Attila İLHAN ( 1925)

      Attila İLHAN ( 1925)

      1925 yılında İzmir’in Menemen ilçesinde doğdu.İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki yüksek öğrenimini yarıda bıraktı, gazete ve dergilerde çalıştı. Demokrat İzmir Gazetesi Genel Yayın Müdürlüğü ve Başyazarlığından Ankara’da Bilgi Yayınevi Danışmanlığına geldi (1973-1980). Çeşitli gazetelerde köşe yazarlığını sürdürdü (1968- ) (Yeni Ortam, Dünya, Milliyet, Söz, Güneş, Meydan) 1950’li yıllarda Vatan Gazetesi’nde sinema eleştirileri yazdı, senaryo yazarlığına başladı. Senaryolarında Ali Kaptanoğlu adını kullandı. Bel başlı filmleri: Yalnızlar Rıhtımı (Lütfi Akad), Ateşten Damlalar (Memduh Ün), Rıfat Diye Biri (Ertem Gönenç), Şoför Nebahat (Metin Erksan), Devlerin Öfkesi (Nevzat Pesen), Ver Elini İstanbul (Aydın Arakon). Şimdi İstanbul’da bağımsız yazar.

      İlk şiiri Balıkçı Türküsü, Yeni Edebiyat gazetesinde çıkmıştı (sayı: 23,1.10.1941), ilk düzyazısı ise (Kültürümüz Üzerine Düşünceler) Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili Gazetesi’nde (29.10.1944). Duvar kitabına aldığı Cabbaroğlu Mehemmed şiirinin 1946 CHP Şiir Yarışması’nda ikincilik almasıyla tanındı.Şairliğinin ilk on yılını, destan boyutlarıyla ve duygusal, gergin bir hava içinde, İkinci Dünya Savaşı’nın Avrupa’yı saran bezginlik çöküntülerini yansıtmaya adamıştı. Zamanla (1955- ) toplumcu kollayışı bırakmamakla birlikte tek insanın duygu dünyasından kesitler verdi; artistik abartmalarla ve yerli dünya görüşüne de yaslanarak, bireysel temaları işledi. Aynı gerginlik ve gerilim kendine özgü bir söz dizim ve hazinesiyle at başı, çarpıcı benzetmelerle zenginleşmiş romanlarında da görülür. Eleştiride uzun zaman toplumcu gerçekçilik ilkelerine bağlı kalmıştı.

      ESERLERİ
      Şiir kitapları: Duvar (1948), Sisler Bulvarı (1954),Yağmur Kaçağı (1955), Ben Sana Mecburum (1960), Bela Çiçeği (1962), Yasak Sevişmek (1968), Tutkunun Günlüğü (1973), Böyle Bir Sevmek (1977), Elde Var Hüzün (1982), Korkunun Krallığı (1987), Ayrılık Sevdaya Dahil (1993).

      Romanları: Sokaktaki Adam (1953), Zenciler Birbirine Benzemez (1957), Kurtlar Sofrası (1963/64), Bıçağın Ucu (1973), Sırtlan Payı (1974), Yaraya Tuz Basmak (1978), Fena Halde Leman (1980), Dersaadet’te Sabah Ezanları (1981), Haco Hanım Vay (1984), O Karanlıkta Biz (1988).

      Gezi notları: Abbas Yolcu (1957).

      Deneme-anı türü: Hangi Sol (1970), Hangi Batı (1972), Faşizmin Ayak Sesleri (1975), Hangi Seks (1976), Hangi Sağ (1980), Gerçekçilik Savaşı (1980), Hangi Atatürk (1981), Batının Deli Gömleği (Gazete yazıları, 1981), İkinci Yeni Savaşı (1983), Sağım Solum Sobe (Gazete yazıları, 1985), Yanlış Erkekler Yanlış Kadınlar (1985), Ulusal Kültür Savaşı (1986), Sosyalizm Asıl Şimdi (1991), Aydınlar Savaşı (1991), Kadınlar Savaşı (1992), Hangi Edebiyat (1993), Hangi Laiklik (1995),Hangi Küreselleşme (1997), Bir Sağ Kırmızı Karanfil
      (gazete yazıları, 1988).

      Senaryosunu yazdığı Sekiz Sütuna Manşet (6 bölüm) 1982’de, Kartallar Yüksek Uçar (12 bölüm) 1984’te, Yarın Artık Bugündür 1986’da, Yıldızlar Gece Büyür (16 bölüm) 1992’de, Tele-Flaş (13 bölüm) 1993’de TV dizisi olarak oynandı. Atilla İlhan’ın Bütün Şiirleri Bilgi Yayınevi tarafından basılıyor (1983).

      Tutuklunun Günlüğü kitabıyla Türk Dil Kurumu 1974 şiir Ödülü’nü, Sırtlan Payı romanıyla da 1974-1975 Yunus Nadi Armağanı’nı kazandı.

      "Çoğu zaman üç beş kişi için yazdığımızı sanırız, onlar bizi okumazlar. Asıl seslendiklerimiz, hiçbir zaman tanımayacağımız, başka üç beş kişidir."

      Atilla İLHAN

      biyografi.net/kisiayrinti.asp?kisiid=1116
      Resimler
      • Attila ÝLHAN.jpg

        33.44 kB, 0×0, 306 defa görüntülendi
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Atilla İLHAN Öldü Mü?

      Tuhaftır ama, büyük bilgenin sonsuzluğa göçtüğü gün, dilime, 2500 yıl önce Alp Er Tunga için yakılmış ağıtın sözleri dolandı. Evin içinde, eşimin ve kızımın şaşkın bakışlarına aldırmadan, söylenip durdum:
      “Attila İlhan öldü mü?
      Dünya ıssız kaldı mı?
      Ödlek öcün aldı mı?
      Şimdi yürek yırtılır!”

      Yüreğim gerçekten yırtıldı! Bu yazıyı cenazesinin kalktığı gün yazıyorum. Ölümü üzerinden iki gün geçti; hâlâ kendimi toparlayabilmiş değilim. Bir ‘üniversite’ kapandı! Ben ona “Tek başına bir üniversite” derdim.Kendisine yazdığım mektuplarda da bunu belirtim. Hatta Ceviz Kabuğu programına konuk olduğunda, sevgili Hulki Cevizoğlu benim kendisine böyle bir sıfat taktığımı söylediğinde, yüzünü kaplayan gülümseme çok şey anlatıyordu. O, gerçekten ‘üniversite’ idi. Onun yokluğunu düşündüğüm her an içime bir ürperti geliyor; üşüyorum. Bu yazıyı da inanın nasıl yazdığımı bilemiyorum. Beynim hâlâ karmakarışık. Neyi nasıl yazacağımı düşünmeden klavye denilen alete basıp duruyorum. Anlatım kusurları olursa okuyucularım bağışlasınlar.

      TÜRKİYE’DEN BAKIYORDU...
      Beyni tutsak değildi. Durduğu yer Türkiye idi ve Türkiye’den dünyaya bakıyordu. Son yüz yıldır sömürüyü tanımlayan ‘emperyalizm’ sözcüğünü çok bilinçli kullanırdı. Para ve yüksek teknolojiyi elinde tutanların, diğer insan çoğunluğunu ‘köle’ gibi görmesine dayanamazdı. Bu anlamda çağımızda yaşadığımız insanlık dışı olayların faili ‘Batı’nın, özellikle ABD’nin karşısındaydı; demek, hafif kalır; tam bir düşmanıydı! Çünkü o Türk milletinden yana, gerçek bir toplumcuydu. Hatta ulusçu ve toplumcuydu. O, evrensele ulusaldan ulaşmak istiyordu. Dünya ile birlikte, içinden çıktığı kültür atmosferini de solumasını biliyordu. O bir Sultan Galiyev’di! O, mazlum Doğu’nun fikir atölyesinde en kaliteli üretim yapan bir ustasıydı. Mütareke dönemi medyasını aratmayan günümüzdeki bir kısım medya ona şimdi ağıt yakadursun; sağlığında ise, bilerek adından söz etmiyorlardı. Attila İlhan’ı görmezden gelmek gerekiyordu; çünkü o ‘millici’ idi. Çünkü o ‘Kuvvacı’ idi! Evet o, uyumuyordu; ülkesini düşünüyor; Batı’nın rüzgârını yelkenine kesinlikle almıyordu. Almıyordu; çünkü o rüzgârla şişirilen yelkenlerin yüzdürdüğü geminin kayalara çarpması kaçınılmazdı. O, bunu biliyordu. Onun bu durumunu düşündükçe aklıma Turgenyev karşısındaki Dostoyevski geliyor. (Not: 6 Haziran 1880’de Moskova’da Puşkin’in heykelinin açılış töreni yapılır. Konuşmacılardan biri Turgenyev, diğeri ise Dostoyevski’dir. Turgenyev günümüz kimi Türk okumuşları gibi Batı hayranıdır Dostoyevski ise, Batı’nın bir felâket olduğunu söylüyor; Rus kültürünü ve Rusya’yı korumaya çalışıyordu. Bkz: Batı Çıkmazı, ‘Puşkin Üzerine Konuşma’, Dostoyevski. Dergâh yayınları)

      MANTIK TERAZİSİ SAĞLAMDI...
      Türkiye’nin gelişmiş Batı’nın oyun sahası olacağına kendi, kendi sahasında kendi oyununu oynamasını istiyordu. Gazeteci dostum Arslan Bulut’la sohbet ederken şunları söylüyordu: “Türkiye neden dolayı, kendi bölgesinde, kendi soyundan insanlarla işbirliği yapıp da, güçlü bir devlet olarak varlığını sürdürmesin de Ortadoğu''da Amerika''nın köpeği olsun? Böyle bir şeyi benim havsalam almıyor, tüylerimi diken diken ediyor. Olacak iş değil!”
      Türkiye ve Türk’ten yanaydı. Sömürünün her çeşidine karşıydı. Kapitalizmin sistem olarak sömürü doğurduğunu çok iyi biliyordu. Ancak, hayalci değil; aklı başında bir toplumcuydu. Şiiri dışında en çok bu tavrını beğenirdim.
      Ot kökü üstünde biter, sözünün anlattığı gibiydi. İçinden çıktığı toplumun kültürünü hiç mi hiç dışlamadı; şiirine divan çeşnisi de kattı, folkrorik çizgilere de yer verdi.

      ŞİİR DEYİNCE...
      Az kalsın unutuyordum: Ben şiire ilgimi Attila İlhan Ağabeyime borçluyum. 1963 yılında Kırıkkale Lisesi’nde okurken onun “Üçünçü Şahsın Şiiri”ni okudum. Hani şöyle başlar: “Gözlerin gözlerime değince felâketim olurdu, ağlardım” Bu şiirini çok sevmiştim. Bu arada öz kardeşim gibi sevdiğim, okul arkadaşım Dilaver Cebeci de şiir yazıyordu. Ben de heveslendim ve şiir dünyasına girdim. İyi şiir yazamam belki ama; iyi şiiri bildiğimi sanıyorum. Ve ben bu sanatla buluşmamı Attila Ağabey sağladı. Sağlığında kendisine bunu bildirmiştim.
      Ne diyeyim, ne yazayım...
      Şaşkınım!
      Durağın cennet olsun Ey Türkiye’nin birikimi!

      uydukurdu.com/forum/showthread…_ilhan_oldu_mu-36495.html
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000