ORADA, UZAKARA BİR YER; DOĞUKARADENİZ
Merhaba sevgili dostlar.
Seçimdi, mitingdi, partiydi, dernekti… Derken bir de baktık ki, insel duygularda körelme var.
Bu olgu, insana ilişkin ama insana yakışan değil bence. İnsan; kendiyle, ailesiyle, toplumuyla, devletiyle barışık olmalı.
Üstelik İnancımızın asallığını oluşturan sözcüğün anlamı da barış.
Bu, Ankara yaz’ı, Temmuz sıcağı, Pazar gününde siyasa yazmanın hiç de tutulur yanı olmasa gerek.
Çoksatışlı gazetenin ek’ini okuyorum. İlginçtir. Yirmi yıldır hiçbir yazısını okumadığım bir hatun’un yazısı dikkatimi çekti. Doğukaradeniz gezisini yazıyordu. Hem de öylesine bir anlatış ki; Okur, “amma da abartıyor, yine” der gibi oluyor.
Ama “Pokut” yaylasının fotoğrafını görünce, elimde olmadan yazıya yöneldim. Anılar uçuştu belleğimde. Özellikle yaz dinlencelerinde, birkaç kez bulunduğum, Yaylaya çıkış şenlikleri ve ağustos sonlarında katılönüme / otbiçimi / yayla inişi şenliklerini anımsadım.
64 yılı. Henüz dokuz yaşlarındayım.
İki gün süren at’lı, İnek’li, boğa’lı tam bir renk cümbüşü yaylaya gidiş serüveni [Sakın şimdiki araba yollarını düşünmeyin]. Ki, Sabaha üç saat kala gemici fenerleri eşliğinde yola koyuluş, “mecekh” yani küçücük sineklerin hayvanları delirtmemesi için, öğle sıcağı vurmadan, Kanlı Boğaz’ı aşıp Çamlıhemşin’e iniş. Fırtına Irmağı boyunca bir saatlik keyifli yolculuktan sonra Vank Yokuşu dibinde çay ve yiyecek molası. Sonrası, sonrasında ver elini Vank Yokuşu’na. Çık çık bitmez “mübarek”, tam beş saat yokuş tırman. O, İnsan ve hayvan cümbüşünde hiç de karmaşa olmaz. Hayvanlar da bilir yollarını, katar katar, ağır ağır tam bir teslimiyetle sürdürürler yolculuklarını. Akşama bir saat kala Vank devrilir “Başörtü” görünür. Durmak yok, geceye yollarda kalmak da var. Ve çamların arasından “Pilonçut” görünür. Yani “Pokut” Yaylasının hemen alt düzlüğünde.
Pilonçut düzü’nün tam ortasında bir kahve vardır. Kahveci hazırlıklıdır. En az ikiyüz-üçyüz kişilik çay, demlenmiş olarak beklemektedir. Ve inanın en az ikiyüz şişe rakı’sı da stoklarındadır. Bir stat’ın orta saha yuvarlağını düşünün; ondan çok daha büyük çaplı bir yuvarlak çevresinde konuşlanır, tüm köy. Ortada öylesi büyük bir ateş yanar ki, gecenin karanlığında kuşuçuşu bakışla otuz kilometre öteden görülür. Çaylar içilir, yemekler yenir. Horon zamanı. Horon sabahın ışıklarına değin sürer. Uyumak yok, uyunulursa, doğrusu asla ertesi gün kalkamazlar. Bu arada içilen kilolarca rakı’yı anımsatmanın gereği yok sanırım.
Sabah ışıklarıyla göç yola koyulur, Hazindağ, Hamlakit yaylarırı geçilerek, Polovit’e erişilir. Palovit, benim yaylam. İlginç bir şey daha söyleyeyim; yaylaya yarım saat kala köyün bütün büyükbaş hayvanları salınır. İnsanlar hayvanları olmadan girer yaylaya. Akşama bir saat kala tüm hayvanlar gelir ve her hayvan doğruca kendi ahırına gider. İnanılası gibi değil ama gerçeğin ta kendisi, arkadaşlar.
Nereden de okudum şu gazetedeki yazıyı. İçimi hoş bir hüzün kapladı.
Bu çok kültürlü - tek ülkülü insanları tanıdığımdan, onlarla paylaşılan yaşanmışlığa tanıklık yaptığımdan ötürü sonsuz hoşnutum.
Doğrusu bu hoşnutluktur ki, ilerde, yıllar sonra bu bölge için, Tarihsel-Kökensel uzun soluklu bir kitap yazma nedenim olacaktır.
Şimdi de Yayla Göçü şenliklerinden söz edeyim.
Genellikle ağustos ayının son haftasında başlar; on ya da en fazla onbeş gün sürer.
Gurbetteki köy delikanlıları mutlaka yıllık izinlerini ağustos sonlarına denk getirir. Köydekilere genellikle düzenli olarak para gönderildiği için fazladan biriken paralarla; mutlaka, bir tabanca, bir takım elbise ve olabildiğince çok mermi alınarak en önemli şenlik hazırlığı giderilmiş olur. Tüm “hane halkı”na iyi-kötü bir hediye alınır. Hane halkı deyince öyle küçük sayılar gözönüne getirmeyin. Buralar tam bir ataerkillik sunar size. Piramitin başında, büyükbaba-babaanne yönetsoyu vardır. Sonrasında, genişleyerek aşağıya doğru, amcalar-gelinler, çocuklar. Hatta evli kuzenler. Hatta bazı evlerde evlenmemiş, tüm çocukların büyümesinde emeği geçen bir büyükhala. On, onbeş bazen yirmi kişilik konak / ev halkı. Böyle büyük konaklarda, bazan, amcaların ve ağabeylerin de buluşma yeridir. Göç Şenliği. Evlerin içi bir yılın kasvetinden soyunarak, sanki yeniden canlanır. Cıvıl cıvıl bir devingenlik kaplar, köşe bucağı.
Yaylaya çıkma zamanı gelmiştir. Tüm köy aynı anda yola koyulur. Atlar bile en güzel giysilerle donatılır. Renk cümbüşü koşum aksesuarlar, boyunlarına asılı domuzdişi nazarlıklarıyla onlar da bu yolculuğun normal taşıma işi değil, bir şenlik olduğunun ayırtındadır.
İlk serüvende anlattığım gibi yaylaya varılır. Hiç kimse evlerine girmez. Doğrudan “ocaklık”tır hedef. Ocaklık; yaylada tüm evlerin ortasında konuşlanan bir büyük alan ve çevresinde oturma yerleri, bazen da bir kahveevi’nin bulunduğu yerdir. Ocaklık’a varıncaya dek yoğun bir donanma yapılır. Donanma mı? O, tüm bireylerin olabildiğince havaya ateş açmasıdır. Yaylacı çocukların en büyük tutkusu boş kovanları olduğunca çok toplamaktır bu sıradaki erekleri. Tulum eşliğinde kocaman bir horon halkası oluşur. Oynayan oynayana. Sınır mı? Sınır yok. Bazan gece yarılarına değin sürer bu horon.
Sabah, güneş daha dağlardan inmeden ayaktadır tüm yayla halkı. Yatabilene aşk olsun. İstense de yatırmaz mis gibi yayla havası. Her ocak saltlıkla bir koç-koyun keser. Bizim köyde küçükbaş hayvan yetiştiriciliği pek olmadığından ötürü; karşı yaylanın ünlü “mal”cısı, Kertelik Amca’nın [Tanrı ışığını eskitmesin] sürüsü hızır gibi yetişir. İçki içmenin nicel değerlerini vermiyorum. Sizler kestirebilirsiniz doğrusu.
Ama bu şenliklerin bir kötü yanını da anımsıyorum. Kumar oynama tutkusu. Yaşlılar ve ortayaşlılar kahveevinde, gençler büyük taşların ardında özellikle ”yirmibir” oynarlar. Yirmibir adlı iskambil oyunu, yaylalara özgü bir oyundur. Yayla dönüşü, sanmam bir daha ki şenliğe dek, oynansın. Bir gecede tüm nakit”ini kaybedenlere çokça rastlanır. Ama hemen sağdan soldan borç verilerek şenliklerde “başı aşağıda” olmaması sağlanır.
On-onbeş gün boyunca şenlik havası eksilmezce sürer. Birgün, dere mahallesi – köy mahallesi maçı yapılır ki, değme derbilere taş çıkartır. Maçsonu gençler arasında mutlaka ağızdalaşlı kavgalar olur. Yaşlı bilgeler araya girer. Hemen barışılır. Birgün dağlara, göllere doğru yayla pikniği yapılır. Bir başka gün karşı yaylaya konukluğa gidilir. Tulum, yirmidört saat susmaz desem, yeridir. Ve tüm bu etkinliklerde kadın ve erkek birliktedir. Asla kaç-göç olmaz. Horon halkasında henüz tek-tük birliktedirler. En güzel aşkların başlangıcına tanıklık eder, bu şenlikler. Bazen gençlerden bir-ikisi mermilerini çabucak bitirip, donanma yapamaz, susur tabancası. Aslında bu çok eziklik durumudur. Arkadaşlarına yalvarır bir-iki mermi için ama alması çok güçtür. Çünkü yaylada en kıymetli şey mermi, rakı ve sigaradır.
Yaylada en güzel şey “şalgam hırsızlığı”dır. Yaylacı ebelerin [ebe: genellikle evin büyükannesi ya da yaşlı, bilge kadını] büyük bir özenle beslediği şalgamlar, gurbetten gelen oğlu ya da damadı için beslenmiştir. Ama şalgam, hele ki turşusu, en iyi rakı mezesidir. Gece yarılarında, büyük bir gizlilikle bostanlara girilip şalgamlar talan edilir. Şalgam sahibi ebe, ertesi gün tüm yaylayı ayağa kaldırır ama ilenmez / beddua etmez. Bilir ki, yaylada şalgam beslenemez. Bazan bu hırsızların arasında kendi oğlu ya da torunu da bulunur.
Dönüş günü gelmiştir.
Sabaha karşı bütün evler boşalır. Ebeler her şeyi kontrol ettikten sonra kilitleyerek enson çıkar; akşama bir saat kala, Çamlıhemşin düzü’ne inerler. Fırtına deresinde bütün ayaklar, buz gibi suda yıkanarak, dinlendirilir. Hayvanlar için bostanlar kiralanır. Hayvanlar bostanlara yayılır. Bostan kiralanan köyün kahvesi ve çevresinde tüm halk toplanır. Kocaman tavalarda “muhlama”lar yapılır ki, yanık tereyağının kokusu, Çamlıhemşin Hükümet Konağı’ndan alınır. Sonrasında sabaha değin horon oynanır. Çocukların dışında hiç kimse uyumaz. Sabahtan, göç yola koyulur. Düzlüklerde atma türkü atılır ama eskisi gibi güçlü değildir bu. Pil bitmek üzeredir artık. İkindi zamanı köye varılır. Köyde kalanlar, bir saat ötelere karşılamaya gelmiştir, yaylacıları.
Ertesi gün, hemen gurbet yolları telaşı alır ev erkeklerini. Okulların açılma, saç tıraşı olma zamanıdır şimdi, çocuklar için. Anında yayla unutulur, köy yaşantısı tümüyle yaşama girmiştir, birdenbire.
Hoşçakalınız.
Hurşit Saral
* geçenyaz yayımlanan bu yazımetnimi burada da sizlerle paylaşmak istedim. - H.S.
Merhaba sevgili dostlar.
Seçimdi, mitingdi, partiydi, dernekti… Derken bir de baktık ki, insel duygularda körelme var.
Bu olgu, insana ilişkin ama insana yakışan değil bence. İnsan; kendiyle, ailesiyle, toplumuyla, devletiyle barışık olmalı.
Üstelik İnancımızın asallığını oluşturan sözcüğün anlamı da barış.
Bu, Ankara yaz’ı, Temmuz sıcağı, Pazar gününde siyasa yazmanın hiç de tutulur yanı olmasa gerek.
Çoksatışlı gazetenin ek’ini okuyorum. İlginçtir. Yirmi yıldır hiçbir yazısını okumadığım bir hatun’un yazısı dikkatimi çekti. Doğukaradeniz gezisini yazıyordu. Hem de öylesine bir anlatış ki; Okur, “amma da abartıyor, yine” der gibi oluyor.
Ama “Pokut” yaylasının fotoğrafını görünce, elimde olmadan yazıya yöneldim. Anılar uçuştu belleğimde. Özellikle yaz dinlencelerinde, birkaç kez bulunduğum, Yaylaya çıkış şenlikleri ve ağustos sonlarında katılönüme / otbiçimi / yayla inişi şenliklerini anımsadım.
64 yılı. Henüz dokuz yaşlarındayım.
İki gün süren at’lı, İnek’li, boğa’lı tam bir renk cümbüşü yaylaya gidiş serüveni [Sakın şimdiki araba yollarını düşünmeyin]. Ki, Sabaha üç saat kala gemici fenerleri eşliğinde yola koyuluş, “mecekh” yani küçücük sineklerin hayvanları delirtmemesi için, öğle sıcağı vurmadan, Kanlı Boğaz’ı aşıp Çamlıhemşin’e iniş. Fırtına Irmağı boyunca bir saatlik keyifli yolculuktan sonra Vank Yokuşu dibinde çay ve yiyecek molası. Sonrası, sonrasında ver elini Vank Yokuşu’na. Çık çık bitmez “mübarek”, tam beş saat yokuş tırman. O, İnsan ve hayvan cümbüşünde hiç de karmaşa olmaz. Hayvanlar da bilir yollarını, katar katar, ağır ağır tam bir teslimiyetle sürdürürler yolculuklarını. Akşama bir saat kala Vank devrilir “Başörtü” görünür. Durmak yok, geceye yollarda kalmak da var. Ve çamların arasından “Pilonçut” görünür. Yani “Pokut” Yaylasının hemen alt düzlüğünde.
Pilonçut düzü’nün tam ortasında bir kahve vardır. Kahveci hazırlıklıdır. En az ikiyüz-üçyüz kişilik çay, demlenmiş olarak beklemektedir. Ve inanın en az ikiyüz şişe rakı’sı da stoklarındadır. Bir stat’ın orta saha yuvarlağını düşünün; ondan çok daha büyük çaplı bir yuvarlak çevresinde konuşlanır, tüm köy. Ortada öylesi büyük bir ateş yanar ki, gecenin karanlığında kuşuçuşu bakışla otuz kilometre öteden görülür. Çaylar içilir, yemekler yenir. Horon zamanı. Horon sabahın ışıklarına değin sürer. Uyumak yok, uyunulursa, doğrusu asla ertesi gün kalkamazlar. Bu arada içilen kilolarca rakı’yı anımsatmanın gereği yok sanırım.
Sabah ışıklarıyla göç yola koyulur, Hazindağ, Hamlakit yaylarırı geçilerek, Polovit’e erişilir. Palovit, benim yaylam. İlginç bir şey daha söyleyeyim; yaylaya yarım saat kala köyün bütün büyükbaş hayvanları salınır. İnsanlar hayvanları olmadan girer yaylaya. Akşama bir saat kala tüm hayvanlar gelir ve her hayvan doğruca kendi ahırına gider. İnanılası gibi değil ama gerçeğin ta kendisi, arkadaşlar.
Nereden de okudum şu gazetedeki yazıyı. İçimi hoş bir hüzün kapladı.
Bu çok kültürlü - tek ülkülü insanları tanıdığımdan, onlarla paylaşılan yaşanmışlığa tanıklık yaptığımdan ötürü sonsuz hoşnutum.
Doğrusu bu hoşnutluktur ki, ilerde, yıllar sonra bu bölge için, Tarihsel-Kökensel uzun soluklu bir kitap yazma nedenim olacaktır.
Şimdi de Yayla Göçü şenliklerinden söz edeyim.
Genellikle ağustos ayının son haftasında başlar; on ya da en fazla onbeş gün sürer.
Gurbetteki köy delikanlıları mutlaka yıllık izinlerini ağustos sonlarına denk getirir. Köydekilere genellikle düzenli olarak para gönderildiği için fazladan biriken paralarla; mutlaka, bir tabanca, bir takım elbise ve olabildiğince çok mermi alınarak en önemli şenlik hazırlığı giderilmiş olur. Tüm “hane halkı”na iyi-kötü bir hediye alınır. Hane halkı deyince öyle küçük sayılar gözönüne getirmeyin. Buralar tam bir ataerkillik sunar size. Piramitin başında, büyükbaba-babaanne yönetsoyu vardır. Sonrasında, genişleyerek aşağıya doğru, amcalar-gelinler, çocuklar. Hatta evli kuzenler. Hatta bazı evlerde evlenmemiş, tüm çocukların büyümesinde emeği geçen bir büyükhala. On, onbeş bazen yirmi kişilik konak / ev halkı. Böyle büyük konaklarda, bazan, amcaların ve ağabeylerin de buluşma yeridir. Göç Şenliği. Evlerin içi bir yılın kasvetinden soyunarak, sanki yeniden canlanır. Cıvıl cıvıl bir devingenlik kaplar, köşe bucağı.
Yaylaya çıkma zamanı gelmiştir. Tüm köy aynı anda yola koyulur. Atlar bile en güzel giysilerle donatılır. Renk cümbüşü koşum aksesuarlar, boyunlarına asılı domuzdişi nazarlıklarıyla onlar da bu yolculuğun normal taşıma işi değil, bir şenlik olduğunun ayırtındadır.
İlk serüvende anlattığım gibi yaylaya varılır. Hiç kimse evlerine girmez. Doğrudan “ocaklık”tır hedef. Ocaklık; yaylada tüm evlerin ortasında konuşlanan bir büyük alan ve çevresinde oturma yerleri, bazen da bir kahveevi’nin bulunduğu yerdir. Ocaklık’a varıncaya dek yoğun bir donanma yapılır. Donanma mı? O, tüm bireylerin olabildiğince havaya ateş açmasıdır. Yaylacı çocukların en büyük tutkusu boş kovanları olduğunca çok toplamaktır bu sıradaki erekleri. Tulum eşliğinde kocaman bir horon halkası oluşur. Oynayan oynayana. Sınır mı? Sınır yok. Bazan gece yarılarına değin sürer bu horon.
Sabah, güneş daha dağlardan inmeden ayaktadır tüm yayla halkı. Yatabilene aşk olsun. İstense de yatırmaz mis gibi yayla havası. Her ocak saltlıkla bir koç-koyun keser. Bizim köyde küçükbaş hayvan yetiştiriciliği pek olmadığından ötürü; karşı yaylanın ünlü “mal”cısı, Kertelik Amca’nın [Tanrı ışığını eskitmesin] sürüsü hızır gibi yetişir. İçki içmenin nicel değerlerini vermiyorum. Sizler kestirebilirsiniz doğrusu.
Ama bu şenliklerin bir kötü yanını da anımsıyorum. Kumar oynama tutkusu. Yaşlılar ve ortayaşlılar kahveevinde, gençler büyük taşların ardında özellikle ”yirmibir” oynarlar. Yirmibir adlı iskambil oyunu, yaylalara özgü bir oyundur. Yayla dönüşü, sanmam bir daha ki şenliğe dek, oynansın. Bir gecede tüm nakit”ini kaybedenlere çokça rastlanır. Ama hemen sağdan soldan borç verilerek şenliklerde “başı aşağıda” olmaması sağlanır.
On-onbeş gün boyunca şenlik havası eksilmezce sürer. Birgün, dere mahallesi – köy mahallesi maçı yapılır ki, değme derbilere taş çıkartır. Maçsonu gençler arasında mutlaka ağızdalaşlı kavgalar olur. Yaşlı bilgeler araya girer. Hemen barışılır. Birgün dağlara, göllere doğru yayla pikniği yapılır. Bir başka gün karşı yaylaya konukluğa gidilir. Tulum, yirmidört saat susmaz desem, yeridir. Ve tüm bu etkinliklerde kadın ve erkek birliktedir. Asla kaç-göç olmaz. Horon halkasında henüz tek-tük birliktedirler. En güzel aşkların başlangıcına tanıklık eder, bu şenlikler. Bazen gençlerden bir-ikisi mermilerini çabucak bitirip, donanma yapamaz, susur tabancası. Aslında bu çok eziklik durumudur. Arkadaşlarına yalvarır bir-iki mermi için ama alması çok güçtür. Çünkü yaylada en kıymetli şey mermi, rakı ve sigaradır.
Yaylada en güzel şey “şalgam hırsızlığı”dır. Yaylacı ebelerin [ebe: genellikle evin büyükannesi ya da yaşlı, bilge kadını] büyük bir özenle beslediği şalgamlar, gurbetten gelen oğlu ya da damadı için beslenmiştir. Ama şalgam, hele ki turşusu, en iyi rakı mezesidir. Gece yarılarında, büyük bir gizlilikle bostanlara girilip şalgamlar talan edilir. Şalgam sahibi ebe, ertesi gün tüm yaylayı ayağa kaldırır ama ilenmez / beddua etmez. Bilir ki, yaylada şalgam beslenemez. Bazan bu hırsızların arasında kendi oğlu ya da torunu da bulunur.
Dönüş günü gelmiştir.
Sabaha karşı bütün evler boşalır. Ebeler her şeyi kontrol ettikten sonra kilitleyerek enson çıkar; akşama bir saat kala, Çamlıhemşin düzü’ne inerler. Fırtına deresinde bütün ayaklar, buz gibi suda yıkanarak, dinlendirilir. Hayvanlar için bostanlar kiralanır. Hayvanlar bostanlara yayılır. Bostan kiralanan köyün kahvesi ve çevresinde tüm halk toplanır. Kocaman tavalarda “muhlama”lar yapılır ki, yanık tereyağının kokusu, Çamlıhemşin Hükümet Konağı’ndan alınır. Sonrasında sabaha değin horon oynanır. Çocukların dışında hiç kimse uyumaz. Sabahtan, göç yola koyulur. Düzlüklerde atma türkü atılır ama eskisi gibi güçlü değildir bu. Pil bitmek üzeredir artık. İkindi zamanı köye varılır. Köyde kalanlar, bir saat ötelere karşılamaya gelmiştir, yaylacıları.
Ertesi gün, hemen gurbet yolları telaşı alır ev erkeklerini. Okulların açılma, saç tıraşı olma zamanıdır şimdi, çocuklar için. Anında yayla unutulur, köy yaşantısı tümüyle yaşama girmiştir, birdenbire.
Hoşçakalınız.
Hurşit Saral
* geçenyaz yayımlanan bu yazımetnimi burada da sizlerle paylaşmak istedim. - H.S.