Güller Düşmüş Zifinlere

      Güller Düşmüş Zifinlere

      çocukluğumun damlarına çakılı
      ak kanatlı at çıkagelse gaz tenekesinden
      kırk yıl uzunluğunda bir zaman tünelinden
      alsa uçursa beni baharımın başına
      silinse acılarım dönsem dokuz yaşıma

      ve bir april sabahı rüyalar denizinden
      uyansam kuşların türküleriyle
      seyretsem annemi ocak başında
      mezere evinin dinginliğinde
      seher yellerinin henüz uyanmadığı
      horoz vakti o muhteşem saatte
      “baksam olan olmuş” gün ağarmış
      güller düşmüş zifinlere

      çıksam da cingan düzüne
      kırtil kırtil topuk otu çiğnesem
      doldursam duduyaları ciğerlerime
      yaşasam çocukluğumun belgeselini

      yılduza ard arda on ağız böğürse kıranoba’dan
      çil horoz uzun uzun uzun ötse istavroma’dan
      aladoğan kerkinse gökyüzünde
      kırçıl tavşan kaçı girse çimene
      göğ atmaca çarpsa kendini kaşa!

      cin sofralarına değmese diye
      kuş yuvalarını bozmasın diye
      besmeleyle tombul tombul taşlar kaldırsam
      yuvarlasam uzak iklimlere hayallerimi

      15 mart 2007 Kemal Alkurt
      üsküdar

      Not:Bizum Hamsiköy formuna beğendiremediğim şiirimi sizlerle paylaşmak istedim.Saygılarımla..

      hamsıkoyu.com
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      GÜZÜN
      bıldırcın geceleri güz çiseleri düşsün çimenlere
      Tüm bedenimizle sucuksu ıslanalım
      isli çıra ışıklarımızda gezinsin
      zifiri karanlık vadiler
      çırakmanlarımıza yağsın bıldırcınlar
      bulguru kurutsun hohor kuşları
      fener alayları düzenleyelim gelişigüzel
      Yakalım Ayadimitri gecelerini
      Bakır kazanları asalım zembillere
      Çoban ateşleri yükselsin
      Mertekler boyu kurutalım giysilerimizi birer birer
      Cuguda dumanları yaksın gözlerimizi
      Şenlensin mezere evleri
      Kurulsun sofralar
      Peykelere maşrapalara ayranlar dolsun
      Bıldırcın pilavı ziyafetimiz olsun

      Kemal Alkurt-Üsküdar

      Kemal Alkurt
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      Boncuktan Şiirler

      ŞİİR KIRINTILARI

      Zaman : 1958 – 2008
      Mekan : hamsiköy/balahor/zigana - istanbul
      Donanım : çoban değneğim/tarağım/aynam/gençliğim
      Merak : dere boylarının kuyruksallayan kuşları
      Heves : avuçlarıma yaktığım kaya kınası
      Giz : zifin kafulundaki çıvgın yuvası
      Neşe : dumanı tüten yayla evleri
      Kemençe : omuzlarımın sıtması
      Horon : hiç bitmese
      Sevda : içimdeki mezereme dadanan geyik
      Hüzün : çisenin göz pınarları dokuztepe ler
      İmkansız : seni seviyorum nurdan!
      Şiir : hasret dilinin mühendisliği
      Hasret : şakaklarımın kırağısı
      Gözlerin : kervanıran yıldızınm
      Botanik : lapaza’m/ ekşican’ım/ ezerte’m ….
      Yıllar : yolların gergefinde dokuduğum dırmacım
      Ahval : “mazot tadında dilim” keyifsizim

      Kemal Alkurt
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      :rolleyes:(Dili geçmiş zamanda )

      İKİ ADAM

      Pontus mübadillerinin bırakıtında
      Dostluğun humusuna kök salmıştılar
      Çağla ve badem çağındaydılar
      Makta kestiler acıktılar
      Bazlamayı yoğurda doğradılar
      Gartubuyu çökeliğe bandılar
      Namaz kıldılar çay kaynattılar

      Gözlerinde seğiren kuzu masumiyetinin canavar korkusu
      Kaçak kesmenin bedeli ağır kurtlar ormandaydılar
      (Yaprak kıpırdasa hızarı atıp kaçacaktılar)

      Çökmeye tezgah kurdular/baltayla
      Zamanı yonttular çirpi attılar
      Hızar biçtiler ayran içtiler

      Rumi binüçyüzon tevellüt hariciye nazırı
      Enver’in Sarıkamış cehenneminden tertip
      Gazi iki kanki'ye dördüncü keşikten evlat
      Sağlam iki adamdılar.enişte_kayındılar
      Babam’la dayım’dılar

      Yanıbaşlarında say ki eş say ki kardeş
      say ki gözcü
      Balası beşikte bir cefakar kadın
      Mezereye ev yapmaktaydılar

      yuvayı dişi kuş yapar misali
      canını istavrite* garağu yu dişine taktı
      dırmacı dünyaya doladı sırtı ağrımadı
      dizleri titremedi yorulmadı terlemedi!

      Günleri yaş tahtalara dizdi taşanalığa taşıdı
      Çorta indirdi çam pürüyle alaladı
      Aş erdi üçüncüsüne can attı can
      Eriğine tekmeledi karnındaki

      Yedi oğulun anası o kahraman kadının hala
      atmış yıllık ayak izleri durur Küçükalan’da

      *İstavrit: ekim ayı

      kemal alkurt
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      bulutları beklerken

      Bulutları beklerken

      Ahşap yalnızlığın gül yetimi eleni
      Kemençeye yaslamış başını gönlü taka

      Ey gidi niko

      Karda izi kaldı ölümün
      Gurbetin dili lal
      Toprağa can ekti marika

      Sürgünün sırtında dağ yeşili sofia
      Ben aslıyım bu suyun sense öteki

      Ey gidi Karadeniz

      Elleri horon memleketim
      Gözleri sirtaki

      Ferhat Gülsün
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      ebem kuşağı

      EBEM KUŞAĞI

      şemsiye almadım ayam da bozdu
      geri dönemem hölürsem höliyim
      diyordu hasan usta!

      yağmur tüm iplerini ormana ıymış
      mekiğin Ş sesinde iplik kestiği andı
      april in gergefinde dokunan kumaş
      şaaoo diye bir sağırlıktı yalnızca

      söykendim doruğun kaburgasına
      koyu laciverte kesti ayam
      berinleten patlangoçlar patlıyordu arada
      dantel dantel yıldırımdı gökyüzü

      aniden
      ifterileri tırmıklayan derenin seyri değişti
      bir final! bir final!
      tavuk derisi tenim cugudalar ağlıyordu

      ceketimin omuzlarında orman yangını
      dağlar hölüdü kırlar hölüdü kuşlar hölüdü

      bu rahmet denizinin longozunda ben,
      sırılsıklamdım yedi renkteydim
      köprü başındaydım ve tütüyordum

      geçtim ister istemez o sırat köprüsünden
      hiçbir hazza değişmem cennetteki o anı
      renkler ışık tayfında doğaçlama bir temrin

      sumela vadisinin üstünde bir ayağı
      maçka’nın semasına kurulu bir ayağı.


      Kemal Alkurt 2007

      k.a
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      ilhan berk'i kaybettik

      ÜÇ KEZ SENİ SEVİYORUM DİYE UYANDIM


      Üç kez seni seviyorum diye uyandım
      Tuttum sonra çiçeklerin suyunu değiştirdim
      Bir bulut almış başını gidiyordu görüyordum

      Sabahın bir yerinden düşmüş gibiydi yüzün

      Sokağı balkonları yarım kalmış bir şiiri teptim
      Sıkıldım yemekler yaptım kendime otlar kuruttum
      Taflanım! diyordu bir ses duyuyordum

      Cumhuriyetin ilk günleri gibiydi yüzün

      Kalktım sonra bir aşağı bir yukarı dolaştım
      Şiirler okudum şiirlerdeki yaşa geldim
      Karanfil sakız kokan soluğunu üstümde duydum

      Eskitiyorum eskitiyorum kalıyor ne kadar güzel olduğun

      İlhan Berk
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      Ela

      Gel başlayalım yeniden
      Bıraktığımız yerden
      Çıkalım Komada yaylasına
      Yiyelim anamın hoşmerisini

      Lifora toplayalım Zigana boğazında
      Findoslasın boziyalar taylaralar danalar
      Kurugöl’de ömen kuralım
      Çelik çomak oynayalım yeniden

      Gomar odunu keselim Çifteköprü’den
      Çayır kurutalım duman gelmeden
      Gel goliva pişirelim
      Kırbaç oynayalım yeniden



      EYLÜL 2006

      kemal Alkurt
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      Abdulkadir'e ISLIK

      Islık

      Islığım kendi boşluğumadır
      Hüzünlerimi çağırır
      Yankı, büyür yüreğimin yaylalarında
      Yol alır/dalga dalga
      Göres, dudağımdan süzülür
      bestelenmemiş melodiler sızar nefesime

      aralanır perdeler boşluğa
      mutsuzluk atına biner özlemler
      sarp vadilerimin yamaçlarında yol bulur


      yağarım kendime ıslanır yanaklarım
      ben en çok seni sevdim anne!


      Yokluğun hayat evimin kaybolmuş anahtarı
      Yıllar var uşağım deyip sarılmadığın

      Kendir beyazı saçların sen kokan kokun
      Ben en çok seni sevdim anne!

      BONCUK

      K. aLKURT
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      (Denizlerin en durgun mevsiminde bir körfezim
      ve hala dalgalıdır kıyılarım. Karasularımda bir
      yelkenlidir aşk, sarsılır ama batmaz. Ve bir güver-
      tedir aşklarım.)

      I.

      Sen körebesin bütün oyunlarda
      ve destanlarda küçük bir göçebesin.

      Ben bir beraat takviminde günahkarım.
      Kaldırıma yasak düşer, mekruh yaşarım

      Bir de bilirim
      ne sözlerim ne de dizelerim bengidir
      bilirim
      saçların rüzgarla kafiye
      elerin bu aşka teşnedir.

      ...Artık uzat elini
      uzat ki kendimden sürgün geldim
      "şairler anlaşılmaz" dedin
      sürgünlerden düşsüz geldim.

      Gel düş dilenelim, düşkün sevelim. II.

      işlemez yalan ve talan aşkların hükmü
      Çünkü aslolan gitmek değil, kalmaktır
      Çünkü aşk
      dinmez bir yağmur
      ve yasa dinlemez bir halktır.

      Bu yüzden sen de
      Aşklarını da saçların gibi geriye sal
      ve benimle kal
      Çünkü
      en acımasız yanıdır tarihin
      imge soykırımında bir şiir emekçisinin ölümü.
      ve senin hüzünle örtüşen yüzün

      Kaldırıp düşler sokağına çıkma yasağını
      dinle kalbimin gürültüsünü
      -Ne dize gelirim
      ne dizesiz bir yere-


      III.

      gidersen!..
      aşk ülkesinden martılar havalanır

      kalırsan!..
      benim poetik politikalarım adımlanır

      gidersen!..
      avunmalısın bütün sözlerinle

      kalırsan!..
      saçlarınla kal
      bir de o amansız ve imansız gözlerinle



      IV.

      Artık yine sessizim
      yine asyanın çorak bozkırlarını
      andırır gözlerim
      ve gebedir
      Egenin sulak tarlalarına

      Ben bütün mektupları okunmuş bir aşkın
      öznesi kalıyorum

      Sen tarihin destanlar memesinden
      yenilgiler emzir bana

      zafer ekin karabay

      zafer ergin karabay
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      GECENİN KANAYAN YERİNDEN


      gece yarısı bir el dokunuyor soluğuma
      bir aşkın kan damlası karışıyor yağmura
      kitaplardan yüreğime dolan gelincikler
      güneşli papatyaları seyreyleyen turnalar
      bir yelkenli açılıyor alnımın çatısına.

      sizlerin gençliğini taşıdım kanımda
      ey güzel çocuklar sesime ses katanlar
      şimdi renklerle savruluyorum ardınızdan
      adlarınızı unutmadım/yüzünüz silinmiyor aklımdan.

      sevincim bir çığlık gibi savruluyor dünyaya
      kelebek kanatları/kuş sesleri dökülüyor gömleğime
      bir nehir akıyordu gecenin sessizliğine
      bütün güneşler kayıp gitmişti ellerimden
      her ölüm bir şiiri büyütüyordu dilimde.

      çok şey anlatıyordu gecenin yüzü
      yağmurlu bir kasım karanlığını geçerek
      korkuyu yenen bir aşkın seveniydim
      bir gül yaprağıydım rüzgârda.

      güzelliğiniz kazılıyor gençliğin mavi ufkuna
      yarama tuz basarak geçiyorum günleri
      bir ses yankılansa yüreğimi örseleyen
      bir fotoğraf dökülse yüzünde solgun çiçekler
      göğsümden havalanır martı sürüleri.

      şimdi karlar yağar yüzüne dünyanın
      istasyonların uykusunu yitirmiş derinliğine
      şafakla yırtılan gecenin kanayan bir yerine.



      Ahmet ÖZER

      Türkçe örretmenim Ahmet Özer\' saygılarımla...
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      Zülmette Veten Duyguları/ Azeri Şiiri

      Baba yurdu

      Ne zamanki, üreğimde söz tükenir
      Ne zaman ki üzerime sukut enir
      Düşen zaman ilham bende
      Yabir günah, ya bir pislik işledende
      Yorulanda şeherin hay- küyünden
      Doğulduğum o yerlere dönürem men
      Gayıdıram toprağına ecdadımın

      Bu yerleri gören kimi
      Sevincimden çağlaram men
      Sukutumu gelen kimi

      Behş edirem dağlara men
      Sevincimi menden sevinç umanlara
      Kederimi tez gatıram dumanlara
      En mögeddes hörmetimi babaların
      Mezarına
      Pisliği de töhfe kimi gönderirem
      Canavara

      Çünki bu cür bir behşişi
      Ancağ o cür cenap anlar
      Gayıdıram sadeliğe, körpeliğe
      Sığınıram ağac altda kölgeliğe
      Hey!- deyirem uzağlara
      Sesim uçur uçur, deyir şiş dağlara
      Ordan gelir düz üstüme külle kimi
      O yandan da bir boz böcek
      Meni burada yad bilerek
      Birden deyir sifetime külle kimi
      Boz böceğin bu sert odlu,
      Salamını hoşlayıram.
      Bu sillenin gütretinden
      Söz demeye başlayıram
      Öten künler dene dene yığılarağ
      Embiz-embiz tepelenir
      Çoh sevirem böceklerin
      O hırdaca gılıncını
      Bu sillenin gütretinden
      Her terefe sepelenir
      Hatireler gığılcımı

      Yada düşür budağlarda yellendiğim
      Enişlerde bir top kimi gillendiğim
      Yohuşlarda dovşan kimi dırmandığım
      Yağışlarda serçe kimi islandığım
      Sarı payız düşir yada
      Men görürem derde, geme bata-bata
      Meşelerin yere sepen sabaşını
      Halamoğlu Geribağa’nın ilanlarla
      Memmerze’nin öz avradı Gilenar’la
      Ölüm-dirim savaşını

      burda ne vaht üreğimde söz doğmadı
      bu yerlerde hava doğma su doğmadır
      guşlar meni gören kimi
      dil-dil ötüb ceh-ceh eler
      gulağıma doğma geler
      pıçıltılar, öskürekler, gehgeheler
      her garanguş her ley doğma
      yağış danış, külek doğma
      sesler bele
      gaş altında gözler bele
      hallar bele
      yallar bele
      yollar bele
      nesil var ki yerişini
      yüz ağaçtan tanıyram
      nesil varki lap onyeddi
      arhasını tanıyıram
      Zeynal’ını Sefer’ini Almaz’ını tanıyıram
      Açar mene gucağını
      Gülnaz hala, Peri, Hecer
      Birce kere görmediğim uşağını
      Yüz- yüz körpe arasından
      O deggige gözüm seçer
      Gecesini sügutundan
      Gündüzünü küleğinden tanıyıram
      Adam var ki heç üzünü görmesem de
      Küreğinden tanıyıram
      Baba yurdu!
      Hislerimin ilk merkezi son paytahtı!
      Bah seninle men yene de üz- üzeyem
      Temizlikle, şeriyyetle göz- gözeyem
      Dolaşıram bu alemi
      Bal ahtaran arı kimi
      Görüşlerden gülüşlerden yerişlerden duruşlardan
      Dağlardaki düzlerdeki
      Üzlerdeki gırışlardan
      Semimiyet toplayıram.
      esil sevgi esil nifret toplayıram
      esr-esr min çirkaba, alçağlığa
      meruz galan
      lakin yene uşağ kimi
      temiz galan baba yurdu!
      Sene gulag asacağam baba yurdu!
      Ne kederki göylerinde
      Tebietin yaratdığı tufanlar var
      Dağlarında o atomsuz
      Çiçekler var dumanlar var
      Ne geder ki gucağında
      Korlanmamaış insanlar var
      Yazacağam baba yurdu1
      Yazacağam baba yurdu!

      Cabir Novruz




      -
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      Dodağları gurumuş
      Susuz bir torpağam men
      Sinemde cadara bah
      Budağından ayrılmış
      Yaşıl bir yarpağam men
      Goptuğun çinara bah
      Şimşekleri çahmamış
      Bir bahar buluduyam
      Göylerin sinesinde
      Telatümü susmamış
      Bir vulkanın oduyam
      Men odlar ölkesinde

      Fırtınası yatanda
      Ümmandan ayrılmışam
      Ümmana dönmek üçün
      Bir fırtına guşuyam
      Tufandan ayrılmışam
      Tufana dönmek üçün
      Daşlar gayalar yıhan
      Coşup daşan bir selin
      Kesilmeyen sekiyem
      Azadlığçün döğüşen
      Bir toprağın, bir elin
      Bölünmez zerresiyem

      Azeroğlu
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      Vuslat

      Hasretimi emanet bıraktım şimdi
      Kale’nin kireçtaşı kayaçlarına
      Sevdamı yaylada çimene kazdım
      Naraburnu bilir ağladığımı
      Hamsiköy’e sevdalıyım

      Alamuklar düşer hayatımıza
      Alır götürür gençliğimizi
      Göres yollara/yollar yıllara
      Eklenir
      Eklenir
      Eklenir
      Ve sevdalım
      onyedisinde gelin gibidir
      Taptazecik sımsıcak karşılar bizi
      Hamsiköy’e sevdalıyım

      Dize doluyum kayaoğlu kadar
      Olamasam da bir ben bilirim
      Şairliğimi bir kasımoğlu
      Bir de ahmet altuntaş
      Ahmet özer o denli tanımaz beni
      Ziya hoca’ya selam olsun
      Bir de zeftil kızlarına….

      boncuk
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      Ali Aka

      Güneş göründü müydü Sis Dağının ardından
      İlk yaz telaşına düşmüş sifin çiçekleri gözlerdi yolunu…

      Gavur Ali
      Seni bekledi bu sene
      Dio Yalağı’nın zamana yenilmiş çeltik oyunu
      At yolundan da görünmedi şapkanın siperi
      Anizopo yokuşundan da
      Livalobo’da da yoktu omzuna attığın ceketinin izi
      Enişobo’nun altında da.

      Çok umdu Devor’un düzü
      Siyah gömleğinin altından ucu görünen beyaz mendilinle seni,
      Senin kendisi için terlediğini.

      Seninle başlatacaktı Moro’nun Suyu şenliğini
      Sarıya mora donatmadan meraların rengini
      Bekledi bir taşın üzerinde rakınla ezeceğini kışın kimsesizliğini.

      Senin usul adımlarında son kez yaşatacaktı
      Mezere kapısındaki ispendam yapraklarındaki çiği.

      Vargit çiçeklerinin hayalinde kaldı,
      Serilip ortalarına seyrine daldığın dağların
      O zamanki heybeti.

      Yayla tarafındaki kapıdan her zamanki aceleciliğiyle
      Ayağını atıp giyerken lastiğini
      Ya da erkenden uyuklarken kuzinenin arkasında sette
      Yine aynı mağrur, tüfek demiri gibi
      Bekledi, hiçbir zaman beklemeyenin
      Kısık sesinle selam verişini,

      Ali Aka
      Biz hayat denen angaryaya sürmüşüz gemimizi.
      Çoktan kestik çamurlu yollarımızla,
      Teşvik-i mesaimizi.


      Gavur Ali,
      sen nasıl yaptın?
      Nasıl terk ettin?
      Karakısrak dumanının bile
      Bir zamanlar neşeye boğduğu
      Şimdi her yerden yetim kalan mezeremizi…

      serander.net

      sezen Lermi
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      TURDUS MERULA

      (Finduğun çatalina kondurdi foli
      Çamurlan sıvadi kalayladi oni
      Dört de cıpır yomurta yapti, çilli
      Yapraktan görünmez oldi foli
      Aman uşaklar çok yaklaşmayın
      Rahatsız etmeye gelmez
      Küsu terk eder foli
      Kırmızi gudukli karatavuk

      Gözleri yumuk yumuk
      Çıkardi dört tane gagaliç yavri
      Daşir zizilleri da ağzilan besler olari
      Gelu bi yerden o feşel atmaca
      Yer cücükleri da dağıtır foli)

      Kızıl ağaçlara konar okurdu karatavuk
      Her seher vakti figanı asılı kalırdı dalda
      Sonra, biz göçtük maranda kokulu yaylalara
      Kuzu kulağı, ekşican devşirdik çimenlerden
      Çam sakızı topladık mal obada doruktan
      Zarabot deresinde çim kestik, göl yaptık, yüzdük
      İnek bekledik,alazda,Çelik çomak oynadık
      Kurugöl’de oyuna daldık yitirdik danacuklari
      Çepel ayamları kuskusura gecelerinde kovduk
      Gözü açık uyuyan tavşanlar yakaladık.
      derebaşından blok blok karlar kesip taşıdık olmayan yayıklara
      yayık çalkaladık culdup culdup, yeşil soğanı kuymağa katık ettik.
      Tünel tünel kar kürtüklerine girdik kurt gördük, korktuk

      atmacadan koruduğumuz kuş yuvaları bizimdi.
      Topuk çimeninde, zifinde gomar dalında..
      Yağ-lan mamamızı bölüşüp
      Anneleriyle beraber büyütüp palazlandırdık
      Yuvadan uçurduk nice kuş yavruları

      Güz geldi gün döndü, vargit çiçekleri açtı
      Taktık püskülleri, buruncaları yeniden indik mezerelere
      Fındığın çatalında asılı bulduk foli

      Bulim,
      her seher vakti gagasında türlü yiyecek
      gelip tüner kıyıcığına ziyaret eder virane foli
      Okur da okur intizar eder hain atmacaya
      Ağlar cücüklerini Kırmızi gudukli karatavuk

      k.a

      boncuk
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      Öbür kıyısında Akdeniz’in

      Baharımın ilk başında, yirmiüç yaşımda
      Bütün yakınlarım tanıdıklarım vatanım canım
      Hepsini geride bırakıp gurbete çıkmak ne güzel
      Mektuplar yazdığım dostlar Arif , Sebahattin, Süleyman
      Meçhul askere verdiğim selam, ruhuna okuduğum fatihalarım
      Çere çöpe bulansa da vakarın bozmadan uyur
      Piri reis birkaç tayfa o şuh kubbe altında

      Limanda hapsolmuş sscb yapısı denizaltılar
      Beş mil açıkta teyakkuzda altıncı filo
      Gök yüzünde it dalaşında mig 23ler f 16 lar
      Tophane parkında kürt komünistlerinin marifetleri
      Çadırcı albaya şikayet edilen T.C
      Türkçe sloganlar,orak-çekiçler kızıl bayraklar
      Tophane parkında kıvırtan delikli on para,
      Tophane parkında bıyık buran arap kulampara!
      Trablus caddelerinde delikanlı Japonlar

      Ente muslim? Ente turki?
      Gıcık vahabi sualleri celcius 50 altında
      Su beş kat daha tuzludur, ademler onbeş kat esmer
      Yeşillik yok, orman yok, nefes yok, hiçbir şey yok
      Öbür kıyısında akdenizin

      Yazdığım ilk aşk şiirim posta güvercinlerinin kanatlarında
      Kilitli kapılar içre sırça konsolosluk köşkleri
      Kahırlanan sahipsiz türk işçileri, bedava emek
      Vahalarda elif gibi lam gibi secde eden ağaçlar
      Kum fırtınalarında çıldıran hurma dalları

      Koğuş arkadaşım Bursalı sürücü Ali Berber, beş kız babası
      Akçaabat muhaciri, hem hacı hem horoncu!
      Aotocar la misurata seferlerimiz ettiğimiz horonlar
      Memleket hasretimiz, karşılıklı türkü ziyafetimiz
      Bir hatırası var bende hiç unutmam, derdi ki;
      Kızlarıma demokrasi davranaçoğum
      Yat limanı balık kaynar sepet dolusu barbun
      O pişirir bile yeriz ben yıkarım kapları
      Çöl cehenneminde terk etmediğimiz, şefaatçimiz oruç
      Dualarda sabahladığımız kandil geceleri

      Öbür kıyısında akdenizin

      17 şubat 2009

      boncuk
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      ŞEHİT OĞLUYUM AMA AĞLAMAYACAĞIM


      Ben büyüğünce asker olacağım .Asker olacağım aynı babam gibi .Onu hiç
      bilmiyorum tanımıyorum hayalimde bile bir tek anı .Çok kalabalık kırmızı bayrağa sarılı bir tabut ve ağlıyanlar bağırıp çağıranlar ağıt yakanlar bizde ağlıyoruz ama sanırım korkudan ne olduğunu anlamadan .Babasız çocuklar yetim kaldılar diye feryat eden bunca insan evet babamız şehit olmuş ama anlamıyoruz ki yalnız artık baba diyemiyeceğiz .Bir gün bitecek bu kalabalık dağılacak herkes yalnız kalınca anam anlatacak bize babamızı .Hiç gelmiyeceğini . Geçecek günler haftalar aylar ve yıllar belki göz yaşları akmayacak bu kadar dinecek dinmeyen yalnız babasızlık. Biz büyüyeceğiz okula gideceğiz soracaklar babam yok şehit olmuş biz şehit çocuklarıyız boynumuz bükük olacak bir yanımız eksik babasızlık .Elimizden tutup gezdiren bizi maçlara götüren bizimle top oynayan bir babamız olmayacak .Okullarda öğreneceğiz harpleri çanakkale ve kurtuluş savaşlarınıdüşmanın izmirde denize dükülüşünü bu vatanın kurtuluşunu onca şehitleri okuyacağız .Ama bizim babalarımız hangi savaşta şehit düştü çünki savaşlar olalı uzun yıllar olmuş aklımın almadığı bu hangi savaşki bunca insanı şehit vermişiz bu soruyu soracağım büyüklere onlar ne anlatacaklar anam anlatır en güzelini .Askerdi der askerdi baban çok az vardı tehrisine özlemle bekliyorduk ama cenazesi geldi siz bebektiniz hain kurşunlar aldı onca canı savaş diğil oğul kardeş kurşunu aldı onlarca canı şaştım
      bir masal dinler gibi dinliyeceğim ne demek kardeş kurşunu ben büyüyünce asker olacağım aynı babam gibi şehit oğluyum ama ağlamayacağım asker olacağım aynı babam gibi.
      AYŞE KARAN