Kültürel Yozlaşma

      Kültürel Yozlaşma


      “Kültür, bir toplumu diğerlerinden farklı kılan değerler bütünü ve hayatı algılama biçimidir. “
      Bilim ve teknoloji evrensel ama kültür millidir. Kültürlerin milli olması, içlerine kapanık, diğer kültürlerden kopuk olmaları anlamına gelmez. Yeryüzünde saf, katışıksız kültür unsuru yoktur. Hiçbir dil, mimari, musiki yoktur ki diğerlerinden etkilenmemiş, beslenmemiş olsun Kültürler birbirlerinden beslenir, birbirlerinden etkilenirler. Ancak etkilenme, aynileşme, kopyası haline gelmeye dönüştüğü zaman işte o zaman yozlaşma ve sonuçta yok olma süreci başlar.
      Bilim ve teknoloji maddi hayatımızla ilgili olduğu gibi kültür de manevi hayatımızla ilgilidir. Duygularımızı dille, ruhumuzun derinliklerinden gelen nağmeleri musikiyle, estetik zevklerimizi görsel sanatlarla ifade ederiz. Beşer olarak aczimizi, faniliğimizi hissettiğimiz zaman, yaratıcı kudrete sığınırız.
      Kültürel yozlaşma sonucu bugün gençlerimiz maalesef büyük çapta renksiz, ruhsuz, şiirsiz bir dünyada yaşamaktadırlar. Gönüller Sultanı Yunus emre 7 asır önce maddenin şekil verdiği, mananın hayata hâkim olmadığı bir dünyada yaşayan insanların ızdırabını
      “Bunca varlık var iken gitmez gönül darlığı”
      Mısrası ile ifade etmiştir. Gerçekten bütün lükse, konfora, medeniyetin nimetlerine rağmen insanlık gönül darlığı içersindedir.
      Aristo, asırlarca önce “En betbaht millet, kaleleri ayakta iken kültürü ve ahlâkı harabe olan millettir” demişti. Kültürel yozlaşma beraberinde tabii olarak kültürün ve ahlâkın harap olmasını getirir.
      Atilla İlhan’ın şu sözleri bize ait olanların nasıl horlandığının, hayatımızdan koparılıp atıldığının bir örneğidir. “Lisede Sophokles okuduk. Klasik Türk Musikisine sövmeyi, divan şiirini hor görmeyi, buna karşılık; kötü çevrilmiş Batı klasiklerine körükörüne hayranlık göstermeği öğrendik. Sanki Sinan, Leonardo’dan önemsiz, Mevlana, Dante’den küçüktü. Itri ise Bach’ın eline su dökmezdi. Aslında kültür emperyalizminin ilmiğini kendi elimizle boynumuza geçiriyorduk.”
      Kültür emperyalizmine malzeme olmamak elbette dünyaya antenlerin kapatılması, değişen zaman ve şartlara göre kültürel olarak değişime direnmek anlamına gelmez ve gelmemeli.
      Kitle iletişim araçlarının başdöndürücü bir hızla geliştiği dünyamızda, özü korumak şartıyla, değişim, çağdaş dünyayla rekabet etmenin vazgeçilmez şartı olmuştur. Bal arısı, bal gibi bir gıdayı üretmekle beraber, zehiri de vardır. Akıllı insan, arıya yaklaşmasını bilen insan, balından yararlanır. Arıya nasıl yaklaşacağını bilmeyenler ise zehirinden nasibini alır.
      Bugün kültürel hayatımızın yozlaşmasına sahip olan kitle iletişim araçları, araç olarak son derecede faydalı ve masumdurlar. Onları iyiye ve güzele kanalize ederseniz iyi ve güzel sonuçlar alırsınız. Tersi yapıldığı zaman ise bugün ülkemizdeki durum ortaya çıkar.
      Bugün ülkemizde yayın yapan gazete ve televizyonlarımızın çoğu, ne yazık ki, insanımızı enforme etmeleri gerekirken, kültürel hayatımızın taşıyıcı, öğretici, eğlendirici, düşündürücü unsurları olmaları gerekirken kültürel yozlaşmanın en büyük sebebi olabilmektedirler. Çok düzeyli ve sorumluluk bilinciyle yayın yapan bazı TV. Kuruluşlarını tenzih ediyorum ama televizyonlarımızın büyük bir kısmı tavernacı, gazinocu bir anlayışla yayın yapıyorlar. Şiddet, müstehcenlik, karamsarlık aşılama, özenti yaratma, yanıltıcı reklâmlarla tüketimi arttırma, yazılı kültürden uzaklaştırma, gibi mahzurları olan yayınlar üzülerek belirteyim ki çoğunluktadır. Çizgi filmlere varıncaya kadar şiddet, yıkma, dökme, ortadan kaldırmanın ağırlıkta olduğu yapımlar gençlere 24 saat sunuluyor.Bizim kültürümüzde saygıdeğer bir konumda olan, ana, kızkardeş veya eş olarak hürmet edilen kadın, adeta bir ticari malzeme bir reklâm aracı ve herşeyden daha vahimi cinsi bir obje haline getirilmiştir.
      Bizim toplumumuzun çok ciddi sorunlarının olduğu doğrudur. Ancak medyanın sürekli olarak yanlışlıkları, toplumun kangren olmuş taraflarını, kötü örnekleri insanların önüne sergilemesi, kişilerin ülkeleri, hatta kendileri ile ilgili karamsarlığa düşmelerine sebep olmaktadır. Okuyucu, dinleyici veya seyirci sürekli olarak hırsızlıklar, yolsuzluklar, ahlaksızlıklar, haksızlıklar, işkenceler, katiller, insan hakları ihlalleri, dürüst ve namuslu insanların hayal kırıklıkları vs. ile karşı karşıya bırakılmaktadır. Yani özetle bütün çirkinlikler sergilenirken iyi örnekler, güzellikler adeta görmezlikten gelinmektedir. Bu durum, toplumu müthiş bir karamsarlık girdabına sürüklemektedir. Medya elbette denetim görevini yapacaktır, ama olayların takdim ediliş biçimi çok önemlidir.
      Öte yandan gelir dağılımının son derece adaletsiz olduğu ülkemizde, yapılan yayınlarla fakir fukara ile alay edilmektedir. Eskiden beri ülkemizde dar gelirli insanlar hep olagelmiştir. Ne var ki bu insanların başka kesimlerin hayatlarına özenmeleri sözkonusu değildi. Özellikle televizyonlar yurdun en ücra köşesinde yaşayan doğru dürüst beslenemeyen, giyinemeyen vatandaşlarımıza şatafatlı bir dünya sunmaktadır. Bir yandan varlıklı, kolay kazanıp kolay harcayan insanların eğlence adı altında akla hayale gelmedik çılgınlıkları ve bunların magazin haberleri adı altında teşhir edilmesi; öte yandan kızgın güneşin altında tütünle, pamukla uğraşan ancak alnının terinin karşılığını alamayan insanımız... Bu durumda Ülkemin bir yerinde bazı genç kızların intihar etmesine şaşmamak lazım. Kavak eken sopa biçer, rüzgâr eken fırtına biçer…
      Dilimiz o kadar fakirleştirildi ki artık insanlar 2–3 yüz kelime ile konuşur hale geldiler. Dili yozlaşan, fakirleşen toplumlar düşünme melekelerini bile kaybederler. Çünkü insanlar kelimelerle düşünür. Bırakalım yüzyıl önce basılmış bir kitabı, 1960’larda 1970’lerde yazılıp basılan kitaplar bu günkü nesiller tarafından kolay kolay anlaşılamıyor. Üretilen zevksiz, kuru, muzikaliteden yoksun kelimeler zamanla yerleşince “Bakınız işte tuttu. Güzel olmasaydı halk tarafından benimsenmezdi” gibi yorumlar yapılıyor. Hâlbuki sürekli bir dayatma sonucu yanlış da olsa bunlara toplumun alıştırıldığı göz ardı ediliyor. Bu durumu çok güzel izah eden bir fıkra vardır:
      Şehirden Anadolu’nun ücra bir köyüne gelin gider. Gelin Hanım, köye varınca mayıs kokusundan müthiş rahatsız olur. Her tarafta tezek yığınları vardır. Kayınpederine evlerinin etrafındaki hayvan pisliklerini niye temizlemediklerini, mevcut pis kokuya nasıl dayandıklarını sorar. Kayınpederi der ki:
      Kızım biz evimizin etrafındakileri uzaklaştırsak bile 15 metre öteden bu sefer, Mehmet Efendi’nin evinin etrafındakılerin kokusu gelir. Burası köy yeridir. Bundan kurtulmak çok zordur.
      Hamarat gelin herşeye rağmen kolları sıvar evlerinin etrafındaki bütün mayısı, tezekleri uzaklaştırır. Bir ay sonra koku namına bir şey kalmaz. Kayınpederine, Gördünüz mü koku diye bir şey kalmadı, deyince kayınpederi;Kızım aslında koku aynen devam ediyor ama kokuya senin burnun alıştı, der.
      Maalesef toplumumuzun birçok çirkinliğe ve yanlışlığa tabir yerinde ise dayatma ve yoğun telkin sonucu adeta burnu alıştırılıyor.
      Zengin bir folklorumuz vardır. Saz şairleri beşeri bütün duyguları en sade, en açık Türkçe ile anlatmakta ustadırlar. Halk masallarında hayal gücünün en güzel en hür oyunları vardır. Öyle halk havaları vardır ki oynamasını bilmeseniz de insanı kıpır kıpır ritmine kaptırır. Anadolu’da hasret ve gözyaşı ile kalbimizi burkan ağıtlar dinlersiniz. Anadolu’nun uzak ve mütevazı köylerinde kasabalarında tandır başında genç kızların işledikleri nakışların rengini ve şeklini büyük müzelerdeki meşhur tablolarda göremezsiniz. Her halı, her kilim aynı zamanda ilmik ilmik, desen desen gönlün aynasıdır. Hele o günlük hayatı derin bir mana ile şekillendiren örf ve adetler...
      Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi kültürümüzün dünyaya kapatılması, durağan hale getirilmesi elbette sözkonusu olamaz. Bunu istesek de yapamayız. Çünkü İnternet çağında yaşıyoruz. Yunus Emre;
      “ Her gün yeniden doğarız bizden kim usanası “Derken değişimin kaçınılmaz olduğundan ve sürekli aynı kalmanın usanç vereceğinden söz ediyordu. Benim gencim elbette değişen şartlara göre, kültürel olarak da kendini yenileyecek. Her gün yeni bir âlem kuruluyor. Ne var ki, bizi biz yapan asli çekirdekleri, ana karakteri kaybetmeden.
      Gençliğimiz kapı komşusundan habersiz, ama dünyanın öbür ucundaki insanla chat yapıyorsa bu sağlıklı bir durum değildir. İkisinin bir arada yapılması elbette arzulanan şeydir. Kendisiyle, ailesiyle toplumuyla iç içe ve ilgili, ayakları kendi topraklarına basan, milli değerleri ve milli kültürü özümsemiş ancak dünyayı bilen, dünyadaki gelişmeleri takip eden ve çağdaş değerleri iyi okuyan bir genç... İşte bizim arzuladığımız genç, işte yetişmesini istediğiniz genç:
      Orhan Veli, bir şiirinde; Düşünme, arzu et! Bak böcekler de öyle yapıyor, Der. Bugün gerçekten düşünmeyen, sadece midesine bağlı, ruh dünyası boş ve hayatı anlamsız bir nesil yetiştirilmeye çalışılıyor. Büyük Türkiye, ancak kültür ve birikim olarak, ruh olarak büyük ve idealist bir gençlikle gerçekleşir.
      Burada ünlü Avusturyalı devlet adamı Matternich ile ünlü Türk dostu İngiliz diplomat Davit Urquhart’ın birbirine çok benzeyen sözlerini hatırlayalım. Matternich 19.asrın başında, Urquhart ise ikinci yarısında Osmanlı Devlet adamlarına “Bizim nezdimizde de saygıdeğer kalmak istiyorsanız lütfen kendiniz olarak kalın” mealinde sıkça uyarılarda bulunmuşlardı.
      Bugün bizlerin bence en önemli görevimiz kültürümüzü değerlerimizi korumakla kalmayıp “Gençlere kültürel beslenmeye, yararlanmaya, iyi ve güzel nerede ve kime ait olursa olsun faydalanmaya açık olalım ama daima kendimiz olarak özümüzle kültürümüzle kalalım düşüncesini benimsetmemiz gerekir.

      Yazar & Kaynak: Nevzat ERDAĞ
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenleyen “Kuku” ().

      Kültür Emperyalizmi

      Bir kültürün diğer kültürü sömürgesi altına almasına, kültür emperyalizmi denir. Gelecekte ülkemizi ve dünyayı bekleyen en büyük sorunlardan biri kültür yozlaşmasıdır. Bir milleti millet yapan en önemli unsurlardan biri kültür birliğidir. O milletin kendine has gelenek ve görenekleri, dili, dini, sanat yapıtları vb. kültürünü oluşturur. Bir milletin ayakta kalıp, devamlılığını sürdürebilmesi için kültürüne sahip çıkıp, kültür birliğini sağlaması gerekmektedir.

      Tarih boyunca kültürlerine sahip çıkamayan devletler, hep başka devletlerin egemenliği altına girip asimile olmuşlardır. Örnek olarak Bulgarlar, Macarlar kendi kültürlerine sahip çıkmamış, Hristiyanlaşıp öz benliklerini yani Türklüklerini kaybetmişlerdir. Silahla alınamayan yerler kültür sömürgeciliği ile ele geçirilmiştir. Bugün ise Türk olduklarını asla kabul etmemektedirler. Ancak, kültürüne sahip çıkıp, birlik ve beraberliğini koruyan devletler asla kendi benliklerin kaybetmemiş, hep var olmuşlardır.

      Günümüzde Türkiye’de ve dünyanın birçok ülkesinde kültür yozlaşması yaşanmaktadır. İnsanlar başka kültürlere özenmekte, ancak o kültürleri tam olarak benimseyemediklerinden dolayı bocalamaktadırlar. Böylece bu tip ülkelerde arada kalmış, bozuk bir kültür ortaya çıkmaktadır.

      Gelecekte kültür sömürge devletleri tek bir devlet olarak karşımıza çıkacaktır.
      Her milletin kendine has bir kültür yapısı olduğu gibi kendine özgü bir dili vardır. Dil, kültürün en önemli unsurudur. Bu nedenle milletlerin kendi kültürlerini, geçmişten günümüze ve geleceğe taşıyabilmesi için bu işi üstlenecek olan dillerine sahip çıkmaları, ve onu geliştirmek için ellerinden geleni yapmaları gerekmektedir. Ancak dünyada dil sömürgeleri kendini gösteriyor ve bu daha da fazlalaşacaktır. İngilizce birçok ülkede anadil olmuştur. Türkiye’de de bu gözlenmektedir. Tüm bunları engellemek için bir takım çalışmalar yapılmaktadır. Nitekim ulu önder Atatürk Türk dilinin tüm dünyada etkili olabilmesi ve kendini koruyup geliştirebilmesi için Türk Dil Kurumunu kurmuştur.

      Atatürk başka dillerden dilimize giren sözcüklere Türkçe karşılıklar bulmaya çalışmıştır. Bu alanda yaptığı en önemli çalışma matematikle ilgili çalışmalarıdır. Geometri kitabı yazmış ve onu kendisi anlatmıştır. Cisim, boyut, artı, eksi, kesir vb. sözcükleri bularak Türkçe’ye kazandırmıştır. Atatürk bu sözcükleri matematiğe kazandırmamış olsaydı üçgenin alanını:

      ”Bir müsellesin mesai sathiyesi, kaidesi ile irtifaının darbının nısfına müsavidir” diye tanımlayacaktık. Ancak bizler yeni terimlere Türkçe karşılık bulmak yerine, hazırcılık yapıp, yabancı kelimeleri kullanıyoruz.

      Oysa Türkçe, dünyanın en zengin dillerinden biridir. Bugünlerde Türkçe bırakın gelişmeyi geriye gitmektedir. Bizler İngilizce, Fransızca gibi dillerin dilimizi işgal etmesine, sömürmesine göz yumuyoruz. Artık bu yabancı kökenli sözcükler dilimize o kadar yerleşmiş ki onları kullandığımızın farkında bile değiliz.

      Sokaklar, caddeler yabancı yazılarla dolu. Neredeyse bütün mağazaların isimleri yabancı. İnsan sokağa çıktığı zaman kendisini başka bir ülkede gibi hissediyor. Bu mağazaların sahipleri ve çalışanları Türk olmasına rağmen; neden bunların isimleri yabancı? Bizim kendi güzel dilimiz dururken, neden güzel ülkemizde başka bir dilin böyle rahatlıkla her yerde kullanılmasına izin veriyoruz? Aslında bu sorunun cevabı gayet açık. Ne yazık ki batılı ülkelerin her şeyini örnek aldığımız gibi kültürünü de kendi kültürümüze uyarlamadan aynen alıyoruz. Bu yanlışa birçok geri kalmış ülke Türkiye’de de olduğu gibi düşmektedir.

      Bir kültürü yok etmenin en iyi yolu, dilini ortadan kaldırmaktır. Dilin yozlaşması ve zamanla ortadan kaldırılması da o dilin sanat, bilim, eğitim vb. alanlarda kullanılmamasıyla sağlanır. Ülkemizde yabancı dille öğretim giderek yaygınlaşmaktadır. Ana dili Türkçe olan bir Türk devletinde, eğitim de yabancı dilleri kullanmak ne kadar doğru? Öğrenciler kendi kültürlerini, tarihlerini yabancı bir dille nasıl anlayıp öğrenebilirler ki? Bu uygulamanın ne kadar yanlış olduğunu tarihimize bakıp görebiliriz. Selçuklularda eğitim dili Farsça, Osmanlılarda eğitim dili Osmanlıca idi. Bu gösteriyor ki Türkçe’nin gelişimi engellenmiştir. Günümüzde bu dönemde yazılan eserlerden rahatlıkla yararlanılmamaktadır. Birçok ozanımız eserlerini Türkçe olarak meydana getirmiş bu sayede de seslerini günümüze kadar duyurabilmişlerdir. Osmanlı Devletinin yarı sömürge olduğu son dönemlerinde, batı hayranlığı yaygınlaşıp, nasıl artmışsa, günümüzde de İngilizce o denli yaygınlaşmıştır.

      Günümüzde yabancı dil öğrenmek bir zorunluluktur. Ayrıca insanlar yabancı dil öğrenmeye teşvik de edilmelidirler. Ancak “yabancı dil öğretimi” ile onu başta eğitim alanı olmak üzere her alanda kullanmak anlamında olan “yabancı dilde öğretim” farklı şeylerdir. Bu ayrımı eğitime ve ülkenin geleceğine yön verenler çok iyi planlamalı ve Türkçe’ye gereken önemi vermelidirler.

      Yabancı dille öğretime destek verenlerin öne sürdükleri iddialardan biri de Türkçe’nin bilim dili olmadığıdır. Ancak Prof. Oktay Sinanoğlu Türkçe’nin matematiksel bir dil olduğunu, bilimde çok rahat kullanılabileceğini ispatlamıştır.

      Yabancı dille öğretim yapılması o ülkenin kalkınmış olduğunu göstermez. Tam tersi Fas, Hindistan gibi geri kalmış ve yarı sömürge ülkeler yabancı dille eğitim yapmaktadırlar. Gelişmiş ülkelerin hiç birinde yabancı dille öğretim yapılmamaktadır. Yani yabancı dille öğretim kalkınmışlığın değil geri kalmışlığın simgesidir.

      Dünyada bilim ve teknoloji çok büyük hızla ilerlemektedir. Gelişmiş ülkeler bu önceliği kendilerine tanımaktadırlar. Ülkemiz gelişmekte olan bir ülke. Bu yüzden mutlaka dünyada meydana gelen bütün gelişmeleri, bilim ve teknolojiyi takip etmeli ve bütün bunlardan haberdar olmalıyız. Batıyı her alanda yakalama konusunda elimizden geleni yapmalıyız. Bilim ve teknolojiyi takip etmek demek, batı kültürünü tamamen kabul etmek, kültürümüzü unutmak, onu yozlaştırmak demek mi? Her millet, kendi özünü, kültürünü koruyup dünyadaki bütün gelişmeleri takip edebilir.

      Unutmayalım ki, küçük bir ada devleti olan İngiltere İngilizce’yi bilim ve teknolojide o kadar iyi kullanıyor ki, bütün dünya onların dil sömürgesi altına girmiştir. Bu hızla devam edecektir.

      Türk toplumu olarak bilim ve teknolojideki yenilikleri kendinden bir şeyler katmadan, kendine uyarlamadan alıyor. Tamamen tüketici bir toplum olmuştur. Neden bir Türk markası cep telefonu yok? Yeteneksiz olduklarından mı? Hayır… Hazırcı olduklarından. Böyle devam ederse ilerde de Türk toplumuna ait hiçbir ürün olmayacak ve ülke yabancı ürünlerin işgali altında kalacaktır, bu hız kazanarak devam edecektir. Bu taklitçilikten kurtulmalı, üretici ve çalışkan bir toplum olmalıdır.

      Kültürde yozlaşmanın sanat kolu ise yabancı hayranlığı ile doludur. Birçok dünya ülkesi ve Türkiye de bu konuda duyarsız kalmaktadır. Sanat evrenseldir. Ama milli özellikler öğrenilmediğinde başka toplumların sanatı geliştirilir. Özellikle televizyonlarda yabancı kültürleri yaymaya çalışan filmler gösterilip, gençliğimiz adeta zehirleniyor. Kendi kültürüne yabancılaşan ve kültürünü küçümseyen bir nesil yetişiyor.

      Folklorumuza da sahip çıkmıyoruz. Oysa folklor bir milletin en büyük zenginliklerinden biridir. Bir toplum kendi folkloruna, müziğine sahip çıkmazsa, başka ülkeler o toplumun folkloruna sahip çıkar. Türk toplumu kendine ait olan Türk Halk Müziği ve Türk Sanat Müziğine sahip çıkmadığı için bu müzikler gençler tarafından ilgi görmüyor ve dinlenmiyor. Yabancı müzikler dinleniyor. Bunun sonucunda dünyada artık tek tip müzik dinlenecek. Ülkelerin kendilerine özgü müzikleri, sanat eserleri olmayacak.

      Batılı ülkeler tıpkı Mehmet Akif Ersoy’un da dediği gibi “Tek dişi kalmış canavar” örneğidir. Onların tek silahı teknolojidir. Batılı ülkelerde bizim ülkemizde olduğu gibi insanlar arasında samimi, sıcak ilişkiler, aile bağları, birlik ve beraberlik yok. İnsanlar duygularını kaybetmiş, adeta birer robot, iş makinesi gibi yaşıyorlar. Türk toplumunun da o ülke insanları gibi olmasını engellemek gerekir.

      Dünyanın birçok ülkesinde ve Türkiye’de en çok okunan kitaplar hep gelişmiş ülkelerin eserleridir. Bu sayede kendi kültürlerini çok iyi anlatma fırsatı buluyorlar. En iyi tanınan edebiyat, Batı Edebiyatı’dır ve gelecekte de bu böyle devam edecektir. Başka edebiyatların gelişmesine fırsat tanınmayacaktır. Çünkü teknoloji onların elindedir. Sanatın edebiyat kolunda da egemenliklerini daha da yükselteceklerdir. Çocuklarımız okuma yazmayı onların “Pinokyo”ları ile pekiştirip, kendilerini o toplumun bir parçası olarak göreceklerdir. Oysa Türk edebiyatında da çok önemli ve değerli eserler var. Bizler önce kendi edebiyatımızı öğrenmeliyiz. Daha sonra diğer ülkelerin eserlerini de mutlaka okumalıyız. Bir ülkeyi fethetmek istiyorsanız, önce çocukluk dönemlerini fethedin! Bizim yabancıları bu kadar çok sevmemizin nedeni de işte bu…

      Kültürümüzü etkileyen en önemli unsurlardan biri de dindir. Din insanların manevi yönlerini egemenliği altına alır. Bunu çok iyi bilen devletler, kendi dinlerini başka ülkelere yaymaya çalışıyorlar ve bunda da çok başarılı olmuşlardır. Mesela Güney Afrika’yı Hıristiyanlaştırmışlardır. Bu da gösteriyor ki hedef noktası artık değişmiştir. Tüm dünya bu noktadan nasibini alacaktır. Tarihimize baktığımızda misyonerlik faaliyetleri vardır ve devam edecektir. Yeni yetişen nesillere kültürün dini yönü en çağdaş şekilde verilmelidir. Bu yapılmaz ise ileride kendi dinine yabancılaşmış bir toplum haline geleceğiz.

      Örfler geçmişi bugüne, bugünü geleceğe bağlayan değişmez değerlerdir. Gelenek ve göreneklerin nesilden nesle aktarılmasını sağlar. Dünyada birçok millet kendi kültürünün bir parçası olan gelenek ve göreneklerini hiçe sayıyor, farklılaşmaya başka toplumları taklit ederek ulaşacağına inanıyor. Günümüzde ne yazık ki gelenek ve görenekler batı etkisi altında kalıp değişmektedir. Mesela çok zengin bir yemek kültürümüz varken insanlar fast food yemeyi, tavır ve davranışlarda başka toplumları örnek alıp, onlar gibi yaşamayı tercih ediyor. Japonya ve Çin bizim kültürümüzde yer alan yerde yemek yemeyi tüm dünyaya kabul ettirmişken, biz bu tarz yemek yemeyi küçümsüyoruz. Toplumlar gelenek ve göreneklerine saygı duyup korumazsa, başka milletlerin birer örneği olmaya devam edecektir.

      Batılı ülkeler yavaş yavaş kendi kaynaklarını tüketmektedirler. Bu nedenle geçmişte olduğu gibi günümüzde de bir sömürge arayışı içindedirler. Başta gelişmemiş olup kendilerine bağımlı olan ülkeleri her yönüyle egemenlikleri altına alıp, onların tüm kaynaklarından yararlanmak istiyorlar. Bu ülkeleri zayıflatıp, kendilerine bağımlı kılmak ve sonradan da ortadan kaldırmanın en iyi yolunun onların kültürlerini ortadan kaldırmak olduğunu tespit etmişlerdir. Bu şekilde bu ülkelere kendi kültürlerini yayıp bir çeşit kültür emperyalizmi yapacaklardır. Hem dillerini, hem de misyonerlik faaliyetleri ile dinlerini yaymaya çalışıyorlar. Büyük ölçüde de bunu başardılar. Bundan sonra hedef tüm dünyadır.

      Bu durum böyle devam ederse, dünyada gün gelecek kültür sömürgeciliğiyle, millet kavramı ortadan kalkacak, tüm dünyaya tek bir kültür hâkim olacaktır. İnsanlar, bütün değerlerini kaybedecekler.

      Kültürlerin kaynaşması tezi tek tip olmayı getirecektir.
      Bu nedenle dünya milletleri ve Türkiye bilinçli ve duyarlı olmak zorundadır. Dillerini, örf ve adetlerini, kısacası, milli değerlerini korumalı ve onlara sahip çıkmalıdırlar.

      Türkiye’de birlik ve beraberlik sağlanmalı, çeşitli topluluklar oluşturarak insanlarımız örgütlenmelidirler. Ülkemizi yönetenlere olduğu kadar, görsel ve yazılı basına, sivil toplum örgütlerine de önemli görevler düşmektedir. Gazetelerde, dergilerde, televizyonlarda ve diğer iletişim araçlarında, bu konuda görsel sunumlar ve yazılar yer almalı, halk bilinçlendirilmelidir.

      En önemlisi de eğitime daha da önem verilmeli, okullarımızda ana dilimiz olan Türkçe dersinin sayısı arttırılmalıdır.

      Bu hususta, yabancı dil öğrenimine bir sınırlama getirilmemeli, isteyenlerin önü ise kapatılmamalıdır.

      Dünya arenasında hak ettiğimiz yeri alabilmemiz ve bulunduğumuz bölgede önder bir ülke olabilmemiz için; okullarımızda çocuklarımıza, daha kaliteli eğitim vermeli, çocuklarımızı vatan sevgisi, millet sevgisi bilinci ile büyütmeliyiz. Daima, atalarımızın bu vatanı bize ne pahasına bırakmış olduklarını hatırlamalı, bu günlerimizi onlara borçlu olduğumuzu unutmamalıyız. Bizler de atalarımız gibi davranmalı, ülkemiz ve milletimiz için elimizden geleni yapmalıyız.

      Dünyada, kültür emperyalizmine uğrayanlara bir ışık olmalıyız.

      vatanbir.org/dergi/24/kultur-emperyalizmi
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenleyen “Kuku” ().