prokopios'da Eftalit diye zikredilen bu kabile sonra İran'ın batısına göçmüştür; "Kadisiya" yer adının menşei), Zavul (Zabul; bundan Zabulistan), Çol (Çöl? Gurgan = Curcaniye, havalisinde), Kernıikhion (Karmir-hyon= Kızıl? Hun), Askil-Eskil Bunlardan hiç olmazsa bir kısmının yerli olduğu aşikardır.

      Sogd bölgesini ele geçirdikten sonra İran üzerine baskı yapan Uar-hunların 9 yıl kadar süren (358'e doğru) şiddetli hücumları karşısında yıkılma tehlikesi geçiren Sasanî imparatorluğu Şapur II'nin gayretleri ile kurtuldu. Hatta iki taraf arasında ittifaka varan bir antlaşma oldu ve bu durum üç nesilden fazla bir süre devam etti (bu arada, Şapur'un, 359'da Amida (Diyarbakır)'yı kuşatmasında yardımcı olarak Hun kuvvetleri de bulunmuştu). Fakat Bahram Gor zamanında (420-438) başlayan yeni taarruzlar (427'den itibaren), Sasanîleri sarstı. Sogd bölgesinden Ceyhun'un güneyine doğru gelişen istila hareketinin Bahram Gor tarafından başarı ile durdurulması onun en şöhretli ("kurtarıcı") İran imparatorlarından sayılmasına vesile oldu. Halefi Yazdgird II zamanının (438-457) sonlarına doğru Uar-Hun (Ak Hun)'ların başında büyük hükümdar, Eftal (Abdel) hanedanından, Kün-han (Kun-han Priskos'da Kougkhas, İslam kaynaklarında Akh.ş.n.var vb.) îran iç işlerine karışarak, himayesine aldığı veliaht Peroz(Fîrüz)'u Sasanî tahtına çıkarmış (459-484), hakimiyetini Kuzey Hindistan'a doğru genişleterek orada, başında Skandagupta'nın bulunduğu Gupta devletini dağıtmıştı (470'e doğru). 484 yılında Ceyhun kıyılarında Ak Hun-Eftalitler tarafından mağlup edilerek Herat bölgesini kaybeden ve yıllık vergiye bağlanan Sasanîler'in bu sırada geçirdiği dinî-içtimaî bir sarsıntı ülkelerini ihtilale sürükledi. Bu, Mazdek isyanı idi. Mazdek, Mani inancındaki "ikili" telakki (ışık-karanlık, iyilik-kötülük mücadelesi) üzerine sosyal huzursuzluk amillerini de ekleyerek, o tarihlerde yorulan ve iktisadî darlık içine düşen topluluğu kurtarmak iddiası ile düşüncelerini yaymağa başlamıştı. Buna göre, insanların saadetini bozan iki unsur vardı. Biri servet, diğeri kadın. Bunlardan her ikisi de herkesin ortak malı olduğu takdirde yeryüzünden kötülük kalkacaktı. Bu tipik komünist propaganda neticesinde arazi ve servet sahipleri ile aile müessesesine karşı kışkırtılan halk, Mazdek ve müritleri tarafından ayaklandırıldı. Din adamları ve asiller öldürüldü, kadınlar tecavüze uğradı, evler ve konaklar yağmalandı, tahrip edildi. Devletin sıhhat kazanacağı hususunda Mazdek'e inanmak gafletini gösteren Şah Kavad (veya Kubad, 488-496 ve 498-531) da hapsedilmişti; fakat o kurtulmak imkânını bularak komşu Ak-Hunlara sığındı (496). İran'da olup bitenleri yakından takip eden Ak Hun hükümdarı, insanlık yararına hiçbir şey göremediği Mazdek hareketini kırıp yok etmek için, Kavad'ı 30 bin kişilik Hun süvari birliği başında İran'a gönderdi. Bu suretle Şah, ihtilali bastırdı (498-499) ve hadiselerin gelişmesinden felaketin derecesini kavrayan halkın da yardımı ile Mazdek ve taraftarları yakalanarak idam edildi. Tabiatiyle, temizlik ve ülkenin sükûnete kavuşturulması uzun bir zamana ihtiyaç gösterdiğinden, Sasanî imparatorluğunda hak, adalet ve mülkiyet esasında normal nizam, daha ziyade, Kavad'ın oğlu Husrev I. Anüşîrvan (531-579) devrinde kurulmuştur ki, bu şehinşah tarihte "Adil" lakabı ile anılır.

      Çin kaynaklarına göre, iç Asya'da Hoten, Kuça, Aksu, Kaşgar ve etrafını hakimiyetlerine alan Ak Hun-Eftalitler bu arada Kuzey Hindistan'ı da zaptetmişlerdi. Bu harekat "Tegin" unvanını taşıyan ve Kabil'de oturan Toramana adındaki başbuğ tarafından idare edilmişti199. 6. yüzyılın ilk yarısında ise Toramana'nın oğlu Mihiragula (Gollas, 515-545) imparatorluk güney kanadının en azametli hükümdarı görünmektedir. Ordusunda daima 700 savaş filinin bulunduğu rivayet edilir. Fakat Budist rahipler (Song Yün ve ondan bir asır sonra buraya gelen Hiuen-tsang) bu "Huna kralı"ndan hoşlanmamışlardır. Çünkü Mihiragula Budizmi ülkesi halkı için tehlikeli sayıyor ve Budistleri kontrol altında tutuyordu. Buna karşılık, İskenderiye'den Hindistan'a giden tüccar (sonra keşiş) Kosmas tarafından ve 530 tarihli Gwalior kitabesi ile Sanskrit yazılı "Keşmir Vekayinamesi"nde Mihiragula Hindistan'ın en büyük hükümdarı olarak tasvir edilmektedir.

      İran'da Anüşîrvan büyük bir devlet adamı olarak belirdikçe Ak Hun-Eftalitler sönükleşti. 552 yılında Orta Asya'da Göktürk hakanlığı kurulup İstemi Yabgu, Maveraünnehir bölgesinde faaliyete geçtiği zaman ise, iki büyük imparatorluk arasında sıkışan Ak Hun-Eftalit devletinin, Göktürklerin mücadeleye giriştikleri Juan-juanlarla olan siyasi ve sıhrî rabıtaları da fayda vermedi. Anüşirvan ve İstemi'nin ortaklaşa hareketleri neticesinde Ak Hun iktidarı yıkıldı ve ülke Göktürklerle İranlılar arasında paylaşıldı (557).

      Üç kol halinde gelişmiş olan Hun siyasi hakimiyeti Kafkasya'daki (Derben kuzeyi- Hazar denizi arasında) Hunların Hazar hakanlığı idaresine girinceye kadar süren kısa hakimiyetleri dışında- bu suretle tarihe karışmakla beraber, Hunlara mensup Türk soyundan çeşitli kütleler , Büyük Hun, çağında şahsiyetini bulan zengin kültürleriyle göreceğimiz gibi, Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında Tabgaç, Göktürk, Türgiş, Karluk, Uygur, Oğuz, Bulgar, Sabar, Hazar, Kuman vb türlü adlar altında ve yeni güçlü devletler, imparatorluklar kurarak yaşamaya devam etmişlerdir. Türk milleti denilen büyük alemin çocukları olan bu kütleler, aynı zamanda Rus, Macar, İslav-Bulgar, Romen, Gürcü devletlerinin kuruluş ve gelişmelerinde başlıca rol oynamışlar ve daha sonraki bütün Türk-İslam siyasi teşekküllerine askeri, hukuki ve sosyal yönlerden ana kaynak vazifesi görmüşlerdir.
      Resimler
      • akhunhunlaris3.gif

        348.41 kB, 900×574, 498 defa görüntülendi
      • akhunmparatorluufn1.jpg

        69.96 kB, 0×0, 325 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Batı Hun İmparatorluğu

      Batı Hun İmparatorluğu

      Milâttan sonraki ilk yüzyılda Büyük Hun İmparatorluğu Doğu ve Batı Hunları olmak üzere iki ayrı devlete bölündüler. Bunlara Güney ve Kuzey Hunları da denir. Böylece Batı Hun İmparatorluğu kuruldu. Milattan sonra üçüncü yüzyılın başlarında başka bir Türk kavmi olan Siyenpiler Hunlar ile iktidar mücadelesine giriştiler. Sonunda Moğolların ve bazı Türk boylarının da yardımıyla Hunların hâkimiyetine son verdiler (220).
      Resimler
      • bathunmparatorluu2yp4.gif

        446.94 kB, 900×660, 318 defa görüntülendi
      • bathunmparatorluudm8.jpg

        7.99 kB, 0×0, 329 defa görüntülendi
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!