SSCB'de Sürgün Edilen Halklar Almanlar, Avarlar, Çeçenler, İnguşlar, Hemşinliler, Kalmuklar, Karaçay

      Bu başlığın konusunu teşkil eden kitap bir planın parçası bundan eminim. Bu kitabin yazılması, basılması, dağıtılması kesinlikle "belli çevrelerce" sponse edilmiştir. Yoksa SSCB'de sürgün edilen halkları anlatmak değildir amacı.. Amaç Hemşinlilerin "dönme" Ermeni olduğunu bir şekilde daha beyinlere kazınmasıdır.

      Ömer Bey benim çelişkilerimi bulmuş kendince.. Sürgüne ve tehcire karşıymışım da... Diye..

      Ben savaşlara da karşıyım. Bence savaş; insanın henüz "İnsan" olamadığının ispatıdır. Peki bu söylem, Kurtuluş Savaşı olmamalıydı, ülkemizin işgal edilişine karşı durmamalıydık anlamına mı geliyor?

      Sürgünler ve savaşlar insanlığın en acı veren olaylarıdır. Çünkü bir çok insan, (hatta olaylarla ilgisi hiç olmayan çoluk, çocuk) bundan etkilenir. Bunlara karşı olmak, sürgün ve savaşların dünyadan, hatta sözcük olarak sözlüğümüzden çıkarılması gerektiğini savunmak hata mı?

      Ben Türkiye'den Ermenilerin de sürgün edilmesine "göbek" atan biri değilim. Bu acılar yaşanmasaydı hiç. Fakat, Türk Aydıncıklarının "Özür Dileme İmza Kampanyası" nın bunla ilgisi yok.. Bu emperyalizme yalakalık, AB ve ABD'ye şirin görünme çabasından başka olsa olsa Hayınlıktır.. Bunların aydınlığı öylesine bir aydınlıktır ki, kendi yüzlerini bile aydınlatmaya yetmemektedir.. Bu zavallılar, daha yakın zamanda Karabağ'da olanlar için bile Ermenistan'dan değil özür dilemeyi beklemek, yakında onun için bile Ermenistandan özür dileme kampanyası başlatabilirler..

      Ben; Türk Halkın'dan Özür Diliyorum..

      Biz bir yerlerde hata yaptık ki, bu Aydıncıklar meydanı boş buldu, ve böylesine alçaklıkları yapmaya cesaret edebiliyorlar.. Ama yine Halkımız rahat olsun, bu Besleme Aydınlar ??? sanıldığı kadar güçlü değildirler.. Yere taş alacak gibi bir eğilin, İt sürüsü gibi dağılacaklardır.. Emin olun..
      Kulaksız işitmek dilsiz ifade
      Canım cananındır edem iade
      Vücut bir camidir vicdan seccade
      Onun bunun çıkarına seremem
      Ömer Beyin bir sorusu daha vardı, Pazıl ne diye.. Yazılışı yanılmıyorsam Puzle, ben onu okunuşuyla yazdım. Bir resmi parçalara ayırıp, sonra bu parçaları birleştirerek resmi oluşturmak diye anlatabilirim. Eğer Türkçe yeterli bir karşılığı olsaydı kesinlikle onu kullanırdım..

      Bu olayı Pazıl sözcüğü çok iyi anlattığı için kullandım.. Çünkü elinize bir parça veriyorlar , resmin bütününü hiç tahmin edemiyorsunuz. Uygun yere kendi elinizle yerleştiriyorsunuz. Bu böyle devam ediyor.. Resim belirmeye başlayınca bir bakıyorsunuz ki, hiç farkında olmadan ve hiç istemedeğiniz bir resmin tamamlanmasına kendi elinizle neden olmuşsunuz..

      Bilmem anlatabildim mi Ömer Bey..

      Ama anlamak istediğinizi de hiç sanmıyorum Ömer Bey.. Çünkü resmin bütününü öneceden gördüğünüzü biliyorum.. Sadece görenlerin görüşünü bulandırmaya çalışıyorsun.. Bu senin Misyonun...
      Kulaksız işitmek dilsiz ifade
      Canım cananındır edem iade
      Vücut bir camidir vicdan seccade
      Onun bunun çıkarına seremem
      Momi ve Hamşetsi Olmak.....

      Özcan Alperin yönetmenliğini yaptığı kısa metrajlı bir film olan Momi; Artvin yaylalarında yüzyıllardır konuşulan bir dil olan Hemşinceye ve Hemşinlilere çekti dikkatleri...

      Bu yıl Mezopotamya Kültür Merkezi (MKM) Sinema Birimi, yöntemenliğini Özcan Alper'in yaptığı kısa film Momi 'yi kazandırdı biz izleyicilere. Uluslararası İstanbul Film Festivali'nde de gösterilen film, Artvin'in yaylalarında yüzyıllardır konuşulan bir dil olan Hemşince'ye ve Hemşinlilere çekti dikkatleri...

      Filmin yönetmeni Özcan Alper sorularımızı şöyle yanıtladı:

      Neden, Momi'lere adanmış, Hemşince bir film yaptınız?

      Biz Hemşinceyi büyükannelerimizden öğrendik. Evde, çocukken ilk öğrendiğimiz dildi. Dilin sözlü kültür aracılığıyla yaşamış olması büyükannelerin bu konuda en yetkin kaynaklar olmasını da beraberinde getiriyordu tabii. Filmde de onun için böyle küçük bir hikaye var. Çocuk birşey kaybeder ve bulmak için büyükannesinden yardım ister. Büyükanneler, elektriklerin kesildiği kış gecelerinde yanına toplanıp masallarını dinlediğimiz, başımız sıkışınca yardım istediğimiz, tam da Doğu felsefelerinde olduğu gibi yaşamın masalsı yönlerinin öğrenileceği kişidir. Bundan dolayı adını Momi koyduk filmin ve büyükannelere ithaf ettik . Film, tam da ölmekte olan bir dille çekilmiş olduğundan, büyükannelere ithaf etmek anlamlı ve gerekli de aslında.

      Okullarda Türkçe öğrenmeye başlamıştık ama, biz her fırsatta biraraya gelip Hemşince konuşuyorduk. Hem öğretmenler kızıp yasaklıyordu, hem de öğrencilerden bazıları bizi ispiyonluyordu. Ama eve dönünce başlıyorduk Hemşince konuşmaya. Zaten babaannem hiç Türkçe bilmiyor, annemin de Türkçesi pek iyi sayılmaz. Diğer yandan da Türkçeyi iyi bilmemenin acısını yaşıyoruz. Birşeyi okuyup anlayıp anlatamamak gibi... O yüzden kaçtım tarih derslerinden hep . Öğrendiklerimizi anlatmamız gerekiyordu ve bunu da bir türlü beceremediğimden, tarih dersinin olduğu günler okulu kırıyordum. Birşeyin Türkçesini bulamamanın trajikomik bir yanı var.

      Okuldan beri yazmaya çalışıyordum. Öykü denemelerim vardı. Ama o süreçte şöyle birşey farkettim. Sadece gündelik yaşamda bir dili kullanmak, o dile yazılı olarak da hakim olmayı beraberinde getirmiyor. Türkçe'ye hakim değildim. Öte yandan, Hemşince de yazı dili değildi. Sonra, kendi kendime dedim ki; madem yazamıyorum ben de derdimi görüntü olarak ortaya koyarım dedim.

      Bu filmin senaryosunu öykü olarak yazmıştım. Öyküyü Türkçe olarak yazdığımda istediğim gibi olmadığını gördüm. Hemşince ile başka birşey hissettiğime karar verdim. Tüm öykü Hemşince olunca istediğim gibi olduğunu gördüm. Bir taraftan da yaşadığım kültürün yok olmaya yüz tutmuşluğunu da göz önünde bulunduruyordum. Birilerinin manileri, destanları, günlük yaşamda konuşulan dili kaydetmesini istiyordum.

      Hemşinliler ? Onları bize biraz anlatır mısınız?

      Hemşinliler aslında kendilerine 'Hamşetsi' diyen ama tarihi kaynaklarda Hamşetsi Haylar olarak adlandırılan Hemşinli Ermeniler . Bugünkü Hemşinliler sözlü kültürden dolayı bu yönlerini pek bilmiyorlar, öğrenmişlerse de kapatmışlar zamanla. Tarihçe vermek gerekirse, benim kendi okumalarımdan bildiğim kadarıyla, yedinci sekizince yüzyılda Ani Bölgesi'nde, (o zamanlar Yüksek Ermenistan denilen bölgede) Araplardan kaçan ve Hamamaşen soyundan gelen Ermeniler ; Kaçkar Dağları'na gelerek buralara yerleşirler. Bir dönem bağımsız bir beylik olarak varlıklarını sürdürürler.

      1700'lerin başında ise Türkler buralara gelmeye başladıktan sonra, yöre bir ticaret kavşağı olduğu için, bölge üzerinde daha fazla hakimiyet kurmak üzere; Hıristiyan halka baskı uygulandığını biliyoruz. İslamlaştırma süreci başlıyor. 1680 - 1700 yılları arasında pekçok Hemşinli Müslümanlığı kabul ediyor, etmeyenler tabi göçe zorlanıyorlar. Daha çok Rusya'daki Karadeniz kıyılarıyla Türkiye'deki Karadeniz kıyıları boyunca bir dağılma söz konusu oluyor. Ve o dönemki topluluklar kendilerini Hamşetsi Haylar olarak nitelendiriyorlar.

      Dağılanlar Hıristiyanlıklarını koruyor, kalanların ise bir dönem Hıristiyanlık adetlerini yüksekteki yaylalara çıktıklarında yerine getirdiklerine dair söylentiler var. Gizli din taşıma gibi bir süreç yaşanıyor. 1900'lerin başına kadar bölgeye gelen yabancıların seyahatnamelerinde böyle notlara rastlanıyor.

      Özellikle Cumhuriyet dönemine dair hiçbir kaynak yok . Böyle bir talihsizlik var. Bugün için baktığımızda iki bölge sözkonusu.

      Bir Batı Hemşin: Rize, Fırtına kıyısında yaşayan Hemşinliler ve yükseklerde yaşayanlar.

      Bir de Doğu Hemşin.. Doğu Hemşinliler Hopa ve Borçka'da yaşayan Hemşinliler.

      Köylerde kendi aralarında Hemşince konuşarak dili koruyabilmişler. Bunun da nedeni 1945'lere kadar, Sovyetler Birliği ile sınırların açık olması. Yazın burada hayvanlarını otlatıp kışın da Batum, Gürcistan, Soğumi bölgelerinde bir yaşamını sürdürüyordu halk. Kent yaşamına fazla bulaşmadıklarından dillerini koruyabilmişler .

      Bugünden bahsedersek, hepsi geçmişini biliyor . Bazıları tamamen reddediyor, bazıları da bildiğini kendine saklıyor. Ama artık genç nüfus üniversitelere gidiyor, bilinçleniyor ve kimliğini açıkça söyleyebiliyor.

      Kısa film fikri ve Momi süreci nasıl başladı?

      Kendi kendime tarihi araştırmalar yapıp bulduklarımı, günlük yaşamın ritüelleriyle, görüntü dilinde birleştirip bir belgesel çekmeyi düşünüyordum zaten. Ama belgesel çekmek çok uzun vadeli bir süreç, onun için böyle birşey yapalım dedik. Filmde sadece bir kısa öykü anlatmadım, aynı zamanda ilk kez o dilde bir parça yapıldı. Birileri derlemişti ama, ilk kez stüdyo ortamında kaydedildi. O seste insanların konuşmaları kaydedilmiş oldu. Tam da sinemanın durduğu yerden bakınca çok da anlamlı. Sadece bir kısa film yapmadık, tarihsel bir adım da atmış olduk. İnsanların ilgisinden anladık ki, aslında insanlar yok olmakta olan kültürleri konusunda bir adım atmak gereği duyuyor.

      Sözlü kültürün bir etkisi olarak, (TV'nin de hayata yoğun olarak girdiğini düşünürsek) dil yüzde 30 Türkçeleşiyor. Örneğin modern yaşamın öğesi olarak çatalın Hemşincesi yok fakat kaşığın var. Bardak yine aynı şekilde. Yazı dili -dilbilimciler de- olmayınca; uydurarak türetme yöntemleri yaygınlaşıyor. Mesela önce şişeyi görmüş biri, muhtemelen bardağa da şuşe diyor.

      Babaannenizin, ailede bir 'bilge kişi' görevi üstlendiğini söylüyorsunuz. Onunla paylaşımlarınızı bize biraz anlatır mısınız?

      Goncoloz hikayeleri vardır. Babaannem gerçek olduğuna inanıyor tabii. Gerçi sen de ondan dinlerken gerçek sanıyorsun bir an. Goncoloz hikayeleri aslında bir tür kıssadan hisse çıkarılan öyküler. Goncoloz denilenler kötüler. O kadar kötü insanlar olmuşlar ki, öldüklerinde toprağa gömülseler dahi, toprak bile onları kabul etmez . Toprağın onları bir hafta içinde dışarı atacağına inanırlar. Yarı köpek yarı insan gibi birşey olduğu düşünülür. Sessiz yerleri tercih eder, geceleri çıkar, bağırtıları yarı insan -kendi sesiyle- , yarı köpek sesidir. Babaannem, anlattığı hikayede, kendi köyünden bir arkadaşının Goncoloz olduğunu söylüyor. Öldüğü bir hafta olmamıştı ki, zincilerle bağlı Goncolozun zincir seslerini ve kapıları kapattığını anlatır. Yılan kovma, yılan bağlama gibi başka hikayeler de var. Biri hastalandı, ona bilmem ne duası okuyorlar Hemşince. Batıl inançları da var tabi bir yandan.

      Benim tanık olduğum en güzel şey Gor . Bir nevi imece. Köyde birinin evi yapılacak diyelim. Bu bir kişininin altından kalkabileceği bir iş değil, bütün köy toplanır ve yardıma gider. Biri hastadır onun işini her evden giden birkaç kişi halleder. Gorların en güzel yanı çalışmanın eğlenceye dönüşmesi . İşin türüne göre genç kızlar bir tarafta erkekler bir tarafta türküler söylüyorlar. Gorlar tam da bir kültürel taşıma aracı oluyordu. Bir de kışlık mısırlar bağlanıp asılırdı. Bir akşam genç kızlar ve kadınlar; evlerde toplanıp türküler söyleyerek işlerini yaparlardı.

      Filme gelen tepkiler nasıl ?

      Filmi izleyen bir Hemşinliler bir de diğerleri var. Hemşinliler izlerken aldığım keyfi, hiçbir şekilde alamıyorum. Çünkü ne o dilde birşey okumuşsun, ne kayıt sesle birşey dinlemişsin ne de izlemişsin. Hemşinceyi ekrandan duymak müthiş bir heyecan, o heyecanı da anlayabiliyorum.

      Herkes çok önemli birşey yaptığımızı söyleyip, hayıflanıyorlar, niye şimdiye kadar yapılmamış böyle birşey diyorlar. Hopa'da gösteremedik daha, orada duymuşlar, yaşlı bir nine duymuş filmi ve konusunu Hemşince anlatmış... Zaten en çok ben yaşlıların filmi görmesini istiyordum . Sson yıllarda çocuklara Hemşince öğretmemek gibi bir eğilim doğdu ki, bu yanlıştı.

      Ankara'da çok hoş birşey oldu, filmi izlemeye gelen bir Hemşinli arkadaş ve Hemşinli olmayan eşi, 'Kızımız olursa adını Lusnika koyacağız ' dedi. Daha filmi izlememişlerdi bile, ama gazeteden okuyup haberleri kesip saklamışlardı. Yine başka bir örnek de kendi ailemden geldi, ablamın çocuğuna isim koyulacağı zaman küçük kardeşimin, 'Ne olur Hemşince isim koyalım' dediğini duydum. Bence bu çok önemli bir başlangıç, çünkü son yıllarda, isimler çoğunlukla Türkçe.

      Artvin'de Hopa'da daha hiç gösterilmedi. Ama orda da çok komik bir olay olmuş. Biz filmi bir CD'ye bastırmıştık, üstelik CD eksik, bozuktu. Fakat biri o CD'yi almış ve Hopa'ya götürmüş, başlamışlar kahvelerde göstermeye. Ben başı yok diye dövünüyorum, orda insanlar kahvelerde toplanıp filmi izliyorlarmış. Kısa filmin en büyük sorunu izleyicisinin olmaması iken, böyle insanların kahvelerde toplanıp izlemesi çok hoş tabi.

      Türkiye genelinde Hemşinliler kaç kişi?

      Türkiye'de benim bildiğim kadarıyla 40 bin-50 bin Hemşinli var. Bir de tabii kent yaşamı ile beraber Hemşinli olmayanlarla evlilik arttı. Hemşinlilerin çok azı memur olurlar . Kendi işlerini yapıp bağımsız olmayı seviyorlar. Onun için pek fazla göç vermemiş son yıllara kadar. Hatta 'Hopa Hemşinlilerin meslek olarak ağır vasıta şöforlüğü, düşünce olarak da hep solcu ' olduklarını anlatan bir paragraf vardı okuduğum kaynaklardan birinde.

      5000 bin kişi burada, Adapazarı'nda yüzyılın başında göç etmiş, Hemşin köyleri var. Bursa'da biraz var. Gala günü bin kişi gelmişti Nazım Kültür'e. Salonu 250 kişilikti, üç gösterim yapmak zorunda kaldık ona rağmen giremeyenler oldu.

      Ermenilerin yaklaşımı nasıl oldu, nerelerde gösterim yaptınız?

      Hemşinliler Ermenileri; Ermeniler de Hemşinlileri bilmiyorlar. Ermeniler 'Aaa böyle insanlar da mı varmış' gibi bir tepki gösterdi. Olumluydu tepkiler. New Yorklular da çok şaşırmış mesela

      Ankara'da Nazım Kültür'de gösterildi film. Eskişehir'de gösterildi, sonra oradaki festivale girdi, Trakya Üniversitesi'nde, Getronagan Lisesinden Yetişenler Derneği salonunda gösterildi. Ege Üniversitesi Kısa Film Fesitvaline gönderdik. Ayrıca İstanbul Kısa Film Günlerinde ve İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nın düzenlediği İstanbul Film Festivali'ne kabul edildi. En son İtalya'da bir festivale gönderdik ama henüz bir haber alamadık. New York'da özel bir gösterim olmuş. Oradaki Hemşinliler ve Ermeniler gelmiş. Bir de New York'da ve Los Angeles'ta bir kanalda haftada üç saat Ermenice yayın yapılıyormuş, orada göstermek istediler. 60/70 bin izleyicisi varmış.

      Bia-İstanbul

      28 May 2001,Monday

      *Talin SUCİYAN

      bianet.org/bianet/yazdir/2485

      saygılarımla
      o aydınlarki entel geçinen serseriler o aydınlarkı namus mefumunu bilmeyen liboşlar o aydınlarki eş değiştirmekten haz duyanlar durust
      ve topluma faydali olanları tenzi ediyorum hangi düşünceyle bu imza
      kampanyasını başlatiyorlar anlamakta güçlük çekiyorum ömer bey yine
      bana kızacak ama ben yine dangalaklar diyeceğim o aydınlara tavsiyem
      amerka daki ermeni lobisi gibi bir lobi oluştursunlar belki soykırımı kabul
      ettırirler aydın geçinen kaz kafalılar
      bir zamanlar kitaplarını zevkle okuduğum yaşar kemalda da bir türk
      aydını idi şimdi benim için kesinlikle bir aydın değil sadece hayal perest
      ar
      Bir diyalektik dersi. Mücadele içinde kilitlenmiş zıtlar, sonunda birbirini etkilemeye, hattâ birbirine benzemeye başlar.

      Bir milletin korku ve nefret üzerinden (yani, reel veya hayalî acıları abartılıp, soyutlanıp, tek-yanlılaştırılıp, edebiyat, eğitim ve ordu aracılığıyla herkese “yaşatılarak”) inşası ile, gene aynı milletin düşmanlarını taklit yoluyla inşası arasında, ince bir bağlantı var. Korktuğumuz ve nefret ettiğimiz düşmanlarımızla mücadele, onları alt edebilmek için onlar gibi olma çabasını beraberinde getiriyor. Onun içindir ki, Balkan milliyetçilikleri kendi suretinde Türk milliyetçiliğini, Türk milliyetçiliği de kendi suretinde Kürt milliyetçiliğini yarattı. Gene onun içindir ki, Nazizm ve Yahudi soykırımı kendi suretinde İsrail’in amansızlığını, İsrail’in amansızlığı da kendi suretinde Filistin intikamcılığını, canlı bombalarını, Hamas’ı ve Hizbullah’ı yarattı. Ve gene onun içindir ki, Avrupa’nın birinci ve ikinci nesil sömürge imparatorluklarının yükselişine eşlik eden Batı Oryantalizmi ve ırkçılığı, kendi zıddı olarak Türk Oksidantalizmini, milliyetçiliğini ve ırkçılığını yarattı.

      Yeri gelmişken: kimse bana bizde milliyetçilik olduğunu ama ırkçılık olmadığını söylemesin. (a) Irkçılığı Batı’daki en çarpıcı tezahürleriyle karıştırmamak, beyaz-siyah “renk ırkçılığı”na indirgememek lâzım. (b) Hemen her milliyetçilik gibi, Türk milliyetçiliğinin de bir ırkçı damarı ve/ya uzantısı hep oldu. (c) Bir zamanlar, yüz yıl öncesinin literatüründe, “ırk” sözcüğü gördüğümüz her yerde hemen ırkçılığa hükmetmemek gerektiğini, zira o dönemde bu terim-kavramın harcıâlem bir şekilde, yer yer “millet” karşılığı veya “millet”le örtüşen bir tarzda kullanıldığını konuşurduk. İyi ya! Bence bu, ırkçılık olmadığını değil, tam tersine, doğallaştırılmış bir ırkçılığın yaygınlığını; dönemin sözde-bilimsel ırk düşüncesinin Avrupa’dan Türkiye’ye ne kadar hızlı ve kapsamlı bir şekilde nüfuz ettiğini yansıtıyor. Bazilar “Türk ırkının hayat kaynaklarının gürlüğü”nden söz ederken ırkçılık mı yapıyor? Bal gibi ırkçılık yapıyor, çünkü Türklüğü/Türkleri özcü ırk kategorileri üzerinden düşünüp kurguluyor.

      (d) Bu ırkçı beslenme ve mayalanmanın sadece en aşırı ucu, en çıplak biçimi, 1920’lerin sonları ve 30’larının başlarının resmî Türk Tarih Tezi. Onu da yeterince bilmiyor veya üzerinde durmuyoruz. Kendi payıma, gençliğimde Türk Tarih Tezi’ni –bütün insanlığın ve uygarlığın Türklerden geldiği iddiasından hareketle- ırkçılık ama tuhaf bir ırkçılık, “dışlayıcı” değil, salt “içerici” veya “içleyici” bir ırkçılık sanıyordum. Kemalizme kredi aça aça, demek benim de gözümü iyimserlik bürümüş. Genel geçer Marksist formüllerle idare etme alışkanlığından uzaklaştıkça ve araştırmalar sayesinde, Türkiye’nin 1930’larda, kafatası ölçümlerinin de ötesinde, ne kadar su katılmadık bir “sarışın, mavi gözlü” Nordik-Alpin üstün ırk fantezisi yaşadığını kavramaya başladım.

      (e) Ulusalcılık sayesinde ve Hrant’ın öldürülmesinden sonra bugün, “azınlık”lara yönelik nefretin de “yabancı düşmanlığı” gibi hafifletici deyimlerle geçiştirilemeyecek derecede ciddî ırkçılık tonlamaları taşıdığını da çok daha iyi görüyorum, görüyoruz. Bir kan ve döl edebiyatıdır gidiyor, özellikle Kürtler ve Ermeniler etrafında. Artık Nihal Atsız’ı kendine özgü bir fenomen saymıyor; yankılarını MHP’yle sınırlıymış gibi algılamıyorum.

      (f) Bu ırkçılıktan Yahudiler de nasibini alıyor. Osmanlıların 1492’de İspanya’dan, Cumhuriyet’in Nazilerden kaçanlara kucak açması, madalyonun sadece bir yüzü. Diğerinde, alttan alta işleyen anti-semitizm, Yalçın Küçük’te, Soner Yalçın’da sözde entellektüel varyantıyla su yüzüne çıkıyor. Siyahlara dönük ırkçı önyargılar dahi, kültürümüzün gizli köşelerinde barınmaya devam ediyor.

      Ve okullarında en küçük bir ırkçılık karşıtı eğitime yer vermeyen bu ülke, fırsat buldukça Batı’nın ırkçılığı hakkında ileri geri konuşmakla avunuyor.
      Selamlar,
      Bu konuyla ilgili yorum yapman önce hemen hemen her konuda yazılan yazılara ilginç kelimelerle yorum yapan. Ne dediğini kendi bile bilmeyen insanların ,aslında burda olmaması lazım.Ama burası er meydanı ,yöneticiler onay verdikten sonra her şey yazılr.Acaba bu kişiler hangi toplum onunda konuşturulur ve dinlenir....Kendi çalıp kendi oynayanlardan galiba...Birileri ne olmak istiyorsa olsun. Biz Hemşin Türküyüz ve müslümanız.Hemşin bir ırk değildir.Bir bölgedir ...Hemşin insanının bu konuda duyarlı olması ben çok mutlu ediyor.Bizlere hep doğru bilgi veren aydınlarımız iyi ki varsınız....(Saksu,Bilenli..)Belli amaçlarla ortaya atılan bu haberlere itibar etmeyelim içimizden kızanlar olabilir..
      Sevgiler...
      Yazar: bilenli Tarih: 12.12.2008 Saat: 22:54

      Resim belirmeye başlayınca bir bakıyorsunuz ki, hiç farkında olmadan ve hiç istemedeğiniz bir resmin tamamlanmasına kendi elinizle neden olmuşsunuz..


      Acaba gerçekten FARKINDA OLMADAN MI?
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      ya size hayranım sevgili ağabeyler
      olayı nasıl saptırmayı başarıyorsunuz gözümle görüyorum fakat yine inanamıyorum.
      her yorum kendindende birşeyler kamayı eksik etmemiş

      konuyu ben açtım ben sonlandırmak istiyorum

      1.hemşin ortaköy ahalisinden bir kesim eskiden ermeniymişler bir takım vergilerden ve bolgeyi terketmemek için musluman olmuşlar şimdilerde ise müslümanlıklarını baya ilerletmişler

      2.hemşin diyebişey yok o ismi lazlar bize soyluyormuş

      3.birileri yuzunden bu tür dengesizlikler ve dengesizler ortaya çıkmış şimdi ozür diliyorlar dengesizleri marangoz ahmette rendeye vurup dengelerini sağlatacaklar

      4.yurtdışından sürekli devletimize atıflarda bulunananlar hakklıdır yarın dükkanı kapatıp gidiyoruz

      5.araya giren bir hamşetsiye de bi muhlama yeduruphopaya geri gonderiyoruz

      tamam herkes cevabınıalıp rahatlamıştır artık
      kimsede kusura bakmasın burası tartışma forumu değil kitap hakkında bilgisi olan yorum yapsın lütfen
      Hayat;
      .....Yokluğu var edecek kadar erdemli.
      Yanlızlık;
      ......Dünyaya haykıracak kadar yoksun.
      Sen;
      ......Beni yokluğunla sınayacak kadar acımasız.
      ve ben;
      .....Kendimle kavgalı.......


      Hiç bir Türkin hiç bir azınlıkla problemi yoktur. Hiç bir Türkün ve Müslüman'ın bir başka dinin mensupları ve bağlıları ile de bir problemi yoktur. Bu topraklarda binlerce senedir birarada ve barış içinde yaşama beceresini ve pratiğini gösteren hiç bir halkın da birbiri ile problemi yoktur.
      Bu ülkedeki Milliyetçi, Ulusalcı, Antiemperyalistlerin tek problemi Sureti haktan görünen Kripto Ermeniler iledir. Hemşin'den 10 - 15 tane ailenin adını ABD San Fransisco'daki Diaspora Hukukçularına jurnalleyen Soros Beslemeleri iledir.

      Benim anlamadığım başka bir şey var. Merkezi Asya'da Pembe devrimleri yatıran SOROS bu ihtilallerde katkısnının olup olmadığı sorulduğunda "Elbette ki vardır. O ülkelerde bizim Demokrasi Porjemize karşı çıkan gruplara gerekli müdahale yapılmıştır" benzeri cümleler sarfetmişti.

      İşin garip yanına bakın ki kendisini Dinci, Liberal, Sosyalist hatta Marksist olarak niteleyen bazı aklıevveller bu sitede Soros'u savunabiliyor. Bunu Marksizm ile açıklayan yalancıdır. Soros gibi bir Yahudiden Türkiye adına medet uman da Allah adına yemin ederim ki Müslüman filan değildir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Artık Nihal Atsız’ı kendine özgü bir fenomen saymıyor; yankılarını MHP’yle sınırlıymış gibi algılamıyor,bu idyolojiye yag ceken memur,tacir ve köylüleride ayni katagoride görüyorum.
      ....................................................................
      VE ÜLKEMIZDE GÜNLÜK IRKCILIK ÖRNEKLERI (Birgün)

      Türkiye 9 günlük bayram tatilini sürdürürken atık kağıt işçiliği yaparak hayatta kalmaya çalışan, “bayram izni”ne çıkamamış 16 yaşlarında 5 gençle konuştuk. Pek çok ortak yönü bulunan Suat Karaman, Ferdi Karaman, Cüneyt Konyar, Vedat Temel ve Tevfik Akdağ, Hakkari ve Van olmak üzere doğudan Ankara’ya köylerinin boşaltılması ve işsizlik gibi nedenlerle göç eden ailelerin çocukları.

      Türközü’nde birbirlerine komşu olarak oturan gençler, Çankaya, Kızılay, Gazi Osmanpaşa, Kolej gibi semtlerin çöplerini karıştırarak atık kağıt topluyorlar ve kilosunu 5 yeni kuruştan kağıt ardiyelerine satıyorlar.

      Günde en fazla 200 kilo toplayabildikleri kağıttan elde ettikleri gelirle ise 6-7 ve bazen 10 kişiyi bulan ailelerine destek olmaya çalışıyorlar. 16.00 -17.00 gibi işbaşı yapan gençler, 01.00’e kadar kağıt toplamalarının ardından 04.00’e kadar kağıtları niteliklerine göre ayrıştırıyor. Biraz dinlenmenin ardından başlayan ertesi gün ise yine aynı şekilde sona eriyor.



      ‘HAKKÂRİLİYİM DİYE İŞE ALMADILAR’

      İçlerinden sadece Ferdi okula gidebiliyor. Lise birinci sınıfta olan Ferdi’nin gelecek hayalleri çok da büyük değil. Üniversiteyi kazanabileceğini düşünmüyor. Sadece daha iyi bir işle daha iyi bir gelirin yaşamını değiştirebileceğini söylüyor. Ankara’ya geldikten sonra bir barda iş aradığını söyleyen Vedat ise, kendi ifadesiyle ilk kez o zaman ayrımcılığa uğramış. Hakkarili olduğunu öğrenen işveren kendisini işe almamış ve bunun nedeninin de doğulu olması olduğunu söylemiş. “İşe alınmama nedenim Hakkarili olmaksa, Hakkarili olmakla bir kez daha gurur duyarım” diyor Vedat.



      ‘DOĞULUYUZ DİYE AŞAĞILIYORLAR’

      Tevfik, Van’dan geldikten sonra uzun bir süre kağıtçılık yapmış. Şimdi bir berber dükkanında çalışıyor. “Doğuluyuz diye bizi aşağılıyorlar” diyor. “Kağıtçılığı bıraktıktan sonra beni artık aşağılamazlar diye düşünmüştüm ama öyle olmadı” diyen Tevfik, sözlerine 10 kardeşinden 2’sinin trafik kazasında ve 2’sinin ise Van’da soğuktan donarak öldüğünü ekliyor.

      İnsanların kendilerine yaklaşımlarını anlatırlarken de ortaklaşıyorlar. Hepsi de kendilerinin görmezden gelinmesine ve küçümsenmesine karşı öfke içinde. Yanlarından geçerken burnunu tutan, çalışırken pencereden üzerlerine pet şişe atan ve kendilerini azarlayan “elit” insanlardan söz ederlerken neden böyle olduğunu sorgulayan gözlerle bakıyorlar. Öyle ya onların seçimi mi yaşamak zorunda kaldıkları hayat?



      ‘BİZE ÇAY VEREN DE VAR’

      Ama bütün bunların yanında kendilerine çay veren, sohbet eden insanların da olduğunu söylüyorlar. Suat, “Çalıştığım sokakta yaşlı bir teyze oturuyor. Birazdan ona bayram ziyaretine gideceğim. O çok iyidir, hiç azarlamaz bizi” diyor. Çankaya Belediyesi’nin kendilerine çalışırken giymek üzere verdiği iş elbiselerini eskidikçe değiştireceklerini söylemesine karşın böyle yapmadıklarını söylüyor Cüneyt ve şu anısını aktarıyor:

      “Mart ayında verdikleri elbise paramparça olduğu için kendi kıyafetlerimle çalışmak zorunda kaldım. Bir gün kağıt topladığım arabayla Köroğlu Caddesi’nden aşağıya iniyordum. Beni durdurdular. ‘Aşağıda Belediye Başkanımız var seni iş kıyafetin olmadan görmesin’ diyerek yolumu değiştirdiler. Ben korkutucu biri miyim ki beni görmesini istemediler? Üstelik ben kaç kere belediyeye gidip yeni elbise istemiştim, vermemişlerdi. ‘Sonra veririz’ dediler ama hala kendi elbiselerimle çalışıyorum.”



      "ÜNİVERSİTE GÜZEL Mİ ABLA?"

      Seçimlere yaklaşırken kendilerine daha iyi davranıldığını anlatan Cüneyt’in en büyük sorunlarından birisi de uğradıkları şiddet. Şöyle anlatıyor:

      “Yaşıtlarımız okula giderken biz çalışıyoruz. Yetmiyormuş gibi bir de belediye ekiplerinden dayak yiyoruz. Tulum giymemişsek topladıklarımıza el koyuyorlar. Bize gıda yardımı yapacaklarını söylediler ama yapmadılar.” “Okumak isterdim” diyor Cüneyt. Bir kere rüyasında kendisini ODTÜ’de öğrenci olarak gördüğünü söylerken sanki gerçekmiş gibi heyecanlanıyor ve “Üniversite güzel mi abla?” diye soruyor. Ekonomik krizden önce 4 kilo kağıtla 1, şimdi ise 12 kilo kağıtla 1 ekmek alabilen tüm atık kağıt işçilerinin sorusu ise şu:

      “Kimsenin kağıt toplamak zorunda olmadığı bir gün gelir mi ki?”



      ÖZLEM ZORCAN ANKARA

      HOPA-DOĞU HEMŞİN DİLİ

      Doğu Hemşin dediğimiz Hopa Hemşin ağzı batı Hemşin’e az benzerlik gösterir. Sebebi çok basittir. Doğuda yaşayan Hemşinliler, Ermeni, Abaza, Çerkez dillerini az da olsa öğrenmek mecburiyetindeydiler. Çünkü onların mera ve yayla yolları ismi geçen milletlerin yakınından, topraklarından geçerdi. Onlarla samimiyet içinde yaşadılar. Din birliği de vardı. Oradaki azınlıklar batı Hemşin’dekiler gibi göçmediler. Batı Hemşin kapalı bir bölge olarak dil varlığını korudu. Doğu Hemşin; coğrafi yer ismi olarak Yenisey, Fergana , Azerbaycan’dan doğu Karadeniz’e kadar ( HEMŞEN/HEMŞİN Türk kimliğini koruduysa da maalesef dil kimliğini koruyamadı. Yukarıda saydığımız bölgelerde Hemşin ismine rastlanması bu kelimenin özbe öz Türk ismi olmasını ve geçtikleri yerlerde bu ismin yadigar bırakılmasını gerektirir. Uzun süre Hıristiyan olarak Ermenilerle birlikte yaşayan Türk kardeşlerimiz Ermeni kilisesine bağlı kaldılar (dini baskıların da etkisiyle az da olsa).
      ( Hopa Hemşin’i) ismini anılmaları ve dilleri onların kimliğini etkilemez. Hemşen ismi ta Yenisey dolaylarından doğar. Konakladıkları yerlerde bu Türk boyu Hemşenliler “Hemşen” ismini yadıgar bıraktılar. Yenisey, Orta Asya, Volga Boyları, Azerbaycanda da bu isimlere rastlanır. Hopa Hemşinlilerinin dillerinde bir nevi Gürcüce ile yazılan “İncil” de etkili oldu.
      Osmanlıdan uzak kaldıklarından “İncil”in etkisini ve Hıristiyan papazların korkutucu vaazlarını dinlemek mecburiyetinde kalarak kimsen de olsa ana dillerini değiştirmekten başka seçenekleri yoktu.

      Her Yönüyle RİZE Şiveleri
      Muzaffer ARICI
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000
      Puzle duymadım !
      Fakat İngilizce puzzle malum

      Haa,bir de aşırı septik olma hali var !..
      Ki bu da şizofreniye kadar götürür sizi hafazanallah


      Demek dediğimi anlamış ama anlamamış davranmışsınız. Bunun farkında olduğumu yazdıklarımda belirtmiştim. Tam bir şizofren davranışı.. Yine yanılmamışım Ömer Bey...
      Kulaksız işitmek dilsiz ifade
      Canım cananındır edem iade
      Vücut bir camidir vicdan seccade
      Onun bunun çıkarına seremem

      RUMLUK ve RUMCA GERÇEĞİ

      Değişik din, dil, ırk ve kültürlerle harmanlaşmadan devletlerin veya milletlerin büyümesi imkânsızdır. Bu büyümede olması gereken, milli değerlerini terk ve yabancı kültüre teslim olmak değil; bu farklı unsurları kendin kültür havuzunun içine eritebilmektir.

      Milletin temel direği ve hayat kaynağı dildir. Dilin tarihi ile milletin kaderi arasında çok zaman paralellik vardır. Dilin yozlaşması, akabinde milliyetin yozlaşmasını getirir.

      Dilin oluşumunun önceliklerinden ve temellerinden biri de sayılardır. Dolayısıyla kendine ait sayı dili olmayanın tarihte milliyeti de olmamıştır.

      Bir toplumda dil, din ve diğer değerlerin hepsi değişmesine rağmen eğer sayıları değişmemişse, o toplum yeni anlayışa henüz tam teslim değildir.

      Aşağıda dini Hıristiyan, Budist veya Şaman olan, dili Türkçeden çok uzaklaşmış ve kültür değerleri tamamıyla farklılaşmış olan değişik Türk boylarının Türkçe sayıları kaybetmemesi, farklılıklarını hala muhafaza ettiriyorlar demektir.

      1300 yıl önce yazılan Eski Türk Yazıtları’ndaki sayıların, Hıristiyan Çuvaşlarla-Gagauzlarla veya Budist Tuvalılarla, Şaman Altaylılarla ve diğer Müslüman Türk boylarıyla örtüşmesi ama ağızların az yada çok farklı olması veya çoğunun günümüz Türkiye Türkçe’siyle hiç anlaşılamaması bu görüşün haklılığını ortaya koymaktadır.

      Örnek olarak:

      Altay Türklerinde,
      Altayca bir cümle:
      Amır ençü curtay bedri. (Huzur içinde yaşadılar)

      Altayca sayılar:
      bir:1, eki:2, üç:3, tört:4, beş:5, Altı:6, c(y)eti:7, segis:8, on:10, c(y)irme:20, odus: 30,

      Kazak Türklerinde,
      Alda –calda solay bolsa. (Şayet öyle olursa)
      Altı:6, bir:1, on:10, üş:3, tört:4, segiz:8, toksan:90, İlli:50 ike:2

      Çuvaş Türklerinde,
      Laja lesterdatsa sillence. (At silkindi)
      Elle:50, ıkke:2, ik:2, pin:1000, pir:1, tohur:9, ottı:6, çitti:7

      Orhun Yenisey Yazıtlarında,
      Ölteci budunığ titigrü iğitim; yalag buldunıg tonlıg, çığay bulunığ bay kıldım; az budunığ öküş kıldı…
      (Ölecek hale gelen milleti diriltip doğrulttum; çıplak milleti giydirdim; fakir milleti zenginleştirdim; azlık milleti çoğalttım) (s. 30, Türklük Meselesi, İ. H. Danişmend)
      Alti:6, altmiş:60, altiyüz:600, beş:5, beş yüz:500, bir:1, bin:100, elig:50, iki:2, iki bin:2000, on:10, otuz:30, sekiz:8, tokuz:9, tört:4, üç:3, yigirmi:20, yeti:7, yetmiş:70, yüz:100

      Gagauz Türklerinde,
      Teste gitmeer çok sıra suya. (Testi her zaman suya gitmez)
      Altı:6, altmış:60, beş:5, Bir:1, Bin:1000, doksa: 90, dokuz: 9, dört: 4, İki:2, sekiz:8, Seksen:80 irmi:20

      Divan’da,
      Endik kişi?
      El törü yetilsün
      Toklu böri yetilsün
      Kadhgu yeme savılsun.

      Şaşkın kişi ayılsın
      Yurda düzen yayılsın
      Kurtla toklu güdülsün
      Kaygı yine savulsun. (c. I. s. 106)
      Bir:1, iki:2, üç:3, tört: 4, beş:5, yetti:7, sekiz:8, tokuz:9, on:10, yigirmi:20...

      Kuman Türklerinde,
      Bar-mu andı kın neçik menim kınım? (Benim derdim gibi dert var mıdır)
      Eki:2, dört:4, beş:5, altı:6, altmış:60, bir:1, ming:1000, otuz:30, segiz:8, toguz:9, üç:3,

      Hakas Türklerinde,
      Amdı pu uluğ çol mini pire aalğa uçuradar la uçuradar.
      (Şimdi bu büyük yol beni bir köye mutlaka ulaştırır)
      Altı:6, çibirgi:20, çiti:7, iki:2, ilig:50, on:10, pir:1, pis:5, çüş:100, Sigis:8, sigizon:80, tört:4

      Kumuk-Balkar Türklerinde,
      Ozgege çongngur kazgan ozu tüşer. (Başkasına kuyu kazan kendisi düşer)
      bir:1, dört:4, elli:50, eki:2, yuz:100, yeti:7

      Karaçay-Malkar Türklerinde,
      Ontört cılnı cer tırnaklab caşagan,
      Cılamuk bla gırcınnı teng aşagan,
      Sarnaysa sen tav curtungu iynaklay,
      Carlı halkım, oy caralı Karaçay.
      altı:6, beş:5, bir:1, çedi:7, on:10, üç:3, elli:50, eki:2, tört:4, altmış:60

      Tuva Türklerinde,
      Bodunun hevirinin talazı- bile bo slovar oçulgalıg slovar.
      Aldı:6, beş:5, bire:1, iyi:2, üş:3, tos:9, ses:8

      Şor Türklerinde,
      Aara pere çörgen. Oraya buraya yürüdü.
      Altı:6, üş:3, otus:30, on:10, peş:5, pir:1

      Türkmence,
      Altı:6, altmış:60, bir:1, dört:4, elli:50, kırk:40, on:10, otuz:30, sekiz:8, yedi:7, yigirmi:20

      Eski Uygur Türkleri,
      altı:6, Altmış:60, bir:1, bing:100, biş:5, iki:2, oduz:30, elig:50, On:10, Otuz:30, kırk:40, sekiz:8, sekizon:80, tört:4, üç:3, yiti:7, Yitmiş:70, tokuz:9

      Özbek Türkleri,
      Beş:5, bir:1, yetmiş:70, yetti:7, yigirme:20, alti:6, altmiş:60, sekkiz:8, seksan:80 toksan:90, üç:3, ellik:50, ottiz:30, kırk:40

      Tatar Türkleri,
      altı:6, altmış: 60, ber: 1, biş:5, dürt:4, öç:3, ike:2, ille:50, sigez:8, tuğız:9, Siksen:80, un:10, unbiş:15

      Tarih boyunca değişik sebeplere bağlı olarak çok toplumlarda milliyetler değişiyor, dil değişiyor, din değişiyor ama sayılar kolay kolay değişmiyor veya çok zor değişiyor. Çünkü kişi, kurum ve kuruluşlar yaşantılarının her kesiminde en çok sayılara ihtiyaç duyarlar ve sayıları kullanmak zorunda kalırlar. En çok kullanılanlar da en zor değişendir veya değişmezdir.

      Rumca gerçeği
      50 sene öncesi Çaykara’nın dağ köylerindeki geleneklerin ve diğer değerlerin çoğu, 300-500 sene öncesiyle çok paralellik arz ederdi. Çünkü küçük, dar ve kapalı bir toplumda, dünyadan adeta tecrit olmuş bir yerde, 300-500 yılda büyük kültür değişimini beklemek imkânsız denilecek kadar zordur. Çok geleneğini koruyacağı gibi, dilindeki sayıları unutması da asla mümkün değildir.

      Anadolu’da bin yılın çok öncesinde olan etnik diller günümüz gelebilmiştir ve hatta ağız farklılıkları dahi varlıklarını devam ettirebilmiştir.

      Yaptığımız kısa araştırmada 40-50 sene öncesinde, Trabzon yöresinde hiç Türkçe bilmeyen ve yalnız Rumca konuşan yaşlı ninelerimiz veya dedelerimiz Rumca sayıları bilmezlerdi. Hatta Rumca haftanın günleri o günde bu günde gizemliğini korumaktadır.

      Rize-Hemşin yöresinde de durum aynıdır.

      Rumca sayılar
      Ene:1, dio:2, triya:3, tesera:4. Bitti. Bir Çoruh’lu (Of’un köyü) Rumca dörde kadar sayabilmektedir. (s. 241, Pontus Kültürü, Ö. Asan)

      Gerisini belirtmeğe gerek yok ve kitapta da belirtilmemiş ama dörtten yukarısı Türkçe sayılardır! Bu durum yalnız Of’un Çoruh köyü ile sınırlı değil, Rumca konuşan bütün köylerde Rumca sayılar ve haftanın günleri halk için meçhuldür.

      2500 yıldan beri aynı ve küçük bir coğrafya parçasında değişik halklara dilini, sanatını, ticaretini, dinini kabullendiren Yunan, niçin sayılarını kabullendiremez. Veya bir Yunanın kendi sayılarını bilmemesi mümkün müdür? Daha 1900’lu yıllarda Karadeniz bölgesinde bir Rum öğretmene 40’ın altına öğrenci düşerken, eğitimi günümüz Türkiye ortalaması üstüne ulaşan bu toplumda, değişmez veya çok zor değişken olan sayılar niye bilinmezdir? Rumca haftanın günleri bu yüksek eğitime rağmen neden izleri görülmemektedir? Çünkü yörede Yunan kalmamış ama Rumlaştırılmaya çalışılan halklar, Rum kültürü etkisindeki Türkler kalmıştır.

      Küçük bir coğrafi parçasında ve binli yılları aşkın zaman diliminde Rumca, ilçeden ilçeye çok farklılık gösterdiği gibi yakın köyler arasında ağızda, gelenek ve folklorda bariz ayrılıklar görülür. Bu durum çok tarihçinin tezini doğrulamaktadır. O da farklılığın farklı boylara ve kültürlere dayanmasından, daha doğrusu Yunanlı olunmayışından kaynaklanmasıdır.

      Örnek olarak Kudret Emiroğlu kitabında Maçka’nın iki eski köyündeki aynı anlamdaki birkaç kelimeyi karşılaştırır:

      Haçavera/Yeşilyurt Kongol/Sevimli köyü

      İstive Kayan

      Kaderahti Kepek

      Hevenk Dal

      Tavli Oksek

      Humi Fuça

      Kepiz Gabız

      Sukra zugura (s. 6, Trabzon-Maçka Etimoloji Sözlüğü)

      Osmanlı dönemindeki eğitim ve öğretim fırsatları Rumca’ya göre çok geri, zor ve hatta hiçbir imkânları bulunmamalarına rağmen Lazca, Çerkezce, Gürcüce sayılar bilinir ve günümüzde bile kullanılır.

      Rumca konuşulan yerlerde Rumca sayıların bilinmemesi yalnız Türkçe sayıları kullanması, yörenin kimliği hakkında kesin sonucu belirlemektedir ve o da Türk kimliğidir. Çünkü yerleşik düzene geçmiş, şehir kültürüne sahip ve eğitim düzeyi diğer toplumlara göre çok daha yüksek olan bir Yunan; dünyadan tecrit edilmiş, verimli ovaları olmayan, maden yatakları bulunmayan, stratejik değerden uzak, ticaret güzergahından yoksun olan Çaykara veya Yomra dağlarına gelip yerleşir mi? Elbette hayır.

      Tarihin hiçbir döneminde Yunanlıların buralara zorunlu bir iskânına tabi tutulmadığı ve Doğu Karadeniz’e göçlerine şahit olmadığına göre buradaki insanlar; Yunan istilası sonucunda, Yunan kültürünün etkisinin altında kalmış olan halklardır.

      Osmanlı döneminde Müslüman Türklerin “gaza inancı” Müslüman olmayan her toplumu “Kâfir” sayması ve bunlar üzerine akın, sefer yapmayı kutsal kabul etmesi, Müslüman olmayan Türklerin Türklük aleminden uzaklaşmasına, benliklerini daha çabuk yitirmesine neden olmuştur. (s. 146, Of ve Çaykara, Haşim Albayrak)

      Osmanlı edebiyatında yer yer Türk düşmanlığı görülür. (s. 2, Hıristiyanlaştırılan Türkler, Mehmet Eröz)

      1923 yılına kadar Ortodoks Hıristiyan olarak kalan Bafralılar ve Kumanoslular 1923’de mübadele ile Yunanistan’a gönderildikleri zaman tek kelime Yunanca bilmedikleri için Yunanistan’da çok sıkıntı çektiler. (s. 89, Doğu Karadeniz, Mehmet Bilgin)

      Yunanlı yazar G. Nakracas, “Balkanlardaki Kumanlar, tüm ulusal ve kültürel niteliklerini yitirdiler. Bugün binlerce Yunanlı, Bulgar, Makedon ve Türk, ortak kökenlerinin tek ulusal kalıntısı olarak Kumanis, Kumanidis, Kumanos, Kuman, Koman, Komanof ve Komanova gibi adlar taşımaktadırlar.” (s. 54, Anadolu ve Rum Göçmenleri Kökeni)

      MS 6 yy 14 yy kadar otokton halk tabakası üzerine devamlı başka halk tabakalarının yerleştirildiğini ve bu yerleştirilenlerin çoğunun Hıristiyanlaştırılmış Türklerin oluşturduğunu göz önüne aldığımızda 1923’deki mübadele de Yunanistan’a gönderilenlerin etnik ya da milli bir ayrılıktan değil, yalnız Hıristiyanlıkları yüzünden gönderildiklerini yerlerinde kalanların ise yalnız Müslüman olduklarından kaldıklarını ve her iki halkın aynı halk olduğunu savunabiliriz. (s.19, Maçka Yer Adları, İlyas Karagöz)

      Farsça sayılar Kürtçe sayılar

      Yek:1 yek:1

      Dü:2 du:2

      Se:3 se:3

      Çar:4 çar:4

      Penc:5 penc:5

      Şeş: 6 şeş:6

      Heft:7 heft:7

      Heşt:8 heyşt:8

      Nüh:9 neh:9

      Deh:10 deh:10



      Buradaki verilerden yola çıkarak ya Farsça Kürtçe’den veya Kürtçe Farsça’dan sayıları almıştır. Yani ikisinden birinin sayıları olmadığı için tarihi geçmişi de uzun değildir. İki kültürün dili, tarihi eserleri, sanatı, musiki aletleri, düşünürleri, yazılı edebiyatı incelendiğinde gerçek kendiliğinden ortaya çıkacaktır.

      Osman Coşkun
      Ey akıl diyeceğim ama karşımdaki akıl anlamaya değil demagojiye programlanmış. Akılla doğruyu kabulü mümkün değil.

      Bu sefer Ey vicdan! Diyeceğim. Belki ondan biraz kalmıştır…

      Kitapta anlatılan elbette Rize Hemşinlileri değildir ancak Hıristiyan Hemşinliler tabiri toptancı bir anlayış ile kullanılmıştır. Dolayısı ile bu kitabı okuyan ve bölgeyi bilmeyen herhangi biri Hemşinliler lafının geçtiği her yerde aynı şeyi düşünecek ve Hemşinlileri Müslüman Ermeniler olarak algılayacaktır. (Buna dair çok açık örnekler verebilirim)

      Bölgede yaşayan Ermeni Hemşinliler kelimesini Batum ve Hopa ile birlikte kullandım. Çünkü bu bölgede kendisini Hemşinli olarak tanımlayan Ermeniler geçmişte yaşamaktaydı. Stalin’in sürgüne gönderdikleri de bunlardı.
      (Buraya kadar anlaşılmayan bir şey var mı?”)

      Yukarıda anlatılan bölgede yaşayan ve Rize Hemşinlileri ile isim benzerliği dışında hiç bir yakınlığı olmayan geçmişin Ermenileri üzerinden giderek Rize Hemşinlilerini Hıristiyanlık'tan Müslümanlığa dönmüş Mühtedi Ermeni gösterme çabaları da son yıllarda giderek artmaktadır.
      (Bu cümlede anlaşılamayan bir şey var mı?)

      Osmanlı Salnamelerini günümüzün Ermeni tarihçileri bile yazdıkları kitaplarında kaynak olarak kullanıyorlar. O salnamelerden birinde (Örnek vermek gerekirse) Trabzon’da bir bölgede bir mahalledeki Ermeni, Rum, Müslüman evleri tek tek sayılmıştır. O mahalledeki Hıristiyan hane sayısı Müslüman hane sayısının 3 katından fazladır. Osmanlının konjonktür kaygısı olsaydı bunu yazmazdı. Yazmazdı yazmazdı ama Ermeni tarihçilerin bile doğru kaynak olarak kabul ettiği kaynakları bizim Ömer Diaspora jargonu ile reddediyor, kraldan çok kralcılık yapıyor.

      Bu siteden de birilerinin yöneticiliğini yaptığını tahmin ettiğim hemshin.org/tr/history.html adresindeki sitede Batı Hemşinliler olarak nitelenen Rize Hemşinlileri için Müslüman Ermeni tabiri kullanılıyor. Hatta sitede “Baş Hemşinliler Hemşince (Ermenice kelimelerle konuşulan Türkçe lehçesi – BİLİM BÖYLE BİR SAÇMALIĞI ACABA KABUL EDER Mİ?) konuşurlar ve sunnidiler” böyle bir cümle de var. Yani başta söylediğimiz Mühtedi Hemşinliler çabaları yazılan onlarca kitapta, kurulan onca sitede var ama Ömer’in bunlardan haberi yok.

      Acaba gerçekten haberi yok mu?
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Suyun iki yakasında duran aydınlarla ilgili iki alıntı yapacağım. İlki meşhur “Şu Çılgın Türkler” adlı kitabın 93.sayfasından. Turgut ÖZAKMAN, Malta Sürgünleri adlı kitaba dipnot vererek bir olay anlatıyor bu sayfada:

      “ (…) Lord Curzon kalın bastonuna yaslanarak durdu:

      - … bunun üzerine Washington büyükelçiliğimize talimat vererek, Amerikan hükümetinin elinde, Türklerin Ermeni kıyımı yaptığına dair belge olup olmadığını öğrenmesini istedim. Amerikalılar ellerindeki bütün dosyaları incelememize açtılar.

      - Güzel!

      - Ama büyükelçiden gelen cevap beni hayal kırıklığına uğrattı.”Dosyalarda, Türkler aleyhinde kanıt olarak kullanılabilecek hiçbir belge olmadığını” bildiriyor.”


      İkinci alıntıya geçmeden önce bir şeye değinmek istiyorum.

      Her gün biat ettiğiniz kavramların sömürüye dayanan bir sisteme hizmet ettiğini nasıl kabul edebilirsiniz ki!

      Ağzınızdan salyalar akıtan sümüklü yazarlarınızın ceplerinin ihanetle doldurulduğunu nasıl kabul edebilirsiniz ki!

      Bağımsızlık kelimesini sıradan bir kelime olarak algılayan beyinlerin sistem dışı tek bir cümle yazmayışını nasıl kabul edebilirsiniz ki!

      Yani bu başlık altında verilen tepki çok normal. Aksine şaşırırdım.

      İkinci alıntı ise imza kampanyası imzacılarından, boklu Sevan’dan! Bildiriye imza atanlar arasında bu işi gerçekten “pis” yapanları görmeniz için, aşağıya, kişinin 1915 olayları ile ilgili malum olan görüşlerinin dışında, son kitabından bir alıntı ekleyeceğim.

      Kitaptan sayısız cümle eklenebilir buraya, kafanın içinde dönenleri ifşa eden. Fakat gözlerinizi yormak istemediğimden, benim için kitabın özeti sayılabilecek bir cümleyi buraya eklemeyi uygun gördüm.

      Sayfa 397’de “Milli Mücadele olmasaydı, Türkiye bağımsızlığı kaybeder miydi?” başlıklı soruya yaklaşık altı sayfa tutan bir cevap yazmış. İçeriğini siz tahmin edin. Ben, bu cevaptan sadece bir cümle alacağım ki, kafaların neye hizmet ettiği görülsün:

      “(…) Türkiye açısından en kötüsünü temsil eden Sevres Antlaşması ile en iyilerinden birini temsil eden Lausanne Antlaşması, sadece kaybedilen arazinin miktarı ve uygulanacak kısıtlamaların (ekonomik, siyasi, idari vb. ayrıcalıkları kastediyor.) niteliği açısından farklılık arzederler.” ( Sevan NİŞANYAN, Yanlış Cumhuriyet, Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru, Kırmızı Yay., 1.Baskı, Mayıs 2008, sy.397.)
      Fosforun zeka gelişimine katkısını sahil şeridine bakarak görebiliyoruz... Türkiye balık yesin!

      (...)

      Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
      Günü gelir hesabınız görülür.
      Günü gelir sualiniz sorulur :
      Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

      N.Hikmet

      Concierto de Aranjuez
      Bugün Sarp'a gittim. Sonra dönüp Hopa'dan Borçka'ya gittim. Borçka Barajınında güneşli bir hava olmasına rağmen dondurucu rüzgarına maruz kaldım.. Bir kez daha ne kadar farklı ve zorlu coğrafyaya sahip olursa olsun ülkemin güzelliğinin farkına vardım.. Tüm ihanetlere, tüm hayinlere inat bu ülke yaşamaya ve yaşatmaya inat güzellikte.. İnsanları da güzel.. Coğrafyası da güzel.. Bu ülke ve insanları en güzel geleceklere layık.. Hiç kimse moralını bozmasın, bu karabasandan bu ülke insanı en sonunda uyanacaktır.. Buna emin olun..
      Resimler
      • PC120026.jpg

        567.24 kB, 0×0, 1,171 defa görüntülendi
      • PC120042a.jpg

        535.65 kB, 0×0, 1,185 defa görüntülendi
      Kulaksız işitmek dilsiz ifade
      Canım cananındır edem iade
      Vücut bir camidir vicdan seccade
      Onun bunun çıkarına seremem
      Yazar: DENİZİM Tarih: 13.12.2008 Saat: 00:07

      o aydınlarki entel geçinen serseriler o aydınlarkı namus mefumunu bilmeyen liboşlar o aydınlarki eş değiştirmekten haz duyanlar durust
      ve topluma faydali olanları tenzi ediyorum hangi düşünceyle bu imza
      kampanyasını başlatiyorlar anlamakta güçlük çekiyorum.


      O aydınlara hemen bakıyoruz kimlermiş;

      -Ahmet İnsel
      -Baskın Oran
      -Cengiz Aktar
      -Ali Bayramoğlu

      Baskın Oran solun medar-ı iftiharı bir isim.
      Ahmet İnsel,yine solun kalem üstadlarından.
      Cengiz Aktar, yine öyle.

      Ali Bayramoğlu, liberal kanadın güçlü seslerinden.
      Etkili ve cesur yazılarıyla büyük bir okur kitlesine hitap ediyor.

      Siz bu isimlerin başlattıkları harekete getirdikleri mesnedi eleştirmiyor,doğrudan bel altı vuruşunun en iğrencini sergiliyorsunuz !
      Bence hem suç işliyor,daha önemlisi ayıp ediyorsunuz !
      Görüyorum ki bundan sonrası monolog ile devam ediyor !
      İşim olmaz !..

      Yine; 24 yaşında olmasına karşın fırsat buldukça forumda BİRtakım büyüklerine destek olma hevesi içimizi sızlata-sızlata ! sol söylemin temsiline soyunan,o kadar ki bunu Nazım Hikmet'i imzası olarak kullanma gözükaralığıyla da orta yere gümbür-gümbür getiren bir katılımcı görüyorum !..

      Hadi diyelim Özakman'a sığınmasını görmemiş olalım !..

      Hadi diyelim Baskın Oran ve diğer sol kalemlere yönelik ayak üstü kendince bir şeyler söyledi,onlara olan mesafesini özenle dillendirdi !

      Peki ama,imzasına taşıdığı Nazım'ın "ermeniler'i kestik" diyen şiirine ne diyecek acaba !!!

      Şiir aynen şöyle;

      ...
      bakkal karabetin ışıkları yanmış
      affetmedi bu ermeni vatandaş
      kürt dağlarında babasının kesilmesini
      fakat seviyor seni çünkü sen de affetmedin
      bu karayı sürenleri türk halkının alnına
      ...



      Sol ve solcuları savunmak da bana düştü, iyi mi :D

      Not:Akil baliğ olmadan evvel solcu takılmışlığım da vakidir :D ;( :rolleyes: