Eski Zaman Olur Ki... / Anılar

      Eski Zaman Olur Ki... / Anılar

      HALİSE

      Kim ola ki?

      Yaşanmışlıklarda, kiminin farkındalığında kiminin de ayırdında bile olmadığı zaman aralığı anısı.

      Gelin biraz zamanı deşelim.

      Zaman, geçmiş ve geleceğin ‘şimdi’de birleştiği, esrime duygusu birliği. Bu anlayışta ‘geçmiş’ hala gerçek ve ‘gelecek’, varoluş anlamda önceden gerçek. Bununla birlikte geleceğin öncelik hakkı da yok. Zamanın hiçbir yönü diğerine yeğlenemez. Biri olmadan diğerleri varolamaz. Eğer bunlardan birini fazlaca önemsemek gerekirse bunu ‘şimdi’ye tanımak doğru. Geçmiş, ‘ben’in varlığının bölünmez parçası. Tek döneme sahip olunan şey değil, şimdi tanışıklık kurulan şey. Geçmiş, asla ‘ben’in şimdisinden ayrılamaz. İnsan kendi geçmişine sürekli bağlı ama aynı zamanda geçmiş olarak kendinden geldiği ve gelecek olarak kendine yöneldiği durmayan bir devinimin içine düşünceye değin geçmişinden ayrı.

      O, Kurtuluş Savaşıyla doğar. Bindokuzyüzondokuz Mayıs’ının Beş’i. Aile Doğu Karadenizli. Kökler Of kıyılarından Kaçkar zirvelerine, Hemşin yaylalarına saplı.

      Barış sonrası İzmir’deler. Babanın ilkgençlik yılları Rusya ve Polonya’da geçer. Baba dört dili; Rusça, Fransızca, İngilizce ve Türkçeyi yetkince konuşur. Dönem, genç Cumhuriyetin “Planlı Kalkınma”ya geçtiği dönem. Sovyet teknisyenleri ve şirketleri, karşılıklı anlaşmalar gereği ülkemizde. Baba, Sovyetler Birliği “Neft Sendikat Batum Gazyağı Şirketi”nde muhasebe müdürü o zamanki adıyla Başveznedar. Şirket, batı kökenli “Shell”in de Türkiye’deki en büyük yarışçısı. Babanın toplumsal bir işlevi daha var. Pek çok Hemşinli’nin İzmir’deki danışmanı, us öğretmeni, iş yerleştiricisi, bankası.

      O, kardeşleriyle birlikte mutlu, İzmir’de. Kadifekale Topaltı ilkokulu’nu bitirir. Karşıyaka kız Öğretmen Lisesi’nde okur.

      Zorunlu yasaymış gibi, her güzel şeyin sonu kötüye açılır ya! Onun gibi bir şey.

      Cumhuriyetimizde siyasal düşünce değişiklikleri olur. Sovyet şirket ve teknisyenleri birden yurdumuzdan ayrılırlar. Baba ve aile, sözcüğün tam anlamıyla “şap”a oturur. Babanın yeni iş olanakları bulması çok zor. Ellibeş yaşında, üstelik eski çalıştığı şirket şimdi ‘mimli’ olmuş. Yine de Sümerbank’ta işe girip iki yıl çalışabiliyor. Eğitimlerini sürdüren kızı ve oğlu dışında eşiyle birlikte tüm aileyi baba ocağına gönderir.

      Halise’nin uğraşı yeni başlar. Kardeşlerin büyük bireyi olması, omuzlarına içsel olduğu kadar parasal da yük bindirdiğini duyumsatır ona. Ara ve yaz dinlencelerinde ‘fötr şapka’ fabrikasında ve ‘şayak kumaş’ fabrika ve dikimevlerinde çalışır. Uzun yolları hep yayan gidip gelir. Sütannelerinin yanında, sütkardeşleriyle birlikte yaşar. Abla ve kardeş. Türeme varsıllardan, ülke kaçkını Arap tecimenlerden evlilik önerileri alır. Kolayına kaçmaz Halise. Okuyup öğretmen olmayı kafasına yazar, kazınmazcasına. Sınıflarını hep ‘dereceli’ geçer.

      Ve Halise baba toprağına döner.

      “Köye çıktım. Sürüye kurt düşmüş gibi bütün milletin gözü üstüme dikildi. Şaşırdım. Dağlar üzerime geliyor, patika yolda yürüyemiyordum. Avuntum içten içe ağlamaktı yalnızca. Kendime, Tanrım, bu yükün altından kalkıp, kardeşlerimi yaşama nasıl hazırlayabilirim diyor; İzmir’den gelip de aç kaldılar dedirtmemenin sorumluluğuyla; sabah, bir yol uzaklardan odun taşıdıktan sonra giyinip komşu köye asıl işim öğretmenliği yapmağa gidiyordum”

      Anlattıklarını bitiremez bir türlü. Hala gözler parıltılı. Göğsü güm güm atıyor.

      Olanaksızlıklar içindeki köy okulunda yoğun uğraşılar verir. Görevli olduğu Uğrak / Çingit Köyü İlkokulu, beş köyün çocuklarına eğitim vermekte. Dörtyüzelli öğrencisi var. Bazı öğrenciler kendi yaşından büyük. Duygusal anlamda yakınlaşmak isteyenler bile var. Tüm zorluklara göğüs gerer. Cumhuriyetin yeni kuşaklarını aydınlatmak için çırpınıp durur. Atatürk çocuğu olma sorumluluğunda, Cumhuriyetin aydınlık yüzünü ve devrimlerini yaşatmak ereğiyle tutuşmakta. Evliliği hiç düşünmez bu aşamada.

      “Köyde büyük dedikodular oluyordu. Çünkü başım açık, üzerimdeki giysiler çağdaş görünümlüydü. Suçum buydu. Benim için, ‘Başı açık …’ diyerek karalamalar yapıyorlardı. Ağlasam da pabuç bırakmıyordum bu tavırlara. Daha yapacaklarım var. Kendimi tanıtlamalıyım. Ben, doğrusu Kurtuluş Savaşıyla doğmuşum.”

      Uğrak köyünde üç yıl öğretmenlik yaptıktan sonra, Hemşin’in en yüksek ve engebeli dağ köyü olan “Çinçiva”ya atanır Halise. Zor doğa koşullarında, sırtında altı yaşındaki yeğeni, yedi saat boyunca dağları aşarak yeni görev yerine gelir. Bunu birkaç kez yinelemek zorunda kalır.

      Dönem kötü dönem.

      Kıtlık yılları.

      Eşkıya ”Kanlı Boğaz”da kol gezer. Ev basar. Kızları dağa kaldırır.

      “Koynumda yedialtmışbeş tabancamla tüm bu olumsuz koşullara karşı koymanın kararlılığı içindeydim. Tam erişkinlik çağında, alımlı, güzel ve çağdaş bir kentli kızdım. İlk toplantıyı, muhtarı çağırarak, okulda yaptım. Orası öyle bir köydü ki, ben de şaşakaldım. Daha ilk konuşmalarda benzerlerinden farklı ve kültürlü bir köy olduğunu sezinledim. Büyük yardımları oldu. İçsel yüreklendirmelerinin dışında okul ve öğrenim için de somut yardımlarını esirgemediler benden. Kendimi gerçek anlamda şanslı saydım. Mehmet Sırt adında köy ulu’sunun evinde, ailesinin yanında kalmam kararlaştırıldı. Hergün kırk dakika yol yürüyerek okula varıyordum. Üstelik kış koşulları çok ağırdı. Köy gençleri her zaman bir sözdeneden yaratarak okula gelmeğe başladılar. Ben, yalnızca haftanın bir günü herkesi kabul edeceğimi bildirdim. Karar hemen yürürlüğe girdi. O köyün halkını çok sevdim. Onlara olan gönülborcum bitmez. Bana çok saygılı davrandılar. Yılortası beni, Ardeşen Gare Ortaköy Zenimos ilkokuluna istediler. Küçük erkek kardeşimle birlikte gittim. Üç saat Pazar, yedi saat Ardeşen, ardından da iki saat Zeminos yokuşunu çıkarak görev yapacağım köye vardım.”

      Orada da insanlar çok sevecenlik gösterir. Evinde kaldığı Mehmet Bey’in iki oğlu var. Biri Albay, diğeri yüksekokul öğrencisi. Her ikisi de, Halise’nin öğretmenlik yaptığı dönem boyunca baba evlerine yatıya gelmezler.

      İşe koyulur. Okul harap. Hiç araç gereç yok. Okul demeğe tanık gerek. Suyu bile yok. Özveriyle öğrencilerini yetiştirme ereği içinde çabalar durur. Herhangi bir aracın tanıtımı bile bazen bir ders saatini bulur. Okulu, okul araç-gereçleriyle donatma savaşımı verir. Tarım derslerinde okul bahçesini belletir. Toprağı işler duruma getirir. Ağaçlandırır. Meyve fidanları diktirir tür tür. Her ağacı bir öğrencisine vererek adlarıyla özdeşleştirir. Her öğrenci kendi ağacının bakımını üstlenir. Çocuklar tenekelerle su taşıyarak meyve ve diğer ağaçların yaşamalarını sağlarlar. O yıllarda, ilkyazın, öğrenim dönemi sonlarına doğru, komşu köy ilkokullarıyla ortaklaşa gezelek günleri oluşturulması gelenektir. Bu günlerin asıl amacı kıryemekleri, koşup oynamak, eğlenmek değil. Her okulun öğretmenlerinden oluşan yarkurul önünde okullararası bilgi yarışmaları yapılır. Halise’nin minikleri hep önlerde.

      Gezici Başöğretmen gelir. Bakıp şaşakalır. Halise öğretmenin okulu, Rize ilinde “Örnek Köy İlkokulu” seçilir. Ailesi artık ilçede görev yapmasını istese de o, aynı köyde bir yıl daha görevini yürütür.

      Hasan Ali Yücel, Pazar ilçesine gelir. Halise öğretmeni özellikle çağırtarak köye ulak çıkartır. Ama zaman sınırlı, yol uzun, törene yetişemez. Bakan, babaya övgüler sunarak Halise’nin başarı belgesini ona verir.

      Bütün bu uğraşlar içinde kendi köyüne de büyük yararlıkları olur.

      “Köyde, kız çocuklarına çeyiz hazırlanmaz. Baba, başlıktan sonrasına karışmazdı. İlk kendi yeğenimden başladım. Köyümüzün öğretmeni yeğenimi seviyordu, gönülleri birbirine akmıştı. Başka köylerde olsa kan olurdu. Hemşin toplumunda ‘dışarıya’ kız verip-almak hemen yok gibiydi. Evlenmelerine önayak oldum. Azar azar da olsa yeğenimin çeyizini tamamlama gayretini gösterdim. Babam bu yaşlılık döneminde köyümüzün muhtarı olmuştu. Sivas’a göreve gitti. Vekâleten dört ay muhtarlığı ben yürüttüm. İmece hemen hemen yoktu. İmeceyi yaygınlaştırdım. Köyde, töre gereği, nişanlılar birbirinden kaçıyorlardı. Ben, yine köyümün insanı bir “Haydarpaşalı” asteğmenle nişanlanmıştım. Bu tabuyu yıkarak nişanlımdan kaçmak bir yana uygar insanlar gibi hep yan yana göründüm. Bu hareketimiz benimsendi. Zaten kaç-göç’ü olmayan bu halkın, nişanlıları da birbirinden kaçmaz oldu. Sağlık Bakanlığının görevlendirmesiyle, köylerde çocukların sağlık taramasını yaptım”.


      Halise, bugüne akıtıyor ‘geçmiş’i.

      Halise kim mi? Benim halam.

      Lütfen! Zamanın ‘şimdi’sinde gezinmeni sürdür halacığım.

      Hurşit Saral
      *****************

      * Halam, geçen yıl uçmağa vardı. Tanrı ışığını eksiltmesin. H.S.
      ** "Öğretmen Dünyası" dergisinde yayımlanan bu yazımetnimi [2005], burada, sizlerle de paylaşmak istedim. H.S.
      Sevgili Hurşit Kardeşim;

      Yüreğine, kalemine, emeğine sağlık. Halisa halama Allah'tan rahmet diliyorum. Mekanı cennettir inşallah.

      Cumhuriyet döneminin öğretmenleri başlı başına ayrı bir konudur. Ne yaptıklarını ne de eserlerini unutmadık.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Halise Saral ,benim Babaannemin kardeşi güçlü kadın ,bundan 3 yıl önce bize kuzenimle Çinçiva 'ya nasıl gidip geldiğini anlatırdı 6 saar sürerdi diyordu rahmetli Halise BAbaannem ,bizde kuzenim Selim Güntürkün le buna inamamıştık ve bir hafta Çinçivada bir düğün vardı amacımız kanlıboğazı aşıp Çinçiva ya yürümekti evet gerçekten altı saat sürüyormuş o uzun yolculuk merakta ediyorduk,kaldıkı biz araba yoluyla yürümemize rahmen o zamanlar çektiklerini ozaman daha iyi anlımıştık rahmet anıyorum Halise Babaannemi

      Hurşit Emıce hep yaz gerçekten eskileri senden dinlemek güzel oluyor..
      w w w. m e l e s k u r53.com
      İdeolojik bir eğitimin (öğretim demiyorum) altı özellikle çiziliyor !
      Hasan Ali Yücel'in özellikle anılıyor olması da manidar !
      Hasan Ali Yücel ismi, Köy Enstitüleri ve topluma verdiği tahribatı akla getiriyor !

      Ne diyebilirim ki !
      Nedense Yakup Kadri'nin "Yaban" adlı romanı geldi aklıma !
      Hemen sonrasında da Şerif Mardin hocanın mahalle baskısı kavramına dair söyledikleri !
      Hocaya göre mahalleyi oluşturan unsurların başında camiler geliyor. Cumhuriyet'le birlikte caminin yerini alan okulların iyiye, güzele ve doğruya yönelik derinlemesine felsefeler üretemediğine dikkat çekiyor. "Avrupa'da insanlar dindar olsun olmasın, iyiye, güzele ve doğruya dair felsefe üretmişlerdir. Binlerce sayfa yazı üretmişlerdir. Bizim Cumhuriyet öğretimizde iyi, doğru ve güzeli derinlemesine araştıralım diye bir şey yok. Orada binlerce sayfa tartışma bulamazsınız. Bunları bulamadığınız zaman göz kalıyor. Göz ve bakma, paradoksal olarak mahalle baskısı unsurlarından biri gibi geliyor diyor.

      Kemalizm'e de değinerek "Kemalizm hakkında uzun çalışınca ne kadar kuru bir ideoloji olduğunu rahatlıkla anlayabiliyorsunuz. Bu ideoloji topluma iyi, güzel ve doğru hakkında hiçbir şey verememiştir." diyor.
      * "İdeolojik bir eğitimin altı özellikle çiziliyor..."
      - Ne de güzel belirtmişsiniz. Elbette ki, ideolojik, Tüm Aznavur-Derviş Vahdeti öğelerine karşın Cumhüriyetin Ulus-Devlet olma ideolojisi.

      * "H.A.Yücel'in anılması manidar..."
      - Hayır manidar değil. Açık ve seçik. O ve kadrolar Cumhuriyet'in kadrolarıdır. Işıklar içinde yatsınlar. Ödün vermez aydınlanma savaşçısıydılar. Belki bilmezsiniz ama ne yazık ki, onun gibi Cumhuriyet kadrolarını kesen baltanın sapı da, doğrudan chp idi.

      * "Köy enstitüleri ve topluma verdiği tahribat.."
      - Keşke çok daha fazla kalsalardı da, topluma daha çok aydınlanma tahribatı yapabilselerdi. Bugün örnek almaktan kıvanç duyduğunuz abd bile dünyada örneği olmayan en güzel tarımsal kalkınma modeli diyebiliyor. Ve ne yazık ki, bu büyük tasarımı da sscb korkusu yüzünden İsmet Paşamız kaldırma yönüne gitmiş, dp de ipini çekmiştir.

      * "Kemalizm hakkında ne denli kuru ideoloj olduğunu biliyoruz..."
      - Hiç sorun değil... Biz de sizlerin ne denli bir yaş ideoloji peşinde olduğunuzu biliyoruz.

      İdeoloji, yaşantının doğrudan kendisi değil midir?
      Yazdıklarınızın ideolojik olmadığını savunmuyorsunuz sanırım.

      Sevgiyle kalınız.
      "Eğitim"in ideolojik olduğunu kabul ediyor olmanızı yeterli görüyorum .

      Derviş Vahdeti 1909'da idam ediliyor.Fakat nasıl oluyorsa oluyor ,Cumhuriyet Başsavcısı Abdurrahman Yalçınkaya'nın iddiasına "Cumhuriyet'e karşı ayaklanıp binlerce şehit kanı dökülmesinin müsebbibi" olarak girebiliyor !!!

      Ulus-Devlet modeli BİZim masa başında düşünüp-tartışıp,sonrasında ulusça üzerinde mutabakata vardığımız bir model değil,o yılların uluslararası konjonktürünün bize dayattığı bir modeldir.

      Hayır manidar değil. Açık ve seçik. O ve kadrolar Cumhuriyet'in kadrolarıdır. Işıklar içinde yatsınlar.
      CHP 27 yıl hüküm sürmüş.
      Seçimsiz,sorgusuz,sualsiz..
      Açık oy,gizli sayım saçmalığını saymazsak ilk seçimde CUMHUR tarafından hakettiği cevabı almış !

      İsmet İnönü halkı düşman saflarında görüyordu !
      Bknz: Tamer Korkmaz'ın,İsmet İnönü'nün söylediğini ispat ettiği vecizeler !!!

      "Kemalizm hakkında ne denli kuru ideoloj olduğunu biliyoruz..."
      - Hiç sorun değil... Biz de sizlerin ne denli bir yaş ideoloji peşinde olduğunuzu biliyoruz.


      Benim ideolojimi nereden biliyorsun,doğrusu ben de merak ettim !

      İdeoloji, yaşantının doğrudan kendisi değil midir?

      Hayır, değildir !
      Cemil Meriç,ideolojileri "insan idrakine giydirilen deli gömleği" olarak tanımlar.

      Yazılarımda şu veya bu "izm"in değil,demokrasinin altını çizmeye çalışıyorum.

      Yazdıklarınızın ideolojik olmadığını savunmuyorsunuz sanırım.

      Örneklendirirseniz sevineceğim.
      Derviş Vahdeti; soyutlaşmış anlamda bir kavram olup, idam edilmesi ve hele iddinamede örneksenmesi beni hiç ilgilendirmiyor. Ama bu anlayışla ilgili en azından somut bir örnek var; Menemen Olayı.

      Ulus-devlet modeli, o ulusu yedi düvele karşı koyup kuranların hakkı olsa gerek. Yani toplumbilimsel bir yasa vardır; "Devlet kendini korur". Bunu yok etmek için de, devleti kuranların yaptığını yapmak gerek. O gereği de biliyorsunuz.

      İşte burada anlamamakk için çırpınıyorsunuz. Ben chp'li değilim. 38 sonrası savunucusu da değilim. Benim derdim partilerle değil, chp anlayışına yukarda biraz oldun değindim sanıyorum. Aslolan yaşam biçimlerine karşı araya girme çabalarıdır.

      İnönü savunucusu değilim ama halk bizim düşmanımız sözünü nerede ve hangi koşullarda söylediğini iyi biliyorum. İttihat Terakki yenilmiştir. Yurdumuz işgal edilmiştir. Halkımız perişandır ve süvari albayı İsmet bey, arkadaşlarına "Bu yenilginin müsebbibi olarak halkın haklı olarak kendilerini gördüğünü bundan ötürü de halk bizim düşmanımızdır" demiştir. Yani halkı haklı görmüştür. Tamer Korkmaz gibi kerameti kendinden menkul olanları sağda-solda iyi bilenlerdeniz.

      Sizin ideolojinizi, siz benim ideolojimi nerden biliyorsanız oradan elbette. Fikirlerinizin dışa vurumu olan zikirlerinizle. Yani yazdıklarınızla.

      Hangi demokrasi?
      Devleti vareden temel öğe Cumhuriyettir.
      Cumhuriyet'in de dört temel öğesi; demokratik, laik, sosyal ve hukuk.
      Bunlardan birini yok ederek demokrasi gelişiminden söz edilirse, Cumhuriyet kendini korur.

      Yazılarım ideolojiktir. Keşke siyasallaşmadan kalabilse. Çünkü ideolojide bireyin düşünsel ufkunun özgür erimi var; siyasallıkta ise, "müritlik" var. O zaman da ölçü-tartı olmaz.

      C.Meriç konusunu başka başlıkta irdeleyelim, baştan aşağıya marksist-sol ideolojiye sahip olup solcular tarafından soyutlanınca; sağcıların balıklama atladığı "Araf"taki bir aydınımız. Net olarak anlaşılamamış bir aydınımız.

      Sevgiyle kalınız.
      Menemen olayı iki tane meczup,esrar bağımlısı işi.Bunun böyle olduğu çok sayıdaki şahitle ve sair belgelerle müteaddit defalar kanıtlanan bir hadise.

      Ayrıca, böylesi Derviş Vahdeti olmadı,Menemen verelim şeklinde "uç örnek"lerle tüm toplumu mahkum etme girişimi telaşının etik kaygılar barındıran müzakereci tarafından değerlendirmeye alınası bulunacağını zannediyorum.

      Hangi demokrasi?
      Devleti vareden temel öğe Cumhuriyettir.
      Cumhuriyet'in de dört temel öğesi; demokratik, laik, sosyal ve hukuk.
      Bunlardan birini yok ederek demokrasi gelişiminden söz edilirse, Cumhuriyet kendini korur.


      Unutmayın ki cumhuriyet'in temel öğesi de CUMHUR,yani halktır.
      Haa,unutmadan !
      CUMHUR kelimesi de Arapçadır !

      Gerçek demokrasi,gerçek laiklik,sosyal ve sonuna kadar hukuk...

      Bunlardan herhangi birinin yıkılması demek zaten otomatikman demokrasinin de yıkılmasını beraberinde getirecektir.
      Mesela hukukun 27 mayıs kalıntısı olan anayasa mahkemesi marifetiyle tartışılır hale getirilmesi gibi !

      O Anayasa Mahkemesi ki çok sayıda gerçekleştirilen askeri darbelere ve darbecilerin TBMM kapısına kilit vurmalarına,Anayasa'yı lağvetmelerine çıt bile çıkarmıyordu !
      Laikliğin, gerçeği-yarııgerçeği mi olyor?
      Cumhuriyetin en olmazsa olmaz ilkesidir. Ve o da açık seçik bellidir.

      Yanlız şunu karıştırmamanızı rica ediyorum.

      Laiklikle sekülarizmi karıştırmamanız.

      Biri doğrudan din düşmanlığı ki, Fransa'da o dönemde din sınıfından çok çektikleri için, Jakobenlerin oluşturduğu bir kavramdır.

      Laiklik en kestirmece;
      Yurttaşlarına bakışında ne dini, ne dinsiz, "la dini" bakmasıdır. Devletin.

      Bu denli yalınç.

      * cumhurun Arapça olduğunu elbette biliyorum. Onun Türkçe karşılığı da var "Halkerki". Biz bunu yazışmalarda kullanıyoruz, doğrusu. Halkımız okudukça, duydukça ya benimseyip özümleyecek ya da olurlamayacaktır. Dilde zorlama olmaz. Sunarsın, tutarsa tutar, tutmazsa tutmaz. En büyük yargıç ulusumuzun engin gönlüdür. Halkımızın bugün kullandığı tümcelerin en az üçte biri yirmi yıl öncenin sunulan sözcükleridir. Demekki tutulan tutuyormuş.