Türkçenin Türkiye'deki Durumu

      Türkçenin Türkiye'deki Durumu

      Türkçenin Türkiye'deki Durumu
      A.Altan Ekşioğlu

      Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy nin eşi, Fransa nın first lady si, İtalyan asıllı eski manken Carla Bruni, Fransızlarla ilgili değerlendirmeler yaparken, Paris i “yaşanmaz ve dayanılmaz bir kent”, Fransızları soğuk ve kısa boylu erkekleri Napoleon ve Sarkozy yi örnek göstererek- çekici bulduğunu belirtmiş.
      Bunlar magazincileri ilgilendiriyor olabilir. Onların alanına girmek istemem. Bence asıl üzerinde durulması gereken Bayan Bruni nin Fransızlar hakkında ‘ Hele dilleri ile ilgili bir problem oldu mu deliriyorlar. Her şeyin Fransızca olmasını istiyorlar’ tarzındaki ‘eleştirisi,’Fransızlara imrenmeme neden oldu. Bayan Bruni, övünülecek bir özelliği eleştirilecek bir davranış olarak sunuyor ya da gazeteler öyle yansıtıyor. Bunları okuyunca Türkiyemizde Türkçe’nin nasıl “tü kaka” edildiğini, geçmişteki Arapça ve Farsça egemenliğinden sonra günümüzde, kendini reddetme, küçük görme anlamına gelebilecek düzeyde nasıl batı dillerinin – özellikle İngilizce nin- istilasına uğradığını içim burkularak düşündüm. Ve acı bir örnek olarak, Batı ya özellikle ABD ye göbekten bağlı olduğunu düşündüğümüz Arap ülkelerinde ‘burc’ kullanılırken bizdeki ‘tower’ lar, ‘centre’ lar ‘town’ lar gözümün önüne geldi. Girin Abdi İpekçi Caddesine, girin Bağdat Caddesine ve benzeri caddelere, Türkiye de olduğunuza inanamazsınız. Ev yok, ‘residance’ var, Ali’nin köfte lokantası değil, ‘Ali’s’ var artık.‘Toyshop’lar, ‘bookshop’ lar, reastaurant’lar,’outlet’ler doldurmuş caddeleri. İşyeri adlarının ancak yüzde biri ya da bilemedin yüzde ikisi Türkçe. Bu gidişle birkaç yıl içinde onların da batı dillerinden alınma bir sözcükle değiştirileceği kesin gibi. İşin traji komik yanı ise, bu denli yabancı dile ve yabancıya hayranlığımıza, sokakların birer canlı ‘yabancı dil laboratuvarına dönüştürülmesine karşın, yabancı dil eğitiminde ‘nal topluyor’ olmamızdır. İnsanlarımızın işyerlerine yabancı ad vermelerinin temelinde kısa vadeli çıkarlar yatmaktadır. Çünkü onlar biliyorlar ki batılı bir ad halkın üzerinde, satılan malın kalitesinden daha büyük bir etki bırakacaktır. Türkçe bir ad taşıyan yerin müşterisi olmak, alt tabakadan biri olmakla eşdeğerdedir onlara göre. ‘Trend’i yakalamanın en kolay yolu, batıyı çağrıştıran mekanlarda bulunmaktır. Böylece müşterinin statüsü yükselirken mekanın cirosu da artmaktadır ve her iki taraf da kazançlı çıkmaktadır. Halkımızın Türk’e ve Türkçe ye karşı tutumunu en güzel açıklayacak örneklerden biri de, bu güne dek 19 İngilizce kitap yazan ve yayınlayan bu satırların yazarının deneyimleridir. Dil öğretimi alanında yazdığımız bu kitapların, içerik açısından benzeri yabancı yayınlardan hiç de aşağı kalmamasına ve bu gerçeğin çoğu yabancı dil öğretmenlerince kabul edilmesine karşın, gerekli ilgiyi görememesinin temelinde, kitabın yazarının bir Türk olması, kitapta Türkçe adlar geçmesi ve olayların Türki ye deki mekanlarda geçmesi yatmaktadır. Adımı yazmamayı, onun yerine uydurma, diyelim ki George Brown yazmamı, Yayınevi olarak da bir yabancı ad bulmamı içtenlikle öneren pek çok kitapçi, okul müdürü ve öğretmen tanıdım. Bu önerilere kulak verdiğim takdirde kitapların satışının dörde, beşe katlanacağı inancı vardı tümünde. Kendini, ulusunu ve ülkesini reddetmenin ve aşağılık kompleksinin bundan daha açık bir örneği olabilir mi? İnsanlar kişisel çıkarları için kimi zaman kısa vadeli düşünebilirler. Ama devlet, özellikle var olmasının temel öğelerinden sayılan dil ve kültürel alanda seyirci kalamaz. ‘Yasak’ la her şeyin kalıcı bir çözüme ulaştırılabileceğine inanmıyorum fakat etkili kampanyalarla ulusal bilinç güçlendirilerek halkın kendi öz değerlerine sahip çıkması sağlanamaz mı? Ulu önder Atatürk döneminde verilmeye başlanan, -bir hayli de başarılı olan ulusal bilinç kavramı yeniden canlandırılarak dilimizin diğer diller karşısında ikinci, hatta üçüncü plana itilmesinin önüne geçilemez mi? Başta hükümet yetkilileri olmak üzere, tüm yazılı ve görsel basını ve içinde kendisine ve ulusuna saygı duyan her bireyi göreve davet ediyorum. Keşke bizim de bir müstakbel yengemiz olsa da, Bayan Bruni’nin Fransızları eleştirdiği gibi bizleri de eleştirse. Hatta yerden yere vursa. Fransızlar Bayan Bruni’ye, şimdiki Bayan Sarkozy ye, Fransızların bu güzel özelliğini vurguladığı için teşekkür borçludur.
      Sevgili Ahmet Kardeşim;
      Bundan 2 sene kadar önce ülkenin büyük bir holdinglerinden birinin Bakanlığımızdan alması gereken bir izin inceleme evrakları bana gelmişti. Baktım ki evraklar yarı Türkçe yarı İngilizce evrakları incelemeden “Türkçe değil” gerekçesi ile geri gönderdim. Bu arada bazı arkadaşlarımız “Evrakları anlayamadınız mı?” diye sorunca “Anladım!” dedim. “O halde neden inceleyip gerekli izni vermediniz?” deyince; “Türkçe değildi!” dedim. Konu tartışılmaya başlayınca Dış İşleri Bakanlığını aradım. Gördüm ki Dış İşlerinin bu konuda bir uygulaması da var. AB İlişkileri statüsünde Karşılıklılık İlkesi gereği AB ülkelerinin tamamı bu ilkeyi birbirlerine karşı uyguluyorlar. Fransızların bu konuda bir de “Fransızcayı Koruma Yasası” var. Bu yasa çok ilginç ve katı bir şekilde de uygulanıyormuş.
      Diyelim ki Fransız bir bilim adamı Türkiye’ye yada dünyanın herhangi bir ülkesine bilimsel bir sempozyum için geldi. Salonda da 3-4 dilde anında çeviri yapılıyor ama tercümelerde Fransızca yok. Fransız bilim adamı diğer dillerin tamamını bilse de salondan çıkmak zorunda. Eğer çıkmazsa Fransız Dilini Koruma Kanununa aykırı davranmaktan yargılanıyor. Onlarda durum bu ama bizde ticari işletmelerde neredeyse 1 tane Türkçe isim yok.
      Sevgili Ahmet Kardeşim;
      Bir milleti var eden ve yaşamasını sağlayan 3 tane önemli unsur vardır. Sırası ile yazarsak Dil, Kültür ve Din’dir. Bunlardan Dil ve Kültür’ün etkinliği Din’den daha güçlü ve önceliklidir. Eğer bir ülkede Dil ve Töre yok olur yozlaşırsa o ülke tarihten de yok olur. Buna tarihten onlarca örnek verilebilir.
      Bilge Kağan meşhur kitabesinde; “Ey Türk! Çin’in yumuşak ipeğine ve güzel kadınına kanma. Eğer bunlara kanarsan kız çocukların Çin Sarayında cariye erkek çocukların köle olur” derken kastettiği Çin’in kültürel değerleri ve kültür emperyalizmi idi. Atatürk’ün Türk Dili hakkında söyledikleri de Bilge Kağan’ın söylediklerinden farklı değildir.
      Günümüzde ülkenin dil konusundaki durumunu görünce Bilge Kağan’ın bin yıl öncesinden söylediklerinin gerçekleştiğini görmek mümkün. Gençlerimiz sahiplendiği kültür ile kendi ülkelerinde “Çin Sarayının” kölesi ve cariyesi gibiler.
      Bu durumdan çıkmak o kadar zor olmadığı için ben hala ümitvarım. Şartlar oluştuğunda dönüşümüz de çok kolay olacaktır. Yeter ki Türkiye bölgesindeki tarihi misyonunu tekrar üstlenmeye karar versin.
      Selam ile…
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Türkçe Konuş..türkçe Yaz..!

      ..!
      Resimler
      • türkçemiz yoşlaşiii.jpg

        65.06 kB, 0×0, 1,472 defa görüntülendi
      • 4 dil biliyor.jpg

        74.12 kB, 537×480, 2,543 defa görüntülendi
      • TÜRKÇEKONUŞ YAZ.jpg

        26.85 kB, 0×0, 240 defa görüntülendi
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T: