Küresel Mücadelenin Yeni Rekabet Alanı : Karadeniz
Noam Chomsky, Korsanlar ve İmparatorlar adlı kitabının girişinde Büyük İskender’le esir aldığı bir korsanın hikayesini nakleder: “St Augustine, Büyük İskender’in esir aldığı bir korsanın hikâyesini anlatır. İskender korsana 'Hangi cesaretle denizlerde saldırganlık yapabildin?' diye sorar. Korsan, 'Sen hangi cesaretle tüm dünyaya saldırabildin?' diye cevaplar. Ve sürdürür, 'Ben sadece küçük bir gemiye sahip olduğum için hırsız diye adlandırılıyorum. Sen ise aynı şeyi çok büyük donanmayla yaptığın için imparator diye adlandırılıyorsun.”[1] Büyük güç sahibi küresel güçler dünyanın bütün noktalarına ve hikayede olduğu gibi bütün denizlerine girmeyi adeta kendilerinin doğal bir hakkı olarak görmektedirler. Büyük donanma sahibi, okyanuslara hükmeden küresel güç ABD’nin son dönemde küresel güç olma ve bunu devamlı kılma stratejisi çerçevesinde dünyadaki neredeyse giremediği tek deniz olan Karadeniz’de etkin olma çabaları bölgede yeni bir Soğuk Savaş’ı gündeme getirmiştir.
Doğudan batıya yaklaşık 1200 km ve kuzeyden güneye ise 600 km uzunluğunda bir alana sahip olan Karadeniz’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kıyıdaş ülke sayısı bir anda artmıştır. Eski kıyıdaş ülkeler (Türkiye, Rusya Federasyonu, Bulgaristan ve Romanya)’nın yanı sıra Ukrayna ve Gürcistan Karadeniz’in yeni kıyıdaş devletleri olarak bağımsızlıklarını kazanmıştır. Coğrafi olarak Türkiye’nin kuzeyinde ve Avrupa’nın güney doğusunda bulunan Karadeniz, Türk boğazları, Marmara Denizi, Ege Denizi ve Akdeniz üzerinden Atlantik Okyanusu’na çıkışı sağlar. Karadeniz sahilleri kuzeyde Ukrayna, doğudan Rusya ve Gürcistan, güneyde Türkiye ve batıda ise Bulgaristan ve Romanya ile çevrilidir. Rusya ile Gürcistan arasında yer alan ve Gürcistan’dan kopma gayretleri içinde olan Abhazya’yı da aslında bir Karadeniz devleti olarak görmek mümkündür. Karadeniz aynı zamanda, Türkiye ve Rusya hariç diğer sahildar devletlerin denizlere yegane çıkış yoludur. Büyük Karadeniz bölgesi adı altında Karadeniz’e kıyıdaş devlet olma özelliğini taşıyan ülkelerin yanısıra, Hazar enerji kaynaklarının Batıya aktarılmasında kullanılan ve Asya’yı Avrupa’ya bağlayan koridorda yer alan devletler de (Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) Karadeniz’e ait edilmektedir.[2]
Karadeniz Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin neredeyse (Türk sahillerini saymazsak) bir iç denizi konumundayken şimdi onun mirasçısın Rusya Federasyonu Karadenize Novorossisyki kıyılarından ve Azak iç denizinin sığ limanlarından ulaşabilmektedir. SSCB'nin dağılmasından önce Karadeniz Donanması Sevastopol, Odessa, Donuzlav ve Poti limanlarında üsleniyordu. Ayrıca donanmanın Nikolayev ve Kerç limanlarında da tesisleri vardı. Bugün Rusya Karadeniz'de hemen hemen bütün üslerinden yoksun kaldı. Yalnızca Sevastopol ve Novorossiysk limanları kaldı.[3]
Karadeniz, nihayet küresel güçlerin dikkat merkezine gelmiştir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ekonomik olarak Avrasya bölgesine yerleşen ABD’nin askeri olarak bu bölgeye yerleşmesi için gereken fırsatı 11 Eylül saldırıları sağlamıştır. Zira Afganistan operasyonları sebebiyle ABD Kafkasya ve Orta Asya’dan geçiş kolaylıkları ve askeri üsler elde etmeye başlamıştır. (Gerçi daha sonra Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) desteğini arkasına alan ve renkli devrimlerin kendisini de etkilemesinden korkan Özbekistan ABD üslerini ülkesinden çıkarmıştır.)
Renkli devrimler Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında yeni bir güç mücadelesinin başlangıcını oluşturmuştur. ABD bu çerçevede Karadeniz’e kıyısı olan iki devlette (2003’te Gürcistan ve 2004’te ise Ukrayna) renkli devrimleri desteklemiş ve bu ülkelerde Batı yanlısı rejimler iş başına gelmiştir. Ardından ise bu ülkenin öncülüğünde Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında Demokratik Devletler Birliği (DDB) kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Bu girişim Rusya’nın öncülüğünde kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na ciddibir darbe niteliğindedir.
ABD’nin Karadeniz’de etkin olabilme düşüncenin gerçekleştirilmesinde en önemli engellerden birisi Montrö’dür. Bu anlaşma değişik senaryolar içinde eritilmeye ve değiştirilmeye çalışılmak istenmektedir. ABD için kısa vadede kendi bayrağı ile Karadeniz’e girememesi durumunda NATO bayrağı altında “yumuşak geçiş” planları da gündemdedir. Ancak Kremlin bundan büyük bir endişe duymaktadır. Özellikle de Karadeniz’in NATO’ya açılması durumunda Kırım’ın Türkiye’nin kontrolüne gireceği endişesi mevcuttur. Karadeniz uğrunda bugün sadece ABD ve Rusya değil bir çok küresel ve bölgesel güç ile kıyıdaş ülkeler ve kurumlar stratejik derinliği olan bu deniz için mücadele etmektedir.
Karadeniz Bölgesinde Aktif Olma Çabası İçindeki Aktörler Şu Başlıklar Altında İncelenebilir[4]:
1 ) Küresel güçler: ABD, AB ve Rusya.
2 ) Bölgesel güçler: Türkiye, Ukrayna, Romanya. Bu devletler global aktörlerden bağımsız politika oluşturmakta güçlük çekmektedirler ve politikalarını küresel aktörlerle koordineli bir strateji belirlemek zorundalar.
3 ) Uluslararası organizasyonlar: NATO, AB, AGİT; GUAM, KEİT.
Amerika Birleşik Devletleri:
ABD’nin bölgeye olan ilgisi 11 Eylül sonrasında terörle mücadele kapsamında yeni bir şekil ve yön almıştır. 2002’de açıklanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Karadeniz ve Hazar bölgeleri sadece petrol rezervleriyle değil; Hindistan, Pakistan ve Güney Doğu Asya pazarlarına açılmak için de önemli olarak kabul edilmiştir. Afganistan’dan Gürcistan’a kadar bulunan ABD askeri mevcudiyeti bölgedeki ABD etkisini arttırmaktadır. ABD’nin temel amacının bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmek ve Rusya’nın bölgedeki siyasi, ekonomik ve askeri etkisini azaltmaktır. Diğer önemli amaç SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan devletleri Euro-Atlantik bloğuna bağlamaktır. Bunun sonucunda ABD’nin ve müttefiklerinin baskın jeopolitik güç olarak bölgede ortaya çıkması bölgedeki güç dengelerini değiştirmektedir.
Karadeniz’in ABD İçin Önemini Aşağıdaki Başlıklar Altında Toplayabiliriz:
- ABD Karadeniz vasıtasıyla Rusya Federasyonu’nun “yumuşak karnı” Kuzey Kafkasya’yı kolaylıkla kontrol edebilir, bu bölgelerde birtakım provakosyonlara girişebilir.
- ABD’nin bölgeye gelişi Ukrayna, Gürcistan ve Moldova gibi ülkelere kendine “güven ve cesaret” getirerek Rusya karşısında seslerini daha fazla yükseltmelerine sebep olabilir.
- Karadeniz, Kafkasya-Hazar-Orta Asya bölgelerinin enerji kaynaklarını Batı pazarlarına aktarımda önemli bir geçiş güzergahlarından birisidir. Karadeniz’de etkin olan bölge dışı güçler bu ülkelerin enerji politikalarına etkide bulunabileceği gibi Rusya’nın da petrol ve doğal gaz ihraç kanallarından birisi olan bu bölgede enerji politikalarına etkide bulunabilir. Bu çerçevede Karadeniz “Doğu-Batı ve Kuzey-Güney Enerji Koridoru”larının tam merkezinde yer alması, Bölgenin giderek istikrarsızlaşan Orta Doğuya alternatif olarak belirginleşmesi bu bakımdan Hazar Havzası Orta Doğu’ya alternatif rezerv kaynağı olması hem ABD’yi hem Avrupa’yı bölge ile iyi ilişkiler kurma konusunda teşvik etmektir.[5]
- Karadeniz aynı zamanda İran tarafından da petrol ve doğal gaz ihracı için kullanılması düşünülen mekanlardan birisidir. ABD’nin Karadeniz’de etkin olması İran’ın enerji politikalarını manüpüle etme imkanı sunar. Aynı zamanda coğrafi yakınlık sebebiyle bu bölgedeki deniz üsleri veya uçak gemilerinden kalkacak savaş uçakları için İran son derece rahat bir hedef haline gelebilir.
- İran’ın yanı sıra; Irak ve Suriye gibi Orta doğu devletlerine karşı baskı ve genelde Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesinde Karadeniz son derece önemli olabilir.
- Bölgenin Afganistan ile başlayan küresel terörle mücadele programında son derece stratejik bir noktada olması,
- Rusya’yı çevrelemek için Karadeniz son derece elverişli imkanlar sunmaktadır.
- AB’nin genişleme programı içine Karadeniz bölgesi ülkelerinin bir kısmının da alınması ve bu çerçevede “Daha Geniş Avrupa” (Wider Europe-Neighbourhood: A New Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours) programı çerçevesinde AB’nin bölgeye yönelik politikalarının uygulamaya sokulması,
- NATO’nun bölgeyi Barış İçin Ortaklık Programı içine alması,
- Karadenizin stratejik konumu sebebiyle bölgede bulundurulacak askeri gemi ve/veya üslerden Rusya Federasyonu’na yönelik istihbari çalışmalarının yürütülmesine elverişli olması
-
ABD kendi açısından bölgede altı adet strateji belirlemiştir[6].
- Bölgedeki demokratik gelişmeleri ve değişimleri hızlandırmak: Bu sayede bölgenin güvenliği ve istikrarı ABD çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde korunmuş olacaktır. Bu da bölgeye doğru sınırlarını genişletmeye başlayan AB’nin ve bölgede askeri mevcudiyeti bulunan ABD’nin güvenliğini sağlayacaktır.
- Kurumlar yeniden düzenlenmeli ve yeni düzene adapte edilmelidir: NATO ve AGİT bölgede çıkarların korunması için enstrüman olarak kullanılabilir. Fakat yine de bölgede kurumsal bir eksikliğin olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. GUAM ve KEİT de yetersiz kalmaktadır. ABD çıkarlarını bölgede savunacak kurumsal bir yapıya ihtiyaç vardır.
- Türkiye ve Rusya bölgede ikna edilmeli: Bu sayede ABD, bölgedeki muhtemel rakiplerini barışçıl ve dostane bir tavırla ikna edecek ve kendi çıkarları doğrultusunda bölgeyi yönlendirecektir.
- Donmuş çatışmalara öncelik verilmelidir: Moldova Transdniester’deki, Yukarı Karabağ’daki, Güney Osetya ve Abhazya’daki çatışmalara dikkat çekilmelidir. Rusya’nın bu çatışmaları kendi çıkarları doğrultusunda bölgede huzursuzluk yaratmak ve bölge ülkelerine baskıda bulunmak için kullanması engellenmelidir.
- ABD ve AB’nin demokrasi destek programlarının uyumlaştırılması: İki küresel gücün de bölge üzerindeki demokrasi projelerinin ortak bir platforma oturtulması gerekmektedir. Bunların amacı yeni demokrasilerin ekonomik gelişmelerini hızlandırmak ve demokratik kurumsallaşma kapasitelerini güçlendirmektir.
- Ukrayna’ya odaklanılmalı: Ukrayna’daki darbenin başarısını bölge için önemli gören ABD, darbe sonrası gelişmelerle de yakından ilgilenmelidir. Çünkü Ukrayna diğer devletler için bir model olabilir ve onları batıya yaklaştırabilir.
Rusya Federasyonu:
11 Eylül terörist saldırılarından sonra Afganistan’a ve ardından da Irak’a yapılan askeri müdahaleler “uluslararası terörizmle mücadele” boyutlarını aşarak uluslararası yeniden yapılanma sürecine dönüşmüştür. ABD ortaya attığı ve kısaca “Büyük Ortadoğu Projesi” ile Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada dünyayı yeniden dizayn etmeye kalkışırken, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya, artan petrol fiyatlarının da desteğini arkasına alan yeni lideri Vladimir Putin ile bölgede yeni bir “Dış Politika Konsepti” geliştirmeye başlamıştır.
11 Eylül hadiseleri ve arkasından yaşanan gelişmeler Rusya Federasyonu’nun dış politika ve güvenlik doktrinlerinde geleneksel çizginin sınırlarını oldukça zorlayacak nitelikte değişikliklere yol açmıştır. Artık, Rusya’nın uluslararası bir güç olmadığının, en azından uluslararası bir güç olmanın ekonomik altyapısını karşılamaktan uzak olduğunun farkına varan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’yı global arenadan çekerek, bölgesel ve/fakat etkin bir güç haline dönüştürmek istemektedir. Bu çerçevede Moskova, ABD ile yakınlaşarak genelde Batı dünyası ile bütünleşme politikaları takip etmeye başlamıştır. Politik olduğu kadar ekonomik gerekçelere de dayanan bu kararla Rusya, en azından bir süreliğine küresel iddialarından vazgeçtiğini ortaya koymuştur.[7]
Putin, Rusya içerisinde dizginleri ele almasının ardından, yakın çevresine yönelmiş ve Yeltsin döneminde eski Sovyet coğrafyası ülkeleri ile bozulmaya yüz tutan ilişkilerini yeniden düzenlemeye başlamıştır. Ancak, 11 Eylül’den sonra Rus dış politikasında yeni açılımlar ortaya çıkmıştır. Başkan Putin, yeni jeopolitik ortamda Batı ile yakınlaşma politikaları geliştirmiştir.
11 Eylül’den sonra küresel düzeyde dış politikasında en radikal değişimi yaşayan ülkelerden birisi de Rusya olmuştur. Başkan Putin iç politikada önemli riskler alarak terörizme karşı savaşta ABD’ye tam destek sağlamış ve Batı ile Avrasyacılık arasında bir eksene oturtulmaya çalışılan Rusya’nın yönü, 11 Eylül’den sonra Batı ile bütünleşmeye ve bu anlamda ABD ile müttefikliğe doğru çevrilmiştir. ABD ile hızlı başlayan balayı bu ülkenin Orta Asya’da birbiri ardına askerî üsler edinmesiyle neticelenmiştir. Ancak bir taraftan Rusya içerisinde yükselen Batı karşıtı söylem ve diğer yandan da ABD’den umulanın bulunamaması, Moskova’da ABD’ye verilen desteğin sorgulanmasına ve Kremlin’in dış politika alternatiflerini açık tutmasına sebep olmuştur.
ABD Afganistan operasyonları sonrası Rusya’nın dış politika ve millî güvenlik konseptlerinde oldukça önemli bir yer tutan “Yakın Çevre” politikasını âdeta ortadan kaldırarak Orta Asya ülkelerinde peş peşe askerî üsler edinmesi, diğer yandan da Afganistan ile hiçte alâkası olmayan ve Hazar petrollerinin geçiş güzergâhı olan Gürcistan’a askerî yardım ve teknik personel yardımını artırmaya başlaması, Rusya’nın alternatif politikalar geliştirilmesi yönündeki çabalarını hızlandırmıştır. ABD, Orta Asya’ya yerleşmekle Rus jeopolitik menfaatlerine çok büyük zarar vermiş olmasına rağmen Başkan Putin Batı’yla başlatmış olduğu işbirliğinin zarar görmemesi için buna fazla ses çıkarmamıştır. Ancak, Orta Asya’dan sonra ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya’da da giderek ağırlığını hissettirmeye başlaması ve Gürcistan’a verdiği desteği her geçen gün arttırması, Rusya’yı bölgede oldukça rahatsız etmeye başlamıştır. Bu çerçevede Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kuran Rusya ABD ile rekabet etmeye başlamıştır. Zaman içerisinde bu rekabetin Karadeniz’e kayması Rusya açısından özellikle enerji nakil hatlarında stratejik önemi olan bu bölgeye verilen önemin daha da artmasına sebep olmuştur.
Rusya’nın bölgedeki önceliklerini sıralamak gerekirse politik, ekonomik, askeri hakimiyetini devam ettirmek; Karadeniz ve Kafkasya devletlerinin dış politikasını Rus çıkarları doğrultusunda kontrol etmek ve özellikle de Türkiye, ABD ve Batının etkin olmalarını engellemektir[8].
Avrupa Birliği:
AB’nin bölgeye olan ilgisinin artması AB genişleme süreciyle paralellik göstermektedir. AB Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin üyelikleriyle birlikte Karadeniz’e komşu olmuştur. 2007’de Romanya ve Bulgaristan’ın ve ileriki bir tarihte belki de Türkiye’nin de birliğe üye olmalarıyla AB, Karadeniz’de etkin bir güç haline gelebilir. Yeni komşularla yapılacak olan işbirliği AB’nin Karadeniz perspektifini net hale getirecektir. Yeni katılacak üyelerle AB Karadeniz’e komşu olacağı için Karadeniz tartışmalarına Yeni Komşuluk Politikası (YKP) çerçevesinde yaklaşacaktır. YKP’nin amaçları tarafların birbirinin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü tanıması; çatışmaların çözümü; insan haklarına ve demokratik kurumlara önem verilmesi; ekonomik reformların uygulanması şeklinde sıralanabilir[9]. Bununla birlikte bölgenin enerji yolları üzerinde bulunması da enerji ihtiyacını dış kaynaklardan sağlayan AB için önemli hale gelmesinin diğer sebebidir. 2007’den sonra fiili olarak Karadeniz’e komşu olacak AB için bölgenin istikrarlı ve güvenli olması ayrıca önem taşımaktadır. Özellikle Kafkaslar ve Doğu Avrupa’daki istikrarsızlığın ve problemlerin buralardan batıya doğru göçlere neden olabileceği için AB’nin sınırların korunması konusunda da bölge ile ilgilenmesi gerekmektedir. Fakat bu noktada AB Anayasası’nın onaylanmaması sonucunda AB içinde oluşan olumsuz havanın da bölgeye olan ilgiyi azalttığı da gözden kaçmamalıdır.
Daha önce belirtildiği gibi enerji ihtiyacını dışarıdan sağlayan AB için petrol aktarımını durduracak ya da geciktirecek problemlerin engellenmesi ve bu çabalara destek verilmesi önemlidir. Ayrıca çevresel faktörler de AB ile Karadeniz arasında bir bağ oluşturmaktadır. Muhtemelen 2008’e sarkacak olan Bulgaristan ve Romanya’nın üyeliklerinin gerçekleşmesinden sonra AB’nin Karadeniz’e kendi kıyısı da olacağı için kıyı çevresinin korunması, su kıtlığı ve radyoaktif atıklarla mücadele AB’nin kaçınılmaz sorumluluklarından olacaktır. Yine benzer şekilde AB’nin sınırları Karadeniz’e dayanınca petrol tankerlerinin geçişlerinin güvenliği konusunda AB standartları gündeme gelecektir. Bölgedeki özellikle Kafkaslar ve Doğu Avrupa’daki istikrarsızlık ve problemler buralardan Batıya doğru göçlere neden olabileceği için AB’nin sınırların korunması konusunda da Karadeniz ile ilgilenmesi çıkarına gözükmektedir.[10]
Kıyıdaş Ülkeler:
Türkiye, Ukrayna, Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan’ın Karadeniz konusundaki politika ve beklentileri birbirinden farklılık arzetmektedir. Ancak bu farklı küresel beklentilerine rağmen kıyıdaş ülkelerin bölgesel önceliklerinde benzer hususlar da bulunmaktadır. Bölgesel istikrar ve güvenlik, sürdürülebilir kalkınma, ulaşım yollarının güvenliği gibi konularda genel bir fikir birliği sözkonusudur. ABD ve Batı çıkarları bölgenin istikrarlı, reforma açık; enerji yollarının güvenlikli, dış kaynaklı krizlerden uzak bir şekilde bulunmasını gerekli kılmaktadır. Bunun için de bölge ülkelerinde demokratik kurumsal mekanizmaların ve politik süreçlerin oluşturulmaları; uluslararası hukukun üstünlüğünün kabul edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Romanya ve Bulgaristan’ın ABD üslerine açılması bu ülkeleri önemli hale getirmiştir. Ukrayna, Azerbaycan ve Gürcistan’ın da Batı bloğuna destek verdiği bilinmektedir. Bu durum sayesinde Batı ile yakın ilişkiler kuran bu devletler güvenlik sektörlerini geliştirmekte, ekonomik yardım almakta ve ayrıca da NATO nezdinde itibar kazanmaktadırlar. Bu devletlerin demokratikleşme ve istikrarı Rusya’dan uzaklaşıp Batı etkisi altına girmek olarak algılamaları ülkelerin kendi iç dinamiklerini göz ardı edip jakoben bir tavırla ithal ve yapay bir değişim sürecine maruz kalmalarına sebep olmaktadır. Orduların ve sivil toplumun da siyasi idareye tam manasıyla bağlı olamaması sayesinde bölgede iktidar değişiklikleri meşrulaşmaktadır. Demokratik reform süreci için gerekli yardımların, bu konuda tecrübeli batıdan gelmesi de bölge devletlerini batıya daha çok bağlamaktadır. Rusya ve batı arasında sıkışmış olan bu devletler genel olarak Rus etkisinden kurtulmak istiyorlar. Fakat Ukrayna örneğinde olduğu gibi enerji ve diğer ekonomik konulardaki Rusya’ya olan bağlılık bu durumu zorlaştırıyor.
Noam Chomsky, Korsanlar ve İmparatorlar adlı kitabının girişinde Büyük İskender’le esir aldığı bir korsanın hikayesini nakleder: “St Augustine, Büyük İskender’in esir aldığı bir korsanın hikâyesini anlatır. İskender korsana 'Hangi cesaretle denizlerde saldırganlık yapabildin?' diye sorar. Korsan, 'Sen hangi cesaretle tüm dünyaya saldırabildin?' diye cevaplar. Ve sürdürür, 'Ben sadece küçük bir gemiye sahip olduğum için hırsız diye adlandırılıyorum. Sen ise aynı şeyi çok büyük donanmayla yaptığın için imparator diye adlandırılıyorsun.”[1] Büyük güç sahibi küresel güçler dünyanın bütün noktalarına ve hikayede olduğu gibi bütün denizlerine girmeyi adeta kendilerinin doğal bir hakkı olarak görmektedirler. Büyük donanma sahibi, okyanuslara hükmeden küresel güç ABD’nin son dönemde küresel güç olma ve bunu devamlı kılma stratejisi çerçevesinde dünyadaki neredeyse giremediği tek deniz olan Karadeniz’de etkin olma çabaları bölgede yeni bir Soğuk Savaş’ı gündeme getirmiştir.
Doğudan batıya yaklaşık 1200 km ve kuzeyden güneye ise 600 km uzunluğunda bir alana sahip olan Karadeniz’de Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla kıyıdaş ülke sayısı bir anda artmıştır. Eski kıyıdaş ülkeler (Türkiye, Rusya Federasyonu, Bulgaristan ve Romanya)’nın yanı sıra Ukrayna ve Gürcistan Karadeniz’in yeni kıyıdaş devletleri olarak bağımsızlıklarını kazanmıştır. Coğrafi olarak Türkiye’nin kuzeyinde ve Avrupa’nın güney doğusunda bulunan Karadeniz, Türk boğazları, Marmara Denizi, Ege Denizi ve Akdeniz üzerinden Atlantik Okyanusu’na çıkışı sağlar. Karadeniz sahilleri kuzeyde Ukrayna, doğudan Rusya ve Gürcistan, güneyde Türkiye ve batıda ise Bulgaristan ve Romanya ile çevrilidir. Rusya ile Gürcistan arasında yer alan ve Gürcistan’dan kopma gayretleri içinde olan Abhazya’yı da aslında bir Karadeniz devleti olarak görmek mümkündür. Karadeniz aynı zamanda, Türkiye ve Rusya hariç diğer sahildar devletlerin denizlere yegane çıkış yoludur. Büyük Karadeniz bölgesi adı altında Karadeniz’e kıyıdaş devlet olma özelliğini taşıyan ülkelerin yanısıra, Hazar enerji kaynaklarının Batıya aktarılmasında kullanılan ve Asya’yı Avrupa’ya bağlayan koridorda yer alan devletler de (Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan) Karadeniz’e ait edilmektedir.[2]
Karadeniz Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği’nin neredeyse (Türk sahillerini saymazsak) bir iç denizi konumundayken şimdi onun mirasçısın Rusya Federasyonu Karadenize Novorossisyki kıyılarından ve Azak iç denizinin sığ limanlarından ulaşabilmektedir. SSCB'nin dağılmasından önce Karadeniz Donanması Sevastopol, Odessa, Donuzlav ve Poti limanlarında üsleniyordu. Ayrıca donanmanın Nikolayev ve Kerç limanlarında da tesisleri vardı. Bugün Rusya Karadeniz'de hemen hemen bütün üslerinden yoksun kaldı. Yalnızca Sevastopol ve Novorossiysk limanları kaldı.[3]
Karadeniz, nihayet küresel güçlerin dikkat merkezine gelmiştir. Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra ekonomik olarak Avrasya bölgesine yerleşen ABD’nin askeri olarak bu bölgeye yerleşmesi için gereken fırsatı 11 Eylül saldırıları sağlamıştır. Zira Afganistan operasyonları sebebiyle ABD Kafkasya ve Orta Asya’dan geçiş kolaylıkları ve askeri üsler elde etmeye başlamıştır. (Gerçi daha sonra Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) desteğini arkasına alan ve renkli devrimlerin kendisini de etkilemesinden korkan Özbekistan ABD üslerini ülkesinden çıkarmıştır.)
Renkli devrimler Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında yeni bir güç mücadelesinin başlangıcını oluşturmuştur. ABD bu çerçevede Karadeniz’e kıyısı olan iki devlette (2003’te Gürcistan ve 2004’te ise Ukrayna) renkli devrimleri desteklemiş ve bu ülkelerde Batı yanlısı rejimler iş başına gelmiştir. Ardından ise bu ülkenin öncülüğünde Baltıklar-Karadeniz-Hazar Denizi hattında Demokratik Devletler Birliği (DDB) kurulması çalışmaları başlatılmıştır. Bu girişim Rusya’nın öncülüğünde kurulan Bağımsız Devletler Topluluğu (BDT)’na ciddibir darbe niteliğindedir.
ABD’nin Karadeniz’de etkin olabilme düşüncenin gerçekleştirilmesinde en önemli engellerden birisi Montrö’dür. Bu anlaşma değişik senaryolar içinde eritilmeye ve değiştirilmeye çalışılmak istenmektedir. ABD için kısa vadede kendi bayrağı ile Karadeniz’e girememesi durumunda NATO bayrağı altında “yumuşak geçiş” planları da gündemdedir. Ancak Kremlin bundan büyük bir endişe duymaktadır. Özellikle de Karadeniz’in NATO’ya açılması durumunda Kırım’ın Türkiye’nin kontrolüne gireceği endişesi mevcuttur. Karadeniz uğrunda bugün sadece ABD ve Rusya değil bir çok küresel ve bölgesel güç ile kıyıdaş ülkeler ve kurumlar stratejik derinliği olan bu deniz için mücadele etmektedir.
Karadeniz Bölgesinde Aktif Olma Çabası İçindeki Aktörler Şu Başlıklar Altında İncelenebilir[4]:
1 ) Küresel güçler: ABD, AB ve Rusya.
2 ) Bölgesel güçler: Türkiye, Ukrayna, Romanya. Bu devletler global aktörlerden bağımsız politika oluşturmakta güçlük çekmektedirler ve politikalarını küresel aktörlerle koordineli bir strateji belirlemek zorundalar.
3 ) Uluslararası organizasyonlar: NATO, AB, AGİT; GUAM, KEİT.
Amerika Birleşik Devletleri:
ABD’nin bölgeye olan ilgisi 11 Eylül sonrasında terörle mücadele kapsamında yeni bir şekil ve yön almıştır. 2002’de açıklanan Ulusal Güvenlik Stratejisi’nde Karadeniz ve Hazar bölgeleri sadece petrol rezervleriyle değil; Hindistan, Pakistan ve Güney Doğu Asya pazarlarına açılmak için de önemli olarak kabul edilmiştir. Afganistan’dan Gürcistan’a kadar bulunan ABD askeri mevcudiyeti bölgedeki ABD etkisini arttırmaktadır. ABD’nin temel amacının bölgedeki güç dengesini kendi lehine çevirmek ve Rusya’nın bölgedeki siyasi, ekonomik ve askeri etkisini azaltmaktır. Diğer önemli amaç SSCB’nin dağılması sonrası ortaya çıkan devletleri Euro-Atlantik bloğuna bağlamaktır. Bunun sonucunda ABD’nin ve müttefiklerinin baskın jeopolitik güç olarak bölgede ortaya çıkması bölgedeki güç dengelerini değiştirmektedir.
Karadeniz’in ABD İçin Önemini Aşağıdaki Başlıklar Altında Toplayabiliriz:
- ABD Karadeniz vasıtasıyla Rusya Federasyonu’nun “yumuşak karnı” Kuzey Kafkasya’yı kolaylıkla kontrol edebilir, bu bölgelerde birtakım provakosyonlara girişebilir.
- ABD’nin bölgeye gelişi Ukrayna, Gürcistan ve Moldova gibi ülkelere kendine “güven ve cesaret” getirerek Rusya karşısında seslerini daha fazla yükseltmelerine sebep olabilir.
- Karadeniz, Kafkasya-Hazar-Orta Asya bölgelerinin enerji kaynaklarını Batı pazarlarına aktarımda önemli bir geçiş güzergahlarından birisidir. Karadeniz’de etkin olan bölge dışı güçler bu ülkelerin enerji politikalarına etkide bulunabileceği gibi Rusya’nın da petrol ve doğal gaz ihraç kanallarından birisi olan bu bölgede enerji politikalarına etkide bulunabilir. Bu çerçevede Karadeniz “Doğu-Batı ve Kuzey-Güney Enerji Koridoru”larının tam merkezinde yer alması, Bölgenin giderek istikrarsızlaşan Orta Doğuya alternatif olarak belirginleşmesi bu bakımdan Hazar Havzası Orta Doğu’ya alternatif rezerv kaynağı olması hem ABD’yi hem Avrupa’yı bölge ile iyi ilişkiler kurma konusunda teşvik etmektir.[5]
- Karadeniz aynı zamanda İran tarafından da petrol ve doğal gaz ihracı için kullanılması düşünülen mekanlardan birisidir. ABD’nin Karadeniz’de etkin olması İran’ın enerji politikalarını manüpüle etme imkanı sunar. Aynı zamanda coğrafi yakınlık sebebiyle bu bölgedeki deniz üsleri veya uçak gemilerinden kalkacak savaş uçakları için İran son derece rahat bir hedef haline gelebilir.
- İran’ın yanı sıra; Irak ve Suriye gibi Orta doğu devletlerine karşı baskı ve genelde Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesinde Karadeniz son derece önemli olabilir.
- Bölgenin Afganistan ile başlayan küresel terörle mücadele programında son derece stratejik bir noktada olması,
- Rusya’yı çevrelemek için Karadeniz son derece elverişli imkanlar sunmaktadır.
- AB’nin genişleme programı içine Karadeniz bölgesi ülkelerinin bir kısmının da alınması ve bu çerçevede “Daha Geniş Avrupa” (Wider Europe-Neighbourhood: A New Framework for Relations with our Eastern and Southern Neighbours) programı çerçevesinde AB’nin bölgeye yönelik politikalarının uygulamaya sokulması,
- NATO’nun bölgeyi Barış İçin Ortaklık Programı içine alması,
- Karadenizin stratejik konumu sebebiyle bölgede bulundurulacak askeri gemi ve/veya üslerden Rusya Federasyonu’na yönelik istihbari çalışmalarının yürütülmesine elverişli olması
-
ABD kendi açısından bölgede altı adet strateji belirlemiştir[6].
- Bölgedeki demokratik gelişmeleri ve değişimleri hızlandırmak: Bu sayede bölgenin güvenliği ve istikrarı ABD çıkarlarına zarar vermeyecek şekilde korunmuş olacaktır. Bu da bölgeye doğru sınırlarını genişletmeye başlayan AB’nin ve bölgede askeri mevcudiyeti bulunan ABD’nin güvenliğini sağlayacaktır.
- Kurumlar yeniden düzenlenmeli ve yeni düzene adapte edilmelidir: NATO ve AGİT bölgede çıkarların korunması için enstrüman olarak kullanılabilir. Fakat yine de bölgede kurumsal bir eksikliğin olduğu gerçeği de unutulmamalıdır. GUAM ve KEİT de yetersiz kalmaktadır. ABD çıkarlarını bölgede savunacak kurumsal bir yapıya ihtiyaç vardır.
- Türkiye ve Rusya bölgede ikna edilmeli: Bu sayede ABD, bölgedeki muhtemel rakiplerini barışçıl ve dostane bir tavırla ikna edecek ve kendi çıkarları doğrultusunda bölgeyi yönlendirecektir.
- Donmuş çatışmalara öncelik verilmelidir: Moldova Transdniester’deki, Yukarı Karabağ’daki, Güney Osetya ve Abhazya’daki çatışmalara dikkat çekilmelidir. Rusya’nın bu çatışmaları kendi çıkarları doğrultusunda bölgede huzursuzluk yaratmak ve bölge ülkelerine baskıda bulunmak için kullanması engellenmelidir.
- ABD ve AB’nin demokrasi destek programlarının uyumlaştırılması: İki küresel gücün de bölge üzerindeki demokrasi projelerinin ortak bir platforma oturtulması gerekmektedir. Bunların amacı yeni demokrasilerin ekonomik gelişmelerini hızlandırmak ve demokratik kurumsallaşma kapasitelerini güçlendirmektir.
- Ukrayna’ya odaklanılmalı: Ukrayna’daki darbenin başarısını bölge için önemli gören ABD, darbe sonrası gelişmelerle de yakından ilgilenmelidir. Çünkü Ukrayna diğer devletler için bir model olabilir ve onları batıya yaklaştırabilir.
Rusya Federasyonu:
11 Eylül terörist saldırılarından sonra Afganistan’a ve ardından da Irak’a yapılan askeri müdahaleler “uluslararası terörizmle mücadele” boyutlarını aşarak uluslararası yeniden yapılanma sürecine dönüşmüştür. ABD ortaya attığı ve kısaca “Büyük Ortadoğu Projesi” ile Kuzey Afrika’dan Pakistan’a kadar uzanan çok geniş bir coğrafyada dünyayı yeniden dizayn etmeye kalkışırken, Sovyetler Birliği’nin mirasçısı olan Rusya, artan petrol fiyatlarının da desteğini arkasına alan yeni lideri Vladimir Putin ile bölgede yeni bir “Dış Politika Konsepti” geliştirmeye başlamıştır.
11 Eylül hadiseleri ve arkasından yaşanan gelişmeler Rusya Federasyonu’nun dış politika ve güvenlik doktrinlerinde geleneksel çizginin sınırlarını oldukça zorlayacak nitelikte değişikliklere yol açmıştır. Artık, Rusya’nın uluslararası bir güç olmadığının, en azından uluslararası bir güç olmanın ekonomik altyapısını karşılamaktan uzak olduğunun farkına varan Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin, Rusya’yı global arenadan çekerek, bölgesel ve/fakat etkin bir güç haline dönüştürmek istemektedir. Bu çerçevede Moskova, ABD ile yakınlaşarak genelde Batı dünyası ile bütünleşme politikaları takip etmeye başlamıştır. Politik olduğu kadar ekonomik gerekçelere de dayanan bu kararla Rusya, en azından bir süreliğine küresel iddialarından vazgeçtiğini ortaya koymuştur.[7]
Putin, Rusya içerisinde dizginleri ele almasının ardından, yakın çevresine yönelmiş ve Yeltsin döneminde eski Sovyet coğrafyası ülkeleri ile bozulmaya yüz tutan ilişkilerini yeniden düzenlemeye başlamıştır. Ancak, 11 Eylül’den sonra Rus dış politikasında yeni açılımlar ortaya çıkmıştır. Başkan Putin, yeni jeopolitik ortamda Batı ile yakınlaşma politikaları geliştirmiştir.
11 Eylül’den sonra küresel düzeyde dış politikasında en radikal değişimi yaşayan ülkelerden birisi de Rusya olmuştur. Başkan Putin iç politikada önemli riskler alarak terörizme karşı savaşta ABD’ye tam destek sağlamış ve Batı ile Avrasyacılık arasında bir eksene oturtulmaya çalışılan Rusya’nın yönü, 11 Eylül’den sonra Batı ile bütünleşmeye ve bu anlamda ABD ile müttefikliğe doğru çevrilmiştir. ABD ile hızlı başlayan balayı bu ülkenin Orta Asya’da birbiri ardına askerî üsler edinmesiyle neticelenmiştir. Ancak bir taraftan Rusya içerisinde yükselen Batı karşıtı söylem ve diğer yandan da ABD’den umulanın bulunamaması, Moskova’da ABD’ye verilen desteğin sorgulanmasına ve Kremlin’in dış politika alternatiflerini açık tutmasına sebep olmuştur.
ABD Afganistan operasyonları sonrası Rusya’nın dış politika ve millî güvenlik konseptlerinde oldukça önemli bir yer tutan “Yakın Çevre” politikasını âdeta ortadan kaldırarak Orta Asya ülkelerinde peş peşe askerî üsler edinmesi, diğer yandan da Afganistan ile hiçte alâkası olmayan ve Hazar petrollerinin geçiş güzergâhı olan Gürcistan’a askerî yardım ve teknik personel yardımını artırmaya başlaması, Rusya’nın alternatif politikalar geliştirilmesi yönündeki çabalarını hızlandırmıştır. ABD, Orta Asya’ya yerleşmekle Rus jeopolitik menfaatlerine çok büyük zarar vermiş olmasına rağmen Başkan Putin Batı’yla başlatmış olduğu işbirliğinin zarar görmemesi için buna fazla ses çıkarmamıştır. Ancak, Orta Asya’dan sonra ABD’nin Karadeniz ve Kafkasya’da da giderek ağırlığını hissettirmeye başlaması ve Gürcistan’a verdiği desteği her geçen gün arttırması, Rusya’yı bölgede oldukça rahatsız etmeye başlamıştır. Bu çerçevede Orta Asya’da Şanghay İşbirliği Örgütü’nü kuran Rusya ABD ile rekabet etmeye başlamıştır. Zaman içerisinde bu rekabetin Karadeniz’e kayması Rusya açısından özellikle enerji nakil hatlarında stratejik önemi olan bu bölgeye verilen önemin daha da artmasına sebep olmuştur.
Rusya’nın bölgedeki önceliklerini sıralamak gerekirse politik, ekonomik, askeri hakimiyetini devam ettirmek; Karadeniz ve Kafkasya devletlerinin dış politikasını Rus çıkarları doğrultusunda kontrol etmek ve özellikle de Türkiye, ABD ve Batının etkin olmalarını engellemektir[8].
Avrupa Birliği:
AB’nin bölgeye olan ilgisinin artması AB genişleme süreciyle paralellik göstermektedir. AB Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinin üyelikleriyle birlikte Karadeniz’e komşu olmuştur. 2007’de Romanya ve Bulgaristan’ın ve ileriki bir tarihte belki de Türkiye’nin de birliğe üye olmalarıyla AB, Karadeniz’de etkin bir güç haline gelebilir. Yeni komşularla yapılacak olan işbirliği AB’nin Karadeniz perspektifini net hale getirecektir. Yeni katılacak üyelerle AB Karadeniz’e komşu olacağı için Karadeniz tartışmalarına Yeni Komşuluk Politikası (YKP) çerçevesinde yaklaşacaktır. YKP’nin amaçları tarafların birbirinin egemenlik, bağımsızlık ve toprak bütünlüğünü tanıması; çatışmaların çözümü; insan haklarına ve demokratik kurumlara önem verilmesi; ekonomik reformların uygulanması şeklinde sıralanabilir[9]. Bununla birlikte bölgenin enerji yolları üzerinde bulunması da enerji ihtiyacını dış kaynaklardan sağlayan AB için önemli hale gelmesinin diğer sebebidir. 2007’den sonra fiili olarak Karadeniz’e komşu olacak AB için bölgenin istikrarlı ve güvenli olması ayrıca önem taşımaktadır. Özellikle Kafkaslar ve Doğu Avrupa’daki istikrarsızlığın ve problemlerin buralardan batıya doğru göçlere neden olabileceği için AB’nin sınırların korunması konusunda da bölge ile ilgilenmesi gerekmektedir. Fakat bu noktada AB Anayasası’nın onaylanmaması sonucunda AB içinde oluşan olumsuz havanın da bölgeye olan ilgiyi azalttığı da gözden kaçmamalıdır.
Daha önce belirtildiği gibi enerji ihtiyacını dışarıdan sağlayan AB için petrol aktarımını durduracak ya da geciktirecek problemlerin engellenmesi ve bu çabalara destek verilmesi önemlidir. Ayrıca çevresel faktörler de AB ile Karadeniz arasında bir bağ oluşturmaktadır. Muhtemelen 2008’e sarkacak olan Bulgaristan ve Romanya’nın üyeliklerinin gerçekleşmesinden sonra AB’nin Karadeniz’e kendi kıyısı da olacağı için kıyı çevresinin korunması, su kıtlığı ve radyoaktif atıklarla mücadele AB’nin kaçınılmaz sorumluluklarından olacaktır. Yine benzer şekilde AB’nin sınırları Karadeniz’e dayanınca petrol tankerlerinin geçişlerinin güvenliği konusunda AB standartları gündeme gelecektir. Bölgedeki özellikle Kafkaslar ve Doğu Avrupa’daki istikrarsızlık ve problemler buralardan Batıya doğru göçlere neden olabileceği için AB’nin sınırların korunması konusunda da Karadeniz ile ilgilenmesi çıkarına gözükmektedir.[10]
Kıyıdaş Ülkeler:
Türkiye, Ukrayna, Bulgaristan, Romanya ve Gürcistan’ın Karadeniz konusundaki politika ve beklentileri birbirinden farklılık arzetmektedir. Ancak bu farklı küresel beklentilerine rağmen kıyıdaş ülkelerin bölgesel önceliklerinde benzer hususlar da bulunmaktadır. Bölgesel istikrar ve güvenlik, sürdürülebilir kalkınma, ulaşım yollarının güvenliği gibi konularda genel bir fikir birliği sözkonusudur. ABD ve Batı çıkarları bölgenin istikrarlı, reforma açık; enerji yollarının güvenlikli, dış kaynaklı krizlerden uzak bir şekilde bulunmasını gerekli kılmaktadır. Bunun için de bölge ülkelerinde demokratik kurumsal mekanizmaların ve politik süreçlerin oluşturulmaları; uluslararası hukukun üstünlüğünün kabul edilmesi gerekmektedir. Bu bağlamda Romanya ve Bulgaristan’ın ABD üslerine açılması bu ülkeleri önemli hale getirmiştir. Ukrayna, Azerbaycan ve Gürcistan’ın da Batı bloğuna destek verdiği bilinmektedir. Bu durum sayesinde Batı ile yakın ilişkiler kuran bu devletler güvenlik sektörlerini geliştirmekte, ekonomik yardım almakta ve ayrıca da NATO nezdinde itibar kazanmaktadırlar. Bu devletlerin demokratikleşme ve istikrarı Rusya’dan uzaklaşıp Batı etkisi altına girmek olarak algılamaları ülkelerin kendi iç dinamiklerini göz ardı edip jakoben bir tavırla ithal ve yapay bir değişim sürecine maruz kalmalarına sebep olmaktadır. Orduların ve sivil toplumun da siyasi idareye tam manasıyla bağlı olamaması sayesinde bölgede iktidar değişiklikleri meşrulaşmaktadır. Demokratik reform süreci için gerekli yardımların, bu konuda tecrübeli batıdan gelmesi de bölge devletlerini batıya daha çok bağlamaktadır. Rusya ve batı arasında sıkışmış olan bu devletler genel olarak Rus etkisinden kurtulmak istiyorlar. Fakat Ukrayna örneğinde olduğu gibi enerji ve diğer ekonomik konulardaki Rusya’ya olan bağlılık bu durumu zorlaştırıyor.
" akıl ve gönül ; insan ...