Köy Destanı (Adem İmdat KESİCİ'den)

      Köy Destanı (Adem İmdat KESİCİ'den)

      BAKTUM AĞLADUM [ KÖY DESTANİ ] (Şivemizle yazılmıştır. )

      BUGÜN KÖYE ÇİKTUM ESKİ EVUMA,
      KAPİDAN İÇERİ BAKTUM AĞLADUM..
      ANAM BABAM GELDİ GENE AKLUMA,
      DERTLİ YÜREĞUMİ YAKTUM AĞLADUM..

      RÜTÜBETLİ ÇÜRÜK ESKİ HALİLAR,
      NE ESKEMİ KALMİŞ NE DE PALİLAR,
      PASLANMİŞ KUZİNA, İSLAK ÇALİLAR,
      NEMLİ KİBRİTLERİ ÇAKTUM AĞLADUM..

      HER TARAFİ SARMİŞ ÖRÜMCEK AĞİ,
      AHİRİNDE KALMİŞ SİĞİRUN BAĞİ,
      ATEŞLUĞUN BİTMİŞ KÜLİ OCAĞİ,
      ZİNCİRİ YUKARI TAKTUM AĞLADUM..

      DUVARDA ASİLİ BABAMUN MESİ,
      KEDİLERE KALMİŞ TAVUK KÜMESİ,
      KARŞİLADİ BENİ YAĞMURUN SESİ,
      KİRİLMİŞ CAMLARA AKTUM AĞLADUM..

      BAKTUĞUM YERLERE GÖZLERUM DALDİ,
      HATİRA EŞYALAR YİLLARİ ÇALDİ,
      BOMBOŞ ODALARUN SESLERİ KALDİ,
      OTURDUĞUM YERDEN KALKTUM AĞLADUM..

      HERKES Bİ TARAFA AYRİLMİŞ GİTMİŞ,
      SAHİPSUZ KALİNCA ÇATİ AKİTMİŞ,
      KÖYDEKİ HAYATUM NE ÇABUK BİTMİŞ,
      BÜTÜN ANİLARİ YİKTUM AĞLADUM..

      BİR ZAMANLAR BURDA KİMLER YAŞARMİŞ,
      EVUN ETRAFİNİ DİKENLER SARMİŞ,
      DEMEKKİ KADERDE AYRİLUK VARMİŞ,
      KAHRUMDEN BOYNUMİ BÜKTÜM AĞLADUM..

      MAZİYİ ANLATSAM KELİME YETMEZ,
      ÇOCUKLUK GÜNLERUM AKLUMDAN GİTMEZ,
      KÖYÜME HASRETUM EBEDİ BİTMEZ,
      YÜREĞUMDEN BİR OF ! ÇEKTUM AĞLADUM..

      SANKİ BU EV BANA FERYAT EDEYİ,
      BABA OCAĞİ BU ! “GİTME KAL” DEYİ,
      ŞEHİRUN ÇİLESİ BENİ BEKLEYİ,
      KAPİDAN DİŞARİ ÇİKTUM AĞLADUM..

      KABİR TAŞLARİNİ OTLAR KAPATMİŞ,
      BÜTÜN RAHMETLİLER YAN YANA YATMİŞ,
      HABU YALAN DÜNYA BİZİ ALDATMİŞ,
      MEZARUN BAŞİNE ÇOKTUM AĞLADUM..

      KÖYÜMDEN AYRİLDUM DERTLİ YARALİ,
      KADERUM GÜLMEDİ BAHTUM KARALİ,
      ÇOK ZORUMA GİTTİ DÜNYANUN HALİ,
      YAŞUMİ YOLLARA DÖKTÜM AĞLADUM..

      Adem İmdat KESİCİ
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Sevdalı Dağlar

      SEVDALI DAĞLAR - SERVET ÇOMOĞLU

      Lamgo’dan Meleskür’den Çingit’ten çıktım yola,
      Ovaklı’da dinlendim bir süre verdim mola,
      Oturup Tomaslı’da seyrettim Pogina’yı,
      Nerdesin Cevat Kanber nerdesin Şükrü Dayı..
      Doğu Karadeniz'de güzel bir gündü yazdan,
      Güneşli bir havada geçtim Kanlıboğaz’dan
      Neden Kanlıboğaz’dı bu güzel yerin adı,
      İbran Osman’dan başka hiç anlatan olmadı.
      Yokuş artık bitmişti düzlüğe vardı yolum,
      Mor ormangülleriyle döşeli sağım solum,
      Çok sürmedi baktım ki Yukarıviçe’deyim,
      Altımda Çamlıhemşin, bense bir yücedeyim
      Bir dağın doruğuna asılı Mikronkavak.
      Aşağıda Fırtına akıyor çağlayarak,
      Köyler dik yamaçlarda serpilmiş nokta nokta,
      Çinçiva, Mollaveyis, Mezmun, Meydan, Amokta.
      Yaratan yaratılan kucak kucak iç içe,
      Bakmakla doyamadı gözlerim Makreviç’e,
      Sağ yanımda Kuşuva karşı tepede Habak,
      Ey Hemşin, tümün ile süzül de gönlüme ak.
      Yüreğim coşkusundan duramıyor yerinde,
      Uçuyormuş gibiyim Pokut’un üzerinde,


      Bir gereksinmem yoktu petrol denen yakıta
      Geçtim kanat vurarak Sal ile Amlakit’a.
      Yamaçlarda sürüler çevirmişti önümü,
      Ben güneyden kuzeye aktarmışım yönümü,
      Aşağı Şimşirlik’ten vurdum Tarderesi’ne,
      Gidiyorum Ayder’den Kaçkarlar yöresine.
      Nereye gideceksin bir şey gelir mi elden,
      Güçlükle izin aldım Muhtar Koca Temel’den,
      Gül yüzlü bir ninenin ayran içip tasından,
      Çıktım Bulut Dağı’na Abuçor Yaylası’ndan.


      Çırpıp kanatlarımı üzerinde karların
      Geçtim eteklerinden süzülüp Kaçkarlar’ın.
      Değerlendirmek için güncel dinlencemizi,
      Kavron’da çobanlarla paylaştık gecemizi.
      İki pagın önünde büyük bir ateş yaktık,
      Yayla insanlarının keyfine değme artık,
      Yemek vakti gelmişti sofra kuruldu düze,
      Çeşit çeşit yemekler yığıldı önümüze.
      Önce dillere destan Hemşin’in muhlaması,
      Taze tereyağında alabalık tavası.
      Tulumcubaşı fazla direnmedi nazında,
      Gençler elele verdi yaylanın ayazında.
      Kollar inip kalkıyor, bacaklar kıvrılıyor,
      Tabanca sesleriyle bütün vadi yanıyor.
      Ben tırmandım yokuşa henüz gün ağarmadan,
      Palovid’e gelmiştim onikiye varmadan.
      Oturup Kertelik’te bir ayranını içtim,
      Sonra dere boyundan Hapivanak’a geçtim.
      Tirevit’ten göründü Elevit’in çamları,
      İstiyorum bitmesin yaylanın akşamları.
      Başlamıştı burada vartevor şenlikleri,
      Kızlar delikanlılar bir ileri bir geri,
      Renk renk giysilerinin hepsi aynı biçimde,
      Horon oynuyorlardı sevi coşku içinde.
      Bir tarafta kadehler bir tarafta oyunlar,
      Ve ocakta nar gibi çevirilen koyunlar.
      Çekinenleri yoktu ne paradan ne puldan,
      Koşup geliyolardı İzmir’den istanbul’dan.
      Hemşin’in övgüsü bu Hemşin’in benliği bu,
      Hemşinlinin yılda bir en büyük şenliği bu.
      Mustafa şiş tulumu kollar bacaklar yay,
      Dik oyna Burhan Coşkun, bozma horonu Günday.
      Ben çantamı sırtladım yolcu yolunda gerek,
      Ayrıldım Elevit’ten içim istemeyerek.
      Kazım İncearab’ı gönülden anaraktan,
      Bir tutma çiçeği derip geçtim Haçivanak’tan.
      Günboyunca yürüyüp koca bir dağı aştım,
      Henüz akşam olmadan Davalı’ya ulaştım.
      Bitmemişti davası dağ kimin, yayla kimin,
      Bekliyordu sorunlar dosyasında hakimin.


      Her yer su her yer çiçek bu yayla başka yayla,
      İnsanoğlu burada gelmez mi aşka yayla.
      Gözüm uyku tutmadı gece olmuştu yarı,
      Ninni söylüyolardı şimdi dağ tavukları,
      Tarih gömülmüş gibi kocaman bir çukura,
      Baktım gözlerim nemli oradan Hodeçur’a.
      Görkemli taş konaklar kocaman taş direkler,
      Bunca yıllardan beri bir onarıcı bekler.
      Ellerim şakağımda düşündüm derin derin,
      Bu topraklar uğruna can veren şehitlerin,
      yüreğim burkularak kapıldım da yasına,
      Saygı ile eğildim aziz hatırasına.
      Çekilen dut rakısı buğu buğu küllüğü,
      Tüm anılarımızın geçmişe gömüldüğü.
      Acısı tatlısıyla geçen bütün anların,
      Sade bir ismi kaldı Çalmaşur Kenanlar’ın.
      Sularla çevirilmiş yörenin dört bucağı,
      Mührünü vurmuş gibi altına Cicebağı.
      Maşatlığı yıkılmış koca kilisesiyle,
      Bir şeyler anlatıyor tarihin gür sesiyle.
      Burada dil suskundur doğa seslenir ruha,
      Hem dinlendim hem gittim iniverdim Çoruh’a.
      Çoruh kışın yazın bulanık akar,
      Bu boşa akan suya insan hayretle bakar.
      Alır götürür seller bahçemiz bağımızı,
      Taşır Karadeniz’e bunca toprağımızı.


      Bu şahlanan sulara bir dizgin vur diyen yok,
      Düşmana dur dedik de Çoruh’a dur diyen yok.
      Alıp nasibimizi yaz günü taze duttan,
      Sıcak bir öğle vakti geçiverdim Hunut’tan.
      Sonunda bu günleri biz bekleye bekleye
      Başyayla’nın üstünden dolaştım Çiçekli’ye.
      Göğsümü yaslayarak yaylanın karlarına,
      Çevirdik yolumuzu Tatos’un dağlarına.
      Gölde aşık Kerem’in dinledim de sazını,
      Sisler içinde aştım Ortaköy Boğazı’nı.
      Sürülen yamaçlarda nerdesin Bozo İsmet ?
      İneceğiz paglara eğer olursa kısmet.
      Gönlüm yanıt verirken kuzuların sesine,
      Bir selam verip geçtim Verçenik Tepesi’ne.


      O gece Bozoğlu’nun pagında konakladım,
      Özlemini çektiğim dağlarımı kokladım.
      Bu tertemiz havayı süzüp ciğerlerimden,
      Cimil’e gidiyorum Çermeşk’in üzerinden,
      Patika yolu ama bu yol bambaşka bir yol,
      İleride göründü Karagöl Aşağıgöl.
      Karadeniz türküsü gölde alabalıklar,
      Yeniden tazelendi içimde sevdalıklar.
      Düzleri tepeleri böylece aşa aşa,
      Tahpur’un üzerinden çıkıverdim BALDAŞ’a.


      Kalmadı yüreğimde ne keder ne de gam,
      Senoz üzerinde göründü Marabudam.
      Sisler içinde idi Cimil’e vardığımda,
      Parça parça olmuştu çarığım ayağımda.
      Cimil üç pare köydü, ben Başköy’e inmiştim,
      Bu ilk gelişimdi oldukça sevinmiştim.
      Yatacak yer aradım kimliğimi sordular,
      Burada konukevi var ama diyordular.
      Orada vali, vekil gibiler kalıyordu,
      Dediler bu fukara acep ne arıyordu.
      Ne vali ne vekildim sade biriydim halktan,
      Öyleyse nasibin yok dediler bu konaktan.
      Kahvede halk bir fiskos çevirdiler,


      Bu akşam kal diyerek camiyi gösterdiler.
      Dizimi ayağımı taşlara vura vura,
      Camide kalmaktansa yol aldım Salaçur’a.
      Sisler çekiliverdi ben yola koyulunca,
      Bu ayrıcalıkları düşündüm yol boyunca.
      Dökülmüştü önüne saçlarımın akları,
      Sonradan işittim ki yanmıştı konakları.
      Salaçur üç mahalle ;Kahmut, Kalnus, Kalgunsu,
      İspir'in kaderi bu çıplak örtüsü.
      Yanmış , kavrulmuş vadi güneşinden, selinden,
      Başta devlet babamız bir tutan yok elinden.
      Sıcak bir el beklerken devlet denen babadan,
      görmedi başkasını tahsildar jandarmadan.
      Kimi vergiye gelir, kimi asker almağa,
      Bu kavrulmuş yüzler küsmüşler yaşamağa.
      Daha tıkamak için doymadan boğazını,
      Hacı denen bir kişi kesmiş dere ağzını.
      Halk bahçede topluyor kurutacak dutunu,
      Bu dutlara bağlamış tüm yaşam umudunu.
      Sorunları bırakıp gelecek kuşaklara,
      Çırnaçur’dan yukarı gene vurdum dağlara.


      Güzün dağlar başkadır insana hüzün verir,
      Ruh kanatlanır uçar, kişide madde erir.
      Keklikler sürü sürü yamaçlarda dolaşır,
      Yaban keçileriyle tekeler sevdalaşır.
      Mezralarda kurumuş otlarda yaşam kokar,
      Terk edilmiş yaylada keder kokar gam kokar.
      Tutuşur boz kayalar günün son ışığıyla,
      Hayal bir çoban kızı buluşur aşığıyla.
      Kız uzat elini der uzatır yaklaşamaz,
      Kız gel koklaşalım der, yaklaşır koklaşamaz.
      Duyulur gibi olur ta ötelerden bir ses,
      Kesilir aşık için o anda soluk, nefes.
      Ne koyun melemesi ne kuzu melemesi,
      Tur-i Sina’ya çıkar duyabilen bu sesi.
      Bunun yüceliğini ne sen ne de ben bilir,
      Yuvasından ayrılıp yollara düşen bilir.
      Bir an sarsılıverdim içim karma karışık,
      Acaba ben mi idim demin gördüğüm aşık ?
      O gece bir kayanın koltuğunda uyudum,
      Doğayı içerime sindirdim yudum yudum.
      Paglarda ve koplarda günlerce yata yata,
      Varoş’un üzerinden sonunda indim Çat’a.
      Ben ne Kara Reşit’im ne de Kahya Salih’im,
      Yalnız onlar kadar bu yere sevdalıyım.


      İki dere adlandırır bu yeri,
      Biri Hemşin’den gelir Elevit’ten diğeri,
      Burada bir bina var ne Hilton’dur ne Divan,
      Dağların arasında görkemsiz garip bir han.
      Dışarıda sıra sıra bağlı katırlar , atlar
      İçerde konuksever güleryüzlü Mafratlar.
      Tutuşsun bir sobası, bir de Mustafa’sı var.
      Çomoğlu gene Çat’ta , nerdesin Rıza dayı ?
      Sen Vanksi’de sefa sür tarlayı yedi ayı.
      Çektin yaşam boyunca acısını cefanın,
      Ne faydasını gördün Nihat’ın Mustafa’nın.
      Yazıldın gönüllere sevginle hatırınla,
      Büstünü dikeceğiz koprinle, katırınla.
      Karşıda Gito, Karap göz ucuyla dolaştım,
      Ve bu anda sevdalı dağlarla vedalaştım.
      Ey Hemşinli; gelecek çağların çocukları !
      Merhabalar sevdalı dağların çocukları.
      Uzakta kalsak bile bir iki kelam size,
      Elevit’ten, Kale’den, Ayder’den selam size.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...