Kişilik Ve Sevgi

      Kişilik Ve Sevgi

      Çekici bir kişilik sevgi doludur. Sevgi, iyi bir kişiliği
      minnettarlığı, dürüstlüğü güldürü yeteneğini içerir, şekillendirir.
      Sevgi güç ve eylemdir. Tüm engelleri aşar, size tüm kapıları açar
      çünkü sizin sevginizi başkalarında üretir ve çoğaltır.

      Sevgiyle ilgili en iyi önerim çok basittir:

      Bir kişiyi seviyorsanız bunu ona söyleyin. Çoğu kez bunu beceremeyiz.
      Bunun yerine o kişinin bunu bildiğini veya duymaya gereksinimi
      olmadığını düşünürüz. Bir toplantıda yaptığım konuşmadan sonra bir üst
      düzey yönetici, sevgiden söz edişimden çok etkilendiğini söyledi ve
      bana öyküsünü anlattı:

      "Eşim ara sıra birlikte öğle yemeğine çıkmamızı önerirdi. Ama ben hep
      aynı yanıtı verirdim:

      İsterdim ama çok işim var.

      Önemli bir iş toplantısının sabahında da aynı şeyi önerdi:

      Bugün öğle yemeğine ne dersin?

      Özür diledim. Sonra toplantı sırasında eşimin bir trafik kazasında
      öldüğü haberini aldım."

      Göz yaşlarıyla anlatıyordu:

      "Tanrı eşimi, bir şekilde yalnızca bir saat için bana geri verseydi,
      öğle yemeğine götürüp onu sevdiğimi söylerdim. Bu fırsata sahip
      olabilmek için her şeyimden vazgeçebilirim."

      Güzel şarkıcı ve oyuncu Mary Martin, Oscar Hommerstein'in
      müzikallerinden birinin galası için sahneye çıkmak üzereydi. Tam o
      sırada, kansere yakalanmış ve hastalığının son dönemini yaşayan
      Hommerstein'dan bir mesaj aldı. Şöyle yazıyordu:

      "Bir zil,
      sen onu çalana dek
      zil değildir.

      Bir şarkı,
      sen onu söyleyene dek
      şarkı değildir.

      Sevgi kalbine,
      orada durması için
      konmadı.

      Sevgi,
      sen onu dağıtana dek
      sevgi değildir."


      George Shinn / "Motivasyon Mucizesi"

      Hanife Karaarslan'ın "Hızlı ve Etkin Okuma" adlı kitabından aktarılmıştır
      BİR BİLGE KIZILDERİLİNİN HAYATA BAKIŞ AÇISI

      Hakikat arayışı insanlık var oldukça sürecektir. Bu arayışı yüreğiyle ve aklıyla gerçekleştirmeye çalışan bazı insanlar, bütün hakikatlerin kaynağı, güneşi ve koruyucusu olan Rabbimizin HAK isminin bazı yansımalarına mazhar olmuşlardır.

      Bu insanlardan biri de bilge bir kızılderili olarak karşımıza çıkınca insan biraz şaşırıyor. Holywood yapımı filmlerde beyaz insanların kafa derisi ile kemerlerini süsleyen kızılderili senaryoları ile şartlanmış zihinlerimizin, bu şaşkınlığı yaşaması biraz da normal herhalde...


      Yaşlı bir kızılderili olarak sakin bir kasabada ömrünün son yıllarını yaşayan Don Juan’ın hayata bakışını onunla beraber 2 yıl yaşamış olan Amerikalı bir yazar kitaplaştırmış. Özlü bazı tespitlerini izin verirseniz sizlerle paylaşmak istiyorum.


      İnsanları dört sınıfa ayırıyor bu kızılderili bilge:


      1. Alelâde insan 2. Avcı 3. Savaşçı 4. Bilge kişiler


      •Alelâde insan; başına gelen olaylara ya şükreder, ya da küfreder.


      •Avcı; iyi bir gözlemcidir. dikkatini yoğunlaştırmayı öğrenir ve savaşçı olmaya bir geçiş devresidir.


      •Savaşçı; hayatın gayesinin öğrenmek olduğunu bilir. Bilginin kendisi değil, neticesi önemlidir onun için.


      •Savaşçı öyle bilgiler öğrenmek ister ki, edindiği şeyler onu hayatta daha bilge, daha güçlü, daha hür yapsın.


      •Savaşçı, kendi egosunu arka plâna atarak öğrenmek ve öğrendiklerini anlamlı bir bütün oluşturacak şekilde sentezlemek ister.


      •Savaşçı tutumu içinde kazandığı her bilgi, “savaşçı”nın kendini daha iyi tanımasına yol açar. İnsanın kendini gerçek mânâda tanıması için, kendi egosunu, hatta kendi bakış tarzını ikinci plâna atması gerekir.


      •Savaşçı, karşısındaki insanları etkileyen tüm faktörleri, o insanların bakış açılarını, onları yargılamadan, kendi gerçekleri içinde anlamayı hedefler...


      •Gerçek hayatta “savaşçı”nın silahı, şuuru, cephanesi de irade gücüdür.


      •Savaşçı, öyle bir iç huzur geliştirmek ister ki, bu iç huzur çevre şartlarından bağımsız olsun.


      •Hangi çevrede olunursa olunsun barış ve mutlulukla dolu olmanın yolu, şuuru geliştirmektir. Bunun için de irade güçlendirilmelidir. İnsan, kendini mutsuz eden olaylardan kaçmadan, olayların kendisini nasıl etkilediğini bütünüyle anlamalıdır.


      •Savaşçı, karşısına çıkan her sıkıntılı durumu olgunluğa ulaşması için bir fırsat olarak görür.


      •Savaşçı, gerçekleştirmek istediği hedefe ulaşmak için başarı ve yenilgiye değil, o süreç içinde en akıllı, en etkili, en bilge olanı tüm iradesiyle kullanıp kullanmadığına önem verir.


      •Yargılamaktan değil, öğrenmek ve anlamaktan giden yolda ilerleyen savaşçı nihayet “Bilge”liğe ulaşır.


      Şimdi, lütfen bizden binlerce kilometre uzaktaki bir yerden, tamtam sesleri ve kızılderili çığlıkları arasından süzülen bilge bir kızılderilinin hayata bakış açısını ve kendi değerlerimizi, başımızı ellerimizin arasına alarak beş dakikalığına olsa da düşünelim.


      Medyanın çığlıklarından, suni gündemlerden, yapay sıkıntılardan biraz uzaklaşıp, aklı sarhoş, ruhu serseri, kalbi geveze yapan şu mim’siz medeniyetin atmosferinden sıyrılıp, kendimize soralım “Biz neredeyiz?”...


      zaferdergisi.com/
      ESKİ BİR TAPINAK YAZITI


      Gürültü, patırtının ortasında sükûnetle dolaş; sessizliğin içinde huzur bulunduğunu unutma.
      Başka türlü davranmak açıkça gerekmedikçe herkesle dost olmaya çalış.
      Sana bir kötülük yapıldığında verebileceğin en iyi karşılık unutmak olsun.
      Bağışla ve unut. Ama kimseye teslim olma, içten ol; telaşsız, kısa ve açık seçik konuş. Başkalarına da kulak ver. Aptal ve cahil oldukları zaman bile dinle onları; çünkü dünyada herkesin anlatacak bir öyküsü vardır.

      Yalnız planların değil, başarılarının da tadını çıkarmaya çalış. İşinle ne kadar küçük olursa olsun ilgilen; hayattaki dayanağın odur. Seveceğin bir iş seçersen, yaşamında bir an bile çalışmış ve yorulmuş olmazsın. İşini öyle sev ki, başarıların, bedenini ve yüreğini güçlendirirken verdiklerinle de yepyeni hayatlar başlatmış olacaksın.

      Olduğun gibi görün ve göründüğün gibi ol. Sevmediğin zaman sever gibi yapma. Çevrene önerilerde bulun ama hükmetme. İnsanları yargılarsan onları sevmeye zamanın kalmaz. Ve unutma ki, insanlığın yüzyıllardır öğrendikleri, sonsuz uzunlukta bir kumsaldaki tek bir kum taneciğinden daha fazla değildir.

      Aşka burun kıvırma sakın; onu küçümsersen sende besinsiz kalırsın, küçülürsün o yoğun sevgi çöl ortasındaki yemyeşil bir bahçe gibidir. O bahçeye layık bir bahçıvan olmak için her bitkinin sürekli bakıma ihtiyacı olduğunu unutma.

      Kaybetmeyi ahlaksız bir kazanca tercih et. İlkinin acısı bir an, ötekinin vicdan azabı bir ömür boyu sürer. Bazı idealler o kadar değerlidir ki, o yolda mağlup olman bile zafer sayılır. Bu dünyada bırakabileceğin en iyi miras dürüstlüktür.

      Yılların geçmesine öfkelenme; gençliğine yakışan şeyleri gülümseyerek teslim et geçmişe.

      Yapamayacağın şeylerin yapabileceklerini engellemesine izin verme. Rüzgârın yönünü değiştiremediğin zaman, yelkenlerini rüzgâra göre ayarla. Çünkü dünya, karşılaştığın fırtınalarla değil, gemiyi limana getirip getiremediğinle ilgilenir. Ara sıra isyana yönelecek olsan da hatırla ki, evreni yargılamak imkânsızdır. Onun için kavgalarını sürdürürken bile kendi kendinle barış içinde ol.

      Hatırlar mısın doğduğun zamanları: Sen ağlarken herkes sevinçle gülüşüyordu. Öyle bir ömür geçir ki, herkes ağlasın öldüğünde, sen mutlulukla gülümse. Sabırlı, sevecen, erdemli ol. Eninde sonunda bütün servetin sensin. Görmeye çalış ki, bütün pisliğine ve kalleşliğine rağmen dünya yine de insanoğlunun biricik güzel mekânıdır.

      X.SENTIUS. İ.Ö.IX. YY.
      KİŞİSEL KRİZDEN KURTULMA YOLLARI!


      Yazan: Paulo Coelho

      Geçen hafta köşemde problemlerin bizi tüm gücüyle vurmadan önce gönderdikleri sinyalleri hafife alırsak neler olacağını yazmıştım. Konuyu işlerken kullandığım kılavuz ise gazeteci Mario Rosa''nın, bizlere kritik bir durumdayken düşmana karşı verdiğimiz savaşın her zaman genel davranışlarımız çerçevesinde olamayacağını söyleyen kitabı ''Aşil Sendromu'' idi. Bu hafta ise konuyu üzerine bilimsel çalışmalar yapmış olan isimlerin görüşleri ile bitireceğim (New York Üniversitesi İletişim bölümünden Prof. Helio Fred Garcia, Eos Kariyer Servisi''nden Dai Williams ve konuyla ilgili bir çalışma yayınlayan Güney Avustralya Üniversitesi''ndeki bilimadamları). Bu uzmanların hazırladıkları çalışmaların büyük bölümü politik ve ekonomik durumlarla ilgili olsa da, ben onların tespitlerini bireysel krizleri değerlendirmek amacıyla kullandım. İşte kriz durumunda yapılacaklar ve yapılmayacaklar...

      EN BÜYÜK HATALAR


      Problemi görmezden gelmek: Mary kocası John''un işinden çıkarılmak üzere olduğunu ve bu durum gerçekleşirse ailenin geçimini sağlamak çok zor bir hal alacağını hissediyordu ama John kendisine konuyu hiç açmadığı için bu durumu görmezden geldi.

      Problemi inkar etmek: John ise kendi içinden iş hayatında o güne kadar kurduğu tüm bağlantıları düşünüp yeni bir iş fırsatı olabileceğini varsayarak içinde bulunduğu durumun çok zor olmadığına karar verdi. Ancak Hz. İsa''nın ''az bir şeye sahip olanlar, o az şeyin bile elinden alınabileceğini bilmeli'' sözleriyle dile getirdiği, hayatın en sert kurallarından birini unuttu. İşini kaybettiği anda tüm bağlantıları da bir anda yok olacaktı çünkü. John''un elinde onlara karşılık olarak sunabileceği bir şey kalmamış olacaktı.

      Yardım istemeyi reddetmek: John ve Mary uzun yıllarını birlikte geçirmiş bir çiftti ve birbirlerini son derece iyi tanıyorlardı. John''un zihni problemlerle doluydu ama dışarıya yansımıyordu. Çünkü kriz insanın tüm enerjisini emer. Belki Mary ona yardım edebilirdi ama gururu yaşadığı zorlukları paylaşmasını engelliyordu. John gittikçe zorluklar okyanusunun dibine batmaya başladı.

      Yalan ya da yarı doğru konuşmak: Bir gün Mary cesaretini topladı ve gece yatmaya hazırlanırken John''a bir sorunu olup olmadığını sordu. John şöyle cevap verdi: ''İş değiştirmeyi düşünüyorum.'' Tabii bu sözün tam olarak yalan olduğu söylenemez hatta doğru bile kabul edilebilir. Çünkü kovulmak üzere olan John gerçekten yeni bir iş bulmayı düşünüyordu. Mary bu cevap üzerine başka bir şey sormadı. John''un zihnindeki baskı ise artıyordu çünkü karısının bir şeyler bildiğinden şüphe ediyordu.

      Başkalarını suçlamak: John saygıdeğer bir adam olduğunu biliyordu, işinde her zaman dürüst olmuş, elinden gelenin en iyisini yapmaya çalışmıştı. Ve şimdi patronunun haksızlık yaptığını düşünüyor, içinde bulunduğu durumu hak etmediğine inanıyordu. Ancak aslında belki patronu da aynı dertten mustaripti çünkü hepsi ''şirket'' denilen soyut bir organizasyon tarafından yönlendiriliyorlardı. Böyle bir konumdayken bu mesele karşısında serinkanlı davranmaktansa bu dünyanın acımasız insanlarca yönetildiği fikrini benimseyerek hareket etmişti.

      Kendi kapasitesini abartmak: John kendi kendine böylesine bir yetenek ve böylesine bir kapasiteyle asla bir kriz yaşamayacağı askine yeni fırsatlarla karşılaşacağını söyleyerek sonunda kendini ikna etti.

      Beklenen gün geldi ve John işten çıkarıldı. O andan itibaren aile büyük bir yıkımın eşiğine geldi çünkü kriz öncesinde değerlendirilmesi gereken o çok değerli zaman felaketi inkar ederek harcanmıştı.

      NE YAPMALI?

      Doğrusu ben de hayatım boyunca pek çok kriz yaşadım ve yukarıda anlatılan tüm hataları ben de yaptım. Ama öyle bile olsa, en kötü kriz anlarımda yine de dostlar kendini gösterdi, yanımda oldu. Bu deneyimleri yaşadıktan sonra şimdi yapılması gereken ilk şeyin ne olduğunu artık biliyorum: Çok basit, yardım istemek! Güçlü görünmeye çalışmak yerine kriz karşısında zayıflığımı karıma ve arkadaşlarıma göstermekten pişman olmadım. Ve bu şekilde davranmaya başladığım anda, daha fazla yanlış adım atma ihtimalim de büyük ölçüde azaldı. Ama şunu hiç unutmamalı: Yanlış adımlar önümüzde, bize çok daha büyük bir darbe vurmak için hazır bekliyor.
      Kaynak : aksam.com.tr

      Mutlu Olmak Neden Bu Kadar Zor?

      Mutlu olmanın yolları üzerine pek çok araştırma, makale ve kitap bulunsa da bu çözümleri uygulamak ve “mutlu olmak” başarması zor bir görev haline geldi. Bol kazançlı bir iş, güzel bir eş, sağlıklı çocuklar, eskiyle kıyas kabul etmeyen teknolojik aletler bile eskilerin saf refahını hissetmek için yeterli değil. Araştırmalar, 80’li ve 90’lı yılların çocuklarının, 50’li yılların çocuklarına oranla çok daha kaygılı ve depresif olduğunu göstermekte. Hollanda’daki Hope Üvinersitesi’nden David. G. Myers, Amerika’daki alım gücünün 1950’ye oranla üç kat daha fazlalaştığını ama bunların kişilerin mutluluğunu da üç kat arttırıp arttırmadığının soru işareti olarak kaldığını belirtiyor. Şikago Üniversitesi’nden bir araştırma ise, Amerikalılar’dan edinilen, ne kadar mutlu olduklarına dair ölçümleri, ekonomik statü verileri ile karşılaştırdığında, kendilerini “çok mutlu” olarak değerlendirenlerin, ekonomik olarak hep aynı seviyede olduklarını gösteriyor.

      İnsanoğlunun bilme, idrak etme, farkında olma, sahip olma, elde etme gücü ve becerisi bu kadar gelişmişken, mutlu olmak neden bu kadar zor?

      Psikologların, yıllardır kaygı ve depresyonun oluşumunu ve etkilerini araştırdıkları, ancak son zamanlarda, pozitif psikoloji üzerine odaklandıkları, dolayısıyla insanları mutlu eden olguları araştırmaya başladıkları gözlenmektedir. Gitgide gerçekliği kanıtlanan bir bilgi de mutlu olmanın iyi bir kariyer, kazançlı bir iş ya da “iyi şansla” alakası olmadığıdır. Mutlu insanların en temel özelliklerine bakıldığında, geçmişle ya da gelecekle ilgilenmekten çok “an”a yani şimdi ve buradadaki olguya odaklandıkları ortaya çıkmaktadır.

      Peki ya “şimdi ve burada”ya odaklanma becerisi nasıl elde edilebilir? Bunoktada kalıtımsal özelliklerin devreye girdiğini görmekteyiz.

      Evrim teorisinin en temel öğesi olan “doğal şeçilim”, çevreye uyum konusunda daha elverişli özelliklere sahip birey organizmaların, bu elverişli özelliklere sahip olmayan diğer bireylere göre yaşama ve üreme şanslarının daha yüksek olması ve bunun sonucu olarak genlerini yeni kuşaklara aktarma yönünden daha avantajlı olmalarıyla işleyen mekanizmanın ta kendisidir. Bu bilgiyle hareket edildiğinde, insanoğlunun, kayda değer ölçüde olaylara alışma ya da varolanı kabullenme becerisine sahip olduğu bilinmektedir. Tren yolunun yakınında oturan bir ailey düşünün, evde yaşamaya başladıklarında gürültünün getirdiği huzursuzluk ve öfke, zamanla yerini sese duyarsızlaşmaya bırakmaktadır. Bu duyarsızlaşma (veya alışma) sevindirici olaylar için de geçerlidir. İl duyduğumuzda heveslenmemize sebep olan mutluluk verici olaylar, zamanla üzerimizdeki etkilerini kaybederler.

      Kalıtımsal olarak edindiğimiz bir özelliğimiz ise “olumsuz olguları” olumlulara oranla daha kolay farketmemiz ve daha zor unutmamızdır. Bu özelliğin tarihine bakıldığında, ilk insanların hayatlarına devam edebilmek adına her tür tehlikeye karşı tetikte olmaları gerektiklerine dair bir mekanizma geliştirdiklerini görmekteyiz. Bu sebeple, atalarımızdan gelen özelliğimizi devam ettiriyor ve olumlu olayları görmezden gelirken, olumsuzlar üzerinde oldukça enerji tüketiyoruz.

      İnsanoğluna ait bir diğer özellik ise içsel seslerimiz. Genellikle kendimize verdiğimiz mesajlar, “daha iyi olmalısın”, “bunu da yaparsan herşey mükemmel olacak” gibi içeriklere sahiptir. Toplumsal olarak koşullanmış olan bu özelliğimiz, geçmişte çevre koşullarının da farklı olması sebebiyle, kişilerin daha iyi yapmalarını ve başarılı olmalarını sağladığından, günümüze kadar taşınmıştır. Ancak günümüzde, tarihteki işlevselliğini kaybetmiştir.

      Hepimizin taşıdığı bu ortak özellikler, bizleri daha iyi bir yaşam için savaşmaya motive etse de, bazı kimselerin neden daha mutlu ve huzurlu olduklarına yeterli derecede açıklık getirmiyor ve devreye bireysel kişilik özellikleri, tutum ve kurallar giriyor. İyi bir yaşam kalitesine sahip olanların mutlu insanlar olduğunu varsaysak da, mutlu olmanın günlük deneyimlerden çok kişilikle alakalı olduğu savunulmaktadır.

      Kişilerin olayları algılayış biçimleri doğrudan kendileri ile ilgilidir. Piyangodan ikramiye kazanmak, en kötümser insanı bile bir süreliğine mutlu edebilir. Ne yazıktır ki, bu mutluluk ve sevinç kısa süreli olmakla birlikte, herşey normal akışına döndüğünde sönüyor. Her bireyin, günlük yaşam akışında ortaya çıkan belirgin bir ruh hali vardır. Bu ruh halinin tipi ve seviyesi doğrudan kişilik ile ilintilidir.
      Bu aşamada akla gelen soru, her bireyin belirlediği mutluluk düzeyinin nasıl bu kadar birbirinden farklı olabildiği?

      Tek ve çift yumurta ikizleri ile yapılan bir çalışmada, birlikte ve ayrı büyümüş ikizlerin, kendileri ile ilgili mutluluk ölçümlerinin karşılaştırılmasının sonucunda, mutluluk algılayışının yüzde 80 düzeyinde genetik olduğu saptanmıştır. Genetikle kast, aile kalıtımından öte, genlerin biraraya gelip oluşturdukları “karakteristik” olarak düşünülmelidir. Birbirlerine genetik olarak bağlı olmalarına rağmen, birbirinden farklı mizaç ve kişiliklere sahip olan çekirdek bir ailenin bireylerini düşündüğümüzde de şu sonuç ortaya çıkıyor: her bireyin belirlediği mutluluk düzeyi, sahip olduğu kişilikle doğrudan ilintili.

      Kişilik özelliklerin ve mizacın mutlu olma becerisinde ne kadar etkili olduğuna dair yapılan çalışmalarda, dışadönük, arkadaş canlısı, güven duyan ve insancıl kişilerin mutlu olma becerilerinin daha fazla oldukları görülmekte. Bu tarz kişilerin, hayatlarının kontrolünü ellerinde bulundurdukları ve bu sebeple daha az kaygı yaşadıkları da bulgular arasında. Araştırma sonuçları, mutlu olmanın yolunun doğrudan maddi güce sahip olmaktan geçmediğini, kazanç düzeyi ile mutlu olma arasında direkt korelasyon olmadığını göstermektedir. Aksine, beklentilerimizi yüksek standartlarda tuttuğumuz ve başkalarının bizden daha iyi durumda olduğunu düşündüğümüz noktada, tatmin ve motivasyon düzeyimizin düştüğü söylenebilir.

      Carl Rogers’dan Fritz Perls’e kadar, psikolojinin dev isimlerinin söylediği, “an”a odaklanmanın mutluluk getirdiğidir. Çok sevdiğiniz bir işi yaparken, zamanın nasıl geçtiğini, çevrenizde olup bitenleri, gürültü ya da güçlü ışık gibi kolaylıkla dikkat dağıtan durumları farketmediğinizi kolaylıkla anımsayabilirsiniz. Bunun sebebi, sevdiğiniz, ilgi duyduğunuz bir işe tam anlamıyla odaklanmanızdan kaynaklanmaktadır. İste bu anlar gerçek anlamda mutluluğu yakaladığınız anlardır. Ancak çoğumuz şimdi ve buradaya odaklanmaktan ya da kendimizi esen rüzgarın yönüne bırakmaktan çok, geçmişteki meselelerimiz ya da bizleri ilerde bekleyen durumlar ile ilgilenir, sık kaygı ve endişe duyarız.

      Başarının mutluluk getirdiğine dair inançlarımız kuvvetli, bu sebeple her birimiz yeni başarılar için enerjimizi fazlasıyla harcamakta, başaramayınca da karamsarlığa düşmekteyiz. Kaliforniya Üniversitesi’nin bir araştırmasında, başarının mutluluk getirdiğinden çok, mutlu ve huzurlu kimselerin, başarıya ulaştıklarında, ulaşmayanlara oranla daha fazla sevindikleri ortaya çıkmaktadır. Yapılan çalışmanın sonuçları, başarının huzurlu bir ruh hali için sebepten çok sonuç olduğunu göstermekte ve, mutlu kimselerin, başarıya ulaşmak için kişilik kaynaklarını kullanma becerilerinin olduğunu, yani olumlu bir ruh hali ile yola çıktıklarını, bundan dolayı başarıya ulaşmak adına daha fazla motivasyona sahip olduklarını ortaya koymaktadır.

      Mutlu olma becerisinin kökü karmaşık olsa dahi, zihnimizin işleyiş biçimi ve kalıtımsal olarak edindiğimiz özelliklerimizi anlamamız bile, mutlu olma yolundaki farkındalığımızı arttıracaktır.

      Orjinal Adı: Why it is so Hard to be Happy!
      Yazar: Michael Wiederman
      Yayınlanan Dergi: Scientific American MIND
      Çeviren: Klinik Psk. A. Derya UTKU
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Aile Mutluluğunun Kuralı; Karşılıklı Sevgi Ve Saygı

      Çocuk psikiyatrisi uzmanı Dr. İsmail Yavaş, aile mutluluğunun sağlanmasında sevgi ve saygının 'altın kural' olduğunu söyledi. Bireylerin karşılıklı saygıyı elden bırakmaması halinde huzur içinde bir hayat sürdürülebileceğine dikkat çeken Yavaş, bu konuda özellikle ebeveynlere önemli görevler düştüğünü ifade etti.

      Mutluluğun sırlarını maddeler halinde bir araya getiren Dr. Yavaş, ailelerin bunları uygulamaya çalışmasını tavsiye etti. Dr. Yavaş, hayatı 'havaya atılan beş top'a benzetirken, bunları iş, sevgi, sağlık, dostluk ve benlik olarak sıraladı. Bunlar arasında sadece 'iş'in lastik bir top olduğunu söyleyen Yavaş, şunları dile getirdi: "Bu top, düşmesi halinde tekrar zıplatılabilir ancak diğer dördü camdan yapıldığı için her an kırılabilir. Hayatımızı bu bilinçle yönlendirmeliyiz."

      Eşinize sevdiğinizi söylemekten kaçınmayın

      * Eşler, sevgilerini her vesileyle birbirine ifade etmeli.
      * İncitici tenkitlerden titizlikle sakınmalı ve affedici olmalı.
      * Tartışmayı çıktığı noktada tutmaya çalışmalı. Geçmişte kalmış bir konuyu hatırlatmamalı. Daha sonra hatalıysa özür dilemenin de bir fazilet olduğunu unutmamalı.
      * Geçmiş deneyim ve hatıralardan söz edilmemeli.
      * Aşırı idealist olmamalı ve karşı taraftan mucizeler beklenmemeli.
      * Eşe güven telkin edilmeli.
      * Mutlu olabilmek için iyi bir eşle evlenmiş olmak yetmez, kişinin kendisinin de münasip bir eş olması gerekir.
      * Kişi kendisi için istediği şeyleri hayat arkadaşı için de istemeli.
      * İnsan almak kadar vermeyi de bilmeli, bencil olmamalı.
      * Olumsuzluklarda hemen eşini suçlamak yanlıştır, konulara insafla bakılmalı.
      * Yalnız bugünü düşünmek, geçmişteki üzüntü ve henüz gelmeyen yarındaki kaygıları bugüne taşımamak gerekiyor. .
      * Ahiret işlerinde eşler birbirine yardımcı olmalı.
      * İsraf mutluluğu bozar.
      * Kılıç yarası geçer, dil yarası geçmez. Tartışmalarda yaralayıcı sözlerden sakınılmalı.
      * Yersiz ve mesnetsiz kıskançlık, kuşku ve şüphelerden uzak durmalı, zan ve kuruntulara göre hareket etmemeli.

      Yakın akraba müdahalesine fırsat verilmemeli

      * İyi niyetle bile olsa yakın arkadaşlarınızın ve akrabalarınızın özel hayatınıza karışmasına izin vermeyin. Evinizin sırlarını kimseye anlatmayın.
      * Gördüğünüz hataları düzeltmekte aceleci olmayın.
      * Eşinizle müşterek işler yapmaya vakit ayırın ki ileride sizin için mutlu hatıralar kalsın ve birbirinize daha çok yaklaştırsın.
      * Eşinize, kendisini ifade etme ve yeteneklerini geliştirme fırsatı tanıyın. Bazı yönlerini alay konusu yapmayın.
      * İstişare, aile hayatında önemli bir prensiptir.
      * Tartışmasız evlilik hayaldir. Aile mutluluğu evde hiçbir problemle karşılaşmamana değil, problemlerin üstesinden gelebilmeye bağlıdır.
      * Problemden kaçmak, evi terk etmek yerine sakin kafayla düşünüp çözüm bulunmalı.
      * Bir tartışma esnasında insan eşinin güzel yönlerini ve iyiliklerini de hatırlamaya çalışmalı. Beğenmediği yönlerin, bütün iyiliklerini örtmesine fırsat vermemeli.
      * Hediyeleşin ki sevginiz artsın, bu mutluluk ve sevinç her vesileyle sizin âdetiniz olsun.
      * Ayrıca, kadın çalışsa da öncelikli sorumluluk alanının ailesi olduğunu unutmamalı.

      Ömer Oruç

      zaman.com.tr/haber.do?haberno=…ali-karsilikli-sevgi-ve-s
      Resimler
      • Aile.jpg

        17.76 kB, 0×0, 429 defa görüntülendi
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000