Atatürk’ün Orta Asyalı Gençleri

      Atatürk’ün Orta Asyalı Gençleri

      Onlar Mustafa Kemal Atatürk’ün Orta Asyalı gençleriydi. Atatürk’ün emriyle Türkiye’ye getirildiler. Kimisi Özbek, kimi Türkmen, kimi Tatar, kimi Doğu Türkeli (Doğu Türkistan) çocuğuydu.

      Japonya, Kore, Özbekistan, Doğu Türkistan, Türkmenistan, Çin’den toplanan 10-12 yaşlarındaki 30-35 çocuk öz vatanlarından, anne-baba ve kardeşlerinden ayrılıp 1936-38 yılları arasında Türkiye’ye getirildi. Vatanlarından, atalarından ayrılmanın hasretini tazecik beyinlerine kazıdıkları İstiklal Marşı’nın mısralarında dindirdiler: “Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak. Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak...” Onlar yurtlarından uzak, ancak oralarda bağımsız Türk devletleri kurulması hayaliyle yıllarca Türkiye’de eğitim gördüler. Atatürk’ün hayal ettiği gibi çoğu iyi birer asker, tabip ve öğretmen oldu. Beş-altı kişi hariç birçoğu ülkelerine geri dönerek hizmet verdi. Atatürk’ün ta 1920’li yıllarda düşünü kurduğu, 1933’te talimat vererek Anadolu’ya getirilmesini istediği Orta Asyalı öğrencilerin hikayelerini sizin için araştırdık. O günlerde Hindistan-Irak-Suriye üstünde Türkiye’ye getirilen emekli General Rıza Bekin, bu öğrencilerin serüvenini bilen ve Türkiye’de kalan tek kişi. “Atatürk, Orta Asya’daki Türk kavimleriyle tarihî, kültürel ilişkiler kurulması talimatını İstiklal Savaşı’ndan önce vermişti.” diyor.

      İstiklal Harbi’nin yeni başladığı günlerde Mustafa Kemal Atatürk, Türkiye Büyük Millet Meclisi Reisi imzasıyla Orta Asya’daki Türk boylarıyla Türkiye’nin irtibatının sağlanması için bir talimat yazdı. Afganistan merkez kabul edilmek üzere gönderilecek bir heyetle Türk boylarının yaşadığı ülkelerde eğitim yapılmasını, asker yetiştirilerek bir ordu kurulmasını istiyordu. Atatürk, 21 Aralık 1920 tarihli talimatında Afganistan’da görevli Fevzi Paşa’ya şöyle hitap ediyordu: “Müdafaa ve maliyemiz icabatı ile kabil-i telif olduğu takdirde, Afgan ordusunu tensik için bir heyeti zabıtanın (askerî heyet) izamını ehem ve elzem görmekteyim. Bu, istikbalde Anadolu üzerine çöken bar-i sekili tahfife yarayacağı gibi (yükü hafifletmeye), nukuat-ı atiyeye (gelecekte de) riayet edildiği takdirde Asya-i Vusta’da (Orta Asya’da) emrimize amade kuvvetli bir orduya malik olmamız hususu temin edilmiş olur. Böylece savaşın sürmesi halinde İngilizleri daha uzaktan işgal etmek için bir vasıta elde edilmiş olur. Bu heyet katiyen siyasetten uzak kalarak kendini Afgan, Türkistan ve Buhara ahali ve askerlerine fevkalade sevdirmelidir...”

      Anadolu’nun kanla sulandığı, şühedalarla geri alındığı o günlerde Orta Asya’daki Türkleri düşünen Atatürk, İslam ve Türk menfaatlerinin bölgede korunmasını arzuluyordu. Savaşın cephesinin genişlemesi halinde Anadolu’nun omuzlarına binecek yükü ta Afganistan ve Orta Asya bozkırlarından kaldırmak fikrindeydi. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından sonra da bu vizyonunu terk etmedi. Yine Afganistan merkezli olarak Orta Asya’daki Türk topluluklarıyla irtibatları sürdürdü.


      Memduh Şevket Esendal’ı Afganistan elçisi olarak tayin ederek bu vazifenin tamamlanmasını istedi. Kabil merkezli olarak Türk topluluklarıyla ilişkilerin kurulmasında yıllarca kilit rol oynayan Esendal, komünist rejimin baskısıyla Afganistan’a kaçarak öğretmen okulları, askeri okullarda okuyan Türkmen çocukların Rusya baskısıyla eğitimlerine son verilmek istendiğini rapor etti. Bu rapor üzerine Atatürk önce 1936, daha sonra 1938’de iki kafile halinde buradaki öğrencilerin bir kısmının Türkiye’ye getirilerek eğitilmesi talimatını verdi: “Derhal oradaki bütün öğrencileri, yol parası verilerek Türkiye’ye gönderiniz, burada askeri mekteplere yerleşecekler...”

      Deniz ve karayoluyla Türkiye’ye getirilen 25 kişilik Özbek, Türkmen, Tatar öğrenci grubuna 9 kişilik Doğu Türkistanlı öğrenciler eklendi. Öğrenciler bu talimatla askeri okullara, tıbbiye ve öğretmen okullarına yerleştirildi. Sovyetler Birliği’ndeki komünist ihtilalin ardından yurtlarından kaçan birçok aile, çocuklarını Türkiye’ye ulaştırmanın yolunu arıyordu. Baskılardan kaçarak Afganistan’a sığınan Türk boylarının gençleri için kurtuluş yeni kurulan genç Türkiye Cumhuriyeti’ydi. Aileleri bu gençlerin dinini, milliyetini ve dünyayı öğrenebilecekleri tek yerin Anadolu olduğuna inanıyordu. Bu yüzden hiç tereddüt etmeden Türk büyükelçilere ve subaylara çocuklarını teslim ettiler.

      Orta Asyalı Türk gençlerinin o günlerde başlayan serüveninin yaşayan tanığı emekli General M. Rıza Bekin’in yolculuk hikayesi de Atatürk’ün ölümüne yakın zamanda verdiği talimat ve olurla başladı. Doğu Türkistan Milli Mücahitleri’nden Mehmet Emin Buğra’nın yeğeni olan Bekin, başkent Kabil’den önce Hindistan’a, oradan da denizyoluyla Irak’a sonra Şam üstünden Türkiye’ye ulaştı. Bekin, Uygur kökenli 9 Doğu Türkistanlı öğrenci arkadaşıyla birlikte çıktığı yolculuğu “Ellerinde bavullarıyla yolculuk eden 10-12 yaşlarındaki çocuklardık. Türklüğün ve İslamiyet’in yurdunda eğitim alıp memleketlerimize hizmet etmeye dönecektik.” diye anlatıyor. Bekin, “Ankara’ya ayak bastığımızda Eylül 1938, sonbaharıydı. Bizi getirtenin Atatürk olduğunu biliyorduk. Ancak onu görmemize fırsat olmadı, bir buçuk ay sonra ulu önder hayata gözlerini yumdu. En çok onunla tanışamadığımız için üzülmüştük.” diyor.

      Atatürk’ün Fevzi Paşa’ya verdiği talimatla da “Afganistan’da ordu olmasını, Türk devletlerinin eğitim işlerinin buradan yürütülmesini, subay gönderilerek okullar açılmasını, Türk İslam yurtlarının buradan desteklenmesini istediğini anlatıyor. Anne babasız olan gençlerin birçoğunu devletin üst kademesindeki yöneticiler manevi evlatları kabul etmiş. Bekin’i de öğrencilerin Afganistan’dan Türkiye gelmesini sağlayan Memduh Şevket Esendal, ‘manevi evlat’ edinmiş.

      Elindeki bavuluyla Hindistan’dan yola çıktıklarında Niyazi Mehmet, Ömer, Siracettin, Dr. Maksut Tarımbay, Turdi, Tabip, Bedrettin ve Rahmetullah isimli arkadaşlarını hatırlıyor. Dokuz kişilik kafile Doğu Türkistanlı olmaları nedeniyle kısmen birbirini tanıyormuş. Özbek, Türkmen ve Tatarların da askeri okullar, öğretmen okulları ve tabiplik aldığını hatırlatan emekli General Bekin, Ankara’da ilk gördükleri devlet büyüğünün o günün Genelkurmay 2. Başkanı Orgeneral Asım Gündüz olduğunu söylüyor. Ankara ziyareti ve Cumhuriyet Bayramı törenlerine katılmanın ardından Bekin ile Niyazi Mehmet, Konya Askeri Ortaokulu’nda okumaya başlıyor. Diğer arkadaşlarının bir kısmı İstanbul, bir kısmı Edirne’ye eğitim için gönderiliyor.

      Ankara’yı ilk gördüğünde Bekin Paşa’nın aklına kazıdığı ve unutamadığı hadiselerin başında Ulus’taki buğday silolarının üstündeki ‘Buğday satın alan millet, buğday satar oldu’ yazısı oluyor. Ramazan ayındaki oruçlar için Atatürk’ün talimatıyla hiçbir zorlama ya da yasaklamanın getirilmemesini de o günün “din siyaset” bakışının en güzel örneği olduğuna işaret ediyor. Bekin, sırasıyla Akşehir Askeri Lisesi, Kara Harp Okulu’nu bitirerek 1946’da Topçu Subayı, 1950-51’de de Kore savaşlarında üsteğmen olarak görev yapıyor. 1973’te tuğgeneralliğe yükselen Bekin, önce CENTO Askeri Planlama Başkanlığı’nda Bornova ve Edremit’te tugay komutanı olarak emekliye ayrılıyor.

      Orta Asya bozkırlarındaki ana yurdundan koparak Anadolu’ya gelen Niyazi Mehmet de o günlerde askeri okullara yerleştirilerek okuyan öğrenciler arasında. Çin’in baskıları nedeniyle Doğu Türkistan’daki olaylarla yakından ilgilenen Niyazi Mehmet ve Bekin Paşa, vatanlarına hizmeti Türkiye’den sürdürmüş. Niyazi Mehmet’te Türk Silahlı Kuvvetleri’nde görev yapmış ve binbaşı olarak emekli olmuş. Aynı grubun içinde yer alan Dr. Maksut Tarımbay ise bu uğurda şehit olmuş. Bedrettin Altunbay da vatanına hizmet ederken hayatını yitiriyor.

      Öğrencilerin Ankara, İstanbul, Edirne, Konya’ya yerleştirilmelerinin ardından şaşkınlıkla yaşadıkları Cumhuriyet Bayramı kutlamalarından sonra katıldıkları 19 Mayıs Gençlik ve Spor Bayramı’ndaki gayretleri komutanları ve öğretmenlerince de takdir edilmiş. “Bizleri Atatürk çağırdı ve yetiştirdi.” diyen Bekin Paşa, her biri en iyi şartlarda yetiştirilen Orta Asya’dan gelen öğrencilerin Cumhuriyet’in ilk yıllarında gördüğü ihtimamı ise, “Askeri liseye girdiğimizde kapıda göğsüne babasının İstiklal Madalyası’nı takan çocuklar vardı. Onların bir kısmı bu okullara giremedi. Ancak Atatürk’ün Orta Asya ve Türk boyları ile ilgili hayalleri vardı. Bize gösterilen yoğun ilgi bunun içindi.” sözleriyle anlatıyor.

      Atatürk’ün Orta Asya’dan getirterek eğitilmelerini istediği 35 öğrencinin hikayesi bugün tozlu raflar arasında kalmış durumda. Yurtlarına geri dönen Doğu Türkistanlı öğrenciler dışında, Türkmen, Özbek ve Tatarlar ile ilgili hatıralar da onlarla birlikte gitmiş. Bu acı gerçeğe işaret eden Bekin Paşa, Orta Asya’daki Türk devletleri ve topluluklarıyla çok daha sıcak ilişkiler kurulmasını, eğitim ve askeri alanlarda aynı işbirliğinin sürdürülmesini istiyor.
      Hayat;
      .....Yokluğu var edecek kadar erdemli.
      Yanlızlık;
      ......Dünyaya haykıracak kadar yoksun.
      Sen;
      ......Beni yokluğunla sınayacak kadar acımasız.
      ve ben;
      .....Kendimle kavgalı.......


      Hakan kardeşim tebrik ediyorum çok özel ve önemli konuları gündeme getiriyorsun.
      Mustafa Kemal Atatürk'ün doğu ile ilgili planları projeleri bilinçli bir şekilde
      dikkatlardan kaçırılmıştır.
      1978 yılında Rahmetli Ecevit bir dış Türkler bakanlığı kurma ve bu bakanlık aracılığıyla ülke dışındaki Türklerle kültürel sosyal siyasal ilişkiler kurma girişimi bir şekilde engellendi ve bir dahada asla gündeme getirilmedi.
      İnancim odur ki er yada geç yeni bir Dünya kurulacak veTürkler o Dünyada hak ettiği yeri alacaktır.
      Atatürk Türkiye'nin Arka Bahçesini Çin, Hindistan ve Afganistan olarak görmüş, tedbirlerini de ona göre almıştır. Yani Türkiye'nin güvenlik sınırını Hindistan'a kadar uzatmıştır.
      Ondan sonra bu sınır gittikçe gerilemiş ve kendi sınırlarımızı bile aşarak başkente gelip dayanmıştır.
      Mecliste Kürtçe oturum yapılmasının başka bir açıklaması olabilir mi?
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...