Düşünme Hataları-Psikoloji

      Düşünme Hataları-Psikoloji

      Düşünürken yaptığımız sistematik hatalar

      Genç adam babasına mutluluğun sırrını sorar.
      "Pencerenin yanına git, dışarı bak ve bana neler gördüğünü ve gördüklerinin sana ne hissettirdiğini söyle." der babası.
      "Sokağı, dolaşan, gülen, tartışan, alışveriş yapan, birbirine sarılan, kavga eden insanları görüyorum. Gördüklerim dışarıda bir yaşam olduğunu düşündürtüyor ve kendimi iyi hissediyorum." diye cevap verir genç adam.
      Babası tekrar sorar: "Şimdi aynanın karşısına git. Gördüklerini ve hislerini bana söyle."
      "Doğal olarak kendimi görüyorum ve sadece kendimi gördüğüm için yalnız hissediyorum." der genç adam kafası biraz karışmış olarak.
      "İki seferde de bir cam parçasına bakıyordun. Bana aradaki farkı söyleyebilir misin?" diye sorar yaşlı adam.
      "Birincisinde dışarısını ve insanları görmemi sağlayan temiz bir camdan bakıyordum, ikincisinde ise kendi görüntümü bana yansıtan arkası sırla kaplı bir camdan bakıyordum." "İşte evladım, mutluluğun sırrı da burada yatar: Eğer dışarıdaki insanlar ve kendi arana sırrın girmesine izin verirsen sadece kendini görürsün.

      Hepimizin ruhsal yapısı, genellikle yaşamda karşılaştığımız tüm sorunları çözümleyecek güçtedir. Bizleri ruhsal açıdan zorlayan ve bazı rahatsızlıklara neden olan etkenler olaylara bakış açımızda" yatmaktadır. Yani sorun olayın kendisinde değil, o olayı anlarken (anlamlandırırken) yaptığımız düşünsel hatalardadır. Bu tip düşünsel hatalar tüm insanlarda görülmektedir. Ancak, depresyondaki veya diğer ruhsal sıkıntı içindeki kimseler bu hataları çok sık ve yaygın olarak yapmakta ve onları değiştirmek ellerinde değilmiş gibi algılamaktadırlar. Aşağıda bu tip düşünsel hatalara örnekler verilmiştir.


      Bir durumun seçici olarak belli bir ayrıntısının algılanması, diğer önemli özelliklerin ise göz ardı edilmesidir. Geri plandaki olumsuz anlamlandırma nedeni ile olayların genellikle olumsuz detayları algılanmakta, olumlu detaylar gözden kaçmaktadır.


      Örnek:
      "Bugün her şey ters gitti. İyi giden hiç bir şey olmadı. (Gün içinde nötr veya olumlu pek çok olaya rağmen bir kaç olay tüm günün içinden seçilmiş ve bunlara göre genel bir değerlendirilme yapılmaktadır.)


      "Sinemaya gitme teklifimi kabul etmedi. Benimle beraber olmak istemiyor."(Daha önce pek çok yere beraber gitmelerine rağmen, sadece bir teklifin reddi algılanmakta ve bu istenilmeyen birisi olduğuna ilişkin düşüncelerini pekiştirmektedir.)

      Sınıfta arka sıradaki iki öğrenci dersle ilgilenmedi. Ben başarısız bir öğretmenim."

      (Dersle ilgilenen 20 öğrenci yerine sadece iki öğrencinin ilgisizliği algılanmaktadır.



      Karşımızdaki kişinin veya kişilerin zihninden geçenleri tahmin etmeye dayanan bir düşünce hatasıdır.Eylemlerimiz ve duygularımızı tahmin ettiğimiz bu düşüncelere göre şekillendiririz.

      Örnek:
      "Bunları onu aşağılamak için söylediğimi düşünüyor."


      "Terapistimi sinirlendirdim. Benim basit bir insan olduğumu düşünüyor.


      "Söylediklerine kızacağımı bile bile anlattı."


      Abartma :
      Yaşanan olumsuz olaylardan kendisi, çevre ve gelecek ile ilgili abartılı sonuçlar çıkarmaktır. Ufak sorunlar bile tüm geleceğin kötü geçeceğine işaret olarak algılanmaktadır.

      Örnek:
      "Gece uyuyamadım. Hastalığım iyice ilerliyor."
      (Bir gece uyuyamamak hastalığının iyice ilerlediğine işaret olarak algılanmaktadır.)


      "Bu işi başaramadım
      ve başarısız bir yönetici olduğumu düşünüp beni işten atacaklar."

      "Gittikçe kötüleşiyorum ve dibe batacağım."


      "Eğer düşündüklerimi söylersem karşımdaki kişi kırılır ve çok öfkelenir."


      "Hata yaptığını söylersem mahvolur."


      "O kadar saçmaladım ki daha kötüsü olamazdı herhalde."



      Küçümseme :

      Olumlu olayları küçümseme.
      Kişinin başarıları şans eseri meydana gelmiştir. Kendisinin herhangi bir etkisi olmamıştır. İnsanlar ona acıdıkları için onunla beraberdirler.


      Örnek:
      "Sınavdan iyi not almam önemli değil. Bunu herkes yapabilirdi."


      "Beni işte tutmalarının sebebi yaptığım işi beğendikleri için değil, başka kimse bulamadıkları için."


      "Sevdiklerim bana acıdıkları için benimle beraberler."


      Aşırı Genelleme :

      Bir tek olaydan genel kurallar çıkartmadır. Genellikle bu tür düşünceler ve ifadeler içinde sık sık her şey hiç bir şey, her zaman, hiç bir zaman, asla, hep gibi tanımlamalar geçer.


      Örnek:
      "Elime aldığım her şeyi berbat ederim, hiç bir işi doğru dürüst yapamam."


      "Kimse bana saygı duymuyor."


      "Hiç bir zaman bana 'aferin' denmedi."


      "Herkes birbirinin kuyusunu kazıyor."

      Bireyselleştirme :

      Çevrede olan olaylar veya kişilerle ilgili kişisel karşılaştırmalar yapılır veya kişisel bağlantılar kurulur.


      Örnek:
      "Beni görmeden geçti. Her halde onu kızdıracak bir şey yaptım."


      "Düşüncelerini ne kadar kolay ifade edebiliyor. Ben ise sürekli saçmalıyorum."


      "İnsanlar ne kadar rahat anlaşıyorlar, gülüyorlar, eğleniyorlar; ben ise aralarına karışamıyorum."


      Hep Ya Da Hiç Tarzı Düşünmek :

      Olaylar, siyah- beyaz, iyi-kötü gibi iki uçta algılanır.


      Örnek:
      "Bir işi mükemmel yapamayacaksam hiç başlamam daha iyi."


      "Bir hata yaptıysan bu iyi bir kariyer yapamayacaksın demektir.."


      "Bana aşık olmadığını söyledi. Beni önemsemiyor. Onun için bir hiçim."


      Konrol yanılması - Aşırı Sorumluluk :

      Kişi kendisini çevresindekilerin acılarından veya mutluluğundan sorumlu olduğunu hisseder.


      Örnek:
      "Hastamın iyileşmemesi benim suçumdu."

      "Kardeşimin başına gelenlerden ben sorumluyum."


      "Bayramda akrabalarımla bir araya geldiğimizde herkesin canı sıkıldı. Onları eğlendirmem gerekirdi. Benim yüzümden sıkıldılar"


      "Televizyonun sesi çok açık, komşular rahatsız olabilirler. Sesi kapattırmam lazım.( Kişi o sırada bir yılbaşı partisinde ve arkadaşının evindedir.)"



      Keyfi Çıkarsama :

      Kanıt olmadan ya da aksi kanıt olduğu halde bazı sonuçlara ulaşma.


      Örnek:
      "Yetiştiremeyeceğimi bildiği halde beni zorlamak için böyle yapıyor."


      "Beni basit bir kadın olarak gördüğü için benimle beraber olmak istemiyor."


      "Duygularımı açıkça söylersem insanları kaybederim."


      "Kadınlar sadece yakışıklı ve esprili buldukları erkekleri severler."


      Etiketleme :

      Kişinin kendisini veya karşısındaki kişiyi bir davranışına dayanarak tutumu hakkında bir genelleme yapmak.


      Örnek:
      "Bana maaşımı geç ödedi. Cimri ve hep kendini düşünen bir insan."


      "Anneme yardım edebilirdim. Ben bencil bir insanım."


      Duygusal Karar Verme :

      Kişinin olay veya insanlar hakkında hissettiklerinin doğru olacağına inancından doğan düşüncelerdir.


      Örnek:


      Bir insanı ilk görüşte onun iyi ya da kötü olup olmadığını hissedebilirim. "


      İnsanların onlar için kötü düşündüğümü anlıyorlar olabilirler(akıl okuma). İçimde bir suçluluk hissediyorum, dolayısıyla


      (a)

      Sonradan Yetişmenin Psikolojisi

      Murat Belge’nin ‘Sonradan Yetişmenin Psikolojisi’ isimli söyleşisine gittim. Bütün anlattıklarını detaylı bir şekilde tekrar etmeyeceğim. Anahatlarıyla; Avrupa’da yaşanan modernizasyon sürecinin dünyanın geri kalanında bir yetişme psikozu yarattığını, geriden gelmenin çeşitli avantajları ve dezavantajları olduğunu, mesela ucuzlamış ileri teknolojiyi gelişim evrelerini atlayarak doğrudan ithal etme imkanının mümkün olduğunu; ancak bu esnada mesela ’80 Sonrası Kültürü’ diyebileceğimiz bir tuhaflıkla karşı karşıya kaldığımızı anlattı Murat Belge. Buna ‘sıçrama efekti’ ismini verdi. Belli dönemleri atlayarak ‘uyanıklık’ yapılamayacağından, aralar ‘boş’ olduğu için modernizasyona uyum gösterme konusunda zorluklar yaşadığımızdan bahsetti. Örnek olarak gençleri verdi. 80’den sonra gençleri anlamanın zorlaştığından, gençlerin bir tüketim toplumuna doğduklarından, kuşaklar arasında daha önceye oranla daha fazla bir kopukluk olduğundan yakındı. Bunu da Türkiye’nin “literate” olmadan, yani okuma dönemini atlayarak, “audiovisual” (kendi kelimeleri) olmasına bağladı.

      Murat Belge’nin okuryazarlıktan (literacy) kastı basitçe okuyabilmek ve yazabilmek değil; kitap okumak, kitap okuma kültürüne sahip olmak. Audiovisual ise kısaca televizyon veya internet. Murat Belge’ye göre Türkler, bilhassa gençlik, Batı’dan farklı olarak kitap okuma kültürünü geliştiremeden televizyona geçtiğinden ortaya bir ‘bayağılık’ çıkıyor. Tüketen, sadece tüketen bir toplum hasıl oluyor. Son olarak, gidilen yolun yol olmadığını söyleyerek konuşmasını bitirdi Murat Belge.

      Hemen her televizyon programında duyabileceğimiz bir değerlendirme yeniden dillendiriliyordu. Tabi sorun bu değerlendirmenin çok tekrarlanması değil; arada bazı kelimelerde görünür olan kabuller, varsayımlar, hakikatler, doğrular… Murat Belge’nin dili doğrudan kalkınmacılık söyleminin içinden konuşuyor, belli anlamlar, belli kavramlar, belli hiyerarşiler kuruyor, denetliyor ve yönetiyor; (Nietzsche’yi anarak) bir hapishane kuruyor. ‘Geri kalmış’ diye nitelendirilen toplumların yaşadığı bazı dönemleri (bu durumda Türkiye’nin 70 yılını) bir ‘boşluk’ olarak imliyor; sadece ileri-geri gidilebilen bir yol haritası çiziyor, ‘sıçramak’tan, ‘düşmek’ten, ‘bayağılık’tan, doğru/düzgün kalkınamamaktan yakınıyor. Bu esnada, kalkınmanın ‘hakiki’ bir örneğini, Batı’yı (ama hangi Batı?); buna mukabil onun ucube taklitçilerini (Türkiye; ama gene hangi Türkiye?) anlatıyor.

      Olanı ve olması gerekeni, doğruyu ve yanlışı, eğiticiyi ve eğitileni… Sonuçta Batı’nın dünyaya yansıttığı boy aynasını aynen bize tutuyor. “Tarihçi geriye doğru bakar: Sonunda geriye doğru da inanır.”[1]

      Bu dil aracılığıyla Murat Belge, modern kapitalist dünyanın, giderek daha fazla sorgulamak zorunda olduğumuz evrensel doğrularını yeniden üretiyor, sömürgecinin dilini kullanıyor, gelişememişleri köleliğe, bir köle ahlakına zincirliyor. Aynı soruyu sorup duruyoruz: Nasıl kalkınabiliriz? Murat Belge de bu sorunun bir eklentisi olan, kalkınırken neyi yanlış yaptık, sorusunu tekrarlıyor.

      Öncelikli soru şu olmalı: Dünyanın tüm ülkeleri, toplumları, bireyleri gerçekten Batı standartlarında yaşayabilir mi? Buna gerçekten inanan var mı? Bir Amerikalı bir Ruandalı’dan 1100 kat fazla enerji harcıyor; bu farkın kapanmasının ne anlama geldiği konusunda gerçekten bir fikrimiz var mı? Bütün modern/kapitalist medeniyet doğal kaynakları dönüştürmek, işlemek ve bu esnada atık üretmek üstüne kuruluyken[2], yani doğal kaynakları büyük bir hızla tüketip talan ederken kalkınmak ne anlama gelir? Şu an dünyadaki altı milyar insan bir Amerikalı kadar (ya da uzağa gitmeden: benim kadar) enerji tüketebilse hayal edemeyeceğimiz bir çevre felaketiyle karşı karşıya kalırız. Murat Belge’yi tekrar ederek: Gidilen yol, yol değil, evet!

      Üstelik dünyanın çoğunluğunun kalkınamamış olması, Batı Dünyası’nın varoluş koşulu. Kalkınmış ülkelerin sömürgeci geçmişlerini ve halihazırda sürdürdükleri sömürüyü bilirken; fakir ülkelerdeki ucuz emeğin şehirleri, zenginleri beslediğini, onların hayat standartlarının vazgeçilmez koşulu olduğunu damarlarımızda hissederken bu kalkınma ve ilerleme hayalini nasıl devam ettirebiliriz? Avrupa’nın sömürgeci tarihini gizleyen sosyal devlet mefhumunun dünyanın her yerinde tekrarlanabileceğini nasıl umabiliriz? Sömürüden bahsetmeden kalkınmadan nasıl dem vurabiliriz? Kısaca, imkansız ve acılarla dolu bir yalanı nasıl özleyebiliriz?

      Kalkınmaya yeni bir kılıf aramıyorum. Çevreyi gözeten bir kalkınma önermiyorum. Adaletli bir ilerleme nasıl olur gibi soruları aklımdan bile geçirmiyorum. Nietzsche bizi çekiçle felsefe yapmaya çağırıyor: Kırmaya, dağıtmaya, paramparça etmeye. (Almanca söylemesi hoşuma gidiyor: Wie man mit dem Hammer philosophiert.) Murat Belge’nin dilindeki doğruları, ‘kalkınırkan neyi yanlış yaptık’ sorusuyla ima/inşa ettiği doğruları paramparça etmek mümkün mü? Batı’nın, dünyanın geri kalanına dayattığı kıstasların, doğruların, yaşama ve ölme şekillerinin, düşlerin paramparça edilmesi mümkün mü?

      “Doğruya duyduğunuz istencin sizin için anlamı şu olmalı: insan için düşünülebilir, görünür, duyumlanabilir olan her şey değişebilir.”[3] Zira tek bir anlam yoktur; ama sayısız yorum vardır. “Doğru yoktur; sadece güç vardır.”[4] “Apollocu düşler kendilerini bir gerçek olarak dayatırlar. Bu gerçekler o kadar sık dile getirilmişlerdir ki bunlara karşı çıkmak bir çılgınlık olarak kabul edilir.”[5]

      Kalkınmacılığın arkasına aldığı bilimler de (hem sosyal bilimler hem doğa bilimleri) aynı şekilde bir yorumlama biçimidir sadece. Bu mihverde, bilim hakikatin örtüsünü kaldırmaz, sadece bir yorum şeklidir. Üstelik Nietzsche’ye göre, bilimin, yorumlarına getirmeye çalıştığı “nesnellik”, sanatsal olandan daha aşağı bir düzenle sonuçlanmaktadır.[6] Bunun sonucunda kalkınmak bir düş (sevimsiz bir düş) olmaktan çıkar; bir hakikate, tarihsel bir gerçekliğe, bir zorunluluğa dönüşür. Hesaplanabilir, el değiştirebilir, her yerde uygulanabilir bir nesne haline gelir. Kalkınmacılık söylemi, dünyanın düzenine dair, iyiye dair, müreffehe dair belli gerçekler iddia eder. Neyin doğru olduğunu tarif eder (mesela kişi başına tüketimin artması), buna ulaşmanın safhalarını buyurur, aşamalarını hesaplar. Tabi bu esnada kalkınmacılık, büyük borçlanmaların, büyük sermaye birikimlerinin, büyük kârların ve tabi büyük yolsuzlukların motoru olur. Bunlar çoğunlukla bir aksaklık, olması gerekenin uygulanamaması olarak resmedilir; ancak sermayenin bir şekilde birikmesi aksaklıktan ziyade kuraldır. Kalkınmacılık sermayeci bir düştür, devletin ya da başka bir tüzel kişinin elinde sermaye birikimini koşullar. Kısaca, sermaye, özel mülkiyet, birikim; üstüne bir de Batı’nın dünyanın geri kalanına ne olunması gerektiğini söyleyen buyurgan sesi: İşte Murat Belge’nin diline sinenler.

      Konuşmasında dillendirdiği ‘boşluklar’ da işte böyle bir tarihin içinde mümkün olabiliyor; yani Batı’nın, dünyanın geri kalanını hizaya sokmasının tarihinde. Bu boşluklar, bir temsilin karşısında (kalkınmış Batı), eksiklikten ötürü duyulan utançla ortaya çıkıyor. Bu bağlamda, geri kalmışlık sadece ekonomik/teknolojik bir eksiklik olarak çıkmıyor karşımıza; aynı zamanda belirli bir anlam ağının içinde, utançta, yetişememe hikayelerinde, kızgınlıkta, şikayette vücut buluyor. Bu temsil dolayımıyla, sonradan yetişmeye çalışanda olmayan, muhtemelen hiç olmayacak olan isteniyor, sahipleniliyor, ve ulaşamamaktan ötürü üzüntü duyuluyor.

      Buradan hareketle, kalkınmacılık ekseninde cereyan eden bir ‘ruh hali’nden bahsetmek istiyorum. Özellikle azgelişmiş olarak ifade edilen toplumların ortak hissiyatlarını açık eden bir ‘yakınma kültürü’nü, yani (Murat Belge’nin vazifesini devralarak) ‘Sonradan Yetişmenin Psikolojisi’ni değerlendirmek istiyorum. Bunun için söyleşinin geri kalanında neler konuşulduğunu anlatayım kısaca.

      Murat Belge’den sonra mikrofon salondakilere geçti. Konuşan her kişi çeşitli pozisyonlardan farklı şekillerde bir eksiklik, bir yanlışlık hikayesinin içinden konuştular. “Sorun ne, biz niye böyle olduk?” ya da “Biz neyiz, ne olmalıydık?” ekseninde geçti tüm konuşmalar. Tartışma aslında, ‘geri kalmışlık’ hakkında önemli bir sunum yapmaktaydı. Bir tiyatro oyununda bile karakterler bu kadar özenle seçilemezdi: Türkiye’nin çağdaş yüzünü temsil eden okumuşları Türkiye’nin ahvali üstüne bilindik tekerlemelere başladılar. Önce bir anne, anne olmasından ötürü gençlerden yakındı. Kızının iyi bir üniversite bitirmesine rağmen sabahları lüzumsuz programları seyretmesinden, gençliğin üretken olmayışından, şimdiki gençlerin bencil ve sorumsuz oluşundan dert yandı. Bir genç, gençlerin mutsuz olduğunu çünkü inanacak değer bulamadıklarını; bir diğeri ise aslında gençlerden umutlu olunması gerektiğini belirtti. Yaşlı bir dinleyici, aslında Türkiye’nin geleceğinin çok da kötü olmadığını, her vapura binişinde gençleri kitap okurken gördüğünü; üstelik devamlı Anadolu’yu gezdiğini, her gidişinde şehirlerin ileriye gittiklerini fark ettiğini söyledi. Bir öğretmen ise Batı’nın bütün gelişmesini irdeleyerek, ihtiyaç hissederek yaptığını; bizim ise bir gecede yaptığımızı dile getirdi. Zaten bizde bilmenin ve bilginin yasak olduğunu söyleyerek dert yandı. Biri yolsuzluktan, başka biri taklitçilikten, bir diğeri ise çocuk eğitimindeki yetersizlikten şikayet etti.

      Bütün bu konuşmalar sanıyorum hepimize tanıdık geliyor; onlarca türlüsünü ya duyduk ya yaptık. Geri kalma psikolojisi tam olarak bu olsa gerek. Devamlı yakınmak, kıyaslamak ve özenmek. “Orası burası gibi değil? Orada insan muamelesi görüyorsun” Hastane önlerinde beklemekten, düzensizlikten, keşmekeşten, trafikten, rüşvetten, ağır bürokrasiden; kısaca Doğulu zihniyetinden şikayet etmek. Hatta Doğu’dan, Doğulu olmaktan nefret etmek.

      Bu anlamıyla Doğu, ancak Batı’dan geçerek görülebilecek bir varlık haline geliyor. Diğer bir deyişle bütün bir anlam dünyası Batı’nın temsilinin içinden geçerek oluşuyor. Doğu’yu kuran, eksiklikleri ve yanlışlarıyla yaratan, Batı’nın temsili oluyor. Salondakiler Türkiye hakkında konuşuyorlardı; ancak cümlelerin hemen gerisinde gerçeklik evrenini inşa eden Batı idi. Hangi saptamanın geçerli, hangisinin yanlış, hangi cümlenin meşru, hangi kelimenin haksız olduğunu belirleyen uzun bir tarih vardı o salonda. Aşamalar, seviyeler, amaçlar, yöntemler, stratejiler: hepsi bir hakikat iddiasının kurduğu şebekede anlam kazanıyordu. İlerleme ideali: Kapitalizmin oyun sahası!

      Bir sıçrama yapmak pahasına, anlattıklarımı direnmeye dair bir politik duruşla ilişkilendireceğim son olarak. Murat Belge konuşmasında bir soruya cevap verirken küreselleşmeyi ve neo-liberal politikaları rüzgara ve dalgaya benzetti; önünde durulamaz, engellenemez doğa olaylarına. İşin aslı, bütün bir konuşma boyunca mağrur ve muzaffer bir kapitalizmi/Batı’yı varsayıp durdu. Herhalde Batılı bir işadamı ya da geçmişten hayali olarak davet edilecek bir Hindistan valisi (İngiliz) daha fazlasını söyleyemezdi. Bu şekilde düşünüldüğünde, bütün bu yakınma kültürü de yenilmişliğin bir belirtisi olarak çıkıyor karşımıza.

      Oysa umutsuzluk böyle bir hapishanede mümkün ancak, bahsettiğim dilin hapishanesinde. Bu dili kırmak, parçalamak, komik durumlara düşürüp dalga geçmek sanırım direnişin en önemli başlangıcı. Kısa anlarda, masumane konuşmalarda ortaya çıkan yakınma kültürüyle; onun barındırdığı hakikat şebekeleri ve temsillerle uğraşmak, didişmek, alay etmek; Murat Belge’nin söyleşisini es geçmemek, susmamak: Benim başlangıcım bu!

      [1] F. Nietzsche, Putların Batışı: Ya da Çekiçle Nasıl Felsefe Yapılır. Çev. Mustafa Tüzel (İstanbul: İthaka, 2005) s.13.
      [2] Z, Bauman, Wasted Lives: Modernity and its Outcasts, (Cornwall: Polity Press, 2004).
      [3] F. Nietzsche, Böyle Buyurdu Zerdüşt, s. 198.
      [4] F. Nietzsche, Will to Power, çev, Walter Kaufmann (New York: Vintage Press, 1968).
      [5] F. Nietzsche, Şen Bilim, s 110.
      [6] F. Nietzsche, Will to Power, çev, Walter Kaufmann (New York: Vintage Press, 1968).

      Ozan ZEYBEK
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000
      Sol Liberal, modern insan bilinci yerine kulluk anlayışının yerleştirilmesini inanç özgürlüğü olarak görür, gösterir. Halkın ortak amaçlar adına bir araya gelmesini ve sosyoekonomik sınıf çıkarına göre örgütlenmesini değil, kültürel farklılıklara göre ayrışmasını ve mümkünse bu ayrışmanın kendi içinde sürüp gitmesini körükler. Halkın, devleti, kendi mülkiyet ve yönetiminde ve yine kendi mülkiyet ve yönetiminde ve yine kendi çıkarına göre örgütlenmiş bir aygıt haline getirmesini değil, mümkünse bu devletin sermaye lehine eriyip yok olmasını talep eder. Ama her durumda sol liberalin talepleri, içeride işbirlikçi sermayenin, dışarıda ise emperyalistlerin çıkarları ile çakışır.


      Neye karşı olduğun değil, neye taraf olduğun, neye hizmet ettiğin önemlidir. Bugün insanların kafası fazlasıyla karışık, sol diye ortaya çıkanlar, gerçekten ne kadar sol? Veya sol mu? Diyalektiği, sınıfsal mücadeleyi, emek ve emekçileri ağzına bile almayan bu insanlar sol olabilirler mi? Ulusal çıkarlardan , bunların korunmasından söz edenlerden nefret edenler, bunları gericilikle suçlayanlar solcu olabilir mi? Emperyalizmden hiç söz etmeyip tüm eleştirilerini ulusalcılara yönetip, "Dincilere" methiye düzen bu insanlar olsa olsa " biriktire biriktire" pislik biriktirenler olabilirler... Murat Belge gibiler gibi söz ustası olayabilirim. Çünkü biz çile çekerken onlar biriktiriyorlardı, bugün kusuyorlar.. Ve hala solcular!!!!???? Halbuki dün de değillerdi, bugün hiç değilller.. Bu kadar Biriktirdikten sonra bu kadar cahil nasıl kalınır şaşmak lazım ama şaşmıyorum, Çünkü taa 70'li yıllardan beri bunların ne olduğunu biliyorum..

      Doğanın ve toplumun bir diyalektiği vardır, tüm zık zaklarına rağmen yön olarak daima ileriye doğru ilerler.. Bu nedenle insanın var olduğu her yerde UMUT ta vardır.

      Liberaller+Sol Liberaller+Dinciler sacayağı üzerinde pişen hiçbir yemek yenmeye değmez, aç kalın bu sacayağın üzerinde pişen yemeği yemeyin, çünkü zehirlenirsiniz..

      Sol Liberaller Devlete karşı, ama kimin safında, işte can alıcı soru???

      Köleliğe karşı çıkan herkes dostunuz değildir. Köleliğe, Efendi olmak adına karşı çıkanlardan olmayın, köleliği kaldırmak adına karşı çıkın diyorum.. Efendi olmak adına köleliğe karşı çıkıyorsanız, kendi kölelerinizi yaratacaksınız demektir..

      Selam ve sevgiler...
      Kulaksız işitmek dilsiz ifade
      Canım cananındır edem iade
      Vücut bir camidir vicdan seccade
      Onun bunun çıkarına seremem