Gizli Servislerin Hedefi Karadeniz!

      Gizli Servislerin Hedefi Karadeniz!

      Amerikan Gizli Haber Alma Servisi CIA'nın bile ajanlarını 'turist' kisvesi altında göndererek araştırma yaptırdığı, İngiliz Gizli Servisi M16'nın "Pontusça Sözlük" hazırlama girişimlerinde bulunduğu, Yunanistan'ın Pontus emelleri içerisinde "Helen Yurdu" veya "Küçük Asya" olarak dillendirdiği ve bu uğurda dünyanın dört bir yanında 276 adet "Pontus'u Kurtarma Derneği" kurdurduğu, 6 etnik kültürün yaşamasına rağmen en küçük sorunun çıkmadığı Karadeniz Bölgesi, aslında 6 bin yıllık Türk yurdu...

      Kültür Bakanlığı yayınları arasında bulunan ve tarihçi Bahaddin Ögel'in yazdığı "Türk Kültür Tarihine Giriş" ve tarihçi Yılmaz Öztuna'nın "Büyük Türkiye Tarihi" kitaplarındaki bilgilere göre, dış güçlerin uzun vadede karıştırmak için fırsat kolladığı istihbarat birimlerince belirlenen, Karadeniz'in en eski çağlardan itibaren bilinebilen ilk halkını, Orta Asya'dan göç ederek yerleşmiş Turani kavimleri oluşturuyor. Bu kavimlerden bazılarının Amazonlar, Tibarenler, Muskiler, Halibler, Haldiler, Haltlar, Kohlar, Gutlar ve Mosklar olduğu belirtilen tarihi bilgilere göre, Anadolu'da Eti, Frig, Pers, Makedon ve Bizans hakimiyetleri olduğu dönemde bile Türk kavimlerinin göçlerinin hiç kesilmediğine dikkat çekiliyor. Hazar Denizi'nin kuzey ve güneyinden M.Ö. 1118'de Koman Türkleri (Kayseri Bölgesi'nden), M.Ö. 700'de Kimmerler, M.Ö. 654'te Sakalar, M.Ö. 395'te Hunlar, M.Ö. 530'da Bulgar Türkleri, 1057'de Türkmenler ve 12. yüzyılda 40 bin Koman ailesinin önce Gürcistan'a, oradan Doğu Karadeniz'e göçleri, Türk asıllıların göçlerine örnek teşkil eden unsurlar olarak gösteriliyor.

      İSİMLER SONRADAN BOZULMA


      Yine Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü yayınları ile Mesut Çapa ile TBMM yayınları arasında bulunan ve Yılmaz Kurt'un yazdığı "Pontus Meselesi" adlı iki kitaptaki tarihi bilgiler, Karadeniz Bölgesi'ndeki Rumca telaffuz edilen şehir isimlerinin, Türk kavimlerinin bu yörelere verdiği isimlerden bozma olduğunu da ortaya koydu. Türk kavimlerinin bölgede bulunduğu dönemlerde sık sık işgale uğraması ve işgalci güçlerin koloniler kurması sonucunda bazı kültür ve dil öğelerinin moda haline geldiği belirtilen araştırma dosyalarında buna gösterilen ilk örnek, Trabzon'un ismi oluyor. Trabzon'un ilk ismi, bölgenin ilk yerli halkı olan Turani kavimlerinden Tibarenlere izafeten Tibaren olduğu halde, yakın tarihli Bizans-Rum devleti zamanında takılan Elence'den bozma 'Trapezus' ismi kaynak imiş gibi gösterildiğine dikkat çekiliyor.

      PONTUS DEVLETİ VAR MI?


      Yine aynı yayınlarda, uluslararası gündeme sokulmaya çalışılan Pontus devletinin tarih sahnesinde sadece 76 yıl varlık gösterebildiği vurgulanıyor. Tarihte, Milattan Önce 4 bin yılından zamanımıza kadar tam 6 bin yıllık çok geniş zaman dilimi içinde, 1204-1280 yılları arasında sadece 76 yıl ve sadece Trabzon'un yine sadece belli bir bölümünde hükümran olabilmiş bir Pontus devleti bulunuyor. Ancak bu 76 yıllık süreç, bölgenin tümüne sosyal, siyasi ve kültürel mühür basmak açısından yetersiz görülüyor. Tarihi gelişmeler, bu devletin 76 yıllık süre içinde tam bağımsız olamadığı, sırasıyla Selçuklular ve Moğollara vergi vererek, sonra da Türkmen beylerine kız vermek suretiyle varlığını sürdürmeye çalıştığını gösteriyor. Karadeniz Bölgesi'nin günümüzdeki önemi, uluslararası ticaret yolu üzerinde önemli bir geçiş yolu ve kara ile deniz yollarının birleştiği kavşakta yer alıyor olmasından kaynaklanıyor.

      19 MAYIS'IN PERDE ARKASI


      Türk Tarih Kurumu (TTK) yayınları arasında bulunan ve Sebahattin Özel'in yazdığı "Milli Mücadelede Trabzon" ile Mustafa Kemal Atatürk'ün kaleme aldığı "Nutuk"ta verilen bilgilere göre, Atatürk'ün, saray tarafından olağanüstü yetkilerle donatıldıktan sonra 19 Mayıs 1919'da Samsun'a gönderilmesinin arkasında ise bir başka sebep yatıyor. Harbiye Nazırlığı'nın kendisine verdiği talimatın 1. maddesi, "Karadeniz'deki Rum çetelerinin, bölgede bir Rum Pontus Devleti kurmak amacıyla giriştikleri tedhiş hareketlerinin kontrolü ve bunlara karşı tedbir alınması, bölgede iç asayişin iade ve devamı ile bu asayişsizliğin sebeplerinin tespiti" şeklinde yazılmıştı.
      Mustafa Kemal Paşa bölgeye geldikten 2 gün sonra, 21 Mayıs'ta Sadrazamlığa gönderdiği şifreli telgrafta durumu şöyle açıklıyor: "Pontusçu Rumların bölgedeki liderleri Samsun Metropoliti Termanos'tur. Bölgedeki Rum nüfusunun artırılması için Rusya'dan göçmek getirilmekte ve deniz yoluyla getirilen çeteler kıyılardan içeri sokulmaktadır. Bölgede 40 kadar Rum çetesi vardır. Türkler de bunların saldırılarından korunmak maksadıyla 13 direniş grubu teşkil ettirmişlerdir. Bölgedeki asayiş kuvvetleri yetersiz kalmaktadır".
      Mustafa Kemal Paşa, Türk çetelerinin en kalabalık ve kuvvetlisinin reisi olan, Giresun'da faaliyet gösteren Topal Osman isimli Osman Ağa'ya her türlü desteği vererek, Rum ve Ermeni çetelerini bitirme mücadelesine girmişti. Osman Ağa, Rum çetelerini kısa süre sonra bitme noktasına getirmiş, elinden kurtulanlar da Lozan'da imzalanan mübadele anlaşması uyarınca Yunanistan'a gitmişlerdi.

      HERKES BİLİNÇLİ


      Yabancı istihbarat servislerinin 'turistik' kisve altında her türlü çalışmayı gerçekleştirdiği Karadeniz Bölgesi'nde bütün tüzel kuruluşlar bilinçli hareket ediyor. Trabzon Valilik makam giriş kapısı yanında duvara kazılı bulunan ve Mustafa Kemal Paşa'nın, Kurtuluş Savaşı'nın ardından 15 Eylül 1924'de Trabzon'a ilk gelişinin ardından söylediği sözler her şeyi özetliyor: "Kahraman evlatlara malik olan bu kıymetli memleketimizi bir Ermenistan mahreci veya muhayyel bir Pontus Krallığı ülkesi yapmak talep ve tehditleri ne me'şum idi. Şüphesiz o kabuslar ilelebet hayal olmuştur".

      Metin Akyürek
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Düşmanın Hedefi Karadeniz

      Karadeniz Teknik Üniversitesi (KTÜ) İktisadi İdari Bilimler Fakültesi Uluslararası İlişkiler Öğretim Görevlisi Doç. Dr. Hayati Aktaş, Osmanlı'dan Türkiye'ye uzanan süreçte oynanan oyunları ilk kez belgeleriyle açıkladı.
      Aktaş, üç yıldır başta ABD olmak üzere Avrupa'nın en önemli şehirlerinin kütüphaneleri ve üniversitelerinde yaptığı araştırmaları belgeleriyle anlattı. "Karadeniz düşerse Türkiye" düşer, diyen Doç. Dr. Aktaş, ülkemizin içinde bulunduğu sıkıntılı sürecin geçmişte de aynı şekilde yaşandığını ve aynı senaryoların yeniden sahneye konulmaya çalışıldığını söyledi. Aktaş, Karadeniz Bölgesinin stratejik önemine değindiği önemli açıklamalarında, "Amaç, Karadeniz Bölgesi üzerinde Pontus ve Ermenileri hakim hale getirmek. İşte her şey buraya dayanıyor. Oysaki geçmişte Osmanlılar tarafından yapıldığını iddia ettikleri soykırım veya başka türlü eylemlerin olmadığı kendi arşivlerinde yazılı. Bunu tarih söylüyor, kendi tarihi arşivleri yazıyor, biz sadece gittik, araştırdık ve gerçekleri gün yüzüne çıkardık" dedi.
      Aktaş, Fransa Parlamentosunun aldığı son kararın ise bilimsel açıdan çürütülmeye çalışılmasının boşuna olacağını, zira konunun boyutunun tamamen siyasi olduğunu dile getirerek, "İç politika malzemesi olarak bunu yapıyorlar" açıklamasını yaptı. İşte Doç. Dr. Aktaş'ın uzun süren araştırmaları sonucu belgeleriyle elde ettiği gerçekler:

      TANZİMATTAN BAŞLAYAN SÜREÇ


      Bütün mesele Tanzimat'a kadar devam ediyor. Tanzimat ve ondan sonraki Islahat Fermanı, yani bütün yenileşme hareketleri, aslında azınlık haklarını koruma bahanesiyle Osmanlı'nın içişlerine karışma... Bu şimdi de böyle, Türkiye'nin içişlerine karışma... Bu tarihteki olgusu böyle. Türkiye'deki Katolikler genellikle Fransa, İtalya ve Avusturya, Protestanlar İngiltere, Almanya, Amerika, Ortodokslar da Ruslar tarafından himaye ediliyordu. Bu, tarihte böyle. Böylece Osmanlı'daki gayrimüslimler büyük devletler tarafından kendi gizli amaçları için paylaşılmış oluyordu. Avrupa ülkeleri kilise inançları doğrultusunda bunları paylaşmıştı. Rusya ise İstanbul, boğazları ve Doğu Anadolu'yu ele geçirmek için Ortodoks ve Gregoryanları kullanıyor. Dolayısıyla İngiltere, Ortadoğu, Mısır ve Irak, Arabistan'daki etkisini koruyup yaymak için Protestanları alet ediyor. Fransa ise Çukurova, Suriye ve Lübnan'daki çıkarları için Katolik ve Gregoryanları kullanıyor. Osmanlı'da uzun bir süre böyle devam ediyor. Büyük devletlerin bu şekilde bazı azınlıkları himaye etmeleri, azınlıkların haklarını koruma bahanesiyle Osmanlı Devleti'nin içişlerine karışma fırsatı veriyordu. Halbuki büyük devletler gerçekte bu imparatorlukta etki sağlamak için veya Avrupa'nın hasta adamı olarak tarif edilen Osmanlı'nın ölünce mirasına konmak için birbirleriyle yarış ediyorlardı. Zaten 1919'daki Paris Barış Konferansında bütün görüşmeler bu doğrultuda. İngilizler başka, İtalyanlar başka, Fransızlar başka teklif getiriyor. Amerikalılar devreye giriyor. Bütün mesele Osmanlı'nın paylaşılıp parçalanması. Bu çöküşü hızlandırmak için de devletin içindeki bazı milletleri kışkırtarak milliyetçilik akımını teşvik ediyorlar. Bunlar 1800'lü yıllardan beri devam etmiştir.

      YIL 2006 VE DEĞİŞEN HİÇBİR ŞEY YOK


      Bütün mesele aslında Karadeniz'in öneminden kaynaklanıyor. Çünkü şimdi ABD başta olmak üzere bütün Avrupa devletleri Karadeniz üzerine yoğunlaşmış durumda. Geçmiş yıllara baktığımız zaman Trabzon'da onlarca ülkenin konsolosluğunun olduğunu görüyoruz. Şimdi günümüzde bunlar tekrar açılmaya başladı, yakın gelecekte ABD ve İngiltere açarsa şaşmayalım. Karadeniz'de Pontus ve Rum iddialarına gelince; bütün mesele Yunanistan'ın kışkırtmasıdır. Bu tarihte de böyle. Geçtiğimiz yıl 6 Eylül'de Yunanistan AB görüşmelerinde bir teklif getirdi masaya ve bu kabul edildi ancak Ekim başında bu geri çekildi. Konu Türkiye'nin sadece Ermenilere değil bu bölgedeki Rumlara ve Süryanilere soykırım yaptığı iddiasının kabul edilmesi, bunu Yunanistan ve Rum delegeleri ve Avrupa ülkeleri bunu kabul ediyorlar.

      ÜÇ YILLIK ARAŞTIRMA


      Üç yıldan beri ben bu çalışmanın içindeyim, son iki yıl da İngiltere'de milli arşiv ve kütüphanelerde araştırma yaptım. Bütün belgelerin hemen hemen hepsine de baktım. Aynı şekilde ABD'deki belli başlı üniversitelerde, milli arşivinde ve İsviçre'de hemen hemen bütün belgeler var. Buradaki olay şu: 1919 yılında Birinci Dünya Savaşı bitiminde Paris Barış Konferansı başlayınca herkes bir hak iddia ediyor, konu da Osmanlı'nın paylaşılması... Büyük devletler bu paylaşım konusunu tartışırken, küçük azınlıklar da bir şeyler çıkarmanın hesaplarını yapıyorlar. Mesela, Ermeniler bağımsız bir Ermenistan içinde Karadeniz Bölgesi'ni ve Doğu Anadolu'da bir sürü yeri katarak kendimize bir pay çıkaralım diyorlar, Karadeniz Bölgesi'ndeki Rumlar da bağımsız Rum Pontus Rum Cumhuriyeti kurmak iddiasıyla gündeme geliyorlar. Ve Barış Konferansına delegasyon gönderiyorlar. Özellikle de Rum Metropoliti Hrisantos. Rumların temsilcisi olarak delegasyon başkanı olarak gidip, azınlıkta olduklarını ve kendilerine zulüm yapıldığını, perişan olduklarını söylüyor ve bağımsızlık istiyorlar.

      YUNANİSTAN ÇOK FAAL


      Yunanistan'da bir miting düzenliyor. Bu mitingde Rusça, İngilizce ve Rumca olarak broşür dağıtıyorlar. Burada özellikle, Türkiye bu soykırımı kabul etmeli, diyorlar. Pontus'taki iddiaları var. Pontus Hellenizmin soykırımı diyor. 1916-1923. 19 Mayıs Milli Hatırlama Günü. Bu, 19 Mayıs Atatürk'ün Samsun'a çıktığı gün özellikle seçilmiş. Ve 1994'te Yunanistan Parlamentosunda bu 19 Mayıs'ın Soykırımı Anma Günü kabul ediliyor, o gün bugün de kutlanıyor, orada dağıtılan posterler var elimizde. Geçtiğimiz yıl Atina'da yapılan mitingde dağıtılan haritada Karadeniz Bölgesi'nin Sinop'tan İnebolu'ya kadar Pontus olduğunu iddia ediyorlar. Bunlar bu şekilde başlıyorlar. Avrupa'da bunların çalışmaları yapılıyor zaman zaman. Onlarla ilgili olarak da elimizde belgeler var.

      TÜRK TARİH KURUMU'NUN BAŞARISI


      Bir-iki belgeden aktarmak istiyorum. Dikkat edilirse, Türkiye'de bu konular, Ermeni de, Pontus Rum konusu da uzun yıllardır zaman zaman gündeme geliyor. Ancak özellikle Türkiye'nin elinin güçlendiği dönemde oluyor bu. Türk Tarih Kurumu'nun bunda büyük katkısı var. Özellikle son dört yıldan beri Ermeni konusunda yapılan çalışmalar -ki kitap halinde de basılıp dağıtıldı- dünyanın da dikkatini çekmiştir. Çünkü bu çalışmalar kendi Osmanlı ve Türk belgeleriyle değil, tamamen Avrupa'nın orijinal, İngilizce, Fransızca ve Almanca belgelerine dayanılarak yapıldı. Ve onların belgeleriyle konuşuldu, dolayısıyla bu çok dikkat çekti. Bana göre, bu gibi konularda kurumsallaşmak lazım. Yani tek başına bir bilim adamı çıkıp bir şeyler söylediği zaman o havada kalıyor, ama bir kurum adına yani derli toplu bir şey olursa o zaman değişiyor ve bu çok ses getirdi. Ve bunlar biraz telaşa düştüler, çünkü bütün belgeler ortada. Bunu hükümet de zaman zaman dile getirdi Tarih Kurumu'nun söylemleri nedeniyle.

      PARİS KONFERANSI'NDA HER ŞEY BİTMİŞTİ


      Pontus meselesine gelince... 1919 Paris Barış Konferansı sırasında İngiltere, ABD, İtalya, Fransa bunların hepsi komisyon gönderdi Karadeniz Bölgesi'ne araştırma yapmak için. Yüksek komiserlikler kurdular, araştırmalarını yaptılar, döndüler, raporlarını sundular. Bunlar orada tekrar masaya yatırıldı, tartışıldı, konuşuldu ve konu kapandı. Hiçbir sorun yok,bu görüşmelerin hiçbirinde, Pontus Rumlarına soykırım yapıldı Karadeniz'de bir takım cinayetlerin işlendiği, katliamların olduğu yönünde hiçbir şey yok. Bu konu burada bitiyor. Lozan'da da 1923'de tamamıyla bu mübadele karşılıklı insan değişimine geldiği zaman bölgedeki Rumlar Yunanistan'a gidiyor, ordakiler Türkler buraya geliyorlar. Bütün Avrupa devletlerinin kabul ettiği bir anlaşmayla kabul ediliyor ve kapanıyor olay bitti.

      BELGELER YALAN SÖYLEMEZ


      1919 yılına gelindiğinde, bu görüşmeler yapıldığında bütün bunlar masaya yatırılıyor ve bölgenin ne Rumlara ne de Ermenilere ait olduğu zaten kararlaştırılıyor. Bütün Avrupa ülkeleri buna karar vermiş. Komiserlerini göndermişler, araştırma komisyonlarını kurmuşlar, ve uluslar arası anlaşmalar yapılmış bitmiş. Bütün bunlar ne için yapılıyor denecek olursa, Yunanistan için bölge çok önemli. Hem tarihi geçmişi var, hem günümüzdeki önemi, liman kenti olması; Trabzon'un, Karadeniz'in Kafkaslar'a, Orta Asya'ya açılma noktasında bulunması... Benim en çok hayret ettiğim konu, şu anda İstanbul'da hala bunların vakıfları, kiliseleri var, keza İzmir'de de öyle. Karadeniz'de bir tane yok. Bir tane faal halde olan veya adı Rum olan bir Rum Derneği, Rumuz diyen ne bir vatandaş ne de bir kimse var. İstanbul'da var ama oradaki Rum nüfus olmasına rağmen bu bölgeyi kışkırtıyorlar. Bölgeyle ilgili iddialar gündeme geldiği zaman AB'nin mevcut ülkeleri Paris Barış Konferansındaki taraf ülkelerdi. 1919 görüşmelerinde özellikle Trabzon'un bu bağımsız Ermenistan'a katılması gündeme geldiği zaman, özellikle belgeler diyoruz, bunun siyasi olduğu, bölgeyle ilgili olduğu apaçık ortadadır. Fransa'nın yaptığı tamamen kendi iç politikasına dönük eylemlerdir. Fransa'da yaşayan Ermenilerin oylarını alabilmek için tamamen siyasi olarak düşünülen ve o şekilde hareket edilen bir durum bu. Yoksa bununla bilimsel anlamda mücadele etmek veya bazı şeyleri ispatlamaya çalışmak tamamen boşunadır.

      Metin Akyürek
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Pontus Dosyası

      Yunanistan, 1916-1923 yılları arasında, Anadolu'nun Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Rum Ortodoks nüfusun, Türk makamlarının sistematik imha politikasının kurbanı olduğunu ve bundan kurtulanların, ancak Yunanistan’a sığınmakla canlarını kurtardıklarını iddia etmektedir.

      24 Şubat 1994 tarihinde, Yunan parlamentosu "19 Mayısı", "Pontus Yunanlılarının Türklerce Katlini Anımsama Günü" olarak kabul etmiştir. Ama tarih ve olgular, Yunan iddialarıyla çatışmakta ve çok farklı bir yönü işaret etmektedir.

      Yunanlı politikacıların konuşmalarında sık sık; "Türkiye'nin kan kaybından ölmesi için, yaralarını kaşıyacağız..." yönündeki söylem ve politikalarının bir ürünü olan PONTUS konusu, Atina'yı bağlayan bir mesele değildir.

      1922'den önce Doğu Karadeniz sahillerinde yaşayanlar, azınlıklardan biri olan, Bizans kökenli Rumlardı. Bunlar, Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde 450 yıl huzur içinde yaşamış, imparatorluğun zenginliklerinden fazlasıyla payını almış olan Hristiyanlardı. Yunanistan’la uzak yakın hiçbir kan bağları yoktu.

      Yunan Yayılmacılığı, Anadolu Rumları'nın felaketi olmuştur. Venizelos'la başlayan "Megali İdea" politikası,Türkiye'deki Rumları ayaklandırarak toprak talepleriyle devlete isyan ettirmiştir. Tıpkı 1820'lerde Rus, İngiliz ve Fransızların kışkırtmalarıyla Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde bulunan değişik kökenli (Sırp, Arnavut, Makedonyalı, Bulgar, Anadolulu vs) insanların uydurma bir Yunan Devleti kurmak için Türklere karşı ayaklandırıldıkları gibi. Bu hareketin asıl amacı bir Yunan Devleti kurmak değil, yabancı büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak petrol zenginliklerini yağmalamak olduğunu Yunanlı tarihçiler yazıyor.

      1918'lerde yaratılan "Pontus" ve "Ermeni" meselelerinin Osmanlı İmparatorluğunun aleyhine malzeme olarak kullanılması da nedeni Anadolu'yu parçalamayı amaçlıyordu.

      Ve göz ardı edilemeyecek bir gerçek te aradan 80 yıl geçtiği halde, Türkiye Cumhuriyeti’ni; "Pontus Rum Devleti", "Ermenistan Devleti", "Kürt Devleti" şeklinde parçalama çabası içinde bulunanların hala daha var olduğu gözleniyor.

      Yunanistan’ı yöneten Sosyalist iktidar; Rusya ve eski Komünist doğu bloku ülkelerinde yaşayan yaklaşık 90 bin kadar sözde Pontusluyu bin bir vaatle kandırarak Yunanistan’a göç ettirdi. Oysa bunların en az yüzde ellisi Karadeniz’den Rusya'ya göç etmiş Rumların soyundan gelenler değil; Yunanistan'da 1946-1949

      Yılları arasında Kralcılarla, Komünist çeteler arasında patlak veren iç savaşta, mağlup olduktan sonra öldürülmemek için Yunanistan'dan kaçarak eski Komünist blok ülkelerine sığınan ailelerin çocuklarıdır. Bunlar Pontuslu olduklarını iddia ederek daha iyi bir hayat için Yunanistan'a ve Güney Kıbrıs'a yerleşiyorlar. Oysa Yunan yönetimleri yıllarca bu insanları tehlikeli oldukları gerekçesiyle kabul etmek istememişti. Yunanistan'ı yönetenler şimdi işlerine geldiği için bu eski komünist ailelerin çocuklarını Pontuslu olarak tanıtarak malzeme olarak kullanıyorlar.

      Önceleri, basit bir folklorik öğe olan "Pontus" terimine, 1974 Kıbrıs olaylarından sonra, Türkiye aleyhine hasmane duyguları körüklemek amacıyla ideolojik bir içerik yüklendi. Yunanlı siyasiler, "Pontus" fikrinin sömürülmesinin, Türk devletinin temelini oluşturan politik ve kültürel ilkeleri berhava etme çabalarına hizmet edeceğini ve Batı Trakya’daki Türk azınlığı mensuplarını kovmak için bir gerekçe teşkil edeceğini düşündüler.

      Yunan tarafının öncelikli hedefi, muhtemelen mikro milliyetçi duyguları kışkırtmak suretiyle, Türkiye’nin çok kültürlü etnik yapısında istikrarsızlık yaratmaktır. Amaç, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü bozmaktır. Dolayısıyla, bu bağlamda, Yunanistan’ın aşağıda sıralanan hedeflere ulaşma çabasında olduğu söylenebilir:

      Yunanistan’ın Türkiye’yi işgaline engel olan Mustafa Kemal’in görüntüsünü karalamak;

      Dünya kamuoyunu, Türkiye tarihinin soykırımlarla dolu olduğu yolunda kandırmak;

      PKK terörizmini, "bir özgürlük savaşı" olarak takdim etmek ve "Pontus Yunanlıları" ile "Kürtler" arasında bir bağ kurmak suretiyle, PKK ile Türkiye karşıtı bir cephe oluşturmak;

      Onlara hayali bir "Pontus kimliği" atfederek, sözde Pontus Yunanlıları arasında Türk aleyhtarı duyguları teşvik etmek;

      Sonuncusu ve en önemlisi de, Pontus öğesini, Batı Trakya’nın Türklerden arındırılması sürecinde kullanmak.

      Gerçekten de, Yunan Hükümeti, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Batı Trakya’nın demografik yapısını değiştirme çabası içerisinde, eski Sovyetler Birliği topraklarından göç eden 120 bin "Pontuslu Yunan’ı" Batı Trakya’ya yerleştirmiştir. Yunanca’yı bile bilmeyen bu göçmenlere, Yunanlıların Türkleri bölgeden uzaklaştırma planı doğrultusunda, Batı Trakya’ya yerleştirilmelerini kabullensinler diye, zoraki bir "Pontus bilinci" enjekte edilip pompalanmaktadır.

      Bu göçün beslenmesinin arkasında yatan gerçeklerden biri; Yunanistan’a getirilen Pontuslu Rumları Batı Trakya bölgesine yerleştirerek bölgede toplu halde yaşayan Türkleri etkisizleştirmek, diğeri de beyinleri "Megali İdea" ile yıkanmış Yunanlı politikacıların Türkiye’ye sorun yaratmak amacıyla Kuzey Anadolu’nun Karadeniz
      sahillerinde bir "Rum Cumhuriyeti" kurma çabalarıdır.

      Ancak, Yunanlı politikacıların bütün parlak vaatlerine rağmen Yunanistan’a göç eden Pontuslu Rumların; bu ülkede "ikinci sınıf insan" muamelesi gördükleri, horlandıkları ve Yunan insanıyla uyum sağlayamadıkları gözleniyor. Pontuslu Rumlar, Yunanistan’da bir yaşam savaşı veriyorlar. Kimse onlara ev kiralamak istemediği
      için, aileleriyle çadırlarda, mezarlıklarda geceledikleri, çocuklarını doyurmak için kadınların fahişelik ettikleri şeklinde haber ve resimler Yunan basınında sıkça yer alıyor.

      Yunanlı işadamlarının Pontusluları çok düşük yevmiyelerle çok saat çalıştırmaları da Yunanlı işçilerin tepkilerine yol açıyor. Sendikalar Pontuslulara karşı acımasızca davranıyorlar. Resmi istatistiklere göre Pontusluların %80’ı işsizdir. Göçmen olarak yaşamın asıl sıkıntısını çeken kadınlardır. Geldikleri ülkede profesör, ekonomist, doktor öğretmen iken, Yunanistan’da hizmetçi, işçi ve işportacı gibi işlerde çalışıyorlar. Bunlar Yunanistan’a geldikten sonra, bütün emeklilik ve sosyal haklarının yanı sıra insan sayılma haklarını da kaybetmişlerdir.

      Bu arada Yunan polisi de, Pontuslulara karşı çok acımasızca davranıyor. Polisin, çeşitli bahanelerle yakaladığı Pontuslulara işkence ettiğine dair haberler sık sık Yunan basınında yer alıyor.

      angelfire.com
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      PONTUS NEDİR?

      "Pontus" kelimesi, eski Yunan dilinde, "Pont-Euxin" yani "Karadeniz" sözcüğünü ifade etmektedir. Yunan propagandası Pontus’tan bahsederken Trabzon ve civarının 4000 yıldan beri Yunan toprakları olduğunu iddia eder ve sahiplenir. Yunanlı Tarihçi Yorgos Kordatos ise, "Büyük Yunan Tarihi" adlı kitabının birinci cildinde,
      "Atinalı tüccarların gemileriyle Trabzon yaşayan insanlardan çaldıkları inekleri Atina'ya ve Mısır'a götürüp sattıklarını" yazar.

      Oysa İngiliz yazar Nil Asserson, "Black Sea_Karadeniz" adlı kitabında, "Bu topraklarda, 4000 yıldan beri Tatar, Kırım Türkü, Çerkez, Bizanslı Rum, Laz, Abaza gibi çeşitli soylardan ve dinden insanların problemsiz olarak bir arada yaşadıklarını" belirtiyor.

      Asserson, kitabının bir bölümünde şöyle diyor;

      "Yunan Megali İdea'sı ile Elenizm Milliyetçiliği bu topraklara ayak bastığı an vahşeti de beraberinde getirdi"

      Gerçekten Atinalılar bu bölgeye ilk ayak bastıkları andan itibaren hayvan hırsızlığı yapmakla yetinmemiş, orada yaşayan insanları, gemilerine yükleyerek esir pazarlarında sattıklarını gene Yunanlı tarihçi Kordatos'un kitabından okuyup öğreniyoruz.

      Bazı Tarihçiler Pontusluların Yunan kökenli olduklarını iddia ederler. Oysa Karadeniz’in bu bölgesinde yaşayan topluluklar yukarıda da belirttiğimiz gibi farklı kökenden gelen insanlardır ve bunların arasında yaşayanlar, Yunanlı değil Romeoslar yani Bizanslı Rumlardır.

      Karadeniz bölgesinde Elen etkisinin kökleri, Sinop ve Trabzon’da, MÖ VI. YY.’da şehir-devletler kuran, İyonyalılara kadar dayanmaktadır. Makedon Kralı Philippe ile oğlu Büyük İskender, Persleri Güneydoğu Karadeniz kıyılarından sürüp, bölgede kendi nüfusunu pekiştirdi.

      Haçlılar İstanbul’u ele geçirmek için saldırılara başlayınca İstanbul’da yaşayan Bizanslıların bir bölümü Doğu Karadeniz bölgesine göç ederek Pontus Krallığını kurdular. Pontus Krallığı, 250 yıl ayakta kalmayı başardı ve daha sonraları; yani, İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinden sonra, Osmanlı
      İmparatorluğu’nun egemenliği altına girdi.

      GÜLÜNÇ SOYKIRIM YALANLARI


      Yunanistan, Doğu Türk Karadeniz bölgesinde "700,000" Rum'un yaşadığını ve bunların 350,000’in boğazlandığını iddia ederek dünyayı kandırıyor.

      Karadeniz bölgesinde yaşayan Rum nüfusuna ilişkin yabancı ve yerel kaynakların gelişigüzel incelenmesi bile, Yunanlıların telaffuz ettiği "700,000" iddiasının ne kadar uydurma olduğunu hemen açığa çıkarmaktadır. Amerikan Hükümetince görevlendirilen King Krane Komisyonu, 28 Ağustos 1919’da hazırladığı bir raporda,
      Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan Rumlar'ın sayısını 200,000 olarak belirtmektedir.

      Fransa Dışişleri Bakanlığı’nca yayımlanan, "Documents Diplomatiques", 1893 ve 1897 tarihleri arasında Osmanlı tarafından yapılan nüfus sayımlarına atfen, Rum nüfusun Trabzon’da 193,000 olduğunu kaydetmektedir. Nüfus değişimi sırasında, Karadeniz bölgesinden, 100,000 kadar Rum Yunanistan’a göç etmiştir.

      Yabancı kaynaklara göre; Trabzon, Samsun ve civarında yaşayanlardan, 100 bin kadar Rum'un Türk-Rus savaşından sonra Rusya'ya göç ederek, Sivastopol ve Odessa'ya yerleşmişler. Bolşevik yönetim, Çarı tekrar iktidara getirmek isteyen İngilizler ile olan ilişkileri yüzünden onları devamlı gözaltında bulunduruyor ve baskı
      uyguluyordu. 1928'e gelindiğinde İngilizler hesabına çalışan Yunanlı ajanlar, Kilise kanalıyla, Rusya'daki Pontus Rumlarının arasına sızarak Bolşeviklerin aleyhine faaliyetlerde bulunmaya başlayınca, yüz binlerce Rum tutuklanmış, okulları ve kiliseleri kapatılmıştı. 1936'da ise 170 bin Rum toplu halde Sibirya'ya sürgün edilmişlerdi.

      İkinci Dünya savaşı sırasında Sibirya’dan dönen Rumlar, Kırım'a yerleşmişlerdi.

      Rumları yönlendiren Kilise tekrar gücünü kazanmak için harekete geçince, bu konularda acımasız olan Stalin, Rumlara karşı bir temizlik hareketi başlattı. 14-15 Haziran 1945'de Rus gizli polisi NKVD seri bir operasyonla 100 bin Rum'u hayvan vagonlarına doldurup kapılarını mühürledikten sonra, aç ve susuz Sibirya'ya yolladı.
      Günlerce süren bu yolculuk sırasında çok sayıda ölen oldu.

      Bu sürgünün en kayda değer yanı, Rumların Sibirya köylerinde yaşayan Müslüman ailelerin yanına yerleştirilmeleridir. Halbuki 1915'de Samsunda yaşayan Rumlar, Balkan Harbi göçmenleri olan Arnavut Müslümanları, Müslüman oldukları için değil evlerine köylerine bile sokmak istememiş, Türk jandarmasına silah çekmişlerdi.

      Stalin'in, Sibirya'ya sürgün ettiği 100 bin Rumdan geriye ancak 40 bin kişi dönebildi. Kısacası 1928'den 1955'lere kadar Rus Yönetiminin Rum kurbanlarının sayısı 150 bin olarak hesaplanıyor.

      SOYKIRIM YAPAN KİM; TÜRKLER Mİ, YUNANLI ÇETELER Mİ?


      Osmanlı İmparatorluğu’nun hızla çökmekte olduğu, 20. yüzyılın ilk bölümünde, Yunanistan'ın yolladığı subaylarına kurdurttuğu 40 kadar çete; Türk köylülerini soydu, yaşlı, kadın ve çocuk ayırımı yapmaksızın en az 2000 Türkü katletti.

      1918 Ateşkes Anlaşması’ndan sonra, Yunanistan ile Anadolu’da yaşayan Rum azınlık Osmanlı Padişahının bölgede kontrolü sağlamakta içine düştüğü zaaftan faydalanan Yunanlıların emrindeki çeteler, Karadeniz kıyısında, antik Pontus Devleti’ni model alan etnik bir Yunan Devleti kurma girişiminde bulundular.

      Bölgeyi, o tarihlerde ziyaret eden pek çok yabancı gözlemci Rum çetelerinin Türklere karşı nasıl vahşice davrandıklarına tanık olmuş, gördüklerini yazmışlardır. Amerikan Yüksek Komiseri Mark Bristol, Karadeniz kıyısında yaptığı bir geziden sonra yazdığı bir raporda, Yunanlılar'ın körüklediği anarşiye dikkat çekmişti.

      Şubat 1920’de, Zile’ye yaptığı ziyaret sırasında, bir Yunanlı teğmen ise Piskopos Efthimios’un Türk devlet makamlarına karşı takındığı tehditkar tavırlar karşısında şaşakalmıştı. Yunanlı Teğmen Karasiaskos, Efthimios’un, Samsun Valisi’nin hapisteki bir çete reisini serbest bırakmaması halinde, şehre 5000 silahlı çeteci
      göndereceği tehdidinde bulunduğunu anlatır.

      Doğu Karadeniz’de, Rum ve Ermeniler'in ayaklanmaları devam ederken, Türkiye’deki Müttefik işgal kuvvetleri; bilinçli bir şekilde, Türk güvenlik güçlerinin asilere karşı mücadelesini "soykırım" olarak çarpıtıyorlardı. Onların asıl amacı, bölgedeki kargaşadan yararlanarak, kendilerine, Ateşkes Anlaşmasına rağmen, bölgeyi işgal etmek için fırsat yaratmaktı.

      PONTUS KONUSU TÜRKİYE'Yİ PARÇALAMA OYUNUNUN BİR PARÇASIDIR


      Yunanistan'ın, şu günlerde (Mayıs-1999) Pontus Soykırım I masalını Amerika, Fransa, İngiltere ve İtalya'da gündeme getirerek Türkiye aleyhine propaganda malzemesi olarak kullanmaya başladığı görülüyor.

      Bugün, NATO Müttefiklerimiz olan yukarıda isimlerini saydığımız ülkelerin; 1917'de Yunanistan ile Türk Devletini parçalayarak, üzerinde bir Rum Cumhuriyeti kurmak için nasıl bir ortaklık kurmuş olduklarını aşağıdaki mektuptan okuyup öğrenmek mümkündür.

      Trabzon Mitropolitine hitaben yazılmış olan bu mektubu gönderen Chardini adında bir Fransız Albayı'dır. Bu mektup bugün benzeri daha yüzlerce mektupla birlikte Türk Devletinin arşivlerinde yerini almış bulunuyor.

      Mektubun tam tercümesi şöyledir:
      “TİFLİS: 11-24 Aralık 1917

      Efendim;

      Geçirmekte olduğumuz şu sıkıntılı günlerden ancak bütün iyi niyetlerimizi birleştirerek kurtulabiliriz.

      Kafkasya'da Ermeni-Gürcü kolorduları kuruluyor. Müttefik devletlerin ellerindeki güçlerin bütünü bu hareketleri desteklemeye hazırdırlar. Daha önce belirttiğimiz gibi, dostumuz Rum milleti unutulmamıştır. İsteğimiz üzerine Kafkas hükümeti bir Rum tümeninin kurulması için gerekli yetkiyi vermiştir. Askerleri Kars, Tiflis, Batum ve Trabzon'da toplayacaklar. Bu tümene şahsen tanıdığım bir general komuta edecek. Bu kişi aslen Rum olup, Rumca konuşmaktadır. Adı da Ananiyas'dır.

      Efendim Trabzon’da da bir Rum gönüllü Alayının kurulması elimizdedir. Bu alay önce şehrin huzuru için çalışacak ve sonra da Rus, Ermeni ve Gürcü gönüllüleriyle birleşerek, Türklere karşı savaşacaktır.

      Efendim, ortak amaçlarımızın gerçekleşmesi ve Trabzon'da, Rum gönüllü alayının kurulması için General Kolosovski'ye yardım ederek kişiliğinizi kullanmanızı hükümetim ile arkadaşlarım İngiliz ve Amerikalılar adına yüksek kişiliğinizden rica ediyorum. Birkaç güne kadar gelecek Fransız subaylarını bekliyorum. Bunlardan birisini özellikle Rum alayını kurması için size göndereceğim.

      Kolosovski'ye de benim tarafımdan şimdiye kadar alay için ayırdığı Rus subaylarını vermesini söyleyiniz. Gerektiği zaman Amerika Konsolosu Mister Zenge'nin aracılığı ile benimle haberleşebilirsiniz. Bu kişi size Alayın kurulmasıyla ilgili bilgileri verecektir.

      Bu yeni görevin güçlüğü gözden kaçmamaktadır. Bütün güçlüklerin üstesinden geleceğinize inanıyorum. Hizmetlerinizden dolayı Fransa ve diğer Müttefik devletlerin son derece duygulandıklarını bilmenizi isterim.

      Albay Chardini”



      Bu ve benzeri belgeler arşivlerin karanlığından gün ışığına çıkınca, kimlerin soykırım kurbanı oldukları anlaşılacak, böylece Türk Devletinin ve insanının var olmak için kimlerle ne savaşlar verdiği açıklık kazanacak. Türk Devleti ve insanının o yıllarda yarattığı mucize bir YAYILMACI savaşı değil, bir ÖLÜM KALIM mücadelesiydi.

      YUNANLI TARİHÇİNİN KALEMİNDEN PONTUS GERÇEĞİ


      Hristos Samuelidis, 1900'ların başında Samsun'da doğmuş bir araştırmacı-yazardır. 1970'de Atina'da yayınlanan "Mavri Thalasa-Karadeniz" adlı kitabının da yazarıdır. Bu kitapta yazarın yaşadıklarına dayanarak yazdıkları; Sadece Yunanlıların Pontus konusundaki yalanlarını ortaya çıkarmakla kalmıyor, Türk tarafının haklılığını bir kez daha gözler önüne seriyor.

      Samuelidis’in, 306 sayfalık "Karadeniz" adlı kitabından alınmış aşağıdaki bölümler, Türkiye'yi parçalamak için Pontus adı altında, oynanan kirli oyunların yalnızca birkaçını anlatıyor.

      "Yunanistan'dan gelen Amasya Mitropoliti Karavangelis, Samsun'a ayağını basar basmaz, yaptığı ilk iş Rum halkını Türklere karşı ayaklandırmak için propaganda yapmak olmuştu. Rum gençlerine tüfek dağıtarak onları Yunanistan'dan gelen subaylara eğittirdi. Anavatanla (Yunanistan) irtibatı sağlayan Teğmen Karavangelis, Atina'dan Samsun'a tüfek ve cephane gönderilmesini istedi. Bir hafta sonra silah ve cephaneler bira fıçıları içinde gizlenmiş olarak Samsun'a getirilmişti. Silahları bize
      teslim eden bir Yunan Yüzbaşısıydı. Silahları Kadıköy'de, Mercanis'in kahvehanesinde gizlemiştik. Bu silahları birkaç gün sonra Türklere karşı mücadeleye katılacak gençlere dağıttık."

      "Balkan Savaşı başladığında Türkler, Rum gençlerini Osmanlı vatandaşı oldukları için askere alarak cepheye yollamaya başlamıştı. Metropolit Karavangelis; Rum gençlerinin, Yunan Ordusuna karşı, Türk Ordusu saflarında savaştırılacakları için çılgına dönmüştü. Bu arada 20 Rum genci Türklere karşı savaşmak için gizlice Yunanistan'a kaçmışlardı. Zorla Türk ordusuna alınan Rum gençleri, savaşın
      başlamasından beş ay sonra firar ederek Samsun'a gelmişlerdi. Altıncı aya gelindiğinde, Türk ordusundaki tüm Rum ve Ermeni gençleri firar etmişlerdi. Pontuslu Rum firari gençler Türk ordusunun Makedonya'da Yunanlılara karşı uğradığı hezimeti öğrendikçe firar edip Türk gücünü zayıflattıkları için kendileriyle övünüyorlardı."

      "Çanakkale savaşında, topçu olarak askerliklerini yapan Rum gençleri, Yunan gemilerini vurmamak için denize karavana atış yapıyorlardı. "

      "Samsun'un en zengin tütün tüccarı olan isim yapmış bir Rum Türklere karşı savaşacak Rum çetelerinin silah satın almaları için Kiliseye büyük miktarda para vermişti. Hatta depoları Pontuslu Rum çetecilerin bir ikmal üssü durumundaydı."

      "Ermeniler, Ruslarla birlikte Türklere karşı savaştıkları ve Van'da ve Adana'da Türkleri katlettikleri için Samsun'da korku içinde yaşıyorlardı. Türklerden kaçan Ermenilerden bir bölümünü Metropolit Karavangelis kilisede saklamıştı."

      "Rus savaş gemileri Trabzon’a yanaşıp karaya asker çıkarmaya başlamalarıyla Rumları bir sevinç havası sarmıştı. Kiliselerin kampanaları çalarken, papazlar limana inmiş karaya ayak basan Rus general ve amiralini çiçeklerle karşılıyorlardı. Türkler ise ortadan kaybolmuşlardı."

      "Osmanlı Devleti, Balkan Savaşlarının sona ermesiyle Türkiye'ye gelen Arnavut göçmenlerin bir bölümünü yerleşmeleri için Samsun'a yollamıştı. Bunlar Rumların yaşadıkları köylere yerleştirilmeleri için ferman çıkmıştı. Samsunlu Rum Tüccar, Cemaatin lideri olan Despota giderek, Müslüman göçmenlerle bir arada yaşayamayacaklarını söyleyerek tepki göstermesini istediler. Despot Mutasarrıf
      Halil Hamdi Efendiye giderek bu durumu bildirdi. Halil Paşa, Despota " Despot Efendi bunlar topraklarından sökülüp atılmış zavallı insanlardır. Huzur bulmak için bir ümitle bize gelmişlerdir.

      Bunların acılarını dindirmek bize düşer" deyince, Despot tepki göstererek, "Bu bizim değil sizin probleminizdir. Biz onlarla yan yana yaşayamayız. Onlar da sizin gibi Müslümanlardır, onları siz barındırın, bizim sırtımıza yüklemeyin."cevabını vermişti. Mutasarrıf "Ferman var.." deyip göçmenleri Rum köylerine yerleştirme konusunda ısrar edince, Rumlar silaha sarılarak Jandarmaya direnmişlerdi."

      "Rum çeteci Kaptan Vasilusta, Türk ordusundan firar eden geçlerden oluşturduğu bir çete ile Sivas'ta bir askeri hapishaneyi basarak oradaki bütün Türk muhafızları öldürmüş, esir bulunan bir Rus generalini kaçırmışlardı. Bu olay Rusları çok etkilemişti. Bu olaydan on gün sonra Vasilusta, Rusların işgali altında bulunan Trabzon’a gitmişti. Orada görüştüğü Rus İstihbarat subayı Yarbay Artatof,
      ona Samsun’da, Türklere karşı bir direnme hareketi başlatmasını istemişti."

      "Rum çeteleri Türklere karşı mücadele için mantar gibi çoğalıyordu. Eylül ayı ortalarında Rum çetecilerin başı Vasilusta ile Kosmidi Rusların kendilerine verdiği 2.000, tüfeği gizlice Samsun'a getiren bir Rus savaş gemisinden bir koyda boşaltmışlardı."

      "1917 Ocak ayında Rusya'da Çarlık Yönetiminin devrilmesiyle birlikte, Rus askerleri Trabzon’dan ayrılmaya başlamışlardı. Askeri ve sivil Rus yönetimi İhtilal Komitesinin emrindeydiler. Rum Metropoliti Hrisanthos da Komitenin kontrolünde bulunuyordu. Ruslar artık bizimle değil kendi sorunlarıyla ilgileniyorlardı."

      "1917 Kasım ayında Marsilya'da bulunan Pontuslu zengin bir Rum işadamı, Fransa'nın Nis şehrinde Elefterios Venizelos ile buluşarak onunla Pontus'un bağımsızlık mücadelesini görüştü. Rus askerleri Trabzon'dan çekildikten sonra Metropolit harekete geçerek toplantılar düzenledi Rum, Ermeni ve Gürcülerden oluşan bir gönüllü birliği Türklere karşı savaşmaları için Kafkas Cephesine gönderildi. Ruslar Kafkas cephesinden çekilmeye başladıklarında Pontuslu Rumlardan oluşan bir tümen Türklere karşı savaşı sürdürdü. Trabzon'daki Rum liderler, Rusların onları terk ettiklerini görünce Rum, Ermeni ve Gürcü Birlikleri takviye edecek yeni güçler oluşturmak amacıyla Trabzon ve Samsun havalisinde yaşayan Rum erkekleri toplayarak ellerine silah verdiler. Böylece Türklere karşı direnebileceklerdi."

      "Venizelos, 1919 Haziran ayında Ukrayna'ya güvenilir adamlarını yollamıştı. Bunlar, beraberlerinde bol para ile Bolşeviklere karşı savaşan General Denikin'i desteklemeye gitmişlerdi. Venizelos, Clemenseau ve Lloyd George'nin isteği ile Türk Devleti'ni parçalamak için Pontus devletini kurmak amacıyla Samsun'a Giritli ve Anadolulu Rum çeteciler yollamıştı. Bunlara verilen talimat, Ermenilerle
      işbirliği yapmalarıydı. Londra, Kuzey Anadolu sahillerinde bağımsız bir Rum-Ermeni devletinin kurulmasını kararlaştırmıştı. Ermeni ihtilalcilerin başında bulunan Nubar Paşa, Paris'te yaşıyordu."

      Nubar Paşa, Venizelos ile yaptığı görüşmeler sonucunda, çok sayıda ajanını, Yunan ajanlarına yardımcı olmaları için Samsun'a yollamıştı. "

      "1919'un Nisan ayı başlarında Rum kilisesinin piskopos'u Zilon ile Rum eşkiyalarının başı Pandelis, görüşmek için kendilerini davet eden İngiliz Kuvvetlerinin komutanına gittiler. İngiliz komutan Solder, "Bildiğiniz gibi Türkiye ve Almanya savaşı kaybetti. Galipler bizleriz. Sizi biz koruyacağız artık silaha ihtiyacınız yok sizi biz koruyacağız. Bunun için silahlarınızı bölgenizdeki polis karakoluna teslim edin."
      dedi. Kendisine silahlarımızı teslim etmeyeceğimizi bildirdik."

      "İngilizler Samsun'da bulundukları sürece hiç açık vermeden bölgenin Bağımsız bir Pontus olması yolunda çalışmalarını çok gizli bir şekilde sürdürüyorlardı. Tesbit ettikleri alan Samsun, Trabzon ve Sivas'ı içine alıyordu. "

      "1919 Ağustos ayında Yunan ordusunun içinde 2 Pontuslular taburu kuruldu. Bunlardan biri Selanik'te, diğeri Atina'da üslenmişti. Bu taburlar kurulacak Pontus Devletinin ordusunun ilk birlikleri olacaktı. Gece gündüz tatbikat yapıyor ve heyecanla Trabzon'a ayak basacakları günü bekliyorlardı. Aralık ayında Atina'taki Pontus taburu Selanik'e aktarıldı ve diğer taburla birleştirildi.

      1920'lerin başında her an yola çıkma emri beklenirken emir gelmişti ama Trabzon'a değil İzmir'e."

      "Bu arada Pontus Komitesi bir toplantı yaparak bazı kararlar aldı. 1919'da Türk Ordusu güçsüzdü ve dağılmıştı. Pontus cephesinde Rum gençlerinin oluşturacakları 18.000 kişilik bir güç Türklere Kuzey ve Orta Anadolu'da problem yaratabilecek ve Yunan Kuvvetleri Anadolu'yu fazla güçlük çekmeden işgal edebileceklerdi."

      "Pontus Komitesi, Rus ordusunda General Rütbesiyle görev yapan Pontuslu Rum Ananias ile gene onun emrinde Çarlık ordusunda görev yapan 500 subay ve erden ek bir kuvvet düzenledi. Anadolu Rumlarından oluşacak 10.000 kişilik bir ordu hazır sayılıyordu. Böylece Yunan Askerleri Anadolu’yu işgale başladıklarında hiçbir güçlükle karşılaşmadan Mustafa Kemal'in üssü olan Sivas'a kolayca ulaşacak, onu yok edebileceklerdi."

      "Mustafa Kemal Anadolu'da örgütlenmeye başlayınca; Pontuslu gençlerin Türklere karşı savaşmak için Yunanistan'ın onlara irtibat subayı olarak yolladığı Pontus kökenli Üsteğmen Karaiskos, Yunanistan'dan acele olarak silah ve cephane gönderilmesini istedi. Atina'dan kısa süre sonra gelen gizli bir mesajda bol miktarda silah ve cephanenin bir gemiye yüklendiği ve geminin Samsun'a doğru yola çıktığı bildiriliyordu. Yunanlı İstihbarat subayı Karaiskos, Samsun'da Kızılhaç temsilcisi örtüsü altında faaliyetlerini gizliyordu."

      Yunanistan'ın yolladığı silahlarla donatılmış Rum çeteciler omuzlarına astıkları fişekliklerle at üzerinde Samsun sokaklarında dolaşıyor, Türk halk üzerinde korku yaratıyorlardı. Tepki gösteren Türkleri ise yolun ortasında kırbaçlıyorlardı.


      YUNANİSTAN'IN, YUNANİSTAN İÇİNDE VE DÜNYADA KURDUĞU
      PONTUS DERNEKLERİ


      1. Kanada Pontus Federasyonu
      2. Philadelphia "Akrite" Pontuslular Birliği (ABD)
      3. Avustralya-Melbourne-Victoria PanPontus Komitesi
      4. Atina Geriye Gelen Yunan Soydaşlarını Karşılama ve Yerleştirme Kurumu
      (EIYAADE)
      5. Atina Pontuslu Sanatçılar Kurumu
      6. Yunan Pontus Kurtuluş Birliği
      7. Arğonafte Komnini Pontus Derneği
      8. Hür Pontus için Vatan Pontus Kurtuluş Birliği
      9. Pontus-Tirebolulular Kardeşlik Derneği
      10. Yunan-Pontus Kurtuluş Birliği
      11. Kalithea "I Argo" Pontus Derneği
      12. Pontuslular Derneği
      13. Pontuslu Öğrenciler Derneği
      14. Kalamaria Kromneanlılar Kardeşlik Derneği
      15. PanHelenik Pontuslular Dernekleri Birliği
      16. Tüm Yunanistan Pontus Dernekleri Federasyonu (PEPİS)
      17. Pontuslu Göçmenler için Milli Vakıf
      18. Pontus Birliği
      19. İyon-Yunan Cemiyeti
      20. Attiki-Melissia Pontuslular Birliği
      21. Attiki "Ta Surmena" Pontus Yunan Birliği
      22. Attiki-Menidion "O Evklidis" Pontuslular Derneği
      23. Ardessa-"I Ardessa" Kültür Derneği
      24. Arama-Sitogralılar Kültür Derneği
      25. "Aetorahi Elassona" Pontus Kültür Derneği
      26. Ayios Theorodus Gavras Pontuslular Derneği
      27. Amindeos-Lakkia Pontuslular Derneği
      28. Almopia Karadeniz Klübü
      29. Almanya-Batı Berlin Pontus Dernekleri Federasyonu
      30. Almanya-Yunanlı Pontussular Dernekleri Federasyonu
      31. Berlin-Pontus Yunanlılar Derneği
      32. Batum-Pontus Yunanlılar Derneği
      33. Bremen-Pontus Yunanlılar Derneği
      34.Bitigheim-"Panaiya Sumela" Pontuslular Derneği
      35. Boston-"Panayia Sumela" Pontus Kolonisi
      36. Boston "Pontiaki Estia" Derneği
      37. Boston "I Matsuka" Kültür Derneği
      38. Dünya Pontuslular Derneği
      39. Drama-N. Sevastia Pontus Kültür Derneği
      40. Drama-"I Komnini" Pontuslular Derneği
      41. Drama-Lefkogio "Evksinos Pontus" Pontus Kültür Derneği
      42. Diavati "O Aleksandros İpsilantis" Pontuslular Derneği
      43. "Dimitrios İpsilantis" Nea Philadelphia ve Çevresi Pontus Derneği
      44. Dachau-Pontus Yunanlılar Derneği
      45. Düsseldorf-Pontus Yunanlılar Derneği
      46. Dortmund-Pontus Yunanlılar Derneği
      47. Epir-Küçük Asyalılar Kardeşlik Derneği
      48. Esessa "O Theorodos Gavras" Pontuslular Derneği
      49. Eski SSCB Pontuslular Federasyonu
      50. Etoloakarnania-Ayios Kanstandinos "D. Psathas" Pontuslular Derneği
      51. Eteloakarnania "Hamanes Patrides" Pontus Kültür Derneği
      52. Evros "Aleksios Komninos" Pontuslular Kültür Derneği
      53. F. Almanya Pontus Yunan Dernekleri Federasyonu
      54. Frankfurt Pontus Yunanlılar Derneği
      55. Florina Karadeniz Klübü - Gümülcine Özgür Pontus Vatanperver Teşkilatı
      56. Grevena Pontuslular ve Küçük Asyalılar Derneği
      57. Güney Yunanistan Pontus Dernekleri Federasyonu
      58. Grevena-Kivoto Pontus Kültür Derneği
      59. Hanya "Panaia Sumela" Pontus Derneği
      60. Haydari "Pontiaki Lira" Pontuslular Derneği
      61. Haydari Pontuslular Derneği
      62. Hamburg Pontus Yunanlılar Derneği
      63. Igumenitsa "Diyoyenis O Sinopepus" Pontuslular Derneği
      64. İskenderiye ve Çevresi Pontuslular Derneği
      65. Iliupolis "O Aleksandros İpsilantis" Pontuslular Derneği
      66. "İ Panayia Gumera" Pontuslular Kardeşlik Derneği
      67. İsviçre-Zürih Pontuslular Birliği
      68. İsveç-Lud Pontus Yunanlılar Derneği
      69. İpsilantis Pontus Derneği
      70. Kalamaria "Kromnean" Kardeşlik Derneği,
      71. Kromneon Kalamarias Pontus Derneği
      72. Kalamaria Kırımlılar Kardeşliği
      73. Kavala-Pontuslu Öğrenciler Birliği
      74. Kavala-Pontuslular Klübü
      75. Kozanı-Ayios Dimitrios "Ayios Yanis Vazelon" Derneği
      76. Kozanı Karadeniz Klübü
      77. Korinos "Karadeniz" Pontuslular Derneği
      78. Koridallos "Karadeniz" Pontuslular Derneği
      79. Kastania "Amaranton" Pontus Kültür Derneği
      80. Katerini "Akritas" Pontus Kültür Derneği
      81. Kalithea "i Proodos" Pontuslular Derneği
      82. Kilkis "i Argonafte" Pontuslular Birliği
      83. Kastoria "Karadeniz" Klubü
      84. Köln Pontus Yunanlılar Derneği
      85. Florina-Karadeniz Klübü
      86. Lamia-Fithiotida Pontuslular Birliği
      87. Lutviegshaven Pontus Yunanlılar Derneği
      88. Makroporion Pontuslular Derneği
      89. Menemen Pontus Derneği
      90. Münih Pontus Yunanlıları Derneği
      91. Melbourne Pontus Ocağı
      92. Montreal "Karadeniz" Derneği
      93. Nea Hili "Karadeniz" Şileliler Derneği
      94. Nikea-Koridallos Pontuslular Birliği
      95. Nea İonia "i Zoodohos Piyi" Pontuslular Birliği
      96. Nestos-Hrisupolis Pontuslular Derneği
      97. Nausa Pontuslular "Karadeniz" Klübü
      98. Norfolk "Pontus" Birliği
      99. N. Philadelphia "İpsilantis" Pontuslular Derneği
      100. Nürnberg Pontus Yunanlılar Derneği
      101. New York "Komnini" Pontus Sendikası
      102. New York "Panaia Sumela" Derneği
      103. "O Pontos" Kesarialılar Kültür Derneği
      104. Orecastro Kültür-Spor Derneği
      105. Ohio-"Komnini" Pontus Klübü
      106. PanHelenik Pontus Dernekleri Birliği
      107. PanHelenik "Panaia Sumela" Kutsal Kurumu
      108. Ptolemadia Karadeniz Klübü
      109. Ptolemadia-Pontuslular Birliği
      110. Pieria Pontuslular Birliği
      111. Pieria-Trabzon "O İpsilantis" Pontus Kültür Derneği
      112. Patra "Faros" Pontuslular Derneği
      113. Pire Yunan Kültür Pontus Klübü
      114. Pire-Perama Pontuslular Derneği
      115. Pontian Brotherhood "Bontoxehiteas" of N.S.W. Limited
      116. Pontus ve Kıbrıs Rumları Dayanışma Derneği
      117. Prosotsani "O Pontos" Pontuslular Derneği
      118. Policastro "i Akrites" Pontuslular Derneği
      119. Pelli "İpsilante" Pontus Kültür Derneği
      120. Preveza-N. Sampsunta "i amisos" Kültür Derneği
      121. Pontus Etüdler Merkezi
      122. Russelsheim Pontus Yunanlılar Derneği
      123. Rodos "O Digenis" Pontuslular Derneği
      124. Selanik-PanHelenik Pontus Dernekleri Birliği
      125. Selanik "Panaia Sumela" Sendikası
      126. Selanik "Karadeniz" Klübü
      127. Selanik "i Anayanisi" PanHelenik Pontus Yaşlılar Evi
      128. Selanik İoniki Ocağı
      129. Selanik Pontuslular Feneri
      130. Selanik "Ayios Theorodos-Gavra" Pontus Derneği
      131. Selanik Pontus İncelemeleri Enstitüsü
      132. Selanik-Meseos "O Pontos" Kültür Derneği
      133. Selanik Bafralılar Derneği
      134. Selanik-"İ Eptakokomas Santa" Santalılar Derneği
      135. Selanik-Yorgios K, Fotiadis" Tiyatro Derneği
      136. Selanik-Eleftherio Kordelyo Karadenizliler Derneği
      137. Selanik Serbest Felsefe ve Sosyal Bilimler Merkezi
      138. Avgi Kültür Merkezi
      139. Selanik-Peristereota "Ayios Yorgios" Derneği
      140. Selanik- "Akrite Tu Pontu" Stavrupolis Pontuslular Derneği
      141. Selanik-Kirio Pontuslular Yardımlaşma Derneği
      142. Selanik-Evosmos "Panaia Kremasti" Pontuslular Derneği
      143. Selanik- Aristotelion Üniversitesi Pontuslu Öğrenciler Derneği
      144. Selanik Pontuslu Öğrenciler Birliği
      145. Selanik Batı Kesimi Pontus Derneği
      146. Selanik Pontus Araştırma Merkezi
      147. Selanik-O Neos Kafkasos Kültür Derneği
      148. Selanik-Stavrupolis Pontuslular Birliği
      149. Selanik Thermi "Panaia Sumela" Derneği
      150. Selanik Kuzey Yunanistan Sanatçılar Derneği
      151. Selanik Matsoukas Pontuslular Birliği
      152. Selanik Kalithea Pontus Kültür Derneği
      153. Selanik Panaroma Pontuslular Derneği
      154. Selanik Pontuslu Kadınlar Birliği
      155. Selanik Sikea Karadeniz Ocağı,
      156. Selanik Triandria Pontuslular Derneği
      157. Selanik Küçük Asyalılar Klübü
      158. Selanik Yunanistan Pontus Gençler Birliği
      159. Selanik Kalamaryas Derneği
      160. Selanik Panaia Sumela Derneği
      161. Serez Karadenizliler Klübü
      162. Stocholm Karadeniz Pontus Derneği
      163. Sydney "Panaia Sumela" Panpontus Derneği
      164. Svebs-Gmud Pontus Yunanlılar Derneği
      165. Stuggart Pontus Yunanlıları Derneği
      166. Thiva "O Pontus" Karadeniz Klübü
      167. Tiflis Pontuslu Helenler Derneği
      168. Toronto "panaia Sumela" Derneği
      169. Thrilorion Pontuslular Kültür Birliği
      170. Veria Karadeniz Klübü
      171. Whittlesld "Panaia Sumela" Kardeşlik Derneği
      172. Wuppertal ve Çevresi Pantos Kardeşlik Derneği
      173. Wiesbaden Pontus Yunanlılar Derneği
      174. Yannitsa Pontuslular Derneği
      175. Yannitsa Kria Vrisi "Aleksandros İpsilantis" Pontus Kültür Derneği
      176. İskeçe Pontuslular Derneği

      angelfire.com
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      "Pontus Soykırımı" Koca Bir Yalan

      Etnik kökenli sosyal hareketlerin tarihsel tahlilini yapan yazar doktor Georgos Nakratzas tarafından, 04/07/2004 tarihinde kendisine ait " sitemaker.gr/antiethnikistik " (Milliyetçilik Karşıtı Hareket) erişim adresli internet sitesinde Pontus soykırımı iddiaları hakkında Yunanca bir yazı yayımlandı.

      G.Nakratzas'in, irtibat kanalı olarak "PK.13794 10310 Atina" ve " antiethnikistiki@wxs.nl " e-mail adresini verdiği "Pontus Soykırımıyla İlgili Şamata" başlıklı yazısında şöyle diyor;

      "Son yıllarda, İyonya ve Pontus�taki Yunanlıların 1922'deki sözde soykırımıyla ilgili inanılmaz bir şamatadır süregelmekte. İyonyalı Yunanlıların soykırımıyla ilgili ve cumhurbaşkanı tarafından imzalanmış olan kararnamenin, son anda dahi olsa, resmi gazetede basılmadan Başbakan Simitis tarafından geri çekilmesi önemli bir gelişmeydi. Kararname, sözde soykırımın resmen anılacağı tarihi saptamaktaydı...

      Pontuslu Yunanlıların soykırımıyla ilgili sağır edici şamatası ise, hala süregelmekte ve son derece milliyetçi, büyük çoğunluğunu profesyonel vatanseverlerin oluşturduğu Pontuslular tarafından da desteklenmektedir.

      Pontus�taki Yunanlıları konu alan tarihi bir analizle ve gerçeğin diğer bir yüzüyle ilgilenecek bir uzman, bugüne kadar maalesef çıkmadı.

      Pontuslu halkın 1915-1924 tarihleri arasında yasadıklarıyla ilgili Pontuslu milliyetçilerin argümanları, gerçeği yarim yamalak, saptırarak, yalanlarla süsleyerek sunmaktan geri kalmamaktadır.

      Sosyal ve siyasi acıdan bakıldığında, Pontus'u Türk işgalinden kurtarmak ve bir Pontus Yunan cumhuriyeti kurmak üzere sözde bir ihtilal teorisi, tamamen gerçek dışı ve hayali bir urundur.

      Teorik açıdan bakıldığında, ihtilal tanımı ancak, büyük bir toprak parçasında yasayan etnik grubun nüfusu açısından çoğunluğu temsil ettiği taktirde gerçekçi bir içerik kazanır. Bizi ilgilendiren durumda ise, Pontus'un üç ilinde veya vilayetinde yaşayan Yunan nüfusu, önemli, küçük veya tamamen önemsiz bir azınlıktır.

      1912 istatistiklerini sağlayan Atina Üniversitesi Profesörü Sotiriadis'tir. Venizelos Hükümeti bu verileri, ulusal amaçlarını desteklemek üzere çeşitli uluslararası görüşmelerde kullanmıştır.

      Trabzon vilayetinde veya ilinde, Yunanlılar toplam nüfusun %25.9'unu oluşturmaktaydı. Yani Türklerin nüfusu 957.866 iken, Yunanlıların nüfusu 353.533 idi.

      Kastamonu vilayetinde veya ilinde, toplam nüfusun %2.5'ini temsil eden Yunanlılar, sayıca önemsiz bir etnik grubu oluşturmaktaydı ve son olarak Sivas vilayetinde veya ilindeki Yunanlılar nüfusun %8.9'u kadardı.

      Milliyetçilerin adlandırdığı gibi Pontusun bağımsızlığı için verilen mücadele başarıyla sonuçlansaydı, bu sadece Yunan azınlığın, Türk çoğunluğun üzerinde sağladığı askeri hakimiyet ile gerçekleşebilirdi. Tabii ki bu hakimiyet, Yunanistan da yaşadığımız gibi ve Papadopoulos'un vatana ihanet sucundan mahkumiyetiyle sonuçlanan, acımasız diktatörlüğünü de beraberinde getirirdi.

      Pontus nüfusunun milliyetçi eğitimi, ki bu olay yıkımının nedeni oldu, aşamalı olarak, Trabzon Yunan azınlık eğitim sistemiyle gerçekleştirildi.

      Bu milliyetçi propaganda, 1870'te, klasik bir örnek teşkil eden, Trabzon dershanesindeki öğretmen S.İoanidis'in çalışmasıyla başladı.

      Anılan öğretmen, "Trabzon ve civar bölgesinin tarihi ve istatistiği" baslığıyla bir kitap yayınladı.

      Bu eserde birçok tarihi yalan yer almakta ve en klasik örneğini de su metin oluşturmaktadır: "...Yunan dostu 6.Mithridatis döneminde (MÖ 63 yılında) milyonlarca Yunanistan sakini Küçük Asya�ya akın edip, Yunan ırkını Pontus'a getirmiştir."

      Bir başka nokta da aynı yazarın söz ettiği gibi: "...zira belirtilen Mithridatis, Birinci Mithridatis'ten sonra Pontus'un 6. kralı olup, Pers kökenlidir, fakat ayni zamanda büyük İskender'in generali ve dostudur."

      Yunanlıların Pontus'a MÖ 63 yılındaki göçü, yazarın tamamen hayali urunudur ve Pontuslularda olmayan Yunanlı Asya kökenini eski Yunana dayatmayı hedefler. Öte yandan en gülüncü ise, 1.Mithridatis'in kral ilan edilmesinden 50 yıl önce ölen Büyük İskender�den bahsetmesidir.

      Pontuslu milliyetçiler günümüzde dahi, kabul edilemez şekilde İoannidis'in eserini ciddi bir yazılı kaynak olarak sunmaktadırlar. Bu bilgiler de, eleştirebilecek pozisyonda olmayan, çocuklar arasında yayılmaktadır.

      İlgili çalışmada bahsedilen eylemlere de gelince, özellikle Pontus bağımsızlığı Andart Savaşı gibi, bunlar da rahatlıkla Kuzey Yunanistan'daki Yunan milliyetçiliğinin kalesi olarak tanımlanabilecek "Selanik Makedon Araştırmaları Birliği" kütüphanesinin yayınlarına ve Pontuslu milliyetçilerin çalışmalarına dayanır.

      Pontus Andart Savaşı ve eylemleri Pontus'un iki bölgesinde yer aldı. Samsun'un Bafra ve Trabzon�un dağlık kesimindeki Sanda bölgelerinde.

      Özellikle Bafra�da, 1.Dünya Savaşı'nın başladığı yıl, yani 1914 yılından sonra, Türk ordusunda Hristiyan asker kaçakları baş gösterdi ve bu kişiler daha çok Türk köylerine saldırıp hayvan ve yiyecek çalarak, yaşamlarını sürdürdüler.

      Milliyetçilik içerikli kitaplarda Ortodoks kaçakların asılmaları, Yunan unsurunu düzenli bir şekilde yok etme çabası olarak anlatılır ve asılsızdır.

      Valavanis'in son derece milliyetçi çalışmasında kelimesi kelimesine şunlar geçer, "otuz Türk asker kaçağı, içeriği bildirilmeden, Hıristiyanlarla birlikte asıldılar".

      Yani asker kaçağı olma sucunun cezası, Yunanlıları olduğu kadar, Türkleri de kapsıyordu ve savaş döneminde tüm Avrupa�da uygulanıyordu.

      Asıl Andart Savaşı 1916'da Rusların Trabzon�u işgali ve Türk-Rus cephesinin Trabzon bölgesine taşınmasıyla başladı.

      Yunan Andart Savaşını organize eden "General Germanos Karavagellis" idi ve Samsun'a 1908'de metropolit olarak gelmişti.

      Elini kana bulayan din adamı, başarılarını, anılarını yazarken su metinle tasvir etmekte: "bu küçük ve düzensiz grupları, Makedonya�daki mücadelemizden de edindiğim ve yılların verdiği tecrübeye dayanarak, düzenli ve savaşabilen Andart birlikleri olarak örgütlemeye başladım. Bu birlikler çoğaldı. Değerli ve savaş tecrübesi olan liderlere sahip olduklarında ki, onları ben tayin ediyordum, gerçek bir askeri birliğe dönüştüler, vilayetin belirli bölgeleri korumaları altındaydı ve tüm yetkilere sahiptiler."

      Metropolit, Ruslardan aldığı para ve savaş malzemeleriyle oluşturduğu Andart birliklerini, Trabzon cephesinde Ruslarla savaşan Türk ordusuna cephe gerisinden saldırtmak üzere salıverdi.

      Zavallı Bafralı Andartlar ki, çoğunluğu Türkçe konuşan cahil kişilerdi, kana susamış bu papazin tuzağına düştüler ve sözde bağımsızlık savaşının sonuçlarını düşünemediler. Yani, savasın bitmesiyle ve papazin kurtulmak üzere yok olmasıyla ki, öyle oldu, ne olacaklarının bilincine dahi varamadılar. Onlar orada kalacaklardı.

      Bafralılar Pontus'ta kalmayışlarını da Eleftherios Venizelos hükümetine borçlular. Bahse konu hükümet, onları, Lozan antlaşması gereğince, diğer mültecilerle birlikte Yunanistan�a gelmelerini zorunlu kildi. Mübadele, anlaşma gereğince zorunluydu. Bazı kaynaklara göre Venizelos, bu mübadeleyi 1915'ten bu yana hedefliyordu.

      Bafralı Andartların eylemlerini hafifletici bir unsur, dış dünya ile iletişimlerinin olmayışı ve sadece kana susamış metropolitin verdiği bilgilerle kısıtlı kalmaları gösterilebilir. Andartlar, en azından Andartların liderleri, savaşın bitmesiyle, 1945-1946 yıllarında Yunanistan�da Slav dilini konuşan Makedonların veya Latin dilini konuşan Ulahların kaderini paylaşacaklarını tahmin dahi edemiyorlardı. Onlar, Yunan hükümeti tarafından vatana ihanetle suçlanıp idam edilmişlerdi.

      Aynen Türk hükümetinin, Türk uyruğuna sahip Bafralı ve Sandalı Hristiyan Andartları vatana ihanetle suçladığı gibi, Yunan hükümeti de, yukarıda belirtilen grubu, yani Slavca konuşan Makedonları ve Ulahları, vatana ihanetle suçladı.

      Pontuslu Andartlar, savaş sırasında düşman Rus ordusunun yanında yer aldılar. Vatandaşı oldukları devletin ordusuna karşı savaştılar. Farklı dine mensup hemşerilerine baskı uyguladılar ve öldürdüler.

      Karavagellis'in kriminal eylemlerine karşın, Trabzon bölgesindeki Yunanlılar bu güçlüklerle dolu donemde neredeyse hiç zorluk çekmediler. Trabzon bölgesinde bir kişinin dahi burnunun kanamaması iki faktöre bağlıydı:

      Bunlardan ilki, Trabzonluların ruhani liderlerinin Hrisanthos Filippidis olmasıydı. Söz konusu piskopos, daha sonra Yunanistan başpiskoposu oldu ve insanlığın parlak bir örneğiydi. İkinci ve en önemli faktör de, Trabzon sakinlerinin yüksek kültür seviyeleriydi.

      Son derece milliyetçi olan Valavanis, yazılarında Trabzonluları su metinle tasvir etmekte, "Trabzonlu Yunanlılar, tüccar ve bilim adamlarıydı. Diğer Pontuslu Yunanlıları niteleyen aşırı heyecan ve coşku onlarda fazla gelişmemişti. Ermenilerin dehşet verici anılarının baskısı altında, milli duygularını daha dizginlemiş olarak Yunan kızıl haçını yaygarasız karşıladılar ve bu akılcı tavırlarıyla Türklerin doğu eyaletine başından beri saygıyla yaklaşmalarını sağladılar."

      Trabzon metropoliti Hrisanthos, Karavegellis'i kendine örnek almadı ve bölgesinde Andart birlikleri oluşturmadı. Tam tersine, 1916'da, Trabzon�un Rus işgali suresince, Türkleri Ermenilerin intikam cinnetinden ve haddini bilmeyen Yunanlılardan korudu.

      Bunun dışında, Hrisanthos, yoksul olan Türk göçmenlere düzenli olarak yemek verdi. Daha sonra, sultanin yetkilileri Trabzon�a tekrar döndüklerinde, bu hizmetini tanıyarak, ona madalya verdiler.

      Ermenilerin dehşet verici olaylarına ve Trabzonluların konuyla ilgili anılarına da gelince, bunlar Van�daki korkunç gelişmelere aittir. Özellikle, 1.Dünya Savası ve Türk ordusu ile Rus ordusu arasında Kafkasya�da süregelen çatışmalar sırasında, Van gölü civarında, Türk hattının ardında, 1915'te ermeni ihtilali patlak verdi.

      Ermeni ihtilalciler, 17 Mayıs 1915'te, küçük Türk muhafız birliğini şehri terk etmeye zorladı ve Van ermeni cumhuriyetini ilan ederek, şehrin Türk kesimini ateşe verdiler. 3 günde toplam 30.000 sivil Türkü öldürdüler. Türk ordusu, 22 haziran 1915'te şehri geri aldı.

      Yunan Andartlarının Pontus'ta buna benzer soykırım suçları, daha çok Sanda ve Paf'ta yer aldı.

      Sanda bölgesinin 7 köyünde nüfusu Hristiyanlar oluşturuyordu. 2.500 metre yükseklikteki yaylada yasayan, daima silahlı, acımasız dağ adamları ve ayni zamanda savaş canlısı bu Hristiyanlar, Sanda Bölgesi�nin 1916'da geçici olarak Rus ordusu tarafından işgal edilmesini coşkuyla karşılayarak civar bölgedeki Türk köylerine saldırılar düzenlediler.

      1920 yılında Türk hükümeti Sandalılara af önerisinde bulundu. Fakat Sandalılar, ilgili şartları kabul etmeyip, sürekli ihlal ettiler ve herhangi bir uzlaşmadan yana tavır almadılar.

      Kanın bir çay gibi aktığı bölge Bafra�ydı ve bu da yerel nüfusun ister Türk olsun, ister Yunanlı, ahlakını bozmakta başrol oynayan Germanos Karavagellis'in önderliğinde gerçekleşti.

      Aşağıda, Bafralı Hristiyanların, asırlardır barış içerisinde yaşadıkları Müslüman hemşerilerine olan tavırlarını tanımlayan, sadece birkaç olaya değinilmektedir.

      Karavagellis'in buyruğu altında Hristiyanlar, Andart saflarını yoğunlaştırmaya ve Türk ordusunu sırtından vurmaya başladılar. Hayatta kalabilmek için de özellikle de Türk köylerini soyuyorlardı.

      Bu eylemler üzerine Türk ordusu, Bafra bölgesinde Andart avına başladı. Andartlar, Nisan 1917'de, kendilerini kovalayan Türklerden kurtulmak üzere, Nepten Dağı eteklerindeki Otkaya Köyü yakınlarında bulunan ve Meryem Ana adını taşıyan mağaraya sığındılar.


      Andartlar 80 kişiydi ve beraberinde yaklaşık 700 kadın ve çocuk vardı. Türk güçleri mağarayı kuşattı, yaralı Andartları öldürdüler.

      Tam iki yıl sonra, 15 Nisan 1919'da 12.000 Andart, Türkleri aldatmak için kadınlarının ve çocuklarının eşliğinde, bir Türk kasabası olan komşu Casur'a gece vakti saldırdılar. Ciddi kriminal eylemler gerçekleştirdiler ve sadece silahlı Türkleri öldürmekle kalmayıp, silahsız vatandaşlara da saldırdılar. Hristiyanlar, 1000 askeri ve 400 kadın ile çocuğu öldürdüler. 400 ev yaktılar, 800 asker, jandarma ve sivili yaraladılar.

      Türk halkına karşı gerçekleştirilen bu soykırım sucunun lideri, aynı zamanda Karavagellis'in sağ kolu, Bafra piskoposu Zinonas Agritelis idi.

      Sürekli Türklerin Yunanlılara karşı işlemiş olduğu soykırım eylemlerinden bahsedildiği ve düzenli bir şekilde Yunanlı Andartların kriminal faaliyetleri hiç anılmadığı için, bunların sadece bir kısmına, Pontuslu milliyetçi yazar Anthemidis'in çalışmalarında bahsedildiği şekilde değineceğiz.

      Yazar, "İhtilalci Terör, Yunanlıların Türk Nüfusuna Karşı Misilleme Eylemleri" başlığını verdiği kitabında, diğerlerinin yanı sıra, şunlardan da bahsetmektedir:

      "Aralık 1922'de, Yunan Andartlar düzensiz Türk birliklerine karşı saldırdılar ve sadece tek bir operasyonda 8 Türk köyünu yaktılar. Yunan Andart birliklerinin geçtiği Türk köyleri tamamen harap olmaktadır..."

      Andartların Türk sivillerine karşı misilleme eylemleri, savaş hukuku ve o donemin Andart Savaşı hukuku çerçevesindeydi. Ayni yazar kitabının başka bir noktasında şöyle devam etmekte:

      "... Levazımları için başlıca kaynakları bundan böyle Türk köyleriydi. Eylül ayında yaklaşık 200 Andart 150 haneli Sivaslı koyunu istila etti, 200 hayvani alarak, (koyu) tamamen yaktı. Tam beş gün sonra 70 haneli Kuteti Köyü�nü istila etti, devamında 50 haneli tayipli koyunu ve Karoglar Köyü�nü...

      20 gün dinlendikten sonra, 500 Yunan Andart ve 1000 sivil, 600 haneli Şehri'yi istila etti, tüm hayvan ve yiyecekleri alıp, sivillerin yardımıyla köyü yaktılar. Kaptanın (çete başı) yaralandığı Pontus'un dağlarında şimşek hızıyla duyuldu. Herkes yardım amaçlı onun yanına koştu. Camiliköy'de kaptanın emriyle, Andartlar misillemeye geçti ve her şeyi tahrip etti."

      En ilginci de bazı Pontuslu yazarların, günümüzde dahi, Pontuslu Andartlarin soykırım suçlarını gururla anlatmasıdır. Ayni zamanda Pontus'lu milliyetçiler, Türk tarafının işlediği suçları histerik bir şekilde ve büyük bir gürültü kopararak kınamaktadır. Ayrıca soykırımın uluslararası alanda tanınmasını talep ederken, kendi taraflarının gerçekleştirmiş olduğu suçlardan dolayı da Türklerden özür dilememektedirler.

      Anlaşıldığı üzere bu profesyonel vatanseverlerin aklından bir kere olsun, bundan böyle geçmişe bakmadan, geleceğe yönelerek, iki tarafın da birbirine yaptığı kötülükten dolayı özür dilemesi geçmedi.

      Bu bilgiler, farklı bir görüsü dinleyerek, kendi sonuçlarını çıkarmaları için Yunan gençlerine, özellikle de Pontus kökenli Yunan gençlerine sunulmaktadır.

      Diplomatik Gözlem
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      19 Mayıs: Sözde Pontus Soykırımı

      Yunanistan'ın şu günlerde (2005) başlattığı Türkiye aleyhtarı sözde PONTUS soykırımı propaganda kampanyasının Logosunun üzerindeki yazı, "19 MAYIS PONTUSLULAR SOYKIRIMI" şeklindedir.

      19 MAYIS: SÖZDE PONTUS SOYKIRIMI YUNANİSTAN KAŞIYOR MU? KAŞINIYOR MU?


      Yunanistan, 1916-1923 yılları arasında, Anadolu'nun Doğu Karadeniz bölgesinde yaşayan Rum Ortodoks nüfusun, Türk makamlarının sistematik imha politikasının kurbanı olduğunu ve bundan kurtulanların, ancak Yunanistan'a sığınmakla canlarını kurtardıklarını iddia etmektedir.

      24 Şubat 1994 tarihinde, Yunan parlamentosu "19 Mayısı", "Pontus Yunanlılarının Türklerce Katlini Anımsama Günü" olarak kabul etmiştir. Ama tarih ve olgular, Yunan iddialarıyla çatışmakta ve çok farklı bir yönü işaretletmektedir.

      Yunanlı politikacıların konuşmalarında sık sık; "Türkiye'nin kan kaybından ölmesi için, yaralarını kaşıyacağız.." yönündeki söylem ve politikalarının bir ürünü olan PONTUS konusu, Atina'yı bağlayan bir mesele değildir.

      1922'den önce Doğu Karadeniz sahillerinde yaşayanlar, azınlıklardan biri olan, Bizans kökenli Rumlardı.

      Bunlar, Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde 450 yıl huzur içinde yaşamış, imparatorluğun zenginliklerinden fazlasıyla payını almış olan Hıristiyanlardı. Yunanistanla uzak yakın hiçbir kan bağları yoktu.

      Yunan Yayılmacılığı, Anadolu Ruamları'nın felaketi olmuştur. Venizelos'la başlayan "Meğali İdea" politikası, Türkiye'deki Rumları ayaklandırarak toprak talepleriyle devlete isyan ettirmiştir. Tıpkı 1820'lerde Rus,İngiliz ve Fransızların kışkırtmalarıyla Osmanlı İmparatorluğunun sınırları içinde bulunan değişik kökenli (Sırp, Arnavut, Makedonyalı, Bulgar, Anadolulu vs) insanların uydurma bir Yunan Devleti kurmak için Türklere karşı ayaklandırıldıkları gibi. Bu hareketin asıl amacı bir Yunan Devleti kurmak değil, yabancı büyük devletlerin Osmanlı İmparatorluğunu parçalayarak petrol zenginliklerini yağmalamak olduğunu Yunanlı tarihçiler yazıyor.

      1918'lerde yaratılan "Pontus" ve "Ermeni" meselelerinin Osmanlı İmparatorluğunun aleyhine malzeme olarak kullanılması da nedeni Anadolu'yu parçalamayı amaçlıyordu. Ve göz ardı edilemeyecek bir gerçek de aradan 80 yıl geçtiği halde, Türkiye Cumhuriyetini; "Pontus Rum Devleti", "Ermenistan Devleti","Kürt Devleti" şeklinde parçalama çabası içinde bulunanların hala daha var olduğu gözleniyor.

      Önceleri, basit bir folklorik öğe olan "Pontus" terimine, 1974 Kıbrıs olaylarından sonra, Türkiye aleyhine hasmane duyguları körüklemek amacıyla ideolojik bir içerik yüklendi. Yunanlı siyasiler, "Pontus" fikrinin sömürülmesinin, Türk devletinin temelini oluşturan politik ve kültürel ilkeleri berhava etme çabalarına hizmet edeceğini ve Batı Trakya'daki Türk azınlığı mensuplarını kovmak için bir gerekçe teşkil edeceğini düşündüler.

      Yunan tarafının öncelikli hedefi, muhtemelen mikro milliyetçi duyguları kışkırtmak suretiyle, Türkiye'nin çok kültürlü etnik yapısında istikrarsızlık yaratmaktır. Amaç, Türkiye'nin toprak bütünlüğünü bozmaktır.

      Dolayısıyla, bu bağlamda, Yunanistan'ın aşağıda sıralanan hedeflere ulaşma çabasında olduğu söylenebilir:
      · Yunanistan'ın Türkiye'yi işgaline engel olan Mustafa Kemal'in görüntüsünü karalamak;

      · Dünya kamuoyunu, Türkiye tarihinin soykırımlarla dolu olduğu yolunda kandırmak;

      · PKK terörizmini, "bir özgürlük savaşı" olarak takdim etmek ve "Pontus Yunanlıları" ile "Kürtler" arasında bir bağ kurmak suretiyle, PKK ile Türkiye karşıtı bir cephe oluşturmak;

      · Onlara hayali bir "Pontus kimliği" atfederek, sözde Pontus Yunanlıları arasında Türk aleyhtarı duyguları teşvik etmek;

      PONTUS NEDİR?


      "Pontus" kelimesi, eski Yunan dilinde, "Pont-Euxin" yani "Karadeniz" sözcüğünü ifade etmektedir. Yunan propagandası PONTUS'dan bahsederken Trabzon ve cıvarının 4000 yıldan beri Yunan toprakları olduğunu iddia eder ve sahiplenir. Yunanlı Tarihçi Yorgos KORDATOS ise, "Büyük Yunan Tarihi" adlı kitabının birinci cildinde,"Atinalı tüccarların gemileriyle Trabzon yaşayan insanlardan çaldıkları inekleri Atina'ya ve Mısır'a götürüp sattıklarını" yazar.

      Oysa İngiliz yazar Nil Asserson, "Black Sea_Karadeniz" adlı kitabında, "Bu topraklarda, 4000 yıldan beri Tatar, Kırım Türkü, Çerkez, Bizanslı Rum, Laz, Abaza gibi çeşitli soylardan ve dinden insanların problemsiz olarak bir arada yaşadıklarını" belirtiyor.

      Asserson, kitabının bir bölümünde şöyle diyor; "Yunan Meğali İdea'sı ile Elenizm Milliyetçiliği bu topraklara ayak bastığı an vahşeti de beraberinde getirdi"

      Gerçekten Atinalılar bu bölgeye ilk ayak bastıkları andan itibaren hayvan hırsızlığı yapmakla yetinmemiş, orada yaşayan insanları, gemilerine yükleyerek esir pazarlarında sattıklarını gene Yunanlı tarihçi KORDATOS'un kitabından okuyup öğreniyoruz.

      "Bazı Tarihçiler Pontusluların Yunan kökenli olduklarını iddia ederler. Oysa Karadenizin bu bölgesinde yaşayan topluluklar yukarıda da belirttiğimiz gibi farklı kökenden gelen insanlardır ve bunların arasında yaşayanlar, Yunanlı değil Romeos'lar yani Bizanslı Rumlardır".

      Karadeniz bölgesinde Elen etkisinin kökleri, Sinop ve Trabzon'da, M.Ö.. VI. yy.'da şehir-devletler kuran, İyonyalılara kadar dayanmaktadır. Makedon Kralı Philippe ile oğlu Büyük İskender, Persleri Güneydoğu Karadeniz kıyılarından sürüp, bölgede kendi nüfusunu pekiştirdi.

      Haçlılar İstanbul'u ele geçirmek için saldırılara başlayınca İstanbul'da yaşayan Bizanslıların bir bölümü Doğu Karadeniz bölgesine göç ederek Pontus Krallığını kurdular. Pontus Krallığı, 250 yıl ayakta kalmayı başardı ve daha sonraları; yani, İstanbul'un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesinden sonra, Osmanlı İmparatorluğu'nun egemenliği altına girdi.

      GÜLÜNÇ SOYKIRIM YALANLARI


      Yunanistan, Doğu Türk Karadeniz bölgesinde "700,000" Rumun yaşadığını ve bunların 350,000'in boğazlandığını iddia ederek dünyayı kandırıyor.

      Karadeniz bölgesinde yaşayan Rum nüfusuna ilişkin yabancı ve yerel kaynakların gelişigüzel incelenmesi bile, Yunanlıların telaffuz ettiği "700,000" iddiasının ne kadar uydurma olduğunu hemen açığa çıkarmaktadır.

      Amerikan Hükümetince görevlendirilen King Krane Komisyonu, 28 Ağustos 1919'da hazırladığı bir raporda, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yaşayan Rumların sayısını 200,000 olarak belirtmektedir.

      Fransa Dışişleri Bakanlığı'nca yayımlanan, "Documents Diplomatiques", 1893 ve 1897 tarihleri arasında Osmanlı tarafından yapılan nüfus sayımlarına atfen, Rum nüfusun Trabzon'da 193,000 olduğunu kaydetmektedir. Nüfus değişimi sırasında, Karadeniz bölgesinden, 100,000 kadar Rum Yunanistan'a göç etmiştir.

      Yabancı kaynaklara göre; Trabzon, Samsun ve civarında yaşayanlardan, 100 bin kadar Rum'un Türk-Rus savaşından sonra Rusya'ya göç ederek, Sivastopol ve Odessa'ya yerleşmişler. Bolşevik yönetim, Çar'ı tekrar iktidara getirmek isteyen İngilizler ile olan ilişkileri yüzünden onları devamlı gözaltında bulunduruyor ve baskı uyguluyordu. 1928'e gelindiğinde İngilizler hesabına çalışan Yunanlı ajanlar, Kilise kanalıyla, Rusya'daki Pontus Rumlarının arasına sızarak Bolşeviklerin aleyhine faaliyetlerde bulunmaya başlayınca, yüz binlerce Rum tutuklanmış, okulları ve kiliseleri kapatılmıştı. 1936'da ise 170 bin Rum toplu halde Sibirya'ya sürgün edilmişlerdi.

      İkinci Dünya savaşı sırasında Sibirya'dan dönen Rumlar, Kırım'a yerleşmişlerdi.

      Rumları yönlendiren Kilise tekrar gücünü kazanmak için harekete geçince, bu konularda acımasız olan Stalin, Rumlara karşı bir temizlik hareketi başlattı. 14-15 Haziran 1945'de Rus gizli polisi NKVD seri bir operasyonla 100 bin Rum'u hayvan vagonlarına doldurup kapılarını mühürledikten sonra, aç ve susuz Sibirya'ya yolladı.

      Günlerce süren bu yolculuk sırasında çok sayıda ölen oldu.

      Bu sürgünün en kayda değer yanı, Rumların Sibirya köylerinde yaşayan Müslüman ailelerin yanına yerleştirilmeleridir. Halbuki 1915'de Samsunda yaşayan Rumlar, Balkan Harbi göçmenleri olan Arnavut Müslümanları, Müslüman oldukları için değil evlerine köylerine bile sokmak istememiş, Türk jandarmasına silah çekmişlerdi.

      Stalin'in, Sibirya'ya sürgün ettiği 100 bin Rum'dan geriye ancak 40 bin kişi dönebildi. Kısacası 1928'den 1955'lere kadar Rus Yönetiminin Rum kurbanlarının sayısı 150 bin olarak hesaplanıyor.

      Cem BAŞAR

      Kıbrıs Strateji
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      SOYKIRIM YAPAN KİM; TÜRKLER Mİ, YUNANLI ÇETELER Mİ?

      Osmanlı İmparatorluğu'nun hızla çökmekte olduğu, 20. yüzyılın ilk bölümünde, Yunanistan'ın yolladığı subaylarına kurdurttuğu 40 kadar çete; Türk köylülerini soydu, yaşlı, kadın ve çocuk ayırımı yapmaksızın en az 2000 Türkü katletti.

      1918 Ateşkes Anlaşması'ndan sonra, Yunanistan ile Anadolu'da yaşayan Rum azınlık Osmanlı Padişahı'nın bölgede kontrolü sağlamakta içine düştüğü zaaftan faydalanan Yunanlıların emrindeki çeteler, Karadeniz kıyısında, antik Pontus Devleti'ni model alan etnik bir Yunan Devleti kurma girişiminde bulundular.

      Bölgeyi, o tarihlerde ziyaret eden pek çok yabancı gözlemci Rum çetelerinin Türklere karşı nasıl vahşice davrandıklarına tanık olmuş, gördüklerini yazmışlardır. Amerikan Yüksek Komiseri Mark Bristol, Karadeniz kıyısında yaptığı bir geziden sonra yazdığı bir raporda, Yunanlıların körüklediği anarşiye dikkat çekmişti.

      Şubat 1920'de, Zile'ye yaptığı ziyaret sırasında, bir Yunanlı teğmen ise Piskopos Efthimios'un Türk devlet makamlarına karşı takındığı tehditkar tavırlar karşısında şaşakalmıştı. Yunanlı Teğmen Karasiaskos, Efthimios'un, Samsun Valisi'nin hapisteki bir çete reisini serbest bırakmaması halinde, şehre 5000 silahlı çeteci göndereceği tehdidinde bulunduğunu anlatır.



      Doğu Karadeniz'de, Rum ve Ermenilerin ayaklanmaları devam ederken, Türkiye'deki Müttefik işgal kuvvetleri; bilinçli bir şekilde, Türk güvenlik güçlerinin asilere karşı mücadelesini "soykırım" olarak çarpıtıyorlardı. Onların asıl amacı, bölgedeki kargaşadan yararlanarak, kendilerine, Ateşkes Anlaşmasına rağmen, bölgeyi işgal etmek için fırsat yaratmaktı.


      PONTUS KONUSU TÜRKİYE'Yİ PARÇALAMA OYUNUNUN BİR PARÇASIDIR.


      Yunanistan'ın, şu günlerde (Mayıs-2005) PONTUS SOYKIRIMI masalını Amerika, Fransa, İngiltere ve İtalya'da gündeme getirerek Türkiye aleyhine propaganda malzemesi olarak kullanmaya başladığı görülüyor.

      Bugün, NATO Müttefiklerimiz olan yukarıda isimlerini saydığımız ülkelerin; 1917'de Yunanistan ile Türk Devletini parçalayarak, üzerinde bir Rum Cumhuriyeti kurmak için nasıl bir ortaklık kurmuş olduklarını aşağıdaki mektuptan okuyup öğrenmek mümkündür.

      Trabzon Metropolitine hitaben yazılmış olan bu mektubu gönderen Chardini adında bir FRANSIZ Albayı'dır. Bu mektup bugün benzeri daha yüzlerce mektupla birlikte Türk Devletinin arşivlerinde yerini almış bulunuyor.

      Mektubun tam tercümesi şöyledir:

      TİFLİS: 11-24 Aralık 1917

      Efendim;

      Geçirmekte olduğumuz şu sıkıntılı günlerden ancak bütün iyi niyetlerimizi birleştirerek kurtulabiliriz. Kafkasya'da Ermeni-Gürcü kolorduları kuruluyor. Müttefik devletlerin ellerindeki güçlerin bütünü bu hareketleri desteklemeye hazırdırlar. Daha önce belirttiğimiz gibi, dostumuz Rum milleti unutulmamıştır. İsteğimiz üzerine Kafkas hükümeti bir Rum tümeninin kurulması için gerekli yetkiyi vermiştir. Askerleri Kars, Tiflis, Batum ve Trabzon'da toplayacaklar. Bu tümene şahsen tanıdığım bir
      general komuta edecek. Bu kişi aslen Rum olup, Rumca konuşmaktadır. Adı Ananiyas'dır.

      Efendim Trabzonda da bir Rum gönüllü Alayının kurulması elimizdedir. Bu alay önce şehrin huzuru için çalışacak ve sonra da Rus, Ermeni ve Gürcü gönüllüleriyle birleşerek, Türklere karşı savaşacaktır.

      Efendim, ortak amaçlarımızın gerçekleşmesi ve Trabzon'da, Rum gönüllü alayının kurulması için General Kolosovski'ye yardım ederek kişiliğinizi kullanmanızı hükümetim ile arkadaşlarım İNGİLİZ ve AMERİKALI'lar adına yüksek kişiliğinizden rica ediyorum. Birkaç güne kadar gelecek FRANSIZ subaylarını bekliyorum. Bunlardan birisini özellikle Rum alayını kurması için size göndereceğim.Kolosovski'ye de benim tarafımdan şimdiye kadar alay için ayırdığı Rus subaylarını vermesini söyleyiniz. Gerektiği zaman Amerika Konsolosu Mistir Zenge'nin aracılığı ile benimle haberleşebilirsiniz. Bu kişi size Alayın kurulmasıyla ilgili bilgileri verecektir.

      Bu yeni görevin güçlüğü gözden kaçmamaktadır. Bütün güçlüklerin üstesinden geleceğinize inanıyorum. Hizmetlerinizden dolayı Fransa ve diğer Müttefik devletlerin son derece duygulandıklarını bilmenizi isterim.
      ALBAY Chardini


      Bu ve benzeri belgeler arşivlerin karanlığından gün ışığına çıkınca, kimlerin soykırım kurbanı oldukları anlaşılacak, böylece Türk Devletinin ve insanının var olmak için kimlerle ne savaşlar verdiği açıklık kazanacak. Türk Devleti ve insanının o yıllarda yarattığı mucize bir YAYILMACI savaşı değil, bir ÖLÜM KALIM mücadelesiydi.

      YUNANLI TARİHÇİNİN KALEMİNDEN PONTUS GERÇEĞİ


      "Hristos SAMUELİDİS, 1900'ların başında Samsun'da doğmuş bir araştırmacı-yazardır. 1970'de Atina'da yayınlanan "Mavri Thalasa-Karadeniz" adlı kitabının da yazarıdır. Bu kitapta yazarın yaşadıklarına dayanarak yazdıkları; Sadece Yunanlıların PONTUS konusundaki yalanlarını ortaya çıkarmakla kalmıyor, Türk tarafının haklılığını bir kez daha gözler önüne seriyor.

      SAMUELİDİS'in, 306 sayfalık "Karadeniz" adlı kitabından alınmış aşağıdaki bölümler, Türkiye'yi parçalamak için Pontus adı altında, oynanan kirli oyunların yalnızca birkaçını anlatıyor.

      "Yunanistan'dan gelen Amasya Metropoliti KARAVANGELİS, Samsun'a ayağını basar basmaz, yaptığı ilk iş Rum halkını Türklere karşı ayaklandırmak için propaganda yapmak olmuştu. Rum gençlerine tüfek dağıtarak onları Yunanistan'dan gelen subaylara eğittirdi. Anavatanla (Yunanistan) irtibatı sağlayan Teğmen KARAVANGELİS, Atina'dan Samsun'a tüfek ve cephane gönderilmesini istedi. Bir hafta sonra silah ve cephaneler bira fıçıları içinde gizlenmiş olarak Samsun'a getirilmişti. Silahları bize teslim eden bir Yunan Yüzbaşısıydı.

      Silahları Kadıköy'de, Mercanis'in kahvehanesinde gizlemiştik. Bu silahları birkaç gün sonra Türklere karşı mücadeleye katılacak gençlere dağıttık."

      "Balkan Savaşı başladığında Türkler, Rum gençlerini Osmanlı vatandaşı oldukları için askere alarak cepheye yollamaya başlamıştı. Mitropolit KARAVANGELİS; Rum gençlerinin, Yunan Ordusuna karşı, Türk Ordusu saflarında savaştırılacakları için çılgına dönmüştü. Bu arada 20 Rum genci Türklere karşı savaşmak için gizlice Yunanistan'a kaçmışlardı. Zorla Türk ordusuna alınan Rum gençleri, savaşın başlamasından beş ay sonra firar ederek Samsun'a gelmişlerdi. Altıncı aya gelindiğinde, Türk ordusundaki tüm Rum ve Ermeni gençleri firar etmişlerdi. Pontuslu Rum firari gençler Türk ordusunun Makedonya'da Yunanlılara karşı uğradığı hezimeti öğrendikçe firar edip Türk gücünü zayıflattıkları için kendileriyle övünüyorlardı."

      "Çanakkale savaşında, topçu olarak askerliklerini yapan Rum gençleri, Yunan gemilerini vurmamak için denize karavana atış yapıyorlardı. "

      "Samsun'un en zengin tütün tüccarı olan isim yapmış bir Rum Türklere karşı savaşacak Rum çetelerinin silah satın almaları için Kiliseye büyük miktarda para vermişti. Hatta depoları Pontuslu Rum çetecilerin bir ikmal üssü durumundaydı."

      "Ermeniler, Ruslarla birlikte Türklere karşı savaştıkları ve Van'da ve Adana'da Türkleri katlettikleri için Samsun'da korku içinde yaşıyorlardı. Türklerden kaçan Ermenilerden bir bölümünü Metropolit KARAVANGELİS kilisede saklamıştı."

      "Rus savaş gemileri Trabzon'a yanaşıp karaya asker çıkarmaya başlamalarıyla Rumları bir sevinç havası sarmıştı. Kiliselerin kampanaları çalarken, papazlar limana inmiş karaya ayak basan Rus general ve amiralini çiçeklerle karşılıyorlardı. Türkler ise ortadan kaybolmuşlardı."

      "Osmanlı Devleti, Balkan Savaşlarının sona ermesiyle Türkiye'ye gelen Arnavut göçmenlerin bir bölümünü yerleşmeleri için Samsun'a yollamıştı. Bunlar Rumların yaşadıkları köylere yerleştirilmeleri için ferman çıkmıştı. Samsunlu Rum Tüccar, Cemaatin lideri olan Despota giderek, Müslüman göçmenlerle bir arada yaşayamayacaklarını söyleyerek tepki göstermesini istediler. Despot Mutasarrıf Halil Hamdi Efendiye giderek bu durumu bildirdi. Halil Paşa, Despot'a " Despot Efendi bunlar topraklarından sökülüp atılmış zavallı insanlardır. Huzur bulmak için bir ümitle bize gelmişlerdir. Bunların acılarını dindirmek bize düşer" deyince, Despot tepki göstererek, "Bu bizim değil sizin probleminizdir. Biz onlarla yan yana yaşayamayız, onlar da sizin gibi Müslüman'dırlar, onları siz barındırın, bizim sırtımıza yüklemeyin."cevabını vermişti. Mutasarrıf "Ferman var.." deyip göçmenleri Rum köylerine yerleştirme konusunda ısrar edince, Rumlar silaha sarılarak Jandarmaya direnmişlerdi."

      "Rum çeteci Kaptan Vasilusta, Türk ordusundan firar eden geçlerden oluşturduğu bir çete ile Sivas'ta bir askeri hapishaneyi basarak oradaki bütün Türk muhafızları öldürmüş, esir bulunan bir Rus generalini kaçırmışlardı. Bu olay Rusları çok etkilemişti. Bu olaydan on gün sonra Vasilusta, Rusların işgali altında bulunan Trabzon'a gitmişti. Orada görüştüğü Rus İstihbarat subayı Yarbay ARTATOF, ona Samsunda, Türklere karşı bir direnme hareketi başlatmasını istemişti."

      "Rum çeteleri Türklere karşı mücadele için mantar gibi ürüyorlardı. Eylül ayı ortalarında Rum çetecilerin başı Vasilusta ile KOSMİDİ Rusların kendilerine verdiği 2.000, tüfeği gizlice Samsun'a getiren bir Rus savaş gemisinden bir koyda boşaltmışlardı."

      "1917 Ocak ayında Rusya'da Çarlık Yönetiminin devrilmesiyle birlikte, Rus askerleri Trabzon'dan ayrılmaya başlamışlardı. Askeri ve sivil Rus yönetimi İhtilal Komitesinin emrindeydiler. Rum Metropoliti Hrisanthos da Komitenin kontrolünde bulunuyordu.

      Ruslar artık bizimle değil kendi sorunlarıyla ilgileniyorlardı."

      "1917 Kasım ayında Marsilya'da bulunan Pontus'lu zengin bir Rum işadamı, Fransa'nın Nis şehrinde Elefterios VENİZELOS ile buluşarak onunla PONTUS'un bağımsızlık mücadelesini görüştü. Rus askerleri Trabzon'dan çekildikten sonra Metropolit harekete geçerek toplantılar düzenledi Rum,
      Ermeni ve Gürcülerden oluşan bir gönüllü birliği Türklere karşı savaşmaları için Kafkas Cephesine gönderildi. Ruslar Kafkas cephesinden çekilmeye başladıklarında Pontuslu Rumlardan oluşan bir tümen Türklere karşı savaşı sürdürdü. Trabzon'daki Rum liderler, Rusların onları terk ettiklerini görünce Rum, Ermeni ve Gürcü Birlikleri takviye edecek yeni güçler oluşturmak amacıyla Trabzon ve Samsun havalisinde yaşayan Rum erkekleri toplayarak ellerine silah verdiler. Böylece Türklere karşı
      direnebileceklerdi. "

      "Venizelos, 1919 Haziran ayında Ukrayna'ya güvenilir adamlarını yollamıştı. Bunlar, beraberlerinde bol para ile Bolşeviklere karşı savaşan General Denikin'i desteklemeye gitmişlerdi. Venizelos, Clemenseau ve Lioyd George'nin isteği ile Türk Devleti'ni parçalamak için Pontus devletini kurmak amacıyla Samsun'a Giritli ve Anadolulu Rum çeteciler yollamıştı. Bunlara verilen talimat, Ermenilerle işbirliği yapmalarıydı. Londra, Kuzey Anadolu sahillerinde bağımsız bir Rum-Ermeni devletinin kurulmasını kararlaştırmıştı. Ermeni ihtilalcilerin başında bulunan Nubar Paşa, Paris'te yaşıyordu. Nubar Paşa, Venizelos ile yaptığı görüşmeler sonucunda, çok sayıda ajanını, Yunan ajanlarına yardımcı olmaları için Samsun'a yollamıştı.

      "1919'un Nisan ayı başlarında Rum kilisesinin piskopos'u Zilon ile Rum eşkiyalarının başı Pandelis, görüşmek için kendilerini davet eden İngiliz Kuvvetlerinin komutanına gittiler. İngiliz komutan Solder, "Bildiğiniz gibi Türkiye ve Almanya savaşı kaybetti. Galipler bizleriz. Sizi biz koruyacağız artık silaha ihtiyacınız yok sizi biz koruyacağız, bunun için silahlarınızı bölgenizdeki polis karakoluna teslim edin." dedi. Kendisine silahlarımızı teslim etmeyeceğimizi bildirdik."

      "İngilizler Samsun'da bulundukları sürece hiç açık vermeden bölgenin Bağımsız bir PONTUS olması yolunda çalışmalarını çok gizli bir şekilde sürdürüyorlardı. Tespit ettikleri alan Samsun, Trabzon ve Sivas'ı içine alıyordu. "

      "1919 Ağustos ayında Yunan ordusunun içinde 2 Pontuslular taburu kuruldu. Bunlardan biri Selanik'te, diğeri Atina'da üslenmişti. Bu taburlar kurulacak PONTUS Devletinin ordusunun ilk birlikleri olacaktı. Gece gündüz tatbikat yapıyor ve heyecanla Trabzon'a ayak basacakları günü bekliyorlardı. Aralık ayında Atina'daki Pontus taburu Selanik'e aktarıldı ve diğer taburla birleştirildi. 1920'lerin başında her an yola çıkma emri beklenirken emir gelmişti ama Trabzon'a değil İzmir'e."

      "Bu arada Pontus Komitesi bir toplantı yaparak bazı kararlar aldı. 1919'da Türk Ordusu güçsüzdü ve dağılmıştı. Pontus cephesinde Rum gençlerinin oluşturacakları 18.000 kişilik bir güç Türklere Kuzey ve Orta Anadolu'da problem yaratabilecek ve Yunan Kuvvetleri Anadolu'yu fazla güçlük çekmeden işgal edebileceklerdi."

      "Pontus Komitesi, Rus ordusunda General Rütbesiyle görev yapan Pontus'lu Rum Ananias ile gene onun emrinde Çarlık ordusunda görev yapan 500 subay ve erden ek bir kuvvet düzenledi. Anadolu Rumlarından oluşacak 10.000 kişilik bir ordu hazır sayılıyordu. Böylece Yunan Askerleri Anadolu'yu işgale başladıklarında hiçbir güçlükle karşılaşmadan Mustafa Kemal'in üssü olan Sivas'a kolayca ulaşacak, onu yok edebileceklerdi."

      "Mustafa Kemal Anadolu'da örgütlenmeye başlayınca; PONTUS'lu gençlerin Türklere karşı savaşmak için Yunanistan'ın onlara irtibat subayı olarak yolladığı Pontus kökenli Üsteğmen Karaiskos, Yunanistan'dan acele olarak silah ve cephane gönderilmesini istedi. Atina'dan kısa süre sonra gelen gizli bir mesajda bol miktarda silah ve cephanenin bir gemiye yüklendiği ve geminin Samsun'a doğru yola çıktığı bildiriliyordu. Yunanlı İstihbarat subayı Karaiskos, Samsun'da Kızılhaç temsilcisi örtüsü altında faaliyetlerini gizliyordu."

      Yunanistan'ın yolladığı silahlarla donatılmış Rum çeteciler omuzlarına astıkları fişekliklerle at üzerinde Samsun sokaklarında dolaşıyor, Türk halk üzerinde korku yaratıyorlardı. Tepki gösteren Türkleri ise yolun ortasında kırbaçlıyorlardı.

      ARTIK EN SON NOKTAYA GELİNDİ


      Türk Devleti'nin toprak bütünlüğü ve insanı'nın can güvenliği Yunanistan'ın tehditleri altında varlığını sürdürmesini artık kimse beklemesin.

      Yunanistan'ın, Devlet olarak Türkiye'nin karşısında yerini aldığından beri geçen yaklaşık 160 yıl, her zaman Türkiye için bir yara olarak kalmıştır.

      Yunanistan'ın yıllarca beslediği PKK terör örgütüyle olan ilişkileri ile bu yarayı bir kez daha kaşımıştır. Türk insanı terörün acılarını yaşadıkça, aklına ilk gelen Yunanistan oluyor. Bunun da ne anlama geldiğini anlatmamıza gerek yok. Yunanistan ise bildiğini okumaya devam ediyor. Bakalım bu daha ne kadar sürecek?"

      Cem BAŞAR

      Kıbrıs Strateji
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000
      Duyarlılıuğın için teşekkürler Kuku. Bu yazıyı baştanm sona kadar okuyacağım. İnanıyorum ki buraya astığın yazıyı destekleyecek onlarca örnek vardır.
      Konu ile ilgili Karedeniz Üzerine Yeni Stratejiler başlıklı bir yazı vardı. Bulabilirsem o konuyu da buraya alacağım.
      Tekrar teşekkürler...
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı: Karadeniz ve Montrö Anlaşması

      02 Eylül 2008 - TÜRKSAM

      Bogazlar Sorunu

      Bu analizimizi 2006 yılında yazmış ve yayınlamıştık. Bu günleri görerek ve bu günlere hazırlık yapmak için bu değerlendirmeyi yapmıştık. Bugün yaşanan gelişmeler aşağıdaki analizi yeniden yayınlamamıza sebep olmuştur. 2 yıl önce yazdığımız bu analizimizi hiç değiştirmeden aynen yayınlıyoruz.
      Noam Chomsky, Korsanlar ve İmparatorlar adlı kitabının girişinde Büyük İskender’le esir aldığı bir korsanın hikayesini nakleder: “St Augustine, Büyük İskender’in esir aldığı bir korsanın hikâyesini anlatır. İskender korsana 'Hangi cesaretle denizlerde saldırganlık yapabildin?' diye sorar. Korsan, 'Sen hangi cesaretle tüm dünyaya saldırabildin?' diye cevaplar. Ve sürdürür, 'Ben sadece küçük bir gemiye sahip olduğum için hırsız diye adlandırılıyorum. Sen ise aynı şeyi çok büyük donanmayla yaptığın için imparator diye adlandırılıyorsun.”[1] Büyük güç sahibi küresel güçler dünyanın bütün noktalarına ve hikayede olduğu gibi bütün denizlerine girmeyi adeta kendilerinin doğal bir hakkı olarak görmektedirler. Büyük donanma sahibi, okyanuslara hükmeden küresel güç ABD’nin son dönemde küresel güç olma ve bunu devamlı kılma stratejisi çerçevesinde dünyadaki neredeyse giremediği tek deniz olan Karadeniz’de etkin olma çabaları bölgede yeni bir Soğuk Savaş’ı gündeme getirmiştir.
      Doğudan batıya yaklaşık 1200 km ve kuzeyden güneye ise 600 km uzunluğunda bir alana sahip olan Karadeniz’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kıyıdaş ülke sayısı bir anda artmıştır. Eski kıyıdaş ülkeler (Türkiye, Rusya Federasyonu, Bulgaristan ve Romanya)’nın yanı sıra Ukrayna ve Gürcistan Karadeniz’in yeni kıyıdaş devletleri olarak bağımsızlıklarını kazanmıştır. Coğrafi olarak Türkiye’nin kuzeyinde ve Avrupa’nın güney doğusunda bulunan Karadeniz, Türk boğazları, Marmara Denizi, Ege Denizi ve Akdeniz üzerinden Atlantik Okyanusu’na çıkışı sağlar. Karadeniz sahilleri kuzeyde Ukrayna, doğudan Rusya ve Gürcistan, güneyde Türkiye ve batıda ise Bulgaristan ve Romanya ile çevrilidir. Rusya ile Gürcistan arasında yer alan ve Gürcistan’dan kopma gayretleri içinde olan Abhazya’yı da aslında bir Karadeniz devleti olarak görmek mümkündür. Karadeniz aynı zamanda, Türkiye ve Rusya hariç diğer sahildar devletlerin denizlere yegane çıkış yoludur. Büyük Karadeniz bölgesi adı altında Karadeniz’e kıyıdaş devlet olma özelliğini taşıyan ülkelerin yanısıra, Hazar enerji kaynaklarının Batıya aktarılmasında kullanılan ve Asya’yı Avrupa’ya bağlayan koridorda yer alan devletler de (Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) Karadeniz’e ait edilmektedir.[2]
      Karadeniz, nihayet küresel güçlerin dikkat merkezine gelmiştir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ekonomik olarak Avrasya bölgesine yerleşen ABD’nin askeri olarak bu bölgeye yerleşmesi için gereken fırsatı 11 Eylül saldırıları sağlamıştır. Zira Afganistan operasyonları sebebiyle ABD Kafkasya ve Orta Asya’dan geçiş kolaylıkları ve askeri üsler elde etmeye başlamıştır. (Gerçi daha sonra Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) desteğini arkasına alan ve renkli devrimlerin kendisini de etkilemesinden korkan Özbekistan ABD üslerini ülkesinden çıkarmıştır.)
      Renkli devrimler Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında yeni bir güç mücadelesinin başlangıcını oluşturmuştur. ABD bu çerçevede Karadeniz’e kıyısı olan iki devlette (2003’te Gürcistan ve 2004’te ise Ukrayna) renkli devrimleri desteklemiş ve bu ülkelerde Batı yanlısı rejimler iş başına gelmiştir. Ardından ise bu ülkenin öncülüğünde Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında Demokratik Devletler Birliği (DDB) kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Bu girişim Rusya’nın öncülüğünde kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na ciddibir darbe niteliğindedir.
      ABD’nin Karadeniz’de etkin olabilme düşüncenin gerçekleştirilmesinde en önemli engellerden birisi Montrö’dür. Bu anlaşma değişik senaryolar içinde eritilmeye ve değiştirilmeye çalışılmak istenmektedir. ABD için kısa vadede kendi bayrağı ile Karadeniz’e girememesi durumunda NATO bayrağı altında “yumuşak geçiş” planları da gündemdedir. Ancak Kremlin bundan büyük bir endişe duymaktadır. Özellikle de Karadeniz’in NATO’ya açılması durumunda Kırım’ın Türkiye’nin kontrolüne gireceği endişesi mevcuttur. Karadeniz uğrunda bugün sadece ABD ve Rusya değil bir çok küresel ve bölgesel güç ile kıyıdaş ülkeler ve kurumlar stratejik derinliği olan bu deniz için mücadele etmektedir.
      Karadeniz Bölgesinde Aktif Olma Çabası İçindeki Aktörler Şu Başlıklar Altında İncelenebilir[4]:
      1 ) Küresel güçler: ABD, AB ve Rusya.
      2 ) Bölgesel güçler: Türkiye, Ukrayna, Romanya. Bu devletler global aktörlerden bağımsız politika oluşturmakta güçlük çekmektedirler ve politikalarını küresel aktörlerle koordineli bir strateji belirlemek zorundalar.
      3 ) Uluslararası organizasyonlar: NATO, AB, AGİT; GUAM, KEİT.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Amerika Birleşik Devletleri:

      ABD’nin bölgeye olan ilgisi 11 Eylül sonrasında terörle mücadele kapsamında yeni bir şekil ve yön almıştır. 2002’de açıklanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Karadeniz ve Hazar bölgeleri sadece petrol rezervleriyle değil; Hindistan, Pakistan ve Güney Doğu Asya pazarlarına açılmak için de önemli olarak kabul edilmiştir. Afganistan’dan Gürcistan’a kadar bulunan ABD askeri mevcudiyeti bölgedeki ABD etkisini arttırmaktadır. ABD’nin temel amacının bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmek ve Rusya’nın bölgedeki siyasi, ekonomik ve askeri etkisini azaltmaktır. Diğer önemli amaç SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan devletleri Euro-Atlantik bloğuna bağlamaktır. Bunun sonucunda ABD’nin ve müttefiklerinin baskın jeopolitik güç olarak bölgede ortaya çıkması bölgedeki güç dengelerini değiştirmektedir.

      Karadeniz’in ABD İçin Önemini Aşağıdaki Başlıklar Altında Toplayabiliriz:

      - ABD Karadeniz vasıtasıyla Rusya Federasyonu’nun “yumuşak karnı” Kuzey Kafkasya’yı kolaylıkla kontrol edebilir, bu bölgelerde birtakım provakosyonlara girişebilir.
      - ABD’nin bölgeye gelişi Ukrayna, Gürcistan ve Moldova gibi ülkelere kendine “güven ve cesaret” getirerek Rusya karşısında seslerini daha fazla yükseltmelerine sebep olabilir.
      - Karadeniz, Kafkasya-Hazar-Orta Asya bölgelerinin enerji kaynaklarını Batı pazarlarına aktarımda önemli bir geçiş güzergahlarından birisidir. Karadeniz’de etkin olan bölge dışı güçler bu ülkelerin enerji politikalarına etkide bulunabileceği gibi Rusya’nın da petrol ve doğal gaz ihraç kanallarından birisi olan bu bölgede enerji politikalarına etkide bulunabilir. Bu çerçevede Karadeniz “Doğu-Batı ve Kuzey-Güney Enerji Koridoru”larının tam merkezinde yer alması, Bölgenin giderek istikrarsızlaşan Orta Doğuya alternatif olarak belirginleşmesi bu bakımdan Hazar Havzası Orta Doğu’ya alternatif rezerv kaynağı olması hem ABD’yi hem Avrupa’yı bölge ile iyi ilişkiler kurma konusunda teşvik etmektir.[5]
      - Karadeniz aynı zamanda İran tarafından da petrol ve doğal gaz ihracı için kullanılması düşünülen mekanlardan birisidir. ABD’nin Karadeniz’de etkin olması İran’ın enerji politikalarını manüpüle etme imkanı sunar. Aynı zamanda coğrafi yakınlık sebebiyle bu bölgedeki deniz üsleri veya uçak gemilerinden kalkacak savaş uçakları için İran son derece rahat bir hedef haline gelebilir.
      - İran’ın yanı sıra; Irak ve Suriye gibi Orta doğu devletlerine karşı baskı ve genelde Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesinde Karadeniz son derece önemli olabilir.
      - Bölgenin Afganistan ile başlayan küresel terörle mücadele programında son derece stratejik bir noktada olması,
      - Rusya’yı çevrelemek için Karadeniz son derece elverişli imkanlar sunmaktadır.
      - AB’nin genişleme programı içine Karadeniz bölgesi ülkelerinin bir kısmının da alınması ve bu çerçevede “Daha Geniş Avrupa” (Wider Europe-Neighbourhood: A New Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours) programı çerçevesinde AB’nin bölgeye yönelik politikalarının uygulamaya sokulması,
      - NATO’nun bölgeyi Barış İçin Ortaklık Programı içine alması,
      - Karadenizin stratejik konumu sebebiyle bölgede bulundurulacak askeri gemi ve/veya üslerden Rusya Federasyonu’na yönelik istihbari çalışmalarının yürütülmesine elverişli olması
      - ABD kendi açısından bölgede altı adet strateji belirlemiştir[6].
      - Bölgedeki demokratik gelişmeleri ve değişimleri hızlandırmak: Bu sayede bölgenin güvenliği ve istikrarı ABD çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde korunmuş olacaktır. Bu da bölgeye doğru sınırlarını genişletmeye başlayan AB’nin ve bölgede askeri mevcudiyeti bulunan ABD’nin güvenliğini sağlayacaktır.
      - Kurumlar yeniden düzenlenmeli ve yeni düzene adapte edilmelidir: NATO ve AGİT bölgede çıkarların korunması için enstrüman olarak kullanılabilir. Fakat yine de bölgede kurumsal bir eksikliğin olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. GUAM ve KEİT de yetersiz kalmaktadır. ABD çıkarlarını bölgede savunacak kurumsal bir yapıya ihtiyaç vardır.
      - Türkiye ve Rusya bölgede ikna edilmeli: Bu sayede ABD, bölgedeki muhtemel rakiplerini barışçıl ve dostane bir tavırla ikna edecek ve kendi çıkarları doğrultusunda bölgeyi yönlendirecektir.
      - Donmuş çatışmalara öncelik verilmelidir: Moldova Transdniester’deki, Yukarı Karabağ’daki, Güney Osetya ve Abhazya’daki çatışmalara dikkat çekilmelidir. Rusya’nın bu çatışmaları kendi çıkarları doğrultusunda bölgede huzursuzluk yaratmak ve bölge ülkelerine baskıda bulunmak için kullanması engellenmelidir.
      - ABD ve AB’nin demokrasi destek programlarının uyumlaştırılması: İki küresel gücün de bölge üzerindeki demokrasi projelerinin ortak bir platforma oturtulması gerekmektedir. Bunların amacı yeni demokrasilerin ekonomik gelişmelerini hızlandırmak ve demokratik kurumsallaşma kapasitelerini güçlendirmektir.
      - Ukrayna’ya odaklanılmalı: Ukrayna’daki darbenin başarısını bölge için önemli gören ABD, darbe sonrası gelişmelerle de yakından ilgilenmelidir. Çünkü Ukrayna diğer devletler için bir model olabilir ve onları batıya yaklaştırabilir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Rusya Federasyonu

      11 Eylül terörist saldırılarından sonra Afganistan’a ve ardından da Irak’a yapılan askeri müdahaleler “uluslararası terörizmle mücadele” boyutlarını aşarak uluslararası yeniden yapılanma sürecine dönüşmüştür. ABD ortaya attığı ve kısaca “Büyük Ortadoğu Projesi” ile Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada dünyayı yeniden dizayn etmeye kalkışırken, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya, artan petrol fiyatlarının da desteğini arkasına alan yeni lideri Vladimir Putin ile bölgede yeni bir “Dış Politika Konsepti” geliştirmeye başlamıştır.
      11 Eylül hadiseleri ve arkasından yaşanan gelişmeler Rusya Federasyonu’nun dış politika ve güvenlik doktrinlerinde geleneksel çizginin sınırlarını oldukça zorlayacak nitelikte değişikliklere yol açmıştır. Artık, Rusya’nın uluslararası bir güç olmadığının, en azından uluslararası bir güç olmanın ekonomik altyapısını karşılamaktan uzak olduğunun farkına varan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’yı global arenadan çekerek, bölgesel ve/fakat etkin bir güç haline dönüştürmek istemektedir. Bu çerçevede Moskova, ABD ile yakınlaşarak genelde Batı dünyası ile bütünleşme politikaları takip etmeye başlamıştır. Politik olduğu kadar ekonomik gerekçelere de dayanan bu kararla Rusya, en azından bir süreliğine küresel iddialarından vazgeçtiğini ortaya koymuştur.[7]
      Putin, Rusya içerisinde dizginleri ele almasının ardından, yakın çevresine yönelmiş ve Yeltsin döneminde eski Sovyet coğrafyası ülkeleri ile bozulmaya yüz tutan ilişkilerini yeniden düzenlemeye başlamıştır. Ancak, 11 Eylül’den sonra Rus dış politikasında yeni açılımlar ortaya çıkmıştır. Başkan Putin, yeni jeopolitik ortamda Batı ile yakınlaşma politikaları geliştirmiştir.
      11 Eylül’den sonra küresel düzeyde dış politikasında en radikal değişimi yaşayan ülkelerden birisi de Rusya olmuştur. Başkan Putin iç politikada önemli riskler alarak terörizme karşı savaşta ABD’ye tam destek sağlamış ve Batı ile Avrasyacılık arasında bir eksene oturtulmaya çalışılan Rusya’nın yönü, 11 Eylül’den sonra Batı ile bütünleşmeye ve bu anlamda ABD ile müttefikliğe doğru çevrilmiştir. ABD ile hızlı başlayan balayı bu ülkenin Orta Asya’da birbiri ardına askerî üsler edinmesiyle neticelenmiştir. Ancak bir taraftan Rusya içerisinde yükselen Batı karşıtı söylem ve diğer yandan da ABD’den umulanın bulunamaması, Moskova’da ABD’ye verilen desteğin sorgulanmasına ve Kremlin’in dış politika alternatiflerini açık tutmasına sebep olmuştur.
      ABD Afganistan operasyonları sonrası Rusya’nın dış politika ve millî güvenlik konseptlerinde oldukça önemli bir yer tutan “Yakın Çevre” politikasını âdeta ortadan kaldırarak Orta Asya ülkelerinde peş peşe askerî üsler edinmesi, diğer yandan da Afganistan ile hiçte alâkası olmayan ve Hazar petrollerinin geçiş güzergâhı olan Gürcistan’a askerî yardım ve teknik personel yardımını artırmaya başlaması, Rusya’nın alternatif politikalar geliştirilmesi yönündeki çabalarını hızlandırmıştır. ABD, Orta Asya’ya yerleşmekle Rus jeopolitik menfaatlerine çok büyük zarar vermiş olmasına rağmen Başkan Putin Batı’yla başlatmış olduğu işbirliğinin zarar görmemesi için buna fazla ses çıkarmamıştır. Ancak, Orta Asya’dan sonra ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya’da da giderek ağırlığını hissettirmeye başlaması ve Gürcistan’a verdiği desteği her geçen gün arttırması, Rusya’yı bölgede oldukça rahatsız etmeye başlamıştır. Bu çerçevede Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kuran Rusya ABD ile rekabet etmeye başlamıştır. Zaman içerisinde bu rekabetin Karadeniz’e kayması Rusya açısından özellikle enerji nakil hatlarında stratejik önemi olan bu bölgeye verilen önemin daha da artmasına sebep olmuştur.
      Rusya’nın bölgedeki önceliklerini sıralamak gerekirse politik, ekonomik, askeri hakimiyetini devam ettirmek; Karadeniz ve Kafkasya devletlerinin dış politikasını Rus çıkarları doğrultusunda kontrol etmek ve özellikle de Türkiye, ABD ve Batının etkin olmalarını engellemektir[8].
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Avrupa Birliği

      AB’nin bölgeye olan ilgisinin artması AB genişleme süreciyle paralellik göstermektedir. AB Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin üyelikleriyle birlikte Karadeniz’e komşu olmuştur. 2007’de Romanya ve Bulgaristan’ın ve ileriki bir tarihte belki de Türkiye’nin de birliğe üye olmalarıyla AB, Karadeniz’de etkin bir güç haline gelebilir. Yeni komşularla yapılacak olan işbirliği AB’nin Karadeniz perspektifini net hale getirecektir. Yeni katılacak üyelerle AB Karadeniz’e komşu olacağı için Karadeniz tartışmalarına Yeni Komşuluk Politikası (YKP) çerçevesinde yaklaşacaktır. YKP’nin amaçları tarafların birbirinin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü tanıması; çatışmaların çözümü; insan haklarına ve demokratik kurumlara önem verilmesi; ekonomik reformların uygulanması şeklinde sıralanabilir[9]. Bununla birlikte bölgenin enerji yolları üzerinde bulunması da enerji ihtiyacını dış kaynaklardan sağlayan AB için önemli hale gelmesinin diğer sebebidir. 2007’den sonra fiili olarak Karadeniz’e komşu olacak AB için bölgenin istikrarlı ve güvenli olması ayrıca önem taşımaktadır. Özellikle Kafkaslar ve Doğu Avrupa’daki istikrarsızlığın ve problemlerin buralardan batıya doğru göçlere neden olabileceği için AB’nin sınırların korunması konusunda da bölge ile ilgilenmesi gerekmektedir. Fakat bu noktada AB Anayasası’nın onaylanmaması sonucunda AB içinde oluşan olumsuz havanın da bölgeye olan ilgiyi azalttığı da gözden kaçmamalıdır.
      Daha önce belirtildiği gibi enerji ihtiyacını dışarıdan sağlayan AB için petrol aktarımını durduracak ya da geciktirecek problemlerin engellenmesi ve bu çabalara destek verilmesi önemlidir. Ayrıca çevresel faktörler de AB ile Karadeniz arasında bir bağ oluşturmaktadır. Muhtemelen 2008’e sarkacak olan Bulgaristan ve Romanya’nın üyeliklerinin gerçekleşmesinden sonra AB’nin Karadeniz’e kendi kıyısı da olacağı için kıyı çevresinin korunması, su kıtlığı ve radyoaktif atıklarla mücadele AB’nin kaçınılmaz sorumluluklarından olacaktır. Yine benzer şekilde AB’nin sınırları Karadeniz’e dayanınca petrol tankerlerinin geçişlerinin güvenliği konusunda AB standartları gündeme gelecektir. Bölgedeki özellikle Kafkaslar ve Doğu Avrupa’daki istikrarsızlık ve problemler buralardan Batıya doğru göçlere neden olabileceği için AB’nin sınırların korunması konusunda da Karadeniz ile ilgilenmesi çıkarına gözükmektedir.[10]
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Kıyıdaş Ülkeler

      Türkiye, Ukrayna, Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan’ın Karadeniz konusundaki politika ve beklentileri birbirinden farklılık arzetmektedir. Ancak bu farklı küresel beklentilerine rağmen kıyıdaş ülkelerin bölgesel önceliklerinde benzer hususlar da bulunmaktadır. Bölgesel istikrar ve güvenlik, sürdürülebilir kalkınma, ulaşım yollarının güvenliği gibi konularda genel bir fikir birliği sözkonusudur. ABD ve Batı çıkarları bölgenin istikrarlı, reforma açık; enerji yollarının güvenlikli, dış kaynaklı krizlerden uzak bir şekilde bulunmasını gerekli kılmaktadır. Bunun için de bölge ülkelerinde demokratik kurumsal mekanizmaların ve politik süreçlerin oluşturulmaları; uluslararası hukukun üstünlüğünün kabul edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Romanya ve Bulgaristan’ın ABD üslerine açılması bu ülkeleri önemli hale getirmiştir. Ukrayna, Azerbaycan ve Gürcistan’ın da Batı bloğuna destek verdiği bilinmektedir. Bu durum sayesinde Batı ile yakın ilişkiler kuran bu devletler güvenlik sektörlerini geliştirmekte, ekonomik yardım almakta ve ayrıca da NATO nezdinde itibar kazanmaktadırlar. Bu devletlerin demokratikleşme ve istikrarı Rusya’dan uzaklaşıp Batı etkisi altına girmek olarak algılamaları ülkelerin kendi iç dinamiklerini göz ardı edip jakoben bir tavırla ithal ve yapay bir değişim sürecine maruz kalmalarına sebep olmaktadır. Orduların ve sivil toplumun da siyasi idareye tam manasıyla bağlı olamaması sayesinde bölgede iktidar değişiklikleri meşrulaşmaktadır. Demokratik reform süreci için gerekli yardımların, bu konuda tecrübeli batıdan gelmesi de bölge devletlerini batıya daha çok bağlamaktadır. Rusya ve batı arasında sıkışmış olan bu devletler genel olarak Rus etkisinden kurtulmak istiyorlar. Fakat Ukrayna örneğinde olduğu gibi enerji ve diğer ekonomik konulardaki Rusya’ya olan bağlılık bu durumu zorlaştırıyor.
      Ukrayna bağımsızlığını kazandıktan sonra kendisine kalan Sovyet askeri donanması ve limanları ile bölgede güçlü bir aktör olarak ortaya çıkmıştır. Ukrayna, bir yandan Batı ile bütünleşme isteği bir yandan Rusya’ya enerji konusunda olan bağımlılığı yüzünden kendisini arada kalmış hissetmektedir.[11] Romanya da benzer şekilde yaptığı ikili anlaşmalar ile bölgede aktif rol oynamaya çalışmaktadır. Ayrıca Hazar petrollerinin Batıya aktarılmasında geçiş yolu olarak Constante-Trieste hattından ekonomik kazanç sağlamaya çalışmaktadır. Bulgaristan genel olarak Avrupa ve ABD’nin Karadeniz konusundaki taleplerini desteklemekle birlikte Romanya’ya göre daha tereddütlü bir yaklaşım sergilemektedir.
      Karadeniz, Sovyetlerin dağılmasından sonra bu denizdeki en güçlü donanmaya sahip Türkiye İstanbul ve Çanakkale boğazlarına hakimiyeti ile askeri üstünlük sağlamış ve bölge güvenliği için önemli görevler üstlenmiş bir görüntü içindedir.[12] Karadeniz’in güvenliği söz konusu olduğu zaman en çok üzerinde durulması gereken devlet Türkiye olması gerekirken yapılan tartışmalarda ve toplantılarda Türkiye’nin konu hakkındaki gerçek görüşlerine pek yer verilmemektedir. Türkiye’nin NATO üyesi ve AB aday ülkesi olduğu için ve belki de uzun yıllardır izlediği batıcı dış politikanın sonucu bir beklenti olarak AB ve ABD’nin taleplerini kabul etmesi istenmektedir. Karadeniz ile ilgili terör, kaçakçılık ve boğazlardan geçen petrol tankerlerinin yarattığı güvenlik endişesi en çok Türkiye’yi ilgilendirmektedir.
      Türkiye’nin Lozan’dan sonra egemenlik alanlarını belirleyen diğer belge 1936 Montrö Boğazlar sözleşmesidir. Montrö ile Karadeniz’e girişin kuralları kıyıdaş devletlerin çıkarına olacak şekilde belirlenmiştir. En önemlisi kıyıdaş olmayan devletlerin savaş gemilerinin girmesi engellenmiştir. Sivil gemilerin girişleri için ise çeşitli süre ve tonaj kısıtları koyulmuştur. ABD’nin Karadeniz’e NATO kuvvetini sokma hedefinin gerçekleşmesi için kendisinin de bildiği gibi Montrö’de değişiklikler yapmak gerekecektir. Montrö Antlaşmasının tadil edilmesi, Türkiye’nin Kurtuluş savaşı sonrası sağladığı şartların aşındırılmasının başlangıcını oluşturmak tehlikesini taşımaktadır.[13] Rusya bu konuda Türkiye’yi desteklemektedir. Vladimir Putin Ankara ziyaretinde “Rusya Montrö Anlaşmasının çiğnenip, Karadeniz’e yabancı donanmaların girmesine, Türkiye gibi karşı... Şu anda, Karadeniz’in güvenliğini birlikte sağlıyoruz” diyerek Rusya’nın konu ile tutumunu ortaya koymuştur.[14]
      Karadeniz Merkezli Uluslararası Kuruluşlar:
      1- Karadeniz Ekonomik İşbirliği Teşkilatı (KEİ): KEİ, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra bölge ülkeleri arasında ekonomik işbirliğini artırmayı hedeflemiş ve dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal’ın aktif girişimleri sonucu kurulmuş bir bölgesel işbirliği örgütüdür. Ancak zaman içinde bölgesel ve küresel düzeyde yaşanan gelişmeler sonucunda KEİ fazla bir yaşam şansı bulamamış ve “danışma” nitelikli toplantılar yapan bir örgüt haline dönüşmüştür. KEİ daha çok Türkiye’nin öncülük yaptığı bir bölgesel ekonomik işbirliği girişimidir. Örgütün işlemesinde ve yaşamasında Ankara’nın önemli bir rolü bulunmaktadır. KEİ, doğuda Japon Denizi’nden batıda Baltık Denizi’ne, kuzeyde Kuzey Buz Denizi’nden güneyde Akdeniz’e kadar 19 milyon km2’lik bir alanı kapsamaktadır. KEİ bölgesi yıllık 309 milyar dolarlık dış ticaret kapasitesi ve 327 milyon üretici ve tüketici nüfusa sahiptir. Ayrıca bu bölge Körfez Bölgesinden sonra en geniş petrol ve doğal gaz kaynağına sahiptir.
      Türkiye’nin öncülüğünde kurulan 1992 yılında kurulan KEİ’nin dönem başkanlığının 1 Mayıs-31 Ekim 2007 tarihleri arasında altı ay boyunca Türkiye’ye geçecek olması son derece önemlidir. 2007 yılında 15. kuruluş yıldönümünü devlet başkanları zirvesi ile kutlamaya hazırlanan KEİ’nin Türkiye’nin dönem başkanlığında bu örgütü canlandıracak ve bölge dışı küresel güçlerin bölgeye girişini engelleyecek yeni politikalar üretilmesine ihtiyaç duyulmaktadır.[15]
      Bölge devletleri arasında KEI örgütünden başka 1993 yılında BM ve AB’nin desteği ile kurulmuş Karadeniz Çevre Programı (Black Sea Environment Programme) vardır. Yine benzer şekilde1993 yılında AB, Avrupa-Kafkaslar-Asya Geçiş Koridoru’nun (The Transport Corridor Europe-Caucasus-Asia) kurulmasını desteklemiştir. 1995’te kurulan Avrupa’ya Devletlerarası Petrol ve Gaz Aktarımı (Interstate Oil Gas Transport to Europe) da bir başka AB fonlu bölgesel programdır. Ancak AB genişleyen yapısı ve bunun sonuçlarını kontrol etmek için geliştirdiği YKP çerçevesinde daha geniş, şimdiye kadar yapılmış anlaşma ve ortaklıkları da içine alabilecek şemsiye anlaşmalar ve programlar yapmak istemektedir.[16]
      2- Karadeniz İşbirliği Görev Grubu: Türkiye’nin önderliğinde Karadeniz’e sahili bulunan devletler arasında işbirliğini güçlendirmek, Karadeniz Bölgesi’nde barışı ve istikrarı arttırmak amacıyla BLACKSEAFOR adıyla 2 Nisan 2001’de kurulmuştur. BLACKSEAFOR’un görevleri; arama ve kurtarma (SAR) harekatı, insani yardım operasyonları, mayın karşı önlemleri (MCM), çevrenin korunmasına yönelik harekat, iyi niyet ziyaretleri ve taraflarca belirtilen diğer görevler şeklinde özetlenebilir. Kuvvetin BM ve AGİT yönetimindeki diğer barış destekleme faaliyetlerinde de kullanılması öngörülmüştür. Ankara, terörle mücadele amacıyla, kendi yürüttüğü Black Sea Harmony” “Karadeniz Uyum” gücünü de kurmuştur.
      3- Barış İçin Ortaklık: 1994’te kurulan BİO inisiyatifi, müttefikler ile ortak ülkeler arasında bir diyalog ve işbirliğine imkan sağlamakta ve merkezi ve doğu Avrupa’daki yeni demokrasilerle, Kafkasya ve Orta Asya’daki istekli ülkelerle gerçek ortaklıklar kurulmasını amaçlamaktadır[17]. BİO, Avrasya’da politik ve askeri işbirliğini arttırmaktadır. Katılımcı ülkeler belirlenen alanlarda NATO kuvvetleriyle etkin harekatta bulunabilmektedirler. BİO süreci, bir yandan ittifak üyeliğini hedefleyen ülkelerin üyeliğe hazırlanmasına yardımcı olurken, diğer yandan ittifaka yakın dönemde üye olamayacak ortakların, NATO ile daha sıkı güvenlik ilişkilerini kurmalarını sağlamaktadır.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      ABD Karadeniz’e Olan İlgisini İtiraf Ediyor

      Kanaatimizce ABD’nin Karadeniz’e olan ilgisinin altında dünyada ABD donanmasının giremediği ender denizlerden birisi olan Karadeniz’e ABD savaş gemilerinin girebilmesi ve hatta mümkünse bu bölgede askeri üsler edinebilmesi için gerekli ortamın yaratılmasına dönük çalışmalar yatmaktadır. Karadeniz’de ABD’nin istediği ve/ya isteyebileceği deniz üsleri kısa vadede Türkiye (Trabzon)[18], ve Romanya ile Bulgaristan üsleridir. Ancak orta ve uzun vadede ABD’nin istediği üs şu an Rus üslerini barındıran Ukrayna’ya ait olan Sevastopol üssüdür. Bu üs 2005 yılına kadar Rusya’ya kiralanmıştır. Ancak Ukrayna Rus deniz gücünün bu üsten daha erken ayrılması için baskı yapmaktadır. Sevastopol’daki sorunlar nedeniyle Karadeniz’deki deniz üssünü kaybetme tehlikesiyle karşılaşan Rusya alternatif çözümler üretmeye çalışmaktadır. Bu amaçla Rusya’nın Karadeniz’e neredeyse tek çıkışı olan Korosnodor bölgesinde büyük bir deniz üssünün kurulması için çalışmalar başlatılmıştır. İnşaatın 2015 yılına kadar tamamlanması beklenmektedir.
      ABD, terörle mücadele için Akdeniz’de NATO bünyesinde faaliyet gösteren “Aktif Çaba” adlı deniz gücü operasyonunun görev alanının, Karadeniz’i de kapsayacak şekilde genişletilmesini istemesi uzun süredir kapalı kapılar ardında süregelen Karadeniz’de yeni bir rekabetin de gündeme taşımasına sebep olmuştur.
      ABD Dışişleri Bakanlığı’nın Avrupa ve Avrasya’dan sorumlu üst düzey yetkililerinden Kurt Volker, Washington’da yaptığı bir konuşmada, söz konusu NATO gücünün Karadeniz’de de görev yapmasını istediklerini, ancak Karadeniz’e kıyısı bulunan ülkeler arasında buna ilişkin görüş ayrılığı olduğunu söyledi. Volker, “Bu konuda özellikle Türkiye gibi bir NATO ülkesine karşı NATO üzerinden baskı yapmak istemiyoruz. İlgili ülkelerle bu işi nasıl çözebileceğimizi konuşuyoruz” dedi. Ancak ABD’nin asıl amacının Karadeniz’deki güvenlik işbirliğine fiilen katılmak ve bu işbirliğini NATO şemsiyesi altına sokmak olduğu bilinmektedir.
      Ankara bu girişimin, Boğazlar ile ilgili Türkiye’ye haklar tanıyan Montrö Konvansiyonu’nu yeniden tartışmaya açmasından endişe duymaktadır. Halen Karadeniz’de güvenlik işbirliği ile görevli kuruluşlar mevcuttur. Bunlar “BlackSeaFor (Karadeniz Deniz İşbirliği Görev Grubu) ve Ankara, terörle mücadelenin, kendi yürüttüğü Black Sea Harmony” “Karadeniz Uyum” dur. Bu sbeple de Ankara, Karadeniz ülkelerinin üyesi bulunduğu Karadeniz Gücü (Blackseafor) adlı teşkilatça yapılabileceğini ve ayrıca bir NATO girişimine gerek olmadığını belirtiyor. BlackSeaFor’a bütün kıyıdaş ülkeler üyedir.[19] Kıyıdaş ülkelerin kurdukları 'Blackseafor' arama ve kurtarma operasyonlarını, insancıl yardımı ve çevre korunmasını kapsamaktadır. ABD’nin asıl istediği 11 Eylül 2001’den sonra NATO güdümünde Akdeniz’de vücuda getirilen ve Türkiye’nin de katıldığı 'Active Endeavor' (Etkin Çaba) operasyonlarını Karadeniz’e taşımaktır.[20] Ekin Çaba’nın görevi, deniz ulaşım yollarını izleme altında tutmak ve gerekirse şüpheli gemilere karşı eyleme geçmektir Halen Karadeniz’de bu işlevi Türkiye tek başına 'Black Sea Harmony' adı altında yerine getirimektedir. Rusya da buna katılma kararı almıştır.
      Ancak Türkiye Karadenizdeki önemli askeri güçlerden birisidir ve yabancı askeri güçlerin Karadenize girmesi ve Montrö antlaşmasını yeniden tartışma konusu yapan gelişmeler Türkiye'nin çıkarlarına tertsir. ABD'nin bu konuda önündeki en büyük engel olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi'nin 'feshedilmesini' sağlamak için 'sözleşmeyi fesih hakkı' bulunan 'Montrö'ye akit devlet' sıfatına sahip Romanya ile dirsek temasını sürdürdüğü öğrenildi.[21]
      Rusya da, Türkiye gibi bu gücü Karadeniz’de istemiyor. NATO’nun yeni üyeleri Bulgaristan ve Romanya ise, ABD’yi destekliyor. Gürcistan ve Ukrayna da, ABD’nin pozisyonuna sıcak bakıyor. Yani Karadeniz’e kıyısı olan ülkeler, ABD’nin önerisine ilişkin ikiye bölünmüş durumda.
      ABD Dışişleri Bakanlığı yetkilisi Volker, konuşmasında, Karadeniz’e daha geniş bir perspektiften bakıldığında, “Sadece bir güvenlik meselesinin değil, aynı zamanda demokratik değişimin, siyasi sistemlerin ve piyasa ekonomilerinin güçlendirilmesini içeren bir bölgesel meselenin olduğunun” görüleceğini söyledi.
      ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson, Karadeniz'de ABD'nin de hakkı olduğunu savunurken, 'Montrö Antlaşması oldukça açık. Biz de Karadeniz'in uluslararası sularda bulunmasından kaynaklanan haklarımızdan yararlanmak istiyoruz' dedi.[22] ABD'nin Ankara Büyükelçisi Wilson, Türkiye ile ABD'nin Karadeniz'de çok sayıda ortak çıkarı bulunduğunu söyledi. Özellikle terorizm, uyuşturucu ve insan kaçakçılığı ile ekonomik konularda Ankara ile Washington arasında ortak çaba bulunduğuna dikkat çeken Wilson, Akdeniz'de de 'Akdeniz Ortak Girişimi' bulunduğunu anımsattı. Karadeniz'de de bu ortak girişim doğrultusunda bir çalışma yapmak istediklerini kaydeden Wilson, buna karşın doğrudan Türkiye'den 'Donanmamızı Karadeniz'e sokalım' isteminde bulunmadıklarını söyledi. Ancak ABD'nin bu istemini NATO'ya sunduğu bildiriliyor. Wilson, Montrö Antlaşması'nın Karadeniz'e askeri güç girmesi konusunda açık olduğuna da dikkat çekerken, bu denizin uluslararası bir su olduğunu söyledi. Wilson, 'Montrö Antlaşması oldukça açık, bazı haklar tanıyor. Ve biz Karadeniz'in uluslararası sularda bulunmasından kaynaklanan haklarımızdan yararlanmak istiyoruz' diye konuştu.
      ABD'nin Ankara Büyükelçisi Ross Wilson’un bu açıklamalarına karşılık Rusya’nın Ankara Büyükelçisi Petr Stegniy ‘Kavganın olmadığı durumlarda, yeni kavga aramaya gerek yok’ diyerek tepkisini ortaya koymuştur. Stegniy’e göre asırlar boyu süren rekabet sonucu 1936 yılında imzalanan sözleşme çıkar dengelerini yansıtıyor ve iyi işleyen bir mekanizması var. Stegniy, Montrö’nün değiştirilmesine ilişkin ortaya çıkan tartışmaların yersiz olduğunu söyledi. Büyükelçi, ‘Montrö, bugünün koşullarına uygundur’ dedi.[23] Stegniy aynı zamanda Karadeniz’de NATO gücünün bulunmamasından bahsetmenin de yersiz olduğunu zira üç zira üç kıyıdaş ülkenin zaten NATO üyesi ileri sürmüştür.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Romanya ve Bulgaristan’dan ABD’ye Üs

      Moskova’nın ülkenin siyasi, ekonomik ve askeri açıdan rekabet etkisinin devam ettiği Ukrayna’nın jeopolitik oryantasyonu henüz belirsizliğini korumakta olduğu için, ve Türkiye’nin 2003 Irak krizinde kendi siyasi ve güvenlik gündemini kararlılıkla sürdürmesi, Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan’ın, Birleşik Devletler kuvvetlerinin yeniden yerleştirilmesinde en cazip üç bölge haline gelmesini sağlamıştır. Bu üç ülke arasında Gürcistan en istikrarsız ve siyaseti belirsiz olduğundan Romanya ve Bulgaristan en rasyonel seçimler olarak gözükmektedir.
      Birleşik Devletler jeostratejik ihtiyaçları, Romanya ve Bulgaristan’daki yeni elitlerin hedefleriyle paralellik göstermektedir. Bu hedefler, 2004’te NATO’ya müracaatta sunulan AB’yle hızlı bütünleşme ve muhtemel bir Rus hegemonyasının kurulması girişimine karşı çifte güvenlik garantisi sağlanmasıdır (Birleşik Devletler / NATO ve AB / ESDP).
      ABD Dışişleri Bakanı Condollezza Rice’in Romanya gezisi sırasında bu ülke ile Romanya’da Amerikan üslerinin kurulmasını öngören anlaşma imzalanmıştır. Bu anlaşmayla ABD; Romanya’da Babadağ, Mihail Kogalniceanu Havalimanı (Kara Deniz limanı olan Köstence yakınında) ve Bükreş’in neredeyse 200 km doğusundaki Fetesti’dir. Bu üslerde aynı zamanda Doğu Avrupa Müdahale Gücü (EETAF, Eastern Europeean Task Force) kurulacağı ve 'Mihail Kogalniceanu üssünde (güneydoğu, Karadeniz sahilleri) daimi bir şekilde yaklaşık yüz kişilik bir kurmay başkanlığı' kurulacağı da planlanmaktadır. Bulgaristan’ın Türkiye ile olan güneydeki sınırına yakın Bezmer hava üssü ile Novo Selo atış menzili’dir.[24] Her iki ülkede yaklaşık 5 bin ABD askerinin konuşlandırılması planlanmaktadır. Gürcistan da ABD için ülkedeki Rus üslerini çıkarmak için çaba harcamakta, AB ile ikili askeri anlaşmalar imzalayarak bu ülkenin askeri varlığını kabul etmek için çaba harcamaktadır.
      Rusya’dan Karadeniz’de Yeni Donanma Üssü Kurma Çalışmaları
      Rusya Devlet Başkanı Putin, Novorossisk’te Rusya donanması için yeni bir deniz üssünün kurulması konusunda bir kararname imzalamıştır. Bu kararname ile SSCB sonrasında Karadeniz’de Rus donanması için Ukrayna toprakları içerisinde kalan Sivastopol dışında ilk defa doğrudan Rusya toprakları içersinde bir deniz üssünün kuruluş çalışmaları başlatılmıştır. Bu yeni üssün kurulmasına rağmen Başkan Putin yapmış olduğu açıklamada bunun, Rus donanmasının, ana karargahı olan Ukrayna sınırları içerisindeki Sivastopol’u terk edeceği anlamına gelmediğini açıklamıştır. Rus donanmasının farklı seçenekleri değerlendirmesi gerektiğini vurgulayan Putin, Karadeniz ve Azak Denizi’nin Rusya için büyük stratejik öneme sahip olduğuna işaret etmiştir. Ayrıca Başkan Putin’in yanı sıra; Rusya Savunma Bakanı Sergey İvanov’da, 20 Eylül’de yaptığı açıklamada 2005 yılında Novorossiysk kentinde Rus Karadeniz Donanması için üs inşa edilmeye başlanacağını ifade etmiştir.
      Bu açıklama görünürde sadece Novorossiysk'te Karadeniz Donanması Üssü’nün kurulmasından ibaret gibi gözükse de gözlemciler bunun yanı sıra; Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in, 'Azak Denizi-Karadeniz Bölgesinde Diplomatik ve Askeri Sorunların Çözümü Konusunda Bakanlık ve Kurumların Eşgüdüm Planı' konusunda da bir kararname imzalayarak yalnız Novorossiysk'te değil, Rusya'nın Azak Denizi ile Karadeniz kıyılarında (ayrıca adalarda ve Taganrog, Tuapse, Gelencik kentleri gibi yerleşim merkezlerinde) askeri altyapının kurulmasıyla ilgili olduğunu iddia etmektedirler. Rusya Savunma Bakanlığı'ndaki kaynaklar, planın 'gizli' damgası taşıdığını ifade etmektedirler. Söz konusu iddianın doğru olması durumunda Rusya’nın Boğazları da kapsayacak şekilde Karadeniz-Hazar Denizi ekseninde askeri olarak yeniden bir yapılanma içerisine girdiği anlaşılmaktadır. ABD’nin bölgeye gelişiyle Rusya’nın güneyinde jeopolitik durum değişmektedir. Rusya, Orta Asya’dan sonra ABD’nin Hazar’da Azerbaycan’a ait Apşeron yarımadasında da konuşlanacağından endişe etmektedir. Rusya Genelkurmay Başkanı Birinci Yardımcısı Yuri Baluyevski, Azerbaycan'ın Apşeron yarımadasında Amerikan üslerinin konuşlandırılma ihtimali dolayısıyla daha önce kaygılarını belirtmişti. Belki de bu yüzden, Rusya'nın Hazar Donanması basit koruma ve ekonomik faaliyetlerden, tatbikat ve atışlarla birlikte askeri-stratejik hedeflere yönelmektedir.
      Diğer yandan Rusya ile Ukrayna arasında uzun yıllardır Azak Denizi’nin statü sorunu çözümlenemeden kalmaktadır. Söz konusu sorun, Rusya açısından bölgede stratejik nitelikteki en önemli problemlerden biridir. Zira Ukrayna'nın NATO'ya katılması durumunda Azak Denizi sahası askeri ve stratejik açıdan büyük önem kazanacaktır. Denizin statüsünün Ukrayna senaryosuna göre belirlenmesi halinde, NATO gemileri Azak Denizi'ne serbestçe girebilecektir. Bu senaryo ise Rusya’nın tahammül sınırlarının ötesindedir.
      Bütün bu senaryolar Rusya’yı Azak Denizi ve Karadeniz bölgesinde askeri açıdan daha aktif olmaya itmektedir. Rusya bir yandan güney bölgelerinde yeni bir deniz kuvvetleri grubu oluşturulmaya başlamakta, diğer yandan, Karadeniz Donanması'nın deniz piyade taburlarından birisini Sivastopol'dan Novorossiysk'e aktarılmaya başlamıştır. Ayrıca Taganrog kentinde, gerekli tüm altyapısıyla birlikte bir askeri havaalanı bitirilmek üzeredir. Gelencik ve Tuapse'de bot birliklerinin konuşlandırılması için gerekli hazırlıklar tamamlanmış durumdadır. Rusya’nın bölgede askeri olarak aktif duruma geçmesi ve tartışmalı adaların tümünün, balıkçılık ve muhtemelen petrol ve doğalgaz dahil, doğal kaynakların bulunduğu sahaların Rusya'nın askeri kontrolüne geçecek olması, durumu daha da hassaslaştırmaktadır.
      Diğer yandan Rusya bölgede Ukrayna ile olası bir NATO sorunu öncesinde gerekli girişimleri yaparken, diğer yandan ABD’nin Hazar bölgesine yerleşmesini önleyici çabalar içerisine girmektedir. Ancak bundan da önemlisi Başkan Putin ilk defa doğrudan boğazlarla ilgili açıklamalarda bulunarak bölgede Türkiye ile ilişkiler ve boğazlar sorununa Rusya’nın daha fazla eğileceği mesajını vermiştir.
      Başkan Putin, savunma ve güvenlikten sorumlu bakanlarla Azak Denizi kıyısında bir Rus kenti Yeysk'te bir araya gelerek bölgedeki durumu ele almıştır. Bu toplantı vesilesiyle yapmış olduğu açıklamada Türkiye’yi kast ederek, “Partnerlerimizin ekolojik sorunlar gibi nesnel kaygılarını gözetmek zorundayız; Bu çok önemli. Ama her şey uluslararası hukuka ve imzalanmış mevcut anlaşmalara uygun olarak yapılmalıdır” dedi. Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, boğazlardan Rus petrol tankerlerinin geçişi konusunda Türkiye’yi anlayışla karşıladığı mesajını verirken bir yandan da Türkiye’ye yönelik eleştiride bulunmuştur. Putin, Türkiye’nin İstanbul ve Çanakkale Boğazları’ndan geçişi sınırlayacak girişimlerde bulunduğunu ve bunun Novorssisk Limanından sevk edilen petrolden kaynaklandığını ifade etmiştir. Rus lider, boğazlardan geçişlerdeki kısıtlama çabalarını aynı zamanda “Rakiplerinin Rusya’ya baskı yapma arzusu” olarak değerlendirmiştir. Bölgeyi Rusya’nın “stratejik çıkar bölgesi” olarak adlandıran Putin, bütün bu sorunları Rusya Güvenlik Konseyi toplantısında ele alma teklifinde bulunmuş ve Rus Dışişleri Bakanlığı’na bölgedeki tüm seyrüseferleri dikkatle izlemeleri konusunda talimat vermiştir.[25]
      Rusya aynı zamanda Hazar Denizi’nde de ABD ile rekabeti güçlendirmektedir. Azerbaycan ziyaretinde bulunan Rusya Savunma Bakanı Sergey İvanov Hazar'a kıyısı olan beş ülkenin (Azerbaycan, İran, Kazakistan, Rusya ve Türkmenistan) oluşturacağı bu ittifakı, kitle imha silahlarının yayılmasını önleyecek, ayrıca başka tehdit ve tehlikelerin önüne geçecek Hazar'da 'Casfor' adı altında, bir ortak acil müdahale birliğinin oluşturulmasını istediğini belirtmiştir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Karadeniz’de ‘Dondurulmuş İhtilaflar’

      Karadeniz Bölgesinde Tehdit Algılamalarının en önemlisini “etnik çatışmalar” ve “dondurulmuş ihtilaflar” oluşturmaktadır. Birbiri ile iç içe geçmiş Kafkasya ve Karadeniz bölgeleri SSCB sonrası etnik çatışmaların en yoğun olarak yaşandığı bölgelerin başında gelmektedir. Sırasıyla bakacak olursak aynı zamanda KEİB üyesi ülkeleri de oluşturan bölge ülkeleri arasında; Azerbaycan ile Ermenistan arasında Dağlık Karabağ sorunu, Gürcistan’ın kendi içerisinde yaşadığı Abahazya, Güney Osetya sorunları, daha yeni çözmeyi başardığı ancak içerisinde her zaman alevlenme potansiyeli taşıdığı Acaristan sorunu ve Gürcistan için şimdilik üstü örtülmüş olan ve ilerde şartların oluştuğu bir ortamda ortaya çıkabilecek Cevaheti sorunu KEİB üyesi Güney Kafkasya ülkelerinin yaşadığı etnik sorunları oluşturmaktadır.
      Bir diğer bölge ülkesi Rusya, herkese malum olan etnik Çeçen sorununu halen çözebilmiş değildir ve kısa bir sürede de çözme ihtimali gözükmemektedir. Diğer yandan diğer Kuzey Kafkasya ülkeleri de her an etnik çatışma tehdidi altında yaşamaktadırlar. Rusya’da son günlerde yeniden tartışılmaya başlanan federal bölgelerin birleştirilerek azaltılması konuları yeni bazı etnik çatışmaları gündeme getirme potansiyeline sahiptir.
      Özellikle AB güvenliği için son derece önemli bir ülke olan Ukrayna’nın Kırım bölgesi muhtemel etnik çatışmaları yaşanabileceği bölgeler içerisindedir. Özellikle Rus, Kırım Tatarı ve Ukraynalılar arasında bu gün olmazsa bile ilerde bu tip sorunların yaşanması ihtimali yüksektir.
      Moldova muhtemel etnik sorunların yaşanabileceği bir diğer ülkeyi oluşturmaktadır. Özellikle Trans-Dniester bölgesinde yaşanan ayrılıkçı hareketler bu bölgedeki başlıca sorunlardan birisini oluşturmaktadır. Yine ülkedeki şartların değişmesi Gaguzları da yeni bir çatışmanın eşiğine getirebilir. Tabi özellikle de Trans-Dniester bölgesindeki sorunlar NATO üyesi ve Moldova ile aynı ırktan olan Romanya’yı da içine alacak şekilde genişleme ihtimaline sahiptir. Bununla beraber daha az ihtimale sahip olmakla beraber Türkiye ve Yunanistan arasında çıkabilecek bazı sorunlar ile Irak’ın parçalanması durumunda burada kurulacak bir Kürt devleti Türkiye’yi de içine alacak şekilde bölgede daha geniş çaplı çatışmaların çıkmasına sebep olabilir.
      Yukarıda bahsi geçen etnik sorun ihtimallerinden özellikle Müslüman nüfus azınlığına sahip bölgelerin Orta doğu bölgesi ve buradaki bazı guruplarla doğrudan etkileşim içerisinde olmaları ve bölgede ABD’nin yürüttüğü politikaların bölge dengelerini değiştirecek nitelikte olması buradaki sorunları Orta doğu bölgesi ile beraber düşünmemizi gerektirmektedir.
      Karadeniz bölgesi ülkelerinde etnik sorunlarla beraber bazı ülkelerde daha tam olarak oturmamış demokrasi ve yönetim sorunları da bulunmaktadır. Gürcistan örneğinde olduğu gibi bölge dışı faktörlerin de etkisiyle bölgede rejim değişikliklerine gidilmektedir. Bölge dışı aktörlerin başında “Soros” gelmektedir. Bölgedeki demokrasi tartışmalarında ABD, AB gibi yeni bir faktörü “Soros Faktörünü” de artık dikkate almak gerekmektedir. Gürcistan, Ukrayna ve Kırgızistan’da başarılı bir şekilde uygulanan Soros faktörünün ve sivil devrimlerin diğer ülkelere de sıçratılmasına çalışılmaktadır. : )
      Bölge ülkeleri ve özellikle de AB açısından bir diğer önemli sorunu bu bölge ülkeleri üzerinden Avrupa’ya ulaşan enerji hatlarının güvenliği konusu gelmektedir. Bölgede enerji güvenliğini tehdit eden unsurların başında yaşanan etnik çatışmalar ve ülkeler arası rekabet gelmektedir.
      Bölgesel işbirliği ve Karadeniz bölgesinin güvenliğine tehdit eden unsurları tanımladıktan sonra bu tehditlere yönelik hâl çarelerini düşündüğümüzde burada bölge ülkelerinin ve özellikle de Türkiye ve Ukrayna’nın rolünün son derece önemli rolü olduğu görülmektedir. Her iki ülke de coğrafik ve jostratejik konumları ile beraber bölgedeki sorunlara müdahale imkanları sebebiyle Türkiye ve Ukrayna’nın yakın işbirliği son derece önem arzetmektedir. Ancak bu tek başına yeterli değildir. Zira, bu bölgede yaşanacak sorunlar sadece bölgenin sorunları olmaktan çok daha öteye geçmiştir. Bu bölgede yaşanacak sorunlar aynı zamanda doğrudan AB’nin güvenliğini tehdit eder boyuttadır. Diğer yandan dünyanın jandarmalığına soyunan ABD için bölgede yaşanan herhangi bir sorun da doğrudan ABD’nin çıkarlarına zarar verecek niteliği bürünebilecektir.[26]
      25 Nisan 2002 tarihinde Kiev’de imzalanmış olan Karadeniz'de Askeri ve Deniz Alanındaki Güven ve Güvenliğin Pekiştirilme Tedbirleri Belgesi, uluslararası arenadaki durumun esas olarak değişmesi sonucunda geleneksel mekanizmaların geliştirilmesine ihtiyaç duyulduğuna dair bölge ülkelerinin görüşlerine ortak olduğunu ortaya koyar. Bu Belge, KEİT üye ülkeleri Dış İlişkiler Bakanları Konseyi'nin altıncı toplantısında onaylandı, bu işte ilk adımı atan ise 1993 yılında Ukrayna oldu. Bu çerçevede şunu vurgulamak istiyorum ki, Güven ve Güvenliği Pekiştirme Tedbirleri'nin (GGPT) kullanılması devletler arasında askeri ve siyasi konularda yeni işbirliği yönü olarak nitelendirilebilir. Bundan önce GGTP sadece kara kuvvetleri ve hava kuvvetleri için kullanılırdı.
      Altı Karadeniz ülkesi arasında olan ve Belge'nin maddelerinde öngörülen işbirliğinin ana hatları arasında deniz kuvvetleri üslerinin ziyareti, deniz kuvvetlerine ait bilgilerin değişimi, her yıl deniz kuvvetleri güven eğitimi ve istişare yapılması gibi işbirliği alanları yer almaktadır.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi Alanında Demokratik Ülkeler Birliği Kurma Girişimi

      2003 yılı sonlarında Gürcistan’da “Gül Devrimi” ile iktidara gelen Mihael Saakaşvili ve ondan yaklaşık bir yıl sonra Ukrayna’da “Turuncu Devrim” sonucunda devlet başkanlığı koltuğuna oturan Viktor Yuşenko’nun uzun süreden beri “Demokratik Tercih Milletleri Topluluğu” (The Community of Democratic Choice-CDC) dedikleri bir birliğin kurulması için çalışmaktaydılar. Önce 22 Nisan’da 2005’de Moldova’nın Başkenti Kişinyev’deki GUAM (Gürcistan, Ukrayna, Azerbaycan ve Moldova) toplantısında formüle edilen ve “Baltıklardan Hazar’a kadar demokrasi” sloganı ile gündeme getirilmiştir.
      Eski Sovyet cumhuriyetlerinde demokrasi ve özgürlüğün savunulması için yeni bir bölgesel ittifak kurma çağrısını gündeme getiren Ukrayna ve Gürcistan liderleri, adına “Demokratik Tercih Milletleri Topluluğu” dedikleri bir birliğin kurulması için çalışacaklarını deklare etmişlerdir. 12 Ağustos 2005 tarihinde Gürcistan’ın Borjomi Kentinde bir araya gelen liderler, yeni birlik için “Bu, Avrupa çapında yeni bir demokrasi, güvenlik, istikrar ve barış döneminin filizlenmesine yardımcı olacaktır.” ifadesini kullanmışlardır.
      Putin’in ifadesiyle “eski Sovyet cumhuriyetlerini medeni bir şekilde boşanması için bir araya getiren Bağımsız Devletler Topluluğu” (BDT)’ye karşı geliştirilen bu yeni oluşum son dönemde Orta Asya’da ABD’ye meydan okuyan Şanghay İşbirliği Örgütü’ne de (ŞİÖ) adeta bir cevap niteliğindedir. Aslında eski Sovyet coğrafyasında Batı yanlısı alternatif birlik kurma düşüncesi yeni değildir. Zira, Moskova’nın etkisini sınırlandırmak için ABD tarafından daha önce GUAM kurdurulmuştu. Önceleri 4 üyeden oluşan bu birliğe daha sonra Özbekistan’da katılmış ancak, 2002 yılından beri fiilen çalışmalarına iştirak etmediği GU(U)AM’dan 5 Mayıs 2005 tarihinde resmen ayrılmıştır. GUAM’dan Özbekistan’ın ayrılması ve bu örgütün genişleme umutlarını tüketmesi üzerine şimdi sivil devrim rüzgarlarının estiği eski Sovyet mekanında daha geniş katılımlı bir demokratik birliğin kuruluşu gündeme getirilmiştir. Demokratik Tercih Milletleri Topluluğu Aralık 2005’te Ukrayna’da yapılan bir toplantı ile hayata geçirilmiştir. Kiev'de bir araya gelen Ukrayna, Gürcistan, Letonya, Litvanya, Estonya, Moldavya, Makedonya, Slovenya ve Romanya'nın üst düzey temsilcileri, Demokratik Tercih Birliği'nin oluşturulmasıyla ilgili bir deklarasyona imza atmışlardır. Bu topluluğun ikinci toplantısı Mart 2006’da Tiflis’te ve Mayıs ayı başında da ABD Başkan Yardımcısı Dick Cheney’in katılımıyla Litvanya’da Baltık ve Karadeniz ülkeleri liderler zirvesi yapılmıştır. Bu topuluğun kurulması tamamıyla Rusya’yı çevrelemek ve Rusya etrafında Baltıklardan Karadeniz ve Hazar’a uzanan bir coğrafyada Batı yanlısı devletleri bir araya getirmektedir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Batı Türk-Rus İşbirliğinden Endişeli

      Soğuk Savaş döneminin iki farklı kutbunda yer alan Türkiye ve Rusya, Sovyetler Birliği’nin dağılmasından sonra iki komşu ülke olarak bölgede başbaşa kalmışlardır. Sovyetler Birliği’nin ortadan kalkmasıyla Kafkasya ve Orta Asya coğrafyasında ortaya çıkan “jeopolitik kara deliği” uluslar arası güçlerin kapatma girişimleri Rusya’yı ciddi şekilde rahatsız etmeye başlamıştır. Özellikle Türkiye’nin, bu dağılmanın ardından ortaya çıkan Türk devletleri ile ilişki kurma gayretlerini Rusya’nın kıskançlıkla karşılaması iki ülke arasında yeni bir Soğuk Savaşın yaşanmasına sebep olmuştur. Kaybedilen imparatorluğu bir türlü içlerine sindiremeyen, Kafkasya ve Orta Asya’daki yeni bağımsız devletleri halen kendilerinin bir parçası veya daha ılımlı bir ifadeyle “arka bahçesi” olarak görmeye devam eden Rus bürokrasi ve askerî elitlerinin bu davranış biçimleri ister istemez bu ülkelerde güçlü diyalog politikası benimseyen Türkiye’nin girişimlerini kendi millî çıkarlarına bir tehdit olarak algılamaya başlamasına neden olmuştur.
      Rus elitleri ve yönetim mekanizmalarının Türkiye’nin bölgeye olan ilgisini kıskançlıkla karşılamaları, 90’lı yılların başlarında Kafkasya ve Orta Asya ülkelerinin sahip oldukları zengin hidrokarbon kaynaklarının işletilmesi ve Batı pazarlarına ulaştırılması konusunda başlayan pazarlıkları iyice körüklemeye başlamıştır. Kısacası Hazar bölgesi olarak tabir edebileceğimiz bu bölgede enerji kaynaklarının işletim hakları konusunda gösterilen mücadeleye Türkiye ve Rusya gibi bölge ülkelerinin yanısıra ABD, İngiltere ve Fransa gibi dünya güçlerinin de katılması ve bu ilk raundu büyük oranda ABD önderliğindeki Batılı şirketlerin kazanması, Rusya’nın kıskançlığını ve tahammül sınırlarını zorlamıştır. Ancak, aslında Türkiye gibi Rusya’nın bu konuda içinde bulunduğu ekonomik krizler sebebiyle fazla yapacağı bir şey yoktu ve bölgede parası olan büyük Batılı şirketler enerji kaynaklarından “aslan payını” almışlardı. Rusya, bu enerji kaynaklarından pay sahibi olma sürecinde Türkiye doğrudan ile çok ciddi mücadele etmemiştir. Zira, bu dönemde enerji kaynakları daha çok Batılı şirketlerin kontrolüne girmiştir.
      Ancak, o dönemde Hazar bölgesi enerji kaynakları üzerinde mücadele henüz bitmemiştir ve ilkinden daha sert bir mücadele başlamıştır. Bölgenin enerji kaynaklarını Batı pazarlarına ulaştıracak olan enerji koridorlarının tespiti ve güzergah seçiminde, bu defa doğrudan Türkiye ve Rusya karşı karşıya gelmiş ve “enerji koridorları” iki bölge gücü arasında kıyasıya bir mücadeleye sahne olmuştur. Bu mücadelede zaman zaman sert tartışmalara ve diğer oyuncuların da müdahalelerine rastlanmış ve PKK/Çeçenistan denklemi bu mücadele içinde sıkça anılan başlıklar arasında yer almıştır. Bu dönemde Rusya’da Yeltsin dönemi ülkeyi dağılmanın eşiğine getirmiştir ve Rusya değişim sancıları yaşamaya başlamıştır. Türkiye ile mücadelelerle geçen ve genelde Türkiye’ye düşmanca tavırlar takınan Yeltsin iktidarı döneminde Türk-Rus ilişkileri potansiyeline rağmen sönük geçmiştir. Yeltsin’in ülkeyi uçurumun kenarına sürüklediğinin anlaşılması ve sağlık sorunları sebebiyle ülkeyi yönetemeyecek duruma gelmesi, 1999 yılının son gününde iktidarı bir süre önce başbakanlığa getirdiği eski istihbaratçı Vladimir Putin’e devretmesine sebep olmuştur.

      2000 yılı başlarında yapılan seçimlerle iktidarı resmen devralan Putin de, Yeltsin gibi ilk başlarda eski bürokrasi kalıntılarının da etkisiyle Türkiye’ye mesafeli bir politika benimsemiştir. Putin ile beraber Rusya hızla değişmeye ve toparlanmaya başlamıştır. Bu dönemde değişen sadece Rusya değildir, giderek küreselleşen dünya da hızla değişmeye başlamıştır. Bu değişimde en büyük araç hiç şüphesiz ki, bir grup teröristin ABD’de ikiz kulelere düzenledikleri terör saldırıları olmuştur.
      11 Eylül ile Değişenler
      11 Eylül terörist saldırılarından sonra Afganistan’a ve ardından da Irak’a yapılan askerî müdahaleler “uluslar arası terörizmle mücadele” boyutlarını aşarak uluslar arası yeniden yapılanma sürecine dönüşmüştür. ABD, ortaya attığı ve kısaca “Büyük Ortadoğu Projesi” olarak formüle edilen yeni proje ile Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada dünyayı yeniden dizayn etmeye kalkışırken, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya, artan petrol fiyatlarının da desteğini arkasına alan yeni lideri Vladimir Putin ile bölgede yeni bir “Dış Politika Konsepti” geliştirmeye başlamıştır.
      11 Eylül hadiseleri ve arkasından yaşanan gelişmeler Rusya Federasyonu’nun dış politika ve güvenlik doktrinlerinde geleneksel çizginin sınırlarını oldukça zorlayacak nitelikte değişikliklere yol açmıştır. Artık, Rusya’nın uluslar arası bir güç olmadığının, en azından uluslar arası bir güç olmanın ekonomik altyapısını karşılamaktan uzak olduğunun farkına varan Putin, Rusya’yı global arenadan çekerek, bölgesel ve/fakat enerji eksenli etkin bir güç haline dönüştürme yolunda çalışmalara başlamıştır. Bu çerçevede Moskova, ABD ile yakınlaşarak genelde Batı dünyası ile bütünleşme politikaları takip etmeye başlamıştır. Politik olduğu kadar ekonomik gerekçelere de dayanan bu kararla Rusya, en azından bir süreliğine küresel iddialarından vazgeçtiğini ortaya koymuştur.
      Rusya, küresel politikalardan vazgeçtikten sonra ilk iş olarak yakın çevresine yönelmiştir. Bu çerçevede Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT) ülkeleri ile ilişkilerini ekonomik ve askerî bazda geliştirmeye başlamıştır. Enerjiye yönelik politikalarında özellikle de boru hatları mücadelesinde ticarî ve askerî konulardan farklı olarak istediği başarıyı gösteremeyen Rusya bu konuda yeni arayışlara yönelmiştir.
      Özellikle ABD’nin de desteğiyle Türkiye’nin önerdiği Bakü-Tiflis-Ceyhan (BTC) seçeneği, daha ağır basması ve Rusya’nın Bakü-Novorosiskiy seçeneğinin Türk Boğazlarına takılması, Rusya’yı yeni bir muhasebe yapmaya yöneltmiştir. Rusya’nın bu mücadelede bütün açmazlarına karşın Türk seçeneğinin Batıdan da tam destek görmesi üzerine BTC’nin inşasına başlanması ve Rusya kabullenmek istemese de yavaş yavaş enerji koridorları konusundaki bu mücadeleyi kaybettiğini anlamaya başlaması, Rusya ile Türkiye arasındaki bir mücadele alanının daha tarih sahnesinden kalkmasının yollarını açmıştır. Türkiye ile Rusya arasında 90’lı yıllarda başlayan en büyük mücadele alanı olan BTC hattının inşasının engellenememesi, Rusya açısından Türkiye ile rekabetin bundan sonra bu çerçevede anlamını yitirmesine sebep olmuştur. Dolayısıyla da rekabetin nispeten ortadan kalması iki ülkeyi de işbirliği yolunda düşünmeye itmiştir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı

      Avrasya coğrafyasının iki hükümran gücü olarak Türkiye ve Rusya Federasyonu; gerek Çarlık Rusya’sı döneminde gerekse de Soğuk Savaş’ın baş aktörlerinden birisi olan SSCB döneminde sürekli birbirlerine karşı bir tehdit algılaması ve rekabet duygusu içinde olmuştur. Hatta iki ülke bu mücadelelerinde zaman zaman sıcak savaşlar da yaşamışlardır. SSCB’nin dağılması, bu mücadelenin sona ereceği yönünde umutlar doğurmuşsa da, iki ülke Avrasya bölgesinde üstünlük sağlama uğrunda yeni bir çıkar mücadelesine girişmişlerdir.
      2000’li yılların başlarına kadar devam eden bu mücadele, aslında her iki ülkeye faydadan çok zarar getirmiş ve diğer ülkeler bu mücadeleden faydalanarak başta petrol alanları olmak üzere bölgede önemli kazanımlar elde etmişlerdir. 11 Eylül saldırıları Türkiye ve Rusya Federasyonu’nun bu durumu fark etmelerinde önemli etkenlerden birisi olmuştur ve her iki ülkede de rekabet yerine işbirliği yapabilecekleri alanları ön plana çıkarma yönünde yeni fikir ve istekler ortaya çıkmıştır. Bu fikirler iki ülke arasında resmiyete dökülmüş ve artık rekabet yerine çok boyutlu işbirliğini benimsemişlerdir. Bu amaçla, 16 Kasım 2001’de Türk Dışişleri Bakanı İsmail Cem ile Rusya Federasyonu Dışişleri Bakanı İgor İvanov tarafından New York’ta “Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı: İkili İşbirliğinden Çok Boyutlu Ortaklığa” isimli belge imzalanmıştır.[27]
      Bu belgenin imzalanma gerekçesi olarak şu hususlar ileri sürülmüştür: “Dünyada meydana gelen tarihî önemdeki köklü değişiklikler, Rusya ile Türkiye arasındaki ilişkiler manzumesinde, verimli ikili ve bölgesel işbirliğini her alanda dostluk ve karşılıklı güven ruhuyla geliştirecek olanaklarla tanımlanan yeni bir dönem açmıştır. Rusya ve Türkiye, ilişkilerini, güçlendirilmiş yapıcı ortaklık düzeyine taşımak amacıyla ilave çabalar sarf etmek hususunda kararlıdırlar.”[28]
      16 Kasım 2001’de New York’ta imzalanan Avrasya’da İşbirliği Eylem Planı: İkili İşbirliğinden Çok Boyutlu Ortaklığa isimli belge, yalın bir ifadeyle iki ülke arasında sorun haline gelen ve sürekli rekabetin yaşandığı Avrasya coğrafyasında “çok boyutlu işbirliğini” öngörmektedir. Türkiye ile Rusya bu eylem planı çerçevesinde bundan böyle sadece ikili işbirliğini sürdürmekle kalmayacak, ayrıca Avrasya coğrafyasında beraber çalışacaklardır. Böylece, imzalanan belgede de ifade edildiği gibi, iki ülke mevcut ilişkilerini “güçlendirilmiş yapıcı ortaklık düzeyi”ne taşımışlardır.[29]
      Türkiye ile ABD arasında son dönemlerde gerilen ve buna karşılık Rusya ile gelişen ilişkiler Batılı Think Tanklarda tartışılmakta ve bu konuda üst düzey yetkililer açıklamalarda bulunmaktadır. Hudson Institute'nin Stratejik Güvenlik Merkezi Müdür Yardımcısı Richard Weitz, Rusya ve Türkiye'nin, Karadeniz bölgesinde ABD etkisinin sınırlandırılması işinde çabaları birleştirebileceğini söyledi. Weitz, geçmişte Rusya ve Türkiye'nin karşılıklı çıkara dayalı politika oluşturmak yerine daha çok rekabet etmelerine rağmen, bugün bu ülkelerin, ABD'nin Karadeniz'de füzesavar gemileri bulundurması ve komşu ülkelerde 'renkli devrimlerin' yaşanmasına öncü olmasına karşı çabalarını birleştirebileceğini savunuyor. Weitz, şöyle veya böyle, Rusya ve Türkiye'nin terörle mücadele ve diğer ortak tehditlere karşı koymada ABD ile işbirliği yapmaya devam edeceklerini belirtmektedir. Başta Bakü-Tiflis-Ceyhan petrol boru hattının güvenliğinin sağlanması amacıyla Güney Kafkasya ülkelerinde NATO üslerinin konuşlandırılması olasılığına gelince, ABD ve NATO müteffiklerinin Karadeniz ve Akdeniz'in doğusundaki petrol taşımacılığının güvenliğini şüphesiz istediğini belirten Weitz, ancak bunun için bölgede batılı askeri kuvvetlerinin birliklerinin derhal konuşlandırılmasının o kadar da gerekmediğini kaydetti. Weitz, 'ABD ve NATO'nun Afganistan ve Irak'taki askeri varlığı hesaba katıldığında, Gürcistan, Kazakistan ve başka Hazar ve Kafkas devletlerinin silahlı kuvvetlerinin aşamalı güçlendirilmesi daha uygun olurdu. Bu, bahsi geçen ülkeler üzerinden geçen petrol ve doğalgaz hatlarının güvenliğini bu ülkelerin kendi güçleriyle sağlamalarına imkan yaratırdı' demiştir.[30]
      Washington - ABD'nin eski BM Büyükelçisi Richard Holbrooke, Rusya ile ABD arasındaki 'romantik' ilişkinin sona erdiğini, Rusya'nın ABD için çok önemli bir müttefik olan Türkiye ile ilişkileri geliştirme çabasının 'tehlikeli' olduğunu söyledi. Holbrooke, Washington Post gazetesindeki yazısında 'Sadece Başkan Bush, 2001 yılında Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin'in ruhuna baktığında ne gördüğünü biliyor. Ancak bu, ödenen bedele değmez. Rusya bize Irak'ta karşı çıktı. Fransa ve Almanya ile aynı tutumu aldı. Aslında açık bir şekilde onlarla işbirliği yaptı' ifadelerini kullandı. Rusya'nın Türkiye ile yakınlaşmasının 'tehlikeli' olduğunu kaydeden Holbrooke, 'Rusya şimdi de bizim çok önemli, ancak derin bir şekilde yabancılaşmış müttefikimiz Türkiye ile fazla dikkat çekmeyen yakın bir ilişki içinde. Bu ilişki sayesinde bu belirsiz bölgeye kadar nüfuzunu uzatmak istiyor' diye yazdı.[31] Görüldüğü gibi yıllarca Türkiye ile Rusya arasında sürdürülen rekabetin giderek işbirliğine doğru yönelmesi Batıyı endişelendirmektedir. Son olarak ABD Dışişleri Bakanı Rice’in “Türkiye’nin Rusya ile enerji alanındaki işbirliğinin azaltılması ve bunun Azerbaycan ve Kazakistan gibi ülkelerle ikame edilmesi gerektiği” şeklindeki açıklaması; Cheney’in Baltık toplantısı ardından Orta Asya’ya yaptığı ziyarette bu konuyu yeniden gündeme getirmesi ABD’nin endişelerini ortaya koymaktadır.
      Bu konuda Rusya’nın görüşleri Batılı ülkelerin endişelerini haklı çıkaracak niteliktedir. Rusya Dış Politika ve Savunma Konseyi Araştırma Bölümü Müdür Yardımcısı Dmitri Suslov Nezavisimaya Gazeta'nın 12 Aralık 2005 tarihli Dipkuryer ekinde, yeralan “Türkiye Dersleri... Moskova ile Ankara Arasında İttifak Kurulması Her İkisinin de AB İle Bütünleşmesini Sağlar” başlıklı yazısında şöyle demektedir: Bugün Rusya ve Türkiye'nin AB'ye yönelik stratejik çıkarları birbirine uymaktadır. İki ülke de AB'nin merkezden yönetilmesi fikrinden belli ölçüde vazgeçilmesini ve yönetimin çeşitlendirilmesini istiyor. İki ülke de AB liderliğinin devletler üstü bürokrasiye değil, üye ülkelerin hükümetlerine ait olmasını tercih ediyorlar. Her iki ülke için de AB ile bütünleşme, hem millet olarak yaşamını sürdürme hem de gelişme demektir. AB'yi 'kendilerine uygun biçimde' değiştirme bakımından (Türkiye ve Rusya gibi) doğal müttefikler zor bulunur. Rusya ile Türkiye arasında sağlanacak ittifakın, AB'yi orta vadeli gelecekte bu iki ülkenin çıkarları konusunda daha duyarlı hale getirebilir ve uzun vadeli gelecekte de bu ülkelerin üyeliklerine daha açık olmasını sağlayabilir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Değerlendirme

      Karadeniz, Montrö Sözleşmesi’nin[32] kendisine sunduğu özel imkanlar sebebiyle (sınırdaş olmayan) küresel güçlerin savaş gemilerini sokamadığı yegane deniz konumundadır. Kıyıdaş ülkelere kontrol imkanı sunması, enerji nakil hatlarının geçiş güzergahında bulunması ve Doğu ile Batı arasında giderek kızışan küresel rekabette sahip olan güce vazgeçilmez üstünlükler sağlaması sebebiyle Karadeniz son dönemlerde küresel rekabetin yeni coğrafi mekanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Karadeniz’e yönelik politikaların temelinde Karadeniz'e kıyısı olmayan ülkelerin, herhangi bir tonaj ve gemi sayısı sınırlaması olmadan Karadeniz'de deniz gücü bulundurmalarını engelleyen Montrö Boğazlar Sözleşmesi’dir. Karadeniz'in değişen jeopolitiğinde Montrö’nün değiştirilmesine yönelik girişimler karşısında Türkiye ve Rusya’nın eşgüdüm içinde olması küresel hesapları bozmaktadır.[33] Türkiye 1936 yılındaki Montrö Antlaşması ile de elde etmiş olduğu İstanbul ve Çanakkale boğazlarının hakimiyetiyle bölgedeki askeri üstünlüğünü pekiştirmiş ve bölge güvenliği açısından önemli bir rol üstlenmiştir.[34] Türkiye Montrö’nün değiştirilmesine yönelik taleplerin dengeleri ve istikrarı bozabileceğini ve bunun sonucun Türk asker-sivil kontrolü sağlayan Türk hakimiyetini indirgeyebilecek konuların gündeme gelebileceğini ve Karadeniz’de Rus-NATO kutuplaşmasının yaratılması sonucu Türkiye’nin bundan zarar görebileceği düşünülmektedir.[35]
      ABD’nin Karadeniz’e yönelik girişimlerine karşın Türkiye’nin Montrö anlaşmasını tartışmaya açacak bu girişime sıcak bakmaması ve bu konuda tavizsiz tutumu ABD’nin bu yöndeki planlarını şimdilik askıya almasına sebep olmuştur. Ancak ABD’nin Karadeniz’e bu geri adımının ‘şimdilik’ kaydıyla olduğu ve yakalayacağı ilk fırsatta şansını yeniden deneyeceği unutulmamalıdır. Türkiye’nin Karadeniz’deki üstünlüğüne son verecek ABD girişimine karşın Türkiye ve Rusya’nın ortak çabası da ayrıca değerlendirilmesi gereken bir konudur. ABD’nin ‘şimdilik’ Karadeniz’e girmeyeceğinin açıklamasının ardında yatan gerekçelerden birisi de Türkiye ile Rusya’nın ABD’ye karşı ortak tutumunun derinleşmesini engellemektir.
      Karadeniz son dönemlerde sadece ABD’nin ilgisine mazhar değildir. Bölgeye yönelik ABD’nin yanı sıra Ermenilerin bu denizi çıkış güzergahı olarak görmeleri ve Yunanlıların Rum-Pontus çalışmalarını hızlandırmaları manalıdır.(*) Bu çerçevede Karadeniz’in Türk kıyılarına yönelik bölücü terörün yuvalanma ve eylemler yapma çabaları dikkat çekmektedir. Karadenizin Türk sahillerinde petrol bulma umudunun giderek artması da bölgeye yönelik bir diğer önemli gelişmedir. Bu çerçevede İsrail’in ve bazı Batılı devletlerin de son zamanlarda artan Karadeniz ilgisi de gözden kaçmamaktadır.
      (*) Not : Kaçkar Dağlarındaki bilinmeyen ve olası madenlerin de dikkate alınması.


      ________________________________________
      [1] Noam Chomsky, Korsanlar ve İmparatorlar Gerçek Dünyada Uluslararası Terörizm (Pirates & Emperors), Akademi, 1991.
      [2] policyreview.org/jun04/asmus.html.
      [3] Vladimir İvanov, “Sivastopol Yerine Başka Yer Aranıyor... Rusya Deniz Kuvvetleri, Novorossiysk Yakınında Deniz Üssü İnşaatına Başlıyor”, Nezavisimaya Gazeta, 18 Şubat 2005.
      [4] “ Black Sea Regional Profile: The Securıty Situation And The Region Building Opportunities” Institute For Security And International Studies, Sofia, sf :2
      [5] Micaele Gustavsson, Bezen Balamir Coskun, “Other dimensions of Challenge and Cooperation”, The Black Sea Boundary or Bridge (Semineri), Stockholm International Peace Research Institute, 28 Kasım 2003, s.7.
      [6] Ronald D. Asmus, The Black Sea And The Frontiers Of Freedom, Policy Review, sf: 4
      [7] Sinan Oğan, “Türk-Rus İlişkilerinde 11 Eylül Yansımaları”, 15 Ocak 2002, turksam.org
      [8] Stephe Blank, Time For A Transatlantic Initiative, New Europe Review, sf: 5
      [9] Rouben Shugarian, “From The Near Abroad To The New Neighborhood: The South Caucasus On The Way To Europe”, A New Euro – Atlantic Strategy For the Black Sea Region, VYV Public Relations, Bratislava, 2004, sf: 50
      [10]Mustafa Aydın, Europe’s Next Shore: the Black Sea Region after EU Enlargement, The European Union Institute for Security Studies, Pris, 2004, s.13,14.
      [11] Ognyan Michev, “ Transatlantic Strategy For Black Sea Stabilization And Integration”, Ronald D. Asmus (der), A New Euro-Atlantic Strategy for the Black Sea Region, Washington; The German Marshall Fund of the U.S., 2004, s.92.
      [12] Ardan Zentürk, “Amerika ile Krizin Asıl Nedeni”, Star Gazetes, (28.02.2005
      [13] Akşam Gazetesi, “ABD’nin Büyük Karadeniz Projesi Karadeniz ve Boğazların Kontrolü”, aksam.com.tr
      [14] Ardan Zentürk, “Amerika ile Krizin Asıl Nedeni”, Star Gazetesi, 28.02.2005.
      [15] Türkiye, Rusya Federasyonu, Azerbaycan, Arnavutluk, Bulgaristan, Ermenistan, Gürcistan, Moldova, Romanya, Sırbistan, Ukrayna ve Yunanistan KEİ asil üye olarak üye olan ülkelerdir. Mısır, Fransa, Almanya, İsrail, İtalya, Polonya, Slovakya, Tunus, Çek Cumhuriyeti, ABD, Hırvatistan, Beyaz Rusya Gözlemci Ülke konumundadır. Avusturya ise gözlemciliğe başvurmuştur. ABD’nin gözlemci üyeliği ancak çok ısrarcı girişimleri sonucunda 2005 Ekim’inde kabul edilmiştir.
      [16] Sergiu Celac, “Five Reasons Why the West Should Become More Involved In The Black Sea Region, Ronald D. Asmus (der), A New Euro-Atlantic Strategy for the Black Sea Region ( Washington; The German Marshall Fund of the U.S., 2004,s.142.
      [17] Bilge Buttanrı, Bölgesel Güç Karadeniz, IQ Kültür Sanat Yayıncılık, İstanbul, 2004, s:196
      [18] İncirlik üssüne sahip ABD bu üsse ilave olarak; İstanbul'daki Sabiha Gökçen, Diyarbakır, Gaziantep, Batman, Muş havaalanları; İzmir, İskenderun, Mersin, Trabzon ve Samsun limanları; İskenderun Limanı'ndan Irak sınırındaki Silopi'ye dek uzanan yol üzerinde bazı noktalarda kara lojistik üsleri ve Silopi'de taktik harekât üssü ABD’nin üs olarak kullanmayı talep etmektedir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenleyen “Kuku” ().