Güller Düşmüş Zifinlere

      Fi tarihinde ağaç gövdelerine çakı ile kazılmış silik yazı tercümeleri

      Çepellerde yar kütmeğe gidende
      Doruklardan sevda topla benim için
      Sol tarafım çerçi dükkanı

      Bu aşk değil akınduruk
      bir çiğnemlik çam sakızı
      Yapıştır gül yazmana yar
      Lapaza’ya sarsan da kabulümdür

      Hararetim var mısır pürçeğim
      Bir tas süt sağ mozigandan
      sun elinden içeyim
      Isırgan der akşama, ellerini
      Kıyamam, naylon torbalara sar

      Oklarınla gel bir daha, gel bir daha beni sar
      ağzı süt kokulu buzağılarını çayırıma sal
      göğüs kafesim ilistir nasılsa
      ortalık mermi çekirdeği/boş kovan

      mayıs ikibinon

      Boncuk
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      AKIP GİDEN SULARA BAKMA

      Ter içindesin, eskimesin yaz dudağında
      Ellerinde uğultulu bir boşluk çoğalacak birazdan
      Öyle yaşanmış hep, yüzüne inmiş akşam

      Bu acı, bir yürek bulmuş sende
      Yorulmuşsun insan olmaktan
      Yırtık bir güzellik artık o düşlenen gezegen

      Uzakları düşünüp azalmışız
      Üşümüşüz aşkların kıyısında
      Karşımızda duran o dalgınlıkta
      Bir hercai menekşe, ve bakımsız bir hayat
      Dalgın çocukların o kaybolma arzusu
      Sonunda aramızda bir kırmızı şakayık

      İyileşmez bir yaradan oyulmuş
      Yorulmuş savrulmaktan, eksilmiş kalbi
      Dünyanın ağrıyan yeri olmaktan
      Gecelerin ucunda yandıkça unutulmuş
      Kavrulmuş o kargaşada, hırpalanmış gülüşü
      Durup dağlara bakmış, onların arkasında
      Boğulmuş sesi susarak anlatmaktan

      Çıplaktın sular kadar, tükendin aşınmaktan
      Yabanıl bir umut yeşert şimdi
      Beni söğüt dalına aşıla
      Yenile o tuz tadını akıp giden sulara bakma
      Veysel çolak

      şiir akademisi.com
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      ey gidi yalan dünya

      Geriye dönüp baksan nerde eski günlerin
      Beni gördüğün yerde yansın yürecüklerin
      Odun ettim ormandan daşıdım kurumadan
      Aca ne anlıyusun baban ile durmadan
      Al da beni gidelim gülüm sabah olmadan

      Dağı duman olanın hali yaman olanın
      Uyku girmez gözüne yari güzel olanın
      Her tarafımız deniz sana gök görünüyu
      Yar aklıma gelende yüreğim deliniyu
      Ey gidi yalan dünya gitti kalmadı gitti
      Konuştuğumuz yerde geven dikeni bitti

      İpek mendilcüğünü yıkamış gırışmıyo
      Yarin bende resmi var gülüyo konuşmuyu
      Derenin gıyıları ata vurdum yuları
      Aldımı sevdam seni sevdalık uykuları




      Aldım gümüş makası oydum gömlek yakası
      Kendine yar eyleme el arar yaramazı
      Haburadan görünüyo bekiroğun kıranı
      Atıp da vuracağım yar ile oturanı
      Bana bakan gözlerin başkasına bakmasın
      Küle çevirdin beni başkasını yakmasın

      Navaylar olsun beni

      Ah acısu acısu içtim suyundan içtim
      Bir çarşamba gününde yar ile bile geçtim
      Ben seni alır mıyım seninle dalga geçtim
      Gel yanıma yanıma çeksin kameracılar
      Verdin de gidiyusun hiç bitmeyen acılar
      Mektupların gelmiyu gapandımı postalar



      Yaylanın çimeninde uçar sarı kelebek
      Bu yıl görsem sevdamı olsam deli depelek
      Yaylanın çimeninde akar soğuk sucuğaz
      Bu sene yaylalarda gördüm güzel gıcuğaz
      Ey gidi enişdibi yarim oradan geçtimi
      Dedirgen oluğundan eğilip su itçimi

      Navaylar olsun beni

      Enişdibi sisdağı yaylalarımın gülü
      Bir de Kadırga’sı var kültürümüzün dili
      Ağasar bir bilmece aklımdasın her gece
      Bitmedi bitmeyecek Çepni’lede bu neşe

      ALİ ÇİNKAYA
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      Ademin Kalbi Hasta

      Ademin kalbi hasta şifası Kur'andadır.
      Ademin gönlü darda ferahı Kur'andadır.
      Adem ölmek istemez çaresi Kur'andadır.
      Adem yalnız edemez vekili Kur'andadır.

      Adem ilimi sever,ilimi Kur'andadır
      Adem övülmek ister değeri Kur'andadır.
      Adem bir kerre doğar,Kue'ana göre ölür
      Bu iki hal arası neleri yaşar,görür.

      Adem neslini sorar,nesili Kur'andadır
      Adem Yaradan arar,asılı Kur'andadır.
      Adem günlük işlerle geçşinmenin derdinde
      Ebedi saadeti yitirme gayretinde.

      Adem hiç,hiç unutma,sınav yeri burası
      Bu dünyadan gider adem gelince sırası.
      Ademin tek ümidi şefatı Muhammedin
      Orhan sende kendine bunu gaye edin.

      Orhan Afacan

      ORHAN AFACAN

      Tanık- Gerçeği Söyle

      Kaç eşin boynu bükük,annenin bağrı yanık
      Kaç evde huzur yok,kapı,pencere kapanık.
      Kaç masum suçsuz yere yıllardan beri sanık
      Vicdanını dinlede gerçeği söyle Tanık.


      Duvarlar defter olup tahliye hesaplanır
      Her sanıye bağrıma hancer gibi saplanır.
      Bütün ümitlerimiz ifadende toplanır
      Vicdanını dinlede gerçeği söyle TANIK.

      Ölümü getirmıyor dualarla,dilekler.
      Yalana mağlup oldu bükülmeyen bilekler
      Eşim,idotum beni kötü biri bileçekler
      Vicdanını dinlede gerçeği söyle TANIK.

      Her gecen gün toplumdan bir parca kopuyorum
      Neden suç işlemedim diye kahroluyorum.
      Biran benim yerime kendini koy-diyorum
      Vicdanını dinlede gerçeği söyle TANIK.

      Orhan AFACAN
      Gen uyuşmazlığı muhtemel, iki göğ gözlü eşin
      camı çatlak serasında sorunlu bir meyvesin
      biraz da doğum öncesi rutin aşıların beyninde
      kurşun birikmesi hasarıyla şanssız doğmuşsun
      öyle demişti doktor kınacı
      Otizm tanısı konulduğunda sana bir tanem
      engelli olduğun gerçeğini kabullenmek
      hayatımızın en umutsuz günleriydi

      büyüyordun, yürüyordun, diş çıkarıyordun
      dış görünüşte normal gibiydi her şey
      oysa her titaniğin aysbergi de var imiş
      neler vermezdik konuşabilseydi dilin

      sokağa her çıkışın kurbanlık boğaların firarı
      baban, ardın sıra koşuşturan yorgun sığırtmaç
      sırra kadem basıp kaybolma zamanlarında
      annenin sana feda ettiği yürek yerinden fırlar
      top misali kaldırımlarda zıplardı
      benin organ mafyası korkularım depreşir
      derunumda büyür, büyür tsunami olurdu

      maxiyi,junyoru denedik daha büyüğü yok pedin
      beş yaşına bastın çiş demeyi öğren artık bebeğim
      bezini belerken burnu düşüyor bak annenin
      minnacık toysorus lar bile sıkışınca çiş diyor

      imtihanımız oldun sabrımızın limitlerini zorlayan
      vardır elbette duaların kabul olunduğu eşref saati
      müteşekkiriz özel eğitime destek veren devlete
      eğitim kurumumuz gülen gözler’le güldük
      çok şey borçluyuz ilk öğretmenin çağtaç’a
      bir konuşsa daha susmaz der di de inanmazdık

      artık gerçekten de susmuyorsun kerata
      çabuk kavrıyorsun normalleşiyorsun adeta
      sen konuşmayı ilerlettikçe biz uçmayı öğreniyoruz
      istersen sabaha kadar soru sor uyutma beni
      kış gecelerimin konforu enerji küpüm
      beş dakikacık gıpreşmesen de uyusam
      yatak ısrarım inatçı ahtapotum

      algıları müthiş arzuları umman
      eylemi oyuna kurgulanmış tertemiz çocuk
      sadakati sevgi vermeyi koşulsuz sevmeyi ..
      kısıtlanmalara vücut diliyle tepki koymayı
      daha birçok şeyi seninle öğrendik hayattan
      şimdi okullusun oğluşum sarı kafam

      bayılıyorum
      boğaziçi köprüsü çizen parmaklarına
      kalem tutan minicik ellerine
      hadi gel yine yarış edelim
      bakalım hangimiz daha hızlı
      tırmanacak evimizin merdivenini

      kemal alkurt
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      Kemal Kardeşim; İzin filan almadan bu son şiirini face deki tüm arkadaşlarımla paylaştım.
      Yüreğine kurban senin. Allah o dünyalar tatlısı Sarı Kafa yeğenimize de mutlu, huzurlu bir hayat versin..

      Şakir Aksu
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Beni çırak al yanına hocam


      Ahmet Özer'e

      Yalnızlığımın kıyısında hüzünlerime yaslanmış
      tellemiyorum kederimin nikotinini
      çoktan men ettim zira sigarayı kendime
      benimkisi küresel bir krizi atlatmanın telaşı
      taş sektiriyorum kuru gölette
      kelime hazinem kıtlık günlerini yaşıyor
      at tersinden arpa derip rahatlamak şiiri
      aparmak üst dallardan olgun imgeyi

      “biliyorum
      bir şafak göğünün altında
      önüme dökülsen
      güle renk katar güzelliğin
      aşk mı içimizde soluk alan kuş
      yıllar mı hep uçurumları anlatan
      bak yine kanayan sözcükler damlıyor dilime
      köpüklü çaylar /sensizliğim
      şimdi sayfalarını aralasam yılların
      benimle yürüyecek şarkıları
      eski zamanların”

      aşkın taç yaprağı hereke halısı hocam
      her düğümü ayrı damak tadı ruhuma
      sözü özün hangi kozadan sağarsın
      hangi ağıt hangi bedelde demlenir
      hangi tırtıl hangi dutta semirir
      has ipeğe bin can nasıl kurban verilir


      ellerimi mobilyacılıkta büyüttüm
      zanaat geçsin diye talaşa gitti parmak uçlarım
      canımdan can kattım ahşaba
      vakit yoktu başka işlere ayıracak
      Bu yüzden cılız kaldı içimde şair olacak çocuk
      dilin estetiği hocam şiirin tasarımı müziği
      kurbanın olayım öğret bana

      demiyor muydun öğrenmenin yaşı yok diye
      boynuzun kulağı geçme vakti var elbet
      denizinden bir damla poetika serp bana
      dükkan süpürür takımları toplarım çay demlerim
      davul tozu bile alırım bakkaldan vallahi de alırım
      beni çırak al yanına hocam


      Not: Bilkent Üniversitesi İnsani Bilimler ve Edebiyat Fakültesi öğretim görevlisi olan hocama saygılarımla

      Kemal alkurt
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      Ben Bubinga

      Ben Bubinga

      doğum öncesi rüya görür mü cenin
      ben gördüm işte
      tek kanatlı planöre binmişim
      döne döne sörf yapıyordum cennette
      altımda bucaksız zümrüt deniz


      çevresi muhkem sütunlarla kuşatılmış
      penceresiz bir evde doğdum ben
      beşiğimde orkidelerden örülü bir cibinlik
      boynum kıldan ince ışığa uzadım
      kolay olmadı hayata tutunmak
      kolay olmadı güneşin zaptı

      habitatımın yegane besini sudur
      yağmur yer yağmur içerim
      şakuli bir yolculuk benimki
      kendi kendime uzar giderim

      Yırtıcıların çığlıkları ninni bana
      gecenin kuala gözlerinde uyurum
      mamba bilezikleri kollarımda
      mutluyum koynumda eşim sarmaşık

      metan kokulu bir gündü
      karanlığın cellatları homutularla geldiler
      kollarımı, bacaklarımı kestiler
      tutuklandım, zincirlere vuruldum
      sürüklenip, çıkarıldım yurdumdan
      sütümü helal etmem fillere

      sonrası,
      elmas dişli canavarların
      önüne atılıp infaz edildim
      dilim, dilim dilimlediler gövdemi
      export yazılı tabutlarda kefenlendi cesedim
      ruhum yükselirken meleklerin kanatlarında
      cenazem kıtalararası sulardan taşınıyordu

      o gümrük senin bu depo benim
      aylarca dolaştırıldım el memleketinde
      bir mağazanın gün yüzü görmeyen
      satış reyonunda arz edildi bedenim
      ciğerimin çok para ettiğini burada bildim

      erguvanlar beyaz şiltesini örtünürken
      ustamın şakaklarından cumbalarım masiflendi
      yonga levhalara giyindirildim
      su misali aktı hatlarımda maraş kalemi
      sil baştan şekillendi elim ayağım
      kesildim, biçildim, bezendim yaprak, yaprak
      biraz karabol, biraz defne biraz gül goncası
      şimşir tokmakla başına başına iskarpelanın
      gomalak kürlerinde parlatıldı pürüzsüz tenim
      mahir ellerde can buldu yeni bedenim


      şimdi bir yemek takıyım boğaziçi’nde
      beyaz örtülerin altında korunan
      pahalı bir möbleyim
      içikara temizlikçi haftada bir örseler
      cilalı bedenimi
      şefton paşa yalısı baş odasında
      gemilerin düdük sesiyle irkilirim
      ara sıra konuklara sunulurum, kirlenir atlas örtülerim
      iktidarlar düşürülür ergenekon lar kurulur masamda
      faili meçhullere tanık olurum
      darbe senaryolarına tanık olurum
      balık yerine mühimmat çıkarılır denizimden
      deniz domuz!

      egzotik bir ağaçtım yağmur ormanlarında
      dallarımda maymun kolonileri mutlu
      sürüngenler aşığım, ulu kuşlar konuğum du
      kedigiller ülkesinin sınır nişanı gövdem
      ne ihlaller gördüm, ne iç savaşlar yaşadım

      ben bir orman ağacıyım adım bubinga

      boncuk

      Kemal alkurt (antoloji.com)
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      Sen çok yaşa Kemal Kardeşim. Bundan birkaç sene evvel ben de "Ben bir çakıl taşıyım" isimli bi,r şiir yazmıştım. Konusu aynen buna benziyordu. Denizi gören bir dasğdaki kulubenin duvarına betonla yapıştırılmış bir çaklıl tanesinin hiakyesine benziyor bu da.
      Hikayeler farklı olsa da yürekler bir... Tekrar teşekkürler...

      Şakir Aksu
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Hangalle

      Şahadet parmağımdan
      Yağla mama vaadiyle
      Kandırıp uçurduğum

      uğur böcekleri
      Geri dönün gidiyoruz
      gomar gülü diyarına

      Yapılacak işlerim var
      Kır çiçeklerinin isimlerini
      Ezberlemedim daha

      Duvarın haşin kuşları
      Kuyruk sallayanlar
      Bulacağım yuvanızı

      yaban naneleri
      Bayıltan kokularınızda
      Doyamadım yürümeye

      Özür borçluyum
      Balahor evlerinin
      Sadık kelerlerine

      Dere boylarında
      İnci toplar dokuz tepe
      ıslanır çilkilerim

      kurbağa vıraklaması
      başlar kara lastiklerimde
      Kararmış levlek evleği

      Artık herkes bilecek
      Yüzmeyi semenderden
      Öğrendiğimi

      Zarabot’ta yolcu leyin
      Girip te yıkandık ikimiz
      Gölde ben ve ay

      Çise düştü İkindi çimenine
      Tesbih dizdim liforadan
      Ayam bozdu

      Cingan düzü topuk döşeği
      Uysa aklıma korkmasa
      Yatar uyurdum geceyi



      İmansız ah!
      Sanki ikizlere ölçüp te
      Toplamış ak Levleği

      Peştamal dolusu
      Seçip, seçip
      Kurtluları verdi domuz

      Köze koydum alinazik
      Eke ledim bir tutam tuz
      Kırk yıldan çoktur hatırın

      Keyifle içtim kuguvaga çayını
      Gelmeyecek günlere,
      Sağlığına, ..

      Kemal Alkurt
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      Bir mübadele öyküsü
      (1)

      Maçka’nın gür saçlarını
      Okşamaya eğilen sis
      O gün hüzün sızıyordu

      Birer sülüs tutuşturulup ellerine
      Limana sevk ediliyorlardı
      Kesme taş hükümet binasında
      Veda sarılışları Maçka’nın

      Malı melali akçeye çevirip
      Geri dönme umuduyla
      Bir bilinmez yürüyüşe çıktılar

      Damaklarında lifora tadı
      Heybelerinde kemençe

      Manastırları, kemer köprüleri
      Ayazmaları, galandar gecelerini
      Taş duvarlı evlerini
      Öylece bırakıp gittiler

      Honefter’i Garaptal’ı Ayeser’i
      Toprağa sinmiş koca bir medeniyeti
      Allah’a ısmarladılar

      Onların onayı alınmadan yapılan
      Bu vahşi değiş tokuş
      Lozan’ın sahte barışı
      karaptalun yolari/pen pilirum olariHa pensuz heram olsun/ karaptalun yolari”
      (Kemençeci yorgo)

      (2)

      Pontuslu mübadillerin kafilesinde
      Ay yüzlü eleni
      Yaktı jandarma zabitinin yüreğini


      Çakı gibi asker Atatürk jandarması
      Fethetti mavi gözlüsünün gönlünü
      Gitmek zor kalmak imkansız
      Eleni yol ayrımında kararsız

      …Zor günlerdi zor
      Alıkoydu göç yolundan metazor
      Ayasofya’yı çevrildiği gibi Fatih’in
      Çevirdi kıblesini Kabe'ye

      Köklerinden koparılıp ayrı
      bir saksıya dikildi gül goncası

      Şelaleler akıttı pınarlarından
      İçindeki yangına/ Solmadı
      Çağırdı gelen olmadı
      Yankılandı avazı Harahnoy’dan
      duyan olmadı
      Uçan kuşlardan sordu
      Gören olmadı
      Çıkıp İstavroma’da aradı
      Milletini/ bulamadı

      Yandı kül oldu yalnızlığın ateşinde
      Küllerinden doğdu Gülizar

      Yad aileler şenledi viran evleri
      Mahalle baskısı yedi çevreden
      Burukluğunda öteki olmanın
      Geçmişini gizledi çocuklarından
      Soramadılar annelerinin göbek adını

      Perde çekerek hayatının o kısmına
      Beş kız büyüttü/ beş sülaleye telli duvak

      Bu topraklarda doğdu eleni
      Bu topraklarda öldü zekiye!


      Kemal Alkurt
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      SÜTLÜCANIM (D)İRİ OTUM

      Sütlücan’ım çan çiçeğim
      Çayırlarımın süsü
      Çimene uç verir sürgünlerin

      Şimdi mezerede olmak vardı
      Kıtır ,kıtır yemek vardı
      Soyup, tazecik gövdeni

      Bu açlık kırk yıllık
      Bu açlık yöresel
      Bu açlık özel

      ezer tere kavurması
      olsa da yesek
      Soğanlı, bol düdekli
      Anamın hünerli elinden


      Kuguvagam, baldıranım, ısırganım
      Kavutum ,mısır yarmam, lahanam
      Hayaller sınır tanır mı?
      Vurgun yedi ikizinden
      Bu gönül hiç yaşlanır mı?

      Armağanım, çam sakızım,
      Karlar erir apansız patlar tomurcuk

      dinelir ayağa mayıs
      Dallanır budaklanırsın
      En sığ yerinde kafulun
      Acep kimden saklanırsın

      Bir mavi duaya açıp kolların
      Polen lenir, ballanırsın
      Biçilirsin kurumazsın
      İri otu mezeremin

      Balya sandıklarında
      Kıyamam ezmeye seni


      Asıp ceketimi çamın dalına
      Uzanıp ta yatsam yanı başına

      Desen ki dostum yok
      Desem ki ben dostum işte
      Kıyında senin!
      Dallarında okuyan kuşların
      Türküleriyle uyusam
      Kulaklarımdan gitmese tınısı çanın
      Uykusunun en tatlı anı budur çobanım

      Salınır eski korkularım
      İnip mayıs yedilerindeki zembilden
      Ruhuma sinen cadı masallarında
      Odun kaşıklarınızı kazıyan ben idim

      Karpuz çatlatırdı berrak suların
      Piknikçi Trabzon’un sosyetesinin
      Çam diplerinde bıraktığı boş rakı şişeleri
      Saklama kabımız olurdu gazyağımıza
      Goğoksila dan yolların kapandı şimdi
      Öksüz kaldın hakkı bey’in çeşmesi

      Zifin kokularında duman altıyım
      Yağmur biriktirdim göz bebeklerimde
      Sağanak, sağanak yağacağım Limli’ye


      Boncuk
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      Mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenleyen “boncuk” ().

      SÜTLÜCANIM İRİ OTUM

      Sütlücan’ım çan çiçeğim
      Çayırlarımın süsü
      Çimene uç verir sürgünlerin

      Şimdi mezerede olmak vardı
      Kıtır ,kıtır yemek vardı
      Soyup, tazecik gövdeni

      Bu açlık kırk yıllık
      Bu açlık yöresel
      Bu açlık özel

      Usuma düştükçe ezer tere kavurması
      Aş eren kadınlara öykünür midem
      Soğanlı, bol düdekli
      Anamın hünerli elinden mamul

      Kuguvagam, baldıranım, ısırganım
      Kavutum ,mısır yarmam, lahanam
      Hayaller sınır tanır mı?
      Vurgun yedi ikizinden
      Bu gönül hiç yaşlanır mı?

      Armağanım, çam sakızım,
      Karlar erir apansız patlar
      Tomurcuk dinelir ayağa mayıs
      Dallanır budaklanırsın
      En sığ yerinde kafulun
      Acep kimden saklanırsın

      Bir mavi duaya açıp kolların
      Polen lenir, ballanırsın
      Biçilirsin kurumazsın
      İri otu mezeremin

      Balya sandıklarında
      Kıyamam ezmeye seni
      Asıp ceketimi çamın dalına
      Uzanıp ta yatsam yanı başına

      Desen ki dostum yok
      Desem ki ben dostum işte
      Kıyında senin!
      Dallarında okuyan kuşların
      Türküleriyle uyusam
      Kulaklarımdan gitmese tınısı çanın
      Uykusunun en tatlı anı budur çobanın

      Salınır eski korkularım
      İnip mayıs yedilerindeki zembilden
      Ruhuma sinen cadı masallarında
      Odun kaşıklarınızı kazıyan benim

      Karpuz çatlatırdı berrak suların
      Piknikçi Trabzon’un sosyetesinin
      Çam diplerinde bıraktığı boş rakı şişeleri
      Saklama kabımız olurdu gazyağımıza
      Goğoksila dan yolların kapandı şimdi
      Öksüz kaldın hakkı bey’in çeşmesi

      Zifin kokularında duman altıyım
      Yağmur biriktirdim göz bebeklerimde
      Sağanak, sağanak yağacağım Limli’ye


      Boncuk
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti
      Yıllar Önce Yıllar Sonra

      Göğü tarayan ladin dalları
      hoş bulduk zifin
      gül
      leri
      anamın odun ettiği gomarlık
      dedem yoldaşı dağlar
      kavuştuk
      rayihalar doldu ciğerimize
      adile ye çöken baş ağrısı
      Kara duman hoş bulduk

      oda nın dudak çatlatan çeşmesi
      hangi eli kırılasıca kırdı çanağını
      kuş uçar kervan geçmez
      Kıranoba yaylası

      otobüs yapıp oynadığımız
      balya sandıklarında
      gurbete taşıdık gençliğimizi

      yıllar önce
      arası çimen bağlamış yayla yolunda
      tekerlek izinden yürüdük yan yana
      kınalı keklikler havalandı yüreğimizden
      Saygı vardı serde edep vardı
      adamlık vardı
      ortamıza kalın bir bulut koydum
      alıp ta istama mezeresinden

      ah şu benim söz dinletemediğim
      kudümsüz gönlüm
      çiğnenmiş bir çam sakızı misali
      çıkarıp ataydım seni lastiklerimin altına

      Gerçi albenisi yoktu yayla evinin
      ama kalındı duvarları, puştluk geçirmez
      Şimdi ikimizde
      uzak
      deniz
      lerin alargasında demirledik
      İpi yetmez derin sularına çapamızın


      kemal alkurt
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti

      Mesaj 1 defa düzenlendi, son düzenleyen “boncuk” ().

      Felekten Bir Günceğiz


      Poyraz
      Sahilin “kerrat cetveli”
      Martı
      Deniz seven güvercin
      Lodos
      Marmara’da deprem
      Şile’de
      bohçacı geldi hanımlaar
      Hakan
      Sarıkafa’m, denizin asi çocuğu
      Köroğlu
      Pantolon ve kafa ütüleye adanmış ömür

      Beton iglolar ,çakma bingolovlar
      Arasından kabakoz a yürüdüm
      yasaklı günler arefesinde
      sahilinde bişi yazar
      dev anası keyvane
      üstüne yalınayak bastım yufka sacının
      ayak izim çıktı, yanmadım
      elli vektör yağ süründüm
      yüzdüm, yüzdüm kanmadım.
      Kurdun adı çıktı, çakal baş kesti