Modern Türkiye'de Siyasi Düşünce Cilt 2 / Kemalizm

      Taraf Gazetesi Kimler Tarafından ve Hangi Amaçla Finanse Ediliyor?

      Taraf Gazetesi Kimler Tarafından ve Hangi Amaçla Finanse Ediliyor?

      Dr. M. Galip BAYSAN

      Yapılan yayınlarda bu gazete ve destekçileri
      yayınladıkları sansasyonal haberlerle Türk toplumunun menfaatlerini, Demokrasinin daha gelişmesini veya halkın haber alma özgürlüğüne saygılı olarak yapılan haksızlıkları ortaya koyduklarını söylüyorlarsa da bu konuda çoğu kimseyi inandırabildiklerini sanmıyoruz.

      Ancak bu Taraf olayında gazeteyi çıkaran, finanse edenler kadar destek verenler de kendi ulusal çıkarlarına büyük kötülük yaptıklarının farkındalar mı acaba. Taraf yayıncıları olarak öne çıkan Altan Ailesinin bir ferdi ile Newyork'tan apar topar getirilen Milliyet muhabiri Yasemin Çongarı biliyoruz da asıl Ağalar kimler bunları da bilmek isterdik.

      Notlarımızı karıştırınca «Tarafın finans kaynağı kim?» soru su nun daha önce de bazı yazarlar tarafından sorulduğunu gördük. Mesela 17 Temmuz 2008 tarihli Vatan gazetesinde Fatih Altaylı bu sorunun cevabını şu sözlerle açıklıyor:

      «Taraf'ın parası nereden?»

      Önce ben sordum, «Taraf'ın finansman kaynağı kim?» diye. Sonra Genelkurmay Başkanı (Orgeneral Yaşar Büyükanıt) aynı soruyu tekrarladı. Yanıt yerine hassas kalplerin yazarı Ahmet Altan'dan küfür geldi. Soruyu tekrarladım, basit bir yanıt istiyorum diye. Musluk sesi geldi, «Tısss» diye.

      Madem o yanıt vermiyor, yanıtın en azından bir bölümünü ben vereyim.

      Taraf isimli mevkutenin masraflarının büyük bölümü Çalık Grubu, daha doğru su Vakıfbank ve Halkbank tarafından finanse edilen Turkuvaz Medya tarafından karşılanıyor.

      Yani sizin, benim, devletin parasından. Taraf gazetesi, Çalık'a ait Sabah gazetesinin matbaalarında basılıyor. Kâğıdı, mürekkebi bu grup tarafından karşılanıyor. Dağıtımı yine aynı grup tarafından yapılıyor. Taraf Gazetesi, bütün bu işler için Çalık Grubu'na daha beş kuruş ödemedi. Masrafları Çalık Grubu yapıyor, karşılığında Taraf'tan 1 yıl vadeli çek alıyor. Taraf'ın günde 150 bin gazete bastırdığı raporlarda görünüyor.

      Bu gazetelerin tanesi 30 kuruşa mal olsa, günde 45 bin lira kâğıt ve baskı parası var.

      Buna yazı işleri harcamaları dâhil değil. Sadece bu maliyet ayda 1,5 milyon YTL.

      Dağıtım maliyetini de ekleyince bu rakam hemen hemen 2 milyon YTL. Yılda 24 milyon YTL. Taraf bu
      harcamalar için «Çek» veriyor. Teneşir vade ( yani mezarda ödemecesine, daha açıkçası hiçbir zaman ödenmesi beklenmeyen bir senet). Bu durum TMSF yönetiminden beri sürüyor.

      Çalık Grubu Sabah'ı devraldığı zaman Medya Grup Başkanı Serhat Albayrak'a bu durum bir rapor halinde su nuluyor. Zaten mali sıkıntıda olan gruba bunun da büyük bir yük getirdiği söyleniyor. Taraf'ın finans kaynaklarından biri budur.

      Yaptığı hizmete oranla bence düşük bir maliyet.

      Bu yayın organının yurt dışından nasıl finanse edildiğini bir dostumdan aldığım aşağıdaki mail şu şekilde bir açıklık getirmektedir:

      «Taraf Gazetesi'nin para aldığı ABD'deki kurumun adı: NED. Yani National Endowent for Democracy.Bu kurum Odatv.com takipçilerine yabancı değil. «renkli devrimlere» sahne olan tüm ülkelerde bu kurumun adını görüyoruz. (Bknz: Odatv arşivi)Peki National Endowment for Democracy isimli Washington'daki bu «renkli devrimler» mucidi/sponsoru Taraf Gazetesi'ne nasıl maddi yardımda bulunuyor biliyor mu su nuz;"muhabir yetiştirme desteği!»

      Geçtiğimiz günlerde NED'ye giden bir Türk sivil toplum kuruluşu yetkilisi Türkiye ile medya işbirliği yapıp yapmadıklarını sorduğunda «Evet Taraf gazetesini destekliyoruz. Muhabir yetiştirme programlarına yardım yapıyoruz» yanıtını aldı.

      Taraf Gazetesi, «renkli devrimlerin» sponsorundan para almayı nasıl açıklayacak acaba? (href="http://odatv.com/">odatv.com/ odatv.com1 Temmuz 2009)

      İnşallah bir gün Taraf Yayıncıları verdiğimiz bilgilerin ve yaptığımız yorumların yanlış olduğunu, yayınlarının belirli kurumları yıpratma amacıyla değil de Türk Kamuoyunun bilgilendirilmesine yardım amacıyla yapıldığını, ne dış güçler, ne PKK ve ne de Radikal Dinci kişi ve kurumlardan hiç bir destek almadığını açıklama cesareti gösterir de, biz de bu yayın organı konu su ndaki olum su z düşüncelerden kurtuluruz. Ama nerede o erdemli insanlar?

      Yine ayni konuda okurlarımızdan biri « Taraf Gazetesi hangi internet su nucu su ndan yayın yapıyor?» soru su nu soruyor ve yaptığı araştırmalar sonucunda cevabı özet olarak şöyle açıklıyor:

      «Taraf gazetesinin yayın yaptığı internet sitesinin sinyallerini takip ettiğimizde karşımıza Pu su la Bilgi İşlem Ltd Şti çıkıyor.Yani Taraf internet hizmetini NEVBAHAR MAH.SUPHİ PAŞA SOK.NO.17 HASEKİ adresindeki Pu su la firmasından alıyor.Adresleri güya pusulabilgiislem.com/ girmeye çalışın bakalım, girebiliyor mu su nuz? Hayır mı? Internet hizmeti satan bir firmanın internet sayfasının olmaması çok da normal bir durum gibi görünmüyor.

      Peki Pu su la firması interneti nereden alıyor

      Sıkı duruyoruz, Teksas'tan....Yani cemaatin cennet mekanından....

      The Planet.com'dan

      Peki ThePlanet.com daha başka kimleri ağırlıyor serverlarında?

      Allahın çok ilginç bir lütfu olarak FGulen.com ve FGulen.net adlı cemaat sitelerimiz de burada Taraf ile birlikte yayın yapıyorlar.»

      Ne hoş bir tesadüf, ne ilginç rastlantılar değil mi ? Resmi organların neden Taraf Gazetesinin yayınlarına o kadar büyük destek verdiklerini şimdi ANLADINIZ MI?
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Genelkurmay, Kazım Karabekir'i tarihten bugüne taşırken...
      MURAT YETKİN

      Politika

      31/01/2010
      myetkin@radikal.com

      Geçtiğimiz hafta başında 25 Ocak’ta Genelkurmay karargâhında önemli bir tören düzenlendi.
      Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla sonuçlanan İstiklal Savaşı’nın önder kadrosundan Kazım Karabekir, ölümünün 62’nci yıldönümü münasebetiyle, çok sayıda davetli önünde düzenlenen bir açık oturum ile anıldı. Bu tören, Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’un geçen yıl uygulamaya koyduğu bir program çerçevesinde yapıldı. Program, ilk defa Mustafa Kemal Atatürk ile birlikte, Kurtuluş’un diğer üç kahramanını; İsmet İnönü, Kazım Karabekir ve Fevzi Çakmak’ı da anmayı kapsıyordu.
      Tarihçi İlber Ortaylı’nın yönettiği açık oturuma Karabekir’in iki kızı Hayat ve Timsal hanımlar da katılması, töreni özellikle anlamlı kılıyordu. Daha oturum başlamadan, izleyiciler kendilerine dağıtılan program kitapçığını incelemeye başlamışlardı.
      Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı (ki Türkiye’nin gizli ve açık tarihinin çoğu burada kayıtlıdır) tarafından yayınlanan kitapçıkta hayatının son bölümü şöyle aktarılmıştı:
      “31 Ekim 1924’te 1. Ordu Müfettişliği’nden istifa ederek 1 Mart 1927’ye kadar milletvekilliği görevine devam etmiş, bu devrede Kasım 1924’te kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın başkanlığını yapmış ve 1927 yılında emekliye ayrılmıştır.
      “1939 yılında İstanbul’dan milletvekili seçilerek tekrar Meclis’e giren Kazım Karabekir, 1946-1948 yılları arasında Meclis Başkanlığı yapmış, 26 Ocak 1948 tarihinde vefat etmiştir.”
      Bu bölümü okuyan ve çoğu Kurtuluş ve Kuruluş günlerine ait bilgili izleyiciler arasında ‘İzmir suikastı’ fısıltısının dolaştığını birlikte oturduğumuz gazeteci arkadaşlarla gözlemledik.
      Resmi özgeçmişte yazmayan o yıllarda ne olmuştu?
      Örneğin, Mustafa Kemal’e Anadolu’ya geçip mücadeleyi orada sürdürmesini teklif eden en dar çevreden olan, Anadolu’ya geçtikten sonra Saray’dan gelen tutuklama emrini bir yana bırakıp, kolordusuyla birlikte onun emrine girip aslında Kurtuluş’un ilk silahlı gücünü oluşturan Şark Cephesi Komutanı Karabekir Paşa 1924’te ordu komutanlığından neden istifa etmişti? Karabekir’in milletvekilliği 1927’de neden son bulmuş, sonra yeniden Meclis’e girdiği 1939’a kadar ne yapmış, nasıl olmuş da sonra yeniden Meclis Başkanlığı gibi itibarlı bir göreve seçilmişti?
      Ortaylı’nın yönetiminde, diğer üç tarihçinin ve kızlarının katıldığı bu açık oturum, bize bu soruların yanıtını sunacaktı belki de?
      Konuşmacılar, Karabekir’in asker, ihtilalci, eğitimci ve aile babası olarak özelliklerini iyi bir şekilde anlattılar. Ancak bu konulara değinen olmadı.
      Yalnızca büyük kızı Hayat Feyzioğlu konuşmasında Karabekir’in durumunu, üç ayda 70 lira maaşla emekliye sevk edilip 45 yaşında inzivaya çekilmek şeklinde özetlemesi farklı bir iz bıraktı. Ayrıca eserlerinin yıllar sonra ilk defa ‘eksiksiz ve sansürsüz’ yayımlanabildiğini (Yapı Kredi Yayınları tarafından) söylüyordu. Konuşmacılara sorular verilen ara ardından yazılı olarak sorulabilecekti.
      Arada, biz gazeteci milletinin aklında Taraf gazetesinin ‘Balyoz operasyonu’ başlığıyla yayımladığı 2003 yılında İstanbul’daki 1. Ordu’da bir hükümeti devirme planı çalışıldığı iddiaları konusunda sorular vardı.
      Orgeneral İlker Başbuğ, ‘Şimdi törenin bütünlüğünü bozmayalım, söz, program bittikten sonra konuşuruz’ dedi. Sonra takıldı: “Tabii sizin aklınız şimdi güncel konulardadır değil mi?”
      Fikret Bila yanımdaydı; “Yok, dinliyoruz” dedi, “Hatta Murat soru bile hazırladı.”
      “Öyle mi, görebilir miyim?” diye meraklandı Başbuğ. Verdim. Okudu. Yüzünden sanki bir gölge geçti; “Evet” dedi, “Belki yeri değil, ama sorulabilir tabii...”
      Sorum şöyleydi: Hayat hanım zorunlu inzivadan ve sansürden söz etti. Değerli panelinizde Karabekir’in İzmir suikastı olayında uğradığı iftira, tutuklanması ve aklanmasından söz edilmedi. Acaba değerli tarihçilerimiz bu konuda konuşmayı düşünürler mi?
      İkinci bölüm başladı. Ortaylı diğer birkaç soruyu okudu. Sonra “Bir de bana sorulmuş soru var, Hayat hanımın söyledikleriyle ilgili... Ama şimdi cevaplamak uzun olur, sonra ben sahibine anlatırım” dedi, muhtemelen yılları bulan tanışıklığımıza dayanarak.
      Başbuğ, kapanış konuşmasında ağırlığı Karabekir’in en bilinen nasihatine verdi:
      “Vatandaş! Yanlış bilgi felaket kaynağıdır. Her işin evvela hakikatini ara ve öğren! Sonra münakaşasını istediğin gibi yap. Birincisi vicdanına, ikincisi seciye ve irfanına dayanır.”
      Sonra, aslında İstiklal Savaşı’nın yalnızca bu dört kahramanla kazanılmadığını, mesela Fahrettin Altay, Cafer Tayyar Paşa, Nurettin Paşa gibi daha pek çok komutan için de anma törenlerinin düzenlenebileceğini söyledi.

      İade-itibardan öte...
      Başbuğ aslında çok önemli bir iş yapıyordu ve yaptığı aslında ‘iade-i itibar’, yeni lisanımızla saygınlığını geri vermenin ötesinde önemliydi. Başbuğ, İstiklal Savaşı’nın tarihini, siyasi görüş ayrılıkları nedeniyle kahramanların saygınlıklarının görmezden gelindiği, bir tür tek parti tarihi olmaktan çıkarma yönünde bir adım atıyordu. Belki Genelkurmay o nedenle yalnızca bu adımı atmakla yetiniyor, işin tartışmalı yönüne dokunmak istemiyordu.
      Başbuğ ile soru sohbetine tanık olan, Karabekir’in torunlarından (Hayat hanımın kızı) Pınar Akkoyunlu toplantı sonrasında “O sorulmayan soru sizinki miydi?” diye sordu; öyle tahmin etmişti.
      Karabekir, kızlarının ifadesiyle ‘maruz kaldığı haksızlıklara ve mahrumiyetlere vakarla göğüs germişti’. Yine İstiklal Harbimiz adlı iki ciltlik dev eserin önsözünde dile getirildiği üzere maruz kaldıkları arasında şu da vardı: “Bir zamanlar imhası için çok çalışılmış ve hatta ‘İstiklal Harbinin Esasları’ adlı küçük bir hülasa eseri de 1933 yıllarında neşrettirilmeden toplattırılıp yakılmıştır. Fakat önceden alınan tedbirler sayesinde bu hatıratın aslını teşkil eden bu eser ele geçirilememiş, bu güne kadar muhafazası mümkün olabilmiştir.”
      Şaka değil. Şaka olmadığını görmek için çok örnek var.
      Bunun için Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nın (TCF) kuruluşunun hemen ardından Ankara’daki siyasi tabloyu, Atatürk’ün 1927’de Cumhuriyet Halk Partisi’nin İkinci Kurultayı’nda okuduğu ünlü nutkunda görmek mümkün.
      Atatürk, Nutuk’ta özetle,
      1- TCF’nin kuruluşunu Rauf (Orbay), Kazım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele) ve Cafer Tayyar Paşalar tarafından kendisine ve CHP’ye karşı bir komplo görüyor,
      2- TCF programında “Fırka efkâr ve itikadı diniye ye hürmetkârdır (Bugünkü lisanla, ‘Parti, değişik fikirler ve dini inançlara saygılıdır’ diyebiliriz) yazmasını kışkırtma sayıyor,
      3- 1925’teki Şeyh Said isyanı ve Şark İsyanı diye bilinen Kürtçü-İslamcı kalkışmanın TCF’nin bu ilkesinin yankılarını sorguluyor,
      4- TCF’nin kapatılması, Takrir-i Sükûn yasası, isyanın bastırılması sonrasında 1926’da kendisine karşı ortaya çıkarılan İzmir suikastı girişiminde de TCF’den kuşkulanıyor.
      16 Haziran’da yapılmak üzere tertiplenen İzmir suikastı 15 Haziran’da, Türkiye’nin Musul vilayetinden İngiliz baskısıyla vazgeçtiği ve Irak sınırını belirlediği 5 Haziran 1926 Ankara anlaşmasının imzalanmasının hemen ardından açığa çıkarılması bakımından da ilginçtir. (Taha Akyol’un ‘Ama Hangi Atatürk’ kitabında dikkat çektiği üzere, Karabekir daha 7 Haziran’da Meclis’te söz alarak kararı ve Türk dış politikasının yönünü yani o tartışma da yeni değil- eleştirmiş.)
      İzmir suikastı soruşturmasını da yürütmüş olan İstiklal Mahkemesi üye heyetinden ‘Kılıç’ Ali, yani Ali Kılıç, Hulusi Turgut’un (İş Bankası Yayınları) derlediği anılarında suikastin ortaya çıkarılmasının hemen ardından Atatürk’ün eski silah arkadaşlarından Kazım Karabekir, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele, Cafer Tayyar ve Mersinli Cemal paşaların nasıl tutuklandığını ayrıntılarıyla anlatıyor.
      Karabekir’in ilk gençlik yıllarından beri silah ve (İttihad ve Terakki günlerinden itibaren) yakın şahsi arkadaşı Başvekil İsmet İnönü, Karabekir’in tutuklanmasını engellemek istemiş, İstiklal Mahkemesi buna karşın onun da tutuklanması için karar çıkarmış. Atatürk İnönü’yü İzmir’e çağırmış ve Ankara Polis Müdürü’ne verdiği Karabekir’in serbest bırakılması kararı İnönü tarafından İzmir’de geri alınmış, yazılanlara göre.
      Karabekir, Kılıç Ali tarafından yapılan sorgusunda bu olaya karıştırılmasından, Atatürk’le ‘sonradan aralarına giren inkılâp kurtlarının’ sorumlu olduğunu söylemiştir.
      Bu sözler tarihçi Mete Tunçay’ın Atatürk-Karabekir olayına getirdiği ‘Her devrim çocuklarını yer’ yorumunu akla getiriyor.

      İstiklal Mahkemesi’nde beraat
      Karabekir ve diğer paşalar 13 Temmuz 1926’da İzmir Elhamra sinema salonunda kurulu İstiklal Mahkemesi’nce beraat ediyorlar. 1927’de milletvekilliği bitiyor, emekli aylığı bağlanıyor ve Erenköy’de bugün Kazım Karabekir Vakfı tarafından müze olarak hizmete açılan Köşk’te bir tür inziva, ya da ev hapsi yaşantısı, 45 yaşında başlamak zorunda kalıyor.
      Atatürk’ün 1938 yılındaki vefatı ardından Cumhurbaşkanı seçilen İnönü, Karabekir’i ailesiyle birlikte Ankara’ya davet ediyor. Sürgün bitiyor, Karabekir yeniden Meclis’e giriyor ve İsmet İnönü’nün 1946’da çok partili rejime geçme kararıyla eşzamanlı olarak Meclis Başkanı seçiliyor.
      Burada önemli olan bir ayrıntı var. Ailesi, Kazım Karabekir’e Atatürk’le görüş ayrılığı nedeniyle bir dönem İslamcıların sahip çıkmasından rahatsızlık duyuyor. Hatta o dönem Karabekir’in yazdıklarının bu yöndeki yorumlarla iç içe geçirilip yayımlanmış olmasından da üzüntü duyuyorlar.
      Geçmişin açıkça tartışılması önündeki en büyük engellerden birisi, bu durumun Atatürk’e önyargı ve düşmanlıkla bakan kesimler tarafından istismar edileceği kaygısı.
      Oysa Karabekir ailesi, anladığım kadarıyla, özellikle Kurtuluş ve Kuruluş tarihinin daha iyi anlaşılmasının cumhuriyet ve demokrasinin yeni kuşaklar tarafından daha iyi anlaşılıp sahiplenilmesini sağlayacağını düşünüyor.
      Bu konuda daha yazılması gereken çok şey var. Tarihle ancak onunla yüzleşerek barışmak mümkün.
      Başbuğ yönetimindeki Genelkurmay, bize yakın tarihimizin fazla öne çıkmayan, ama bugünleri hazırlayan sayfalarını hatırlama imkânı verdi.
      Son bir not: Kazım Karabekir’in torun çocuğu Karabekir Akkoyunlu’nun tarih ve siyaset üzerine çalışması rastlantı sayılmamalı. Cambridge Üniversitesi’nde verdiği doktorasının konusu, bugünkü Türkiye’yi ilgilendiriyor: ‘Askeriye Reformu ve Demokratikleşme’; kitap olarak da basılmış durumda, ilgilenenler için.
      Ümit Kardas ile Söylesi: Olmayan Cumhuriyeti Koruyoruz

      (29.01.2008)
      Muhtiranin ve mitinglerin kusattigi ortamda, iki olay karambole gitti: Semdinli davasi Askerî Mahkemeye nakledilirken Hrant Dink davasinda delillerin yok edildigi itiraf edildi. Sessizlige mahkûm edilen bu iki dava ve baba-ogul Kaymazlarin katillerinin beraatleri, muhtiranin ve mitinglerin arkasindaki aktörlerin nasil bir Türkiye istediklerini apacik ortaya koyuyor. Sözde hukuk devletini emekli askerî hakim Ümit Kardasla konustuk...

      Son günlerin önemli olaylarindan biri, Semdinli davasinda Yargitayin karari usûlden bozmasi ve davayi Askerî Mahkemeye göndermesi. Suc isleyen kisilerin aslinda suc islemedigini, askerlerin terör örgütüyle ayni sucu islemelerinin hayal gücünün ötesinde oldugunu da söyledi Yargitay. Bir hukukî metinde böyle bir ifade olabilir mi?

      Orada olayin askerlik görev ve hizmeti icinde oldugunu söylüyor. O zaman, bu askerler aslinda illegalite icinde degiller gibi bir yorum yapmis oluyor. Kara Kuvvetleri komutani da tanirim, iyi cocuktur demisti. Peki görev disina kendiliginden mi cikti, yoksa görevi bu eylemi kapsiyor muydu? Bu durumda ne yapmamiz lazim? Ferhat Sarikayanin yaptigi gibi, geriye dogru, yukariya dogru gitmemiz lazim. Ordu gibi hiyerarsik bir yapi icin bu dogal bir sey. Ferhat Sarikaya bu durumun farkindaydi, iddianamedeki göndermesi de bunu gösteriyor. Eger o askerî yarginin alani bu kadar genis olmasaydi, Ferhat Sarikaya o tarafa dogru gidecekti. Belki daha sert bir catisma olacakti. Olsun. Baska türlü de olmaz zaten. Ama siyasî iktidarin da bu iradeyi gösterebilmesi ve savcinin arkasinda olmasi gerekiyordu. Medya, sivil toplum, harekete gecirebilecegi bircok güc de vardi. Ama cürütmek icin adama Fethullahci dendi, bir sürü sey dendi. Erdoganin Büyükanitla görüsüp pasamiz bu isin icinde yok demesi, zaten her seyi bitirdi...

      Tartismamiz gereken su: Türkiyenin laik, demokratik, sosyal hukuk devleti oldugu söyleniyor. Var mi bunlarin herhangi biri? Olmayan seyi koruyacagiz diyorlar. Askerî vesayet varken, Meclis denetimlerini yapamazken, cumhurbaskani secemezken, böyle demokrasi mi olur? Sifira sifir, elde var sifir, demokrasi yok. Su muhtira bile bizi besinci sinif ülke yapti. Laik mi peki Türkiye? Hic laik degil. Avrupanin hicbir ülkesinde Diyanet sleri Baskanligi gibi bir kurum yok. Diyanet sleri Baskanligi, devletin belli bir mezhebi denetim altinda tutma mekanizmasi. Ben dizayn edeyim, ben ayarlayayim diyor devlet. Alevisi, Hiristiyani, tanritanimazi var, ama siz vergileri belli bir mezhebe aktariyorsunuz. Yani Türkiye laik degil. Sosyal devlet mi? Hayir, sosyal devletin ssi yok. Hukuk devleti hic degil zaten! Hukukun bu kadar paspas edildigi, hakim bagimsizliginin olmadigi, askerî yarginin bu kadar genis alani isgal ettigi, Askerî Yüksek dare Mahkemesinin Danistayin yaninda durdugu bir yerde hukuk mukuk olmaz. Yani biz varolmayan seylerden konusuyoruz. Tersine, bir cürümüslük var. Sade vatandasimiz bu durumu hissediyor sadece, gidiyor, mahkemede perisan oluyor, hastanede perisan oluyor, is bulamiyor, gelecekten ümidini kesiyor... Bazen iskence görüyor, bazen bir yakini bilmem nerede öldürülüyor, böyle yasiyor...

      Dört polis Ugur Kaymazla babasini evlerinin önünde öldürdü, yargilandilar ve beraat ettiler. Diyelim ki bir catisma olmus olsa bile, 12 yasinda bir cocugun bedeninden yakin mesafeden atilmis 14 tane kursun cikiyorsa, en azindan orantisiz güc kullanimindan söz etmek gerekir. Nasil aciklanabilir bu beraat karari?

      Ben 1980-81de, Diyarbakirda askerî savciydim. Bircok sey yasadim, mücadelelerim de oldu. skenceyle ölüm olaylari vardi. Gözalti süresi doksan gündü. Aldiklari kisiyi doksaninci gün savcinin önüne getiriyorlardi. Yediden yetmise, kadin-erkek, bizim önümüze kim geldiyse, sistematik iskence görmüstü. Belki sizi yoldan gecerken almislar, önemli degil, yöre halkindansiniz, potansiyel suclusunuz, doksan günde bu hale getiriyorlardi sizi. Oraya göreve agir ceza reisleri, savcilar geldi, bir kisi dahi bunlarin üzerine gitmedi. Hakimler ve savcilar kendilerinden endise eder haldeydi. Diyarbakirda savciyken iki iskencede ölüm olayinin pesine düstüm, yargi önüne getirdim. Bunu yapan kimse yoktu orada. Empoze edilen, pompalanan hava, hep hainler var, düsmanlar var, ülke tehlikede, bunlari yok edelim gibiydi. Burada hukuk ortami, ambiyansi, hukuk düsüncesi yok. Hakimler var, salon var, kagit üzerinde her sey var, ama hukuk anlayisi, adalet ve vicdan duygusu yok. Ve kaniksaniyor bu, normal olan, icsellestirilen bir sey haline geliyor. ste askerin yarattigi hava bu. Ve bu herkesi etkiliyor, bircok insan korkusundan sesini cikarmiyor. Bu duruma karsi ilk yapilmasi gereken sey, herhalde, bu durumu üreten odagi kendi esas islevine dogru göndermek. O kendi yerine gidecek ki, biz de daha sivillesecegiz, siyaset alani sivillesecek. Jandarmanin asker olduguna hic süphe yok. c güvenligin yüzde 90ini jandarmayla sagliyorsunuz. c güvenligi askerin saglamasi, modernite öncesi bir sey. Ayrica jandarma, sehirlesmis yerleri de polise devretmiyor, de facto durum yaratmis. Ciksin biri, jandarma kaldirilsin desin, hemen alip yargiliyorlar. Hakaret etti, 301!

      Hatirlarsiniz, eski Jandarma Genel Komutani Teoman Koman Meclis Arastirma Komisyonunun cagrisina dahi uymadi. Güneydogu, Kürt meselesi deyince, Jandarma, Silahli Kuvvetler, Özel Tim, JTEM, koruculuk sistemi derken, 80den itibaren orasi hukuk görmedi. Bunun tarihî boyutu var, kültürel boyutu var, sosyolojik boyutu var, siyasî boyutu var. Sorunun üzerine siddetle gidilmesi sonucunda gelinen nokta bu. Türkiye, en önemli sorunlarini tartisamaz durumda.

      Hrant Dink davasinda tutuklananlardan Erhan Tuncelin JTEMin de muhbiri oldugu söylendi. ANKA ajansi bu haberi yayinladi, Genelkurmay yalanladi, ANKA haberimizin dogruluguna güveniyoruz dedi, o gece ajansin bürosundan bilgisayarlar calindi. Daha sonra davayla ilgili haberler bilgi kirliligi gerekcesiyle basinda da azaldi. Yani JTEM adi devreye girdigi anda olaylarin seyri degisti. Katil 18 yasindan kücük oldugu icin durusmada gizlilik karari da alindi. Bir de, devletin güvenligine iliskin kayitlar Cumhuriyet Bassavciligimizca ve Trabzon Emniyet Müdürlügünce imha edilmistir diye bir ifade iddianamede yer aldi. Bir kere, devletin bir kurumu, herhangi bir belgeyi imha edebilir mi?

      Bir suc delilini yok etmek suctur. Savciligimizca diyor bir de. Olur sey degil.

      Dink davasinda bir yere varilabilecegini düsünüyor musunuz?

      Basindan beri düsünmüyorum. Türkiyede gördük hep bunlari, yavas yavas bu isi sogutacaklar. Baska ülkelerde, Anglo-Sakson sistemde avukat da savci gibi calisir, delil toplar. Bizde bu bir eksiklik. Tüm bu sorusturmalari yapan, delil toplayan jandarma ve polis. Nereden nasil talimatlar geliyor, hangi deliller yok ediliyor, bunlari bilemiyoruz. Teskilattan emin olmak lazim bir defa. Adlî kolluk olursa, uzmanlasmis olur, teknik donanimi olur, savciya dogrudan bagli olur. Burada onu yapamadilar, tepki oldu. Böyle bir örgütlenmeye gitmek ya da avukati en bastan itibaren bilgi toplayabilecegi bir imkana kavusturmak lazim. Cok simgesel bir seydir ama, dikkat ederseniz, savci kürsüde oturur. Halbuki bunlarin biri tez, biri anti-tezdir. Silahlarin esitligi ilkesine göre, savcinin da avukatla esit düzeyde oturmasi lazim. Sonucta, bu cinayetler de her zaman oldugu gibi soguyacak. Yakalanan kisiler de ne kadar ceza alir, bilinmez. Trabzonda rahip cinayeti, Malatya, Hrant Dink... Türkiyenin bir Özel Harp Dairesi, gladiosu, bir odagi var. Bu desifre edilemedi. Ecevit bir dönem üstüne gitti, sonra sogudu. Simdi hakikaten bir irade olusmasi gerekiyor. Mutlaka bir direnc olacak, ama bunlari halka cok iyi anlatmamiz lazim. Oyunuzu almaniz, önünüze gelen tüm direnc noktalarini tasfiye ederek hukukî yoldan gitmeniz lazim. Bunu mevcutlar yapamaz, cünkü her birinin bir zayif noktasi, saibeleri var. Bir sürü yolsuzluklar var, süren davalar var. Askerin kendine özgü yolsuzluklari, illegal uygulamalari var. Böyle bir denge var, kurumsal olarak degil belki ama, kurumlar icindeki bazi kisiler sadece cikarlarini sürdürmek istemektedir.
      MHP'nin Siyaset ve Liderlik Okulu'nda konuşan Prof. İlber Ortaylı ilginç görüşler sundu.




      ANKARA - Ordunun siyasete karışmasının ‘kaçınılmaz’ olduğunu anlatan Ortaylı, ‘dinin devletin bir parçası olduğunu’ savundu ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da üniversite giriş sınavlarında açık seçik kopya çekildiğini ileri sürdü.
      MHP’nin Siyaset ve Liderlik Okulu bu hafta Prof. Ortaylı’yı konuk etti. Prof Ortaylı, konuşmasında, ordunun siyasete karışmasının da kaçınılmaz olduğunu, bu tezin tarihsel gerçeklik taşıdığını savundu.
      Ortaylı, “Sivil siyasetin kendini geliştiremediği ortamda darbe kaçınılmazdır. Bugün hiçbir siyasi parti gençleri eğitmiyor, gençlik kolları yok. Yeni yeni siyasi akademileşme başladı. Buralardan yetişen gençler partileri yönetirse, partiler kapatılmaz” dedi.

      Din-devlet ilişkileri
      Konuşmasında din ve devlet ilişkilerine ilişkin de konuşan Ortaylı, dinin hiçbir zaman kendi başına bırakılamayacağını, devletin bir parçası olacağını öne sürdü. Bu durumun laiklikle alakası olup olmadığının tartışılabileceğini belirten Ortaylı, İsrail’in bu duruma örnek teşkil ettiğini söyledi.

      ‘Kopya çekiliyor’
      Ortaylı, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki üniversiteye giriş sınavlarında açık şekilde kopya çekildiğini” öne sürerek, “Böylelikle iyi okullara ehil olmayan öğrenciler geliyor. Bunun açtığı gediği Galatasaray Üniversitesi’nde ben hissediyorum. İmtihanların asayişini iyi kontrol etmeliyiz” diye konuştu.

      ‘Tehlikeli işler, belediyeciliğe benzemez’
      Demokratik açılım çalışmalarını da eleştiren Ortaylı açılımın boş laf olduğunu savundu: “Açılım boş laftır. Açılım isteyenler gitmez de durmaz da. Ekonomik olarak Fransa olabilirdik ama bütçemizi 30 yıldır götüren bir durum var. Kimse kimseye kitle dalkavukluğu yapmak için, sempatik görünmek için konuşmasın. İran Kürtleri ile Türkiye’deki Kürtler arasındaki farkı görmeden adam genocidden söz ediyor. Bunun ne olduğunu bilmeden üstelik. Türklere karşı tez geliştirmek için arşive giren kaçıncı ecnebi Türk taraftarı oldu, onlar anladı, bizdekiler anlamıyor. Çünkü hakikati görmüyorlar. Çünkü okumuyorlar. Bunlar tehlikeli işler, belediyeciliğe benzemez.” (Radikal/aa)
      Okur Yorumları (7 Yorum)
      Karttan Kurttan - 7/2/201012:21

      Sayın İlber Ortaylı BEY'in rengini belli etmesi çok güzel olmuştur, Ülkemiz Tarihi açısından. Bir düzen bir muamma bir hastalıklı ideolojik şartlanmalar dönemi son kozlarını oynamaktadır Tarih Karşısında...

      blueknife - okurun diğer yorumları için tıklayınızYorumu Oyla 109
      İlber Hoca'dan dersler !.. - 7/2/201012:5

      Kim ne derse desin yaşayan tarihçiler içerisinde Halil İNALCIK hoca nasıl bir "Kutup Yıldızı" ise, İlber ORTAYLI'da çağımızın en önemli tarihçilerinden birisidir. Özellikle 19. yüzyıl Osmanlı sürecinin gerçek bir uzmanı niteliğindedir. "Nev-i şahsına münhasır" diyebileceğimiz kimliğinin yanında, aşırı kibirli tavırları olağanüstü birikimlerini fazlaca gölgelememektedir. Son katıldığı toplantıda ise yine enteresan sayılabilecek değerlendirmeler yapmış değerli İlber Hoca'mız..."Siyaset kendini geliştiremedi" saptamasında bulunmuşlar,fakat bu sonucun başlıca nedeni olan 12 Eylül'e hiç değinmemişler. Yine apolitik gençliğin düştüğü durumu irdelerken, 68,78 gençliğinin başına gelenleri görmemezlikten gelmiş. "Din başına buyruk bırakılmaz" derken, dinin tarikatların elinde nasılda siyasi malzemeye dönüştürüldüğünü yok saymış. Ayrıca "Asker siyasete karışır" ve bunun sorumlusu olarak da gelişkin olmayan siyasi yapıları işaret ederken, yaşanan kanlı darbelerden ve ABD'nin "bizim çocuklar" diye tanımladıklarından söz etmemiş ! İnsan İlber Hoca'yı dinledikçe ister istemez şu konulara takılıyor...Keşke hocamız uzmanı olduğu 19. yüzyıl sınırları içerisinde kalsa da, yakın tarihimize bulaşmasa ve medare ifitaharımız Topkapı Sarayı'nı yönetmeye devam etse... Ne dersiniz ?..

      MMC - okurun diğer yorumları için tıklayınızYorumu Oyla 1712
      tbmm onur ödulunu bunami verecek? - 7/2/201011:59

      gecende bir haber okumustum tbmm onur odulu ilber ortayliya verilecek diye...eger böyle darbe heveslisi birine o ödul verilirse darbe haktir bu meclise derim bende....bu mantiktaki biri ne yaziklar olsun derim...tarih okuyor ama ibret almiyor ...yada alamiyor nasipsiz iste...

      cologne - okurun diğer yorumları için tıklayınızYorumu Oyla 1411
      Yazar: Gürman Tarih: 07.02.2010 Saat: 12:56

      MHP'nin Siyaset ve Liderlik Okulu'nda konuşan Prof. İlber Ortaylı ilginç görüşler sundu.




      ANKARA - Ordunun siyasete karışmasının ‘kaçınılmaz’ olduğunu anlatan Ortaylı, ‘dinin devletin bir parçası olduğunu’ savundu ve Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da üniversite giriş sınavlarında açık seçik kopya çekildiğini ileri sürdü.
      MHP’nin Siyaset ve Liderlik Okulu bu hafta Prof. Ortaylı’yı konuk etti. Prof Ortaylı, konuşmasında, ordunun siyasete karışmasının da kaçınılmaz olduğunu, bu tezin tarihsel gerçeklik taşıdığını savundu.
      Ortaylı, “Sivil siyasetin kendini geliştiremediği ortamda darbe kaçınılmazdır. Bugün hiçbir siyasi parti gençleri eğitmiyor, gençlik kolları yok. Yeni yeni siyasi akademileşme başladı. Buralardan yetişen gençler partileri yönetirse, partiler kapatılmaz” dedi.

      Din-devlet ilişkileri
      Konuşmasında din ve devlet ilişkilerine ilişkin de konuşan Ortaylı, dinin hiçbir zaman kendi başına bırakılamayacağını, devletin bir parçası olacağını öne sürdü. Bu durumun laiklikle alakası olup olmadığının tartışılabileceğini belirten Ortaylı, İsrail’in bu duruma örnek teşkil ettiğini söyledi.

      ‘Kopya çekiliyor’ Ortaylı, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki üniversiteye giriş sınavlarında açık şekilde kopya çekildiğini” öne sürerek, “Böylelikle iyi okullara ehil olmayan öğrenciler geliyor. Bunun açtığı gediği Galatasaray Üniversitesi’nde ben hissediyorum. İmtihanların asayişini iyi kontrol etmeliyiz” diye konuştu.

      ‘Tehlikeli işler, belediyeciliğe benzemez’
      Demokratik açılım çalışmalarını da eleştiren Ortaylı açılımın boş laf olduğunu savundu: “Açılım boş laftır. Açılım isteyenler gitmez de durmaz da. Ekonomik olarak Fransa olabilirdik ama bütçemizi 30 yıldır götüren bir durum var. Kimse kimseye kitle dalkavukluğu yapmak için, sempatik görünmek için konuşmasın. İran Kürtleri ile Türkiye’deki Kürtler arasındaki farkı görmeden adam genocidden söz ediyor. Bunun ne olduğunu bilmeden üstelik. Türklere karşı tez geliştirmek için arşive giren kaçıncı ecnebi Türk taraftarı oldu, onlar anladı, bizdekiler anlamıyor. Çünkü hakikati görmüyorlar. Çünkü okumuyorlar. Bunlar tehlikeli işler, belediyeciliğe benzemez.” (Radikal/aa)
      Okur Yorumları (7 Yorum)
      Karttan Kurttan - 7/2/201012:21

      Sayın İlber Ortaylı BEY'in rengini belli etmesi çok güzel olmuştur, Ülkemiz Tarihi açısından. Bir düzen bir muamma bir hastalıklı ideolojik şartlanmalar dönemi son kozlarını oynamaktadır Tarih Karşısında...

      blueknife - okurun diğer yorumları için tıklayınızYorumu Oyla 109
      İlber Hoca'dan dersler !.. - 7/2/201012:5

      Kim ne derse desin yaşayan tarihçiler içerisinde Halil İNALCIK hoca nasıl bir "Kutup Yıldızı" ise, İlber ORTAYLI'da çağımızın en önemli tarihçilerinden birisidir. Özellikle 19. yüzyıl Osmanlı sürecinin gerçek bir uzmanı niteliğindedir. "Nev-i şahsına münhasır" diyebileceğimiz kimliğinin yanında, aşırı kibirli tavırları olağanüstü birikimlerini fazlaca gölgelememektedir. Son katıldığı toplantıda ise yine enteresan sayılabilecek değerlendirmeler yapmış değerli İlber Hoca'mız..."Siyaset kendini geliştiremedi" saptamasında bulunmuşlar,fakat bu sonucun başlıca nedeni olan 12 Eylül'e hiç değinmemişler. Yine apolitik gençliğin düştüğü durumu irdelerken, 68,78 gençliğinin başına gelenleri görmemezlikten gelmiş. "Din başına buyruk bırakılmaz" derken, dinin tarikatların elinde nasılda siyasi malzemeye dönüştürüldüğünü yok saymış. Ayrıca "Asker siyasete karışır" ve bunun sorumlusu olarak da gelişkin olmayan siyasi yapıları işaret ederken, yaşanan kanlı darbelerden ve ABD'nin "bizim çocuklar" diye tanımladıklarından söz etmemiş ! İnsan İlber Hoca'yı dinledikçe ister istemez şu konulara takılıyor...Keşke hocamız uzmanı olduğu 19. yüzyıl sınırları içerisinde kalsa da, yakın tarihimize bulaşmasa ve medare ifitaharımız Topkapı Sarayı'nı yönetmeye devam etse... Ne dersiniz ?..

      MMC - okurun diğer yorumları için tıklayınızYorumu Oyla 1712
      tbmm onur ödulunu bunami verecek? - 7/2/201011:59

      gecende bir haber okumustum tbmm onur odulu ilber ortayliya verilecek diye...eger böyle darbe heveslisi birine o ödul verilirse darbe haktir bu meclise derim bende....bu mantiktaki biri ne yaziklar olsun derim...tarih okuyor ama ibret almiyor ...yada alamiyor nasipsiz iste...

      cologne - okurun diğer yorumları için tıklayınızYorumu Oyla 1411






      Yalan değil gayet net bir gerçektir. Kanıtlanılabilirlği mümkün hatta Ankara Üniversitesi Ve ODTÜ de bunun gerçek olduğunu kabul eden bir çok militan öğrenci mevcuttur. Ç.Y.D.D. ninde büyük desteğini es geçmemeliyiz. Hem bizim okullarımızda hemde en iyilerinde okuyup bize düşman kesiliyorlar. Sonra bunlara Almanyadan bir yoldaşlarıda destek veriyor
      Üstelik bunlara birde kardeş bilmemiz isteniyor !!!
      Hayat;
      .....Yokluğu var edecek kadar erdemli.
      Yanlızlık;
      ......Dünyaya haykıracak kadar yoksun.
      Sen;
      ......Beni yokluğunla sınayacak kadar acımasız.
      ve ben;
      .....Kendimle kavgalı.......


      'Adına devlet denen aygıtın içinde kendine yer edinen, güç haline gelen herkesin galiba ortak bir zayıf yanı var. Hiçbiri o gücü kaybedip günün birinde herkes gibi 'sıradan' bir vatandaş haline gelebileceğine, o güne kadar başkaları için işleyen kuralların, yasaların kendileri için de işlemeye başlayacağına ihtimal vermiyor. Dünyanın değişme ihtimaline inansalar da, kendi yaşadıkları coğrafyanın da dünyanın bir parçası olarak günün birinde değişeceğini düşünemeyecek kadar beyin felciyle yaşıyorlar. Bundan dolayı olsa gerek, kendilerinden başka kimsenin yaşam hakkına, kişilik hakkına, hukukuna zerrece saygı duymuyorlar. Kendilerini iktidarda tutan sistemlerinin her bireyin kendisini ifade edeceği, her bireyin kişilik haklarının garanti altında olduğu, kimsenin kimse tarafından aşağılanmadığı, insanların özgürce siyasi, ekonomik, kültürel, cinsel haklarını yaşayıp kullanabildikleri bir sisteme dönüşebilme ihtimalinden, yarasanın ışıktan korkması gibi korkuyorlar. Başka bir dünyanın var olabileceğini hayal bile edemiyorlar. Kendileri edemedikleri gibi, ağzı laf edip eli kalem tutan insanlardan bir kısmını sistemlerinden nemalandırarak, bir kısmını da beyin uyuşukluğuna sürükleyip etraflarında tutmayı beceriyorlar...
      -----------------------------------------------------------------------------------------

      Kim ne derse desin yaşayan tarihçiler içerisinde Halil İNALCIK hoca nasıl bir "Kutup Yıldızı" ise, İlber ORTAYLI'da çağımızın en önemli tarihçilerinden birisidir. Özellikle 19. yüzyıl Osmanlı sürecinin gerçek bir uzmanı niteliğindedir. "Nev-i şahsına münhasır" diyebileceğimiz kimliğinin yanında, aşırı kibirli tavırları olağanüstü birikimlerini fazlaca gölgelememektedir. Son katıldığı toplantıda ise yine enteresan sayılabilecek değerlendirmeler yapmış değerli İlber Hoca'mız..."Siyaset kendini geliştiremedi" saptamasında bulunmuşlar,fakat bu sonucun başlıca nedeni olan 12 Eylül'e hiç değinmemişler. Yine apolitik gençliğin düştüğü durumu irdelerken, 68,78 gençliğinin başına gelenleri görmemezlikten gelmiş. "Din başına buyruk bırakılmaz" derken, dinin tarikatların elinde nasılda siyasi malzemeye dönüştürüldüğünü yok saymış. Ayrıca "Asker siyasete karışır" ve bunun sorumlusu olarak da gelişkin olmayan siyasi yapıları işaret ederken, yaşanan kanlı darbelerden ve ABD'nin "bizim çocuklar" diye tanımladıklarından söz etmemiş ! İnsan İlber Hoca'yı dinledikçe ister istemez şu konulara takılıyor...Keşke hocamız uzmanı olduğu 19. yüzyıl sınırları içerisinde kalsa da, yakın tarihimize bulaşmasa ve medare ifitaharımız Topkapı Sarayı'nı yönetmeye devam etse... Ne dersiniz ?..

      Sn.KOPELI,
      Bu gercekleri sadece zat-i aliniz gibi zoraki filozofi ve politikayi destekleyenler göremez.Bu cevapta ülkemizin yeni gecmisi konusunda ne yanlistir?Böyle Prof,larin ögrencilerinden ne olur,gercekleri anlamayan siradan yaratiktan baska?
      Konuyu önce dogru anlamanizi öncelikle tavsiye ederim.
      Zat-ı alim hakkında pek falzla bir malumatınız olduğunu zannetmiyorum. Zira öyle olsaydı zoraki destekleyicisi olarak itham ettiğiniz konunun mektebini okuduğumu bilirdiniz.

      Ben konun bütününe cevap vermedim. Cevap verdiğim bölümü kırmızı ile belirtttim Kırmızıyı görmeseniz bile en azından yeşil olarak farkedilebilirdi !

      Ayrıca Sn. Ortaylı'yı eleştirebilecek konumda olduğunuzu zaten düşünmüyorum. Oyüzden üzerinde durmadım. Zaten siz kendi düşüncelerinizi değil sağdan soldan topladığınız kişilerin yorumlarını yayınlayarak kendinize uyarlıyorsunuz okuyanda sizin düşüncelerinizinde bu olduğu yönünde izlenim bırakması için.
      Gerçekleri görüpte algılayamayan yaratıkların yanında yine iyi kalırlar..
      Hayat;
      .....Yokluğu var edecek kadar erdemli.
      Yanlızlık;
      ......Dünyaya haykıracak kadar yoksun.
      Sen;
      ......Beni yokluğunla sınayacak kadar acımasız.
      ve ben;
      .....Kendimle kavgalı.......


      Kopya çekiliyor’ Ortaylı, “Doğu ve Güneydoğu Anadolu’daki üniversiteye giriş sınavlarında açık şekilde kopya çekildiğini” öne sürerek, “Böylelikle iyi okullara ehil olmayan öğrenciler geliyor. Bunun açtığı gediği Galatasaray Üniversitesi’nde ben hissediyorum. İmtihanların asayişini iyi kontrol etmeliyiz” diye konuştu. ORTAYLI

      Böyle bir cümleyi yazan önce sebeplerini arastirir;Liselerde egitim hangi düzeydedir?Her ailenin cocuklarini özel kurslara gönderecek parasi varmidir?
      Ne güzel degilmi,liselerde hicbirsey ögretilmesin sende UNI de dörtbasi mamur ögrenci bekle!!Buna "suyun icinde yasayip hala balik oldugunun farkina varmamak,varmak istememek denir" bence.
      Peki okulda birsey ögrenemeyen,kurs parasi olmayan cocuklarin yasam hakki yokmu?Kopya cekmekten baska alternativleri nedir?
      Gercekleri bilerek inkar edenlere tarihte "birlikte sürünen" denir,bu konumda sn,Ortayli bozuk egemen sinifin sözcülügünü yaparken,ne yakin tarihimizi nede ME timin savsakligini göze almadigi icin yadirganmasi gerekmektedir.
      Sizin "ne mektebi"in de okudugunuzdan ziyade ,gercekleri iyi analiz edebilme yeteneginizin önemli oldugunu vurgulamak isterken.
      Ne anlatıyorsun hocam?

      Adet edinmişsin her lafa cevap vericem diye içi boş uzun cümleler kurmayı. Sen araştırdın mı benım söylediklerimin aksini ispat edebiliyormusun ? Ordaki her ailenin çocuğu bizden daha düzgün Türkçe konuşuyorlar. Sen Diyarbakır'ı Van'ı gördün mü? Bizde övünüyoruz 2 başbakan çıkarmışızda bürokratımız varda... Ee hani ?
      Ortaylı orda dıyorkı ''Ben üniversitede hissediyorum'' Adam profesör bilgiyi ayırt edebilir sizcede en azından değil mi ? Madem lisede o kadar iyi eğitimi yok Galatasaray Üniversitesi' ne nasıl girmiş?
      Bana bizzat Diyarbakır lı bir arkadaşım söyledi. Söylediği cümle; ''Bizim ordaki bütün sınavlarda kürtler hocaları tehdit ederler. Bi çok tanıdığım bu sayede Ankara ve İstanbulda okuyor.'' Hattaki bir çok batılı öğrenci sınav yerlerini doğuya yazıyormuş KPSS de.

      Kurs parası yokmuş?

      Dunyanın parasınıo akıtıyorlar sizlere AB den ABD den. Köyde Çeşme yok Ab proje ofisleri ve dernekleri var. ''Ayranı yok içmeye...'' misali. Ayrıca her türlü kaçakçılık ve uyuşturcunun merkez noktası bu yerler. Öyleki sadece kendileri nemalanmıyor örgüte bi aktarımı var.. Sen kime ne anlatıyosun ?

      Kopya çekmekten başka alternatifleri nelerdir ?

      Şimdi böylemi oldu biz çekince okul hayatımız bitiyor heleki böyle ulusal bazda bir sınavda hapis cezası bile alabiliyorsun. Ama yediği kaba pisleyen mehluklar söz konusu olunca zavallı durumuna konuluyor. Üstelik benim ülkemde benim üniversitemde...

      Şu durumda bu gerçekleri benim kadar sizde biliyorsunuz. Ben Kbul ediyor açıklıyorum siz ise inkar etmekle kalmayıp basit konuşmalarla çapalıyorsunuz.
      Sizin deyiminizle ''Birlikte Sürünüyorsunuz.''
      Bozuk egemen sınıfın sözcülüğünü yaparken lafı ile sangi ülgemizde ''Oligarşi'' varmış gibi konuşuyorsunuz? Böyle bir şey olması en çok siz ve türevlerinizin işine gelir halbuki..

      Bu cevaptan sonra Analizlerim hakkında da bilgi sahibi olmuşsunuzdur umarım.
      Hayat;
      .....Yokluğu var edecek kadar erdemli.
      Yanlızlık;
      ......Dünyaya haykıracak kadar yoksun.
      Sen;
      ......Beni yokluğunla sınayacak kadar acımasız.
      ve ben;
      .....Kendimle kavgalı.......