İstemem

      "derin dalgalara dalmak istemem,
      hırçın rüzgar almış götürmüş beni,
      içimdeki acıyla yanmak istemem,
      ufukta güneş yakmış bitirmiş beni.
      ve ben bir insanım,
      dağların yüklenemediğini yüklenen;
      yeryüzünün tek mirasçısıyım, günahıyla sevabıyla,
      evrene göç varken kalmak istemem.
      kaldım işte böyle yapayalnızım,
      ıssız bir sahilde kum tanesiyim,
      ne rüzgar ne de ses beni bekleyen,
      yalancı bahara kanmak istemem.
      görünmeyen yüz içimde saklı,
      dilimin vardığı söz değil nedir,
      bir ben biliyorum şimdi kederi,
      dağlara bakıp da donmak istemem.
      uzattıkça uzayan bir şiir değil,
      türkü sesinde kalmak isterim,
      belki sarhoşuyum biten gecenin,
      gündüze varmadan yanmak istemem.

      2004-2005 hasan şişman
      " akıl ve gönül ; insan ...

      yorgun dağ lalesi............

      nazım geçmiyor geceye, ayı bana vermiyor,
      sisli gecenin ardından yağmuru bekliyorum.
      yorgun bir dağ lalesiyim şahikalarda,
      yaprağımdan süzülen damlalar gözyaşlarım.
      tek dostum yaban geyikleri, ki asi rüzgara inat tepelerde süzülen.
      başına buyruk gecede onu sayıklıyorum.
      belki de gelmeyecek, son göçte geçti demin,
      kuruyan yapraklarım onu hatırlatıyor.
      iki menekşe bile hep gülüyor halime,kayalarda biriken sulara kanıyorum.
      içimde açmamış tomurcuk besleyerek,
      köklerimle toprakta izini arıyorum,
      derken sarı bir arı uçupta gelen gökten,
      asudemi alıyor, bedenim eğiliyor,
      hayalimde bir yolcu kelebek görüyorum,
      aniden kopan çığlar bile daha merhametliyken;
      ve ardında peşisıra çiçekleri bezeyen.
      yorgun dağ lalesinin hazin hikayesini ,
      bakın kimler dinliyor, kimler dinliyor,
      meltemlere inat dallarım uzanırken,
      beslediğim tomurcuk patlamayı bekliyor.

      hasan şişman 2005-haziran


      _________________
      şişmanoğlu
      " akıl ve gönül ; insan ...

      aşk perisi.........

      aşk perisiyim, aşk perisiyim,
      belki de dağların serserisiyim,
      yalnızca yaşanmış sevdayı bilmem.
      tanımıyorlar anlamıyorlar,
      üstüne üstlük bi de dinlemiyorlar,
      adımız yokmuş gibi meçhul diyorlar ;
      halbuki sözlerin ifadesiyim,
      en çok sevdiğim şiir ve türkü ;
      biriyle konuşur diğeriyle ağlarım,
      aşk perisiyim aşk perisiyim,
      belki dağların ben efendisiyim.
      dağlarda dalacak göller ararım,
      tepeye çıkacak yollar ararım,
      aşk perisiyim, aşk perisiyim;
      belki de zamanın biçaresiyim.

      h.şişman haz. 05
      " akıl ve gönül ; insan ...

      ve türkü :

      duman gene yürüdü,
      onun işi ağlamak,
      madem almayacağım,
      olur mu bel bağlamak.

      hey gigi şişmanım hey,
      iyi oku destanı,
      zaman çabuk geçiyor,
      boylarsın kabristanı.

      ben bir türkü bilirim,
      Paşa Hala kaydesi,
      şenletti Lazlakar'ı
      senelerin senesi.

      uzandım duman ilen,
      yürdüm efkar ilen,
      nerden tutuldum sana,
      yanarım sevdan ilen.
      " akıl ve gönül ; insan ...

      maskeler...

      --------------------------------------------------------------------------------
      bir bakışın gölgesinde
      keyfekeder bir akşam.
      navın nağmesinden o serin esintiler;
      titreyen ben değilim;
      ayrı alemlerdeyim bu gece yapayalnız; ki
      türkü kaideleri hep sensizliği söylüyor.
      horon oynayan sisler, gidiyor yavaş yavaş,
      güz göçüyüz anlaşılan bu akşam,
      maskeler sırtımızda;
      gece boyu kuşandığımız.
      sesli düşünüyorum,
      bir baykuş çalıyor heceleri dilimden,
      bu akşam sen doluyum işte ağlamıyorum;
      insanların halini bir ben anlamıyorum.
      uzatmaya gerek yok;
      her zamanki bir gece yaşanılan.

      hasan şişman tem.05
      " akıl ve gönül ; insan ...

      vuslat, gizem ve sevda...

      sensizliğe bir adım kala;
      tökezlerken hayatı;
      uçarı isteyişler ve hüzün mevsimi.
      her akşam beliren hilal,
      her sabah doğan güneş,
      yolda gördüğüm o kırmızı gül;
      her dalında bir yaprakla bişeyler anımsatır.
      sahiller boş yine,
      vapurlar demir atmışi
      kuşlar göçedurmuş uzak ülkelere;
      senden haber beklemek,
      öylesine boş.
      geceyi yıldırımlarla yordum,
      güne sessiz başladım,
      kardelen gibi,
      taşların arasında ; kim görür bedenimi.
      gizem; vuslat ve sevda,
      her dilden kelimeler,
      ayrılık bana değil,
      hep sana gülümsüyor,
      yükünü bırakmış bir gemi misaliyim;
      o yüzden başıbaoş, sessizce terkedişim.

      h.şişman ist. tem.05
      " akıl ve gönül ; insan ...

      Sevdali DaĞlar - Servet ÇomoĞlu'ndan...

      SEVDALI DAĞLAR - SERVET ÇOMOĞLU.

      Lamgo’dan Meleskür’den Çingit’ten çıktım yola,
      Ovaklı’da dinlendim bir süre verdim mola,
      Oturup Tomaslı’da seyrettim Pogina’yı,
      Nerdesin Cevat Kanber nerdesin Şükrü Dayı..
      Doğu Karadeniz'de güzel bir gündü yazdan,
      Güneşli bir havada geçtim Kanlıboğaz’dan
      Neden Kanlıboğaz’dı bu güzel adı,
      İbran Osman’dan başka hiç anlatan olmadı.
      Yokuş artık bitmişti düzlüğe vardı yolum,
      Mor ormangülleriyle döşeli sağım solum,
      Çok sürmedi baktım ki Yukarıvice’deyim,
      Altımda Çamlıhemşin, bense bir yücedeyim
      Bir dağın doruğuna asılı Mikronkavak.
      Aşağı fırtına akıyor çağlayarak,
      Köyler dik yamaçlarda serpilmiş nokta nokta,
      Çinçiva, Mollaveyis, Mecmun, Meydan, Amokta.
      Yaratan yaratılan kucak kucak iç içe,
      Bakmakla doyamadı gözlerim Makroviç’e,
      Sağ yanımda Kuşuva karşı tepede Habak,
      Ey Hemşin, tümün ile süzül de gönlüme ak.
      Yüreğim coşkusundan duramıyor yerinde,
      Uçuyormuş gibiyim Pokut’un üzerinde,
      Bir gereksinmem yoktu petrol denen yakıta
      Geçtim kanat vurarak Sal ile Amlakıt’a.
      Yamaçlarda sürüler çevirmişti önümü,
      Ben güneyden kuzeye aktarmışım yönümü,
      Aşağı Şimşirlik’ten vurdum Tarderesi’ne,
      Gidiyorum Ayder’den Kaçkarlar yöresine.
      Nereye gideceksin bir şey gelir mi elden,
      Güçlükle izin aldım muhtar Koca Temel’den,
      Gül yüzlü bir ninenin ayran içip tasından,
      Çıktım Bulut Dağı’na Abuçor Yaylası’ndan.
      Çırpıp kanatlarımı üzerinde karları,
      Geçtim eteklerinden süzülüp Kaçkarlar’ın.
      Değerlendirmek için güncel dinlencemizi,
      Kavron’da çobanlarla paylaştık gecemizi.
      İki Pag’ın önünde büyük bir ateş yaktık,
      Yayla insanlarının keyfine değme artık,
      Yemek vakti gelmişti sofra kuruldu düze,
      Çeşit çeşit yemekler yığıldı önümüze.
      Önce dillere destan Hemşin’in muhlaması,
      Taze tereyağında alabalık tavası.
      Tulumcubaşı fazla direnmedi nazında,
      Gençler elele verdi yaylanın ayazında.
      Kollar inip kalkıyor, bacaklar kıvranıyor,
      Tabanca sesleriyle bütün vadı yanıyor.
      Ben tırmandım yokuşa henüz gün ağarmadan,
      Palovid’e gelmiştim onikiye varmadan.
      Oturup Kertelik’te bir ayranını içtim,
      Sonra dere boyundan Hapıvanak’a geçtim.
      Tirevit’ten göründü Elevit’in çamları,
      İstiyorum bitmesin yaylanın akşamları.

      Başlamıştı burada vartevor şenlikleri,
      Kızlar delikanlılar bir ileri bir geri,
      Renk renk giysilerin hepsi aynı biçimde,
      Horon oynuyolardı sevi coşku içinde.
      Bir tarafta kadehler bir tarafta oyunlar,
      Ve ocakta nar gibi çevirilen koyunlar.
      Çekinenleri yoktu ne paradan ne puldan,
      Koşup geliyolardı İzmir’den istanbul’dan.
      Hemşin’in övgüsü bu Hemşin’in benliği bu,
      Hemşinli’nin yılda bir en büyük şenliği bu.
      Mustafa şiş tulumu kollar bacaklar yay,
      Dik oyna Burhan Coşkun, bozma horonu Günday.
      Ben çantamı sırtladım yolcu yolunda gerek,
      Ayrıldım Elevit’ten içim istemeyerek.
      Kazım İncearab’ı gönülden anaraktan,
      Bir tutma çiçeği derip geçtim Haçıvanak’tan.
      Günboyunca yürüyüp koca bir dağı aştım,
      Henüz akşam olmadan Davalı’ya ulaştım.
      Bitmemişti davası dağ kimin yayla kimin,
      Bekliyordu sorunlar dosyasında hakimin.
      Her yer su her yer çiçek bu yayla başka yayla,
      İnsanoğlu burada gelmez mi aşka yayla.
      Gözüm uyku tutmadı gece olmuştu yarı,
      Ninni söylüyolardı şimdi dağ tavukları,
      Tarih gömülmüş gibi kocaman bir çukura,
      Baktım gözlerim nemli oradan Hodoçur’a.
      Görkemli taş konaklar kocaman taş direkler,
      Bunca yıllardan beri bir onarıcı bekler.
      Ellerim şakağında düşündüm derin derin,
      Bu topraklar uğruna can veren şehitlerin.
      Yüreğim burkularak kapıldım da yasına,
      Saygı ile eğildim aziz hatırasına.
      Çekilen dut rakısı buğu buğu küllüğü,
      Tüm anılarımızın geçmişe gömüldüğü.
      Acısı tatlısıyla geçen bütün anların,
      Sade bir ismi kaldı Çalmaşur Kenanlar’ın.
      Sularla çevirilmiş yörenin dört bucağı,
      Mührünü vurmuş gibi altına Cicebağı.
      Maşatlığı yıkılmış koca kilisesiyle,
      Bir şeyler anlatıyor tarihin gür sesiyle.
      Burada dil suskundur doğa seslenir ruha,
      Hem dinlendim hem gittim iniverdim Çoruh’a.
      Çoruh kışın yazın bulanık akar,
      Bu boşa akan suya insan hayretle bakar.
      Alır götürür seller bahçemiz bağımızı,
      Taşır Karadeniz’e bunca tıprağımızı.
      Bu şahlanan sulara bir dizgin vur diyen yok,
      Düşmana dur dedik de Çoruh’a dur diyen yok.
      Alıp nasibimizi yaz günü taze duttan,
      Sıcak bir öğle vakti geçiverdim Hunut’tan.
      Sonunda bu günleri biz beklemeye bekleye
      Başyayla’nın üstünden dolaştım Çiçekli’ye.
      Göğsümü yaslayarak yaylanın karlarına,

      Çevirdik yolumuzu Tatos’un dağlarına.
      Gölde aşık Kerem’in dinledim de sazını,
      Sisler içimde aştım Ortaköy Boğazı’nı.
      Sürülen yamaçlarda nerdesin Bozo İsmet ?,
      İneceğiz Pag’lara eğer olursa kısmet.
      Gönlüm yanıt verirken kuzuların sesine,
      Bir selam verip geçtim Verçenik Tepesi’ne.
      O gece Bozoğlu’nun pagında konakladım,
      Özlemini çektiğim dağlarımı kokladım.
      Bu tertemiz havayı süzüp ciğerlerimden,
      Cimil’e gidiyorum Çermeşk’in üzerinden,
      Patika yolu ama bu yol bambaşka bir yol,
      İleride göründü Karagöl Aşağıgöl.
      Karadeniz türküsü gölde alabalıklar,
      Yeniden tazelendi içimde sevdalılar.

      Düzleri tepeleri böylece aşa aşa,
      Tahpur’un üzerinden çıkıverdim BALDAŞ’a.
      Kalmadı yüreğimde ne keder ne de gam,
      Senoz üzerinde göründü MARABUDAM .

      Sisler içinde idi Cimil’e vardığımda,
      Parça parça olmuştu çarığım ayağımda.
      Cimil üç pare köydü ben Başköy’e inmiştim,
      Bu ilk gelişimdi oldukça sevinmiştim.
      Yatacak yer aradım kimliğimi sordular,
      Burada konukevi var ama diyordular.
      Orada vali, vekil gibiler kalıyordu,
      Dediler bu fukara acep ne arıyordu.
      Ne vali ne vekildim sade biriydim halktan,
      Öyleyse nasibin yok dediler bu konaktan.
      Kahvede halk bir fiskos çevirdiler,
      Bu akşam kal diyerek camiyi gösterdiler.
      Dizimi ayağımı taşlara vura vura,
      Camide kalmaktansa yol aldım Salaçur’a.
      Sisler çekiliverdi ben yola koylunca,
      Bu ayrıcalıkları düşündüm yol boyunca.
      Dökülmüştü önüne saçlarımın akları,
      Sonradan işittim ki yanmıştı konakları.
      Salaçur üç mahalle ;Kahmut, Kalnus, Kalgunsu,
      İspirin kaderi bu çıplak örtüsü.
      Yanmış , kavrulmuş vadi güneşinden, selinden,
      Başta devlet babamız bir tutan yok elinden.
      Sıcak bir el beklerken devlet denen babadan,
      görmedi başkasını tahsildar jandarmadan.
      Kimi vergiye gelir, kimi asker almağa,
      Bu kavrulmuş yüzler küsmüşler yaşamağa.
      Daha tıkamak için doymadan boğazını,
      Hacı denen bir kişi kesmiş dere ağzını.
      Halk bahçede topluyor kurutacak dutunu,
      Bu dutlara bağlamış tüm yaşam umudunu.
      Sorunları bırakıp gelecek kuşaklara,
      Çırnaçur’dan yukarı gene vurdum dağlara.
      Güzin dağlar başkadır insana hüzün verir,
      Ruh kanatlanır uçar, kişide madde erir.

      Keklikler sürü sürü yamaçlarda dolaşır,
      Yaban keçileriyle tekeler sevdalaşır.
      Mezralarda kurumuş otlarda yaşam kokar,
      Terk edilmiş yaylada keder kokar gam kokar.
      Tutuşur boz kayalar günün son ışığıyla,
      Hayal bir çoban kızı buluşur aşığıyla.
      Kız uzat elini der uzatır yaklaşamaz,
      Kız gel koklaşalım der, yaklaşır koklaşamaz.
      Duyulur gibi olur ta ötelerden bir ses,
      Kesilir aşık için o anda soluk, nefes.
      Ne koyun melemesi ne kuzu melemesi,
      Tur-i Sina’ya çıkar duyabilen bu sesi.
      Bunun yüceliğini ne sen ne de ben bilir,
      Yuvasından ayrılıp yollara düşen bilir.
      Bir an sarsılıverdim içim karma karışık,
      Acaba ben mi idim demin gördüğüm aşık ?.
      O gece bir kayanın koltuğunda uyudum,

      Doğayı içerime sindirdim yudum yudum.
      Paglarda ve Koplarda günlerce yata yata,
      Varoş’un üzerinden sonunda indim Çat’a.

      Ben ne Kara Reşit’im ne de Kahya Salih’im,
      Yalnız onlar kadar bu yere sevdalıyım.

      İki dere adlandırır bu yeri,
      Biri Hemşin’den gelir Elevit’ten diğeri,
      Burada bir bina var ne Hilton’dur ne Divan,
      Dağların arasında görkemsiz garip bir han.
      Dışarıda sıra sıra bağlı katırlar , atlar,
      İçerde konuksever güleryüzlü Mafratlar.
      Tutuşsun bir sobası, bir de Mustafa’sı var.
      Çomoğlu gene Çat’ta , nerdesin Rıza dayı ?,
      Sen Vanksi’de sefa sür tarlayı yedi ayı.
      Çektin yaşam boyunca acısını cefanın,
      Ne faydasını gördün Nihat’ın Mustafa’nın.
      Yazıldın gönüllere sevginle hatırınla,
      Büstünü dikeceğiz koprinle, katırınla.
      Karşıda Gito, Karap göz ucuyla dolaştım,
      Ve bu anda sevdalı dağlarla vedalaştım.

      Ey Hemşinli; gelecek çağların çocukları !
      Merhabalar sevdalı dağların çocukları.

      Uzakta kalsak bile bir iki kelam size,
      Elevit’ten, Kale’den, Ayder’den selam size.



      SEVDALI DAĞLAR – SERVET ÇOMOĞLU- Hemşin Derneği yay. 3- 1987 bası.

      _________________
      şişmanoğlu
      " akıl ve gönül ; insan ...

      Servet ÇomoĞlu'ndan-gurbette Çayelİ...

      GURBETTE ÇAYELİ


      Şimdi gurbette değil sanki Çayeli’ndeyim,
      Çıha’nın eşliğinde KUSPA’nın belindeyim,
      Nav bir Hemşin havası çalıyır yanık yanık,
      Bugün dağlar dumansız, bugün ruhlar uyanık.
      Kıyıda çarşaf gibi serili Karadeniz,
      Ey Çayeli, taşınla toprağınla sendeniz…
      Bakma böyle yıllarca ayrı kaşışımıza,
      Bir kader çizgisi bu yazılmış başımıza.
      Para derdi, pul derdi, aş derdi, ilim derdi,
      Bizi çok küçük yaşta gurbete itiverdi.
      Dolaştık deniz deniz yedi iklim dört bucak,
      Arkada kalanlara yaş döktük kucak kucak.
      Kimimiz kaptan oldu, miço oldu kimimiz,
      Bazen de seferinden hiç dönmedi gemimiz.
      Bazı gün yelken açtık İsveç sahillerine,
      Sarışın dilberlerin kapılıp ellerine.
      Dansettik güvertede gece sabahlara dek,
      Sandık bu yerler cennet, sandık bunlar bir melek.
      Yeşil gözlü çay kızı kıskanıp halimize,
      Artık tahammülüm yok , gel dedi de bize.
      Bu özlemle köpürdük, bu sevda ile taştık,
      Sana kavuşmak için deryalar dağlar aştık….
      Bu hal hepimizi için gerçek bir yaşam mıydı ?
      Nerde bu güzel dağlar bu yemyeşil tepeler,
      Kulaklarında çaydan zümrütlenmiş tepeler.
      Başında duvak gibi duruyor LAZLAKAR’ım,
      Çal Çıha Mehmet’im çal, tazelensin efkarım.
      Şurada Liman Köyü nazlı bir gelin gibi,
      Var mıdır hiçbir yerde şu Kuspa belin gibi.
      Seni seyrediyorum buradan baştan başa,
      Sağ yanımda Kesmetaş, karşımda Kaptanpaşa…
      Değer bir adım atsan Aşıklar’a ayağın,
      Dumanı tüter gibi burnumda Yanıkdağ’ın.
      İşte ÇATAKLIHOCA , işte sırt, işte Yamaç,
      Durma yabancı gibi ne olur koynunu aç.
      Yıllardır uzaklarda adını sayıkladım,
      Seni yüreciğimin ta içinde sakladım.
      Ardından Kerem gibi dolaştım yana yana,
      Orada seni gördüm, baktımsa hangi yana.
      Kah bir çınar altında uzanıp serinledim,
      Kah Yalıkahvesi’nde Fenerci’yi dinledim.
      Harman gecelerinde mısır olup kaynadım,
      Çimenli düzlerinde met, değenek oynadım.
      Canlandı anılarım içimde birer birer,
      O düğün sofraların o kocaman siniler.
      Ve bir yığın insanın salladığı kaşıklar,
      Sonra ocak başında karşılaşan aşıklar.
      Nerdesin Mamuloğlu, nerdesin hasan dayı ?
      Şimdi kim çevirecek o gizemli kaydayı…
      Hadi Çomoğlu Ömer, donat kadıbağını,
      Döksün delikanlılar binanın saçağını.
      Şevkiye Hala sana cevap versin bölmeden,
      O tatlı şakalarla kırılalım gülmeden.


      SERVET ÇOMOĞLU- SEVDALI DAĞLAR- Hemşin Der.yay.no:3 1987 bası.

      _________________
      şişmanoğlu
      " akıl ve gönül ; insan ...

      nerdesin............

      adımı yalnızlıklara yordum,
      kilit vurdum dilime ;
      artık suskun bir bekleyiş olsun,
      uzaklardan gelmez, uzayın parıltısı,
      ben, tozlu raflarda sabahı bekleyeyim.
      sen yoksun,
      gelmen bir ihtimal ;
      ve ben de yoksam karşında,
      ha yağmur yağmış ha hava esmiş,
      ben değilim ki artık toplayan taneleri,
      bahçeler öyle öksüz kalmış.
      nerdesin,
      diyemeden ansızın gidişin,
      mektupları yırtarak kaçıyorum geceden,
      ismini bulaştırdım dilime,
      bir ağustos sabahı göçe hazırlanırken.
      artık yazmayacağım,
      sevda denen masalı;
      bildiğim bir türkü var,
      kaidesiz kuralsız,
      sisli dağ yollarında onu söyleyeceğim;
      gurbet elinde yalnız onu dinlersin diye.
      son defa soruyorum,
      nerdesin ? kayan yıldız,
      bir ayazlı akşamda görmüştüm;
      öyle mahzun,
      seni emekliyorum faidesiz işlerle,
      seni son defa görüp, sukunet bulacağım,
      ellerine kapanıp , belki ağlayacağım.
      nerdesin ?.


      hasan şişman tem.05 ist.

      _________________
      " akıl ve gönül ; insan ...

      sayende............

      " heceler gözünü yordu, kitaplar kelimeler,
      ve minik, emin ellerinde sayfalar dolusu aşk.

      sana şiirler değil, en bilge destanları adadım,
      ta çağların evvelini anlatan,
      yaşadım saniyeyi sayende en uykusuz ;
      öğrendim gece boyu gülmeyi.
      sana rüzgarı değil, kardelenler dolusu şu dağları adadım,
      en tanımsız aşkı bildim sayende;
      yaşadım sesin okyanus anaforunu.
      sana dağları değil, tüm evreni adadım;
      ki öğrendim sayende adam gibi sevmeyi,
      sesinde hayat buldum,
      kanarak içtim kalbinin dizesini.
      sana kendimi adadım, benliğimi,
      ki anlam buldum masum bakışlarında,
      en doyumsuz.
      sana seni adadım bende yeniden varolan,
      aşkının nefesini , özgürce.
      ve geceyi güne katarak ,
      varoldum yine,
      sayende. "

      hasan şişman tem. 05 - ist.
      " akıl ve gönül ; insan ...

      Nerdesin...

      sanrıya, yıkılışa,
      ruha adanan ruha....
      ey bilgelikler çağı,
      ey unutuş..
      ey sarhoşluktan daha elim,
      varoluş.
      nerdesin...
      gecenin ayazında ,
      duydun mu bu soluğu ?
      sen zamana kapıldın,
      dizeler peşisıra geldi bende oysa,
      aklımdasın işte, son nağmelerle.
      sezmedim,
      kaygılarımdan başkasını,
      öyle ki ,
      hep seni diyedurdum.
      eskittim zincirleri,
      çoktandır çağlara meydan okuyuşum,
      ki umarsız yaşamadım,
      ceremesini çeksemde aldığım her nefesin.,
      söylediğim sensin başınabuyruk,
      emirnamesiz yaşadım ,
      seni duymak için,
      baltalanmış ormanlar gördüm rüyalarımda,
      ve ıssız köşelerinde yağmur sulaklarını,
      varlığını aradım elveda diyenlerin,
      nerdesin,
      sana adanmışlığa,
      bişey demeyecek misin ?

      h.şişman ağ. 05 ist.
      " akıl ve gönül ; insan ...

      sen............

      sen, nazlı periler prensesi,
      ben, bir garip şair ;
      sen dağlarda gezersin,
      ürkek ceylan misali,
      ben, kelimelerden medet umarım.
      şimdi kimbilir hangi bulutlar ülkesinin,
      çiçekli vadisindesin ?
      ki seni deren gönül,
      tek ben değilmişim.
      evvelinden bilinen buymuş ;
      sen sukutu hayal sarp kayalarda,
      ben dağlarda yankılanan naraymışım.

      h.şişman ağ. 05 - ist.
      " akıl ve gönül ; insan ...

      şimal.....

      şimal....

      ormanda kaybolmuşum,
      dört yana savrulup duruyorum,
      saçlarımı alıyor, hüzünlü şimal....
      dönüp, arkama şöyle bir bakıyorum...
      biliyorum tutan yok elimden...

      papatya..açmayagör...
      sen dağbaşlarında soluksuz kaldın...
      elimde sevda kelimeleri...
      dalından dökülen yaprak..misali...

      bitmez mi boşuna ağlayışın..
      her yürek siler mi dökülen gözyaşını..?
      papatya.. çığlık misali..kime sesleniyorum...
      fırlıyorum yerimden..

      seslendim daha demin...
      bir hayat yolcusuna...
      geçerken, ırmaklarda kendimi arıyorum.......
      tebessüm ediyorum...... ormanda ağaçlara..
      ben de , papatya misali çiçeğe doyuyorum...

      öyle masum bakarken, delice gökyüzüne..
      içimde bir kırpıntı , kayboluş hikayesi...
      kuş cıvıltılarıyla yolumu arıyorum.....
      sabahın uykusu yüzümden dökülüyor...
      artık bana da gülen..
      esintili bir şimal......


      h.şişman ağ. 05 - ist.
      " akıl ve gönül ; insan ...

      kaldı...

      ayrıldık,
      adını acı koydular ,
      tepede batan günü görmeden,
      biri vardı,
      adımları ruhundan,
      ne sesi işitildi,
      ne yüreğinde biriktirdiği söz,
      o da varoşlar ülkesindendi,
      yalnızca adı kaldı.
      dağlar kırağı saklıyor,
      yollar ensesinde hayatın,
      buruk bir başlayış hüznüyle,
      türküler, şiirler, sözler...
      başladı sonu kaldı.
      ağaçlar meyve vermiyor,
      sözler mecale yetmiyor,
      dağıttı iklimleri durmadan,
      bilmem ki neyi kaldı.

      h.şişman ağ- 05 ist.
      " akıl ve gönül ; insan ...

      çağır beni...

      Çağır beni …

      Aşk adına işlediğim bütün günahlarımı kutsal sayarak, yağmalanmış gecelerimin hüznünü bir bohça gibi sırtıma vurarak, tutkumu ve öfkemi, tutuklandığım gözlerinin rengine boyayarak gelirim.

      Hiç saklamadım duygularımı. Ama bir çocuk var ki içimde, asırlardır uykuda. Asıl ben oyum. Asıl o uyandığında ben hayata daha çok sarılıyorum. Konuşmaya hasret o çocuk artık uyusun istemiyorum. Onu uyandıracaksan ve büyüteceksen gelirim

      Hep seni, sana ve bütün ağırlığına rağmen taşıyacağıma, hep seni, sen kadar uzaklarda bile yaşayacağıma inan … Hiçbir zaman senin, gözlerinin gizlerindeki güzelliği unutmayacağıma inan. Ve benim kuşatma altındaki düşlerimi ve düşlerimdeki gülüşlerimi de senin kanatmayacağına inanayım. Seni anlatmak için kırdığım bütün kırık tümceleri onaracağına inanayım…İnandır beni gelirim.

      Bakışlarımla okşayarak yüzünü, gece yarısı hasretlerinin yoldaşı olurum, bölünmüş düşlerinde ve yalnız gecelerinde bak bana, hep konuk olurum sana.. Şiirlerinde hep yeni umutları, yeni sevdaları anlatan bir ozan gibi sana dair dizeler yazarım. Seni anlatmayacak her sözcüğü kullanılamaz kılarım. Salıveririm yüreğimi bir ezginin notlarına.. Söyle şarkımı, gelirim.

      Rotasını kaybetmiş bir gemi gibi fırtınadan fırtınaya sürüklenirken “ kara göründü “ diye bağıran bir tayfanın sesindeki mutluluğu taşırım ben. Limanım sensin. Bir tek sana sığınırım, korku dolu dev dalgaların şiddetlerinden. Aç kapılarını gelirim.

      Utangaçlığımı, güçsüzlüğümü, üzerini yalanlarla örttüğüm hatalarımı bırakarak, acı ve gözyaşını unutarak, umutlarımın da ellerinden tutarak gelirim. Silinmiş kimliklerden süzüp getirdiğim sevdamı alıp büyütesin, kalbine yerleştiresin diye gelirim.

      Biz seninle ölür gibi öpüşmeli, öpüşür gibi bölüşmeliyiz hayatı, hesapsız mekanlarda ve zamansızca… Ayın karanlık yüzünü düşün, güneşi kucakladığın anı düşün. Başını göğsüme yaslayıp sustuğunda, belki de ömründe ilk defa geçmişteki hoyrat sevdalara inat sen de yum gözlerini. Sevda ile dağla yüreğini… ben sendeyim, kazındım bir kez yüreğine. Bundan böyle ihanetin adının bile anılmadığı bir ülkede, hayallerini azaltmadan, bir baharı ve sonraki bilmem kaç baharı benimle birlikte yaşamak istiyorsan ve maviyi, gerçek maviyi, aşkın mavisini yalancı kırmızıya inat rengi yapmak istiyorsan çağır beni….Gelirim.

      Aşk Bize Yakıştı – Mehmet Coşkundeniz.den
      " akıl ve gönül ; insan ...

      güvercin gerdanlığı- ibn hazm ( aşk ve sevgiye dair )

      Büyük hukukçu, edebiyatçı, dilbilimci ve şair İbn Hazm’ın bütün dünya dillerine çevrilen eseri Güvercin Gerdanlığı’ndaki ve sevgi aşkla ilgili düşüncesi.:

      “… benim düşünceme göre aşk , ruhların çeşitli yaratıklar arasında bölünmüş parçalarının birleştirilmesidir. Bu birleşme onların en yüksek temel öğelerinde meydana gelir. Beraberlik ve ayrılığın, varlıkların birleşimi ve ayrışımıyla ilgili olduğunu biliyoruz. Her şekil kesinlikle kendine uygun olan şekli çağırır; onu ara, bulur. Her şey misli mislinedir. Aramızda karşıtların birbirini ittiğini , benzerlerin birbirlerini çektiğini, hemcinslerin birbiriyle uyum sağladığını bilmeyen yoktur. Niçin aynı durumlar ruhlar için sözkonusu olmasın ? Allah Adem’in eşinde bulacağı ısınmanın nedenini Havva’nın kendisinden bir parça bulmasında kılmıştır….”

      “ ben bir güneşle büyülendim ki ; battığı zaman,
      battığı yer sanki bir gelin odası mahremiyetine sahip.
      Profilden bakılınca parşömen tomarları kıvrımlarını anıran genç,
      Güzel bir cariye niteliğinde bir güneş !
      Ancak dış görünüşüyle insanlara benzemekte !
      Güzelliğini tasvire gelince, bir peri kadar güzel !
      Çünkü yüzü mücevher gibi, bedeni yasemin gibi, kokusu misk ve amber kokusu !
      Kısacası, bütün olarak bir ışık sanki !
      Şık giysiler içinde adımlarını atarak, ilerlerken, sanki yumurta üzerinde ya da cam
      kaseler, kadehler üzerinde yürümekte !
      keklik gibi gaydalamakta. “ ( abbas el ahnef )

      “ göz kapaklarım bulutlara ders verdi ve bunun üzerine bulutlar bol bol yağmur
      yağdırdılar.
      Böyle ağlarken, bu gece, bana çektirdiğin acıları paylaşmak mı, yoksa uyanık kalmama
      Yardım mı etmek istiyor ?
      Eğer karanlıklar ancak uykunun göz kapaklarını kapattığı an son bulacaksa,
      Şafak atmasını asla göremeyiz ve gittikçe büyüyen bir uykusuzluğun kurbanı oluruz.
      Bana öyle geliyor ki bu gece yıldızlar, bulutlar gözlerden onların ışıklarını saklarkenki
      Durumları ile,
      Bana senin aşkının çektirdiği gizli acılara benziyorlar, ey gönlümün çiçeği !
      Çünkü bu gizli acı ancak tahminen belli olabilir “ ( Vafir )


      “ anladım ki aşk, güzellerin al yanağına göz takılıp kaldığında elde edilen hazla başlıyor.
      Oysa sen, demir parmaklıklar arasına düştüğün halde,kendini mutlu, aklını özgür sanıyosun.
      Suyu görüp aldanan,sonra kayarak dalgaların ortasında boğulup giden birine
      benziyosun tıpkı. “


      “ aşkta aşağılanmak hiç de kusur değildir; en kibirli insan dahi aşkta boyun eğer.
      Beni aşağılanmış bir halde görürseniz şaşmayın; benden önce Muntasır da aynı durumda kalmıştı.
      Sevgili sevenin ne dengi ne bezeridir; öyleyse bu durumda sabretmek hiç de aşağılanmak
      değildir.
      Bir elma yere düştü; üşüşü seni üzdü; onu kesip yerken büyük bir zafer kazandığını
      İddia eder misin ? “









      “ şaşaalarla kolayca baştan çıkıveren kişilerden değilim ben ; ayrıca ayrılık da gönlümde tuttuğum
      duyguları pek etkilemez.

      O zaman kalbimin en gizli yerinde nefretler duyarım; fakat dıştan tatlı dilli ve gönül okşayıcı görünürüm
      Sonunda anladım ki,savaşta ateş yükseldikçe yükseliyor, halbuki başlangıçta bir oyundu.

      Alacalı yılanın hareli kumaş gibi bir parlaklığı var; rengi olağanüstü güzel ; fakat ne yazık ki bu güzel
      Parlaklık altına öldürücü zehir sinsice yerleşmiş.

      Kılıç çeliğinin insanı hayran bırakacak bir manzarası var ; bu yolla insan dilediği her şeye ulaşır.

      Çünkü olur ki insan yarın hatırlı, itibarlı, saygın kişisi olmak için alnını toza toprağa koyar, secde eder

      İşte insan için ardından bir izzet,büyüklük getiren alçaklıkla sona eren bir izzetten daha soyludur.

      Nice bin kez, yoksulluk ardın bolluk getirmiştir; nice binkez kıtlık sonunda her şey bollanmıştır.

      Düşüşü göremeyen kimse izzeti ne bilsin ? çünkü hiç kimse rahat yüzü göremez, yorgunlu çekmemişse.

      İnsan susuzken,küçük bir sudan birazcık su içse,bolca kana kana ve birçok defa su içmesinden
      daha tatlıdır. “


      “ dostluk bağlarımızı çözmeye uğraşmayı bırak ! tersine birlikteliğimizin düğümlerini sıkıla, ey zalim !
      istesen de istemesen de, hukuk bilgisinin söylediğine geleceksin ey zalim “


      “ olur ki beni kınadıktan sonra, ödüllendirirsin kınadığın durumdan dolayı, belki de fazlasıyla.
      Nice bin kez gökyüzünü,a çık, masmavi seyrettik de sonunda gökgürültüsü duyar olduk !
      Ama sonra o güzel günler yeniden geldi; umarım sen de böyle yeniden döner gelirsin “


      “ HERKESCE BİLİNEN BİR KONU BU; SENİN AHLAKIN İKİ YÖNLÜ VE İŞTE BUGÜN KADER
      SENİN ŞAHSINDA İKİ YÜZLÜ BİRDEN GÖSTERİYOR.

      SEN GEÇMİŞTEKİ NUMAN GİBİSİN, ONUN DA İKİ GÜNÜ VARDI : BİRİ MUTLU GÜNÜ.
      O GÜN İNSANLARI MUTLU EDİYORDU; ÖTEKİ, UĞURSUZLUK VE DÜŞMANLIK GÜNÜ.

      SENİN DE MUTLU GÜNÜN VAR, AMA NE YAZIK Kİ BENİM İÇİN DEĞİL !

      SENİNLE BİRLİKTE OLDUĞUM GÜNLERİM İSE HİCRAN DOLU, ÇİLE DOLU.
      SÖYLESENE , SENİN İÇİN BESLEDİĞİM AŞKIM, HERHANGİ BİR LUTUFLA
      ÖDÜLLENDİRMENE LAYIK DEĞİL Mİ ? “


      “ gizlenmesi gereken bir sırrı gizlemek o kadar önemli değil ; aslı önemli olan birinin
      açığa vurduğunu gizlemektir.
      Tıpkı insanın fazla zengin değilken ya da cimriliğe eğilimliyken bol bol bağışta
      Bulunmasının büyük değeri olduğu gibi. “


      “ önünde ışıkların, çiçeklerin secdeye kapandığı bir yüz bu !
      öyle tüm bir yüz ki ne eksiği var, ne fazlası !
      bu bir ılıklık , kuşluk güneşi oğlak burcundayken !
      tatlı bir serinlik, güneş aslan burcundayken “


      “ aşkı uğruna, ayrılığa kendini adadı aşık ; aşıklardan kaçan kişi bizden değildir.
      Tıpkı yoksullaşırım korkusuyla yoksul hayatı süren bir zengin gibi,
      böylece kesin olarak yoksulluğun içine düşer. “


      “ EĞER SANA KAVUŞMA YOLLARI TIKALIYSA VE EĞER SENİN BANA YAKLAŞMAN DA
      İMKANSIZSA, NE OLUR BANA VAADLERDE BULUN VE YALAN SÖYLE.

      BELKİ, BÖYLECE, BİR GÜN SANA KAVUŞURUM UMUDUYLA OYALANARAK,
      KIRIK, YIKIK BİR KALBLE YAŞAMI SÜRDÜRMEYİ BAŞARACAĞIM ;
      ÇÜNKÜ SEN BENDEN YÜZ ÇEVİRİYOSUN.

      KITLIKTAN, YOKSULLUKTAN ACI ÇEKENLER, GÖK KUBBEDE BİR ŞİMŞEK ÇAKTIĞINDA
      YALACIKTAN DA OLSA, KİMİ ZAMAN TESELLİ BULMAZLAR MI ? “



      “ senin için, korkarım gözlerim sana kavuşamaz; ve gene korkarım elimle dokunsam tuz buz erirsin.

      Bunlardan sakınmak için, seninle karşılaşmaktan kaçınıyorum; ve seninle, uyuduğum zaman,
      Düşümde karşılaşma yollarını arıyorum.

      Uyuyunca, ruhum duyu organlarından saklı ve gizli seninle baş başa kalıyor.

      RUHLARIN BİRLEŞMESİ GERÇEKTEN SONUÇ İTİBARİYLE , BEDENLERİN
      BİRLEŞİMİNDEN BİN KEZ DAHA GÜZELDİR.

      “ öyleyse hiç tanımadığım biri ol bari; çünkü ben senin hiç bilmediğin, kendisiyle hiç birlikte
      olmadığın biri gibi oldum sence.

      Ben yankı gibiyim, seslenene cevap veririm; öyleyse sen de bugün söylediğin şeye
      İleride uygun olarak davran !”

      “ umutsuzluğu kendime bir kale burcu ve bir zırh yaptım ; böylece hiçbir zaman zulüm giysisi
      giymedim.

      Benim için kendi kurtuluşumu sağlayan küçük şeyler, benim dışımda geriye kalan tüm öteki
      insanların kurtuluşundan daha önemlidir.

      Eğer dinim, ırz ve namusum düzgünse, benden uzaklaşan şeyler o denli önemli değildir.
      Dün zaten gitti, yarına çıkıp çıkmayacağımı da bilmiyorum; öyleyse durup dururken ,
      Neden boş yere üzüleyim ? üzülmem neyi değiştirir ve neye yarar. ? “




      ayrıntı için : İbn Hazm - Güvercin Gerdanlığı ( sevgiye ve sevenlere dair ) insan yay.
      bakılabilir.
      " akıl ve gönül ; insan ...
      gideli,
      ayrılıklar kaldı aklımda,
      öyle kötü etti ki zamansızlığın,
      artık isteyiş yok,
      ne de bekleyiş,
      son vapur da demir aldı ,
      o puslu iskeleden.
      ben miyim, bilmiyorum ,
      yalnız,
      aşkın adını anan,
      ve adanmışlığın taze kurbanı ?
      gelecek bahara, artık inanmam;
      baksana,
      kaç kere yanmışlığım.
      tasasız gece, günahsız gün,
      öyle alışığım yaşanmışlığa,
      gideli,
      bakışların kaldı aklımda,
      beni deli sevdaya çağırmışlığın.
      denizler yoluma denkmiş,
      uzundur yalnızlığım,
      ufukta,
      şimdi, yutkunup,
      bilmem ki neyi sayıklıyorum.

      h.şişman ağ.- 05 - ist.
      " akıl ve gönül ; insan ...

      internette telepatik sevda-elçin

      internette telepatik sevda-elçin

      yüzüne değmedim.
      nasıl tutulmak sesine,
      hani resmin de var bir yandan.
      dokunmak saçlarına içimde tutku kocaman.
      bu,
      işte mıknatısı gözlerimin,
      bundandır,
      beni tüm kuyruklarda upuzun yürek edişin.
      bundandır İstanbul'unu bekleyişim,
      telefonlarını belleyişim hep bundan.

      sesinde bambaşkası bahardan,
      Pasifik meltemleri,
      koşturan saçlarımın arasından.
      eminim...
      sen mutlaka perisin,
      sarı saçların cennet yemişi
      yüreğin,
      başı çiçekli kızların koşup durduğu,
      tropikal orman kocaman.

      bilsen,
      devasa bir hasrettir kökünde serpilen yüreğimin.
      bilmem ki o sen misin...?
      yıllardır durmuş saatim
      yıllar olmuş meğer beklermişim.
      kadife bir dokunuş bu Elçin,
      tüm cennet kızlarını toplayıp yanına
      hep küçük harf...,
      düşüme ışık hızında seslenişin...

      vedat güven
      " akıl ve gönül ; insan ...