NERMİN
“Koşar” adlı öyküsel anlatımda, sizlere, bir köpeğe duyduğum sevgiden ötürü ilkokul dördüncü sınıfı Doğu Karadeniz’in bir köyünde okuduğumdan söz etmiştim. Koşar’ın silinmez anısının yanı sıra, o yıla ilişkin belleğimden çıkmayan bir şey daha vardı;
Nermin.
Okulun açılış gününde tanıdım Nermin’i. O da ilk kez geliyordu köye. Ankara’dan gelmişti. Pek çok şeye uyum sağlayamıyordu. Hele, Dere Mahallesinde oturdukları için hergün bir saatlik yokuşu çıkmak, onu çok zorluyordu. Dere mahallesinde oturanlar, öğle dinlencesinde evlerine gidemediği için yemeklerini evden getirirlerdi. Sakın şimdiki gibi beslenme çantaları, sırtta geçirilen okul çantalarını düşünmeyin. Çoğunluk bezden dikilmiş tek gözlü çantalardı bunlar. Boyundan asılı bu bez çantalar, bir elde öğle yemeği azıkları, diğer elde kışın herkesin getirdiği sobaya atılacak bir odun parçası… Sonraki yıllarda bu odun taşıma işi bırakılıp, yerine, yazdan her ailenin bir yük odun getirmesi koşulu oluştu. Nermin bunlara epeyce zorlanacaktı, belli.
İkimiz de kent kökenli olduğumuzdandır sanırım, tanışıklık ve dostluğumuz kendiliğinden oluştu dersem yeridir. Bolca kentten, alışkanlıklardan, arkadaşlardan söz eder olduk. Öğretmenimiz, dikkatini çekse gerek, ikimizi birden yanına çağırdı. Bizlere, bu yeni yaşantımızın kente göre daha zor ama değişik ve yararlı geçeceğini söyledi. Ben doğrusu Koşar’la olacağım için gönüllüydüm ama Nermin istemeden gelmişti buralara. Ailesi o yıl öyle öngörmüştü.
İlk çekingenlik günleri sonrası, alışıverdik okula. Öğretmenimiz, kızların sırasının bittiği ilk erkekler sırasına beni yerleştirdi. Nermin’in hemen arkasındaydım. Buna bile değme sevinmiştim. Aslında o yaşta da olsa okulun dört ve beşinci sınıftaki tüm erkekl öğrencileri, kendilerine açıklamaktan kaçınsalar da çocukça bir sevginin kahramanı yapmışlardı. Nermin'i. Herkes aşıktı bu sessiz, yüzünde hüznün coğrafyası çizili kıza.
Bu arada size, o yıllarda ki bir uygulamadan söz edeyim. Amerikan yardımı yıllarıydı. Her okula süttozu veriliyor, devletin verdiği kocaman kazanlarda öğleyin nöbetçi çocuklar, süttozunu suya döküp kaynatıyorlardı. Kocaman ateşin karşısında, minicik ellerin sürekli karıştırdığı kocaman kepçe, bakır taslarda herkesin içmekte zorunlu olduğu üstelik de iğrenç tadı olan bu süt uygulaması; biz öğrencilerin tam bir nefretiydi doğrusu. Sütümüzü alır almaz, bahçedeki yemek düzeninden bir biçimde kaytarır eve doğru seğirtirdik. Sütlerimiz Koşar için tam bir şölendi doğrusu.
Yaşlıların dediğine göre o yıl karakış çok zorlu geçiyordu. Bizim ev okulun yanındaydı ama ya dere mahallesinde oturanlar. Minicik ellerin kalem tutup yazamadığını anımsarım. Kış, Nermin için de büyük yıkım olur. Sürekli öksürüyordu. Çok öksürdüğü bir gün öğretmenimiz, “birkaç gün okula gelme iyileş” dedi. Nermin, birkaç gün sonra da gelmez okula. Komşu çocuklar, “Kar yemiş içerlerini dondurmuş” diyorlardı. Ocak ayının birbuçuk metre kar’ında, yedi kilometrelik ilçe yolunun aşılıp doktora götürmenin güçlüğünü siz düşünün. İki gün sonra gelirler ilçe’dan, akşamın yatsı’sında.
Gecenin sessizliğini bağırışlar, haykırışlar, birbirine geçmiş belirsiz sesler böler. Latife Ana’nın ağıtları, ta bizim mahalleden duyulmaya başlar. Evlerin lüks’lerinin güçlü, ondört numara idare lambalarının cılız ışıkları her evde yanmaya başlar. “Kara haber tez ulaşır”, Nermin ölmüştü.
Tüm çocuklar üzüntü içindeydik. Kimimiz yalnızca üzüntü duyarken kimimiz de sessizce ağlıyorduk. Bağırmak, haykırmak alabildiğince sesli ağlamak istiyordum. Bunu yapamıyor, utanıyor, sakınıyordum.
Ertesigün, öğretmenimiz tüm okulu birbuçuk metre yağmış kar’a karşın, dere mahallesine götürdü. Gömütlüğün başında saygı duruşunda bulundurdu. Bir konuşma yaptı. Onun bir melek olduğunu ve gittiği yerin kutlu olduğunu söyleyerek acımızı azaltmaya çalıştı. Arkadaşları olarak bir konuşma da ben yaptım. Ağlarken utancımdan başımı yere doğru indiriyordum, Koşar’da benimle birlikte ağlıyordu.
Öğretmenimiz okulda dere mahallelilerle bir görev verdi. Önce bir gemici fenerinin çevresini renkli kâğıtlarla sıkıca sardı. Feneri yaktığında öylesi güzel bir ışık görünümü oldu ki, sanırsınız Tanrısal kaynaktan bir ışık kaynağı, ışınlarını saçıyor. Dere mahalleli çocuklar okul dönüşü evlerine dönerken Nermin’e uğrayacak, feneri yakıp başucuna asacak; sabahleyin de feneri söndürecekler. Bu tüm öğretim yılı boyunca sürecek. Mahalle çocukları gönüllü oldu, kimilerinin ailkesi kızsa da. Bir hafta boyunca kusursuzca işledi. Gecenin karanlığında karşı yamaçta parıldayan renkli ışıklar, sanki her birimizi esenliyordu.
Ama kısa sürdü. Kış öyle sertleşti ki, kar iki metreye ulaştı. Okullarda öğrenim onbeşgün ertelendi. Doğaldır ki, çocuklar gömütlüğe gidemedi. Olsun o bir haftalık uygulama öylesine güzeldi. Size belki çok uç örnek gelebilir ama oralarda iki metre kar yağabilir, bu kar en geç yirmi günde tümüyle eriyebilir.
İlkokul öğretmenimi geçenyıl kaybettik. O’nun ve Nermin’in anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Tanrı, ışıklarını eksiltmesin.
Hurşit Saral
“Koşar” adlı öyküsel anlatımda, sizlere, bir köpeğe duyduğum sevgiden ötürü ilkokul dördüncü sınıfı Doğu Karadeniz’in bir köyünde okuduğumdan söz etmiştim. Koşar’ın silinmez anısının yanı sıra, o yıla ilişkin belleğimden çıkmayan bir şey daha vardı;
Nermin.
Okulun açılış gününde tanıdım Nermin’i. O da ilk kez geliyordu köye. Ankara’dan gelmişti. Pek çok şeye uyum sağlayamıyordu. Hele, Dere Mahallesinde oturdukları için hergün bir saatlik yokuşu çıkmak, onu çok zorluyordu. Dere mahallesinde oturanlar, öğle dinlencesinde evlerine gidemediği için yemeklerini evden getirirlerdi. Sakın şimdiki gibi beslenme çantaları, sırtta geçirilen okul çantalarını düşünmeyin. Çoğunluk bezden dikilmiş tek gözlü çantalardı bunlar. Boyundan asılı bu bez çantalar, bir elde öğle yemeği azıkları, diğer elde kışın herkesin getirdiği sobaya atılacak bir odun parçası… Sonraki yıllarda bu odun taşıma işi bırakılıp, yerine, yazdan her ailenin bir yük odun getirmesi koşulu oluştu. Nermin bunlara epeyce zorlanacaktı, belli.
İkimiz de kent kökenli olduğumuzdandır sanırım, tanışıklık ve dostluğumuz kendiliğinden oluştu dersem yeridir. Bolca kentten, alışkanlıklardan, arkadaşlardan söz eder olduk. Öğretmenimiz, dikkatini çekse gerek, ikimizi birden yanına çağırdı. Bizlere, bu yeni yaşantımızın kente göre daha zor ama değişik ve yararlı geçeceğini söyledi. Ben doğrusu Koşar’la olacağım için gönüllüydüm ama Nermin istemeden gelmişti buralara. Ailesi o yıl öyle öngörmüştü.
İlk çekingenlik günleri sonrası, alışıverdik okula. Öğretmenimiz, kızların sırasının bittiği ilk erkekler sırasına beni yerleştirdi. Nermin’in hemen arkasındaydım. Buna bile değme sevinmiştim. Aslında o yaşta da olsa okulun dört ve beşinci sınıftaki tüm erkekl öğrencileri, kendilerine açıklamaktan kaçınsalar da çocukça bir sevginin kahramanı yapmışlardı. Nermin'i. Herkes aşıktı bu sessiz, yüzünde hüznün coğrafyası çizili kıza.
Bu arada size, o yıllarda ki bir uygulamadan söz edeyim. Amerikan yardımı yıllarıydı. Her okula süttozu veriliyor, devletin verdiği kocaman kazanlarda öğleyin nöbetçi çocuklar, süttozunu suya döküp kaynatıyorlardı. Kocaman ateşin karşısında, minicik ellerin sürekli karıştırdığı kocaman kepçe, bakır taslarda herkesin içmekte zorunlu olduğu üstelik de iğrenç tadı olan bu süt uygulaması; biz öğrencilerin tam bir nefretiydi doğrusu. Sütümüzü alır almaz, bahçedeki yemek düzeninden bir biçimde kaytarır eve doğru seğirtirdik. Sütlerimiz Koşar için tam bir şölendi doğrusu.
Yaşlıların dediğine göre o yıl karakış çok zorlu geçiyordu. Bizim ev okulun yanındaydı ama ya dere mahallesinde oturanlar. Minicik ellerin kalem tutup yazamadığını anımsarım. Kış, Nermin için de büyük yıkım olur. Sürekli öksürüyordu. Çok öksürdüğü bir gün öğretmenimiz, “birkaç gün okula gelme iyileş” dedi. Nermin, birkaç gün sonra da gelmez okula. Komşu çocuklar, “Kar yemiş içerlerini dondurmuş” diyorlardı. Ocak ayının birbuçuk metre kar’ında, yedi kilometrelik ilçe yolunun aşılıp doktora götürmenin güçlüğünü siz düşünün. İki gün sonra gelirler ilçe’dan, akşamın yatsı’sında.
Gecenin sessizliğini bağırışlar, haykırışlar, birbirine geçmiş belirsiz sesler böler. Latife Ana’nın ağıtları, ta bizim mahalleden duyulmaya başlar. Evlerin lüks’lerinin güçlü, ondört numara idare lambalarının cılız ışıkları her evde yanmaya başlar. “Kara haber tez ulaşır”, Nermin ölmüştü.
Tüm çocuklar üzüntü içindeydik. Kimimiz yalnızca üzüntü duyarken kimimiz de sessizce ağlıyorduk. Bağırmak, haykırmak alabildiğince sesli ağlamak istiyordum. Bunu yapamıyor, utanıyor, sakınıyordum.
Ertesigün, öğretmenimiz tüm okulu birbuçuk metre yağmış kar’a karşın, dere mahallesine götürdü. Gömütlüğün başında saygı duruşunda bulundurdu. Bir konuşma yaptı. Onun bir melek olduğunu ve gittiği yerin kutlu olduğunu söyleyerek acımızı azaltmaya çalıştı. Arkadaşları olarak bir konuşma da ben yaptım. Ağlarken utancımdan başımı yere doğru indiriyordum, Koşar’da benimle birlikte ağlıyordu.
Öğretmenimiz okulda dere mahallelilerle bir görev verdi. Önce bir gemici fenerinin çevresini renkli kâğıtlarla sıkıca sardı. Feneri yaktığında öylesi güzel bir ışık görünümü oldu ki, sanırsınız Tanrısal kaynaktan bir ışık kaynağı, ışınlarını saçıyor. Dere mahalleli çocuklar okul dönüşü evlerine dönerken Nermin’e uğrayacak, feneri yakıp başucuna asacak; sabahleyin de feneri söndürecekler. Bu tüm öğretim yılı boyunca sürecek. Mahalle çocukları gönüllü oldu, kimilerinin ailkesi kızsa da. Bir hafta boyunca kusursuzca işledi. Gecenin karanlığında karşı yamaçta parıldayan renkli ışıklar, sanki her birimizi esenliyordu.
Ama kısa sürdü. Kış öyle sertleşti ki, kar iki metreye ulaştı. Okullarda öğrenim onbeşgün ertelendi. Doğaldır ki, çocuklar gömütlüğe gidemedi. Olsun o bir haftalık uygulama öylesine güzeldi. Size belki çok uç örnek gelebilir ama oralarda iki metre kar yağabilir, bu kar en geç yirmi günde tümüyle eriyebilir.
İlkokul öğretmenimi geçenyıl kaybettik. O’nun ve Nermin’in anısı önünde saygıyla eğiliyorum.
Tanrı, ışıklarını eksiltmesin.
Hurşit Saral