64 Yılı Anıları / Koşar

      64 Yılı Anıları / Koşar

      KOŞAR

      Çocukluğumun puslu, bölük pörçük, yarıaydınlık görünümlü karelerinde dolaştım, birdenbire. Neydi beni bu anılara götüren?

      “Gölbaşı çöplüğünde itlaf edilmiş kırk köpek ölüsü bulundu”, diyordu gazete.

      En yoğun duygularla donatılarak evrilen insanoğlunun bu yabanıllığını anlamak, olanak dışı doğrusu. Açlık ve korku duygusu dışında saldıran varlık, yalnızca insanoğlu. Bu sevimli ve içli dostlarımız, bu denli bir kıyımı nasıl hak etti. Anlayan beri gelsin. Nasıl bir cinnettir ki, hiçbir öğreti ve savda önerme bile değil. Hiçbir kitapta yeri yok.

      Koşar; çocukluk düşümün ilk ve tek dostu. Dostluk kavramının anlamı, tanımı ve ereğinin somutlaşmış biçimi. Koşar kim mi? O bir köpek. O bir tazı. O dört ayaklı dostlarımızın en içten, en özverili olanı.

      İlk kez ilkokul dördüncü sınıfı bitirdiğim yaz, köy yaşamını tanıdım. O yaz babam, ailece bizleri köklerimizin saplı olduğu topraklara gönderdi. Ve ben oraları çok sevdim. Çocukluk haşarılarımın coşkusunda, alabildiğince özgür devinimlerle süregiden o günler. Kâh sabahtan akşama beş kez filmini seyrettiğim Robin hood, kâh kaç kez okuduğumu anımsamadığım A. Z. Kozanoğlu’nun “Tek Kollu Kahraman’ı olarak at koşturdum.

      O güzel günlerin bir güzelliği daha oldu. Amcam, avuçiçlerinde kaybolacak denli küçük bir köpek getirdi. “bu senin olsun ona iyi bak” dedi. Dünyanın en mutlu çocuğuydum ben. Ne de çok sevdim bu küçük dostumu. Anneannem yalancıktan kızsa da, ben, köpecikle yatıyordum geceleri. Aslında ayırtına varmadan gece üstüne düşüp onu öldüreceğimden korkuyordu. Köpecik daha birkaç günlükken bile öylesi devinimli ve hızlıydı ki, adını koşar koydum. Hızıyla dengesini ayarlamayı bilmediğinden ötürü, çokça yuvarlanıyordu tepelerden, hatta düz yoldan. Ülkemizde ilk örneklerinin alındığı, çay tarlalarının taraçalanmaya başlandığı yıllardı o zaman. Öğlenleri, tarla yapan emekçilere yemek götürürdüm, Koşar’la. Birlikte kaza merkezine giderdik, asla yorulmazdı. Bir de bacaklarımın arasında dolanmasa, dengemi bozmasa.

      Sayılı gün bu, hemen biter. Dönüş günleri gelir çatar. Sonsuz buruklandım. Yeme içmeden kesildim. Gönlüme nedensiz bir sızı düştü, yangını anlatımsız. Geceleri uyumamaya çalıştım, gözkapaklarım beni dinlemeyinceye dek. Koşar’ı daha fazla göreyim diye. Anneannem bana gizlice bir akıl verdi. Olmazdı ama kimbilir, umut bu. Bu yıl köyde, anneanlemle birlikte okumak istediğimi söyledim. Anneme sonsuz yakarılarda bulundum. Annem ilçeye indi, babama telefon etti. Köy ilçeye onbir kilometreydi ama telefon etme güçlüğü anlatılamazdı. Acele-yıldırım koduyla sabahtan-akşama yoğun uğraşılar sonucu konuşma olanağını bulur, annem. Nasıl etmişse etmiş, babama onaylatmış. Yaşasın bu yıl köyde okuyacağım.

      Uyum sağlama güçlüğü çeksem de çabucak alıştım yeni yaşantıma. Sabahları, anneannemin mis gibi sıcacık mısır ekmeğine tereyağı doldurup sütle kahvaltı yapardık, Koşar’la. Benle okul önüne değin eşlik eden Koşar, kapıdan girinceye değin bekler, sonrasında kaybolurdu. Ta ki, “öğle teneffüsü” zili çalmasın. Okul tek eğitimli, birbuçuk saat öğlen dinlencesi var. Birlikte nerelere gitmezdik ki, o dinlence saatlerinde. Sonrası, yine kapıdan uğurlayış, okul çıkışı beliriş ve eve yöneliş. Yanımda olmadığı, oyuna dalıp gittiği zamanlarda, bir el çırpışım yetiyordu, yanımda bitmeye.

      Koşar’ın, köyün diğer azman köpekleriyle de arası çok iyi. Onu seviyorlar. Ama bazan köpekleri birbirine düşürüp yana çekildiği oluyor. Havlamalar arasındaki boğuşmalar köyde yangın yeri görünümü veriyor. Bu aslında beni kaygılandırıyordu. O çoban köpeklerinin yanında bir sıkımlık canı vardı, doğrusu. Eğitim döneminin bitimine bir ay mı ne vardı. Geceyarısı boğuşma sesleriyle uyandım. Koşar’a baktım evde bulamadım. Ne zaman? Nerden? Nasıl çıkmıştı dışarı. Sonsun kaygılar içine düştüm. Arada bir Koşar’ın inleme sesi karışıyordu boğuşmaların içine. Hemen dışarı çıkmak için atıldım. Anneannem ilk kez tam bir kararlı tavırla bana engel oldu. Sabah bir türlü açmak bilmedi. Zaman durdu sanki. Sesler kesildi. Koşar’a seslendim, el çırptım hiçbir belirti yok.

      Dışarı çıktım. Koşar’ın zarif bedeni boyluboyunca uzanmış yatıyor. Gözlerinde sanki benden hala medet umar gibi bir bekleyiş var. Öylece kalakaldım. Ne denli ağladığımı bilemiyorum. Artık gözlerim beni dinlemiyor, kirpiklerimden yaşlar dökülmüyordu. O sabah okula gitmedim. Öğleyin arkadaşlarımla birlikte, ana yolun hemen altında, bize ait olan bir yerde Koşar’a mezar kazdık. Önce namazını kıldık, herkes hakkını helal etti. Sonrasında altına ve üstüne tahtaları döşeyerek, büyük bir özenle mezarını örttük. Tahtadan süsleyerek güzel görünümlü bir de mezartaşı yapıp, diktik. Onbeş yirmiye yakın öğrencinin olmadığını öğrenen öğretmenimiz, büyük bir kaygıyla bizi aratmaya çıkmış. Biz tam Koşar’la vedalaşıp kalkacağımız sırada öğretmenimiz tüm okulla birlikte bizim yanımıza geldi. Sonsuz hoşgürülü bu eli öpülesi öğretmenimiz hiç kızmadı. Herkes yakarıda bulundu. Birlikte okula gittik. Son derse değin öğrenim görmedik.

      Karnelerimizi almıştık. İstesem o yaz da köyde kalabilirdim. Kalmadım. Kalamadım. Koşar’sız, bi yavan geldi, yabancı geldi bana oralar. Kendimi bir an önce kente atmak istiyordum. Bavulum hazırlandı. İlçeye inerken, yolboyundaki Koşar’ın mezarının yanından nasıl geçeceğimi düşünüp duruyordum. Uzaktan iki jandarma gördüm, mezarın başında. Korktum önce. Umarsızca yürüdüm. Yanlarına gelince, jandarmalardan biri.” Allah rahmet eylesin, çok da küçük bir çocukmuş, neden acaba yol dibine gömmüşler?” dedi. Ben de,”Gelen geçenler bol rahmet okusun diye “dedim.

      İyi ki, bugünlerde bir Koşar’ım yok.

      Hurşit Saral
      Sağolasın Hurşit Kardeşim;

      Benzer bir olayı da ben yaşamıştım.
      Bir gün işten eve dönüyordum. Binanın tüm çocukları apartmanın bahçesinde toplanmış ve ellerini açıp dua ediyorlardı. Kız çocukları da başlarını kapatmışlardı. Şaşırmıştım. Meğer benim evdeki 7 yaşındaki Muhabbet kuşu o gün ölmüş.
      Çocuklar toplanıp kuşu gömmüşler. Hem de kıbleye doğru döndürerek. Hem de küçücük ağaç parçalarından hetiller de yapmışlar.
      Epeyi bir dua okudular. Eve çıktıktan sonra da benim çocuklar nafile namaz da kıldılar.
      Çocuklarıma doğa, hayvan sevginii öğretmeye çalştım. Yaz başlangıçlarının tatil günlerinde kırlara çıkıp börtü böcekle oynamayı, onları tanımalarını sağladım. Dahası günümüz çocuklarının bilmediği adlarını ve yaşam şekillerini bildiğim kadar ile öğretmeye çalıştım.
      Elmadağ Kayak Merkezine yakın bir yere hemen her hafta sonu gidiyorduk. Oradaki bir ağacın yakınındaki bir taşın altında bir Ağustos Böceğini dost edinmiş hatta çocuklarım ona bir de isim koymuştu. Mahmut! Mahmut ismi boynunun hemen üstündeki krımızı benekten dolayı koyulmuştu. Oğlumun Kırmızı kaşkol takan bir arkdaşından dolayı bu isim konmuştu. Bu gidişlerimizden birinde çocuklar daha araba durmadan dışarı fırlayıp Mahmut'un olduğu yere doğru koşmaya başladılar. Arabadan inmemiştim ki çocukların bağırtısını duydum. Meğer bizim Muhmut meğer Mahmude imiş(!). O taşın altında bir sürü boyunlarının arkasında kırmızı noktalar olan yavrusu vardı. O gün Mahmut'u son kez görmüştük. Ertesi sene yaz başında tekrar gittiğimizde o taş ve altındaki yuva duruyordu ama Mahmut artık orda değildi.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...