Dil ve Felsefe

      Rica ederiz Ali hocam,,bizimkiler sadece alıntı yazılar,,sizin emeğinize sağlık..
      ama şunu belirtmeliyim ki , bazı konularda uzun yazıları okurken genelde sıkılıp, her satırı okumadan geçtiğim oluyordu.oysa sizin yazılarınızda anlatım çok güçlü - ama sıkmıyor- ve konular ilginç,,zevkle okuyorum,, yine hoşbirkonu,paylaşımlarınıza teşekkürler,,emeğinize sağlık..
      " Bir Sevdadır Hemşin , Çamlıhemşin "
      Türlü Irkçılıklar Üzerine
      Hellen- Barbar; Yahudi-Yahudi olmayan; Hıristiyan-Putperest; Müslüman-Gavur... Bunlar insanlık tarihinde derin izler bırakan önyargılardan birkaçı. Bunların antropolojik kökleri, ilksel kabilelerin, özdeşliklerini korumak için kendilerinden olmayanları, totemlerine tapınmayanları kendi dilinde insan kavramının dışında görmelerindedir. Yukarıdaki ayrımlar ve benzerleri ırkçılığın 19.yy.dan günümüze uzanan 'modern' , dar anlamında 'ırkçı' nitelenemezler ama geniş anlamda bu çerçeveye girerler; çünkü ulus, dil, ya da din farklarını mutlaklaştırarak halkların birbirine yabancılaşmasını körükleyen ayrımlardır. Beyaz-Siyah, Beyaz-Sarı, Beyaz- Kırmızı(kızıl): insanlar arasında deri rengine göre ayrımlardır. Nordik-Semitik ya da Slav; Ari-Ari olmayan vb kavram çiftleri de fiziksel özelliklere, göre özellikle kafatası biçimine göre yapılır. Bu yapay karşıtların hepsinde birinci belirtilenler ikincileri aşağı görmüşler ve onlara üstünlüklerinin doğa ya da tanrı tarafından bahşedilmiş olduğuna inanmışlardır.
      Ayrımların yumuşağı dini olandır; çünkü kendi dinlerinden olmayan birisi imanı kabul edip cemaate girerse, o kişi için ayrım ortadan kalkar. Yahudilik bunun istisnasıdır, çünkü Yahudi olmayan, cemaatten olamaz; ayrım aynı zamanda ulusaldır. Ulusal ayrım daha katıdır. Bir ulusun devleti çeşitli etnik grupları tek uyruklukta toplamasına ve hukukça eşit görmesine rağmen, maddi ve kültürel egemenlik çoğunlukta olan gruptadır. En katı ama dayanakları en çürük ayrım ırka göre yapılandır,çünkü bu ayrımın temeline hiçbir gerçekliği olmayan, sadece yakıştırılan değerler konur.
      İnsan türü tektir. Birçok hayvan cinsi türlere ayrılır; örneğin kedi cinsi yahut ailesi aslan, kaplan, panter gibi çok türden ( poligen ) oluşur. Oysa insan hem cins, hem türdür ( monogen ) . Çeşitli ırkların olmasından türsel bir ayrıştırmaya gidilemeyeceği biyoloji ve antropolojice kanıtlanmıştır. İnsan türünün anatomik özellikleriinde yüz bin yıldır esaslı bir değişikliğin olmadığı biliniyor. Antropolojinin ciddi bir araştırma konusu olan üç ırkın - Negroid, Mongoid, Caucasoid- insan türünün özelliklerinin karşılaştırılması, bunların hiçbirinin "özel yaratıldığı" sonucuna götürmüyor.
      Irk kavramı bilimsel olmaktan çok siyasal-ideolojik kökenlidir. Böyle olması kavramın bilimsel açıklıkla tanımlanmasını zorlaştırmıştır. Antropolog Ashley Montagu belirsiz ırk terimi yerine içeriği belli ' etnik grup' terimini öneriyor: " Bulanık kelimeler bulanık düşünceye yol açar. Bulanık düşünce bulanık davranışa neden olur ve bulanık davranış çok davranış çok tehlikeli olabilir. O halde, kelimelerimiz kullanışımızda çok dikkatli olmalıyız. Etnik kelimesi Grekçe ethnos' tan gelir; ilk anlamı kabile, halk ya da gruptu. Irk yerine etnik grup şu nedenlerle iyi bir terimdir:
      1) Bunu kullanan kimse, neden söz ettiğinin farkında olabilir; oysa ırk terimini kullanan neden söz ettiğini bilmez.
      2)Irk terimiyle ne kast edildiğini herkesin bildiğini varsayma yerine bir sorunu ortaya koyar. "Etnik grup" terimini işiten kimse ne kast ettiğinizi sorabilir ve bu durum, gerçeklerin açık kılınması ve hatalı davranışların düzeltilmesi için hemen bir fırsat doğurur. Etnik grup terimi düşünceyi belirginleşmeye zorlar ve kişinin inançlarının temelini yeniden düşünmesi için uyarı olur. Irk teriminin anlayışa kapıyı kapattığı yerde etnik grup terimi bu kapıyı açar.
      Irk kavramının ideolojik ağırlığı, ırklar arasında kalın çizgili ayrımların bulunduğu sanısına yol açmış, "saf" sıfatı da eklenerek saf ırk icat edilmiştir. Oysa Negroid ırkında birçok tip vardır: Karaderili, kıvırcık saçlı olabilirler; beyaz derili, uzun düz sarı saçlı olabilirler; zeytunî derili, eğik burunlu, mavi gözlü yahut uzun dar burunlu, kahverengi gözlü, uzun düz saçlı da olabilirler. Caucasoid ırka beyazlar kadar beyaz olmayanlar da dahildir, -Hintliler, Avustralya yerlileri ve Japonya'daki Ainular gibi-. Mongoloid ırk da Çinli, Japon, Malezyalı ve başka Doğuluları içine alır. Bu bilimsel sınıflamalar renge göre ayrım yapmanın bütünüyle yanlış olduğunu gösteriyor. Ulusa göre de ayrım yapılamaz. Alman, Fransız, İngiliz, İrlandalı, Rus, Türk ırkları diye bir şey yoktur. Irk özelliklerinin kuşaktan kuşağa devredildiği, karakter ve yetenek oluşmasında rol oynadığı; bunlar da uydurmadır. İnsanın ne olduğunu belirleyen kültürel ortamıdır.
      Bir Alman ırkı olmadığı gibi bir Yahudi ırkı da yoktur. Yahudi olmak öncelikle dini bir gruba dahil olmaktır. Bir Yahudi yukarıda sayılan üç ırktan birine dahil olabilir. Demek ki bir Alman ile de aynı ırktan olabilir. Antropolojik ırk kavramıyla ideolojik ırkçılık kavramının hiçbir bağlantısı olmadığı apaçık. Tarihlerinde Kaldeliler, Mısırlılar ve Romalılar tarafından köleleştiren Yahudilerin, kendilerini "vaat edilmiş topraklara yerleşecek seçkin halk" olarak görmeleri, yok olmamaları için ideolojik bir savunma silahıydı. Tarihsel koşullar içinde bu tutum, anlayışla karşılanabilir ama çağımızda "ırkçılık" damgasını yer.
      İnsan, kendisini bir ısırışta öldürebilecek taratula örümceğinin ya da engerek yılanının zehrine karşı panzehiri bulabilir. Önyargılarına, özellikle geniş anlamdaki ırkçı önyargılarına panzehiri nerede bulacak? Tarihinin en değerli dayanaklarında. Gerçi insan tarihten ders almada, zehre karşı gösterdiği beceriyi henüz gösteremiyor; ama başka seçenek yoktur. Seçeneğin varolduğunu göstermek için felsefi ter dökmek gerekmez. Canlı örnekler karşımızda. Binlercesinden birisini vermekle yetineceğim. Amerika Devleti "vahşi batıyı fethederek! " büyümeye başladığında, yerliler topraklarının gasp, mülklerinin talan edilmesini anlayamıyorlardı. Onların öğrenmek istediği, ateşli silahın marifeti değil, o silahı kullanan beyaz adamın davranış nedeniydi. Toprak herkes içindi ve herkes için toprak vardı. Böyle olmasaydı, dünyayla güneş arasındaki denge kurulamazdı. Bir Kızılderili reisi olan Oturan Boğa, talancılara şunu söylüyordu: "Biz bu topraklarda yaşama hakkımızı komşularımıza, hayvan komşularımıza da tanırız " Oturan Boğa, kendisi için çok eski olan Yeni Dünya ya gelmiş Avrupalı ya bir kavram sunuyordu; insanın insanla ve doğayla barışı. Uygar Avrupalı da onu anlamıyordu, ama kıta-merkezci, kıta-ırkçı tutumun şampiyonu beyaz adam, iki yüzyıl sonra kendisini yok etme noktasına geldiğinde bu sözdeki bilgeliği anlayacaktı. Bir başka reis de 1796'da pennsylvania valisine şunları söylüyordu: "Biz sükuneti severiz. Ağaçlar rüzgarla hışırdarsa korkmayız. Yapraklar tuzak kurmak rahatsız edilirse, biz de rahatsız olursuz. Parlak güneşimizi bulut örterse gözlerimiz bulanır; ama ışıklar gözükünce vücuda çok ısı, yüreğe çok sevinç dolar. İhanet dostluk zincirini karartır; hakikat ise onu her zamankinden parlak yapar. Bizim arzu ettiğimiz barış budur."
      Bellum omnium contra omnes
      Yapılacak bir tek şey kalmışsa hiç bir şey yapılmamış demektir.

      FELSEFE ÖĞRETİLMEZ YAPILIR DİYEBİLİRİZ

      Felsefe aynı zamanda bilimdir de. Hatta bilimlerin bilimidir. Aristoteles(M.Ö384-322) felsefeden bilimi anlamaktadır. Aristotales’in anlayışına göre ilk felsefe bilimlere temel teşkil eden “varlık” kavramıdır. Felsefe o zamana göre varlığı inceleyen bir bilimdir. Platon’da ise bilim “gerçek varlık” “idealar” anlamındadır. Felsefe hem teori hem de pratiğin kesin bilgisidir. Çevremizde olup bitenlere bir anlamda hayret etmektir. Soru sormaktır. Şüphe etmektir. Araştırmaktır. Gerçeklendirme ve temellendirmedir. Eleştirel bir tepkidir. Yani bir anlamda doğruyu yanlıştan ayırma işlemidir. Felsefe öğretilmez yapılır. Filozof genellikle varolandan- dış dünyada, düşünmede, dilde neyi anlıyorsa, felsefesini de ona göre kurmaktadır. Filozof “Felsefe nedir? Felsefe kavramı nedir? diye açık seçik olarak sormasa bile, işbaşında bu soruya, bir var olan olarak felsefenin ne olduğu sorusuna bir cevap arama çabasına girecektir. Terim anlamı açısından en genel şekliyle felsefe, varlık, bilgi ve değer alanlarıyla ilgili sorunları, akılca ve eleştirel bir tarzda değerlendirmek bu sayede maddi evreni anlamlandırmak ve buradaki kendi var oluşunu, kim ve ne olduğunu açıklamaya çalışmaktır. Bu çabayı evrensel bir açıklama haline getiren nokta, evreni bir bütün olarak incelemeye çalışması ve bunu fikri bir sistematiklik çerçevesinde yapmasıdır. Bunun için olsa gerek ki felsefe hiç kesintiye uğramayan bir bilgi dalı, bir insan etkinliği olarak görülmekte ve düşünceler serüveni olarak tanımlanmaktadır(Whitehead)
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T:
      Dinin tanımı: Dinlerin çok fazla sayıda olması dinin net bir tanımını da oldukça güçleştirmektedir. Çünkü “din” kelimesi bile bir Müslüman ile bir Budist’in aklında farklı bir biçimde şekillenmektedir. Bir psikoloğa göre din yaşanan bir tecrübedir. Bir sosyoloğa göre ise toplumsal bir kurumdur; bir kelamcı ise dini akılla savunulabilen bir sistem olarak görmektedir. Özellikle kitaplı dinler dediğimiz üç büyükler yani Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam inançlarına bakarak dini kişisel ve toplumsal yanı olan, fikir ve uygulama açısından sistemleşmiş, inananına belli bir yaşam tarzı ve dünya görüşü veren ve bunların etrafında toplayan bir kurumdur şeklinde tanımlayabiliriz..
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T:
      Felsefe ve Din Felsefesi =Düşünce tarihinde felsefe, dini ve ahlaki bilgilerin, inançların eleştirisi olarak ortaya çıkmıştır. Buna karşın felsefe ve din birbirine karşıt iki bilgi türü değildir. Her ikiside insan ve evren ilişkisini açıklamaya ve anlamlandırmaya çalışmaktadır. Çalıştıkları alanlarda benzerlikler çok olduğu için birbirlerinden yararlanmaları da oldukça doğaldır. Felsefe varlığın yapısı hakkında din ise sonsuzluk hakkında bir arayış içindedir. Felsefe sonsuz olanı ifade etmede kavramları, din ise sembolleri kullanır. Din felsefesini daha net bir biçimde tarif etmemiz gerekirse “Din felsefesi, dinin felsefe olarak ele alınması, dinin üzerinde düşünme ve tartışmalarda bulunmadır” Fakat ortada felsefenin kendi yapısından kaynaklanan bir sorun vardır. Her filozof kendine göre bir düşünce yapısına sahiptir. Felsefeyi tanımlamak ne denli zorsa felsefenin alt dalı olan din felsefesini de tanımlamak bir anlamda o kadar zordur. Ama bir çok filozofun belli konular üzerinde oluşturduğu belli bir disiplin göz önünde bulundurularak; din felsefesi yapmak, dinin temel iddiaları hakkında rasyonel, objektif, geniş kapsamlı ve tutarlı bir tarzda düşünmek ve konuşmaktır diyebiliriz. Din felsefesi yapan kişi konusuna “rasyonel” olarak yaklaşmalıdır. Yani “Tanrı’nın varlığı” “Ruh’un ölümsüzlüğü” gibi kavramları akıl gücünün imkanlarını kullanmaya çalışarak temellendirmelidir. Bu da nereye kadar başarılabilirse oraya kadar şeklindedir. Aynı zamanda “ geniş kapsamlı” bir biçimde konulara eğilmelidir. Dinin sorunları üzerinde fikir yürütürken konuyla ilgili tarihi, ilmi, mantiki bütün verileri ele almak zorundadır. Hatta konuya ilişkin karşıt söylemlerin ne olduğuna da bakmalıdır. Ayrıca filozofun ortaya koyduğu görüşler arasında bir tutarlılığın olması da esastır. Görüşlerde tutarsızlığı görebilmek için oldukça iyi eleştirilere ihtiyaç vardır. Özellikle bu ve benzeri araştırmalarda dinin lehine ve aleyhine yaklaşmak yerine dini olduğu gibi incelemeye tabi tutmak “objektif” bir biçimde yaklaşmak esas olmalıdır. Bütün bunların yapılmasındaki yegane gaye Felsefi yaklaşımın esas olarak dile getirme, açıklama, kaynaştırma, bütünleştirme ve değerlendirmedir. Din felsefesi aynı zamanda dinler üzerinde ciddi araştırmaların yapılması için özel bir basamaktır. Böylelikle din konusunda herkes başıboş bir biçimde kendi özgür görüşlerini, yorumlarını sağa, sola savuramaz. Din tarifimizi Yahudilik, Hristiyanlık ve İslam gibi üç büyük kitaplı dine göre yapmaya kalktığımızda din, kişisel ve toplumsal yanı bulunan fikir ve uygulama açısından sistemleşmiş olan, inananlara bir yaşama tarzı sunan, onları belli bir dünya görüşü etrafında toplayan bir kurum olarak karşımıza çıkmaktadır. Aslında Tanrı’nın varlığının ispatı gibi konularda bu üç büyük din birbiri ile oldukça yakın ilişki içindedir. Çünkü her biride yaratıcı kavramı açısından tek bir Yaratıcının varlığına inanma durumundadırlar. Bu nedenle bir İbn Meymun, bir Thomas Aquinas’ın Farabiden ya da Müslüman düşünürlerin, Hristiyan ya da Yahudi düşünürlerden etkilenmesi oldukça doğaldır. Bütün bunların üstünde söylemek gerekirse felsefenin özü düşünmektir; dinin özü ise, Gazalinin deyimiyle ruhani bir zevk halini yaşamaktır(Kitabu’l Arba’in, 2.bsk. Kahire 1925, s.8vd.)
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T:
      Nazan hanım değerli katkılarınız için çok teşekkürle emeğinize sağlık. Felsefe bir etkinlik olduğudan öğretilemez yapılır denmesi doğru bir yaklaşımdır. Din ve felsefe ; felsefe tarihine baktığımızda bu konuda çok farklı görüşler karşımıza çıkar . Bana göre dinin kendiside bir felsefedir; yalnızca kullandığı terminoloji biraz farklıdır . Dediğimiz gibi insan aklının en üst etkinliği olan felsefe insanın içerisinde yaşadığı evrene ve içerisinde yaşayan kendisine yönelip sorgulamaya başlamasıyla doğmuştur. İnsan evreni ve kendisini anlamaya ve açıklamaya çalışma cabasıdır felsefe, yine yöneldiği bu konuları anlamasını ve açoklasını gerçekleştiren aklını ve sınırlarını da sorgular yine aklıyla işte buna reflektion denir. Felsefe insan aklının bu üstünlüğünden doğar. Din ise evreni ve içerisindekileri yaratan Tanrının yarattıkları hakkında bunları kavramaya uygun olarak yarattığı insana bunlarla ilgili verdiği bilgiler ve onun sorumlulukları hakkındaki sistemli ve düzenli bilgiler bütünüdür. Tanrı yarattıkları hakkında mutlak doğru bilgi sahibi ( omniscience ) olduğundan felsefeciler gibi olabilirlik ifadeleri değil mutlak doğruluk değeri taşıyan ifadeler kullanır.
      Bellum omnium contra omnes
      Yapılacak bir tek şey kalmışsa hiç bir şey yapılmamış demektir.
      Din şüphesiz bir imanı felsefe ise tartışmayı savunur. Bu anlamda dinin temelinde "LA" vardır. "LA" Lailahe illallah"ın başlangıç kısmıdır ve REDDETMEK anlamını taşır. Yani Allah'tan başka herşeyi Reddetmek vardır. İman bu noktadan sonra şekillenir.
      Tarihte çok tartışıldı. Burada da kapalı bir şekilde tartışılmıştı. Acaba Tasavvuf ve din anı şeyler midir? Diz'in felsefesi yoktur ama Tasavvufun vardır. Osmanlı döneminde ve öncesinde ehli tasavvuf bir çok ulemanın şeriat mahkemelerinde yargılanıp idam edildiklerini de biliyoruz. Yani Osmanlının bir döneminde tasavvufun dinden farklı bir şey olduğu idda edilmiştir. Bu İmam Gazali'de açıkça görülmektedir. Tasavvuftaki felsefenin dinden farklı bir şey olduğuna dair bir çok tartışma yaşanmış ve üzerine bir sürü kitap da yazılmıştır.
      Bu tartışmalar insanlık tarihi kadar da eskidir. "Tasavvufun kaynağı dindir ama tasavvuf dinin kendisi değildir. Çünkü tasavvufta insan aklı vardır" görüşü tüm dinlerde zamanında kabul görmüştür. Hindistan'ın, Tibet'in, Çin'in tasavvuf anlayışları için de aynı şeyler geçerlidir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      DİN FELSEFESİ

      Din felsefesi, dini konu edinen, dinin temellerini ve öğelerini ele alan, sorgulayan felsefe dalıdır. Başka bir deyişle din felsefesi, dinin felsefe açısından ele alınması, din hakkında düşünme ve açıklamadır. Din felsefesi dine ahlak ve sanat felsefelerinde olduğu gibi rasyonel, objektif ve eleştirel olarak yaklaşır.
      Dine Felsefi Açıdan Yaklaşım:
      Dine felsefi yaklaşım her şeyden önce din gerçeğini kabul eden ve anlamladırmaya çalışan bir yaklaşımdır. Dini dinin temel kavramlarını ve inançlarını değerlendirmek, din gerçeğine eleştirel bir gözle yaklaşmakla olur. Bunu da felsefe yapabilir.
      Din felsefesi, dini tanımlamaya, açıklamaya ve anlamlandırmaya, dinsel kavramları ve davranış biçimlerini felsefi temeli üzerinde savunmaya ya da eleştirmeye, dinlerin kullandığı dili çözümlemeye yönelik felsefe araştırmalarından meydana gelir.

      Teoloji İle Din Felsefesinin Farkı:
      Teoloji (ilahiyat) de tıpkı din felsefesi gibi dini ve Tanrıyı konu alır. Teoloji, doğrudan doğruya inanca dayanır; inancın sınırları dışına çıkmaz. Teoloji açıklamalarında Tanrının gönderdiği kutsal kitaplara, peygamberlerin bildirdiklerine ve din alimlerinin yorumlarına dayanır.
      * Teoloji dogmatik ve otoriteye dayalıdır, din felsefesi özgür düşünme, nesnel olma ve sorgulamayı temel alır.
      * Teolojinin amacı inananların inançlarını güçlendirmektir, din felsefesi ise dinin ilkelerini sorgular kişilerin dindar olmalarına çalışmadığı gibi inançları sarsmaya da kalkışmaz.
      * Teoloji belli bir dini ele alırken, din felsefesi genel olarak din ya da dinleri ele alır.

      Dinin Felsefi Temellendirilmesi:
      * Felsefe dini temellendirirken dine rasyonel açıdan bakmak zorundadır. Akla dayanmalıdır. Tutarlı olmalı çelişkilere düşmemelidir.
      * Felsefe dini temellendirme çabasında nesnel olmak ve eleştirel bir tavır takınmak durumundadır.
      * Felsefe dini temellendirirken, konuya olabildiğince geniş kapsamlı ve kuşatıcı bakışla yaklaşmalıdır.
      * Din felsefesi nesnel olmak zorundadır. Nesnel olmak, dogru olana varmak amacıyla taraf tutmadan inceleme yapmak, yargıda bulunmak demektir.
      * Teoloji belli bir dini ele alırken, din felsefesi genel olarak din ya da dinleri ele alır
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T:

      HOŞUMA GİTTİ SİZLERLE PAYLAŞMAYI İSTEDİM ARKADAŞLAR.:)

      KENDINI DüşüNME
      Bir gün sormuşlar ermişlerden birine. “Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?”

      “Bakın göstereyim” demiş ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasından da derviş kaşıkları denilen bir cadence boyunda kaşıklar.

      Ermiş

      “Bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz” diye bir de şart koymuş. “Peki” demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

      Bunun üzerine “Şimdi…” demiş ermiş. “Sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe.” Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. “Buyrun” deyince her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içmişler çorbalarını. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan.

      “İşte” demiş ermiş. “Kim ki hayat sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır. Şüphesiz şunu da unutmayın. Hayat pazarında alan değil veren kazançlıdır her zaman…“
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T:

      DEVLET OTORITESI ILE INSAN FELSEFESI ARASINDAKI BAGLAR

      Yahudi kökenli Alman felsefeci Hannah Arendt, 1960 yılında Arjantin’de yakalanarak Kudüs’te yargılanan Nazi savaş suçlusu Otto Adolf Eichmann’ın yargılanışını, "yüzyılın davası" olarak niteler.

      “Kötülüğün Sıradanlığı Üstüne Bir Çalışma: Kudüs’teki Eichmann” adlı eserinde Arendth, Yahudi soykırımı sırasında Avrupa’nın her yerinden toplama kamplarına getirilen Yahudilerin nakledilmesiyle görevli Eichmann’ın, mahkemede yaptığı savunmada söylediği “sadece, yasalara uygun olarak görevimi yerine getirdim” cümlesinin ardında yatan “devlet memuru” mantığını da farklı bir biçimde eleştirir.

      Arendt bu kitapla, “görevini yerine getiren yurttaş” söyleminin sıradanlığını ve bu sıradanlığın ardında yatan milliyetçi ulus-devlet idealizminin kötülüğünün derinliğini tüm dünyaya gösterir.

      “Bürokratik, sığ ve basmakalıp bir cümle kurmaktan öteye geçemeyen aciz bir insan” olarak tanımladığı Eichmann’ın duruşmalar sırasında yasalara dayandırdığı soğukkanlı açıklamalarını, “kör bir itaat” olarak niteleyen Arendt; Eichmann’ı suçlu yapan şeyin, “asla aptallıkla aynı olmayan saf bir düşüncesizlik” olduğunu belirterek, bütün bir Nazi Almanya’sının ve gerisinde yatan, tüm dünyaya model olan bürokratik sistemin, dünyanın her yerinde daha nice Eichmann’lar çıkaracağını da yalın bir ifadeyle anlatır.



      “Kötülüğün Sıradanlığının” bir göstergesi olan bu ne yaptığını düşünmeden ve bilmeden yapma halinin dayanağı olan kamu ahlâkı ve politik yargının gerisindeki insan yaşamını kuşatan sistemi de açığa çıkarır.

      Bugün tüm dünyada kabul edilmiş Yahudi soykırımının işleyişi sırasında sadece terfi etmek ve “iyi vatandaş” olmak için görevini sorgulamadan yerine getiren Eichmann’ın cinayetleri, şeytani bir zekanın ürünü olarak gerçekleşmez. Akıl dışı ve kahramanca bir vatan savunması da olmayan bu eylemler, daha iyi ve diğerlerinden yalıtılmış bir toplum yaratmak üzere gerçekleştirilir.

      “İyi birey, iyi devlet memuru ve iyi vatandaş”
      İdama giderken bile “bayağılığını ve sıradanlığını” koruyan cümlelerini, ezberinden tekrar eden Eichmann’ın kötülüğü; insan doğasında var olan felsefi bir arayışın dış dünyada vuku bulan bir tezahürü değildir.

      Eichmann’ın cinayetleri, “iyi birey, iyi devlet memuru ve iyi bir vatandaş” olması istenen bir toplumun öngördüğü biçimde yaşayan sıradan bir insanın, elinde bulundurduğu gücü ve konumu; kişisel vicdan ve bireysel yetisini kullanmadan otomatik bir şekilde hareket ederek, “olağandışı bir durumda” uyguladığı kararlarının bir sonucudur.

      Görünürde hiçbir suç işlemeyen ve yasal prosedüre göre davranarak işini yapan “devlet görevlisi” Eichmann’ın, işlediği insanlık suçunun vahametini “olağandışı durum” ortadan kalktığında dahi anlayamamasının nedeniyse, görevine olan bağlılığı ve Hitler Almanya’sının belirli bir dönemde çıkardığı diktatörlük yasalarının meşruluğuna olan inancıdır.

      Bu meşruiyet, o dönemde SS subayı Nazi Alman çoğunluğun elinde bulunarak kamusal alanda meşruluğunu ilan etse de, II. Dünya Savaşı’nın yarattığı atmosfer biter bitmez tüm dünyayla birlikte Almanların Nazilerin dışında kalan bireyleri (tümü Yahudi olmasa da) Yahudi katliamının sorumlularının yakalanması için çaba göstererek, Eichmann’ı yargılatabilmiştir.

      Hitler’e, bütün Yahudileri gaz odalarına ve fırınlara gönderme yetkisini sağlayan güç, iktidar mekanizmasının yarattığı sonsuz Tanrısal ve politik doğruluğun ardında yatan illüzyonun kırılmasıyla birlikte, “banal kötülüğünü” gösterir.

      Bütün bir Avrupa siyasi düşüncesinin temelinde yatan sömürgeci ulus devlet mantığının meşruiyetini, Aydınlanma düşüncesinin Tanrı’nın yerine insan aklını koyarak, insanı “ben” ve “ötekiler” olarak ikiye bölen düalizminden alan yasallığı; bütün bir toplumu yasa koyucu hak sahibi resmi görevliler ve bu hakkın uygulandığı kurbanlar olan itaatkâr sivil bireyler olarak ikiye böler.

      Eichmann’ın savunmasında görülen inançlı devlet görevlisi mantığı da, bu bölünmüşlüğün bir yansıması olarak devlet adına suç işlemeyi meşrulaştırır ve suçlanmak yerine takdir beklediği açık olan Eichmann’ın suçlarını hafifletmez.

      Bir dönüm noktası olarak Eichmann davası
      Yasaların, uygulayıcısına vicdan payı bıraktığı meşruiyet; köklerini gerçekte kamusal vicdan ve ahlâktan alır ki bu da, evrensel ahlâk ve vicdan yasalarına göre dış dünyaya bakarak, karar verme yetisinin tekilliğini sağlar. Bu tekillik ise, insanlık adına “devlet görevlisi” kimliğiyle değil, insan olarak “öldürmemeyi seçiyorum” demeyi ve Hitler Almanya’sının Nazi soykırımına suç ortaklığı etmemeyi gerektirirdi.

      Ancak, Eichmann vakası, bu durumun tam tersini göstererek; yüzyılın en korkunç savaş suçlarından birini işleyen Otto Adolf Eichmann’ın “iyi bir vatandaş” olarak hem yasal hem de politik anlamdaki haklılığını, “başka bir olağan durumda” doğrulayamadı ve Eichmann, binlerce Yahudi’nin ölümünden sorumlu tutularak idam edildi.

      İnsanlık tarihinin bir dönüm noktası olan bu dava; bugün tüm dünyada yaşanan sessiz katliamların, günün birinde başka olağan ve mümkün yargılamalarda, başka bir adaletin var olabileceğini insanlığın ortak hafızasına örnek teşkil edecek şekilde gösterir.


      Düalizm nedir:

      herhangi bir alanda birbirlerine indirgenemeyen iki karşıt ilkenin varlığını ileri sürme... bircilik ve çokçuluk terimleri karşılığıdır.

      felsefe alanında ilk dualist, antikçağ yunan düşünürü anaksagoras’tır. anaksagoras, özdekle ruhu kesin olarak birbirinden ayırıyor ve sonsuza kadar da birbirlerinden ayrı kalacaklarını söylüyordu. anaksagoras’ın nus adını verdiği bir ruh özdeksel yapıdadır ama yaratan olmak bakımından yaratanın karşısında bulunmakla, beraber birbirine indirgenemeyen temelli bir ikilik meydana getirir.

      fransız düşünür descartes de evrendeki bütün gerçeklikleri birbirine indirgenemeyen ruh ve özdek ikiliğinde toplar. dualizm, temelde tanrılık yer (öte dünya) ile insanlık yer (dünya) ayrımını ileri süren dinsel ikicilikten yansımıştır ve evrenin özdeksel birbirini yadsıyan gerici bir görüştür. dualistlerin tümü idealisttir, çünkü özdensel yapının karşısında bir de ruhsal yapı olduğunu kabul ederler


      İdealizm nedir;
      , felsefede, en geniş anlamıyla, dinsel güçlerin evrendeki tüm süreçleri ya da olup bitenleri belirlediğini savunan tüm felsefe öğretilerini içerecek biçimde kullanılan terim.Varolan her şeyi "düşünce"ye bağlayıp ondan türeten; düşünce dışında nesnel bir gerçekliğin varolmadığını, başka bir deyişle düşünceden bağımsız bir varlığın ya da maddî gerçekliğin bulunmadığını dile getiren felsefe akımını niteler.

      İdealizm, varlığın düşünceden bağımsız olarak varolduğunu kabul eden "gerçekçilik", "maddecilik" ve "doğalcılık" felsefe anlayışlarının tam karşı kutbunda yer almaktadır.

      Felsefede İdealizm, dünyanın temellendirilmesinde en önemli görevin, bilince ya da maddi olmayan zihne yönelik bir gerçeklik kuramı geliştirmek olduğu düşüncesi üstüne kurulmuştur. İdealizm anlayışının temelleri önce Platon'un "Idealar Dünyası Kuramı" yla atılmış olmakla birlikte, daha sonra çeşitli filozoflarca sunulan izahlarla güçlendirilmiştir.

      Metafizikte idealizm, bütün fiziksel nesnelerin bütünüyle zihne bağımlı olduğu, onların bilincinde olan bir zihin olmaksızın metafizik anlamda hiçbir varlıkları olmadığı anlayışına karşılık gelmektedir. Bir başka deyişle, metafizik idealizme göre gerçeklik her durumda zihne bağımlı olduğu için gerçekliğin gerçek bilgisi ancak tinsel bir bilinç kaynağına başvurularak elde edilebilirdir. Buna karşı, idealizm ile taban tabana zıt bir konuma yerleştirilip temellendirilen Maddecilik, zihnin ya da bilincin bütünler halinde fiziksel öğeler ile süreçlere indirgenebileceğini savunmaktadır.

      İdealistler; doğadaki şeyleri ya da nesneleri, her şeyin özünü oluşturan tek bir gücün ya da enerjinin geçici görünümleri olarak görür; varlığın tüm görünüşlerinde tek bir anlamın yattığını düşünür; varoluşu tek bir birlik olarak algılar; aklın sağladıklarının dışında gerçekliğe ulaşmanın olanaksız olduğunu öne sürer; gerçekliği "idea"olarak belirleyip maddeyi bunun bir yansıması sayar.

      Felsefi anlamda idealizm dünyanın yalnızca düşüncelerin, zihnin, ruhun, ya da daha doğrusu, fiziksel dünya varolmadan önce varolan İdeanın bir yansıması olduğu görüşünden hareket eder. Duyularımızla bildiğimiz maddi şeyler, kusursuz İdeanın kusurlu kopyalarıdır. Antik dönemde bu felsefenin en tutarlı savunucusu Platon'du. Ancak idealizmin başlangıcı M.Ö. 6.yüzyıl a, ilkçağ Yunan felsefesinde Ksenophanes'e değin uzanır. Ksenophanes , çok olanı Bir'e indirgemiş ve bu Bir'i "tüm düşünme" olarak belirlemiştir. Ksenophanes'in öğretisi günümüzde metafıziğin kurucusu olarak gösterilen öğrencisi Parmenides 'in kurduğu Elea Okulu eliyle daha bir gelişim göstermiştir: "Varlık, değişmez ve birdir; özne ve nesne bir ve aynıdır."

      Platon'a göre "gerçek varlık idea, 'düşünce varlığı'dır." Platon "düşünülür dünya" (idealar dünyası) ile "duyulur dünya" (görüngüler dünyası) ayrımına gitmiş; duyulur dünyayı gölgelerden ibaret bir görünüşler dünyası olarak betimlerken, düşünülür dünyayı değişmez gerçeklikler diye gördüğü idealardan oluşan gerçek dünya olarak ilan etmiştir.

      Aynı fikir Kant'tan önce İrlandalı rahip ve filozof George Berkeley ve klasik İngiliz ampiristlerinin en sonuncusu David Hume tarafından ileri sürülmüştü. Temelde şöyle özetlenebilir: "Dünyayı duyumlarım aracılığıyla yorumlarım. Bu nedenle, varolduğunu bildiğim tek şey duyu izlenimlerimdir. Örneğin bu elmanın varolduğunu söyleyebilir miyim? Hayır. Tüm söyleyebileceğim, onu gördüğüm, hissettiğim, kokladığım, tattığımdır. Bu bakımdan, gerçekte bir maddi dünyanın varolduğunu hiçbir surette söyleyemem." Öznel idealizmin mantığına göre, eğer gözlerimi kaparsam dünya varolmaktan çıkar. Her ne kadar Berkeley idealist düşünceye önemli katkılarda bulunduysa da, idealist düşünce asıl gelişimini Kant 'la birlikte göstermiştir.

      Kendi felsefesini "madde tanımazcılık" diye adlandıran Berkeley 'e göre ise; iki tür gerçek varlık -tinler (zihinler) ve idealar- söz konusudur; fiziksel nesneler ise duyusal ideaların toplamıdırlar. Dolayısıyla, Berkeley'e göre, bir elmayı algıladığımızı söylediğimizde doğrudan farkına vardığımız duyusal görünüşlerin bir toplamıdır. Bundan dolayı sınırlı bir zihin tarafından algılanmayan şeyler yokturlar; şeyler zihnimize sınırlı zihin tarafindan algılandıklarında ulaşırlar: "varolmak algılanmış olmaktır." Berkeley şeyleri, onlara atfettiğimiz niteliklere ilişkin duyu deneyimimizden soyutlayarak kavrayamayacağı düşüncesinden hareket ederek, fiziksel nesnelerin varoluşunun algılanmak olduğunu, fiziksel nesnelerin yalnızca idealar olarak varolduklarını ileri sürer. Berkeley 'in fiziksel şeylerin, onları algılayan kimse olmadığında da var gözükmeleri sorusuna yanıtı, onların Allah'ın hafızasında varolduklarıdır. Düşüncemizde şeylerin varlığını yaratan yegane güç Allah'tır.

      SELAMLAR OLSUN..!

      KURBAN BAYRAMI

      Kimimiz.. zevk-i sefada;
      Yokluk,cefada kimimiz..!
      Dostlar.. geldi kurbanda;
      Mubarektir bayramımız..!

      Coşkun.. akar ırmaklar..!
      Gönüllere neş-e dolar..!
      Bizi.. sevenlerimiz arar..!
      Ne güzeldir bayramlar..!

      Bizler..görüşmesekte;
      Eller hiç birleşmesede;
      Sevdiklerimiz yürekte..!
      Gönlümüz hep birlikte..!

      Seven.. sevilen bir olsun..!
      Yüreklere huzur doysun..!
      Evler.. bereket ile dolsun..!
      Bayramımız kutlu olsun..!

      SEVGİ VE SAYGILARIMLA

      NAZAN T.
      Resimler
      • Kurbanbayrami016.jpg

        182.55 kB, 0×0, 390 defa görüntülendi
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T:

      SELAMLAR OLSUN....

      Var oluşumuz bir ceninin ana rahmindeki canlılık belirtileriyle başlar.. Kimi anneye,babaya ve sevenlerine bir müjdedir..Aileye canının parçasından can..kanından bir beden,ruh oluşumudur;sevenlerine neş-e dir,sevinçtir,mutluluktur..ve en önemlisi de sorumluluktur.
      Dünyaya ilk gözlerini açtığında ilk soluğun var olduğunu ispat edercesine ince,narin sesine bakmadan çığlıklar atar varım..varım..varım..der gibi. Yaşamındaki hayat dansı başlar;doğanın,hayatın dünyanın bulunduğu ortamın bir parçasıdır.Irkı,dini,vatanı,kimliği…v.b. bellidir; ecdadının varisidir. Maddi,manevi yeni oluşumda bütünleşilir.sevenleri verilebileceklerin en iyisini vermek isterler her zaman.Yoksulluk yada zenginliklerini değil var oluşlarını çoğalışlarını yaşarlar hissiyatlarında..
      Varlıklarından mutlu olduklarımız hayat kaynağı
      Varlığımızla mutluluk duyanlar bize can yoldaşı
      Bu can..arkadaş,dost,yürekte güzellik,vatan aşığı
      Müslüman ve Türk doğduk;eyilmez Türk’ün başı


      SEVGİ VE SAYGILARIMLA...

      NAZAN T.
      Resimler
      • SEVGÝ VE DOSTLUK.jpg

        25.5 kB, 0×0, 322 defa görüntülendi
      • DOSTdediðin.jpg

        46.59 kB, 0×0, 269 defa görüntülendi
      • GÖNÜL DOSTLARIMA.jpg

        31.42 kB, 0×0, 232 defa görüntülendi
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T:

      SELAMLAR OLSUN....

      Yıllar eskirde.. benim savaşım eskimiyecek..!
      Işık sönerde..benim cesaretim sönmeyecek..!
      Şavaşımda dostluk var..düzeyli,samimi,içten..!
      Cesaretimde dürüst doğruluklardır taa yürekten..!

      Yeni yılın bahar güneşinin kır çiçeklerine doğması..çiğ taneciklerinin çiçeklere hayat vermesi.. tadında gelmesini..bir gününüzün diğerinden daha mutlu..daha sağlıklı..daha neşeli.. daha bereketli geçmesini diliyorum..


      SEVGİ VE SAYGILARIMLA..

      NAZAN T.
      Resimler
      • YENÝ YIL.gif

        81.48 kB, 100×120, 240 defa görüntülendi
      • yeni yýl.jpg

        34.86 kB, 0×0, 222 defa görüntülendi
      • mutlu yýllar.jpg

        32.04 kB, 0×0, 276 defa görüntülendi
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T:

      SELAM OLSUN SEVGİ ÜSTÜNE

      SEVGİ İNSANIN YÜREĞİ
      SEVGİ İNSANIN DİLEĞİ
      SEVGİ İNSANIN DİREĞİ
      SEVGİ AH BU SEVGİ

      OLMAZSA İÇİNDE İNSAN SEVGİSİ
      YÜREĞİN ÇIRPINIR KALBİN PIR PIR
      NASILDA VURUR FARKEDE BİLSEN
      UÇURUR SONSUZA İŞTE BU SEVGİ

      DOĞURUR ANALAR ÇOCUKLARINI
      EMZİRİR KUCAKTA YILLAR BOYUNCA
      ÖZLEMİ DÜŞTÜMÜ YÜRECİĞİNE
      UÇURUR GÖTÜRÜR SENİ BU SEVGİ

      KİMİ GÖNÜL KERVANI DEER AKPILIR GİDER
      KİM ZAMAN DEVRANI DER SÜRÜLÜR GİDER
      ŞİMDİ GURBET ELE SONRA SONSUZA
      ANLAMADAN ALIR SENİ GİDER BU SEVGİ

      CUNDALI SEVGİYİ BAZEN İŞLİYOR
      İNSAN HAKİR GÖRENLERİ DIŞLIYOR
      GÖNLÜ SEVGİ DOLANI GÜMÜŞLÜYOR
      İŞTE ONU ALIR GİDER BU SEVGİ

      Maksut DEMİRCİLER