Bir Yahudi Türkçü - Munis Tekinalp

      Bir Yahudi Türkçü - Munis Tekinalp

      Bir Tekinalp özgeçmişi(1)

      1883 yılında doğan Tekinalp, yaşamının büyük bir kısmını İstanbul ve Selanik gibi ulusçuluk akımlarının adeta merkezinde geçirmiştir. Musevi bir ailenin çocuğudur.

      Selanik Yahudi Öğretmen Okulu’nda hahamlık öğrenimi almış, bu okuldan mezun olmuş fakat bu görevi resmi bir şekilde icra etmemiştir. Din eğitimi sonrasında Hukuk eğitimi de aldı.

      1905 yılında sonradan Yeni Asır ismini alacak olan Asır gazetesinde yazmaya başladı. Beş yıl boyunca bu gazetede yazar ve yazı işleri müdürü olarak görev yaptı. Yine aynı yıl Osmanlıcayı Yayma Derneği’ni kurdu.

      1907 yılında masonik faaliyetlere katıldı. 1909 yılında Hamburg’da yapılan Dünya Siyonist Kongresi’ne Selanik delegesi olarak katıldı. Bu kongrede öne sürülen Filistin’de bir Musevi devleti kurma fikrine karşı çıktı, bunun yerine Yahudilerin Osmanlı İmparatorluğu’nun çeşitli bölgelerine yerleştirilerek oralarda yaşatılması gerektiğini söyledi.

      1908 yılından itibaren İttihat ve Terakki Cemiyeti’nde aktif olan Tekinalp, Jön Türk Devrimi içinde günlüklerinde “anayasa için barışçı bir devrim” diye bahsetti. 1908 yılından itibaren İttihat ve Terakki içinde aktif olmasına rağmen, cemiyetin karar alma mekanizmalarında yer alamamıştır.

      Selanik, Tekinalp üzerinde önemli derecede etkisi olan bir şehirdir. Bu şehirdeki yaşantısı Yunanistan işgalinden sonra sona ermiş, 1912 yılının sonlarında İstanbul’a yerleşmiştir.

      İstanbul’da asıl iş olarak tütün ihracatçılığı yaparken, ek iş olarak da İstanbul Üniversitesi’nde hukuk ve siyasal iktisat dersleri vermiştir.

      İstanbul’da bulunduğu süre içerisinde düşünsel aktivitelerin müdavimi olmuştur. Etkinlik ortamlarında Ziya Gökalp ve Celal Sahir gibi önde gelen isimlerle tanışmıştır.

      Yine İstanbul yıllarında Türk Yurdu, Türk Derneği ve Yeni Mecmua gibi dergilerde yazılar yazdı. Birinci Dünya Savaşı sırasında haftalık ekonomi dergisi İktisat Mecmuası’nı çıkardı ve savaşın sonuna kadar bu derginin başyazarlığını yaptı. Ayrıca yine savaş döneminde Türk Birliği adlı başka bir dernek daha kurdu. 1928 yılında Milli Hars Birliği derneğinin kurucu üyesi olurken 1934’te bu sefer Türk Kültür Cemiyeti’ni kurmuştur.

      “Moiz Kohen” ismini savaşın sonuna kadar kullanırken, savaşın bitiminden itibaren ateşli bir Kemalist olarak “Munis Tekinalp” ismini almıştır.

      Ateşli Kemalistliği ve rejime olan sadakati kendisini 1942 yılında konulan Varlık Vergisi sırasında da göstermiş, kendisi çok büyük zarar görmesine rağmen Cumhuriyet Halk Partisi’ne karşı açık veya kapalı bir eleştiri getirmemiştir.

      Tekinalp’in hazırlayıp dağıttığı On Emir(2) yazarın görüşlerinin net bir şekilde açığa vurulmuş şeklidir.

      Tekinalp’in, kendisini Türkçülüğe adaması, bu yönde yazılar yazması ve sivil toplumcu faaliyetlerde bulunması, Tekinalp’e Türk Dil Kurumu üyeliği kazandırmıştır.

      Son yıllarını Nice şehrinde geçiren Tekinalp 1961 yılında öldü ve Nice Yahudi Mezarlığı’na defnedildi.

      -----------------------------------------------------------------

      (1) Munis TEKİNALP hakkında sade ve kronolojik bilgiye ulaşmak için şu internet adreslerinden faydalanılabilir: biyografi.net, tr.wikipedia.org/wiki/Munis_Tekinalp, bibilgi.com/Munis-Tekinalp

      (2) 1.İsimlerini Türkleştir; 2.Türkçe konuş; 3.Havralarda duaların hiç olmazsa bir kısmını Türkçe oku; 4.Mekteplerini Türkleştir; 5.Çocuklarını memleket mekteplerine gönder; 6.Memleket işlerine karış; 7.Türklerle ilişki içinde ol; 8.Cemaat ruhunu kökünden sök; 9.Milli İktisat sahasında vazifeni yap; 10.Haklarını bil
      Fosforun zeka gelişimine katkısını sahil şeridine bakarak görebiliyoruz... Türkiye balık yesin!

      (...)

      Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
      Günü gelir hesabınız görülür.
      Günü gelir sualiniz sorulur :
      Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

      N.Hikmet

      Concierto de Aranjuez
      Dönemin Düşünce Dünyası İçinde Bir Yurtsever

      Tekinalp’in sıkı bir yurtsever olmasında bir azınlığa mensup olması dönemin koşullarını aklımıza getirdiğimizde etkili olmuş olabilir. Tekinalp’in yazılarının temalarının ulusçuluğun analizi ve propagandası olduğunu düşünülürse Tekinalp için koyu bir yurtsever demek yersiz olmayacaktır.

      Ulusçuluk temalı yazılarında “Devleti kurtarmak için ne yapmalı?” sorusuna cevap arar. Tekinalp’e göre Osmanlı İmparatorluğu’nun omurgası olan Türkler 300 yıla yaklaşan bir çöküş sürecinin yarattığı ruh hali yüzünden cesaretlerini ve morallerini yitirmişlerdir. Türklerin yönetici sınıfı kendi İmparatorluğu’nda savunmaya çekilmek zorunda kalmıştır. Nihayetinde 1908 Devrimi ile gelen ulus bilincinden o tarihe kadar yoksundular. Hasta Adam’a tedavi niyetine öne sürülen Osmanlıcılık fikri, İmparatorluk içindeki çeşitli etnik ve dini grupların ayrımcılığının ve bağımsızlık ülkülerinin devam etmesinden dolayı uygulanamadan rafa kaldırılmıştır Tekinalp’e göre.

      Tekinalp’e göre Osmanlıcılık gibi İslamcılık da “Devleti kurtarmak için ne yapmalı?” sorusunun cevabı değildi. Zira laikliği defalarca kanıtlanmış Tekinalp, politik İslamcılığa ve ümmetçiliğe şiddetli karşı çıkışlar yapmış ve İmparatorluğun birliğinin İslami unsurlar üzerine kurularak, Türk olmayan diğer etnilerin İslam dini şemsiyesi altında birleşeceği fikrini de olumlamamıştır.

      Böylece Tekinalp, Türk ulusunu birleştirecek, kurtaracak, ayağa kaldıracak potansiyelin kendi içinde olduğunu söyleyen, selametin Türklerin kendi benliklerinde olduğunu öğütleyen Türkçülük görüşünü oluşturmuştur.(3)

      Türkleri tekrar yaratabilmek için Avrupa medeniyetlerinin iyi yönlerini temel alan ve yerel görenekleri hayata döndürecek nitelikte olan reformlar önermiştir Tekinalp. Bir başka deyişle, Tekinalp, sadece üstün Avrupa teknolojisini almak değil, antik Türk tarihi ve edebiyatında bir Rönesans yaşamak da ister.

      Tekinalp’e göre fikirleri önce aydınlar benimseyecekler ve daha sonra onu köylü kitlelere yayıp Türk ulusunun oluşumunu tamamlamak amacıyla çok ihtiyaç duyulan kadro görevlerini üstleneceklerdir.

      Çöken bir İmparatorluğun kurtarılması için çok farklı mahiyette fikirlerin havada –ki doğaldır- uçuştuğu bir dönemde her düşünür/siyasetçi/asker değişik kavramlara referans vererek bir fikir üretmiştir. Tekinalp’in referansı ekonomik kalkınma ve bunu destekleyecek köhnemiş sistemin değişimidir. Tekinalp, Türk ulusçuluğunun başarısının Osmanlı İmparatorluğu’nun ekonomik değerlerinin yükselmesinden geçtiğini düşünür. İttihat ve Terakki, Tekinalp için toplumu ilerletmeye çalışan, ekonomiyi düzlüğe çıkarmaya uğraşan Türklerin oluşturduğu bir cemiyettir.

      Görülüyor ki, Tekinalp’i dönemin düşünürlerin, yazarlarından, çizerlerinden ayıran unsurlar çok sınırlıdır. Belki de Tekinalp doğuştan Türk ve Müslüman olsa adı diğer Türkçü ideologların yanında yazılacak hatta Gökalp ismi altında kaybolup gidecekti.

      Tekinalp’i diğerleri ile benzer frekanslarda birleştiren bir diğer unsurda Kemalist olmasıdır. Tekinalp bir yurtseverdir ve Osmanlı İmparatorluğu’nun çökmesine üzülmüştür. Ama çöküşün çıkardığı kahramana da hayranlık duymuştur.

      Kemalizmin bir Türkçülük damarı olduğunu savundu ve bu damarın, Türk kültürünü ve bilincini arttırarak, her vatandaşın Türklük çatısı altında birleşmesine önayak olacağını ve bunun da Büyük Türk Devrimi’ne sebep olup toplumu salahiyete erdireceğini vurguladı.

      ---------------------------------------------------------------

      (3) Tekinalp’in görüşlerinin olgunlaşmasında büyük yeri olan Ziya Gökalp ile ilgili yazdığı ya da içinde Gökalp’e atıf yapılan makaleleri mevcuttur. Bu makalelerden “Ziya Gökalp’te Tesanütçülük” makalesinden bazı bölümlere bakarak Tekinalp’in zihnindeki Gökalp karakterine ve bu çerçevede şekillenen toplum tahayyülüne bakabiliriz:

      (…)

      Tesanütçülük, Ziya Gökalp devrinde sık sık bahis mevzuu olan iktisadi ve içtimai bir mezhebin adıdır. Fransızca mukabili solidarizmdir.

      Merhum üstad bu içtimai mezhebe senelerce müddet pek büyük bir bağlılık göstermiştir. 35 evvel Cuma günleri evinde öğle yemeğinde topladığı yakınları ve mesai arkadaşları, İttihat ve Terakki merkezinin kültür seksiyonunun müdavimleriyle, Hamdullah Suphi’ler, Köprülü Fuat’lar, Celal Sahir’ler ve Halim Sabit’lerle baş başa kaldığı zaman bu meseleyi ele alır. Berksonlardan, Durkaymlardan dem vurarak saatlerce müddet konuşur, beşer cemiyetinde tesanüt müesseselerini iyice sağlama bağlamadan huzur ve sükûna, refah ve saadete kavuşmak mümkün olmadığını ve bu itibarla cemiyetin hayır ve selametini hedef ve gaye ittihaz eden güzide ve münevverlerin ilk vazifesi ezcümle iktisadi ve içtimai sahalarda yardımlaşma ve tesanüt müesseselerini inkişaf ettirmekten ibaret olduğunu belirtmeye çalışırdı. Meşrutiyet zamanında yeni hayat ve daha doğrusu Ziya Gökalp devrinin maruf sloganları olan (Fert yok, cemiyet var. Hak yok, vazife var.) gibi içtimai dövizler bu felsefi mezhebe dayanırdı. Ancak Ziya Gökalp zamanından bu yana cemiyetimizde birçok devreler oldu. (…)

      Ve bu gün bazı muhitlerde maddeyi idealden üstün tutan gecekondu milyonerleri devrine ulaşmış bulunuyoruz. İşte bundan dolayıdır ki 40 sene evvel yaşadığımız ve ideale dayanan tesanütçülük müesseselerini hatırlatmayı bu münasebetle faydalı gördüm. (…)

      40 sene evvel Ziya Gökalp muhitinde hâkim olan felsefi görüşlerden İlham alarak Yeni Mecmua’da tesanütçülük bahsi hakkında neşrettiğim makalelerde belirttiğim veçhile tesanütçülük mezhebinin en mühim esaslarından biri iktisadi sahada kıymet artışı ve ilmi tabiriyle plusvalue meselesine taalluk eder.

      (Ziya Gökalp’te Tesanütçülük, Bilgi Türkiye Öğretmenler Birliği’nin aylık yayın organı, İstanbul, Ağustos, 1959, Sayı: 149, s. 8)
      Fosforun zeka gelişimine katkısını sahil şeridine bakarak görebiliyoruz... Türkiye balık yesin!

      (...)

      Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
      Günü gelir hesabınız görülür.
      Günü gelir sualiniz sorulur :
      Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

      N.Hikmet

      Concierto de Aranjuez
      Bir Musevi Türkçü

      Selanik’te yaşayan bir Yahudi çoğunluğunu oluşturmadığı fakat yaşadığı toprakların çözülüşüne çare aramaya düşerse herhalde o kişi için Osmanlıcılık biçilmiş kaftandır.(4)

      Türkleri ve başka etnisiteleri güdüleyen etkenlerin farklı olduğunu farkına varana kadar Tekinalp’te Osmanlıcılık ideolojisini ateşli bir şekilde savundu. Ne var ki Türkler, İmparatorluğun bütününü korumaya çalışırken azınlıkların bir bölümü feodaliteyi hatta bağımsız bir devletin kurulmasını arzu ediyordu ve hatta bu yönde faaliyet gösteriyordu. Tekinalp’in zihnindeki Osmanlıcılık ideolojisi yavaş yavaş zayıflamaya başlıyordu.

      Böyle bir dönemde Tekinalp pek çok Siyonizm Kongrelerine katılmıştır. Buralarda Osmanlı İmparatorluğunda azınlıkların durumuna değinen sunuşlar yapmıştır. Anti – Semitizmin, İmparatorluk topraklarında olmadığını söylemiştir. Yahudiler arasında pek çok Türkseverin bulunduğunu, Osmanlı Yahudilerinin Osmanlıcılık ideolojisine bağlılığını belirtmiştir.

      Tekinalp’e göre her ne kadar Osmanlı topraklarında anti – semitist faaliyetler olmasa da Yahudilerin Osmanlı’ya toplu halde göçü sorun yaratabilirdi. Bu yüzden Yahudilerin küçük gruplar halinde, İmparatorluğun her bir tarafına dağıtılması gerektiğinde ısrar etmiştir. Bu şekilde Osmanlı İmparatorluğu’na gelen Yahudilerin kendi topraklarında olduğu kadar yararlı olacaklarını, kimliklerine karşı saygılı davranılacağını, hem kendi ekonomilerini hem de Osmanlı ekonomisini kalkındıracaklarını söylemiştir. Yahudiler belirtilen koşullarda iltica ederlerse, Osmanlı İmparatorluğu’ndaki bazı gizli güçlere karşı da bir denge unsuru olabilirlerdi.

      Tekinalp, hem Musevi hem de Türkçü olması nedeniyle yazılarında azınlıklar özellikle de Yahudiler üzerine propagandalar yaptı. Bu yazılarında, Türkleşme(5) için oluşturduğu temel inançlarından bahsetmiştir.(6)

      Türkleştirme, Türk toplumunu güçlendirmek ve Türk bilincini yükseltmek için vazgeçilmezdi. Türkleştirme doğrultusunda söylenenlere adaptasyon noktasında bilcümle herkes elinden geleni yapmalıydı. Bütünleşme ancak ve ancak azınlıkların da Türkleşmesiyle olabilirdi.

      Tekinalp’in düşünce hayatını ilkokul tarih cetveline koyarak ilerlediğimizi düşünürsek Osmanlıcılığın başarı şansını gören bir kişinin daha sonra Türkleştirme teorileri üretmeye başladığını görürüz. Dönemin tarihi koşullarını ve hangi fikir akımlarının Avrupa’da yaygın olduğunu hatırlayarak; Tekinalp’in ırkçılığa kayan düşünce dünyasına Türkleştirme teorilerinden sonra merhaba deriz. Tekinalp genele aykırı herhangi bir fikir üretmediğini Osmanlıcılık revaçta iken Osmanlıcı, İmparatorlukta toprak kayıpları başlayıp milliyetçi ruh hali yaygınlaştığında Pan-Türkçü, Cumhuriyet kurulup devrimler yapılmaya başladığında ise koyu bir Kemalist olmasından rahatlıkla görebiliriz.

      Osmanlıcılıktan Türkleştirme ile ilgili yapıtlara geçen Tekinalp’in bir sonraki durağı olan Pan-Türkizm ideolojisine geçmeden ırkçılık üzerine biraz düşünmek ve daha sonrasında Cumhuriyet’te ırkçılık hakkında bir şeyler söylemek istiyorum.

      Sosyal Bilimler önyargı ile ırkçılık arasına kesin çizgiler çekmiştir. İlki söylem iken ikincisi eylemdir. İlki bireysel iken ikincisi kitleseldir. Aralarında ayrım olmasına rağmen ikisi de birbirini etkileyebilir. Bu anlamda önyargı ile ırkçılık tanımsal olarak ayrı olsa da sosyal hayatta birbirini etkileyen hatta birbirinden doğan iki olgudur.

      Irkçılığı, en basit anlatımla ırksal hiyerarşi olarak tanımlayabiliriz. Sami Zubaida ise insanlığı doğal ve / veya kültürel doğal özellikler çerçevesinde tanımlanan farklı ortak özelliklere göre sınıflandıran ve bu doğal özellikleri de bir üstünlük hiyerarşisi içinde sıralayan bütün inançlar ırkçıdır, der.(7)

      Jones ise ırkçılığı, “kendi ırkının diğer ırklardan üstün olduğu inancı ve buna eşlik eden davranış kalıpları” olarak tanımlar.(8) Irklar arasındaki farklar biyolojiktir dolayısıyla mutlaktır. Ancak Katharine Reynolds biyolojik üstünlük üzerinden ırkçılığın yerini günümüzde kültürel üstünlük üzerinden üretilen ırkçılığın aldığını söyler.

      Irkçılık, uygun toplumsal ve siyasi koşullarda, bu inançlar varsayılan fark ve üstünlük sırasına göre bir grup ortak özelliği diğerine üstün tutan ayrımcı uygulamalar ile ortaya çıkar.

      Irkçılık, Almanya’daki uygulamalarda tavan yapan “saflaştırma” politikasını tarif etmek için ilk olarak Avrupa’da ortaya atılan bir kavramdır. Irkçılık, ilk olarak Yahudilere karşı kendisini gösterirken daha sonra Güney Afrika’da yaşayanlara ve Amerika’daki siyahlara karşı karşımıza çıkmıştır.

      Cumhuriyette ise ırkçılık –eğer varsa, bu halen çok tartışmalı bir konudur.- geç Osmanlı döneminden miras kalmış, yıkılmak üzere olan devlete mensup bir toplumun histerisi içinde oluşmuş, yüzyıllardır beraber yaşadıkları kitlelerin bir anda düşmanlaşıp ayrılmalarına karşı kırgın ve hırslı olan insanların ürettiği bir ideolojidir. Irkçı uygulamaların Osmanlı’nın tüm dönemlerinde değil sadece çöküş döneminin sonlarında ortaya çıktığını düşünürsek, ırkçılığın dönemsel olduğunu söyleyebiliriz.

      Osmanlı’nın son 100 senesi devletin içine sinmiş bozuklukları onarmaya yönelik bir takım reformlarla geçti. Bu reformlarla birlikte gelen haklar ve hürriyetler, kurtuluş reçetesi olarak Osmanlıcılık ve Ümmetçilik gibi akımların doğmasına da sebep oldu. Ne var ki İmparatorluk zayıfladıkça Balkanlarda Hıristiyanların isyan edip ayrılmaları, Güneyde de Müslümanların dağılma karşısında istenildiği gibi tepki vermemeleri, bu iki devanın üzerine çizgi çekilmesini getirdi.

      Büyük sansür altındaki Abdülhamit basını siyasi tartışmalara yer veremediği için gazete ve dergilerde tarihsel ve kültürel tartışmalar önem kazandı. Daha sonraki yılların Türkçü hareketlerinin doğuşunu da simgeleyen Türk milli duyguları ilk kes bu dergilerde ifade edilmeye başlandı. Bu dönemin yazarları Türklerin yüksek erdemlerini, barışçıl karakterini, İslam ve dünya medeniyeti için önemini, devlet kurmadaki yeteneğini abartılı şekilde vurgulamaya çok yatkındı. Bunların yanında esas amaç kültürel mirası ve kökleriyle gurur duyulan bir Türk milletini “yeniden yaratmaktı”. Osmanlı İmparatorluğundan arta kalan karmaşanın içinden sıyrılacak bir Türk milleti yaratmak için “milli gurur” hayati önkoşullardandı.(9)

      1908’de Jön Türkler iktidarı devraldıklarında Osmanlıcılık ve Ümmetçilik bir kurtuluş çaresi olarak görülmekten uzaklaşmış, İmparatorluktan Türk olmayanların kopmaları hızlandıkça Türk aydınların içinden Pan-Türkist ideoloji çıkmaya başlamıştı.

      Murat Belge’nin önemle üzerinde durduğu Rusya’dan gelen aydınlardan olan Yusuf Akçura, ünlü Üç Tarz-ı Siyaset makalesini tam da bu dönemde yayımladı.

      Yine bu dönemde Avrupa’da milliyetçilik hızlı bir şekilde yayılıyor ve Balkanlarda bunun etkisi rahatlıkla görülebiliyordu. Çöküş yıllarında Türk olmayan halkların bir bir ayrılması, çökmeye karşı çözüm önerisi olarak getirilen farklı gruplara özerklik fikirlerini de egale etmiş, İmparatorluk aydınları için yegâne kurtuluş yolu olarak homojen bir ideali kalmıştır. Bu amaçla ortaya atılan tek millet, tek halk anlayışı da bilerek ya da bilmeyerek ırkçı yollara sapmıştır. İttihatçılar bu dönemde ısrarlar diğer modern devletlere atıf yaparak, çağdaş bir devletin ancak türdeş bir toplum üzerine inşa edilebileceğini söylemişlerdir.(10)

      Türdeş bir toplum üzerine bir çağdaş devlet kurmayı başarabildi mi İttihatçılar, bu tartışılır, fakat tartışılmayacak olan şudur ki; yeni kurulan Cumhuriyet ağır bir travmaya sahip bir toplum üzerine kurulmuştu. Cem Eroğul, Türk toplumunun bu şartlar altında iki farklı yol izlediğini belirtir: ilki yok edilmenin kıyısından dönen bir toplumun antiemperyalizmi diğeri ise başka milletlere üstünlük sağlamak amacıyla türetilen emperyalizme eklenmedir. “Bir Türk dünyaya bedeldir” bunun en güzel örneğidir.(11)

      Türkiye’de tek parti döneminde Türkçü akım ırkçı bir retorikle yeniden kullanıma sokulmuş, bir dizi sosyal ve kültürel reform yoluyla İmparatorluğun çokuluslu yapısı terk edilerek Anadolu Türklerinin etnisitesine dayanan, coğrafi sınırları daralmış yeni bir ulus tanımı yapılmıştır.(12)

      Burada yeniden Tekinalp’in Türkçülük anlayışına geri dönelim.
      Osmanlıcılık ve Ümmetçilik akımlarının başarısızlığından ve İttihat ve Terakki’nin bu duruma karşı yeni bir çözüm yolu olarak Türkçülük akımını öne sürüşünden ve son olarak da Tekinalp’in devrin genelinin dışında, ayrı, sivri bir düşünce yapısına hiçbir zaman sapmadığından bahsetmiştim. Dolayısıyla Tekinalp’in İttihat ve Terakki ile birlikte Pan-Türkist olmasına şaşırılmamalıdır.

      Pan-Türkçülükte o kadar ünlendi ki Pan-Türkizm’in yaratıcı olarak da anılmaya başlandı. Pan-Türkizm ile ilgili Turan adlı uzun bir araştırmayı kaleme aldı. Bu araştırmasında Türklerin geniş ve güçlü bir şekilde Turan toprakları üzerinde birleşmelerinden bahsetti.

      Turan’ı gerçekleştirmek için, Gökalp’inkine paralel anvak aynı olmayan, bir asgari bir de azami iki plan oluşturdu. Asgari plan Küçük Turan’dı ve İstanbul’dan Baykal Gölü’ne, Kazan’dan Moğolistan’a kadar uzanan bir bölgeyi kapsıyordu. Büyük Turan’a yani azami plana ise Küçük Turan vasıtası ile ulaşılıyordu ve Büyük Turan Japonya’dan İskandinavya’ya Kuzey Kutbu’ndan Tibet Platosu’na kadar yayılan bir alanın ismiydi.(13)

      ------------------------------------------

      (4) Pek çok Siyonizm kongresinde Tekinalp, Osmanlıcık üzerine görüşlerini açıklamıştır. Bu durum Yahudiler için garip karşılanmıştır. Çünkü kongre üyelerine göre Tekinalp bir Yahudi’dir ve esas devleti İsrail’dir. Fakat Tekinalp için Osmanlı İmparatorluğu birincil önemdedir. Din bu konularda önemli değildir çünkü koyu bir laisisttir. Ve her şeyden önemlisi Türk kimliği kendisine göre diğer bütün kimliklerin üzerindedir.

      (5) Tekinalp’in Türkleştirme kitabından devam edersem:

      Milletleştirme Usülü

      Türkiye’de tatbik edilmesi lazım gelen millileştirme usülü hakkında şek ve tereddüde mahal yoktur. Türk hükümeti uzun müddet Rumeli’de, Bulgar, Rum, Ulah, Arnavut gibi anasır-ı muhtelife arasında cereyan eden hun harane mücadelelerde jandarmalık vazifesini ifa etmiş ve görmüştür ki hiçbir yerde millileştirme cebir ve şiddet ile kabul ve infaz ettirilmemiştir. Rumeli’de anasır-ı muhtelifenin yekdiğerine karşı takip ettikleri bomba ve dinamit siyaseti her yerde aksi tesir hâsıl etmiştir. (…)

      Millileştirme mesaisinde rehberlik vazifesi ile mükellef olan Türk ocaklarına Ağaoğlu Ahmet Bey şu usülü gösteriyor: “Artık birleşmiş ve istikrar peyda etmiş olan çocuklar muhitlerini nurlandırmaya, gayelerini etrafa saçmaya içinde bulundukları milliyetler için bir menba feyz olmaya başlamalıdır.”(…)

      Türk Kimdir?

      O halde yanlış zan ve zehaplara meydan vermemek için merhum üstadın(Ziya Gökalp kastediliyor) vaz ettiği umdeyi şu yolda tadil ve tespit etmek lazım gelir: “Akide itibariyle Türküm diyen her ferdi Türk tanımalıdır.” (…)

      Türk’üm diyen bir Arnavut, bir Acem, bir Arap veya bir Musevi’nin karşısında bulunulduğu zaman mazisine, içinde yaşadığı muhite, telakki ettiği terbiyeye, menafi-i maddiye ve manevisinin sevaik-i daimesine bakılır. Bütün bu amiller Türk akidesinin mevcudiyetine delalet ederse Türklük iddiası şayan-ı kabul ad olunmalıdır.

      Akidenin ehemmiyet-i fevkaladesini iraye ve isbat etmek üzere burada Profesör Leger’in İslav Âlemi, Monde Slave nam eserinde münteşir bir Türk zabitinin neferiyle cereyan eden enmuzeci bir muhaveresini buraya nakl etmeden vazgeçemeyeceğim:

      -Nerelisin?

      -Bosnalıyım.

      -Hangi millettensin?

      -Türküm.

      -Türkçe konuşuyor musun?

      -Hayır!

      -Türkçe konuşmadığın halde kendine nasıl Türk diyebiliyorsun?

      -Bilmem, bana Türksün dediler, ben de kendimi öyle bilirim.

      -Benimle ne dil konuşuyorsun?

      -Bilmem.

      -Ben seninle Sırpça konuşuyorum. Sen de bana Sırpça cevap veriyorsun. O halde ikimiz de Sırpız.

      -Hayır, sen Sırpça konuşuyorsun. Ben Boşnakça cevap veriyorum. Binaenaleyh sen Sırpsın ben Türküm.

      Şüphesiz bu yolda konuşan Boşnak neferinde bugünkü telakkiye nazaran Türklük namına bir şey yoktu. Dili, harsı, terbiyesi, ırkı, muhiti Türkten bambaşka idi. Öyle olduğu halde adamcağız samimi bir ifade ile la tezelzül bir katiyet ile kendine Türk diyordu. Çünkü Müslümanlık rabıtasından dolayı akidesi Türk idi. (…)

      Yukarıda zikr olunan Boşnak neferi veya Türk akidesini besleyen herhangi birisi tabii tahtında Türk muhitinde yaşarsa bittabi yalnızca akide itibariyle dahi Türk olur. Akide bazen terbiyenin mahsulü olur, Türk terbiyesi ile büyüyen, Türk muhitinde yaşayan bir gayr-i Türk, terbiyenin tesir-i neticesi olarak bittabi “Ben Türküm!” der ve bu suretle kendisinde Türk akidesi peyda olur. (…)

      Netice itibariyle şuna kaniyim ki Türkiye’de yapılacak en birinci iş Türk olmak arzusunda olan fertlerde veya zümrelerde Türklük akidesini vücuda getirmekten yani menafi-i maddiye ve maneviyesi Türklüğe merbut olan ve bu vaziyette yaşamak isteyen kimsenin ben Türküm demesine imkân ve zemin hazırlamaktan ibarettir. (…)

      Türklerde Türklük mefkûresi baki kaldıkça diğer vatandaşların intibaka mukavemet etmesi imkân haricindedir. Ara sıra zuhur edebilecek müşkülat netice-yi katiyeyi tehir edebilir, muvaffakiyete mani olamaz.

      (Munis TEKİNALP, Kemalizm, Türkçesi: Çetin YETKİN, İstanbul: 2.Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004)

      (6) “Türk ol, Türk olmayanı da sev!” şiarı bu inançlardan biridir.

      (7) Ed. William OUTHWAITE, Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008, s. 343

      (8) Semra SOMERSAN, Sosyal Bilimlerde Etnisite ve Irk, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004, s. 43

      (9) Nazan MAKSUDYAN, Türklüğü Ölçmek, Bilimkurgusal Antropoloji ve Türk Milliyetçiliğinin Irkçı Cephesi (1925 – 1939), İstanbul, Metis Yayınları, 2005, s.49.

      (10) Zafer Toprak, Türkiye’de Milli İktisat (1908 – 1918), İstanbul, Yurt Yayınları, 1882, s. 32.

      (11) Cem Eroğul, “Aydınlanma Aracı Olarak Öz Türkçe”, Bilanço 1923 – 1998: Türkiye Cumhuriyeti’nin 75.Yılına Toplu Bakış Uluslararası Kongresi, Ankara, 10 – 12 Aralık 1998, der. Zeynep Rona, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999, Cilt 1, s. 276.

      (12) Nazan MAKSUDYAN, Türklüğü Ölçmek, Bilimkurgusal Antropoloji ve Türk Milliyetçiliğinin Irkçı Cephesi (1925 – 1939), İstanbul, Metis Yayınları, 2005, s.53.

      (13) Jacob M. LANDAU, TEKİNALP: Bir Türk Yurtseveri (1883 – 1961), İstanbul, İletişim Yayınları, 1996, s.51
      Fosforun zeka gelişimine katkısını sahil şeridine bakarak görebiliyoruz... Türkiye balık yesin!

      (...)

      Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
      Günü gelir hesabınız görülür.
      Günü gelir sualiniz sorulur :
      Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

      N.Hikmet

      Concierto de Aranjuez
      Bir Kemalist(14)

      Tekinalp’in düşünce serüveninde şimdiki durağı Kemalizm idi. Ve yeni Kemalist Tekinalp, Mustafa Kemal’i anlatan eserler Mustafa Kemal esas meziyetlerini görecek büyüklükte değildi. Yapılanlara salt maddeci bir bakışla bakan daha önceki eserler, Mustafa Kemal’in en büyük eseri olan Türk milletinin düşünce ruhunu ve yapısını değiştirmesini ele almıyorlardı.

      Tekinalp için Kemalizm aksayan geçmiş ile bağları kesen bir ideoloji, teokrasiyi yenilgiye uğratan ve bunun yerine ulusçuluğu alternatif getiren bir sistemdi.
      Kemalistler, koydukları ideallere programlı bir şekilde ilerliyorlardı. Bu programın üç aşaması vardı: Halk desteği sağlanmış bağımsızlık savaşı, bağımsızlığın tescili Lozan Antlaşması ve yeniden yapılanan Türkiye. Programların uygulayıcısı Mustafa Kemal her ne kadar rakiplerine taktik ödünler verse de her reformun zamanlamasını tam olarak yapmış ve amacına ulaşmıştı.

      Tekinalp’e göre Türk ulusçuluğu mistik öğeleri olan toplum için bir moral değerler bütünü değil, toplumun hayatta kalmasının bir gereğiydi. Bu yaklaşıma göre Kemalizm din üzerine değil ortak dil, kültür ve amaç üzerine kurulmalıydı.

      Tekinalp’e göre Kemalistler Türkiye için hep en iyisini yapmışlardı ve bundan sonra da yapacaklardı.

      Kemalizm hiçbir zaman antidemokratik olmamıştı, ülkenin birlik ve beraberliğini korumak maksatlı yapılan alınan bazı otokratik önlemler demokrasinin dışına çıkıldığı anlamına gelemezdi hatta bu önlemler ile bozuk demokrasi örneklerinin önüne geçilmişti.

      Bağımsızlık savaşı aynı zamanda bir antiemperyalizm mücadelesiydi dolayısıyla kapitalist müdahalelerden korunmak için devletçilik metodu uygulamak gerekliydi. Devletçilik, Türkiye’yi olası bir ekonomik kölelikten korumanın yegane yoluydu.

      Bu “denetli ekonomi” Türk ekonomisinin gelişmesi için en kestirme yoldu. Tekinalp’in gözünde devletçilik, Halkevlerinin yardımıyla Cumhuriyet Halk Partisi’nin sadece Türk ekonomisini değil, politikasını ve kültürünü de kontrol etmesi anlamına geliyordu.(15)

      Tekinalp – Kemalizm ilişkisinin ilk denilebilecek başka bir özelliği de var. Kemalizm, Tekinalp ile birlikte bir ideoloji olarak anlatılmaya başlanmıştır. Ama bu anlatım Tekinalp’in döneme ilişkin aktüel görüşlerinden doğrudan etkilenmiştir.

      Tekinalp’in Kemalizm görüşünün bir diğer ayağı ise ekonomidir. Kemalist ekonomi yani devletçilik anlayışı Tekinalp’in görüşlerini önemli bir süre etkilemiştir.

      Aslında Tekinalp’in ekonomide kamu erkinin önemli bir yer kaplaması gerektiğini söylemeye başlaması, Osmanlı’nın son yıllarına kadar gider. Tekinalp için ideolojik alanda Osmanlıcılık daha sonra Türkçülük gibi reçeteler önemli ise ekonomik alanda da devletin etke(i)n olması bir o kadar önemliydi.

      Tekinalp siyasetin yanında ekonomi üzerine de düşünüyordu. Ekonomi üzerine yazdığı yazılarda Türklerin bir ekonomik sisteme sahip olması gerektiğini söylüyor bu şekilde ekonomik problemlere karşı bir çözümün üretilebileceğini ileri sürüyordu. Bilimsel bir yaklaşım etrafında öne sürülecek önerilerin çöken bir ekonominin ihtiyaçlarını karşılayabileceğini de ekliyordu.

      Tekinalp’e göre, İmparatorluk ekonomisi için en iyi çözüm, savaş zamanında da, barışa geçişte de en uygun devlet denetimi ve özel sektör bileşimini bulup uygulamaktan geçiyordu.

      İmparatorluktan Cumhuriyet’e geçtikten sonra Tekinalp’in görüşlerinde de bir takım değişiklikler meydana gelmiştir. Tekinalp, özellikle 1930’lardan sonra devlet denetimi altında ve kamu kesiminin ekonomik yönlendirmesinin evrensel olarak benimsendiği dönemde Tekinalp liberal politikalara kayarken, görüşlerini devletçilik anlayışı ile bağdaştırmakta zorluk çektiği dönemler olmuştur. Bu noktada hem kendi iç düşünsel dünyasında düştüğü zorluğun üstesinden gelmek hem de liberal görüşlerini topluma anlatabilmek için Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı İmparatorluğundan sorunlu bir ekonomi aldığı tezini geliştirmiştir. Tarım gelişmemiştir, ticari denge oluşmamıştır, endüstri yoktur, ticaret ve bankacılık yabancıların elindedir.

      İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra tüm dünyada liberal ekonomi rüzgârları eserken Tekinalp de nasibini almıştır. Daha az otoriter daha fazla liberal devletçiliğe kaymıştır. Tüm bu görüşlerini savunurken, yazarken aynı zamanda Cumhuriyet Halk Partisi’nin bir üyesiydi. Ancak partinin katı ekonomi anlayışına karşı gelen sadece Tekinalp değildi. Parti içinde karma ekonomiden bahseden üyeler vardı. Tekinalp’e göre devlet denetimi gerekli alanlarda devam etmeli, ekonomik teşebbüsler de kendilerini modern ekonomik koşullara göre şekillendirmeliydi. (16)

      ---------------------

      (14) Tekinalp’in “Kemalizm” adlı eserinden bazı parçalar:

      Kemalizmin Ruhu

      Kemal Atatürk’ün parolası Garb medeniyetine doğru ilerleyiş olduğuna göre, eserinin, bizzat o medeniyetin bazı umumi fikirleri üzerinden istinsah edilebilir olması gerektir.

      (…) Kemalizm zimamdarları, kendilerine has prensipleri ifade etmek üzere yeni ıstılahlar icad etmiş değillerdir. Asırlardan beri bütün milletlerin kullanageldiği klasik formülleri kullanmaktadırlar. (…)

      Dâhiliye Vekili Şükrü Kaya, son defa Ankara’da kendi riyasetinde toplanan Matbuat Kongresinde şu sözlerle, bu noktayı anlatmak istemiştir:
      “Kemalizm sağ ve sol formüllerin dar çerçevesi içinde alınamaz.”

      (…)Kemalizm, bir nesilden ötekine intikal eden, muhtelif memleketler ve muhtelif milletler tarafından karşılıklı kopya edilen, her siyaset adamı ve her devlet ricali tarafından bilindiği gibi tefsir ve tatbik olunan, taban tabana zıd planların ve programların tanzim ve tatbikine esas teşkil eden, muhtelif devirlerde muhtelif şekillere bürünen hikemiyatta ve düsturlarda yer tutmuş değildir. (…)

      İşte bundan dolayıdır ki, yeni Türkiye’nin rejimi, sistemi herhangi bir formülle değil, fakat sadece onu yaratanın ve tahakkuk ettirenin edile tarif edilebilir. Binaenaleyh, Kemalizm tabiri, harbden sonraki yeni Türkiye’nin bütün tarihini, devletin faaliyet programını ve Türk milletinin, Şefinin tespit ettiği ideale müteveccih olan emellerini ihtiva etmektedir.

      Türk inkılâbının muhtelif şekillerine ve onun tahakkuk ettirdiği terakkilere dair olarak şimdiye kadar neşredilen onlarca eseri okumakla, Kemalizm’in hususi bir rejim ve sistem olmak itibariyle ne mahiyet ifade ettiği anlaşılabilir mi?
      Maalesef hayır. Çünkü şimdiye kadar, Kemalizm inkılâbı hakkında yazılan yazıların ve söylenen sözlerin hepsi, ancak fiili vakıalara, şuunata ve hadiselerin tarihine taalluk eder ki, tabiatı ile çok şayanı dikkattir. (…)

      Mesela, Kemalist inkılâp hakkındaki edebi okurken, bu inkılâbın en mühim hadisesinin, fesin ve peçenin kaldırılması ve buna benzer diğer göze görünecek yenilikler olduğu zehabına düşülmektedir.

      (…) Kemalizm’i, başlıca, kadınların serbestîsi ile tarif eden ecnebi muharrirler pek fazla yanılıyorlar. Kadının serbestîsinden evvel, erkeğin serbestîsini göz önüne getirmek lazımdır. Kadının serbestîsi, erkeğin serbestîsinin tabii neticesinden başka bir şey değildir. Caali şeriat hurafelerinin, resmi ve hususi hayatının büyün ef’al ve harekatına hakim olan cahil bir zihniyetin tasallutu altında yaşayan bir erkek, yalnız nefsani ihtiyaçlara ve ev işlerine yarayan kültürsüz, şahsiyetsiz bir kadınla iktifa edebilirdi. (…)

      Bu, Kemalizm’i, zahiri ve sathi şeklile değil, onun yaradılmasında hâkim olan ruhu, espriyi esas almak suretile tahlil etmek zaruretini isbat eden binlerce misalden biridir. (…)

      Muhammanın Anahtarı

      Yakından bakıldığı ve Türk muzicesi namile anılan şeyin mahiyetini anlamaya çalışıldığı zaman haklı olarak şu sual hatıra gelir: Mademki Türk milleti bu kadar kahramanlığa kadirdi, mademki bu kadar büyük bir dinamik kuvveti haizdi neden dolayı bu kadar uzun müddet her nevi diktatörlere ve zorbalara kendini ezdirdi; neden dolayı kendinin uçurumun ağzına kadar sürüklemesine meydan bıraktı? (…)

      Kimsenin meçhulü değildir ki bir millerin hakiki karakterini ve hakiki mukadderatını anlamak için her vakit tarihe müracaat gerektir. Binaenaleyh ancak Türk tarihinin sahifelerini karıştırmak suretile Atatürk’ün gayrimilli namile tavsif ettiği inhitat devresi zarfında Türk millerinin mukadderatı üzerinde rol oynayan hakiki amilleri ve müessirleri anlayabiliriz. Fakat şimdiye kadar tam manasile bir Türk tarihi mevcud değildi. Filvaki bir Osmanlı tarihi mevcudu. Bunu da Türk tarihinin ufak bir cüzü olarak telakki etmek hatadır.

      (…) Türk millerinin sosyal ve kültürel hayatını milli bakımdan, objektif bir surette tasvir eden bir Türk tarihi hiçbir vakit yazılmamıştır. (…)

      Filvaki Kemalist rejimine hiç olmazsa hayalinde, rüyasında kavuşmak şerefine mazhar olan Ziya Gökalp, Türk medeniye tarihini yazmaya azmetmişti. Ancak tam inkişal devresinde iken eceli geldiğinden bu tarihin ancak birinci cildini ikmal edebilmiştir.

      (…) Türk milletinin başlıca vasfı fatihliğinden ibarettir. Türk milleri Orta Asya’nın yaylalarını terk ettiği günden beri fatihtir. Oğuz Han’ın kürei arzı altı oğluna taksim edip onlara icazkar okları ve yayları vererek dünyanın dört bir tarafına yolladığı esatiri zamandan beri fatihtir. (…)

      İşte binlerce sene devam eden bu fatihlik tarihidir ki Türk millerinin ruhunu vücude getirmiş ve bu ruhun derinliklerinde cemiyet fikrini, disiplin sevki tabisini yerleştirmiştir.

      (…) Bazı ahval ve serait tahtında Türk milleri diktatör ve zorbalara mağlub olabilir. Fakat bu mağlubiyet zahiri ve geçicidir. Abdülhamid, türk millerini ezen diktatörlerin en dehşetlilerinden biri idi. Fakat güzideler ve mütefekkirlerile temsil olunan Türk millerinin canla, gönülle ona tebaiyet ettiği iddia olunamaz. Millet, kahrı altında inlerken, zamanını ve daha doğrusu kahramanını beklerdi.

      (Munis TEKİNALP, Kemalizm, Türkçesi: Çetin YETKİN, İstanbul: 2.Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004)

      (15) Jacob M. LANDAU, TEKİNALP: Bir Türk Yurtseveri (1883 – 1961), İstanbul, İletişim Yayınları, 1996, s. 58.

      (16) Tekinalp’in İktisadiyat Meclisi adlı makalesinden:

      (…) Vazifemiz Ticaret ve Ziraat Nezareti’ne kaside – gülukta bulunmaktan pek uzak olduğu ve bilakis hayat – ı iktisadiyemizin nazımı olan mezkûr nezaretin icraatına vuku bulacak muhakkak tenkidata ma’kes olmak iddiasında bulunduğumuz için bu yeni müessesenin vücuda gelmesiyle hissettiğimiz memnuniyeti uzun uzadıya izahtan sarfınazar edeceğiz.

      (…)Müessesenin bugünkü halinden fevkalade neticeler me’mul ettiğimizi beyan edersek mübalağa etmiş oluruz. İleride izah edeceğimiz vechle bugünkü halde müessese sırf istişari bir mahiyeti haizdir.

      (…) Müessesenin ne şekil ve mahiyette olması lazım geleceği hakkındaki fikrimizi evvelce mecmuamızda müessesinin henüz tasavvur halinde bulunduğu sırada izah etmiştik. Biz o vakit meclisin komisyon halinde kalmasını temenni etmiştik. Bugünkü teşkilat komisyon halinde olmamakla beraber bizim tasavvur ettiğimiz şekilden pek uzaktır. Meclis haddizatında hiçbir şahsiyeti haiz olmadığı ve nezaret tarafından mevki-i müzakereye vaz’ olunacak meseleler hakkında beyan-ı rey etmeye memur olduğu halde barika-i hakikat müsademe-i efkârdan çıkar fehvasınca siyaset-i iktisadiyeden mesul olan nazır bundan pek ziyade müstefid olabilir.

      (…) Meclisin büsbütün müstakil bir şahsiyet sahibi olup icrai bir mahiyeti haiz olmasını talep edemeyiz çünkü Kanun – i Esasi umur – ı icraiyeden mesul olarak yalnız nazırı tanır ve O’nun haricinde hiçbir kuvvet tanımaz.

      Binaenaleyh umur – ı icraiyeden mesul olan kuvvetten başka bir kuvvete icrai bir hak ve salahiyet verilmesi asla doğru olamaz. Bu noktadan İktisadiyat Meclisi Nizamnamesi’ne tenkit yürütülemez. Fakat yukarıda izah ettiğimiz vechle iktisadi teşkilatımızda müzakere ve istişare yerine tetkik ve tefehhus ciheti tercih edilirse meclis daha nafi bir suretle çalıştırılmış ve aynı zamanda kendisi tarz – ı mesaisinde istiklal ve şahsiyet – i mahsusa sahibi olmuş olur.

      (…) herhalde biz o itikattayız ki İktisadiyat Meclisi’nin teşkili terakki yolunda pek mühim bir hatvedir. Bu müessese gittikçe inkişaf ederek teali – i iktisadimizin en mühim amillerinden biri olacaktır.
      Fosforun zeka gelişimine katkısını sahil şeridine bakarak görebiliyoruz... Türkiye balık yesin!

      (...)

      Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
      Günü gelir hesabınız görülür.
      Günü gelir sualiniz sorulur :
      Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

      N.Hikmet

      Concierto de Aranjuez
      Türkiye İdeolojilerinde Tekinalp Figürü

      Türk muhafazakârlığının ezelden beri kendine en büyük düşman saydığı bir aidiyete mensuptur Tekinalp. Dolayısıyla muhafazakârlarımız için Tekinalp’in sözleri kuşkuyla karşılanacak ve şiddetle eleştirilecek hatta reddedilecek mahiyettedir, onun içindir ki muhafazakârlarımız için Tekinalp değil Moiz Kohen muhataptır. Bu anlayışın en değişik örneklerinden birisi habervakti adlı haber sitesinin, İngiltere’de yayın yapan “Memonitor” adlı kuruluşun Doğan Holding ile Axel arasında vücut bulan anlaşma üzerine yayımladığı analizin haberinde yer alıyor. Haberde İsrail lobisinin Türkiye’deki gücünden bahsediliyor ve İsrail’in Türk ve Dünya medyası üzerindeki etkisi vurgulanıyor. Doğan Yayın’ın İsrail’in etkisinde olduğu yazıldıktan sonra Hürriyet’in “Gazze Katliamı”na bakışı eleştiriliyor. Haberde, Modern Türkiye'nin temellerinin dinin kamu hayatından çıkarılması üzerine kurulduğu ve bunun da ya zorla ya da zorlama bir rızayla gerçekleştirildiği belirtildikten sonra, İslam'la ilgili her şeyin ‘gerici' diye reddedildiği söyleniyor. Haber, Memonitor’un makalesinde, laik yönetici elitlerin İslam'ı kamu hayatından çıkarmaya çalışırken tepki toplamamak için kelime olarak direk İslam'ı kullanmadığını bunun yerine Araplar, Şeyhler, Şerif Hüseyin, Mollaları Osmanlı İmparatorluğu'nun yıkılmasının sebebi olarak lanse ettiklerini belirttiğini, bu grubun yaptığı bu propagandaya rağmen Osmanlı'ya karşı da düşmanlık beslediğini ifade ediyor.

      Ve Munis Tekinalp İslam karşıtlığına bir örnek olarak aynen şu şekilde sunuluyor: “‘Eğer Türklük bilinci yerleşirse İslam kendiliğinden kaybolur' düşüncesiyle İslam baskılanmaya çalışılırken, Türklük ideolojisi öne çıkarılmaya çalışıldı” denilen makalede, Türklük ideolojisinin en önemli savunucularının Yahudi cemaatinden de çıktığı bunlardan birinin de ismini İslam öncesi bir isim olan Tekin Alp ile değiştiren Moiz Kohen olduğu ifade edildi. Kohen'in bir dönem ‘Kahrolsun İslam' dediği de hatırlatıldı.”(17)

      Türk ulusalcıları da Tekinalp’in görüşlerine karşıdır ve karşıtlıklarını Tekinalp’in Yahudiliği üzerinden söylemlendirirler. Onlar için de Tekinalp yoktur, Kohen vardır. İsrail uluslararası mecrada emellerine ulaşabilmek için sürekli bir plan ve program içindedir ve Kohen bu stratejilerin Türkiye ayaklarından biridir. Bu insanlardan tek bir tane yoktur, kendisini gizleyen ya da kendisinin kim olduğunu açıklayan pek çok sayıda gizli emellere sahip düşünür mevcuttur. Yalçın Küçük’ün şu sözleri Ulusalcılar’ın Tekinalp düşüncesine dair pek çok fikir vermektedir:

      “20.Yüzyılda Yahudiler iki devlet kurmuştur. İkincisi İsrail’dir."

      Türk milliyetçileri ise Tekinalp üzerinde tam bir mutabakata varamamışlardır. Bir bölümü, kendisini şiddetle eleştirmiş, fikirlerini önemsememiş, fikirlerine karşı önyargıyla hareket etmiş, fikirlerinin içeriğinden evvel Tekinalp’in dini mensubiyetini önde tutmuş ve tıpkı muhafazakârlar ve ulusalcılar gibi Kohen diye seslenmişlerse de, diğer bir bölüm milliyetçiler de Tekinalp’in fikirlerini değerlendirmenin daha mantıklı olacağını dile getirmişlerdir. Yrd. Doç. Dr. Mustafa Aksoy’un Tekinalp üzerine yazdıkları ikinci tür Türk milliyetçilerine güzel bir örnektir.

      Aksoy, Tekinalp üzerindeki önyargılar ile ilgili bir girizgâh yapıyor(18) :

      “İnsanlar genelde görmek istediklerini görür. Bazıları da olanı-görüleni veya görülenin arkasındakini görür. Asıl yapılması gereken de bu olsa gerek. Aksi takdirde insan davranışlarının neyi anlattığını, neyden kaynaklandığı değil de fiziki-şekli yanını görmüş oluruz. Bu ise tipiden kaçıp, evin içinde değil de dışarıda bir yere sığınarak korunmaya benzer. Az gelişmiş düşünceye sahip insanların yaptıkları genelde bundan ibarettir. Onların mazeretleri de hazırdır: “Evin içinde sağlıklı ortam yoktu” ya da “şiddetli tipi nedeniyle evin çökme ihtimali olduğu için dışarıyı daha güvenli buldum”. Bu tür savunma mekanizmasına dayalı örnekleri istediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz.

      İnsan her şeyden önce sosyo-kültürel ve fiziki bir çevrede var olur ve varlığını devam ettirir. Bu nedenle ne kadar bilimsel ya da objektiflik iddiasında olursa olsun, az çok o faktörlerin tesiri altındadır. Ancak insanları sadece bir faktörü ele alarak değerlendirmek doğrumudur? Bu soruyla beraber Tekinalp için Türkiye’de yapılan bazı değerlendirmeler akla gelmektedir.

      Bilindiği gibi Tekinalp bir Osmanlı Yahudi’si olarak 1883’de Serez’de doğmuş, 1961’de Fransa’nın Nice şehrinde ölmüş. Asıl adı Moiz Kohen olup, Cumhuriyet döneminde Munis Tekinalp adını alan ve Tekinalp mahlasını Tekinalp’in bazı özellikleri şunlardır:

      Tekinalp, Selanik Mason Örgütü üyesi, 1908’de İttihat ve Terakki’ye üyesi, 1909’da Hamburg’da Dünya Siyonist Konresi’nde Selanik delegesi, 1915’de Türkismus und Pantürkismus, 1928’de Türkleştirme, 1936’da “Kemalizm” (Türkiye’de bir ilk), 1944’de Türk Ruhu adıyla kitaplar yayınlamış, bütün yazılarında Gökalp çizgisini savunmuş, milliyetini “Türk” olarak ifade etmiştir.

      Türkiye’de genelde yazılı eserlerdeki fikirler değerlendirilirken farlı iki tutum sergilenmektedir. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan düşünür veya yazarların fikirlerinden ziyade özel hayatları ile sosyo-kültürel tutum ve davranışları birinci derecede değerlendirilir. Oysa aynı davranışın Türkiye vatandaşı olmayan eser sahiplerine karşı yapılmadığını görmek mümkündür. İşte bu nedenle Freud, Hegel, Tolstoy, Adler, Giddens vb insanların çeşitli eserleri, hatta çocuk eğitimi hakkındaki kitapları muhafazakâr yayın evleri tarafından basılır hatta oradaki düşüncelere göre çocukların eğitilmesi önerilir. Bunlar yapılırken de o düşünürlerin milliyeti ya da dini anlayışları tartışılmaz. Ancak nedense Türkiye cumhuriyeti ya da Osmanlı vatandaşı olan bir düşünür tartışılırken milliyetçiliğe son derece karşı olanların bazıları dahi bu insanların düşüncelerinde ziyade milliyetlerini bazıları da dini anlayışlarını birinci derecede ön plana çıkarırlar. Bu anlayıştan Ziya Gökalp, Mehmet Akif Ersoy gibi Moiz Kohen yani Tekinalp’de önemli ölçüde nasibini almış ve almaktadır.

      Şüphesiz insanların düşüncelerinde diğer sosyo-kültürel faktörler gibi dini anlayışların da çok önemli payı vardır. Ancak insanların düşüncelerini bir faktörden hareketle izah etmek mümkün değildir. Bu nedenle elinizdeki çalışmada Tekinalp fikirleri çoklu bir bakış açısıyla izah edilmeye çalışılmıştır.”

      Makale, Tekinalp’in görüşlerini tıpkı Landau gibi bir önyargı sahibi olmadan sadece metinleri üzerinden hareket ederek değerlendirme amacını güderek sonuç kısmına geliyor:

      “Tekinalp’in ne dediğini veya demeye çalıştığını bazen anlamak çok zor. Mesela çok açık izah ettiği bir kavramı eserinin başka bir sayfasında farklı izah ettiğini görebiliriz. Bu nedenle düşüncelerini tek tek ele aldığımızda bir sisteme varmak mümkün değildir.

      Millet olmada atalar ruhunu temel alır. Buna rağmen bir Osmanlı Yahudi’si, yani aslen Türk olmadığı halde Türklüğe bağlılığı ve Türk milleti hakkında yaptığı analizler takdire şayandır.

      Türk tarihini analiz ederken adeta içten ve dıştan gözlem tekniğini kullanarak yani hem bir Yahudi, hem de bir Türk olarak önemli konulara değinmiştir.

      Kısaca, Tekinalp’in fikirleri çok dağınık ve çelişkilerle dolu olsa da sadece “Kemalizm”, “atalar ruhu” ve “milli metod" dediği kavramlar yeterince analiz edilerek değerlendirilmiş olsaydı, Türkiye Cumhuriyeti önemli kazanımları elde etmiş olurdu.”

      Görüldüğü gibi Türk milliyetçiliğinin kendisinden Turancı diye bahseden bir sitede yayımlanan bir yazıda, Tekinalp’in görüşleri, olabildiği kadar objektif kriterlere göre değerlendirilmeye çalışılmıştır.

      ----------------------------------

      (17) habervakti.com/?page=news_details&id=20406

      (18) turansam.org/makale.php?id=476
      Fosforun zeka gelişimine katkısını sahil şeridine bakarak görebiliyoruz... Türkiye balık yesin!

      (...)

      Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
      Günü gelir hesabınız görülür.
      Günü gelir sualiniz sorulur :
      Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

      N.Hikmet

      Concierto de Aranjuez
      Sonuç

      Moiz Kohen bir hahamın oğludur. Sonradan ismini Munis Tekinalp yapmış, bir Türk neferi gibi yaşamış, İttihat ve Terakki’nin en heyecanlı dönemlerinde Selanik’te yaşamış ve Kemalizm hakkında ilk ciddi incelemeyi kaleme almıştır.

      Tekinalp, belki de hiçbir zaman erişemeyeceği bir hayale sahip olan bir kişidir. Pasiftir. İttihat ve Terakki üyesidir fakat bu cemiyette etkin değildir. Meşrutiyet taraftarıdır fakat bir yandan güncelerinde neredeyse bahsetmediği meşrutiyet ilanını daha sonra çok övücü bir makale yazıyor. Dinine bağlı bir anne babadan dünyaya gelmesi ve bu ailede yetişmesi, ailesinin mensup olduğu dinin ritüellerini katı bir şekilde yerine getirmesi ve Yahudi kültüründen bu sayede oldukça etkilenmesi daha sonra mensup olacağı ideolojiye eklemlenme sürecinde kafa karışıklıklarına sebep oluyor. Güncelerinde bu durumundan bahsediyor.

      Tekinalp beraber yaşadığı insanlardan çok farklı bir dine mensup olmasına karşın, o insanların ülkesine entegre olmuş, kültürlerini benimsemiş, o ülkenin vatandaşlarından farksız şekilde dilini konuşmuştur.

      Tekinalp’i genel olarak bir Türk milliyetçisi olarak tanımlayabiliriz. Bu durum hem yaşadığı ülke içinde milliyetçiliği savunan insanlara karşı Tekinalp’i zor durumda bırakmıştır çünkü Türk milliyetçilerine göre Yahudi bir Türk milliyetçisi olamazdı hem de Musevilere karşı kendisini zor durumda bırakmıştı çünkü Tekinalp çoğunluğu Müslüman olan bir milletin etnitesinin milliyetçiliğini yapıyordu.

      Küreselleşmeden, kültür mozaiklerinden, kültürlerin etkileşiminden yana olabilir, bunları övecek yazılar yazabilirdi. Ama Tekinalp dışında kalacağı ideolojiyi savunuyor, övüyor, hatta yaymaya çalışıyordu!

      Ortaya çıkan karmaşık durumu Landau, Tekinalp’in ne katıksız bir oportünist ne de zekası kıt bir yazar olduğunu, Tekinalp’in tam bir yurtsever olduğunu söyleyerek netleştirmeye çalışıyor.

      Tekinalp’in Türklüğe verdiği önemi bu uğurda verdiği mücadelenin meşakkatli oluşu ve çok dallı oluşu temelinde de değerlendirmeliyiz. Çünkü Tekinalp bir taraftan yurtseverlik üzerine düşünürken bir taraftan da fikirlerinde dürüst olduğunu kanıtlamak zorundaydı. Tekinalp yaşantısı boyunca inatla dürüstlüğü konusunda başarılı sınavlar verdi.

      Osmanlı mirası öyleydi ki, bütün gayrimüslimler birer adacıktaydı. Cumhuriyet’in ilk yıllarında bu zihniyet bir süre devam etti, her ne kadar Türkiye artık laiktiyse de, Türk kavramı hâlâ Müslüman’la özdeşleşiyordu. Bütün bu gruplaşmalar Cumhuriyet’in kuruluş dönemlerinde doğal karşılanıyordu. Yahudiler Türkçe bilmiyorlardı; isimleri, kültürleri farklıydı. Tekinalp bütün bunları görmeyi reddetti. Çünkü Ziya Gökalp’ten çok etkilenmişti ve Ziya Gökalp’in hümanizması, bayraktarlığını yaptığı ideolojinin Tekinalp’in kendisine göre olmadığını görmesini engellemişti.

      Tekinalp diğer bir yandan iyi bir iktisatçıydı. Gökalp’in fikirlerinden yola çıkarak milli ekonominin temellerini atan kişiler arasındaydı. Burada yine trajikomik bir durum vardır. Milli ekonominin ilkelerinden biri de Müslüman milli burjuvazi oluşturmaktı. Bu amaçla da Varlık Vergisi gibi uygulamalar işleme kondu. Yani kendi ortaya attığı ilkelerle bir anlamda yaralandı.

      Kendisini en rahat Kemalizm içinde ifade etti diyebiliriz. Koyu bir CHP neferiydi ve Atatürk dışında hiçbir kişi CHP’den önemli değildi.
      Son olarak lafı Landau’ya bırakıyorum:

      “(Tekinalp) Ziya Gökalp’i takip ederek kendini Türk kendini gören herkesi Türk olarak tanımladı. Eğer öyleyse, Serez’li Moiz Kohen, namı diğer Munis Tekinalp şüphesiz onların en iyilerinden biriydi.”(19)

      --------------------------

      (19) Jacob M. LANDAU, TEKİNALP: Bir Türk Yurtseveri (1883 – 1961), İstanbul, İletişim Yayınları, 1996 s. 81.
      Fosforun zeka gelişimine katkısını sahil şeridine bakarak görebiliyoruz... Türkiye balık yesin!

      (...)

      Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
      Günü gelir hesabınız görülür.
      Günü gelir sualiniz sorulur :
      Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

      N.Hikmet

      Concierto de Aranjuez
      KAYNAKÇA

      • Munis TEKİNALP, Kemalizm, Türkçesi: Çetin YETKİN, İstanbul: 2.Baskı, Toplumsal Dönüşüm Yayınları, 2004

      • Munis TEKİNALP, Ziya Gökalp’te Tesanütçülük, Bilgi Türkiye Öğretmenler Birliği’nin Aylık Yayın Organı, İstanbul, Ağustos, 1959, Sayı: 149

      • Jacob M. LANDAU, TEKİNALP: Bir Türk Yurtseveri (1883 – 1961), İstanbul, İletişim Yayınları, 1996

      • Ed. Ahmet İNSEL, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce, Cilt 2: Kemalizm, İstanbul: 4.Baskı, İletişim Yayınları, 2004

      • Nazan MAKSUDYAN, Türklüğü Ölçmek, Bilimkurgusal Antropoloji ve Türk Milliyetçiliğinin Irkçı Cephesi (1925 – 1939), İstanbul, Metis Yayınları, 2005

      • Semra SOMERSAN, Sosyal Bilimlerde Etnisite ve Irk, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2004

      • Robert BERNASCONI, Irk Kavramını Kim İcat Etti?, Felsefi Düşüncede Irk ve Irkçılık, Hazırlayan: Zeynep DİREK, Çevirenler: Zeynep DİREK, İsmail ESİNER, Tendü MERİÇ, Nazlı ÖKTEM, İstanbul, Metis Yayınları, 2000

      • Haz. Jean LECA, Uluslar ve Milliyetçilikler, Çev. Siren İDEMEN, İstanbul, Metis Yayınları, 1998

      • Ed. William OUTHWAITE, Modern Toplumsal Düşünce Sözlüğü, İstanbul, İletişim Yayınları, 2008

      • Metin HEPER, Türkiye Sözlüğü, Siyaset, Toplum ve Kültür, Çev. Zeynep MERTOĞLU, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2006

      • Erik Jan ZURCHER, Modernleşen Türkiye’nin Tarihi, Çev. Yasemin Saner GÖNEN, İstanbul: 8.Baskı, İletişim Yayınları, 2000

      • Sevan NİŞANYAN, Yanlış Cumhuriyet, Atatürk ve Kemalizm Üzerine 51 Soru, İstanbul, Kırmızı Yayınları, 2008

      • Zafer Toprak, Türkiye’de Milli İktisat (1908 – 1918), İstanbul, Yurt Yayınları, 1882

      • Der. Mehmet Ö. ALKAN, Tanıl BORA, Murat KORALTÜRK, Mete Tunçay’a Armağan, İstanbul, İletişim Yayınları, 2007

      • Baskın ORAN, Atatürk Milliyetçiliği, Resmi İdeoloji Dışı Bir İnceleme, Ankara: 5.Basım, Bilgi Yayınları, 1999

      • Der. H. Birsen ÖRS, 19.Yüzyıldan 20.Yüzyıla Modern Siyasal İdeolojiler, İstanbul, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, 2007

      • Cem Eroğul, “Aydınlanma Aracı Olarak Öz Türkçe”, Bilanço 1923 – 1998: Türkiye Cumhuriyeti’nin 75.Yılına Toplu Bakış Uluslararası Kongresi, Ankara, 10 – 12 Aralık 1998, der. Zeynep Rona, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1999

      • Mehmet KARAKAŞ, Türkçülük ve Türk Milliyetçiliği, Doğu Batı Düşünce Dergisi, Yıl: 9, Sayı: 38, Ağustos, Eylül, Ekim 2006, Milliyetçilik 1, Ankara, Doğu Batı Yayınları, 2006

      • Suavi AYDIN, 30’ların Tezlerine Geri Dönüş: Anadolu’da proto-Türklerin Yeniden Keşfi, Toplum ve Bilim, Sayı: 96, Türkler, Türklükler, Türkçeler, İstanbul, Birikim Yayınları, 2003

      biyografi.net

      • tr.wikipedia.org/wiki/Munis_Tekinalp

      bibilgi.com/Munis-Tekinalp

      habervakti.com/?page=news_details&id=20406

      turansam.org/makale.php?id=476
      Fosforun zeka gelişimine katkısını sahil şeridine bakarak görebiliyoruz... Türkiye balık yesin!

      (...)

      Günü gelir çarh düzüne çevrilir,
      Günü gelir hesabınız görülür.
      Günü gelir sualiniz sorulur :
      Beyler bu vatana nasıl kıydınız?

      N.Hikmet

      Concierto de Aranjuez