Demokrasimizin güçlükleri
Milletlerin hayatında devlet adamlarının önemi çok büyüktür. Bazen yüzyılda bir veya iki devlet adamı yetiştirmek, devamlı milyonluk ordular beslemekten daha faydalıdır. Ne yazık ki son dönemlerimizde pek iyi yetişmiş devlet adamları göremiyoruz.
Aslında bu sıkıntı uzun zamandan beri devam ettiği için ecdat buna "kaht-ı rical" yani "adam kıtlığı" demiştir. Demokrasilerde devlet adamlığı vasfı sadece iktidarda bulunanlarda aranmaz. Rejimin selameti en az iktidardakiler kadar muhalefettekilere de bağlıdır. Bu açıdan olayları değerlendirince Sayın Baykal'ın söz ve eylemleriyle ne kadar karamsarlığa kapılıyorsak, bilhassa seçimden sonraki tutumuyla Sayın Bahçeli geleceğimize güvenle bakmamıza sebep oluyor.
"Demokrasi en az kötü olan idaredir" sözünü Churchill'in söylediği rivayet edilir. Kim söylerse söylesin bu cümle gerçeği ifade etmiyor. Şartları mevcut değilse bazen demokrasi en kötü idaredir. Rejimleri putlaştırmak da son derece yanlıştır. Hangi rejim olursa olsun, eğer bir ülkede halkın kültür seviyesi düşükse, aydınında milli şuur, sorumluluk duygusu, hak kavramı yerleşmemişse orada devlet hamam tasına benzer; bir kirlinin elinden diğer kirlinin eline geçer.
Demokrasi ile insan haklarını, adaleti ve hukukun üstünlüğünü bir görmek doğru değildir. Bunlar, insana saygının, hak duygusunun ürünleridir. Bir ülkede vatandaşın oylarıyla yönetim değişmeyebilir; ama orada insana verilen değer, hakim olan zihniyet ve dünya görüşünden dolayı bu insani kavramlar dört başı mamur olarak yürürlükte bulunabilir. Demokrasi bunlara kontrol mekanizması getirir; bir anlamda emniyet subabıdır. Bunlara riayet etmeyen idareyi vatandaş hür iradesiyle kansız bir şekilde yönetimden uzaklaştırır. Ama bu ulvi kurumları yok etmek için demokrasi bir buldozere de dönüştürülebilir; bu niyet ve zihniyet meselesidir.
Her rejim gibi demokrasi de bazı şartları gerektirir. İlk önce rejimi yürütenler, yani aydın zümre demokrasiye inanmalıdır. "Benim partim seçilirse" zihniyeti aydınlara musallat olmuşsa, o ülkede diktatörlüğe gizli bir heves yatmaktadır. Maalesef uzun zamandan beri emekleyen demokrasimizi kesintiye uğratan, bu hevestir. Seçimi kaybedenler, demokratik rejimi zedeleyip zedelemeyeceğine bakmaksızın her türlü tahriki mubah saydılar, sayıyorlar.
Demokrasinin bir şartı da hür ve dürüst basındır. Basın, doğru haberlerle milletin sağlıklı düşünmesine yardımcı olmalıdır. Yalan haberlerle kamuoyu etkilenir, cemiyet kargaşalığa sürüklenirse, demokrasi anarşiye dönüşür. Her anarşi demir yumruklu bir kurtarıcıya davetiye çıkarmaktır. Bunun örneklerini de son dönem tarihimizde çok sık yaşadık. Ayrıca basınımız, hiçbir zaman samimi olmamış, devamlı çifte standartlar uygulayarak milletin güvenini yitirmiştir. Mesela hürriyet, anayasa havarisi kesilen basınımız, bunları rafa kaldıran askerî darbeleri "selam sana generalim" sloganlarıyla karşılamıştır.
Yüksek tirajlı basınımıza idealler değil sermaye hakimdir. Ya patronları işadamıdır yahut da işadamlarının ilanlarına muhtaçtırlar. Her iki halde de basında olması lazım gelen değerlerin yerine menfaat oturmaktadır. O da sürekli daha fazlasının peşinde olduğundan hiçbir mukaddes tanımamaktadır. Mukaddesleri yıkılan cemiyetlere sadece güçle uygulanabilen yönetimler hakim olur; onlar da demokrasi değildir.
Bize demokrasi halk hareketiyle değil de, dünyanın şartlarından dolayı tepeden geldi. Öncülerinin pek çoğu da gençliklerini komitacılıkla geçirmişlerdi. İnsan istese de gömlek değiştirir gibi alışkanlıklarını değiştiremeyeceğinden bu vasıfları devam etmiştir. Mazinin değişik kılıklara girerek yaşadıklarını sosyal bilimlerle tespit edebiliyoruz. Yargıtay Başsavcısı'nın iktidardaki partinin kapatılması için hakkında dava açılmasına dair talepte bulunmasını değerlendiren Baykal ve ekibine azıcık dikkat edince, bu sosyal realitenin devam ettiğini açıkça görürüz.
MEHMED NİYAZİ
Milletlerin hayatında devlet adamlarının önemi çok büyüktür. Bazen yüzyılda bir veya iki devlet adamı yetiştirmek, devamlı milyonluk ordular beslemekten daha faydalıdır. Ne yazık ki son dönemlerimizde pek iyi yetişmiş devlet adamları göremiyoruz.
Aslında bu sıkıntı uzun zamandan beri devam ettiği için ecdat buna "kaht-ı rical" yani "adam kıtlığı" demiştir. Demokrasilerde devlet adamlığı vasfı sadece iktidarda bulunanlarda aranmaz. Rejimin selameti en az iktidardakiler kadar muhalefettekilere de bağlıdır. Bu açıdan olayları değerlendirince Sayın Baykal'ın söz ve eylemleriyle ne kadar karamsarlığa kapılıyorsak, bilhassa seçimden sonraki tutumuyla Sayın Bahçeli geleceğimize güvenle bakmamıza sebep oluyor.
"Demokrasi en az kötü olan idaredir" sözünü Churchill'in söylediği rivayet edilir. Kim söylerse söylesin bu cümle gerçeği ifade etmiyor. Şartları mevcut değilse bazen demokrasi en kötü idaredir. Rejimleri putlaştırmak da son derece yanlıştır. Hangi rejim olursa olsun, eğer bir ülkede halkın kültür seviyesi düşükse, aydınında milli şuur, sorumluluk duygusu, hak kavramı yerleşmemişse orada devlet hamam tasına benzer; bir kirlinin elinden diğer kirlinin eline geçer.
Demokrasi ile insan haklarını, adaleti ve hukukun üstünlüğünü bir görmek doğru değildir. Bunlar, insana saygının, hak duygusunun ürünleridir. Bir ülkede vatandaşın oylarıyla yönetim değişmeyebilir; ama orada insana verilen değer, hakim olan zihniyet ve dünya görüşünden dolayı bu insani kavramlar dört başı mamur olarak yürürlükte bulunabilir. Demokrasi bunlara kontrol mekanizması getirir; bir anlamda emniyet subabıdır. Bunlara riayet etmeyen idareyi vatandaş hür iradesiyle kansız bir şekilde yönetimden uzaklaştırır. Ama bu ulvi kurumları yok etmek için demokrasi bir buldozere de dönüştürülebilir; bu niyet ve zihniyet meselesidir.
Her rejim gibi demokrasi de bazı şartları gerektirir. İlk önce rejimi yürütenler, yani aydın zümre demokrasiye inanmalıdır. "Benim partim seçilirse" zihniyeti aydınlara musallat olmuşsa, o ülkede diktatörlüğe gizli bir heves yatmaktadır. Maalesef uzun zamandan beri emekleyen demokrasimizi kesintiye uğratan, bu hevestir. Seçimi kaybedenler, demokratik rejimi zedeleyip zedelemeyeceğine bakmaksızın her türlü tahriki mubah saydılar, sayıyorlar.
Demokrasinin bir şartı da hür ve dürüst basındır. Basın, doğru haberlerle milletin sağlıklı düşünmesine yardımcı olmalıdır. Yalan haberlerle kamuoyu etkilenir, cemiyet kargaşalığa sürüklenirse, demokrasi anarşiye dönüşür. Her anarşi demir yumruklu bir kurtarıcıya davetiye çıkarmaktır. Bunun örneklerini de son dönem tarihimizde çok sık yaşadık. Ayrıca basınımız, hiçbir zaman samimi olmamış, devamlı çifte standartlar uygulayarak milletin güvenini yitirmiştir. Mesela hürriyet, anayasa havarisi kesilen basınımız, bunları rafa kaldıran askerî darbeleri "selam sana generalim" sloganlarıyla karşılamıştır.
Yüksek tirajlı basınımıza idealler değil sermaye hakimdir. Ya patronları işadamıdır yahut da işadamlarının ilanlarına muhtaçtırlar. Her iki halde de basında olması lazım gelen değerlerin yerine menfaat oturmaktadır. O da sürekli daha fazlasının peşinde olduğundan hiçbir mukaddes tanımamaktadır. Mukaddesleri yıkılan cemiyetlere sadece güçle uygulanabilen yönetimler hakim olur; onlar da demokrasi değildir.
Bize demokrasi halk hareketiyle değil de, dünyanın şartlarından dolayı tepeden geldi. Öncülerinin pek çoğu da gençliklerini komitacılıkla geçirmişlerdi. İnsan istese de gömlek değiştirir gibi alışkanlıklarını değiştiremeyeceğinden bu vasıfları devam etmiştir. Mazinin değişik kılıklara girerek yaşadıklarını sosyal bilimlerle tespit edebiliyoruz. Yargıtay Başsavcısı'nın iktidardaki partinin kapatılması için hakkında dava açılmasına dair talepte bulunmasını değerlendiren Baykal ve ekibine azıcık dikkat edince, bu sosyal realitenin devam ettiğini açıkça görürüz.
MEHMED NİYAZİ