Biz Adam Olur Muyuz?

      Biz Adam Olur Muyuz?

      Eskiden ‘Biz adam olmayız!’ sözü çok sık kullanılırdı. Bir başka yaygın deyiş de ‘Biz bize benzeriz!’di.

      Bu sözler durup dururken çıkmıyordu elbette.

      Yüzlerce yıllık gerilemenin, yenilginin, ortalığı bir kanser gibi sarmış olan rüşvet ağının, kaht-ı rical denilen devlet adamı eksikliğinin, köşe başlarını tutmuş kifayetsiz muhterislerin, yargıdaki karakuşi hükümlerin sonucunda bu ülkeden umut kesenlerin çığlığı bu acı sözlerde yankılanıyordu.

      Devletin adı değişti, iktidarlar birbirini kovaladı ama sistem değişmedi.

      Savaş meydanlarında asla pes etmemiş olan Mustafa Kemal bile bu kötü mirası yenemedi. Bir yurt gezisinde bu sorunlardan bunalıp trenine bindi, yüzü morarmıştı, yakasını bağrını açtı, nefes almaya çalıştı ve Özel Kalem Müdürü Hasan Rıza’ya ‘Boğuluyorum çocuk!’ dedi. ‘Boğuluyorum.’

      Çünkü yedi düvel karşısında bükülmeyen o çelik irade bile bu ülkenin kötü geleneğini alt etmeye yetmiyordu. Kurduğu parti de dahil olmak üzere ortalık yağcı, eyyamcı, menfaatçi, cahil, muhteris adamlarla kaynıyordu.

      Düşmanın topu tüfeği bile bu lanetli miras kadar tehlikeli değildi.

      ***


      Tevfik Fikret oğluna; ‘Bu memlekette de bir gün sabah olursa Haluk’ diye seslenmişti.

      (Haluk herhalde bu sabahı göremeyeceğini düşündüğü için dışarı gidip papaz olmayı seçti.)

      Birisi Fikret’in bu şiirini okurken, arkadaşı lafa girmiş ve demiş ki ‘Bil ki fecr-i kâzibdir’ yani yalancı şafaktır.

      ***


      Gazeteleri okuyorum, gençlik dönemim aklıma geliyor.

      Hiçbir suç işlememiş olan bizleri Altan Öymen’le, Erdal Öz’le, Emil Galip’le ‘Uçak kaçırdınız!’ diye hapse atan zihniyet aynıydı.

      Karadeniz’de ‘Titrek Hamsi Hücresi’ adlı örgüt kurdunuz diye kargaların güleceği suçlamalarla hayatımızı karartan da bu ülkenin yargısıydı.

      Adresi herkese açık olan yayınevimize yurt dışından gönderilmiş kitapları, yayınları suç delili sayarak bizi sorumlu tutanlar da aynı zihniyetin üyeleriydi.

      Önce ‘içeri atılacak adam’ belirlenir, sonra isnat etmek için suç aranırdı.

      Unutmayın, her ne kadar adı değişse de Mustafa Kemal’e bile idam kararı çıkarmış bir ülkedir burası. Fırsatını bulsalardı asarlardı, hiç kuşkunuz olmasın.

      ***


      Uğur Mumcu’yu da bizimle hapse atmamışlar mıydı?

      Askerliğini er olarak yaptırmamışlar mıydı?

      ‘Sakıncalı Piyade’ oyunu bu yüzden yazılmamış mıydı?

      “Solcular vapur yaktı, Atatürk Kültür Merkezi’ni yaktı“ diyerek günahsız insanları gazetelerde günlerce teşhir etmemişler miydi?

      Gülüşü hâlâ gözümün önünden gitmeyen İlhan Erdost’u askeri cezaevi arabasında döve döve öldürmemişler miydi?

      O dönemlerde muhterem ordu yöneticilerinin gözündeki tek düşman, Uğur Mumcu gibi, Altan Öymen gibi yurtseverlerdi.

      Bu aydınlara karşı köktendincilerle kol kola giriyorlardı.

      ***


      Daha önceye gidelim:

      Nâzım’a dünyayı kim zindan etti, Sabahattin Ali’yi kim öldürdü, hangi güçler mapus damını aydınların okulu haline getirdi?

      Orhan Veli şu şiiri niye yazmıştı dersiniz?

      Açlıktan bahsediyorsun;

      Demek ki sen komünistsin.

      Bütün binaları yakan sensin.

      İstanbul’dakileri sen,

      Ankara’dakileri sen...

      Sen ne domuzsun, sen!

      ***


      Neyzen Tevfik ne demişti:

      Türkü yine o türkü, sazlarda tel değişti,

      Yumruk yine o yumruk, bir varsa el değişti!

      ***


      Bu memlekette eller değişir ama zihniyet değişmez!

      Ve çok şükür; biz hep muhalif tarafta olur, güç sahipleriyle kol kola girmeyiz.

      Bu da Namık Kemal‘lerden, Fikret‘lerden, Nâzım‘lardan bize kalan miras.




      haber.gazetevatan.com/Haber/360832/1/Gundem

      'Malum Zat' şimdi de Kars'a atandı

      'Malum Zat' şimdi de Kars'a atandı

      'Malum Zat' şimdi de Kars'a atandı 12 kez görevden alınan ve Başbakan Erdoğan’ın 'Malum Zat' dediği Erzurum Milli Eğitim Müdürü Fevzi Budak, şimdi de ‘’Ucube’’ heykelin tartışıldığı Kars’a atandı.

      Başbakan Erdoğan’ın ‘’Malum Zat’’ olarak nitelediği ve bugüne kadar 12 kez görevden alınan Erzurum Milli Eğitim Müdürü Fevzi Budak şimdi de ‘’Ucube heykel’’ tartışmasıyla gündeme gelen Kars’a atandı. Budak üç ay önce Erzurum Milli Eğitim Müdürlüğü görevine geri dönmüştü.

      26 yıldır Erzurum'da görev yapan Fevzi Budak hakkında bugüne kadar 66 kez soruşturma açıldı. Son olarak da sahte belge düzenlediği iddiasıyla 2 Eylül 2010 günü tutuklandı. Budak, 28 Ekim 2010’da tahliye edilince yeniden koltuğuna döndü. Ancak Budak’ın görevi yine değiştirildi ve üçlü kararname ile bugün Kars Milli Eğitim Müdürlüğüne atandı.

      BAŞKANLIĞIN GEREKÇESİ Milli Eğitim Bakanları Hüseyin Çelik ve Nimet Çubukçu tarafından 12 kez görevinden alınan ve her seferinde görevine dönen Budak, Başkanlık sisteminin gerekçelerinden de biri olmuştu. Başbakan Erdoğan ‘’’Başkanlık sistemi çok başlılığı ortadan kaldırıyor. Erzurum Milli Eğitim müdürü, 12 defa gidip geldi ’’ demiş ve Budak’tan ‘’Malum Zat’’ olarak bahsetmişti.

      Budak, eski Bakan Hüseyin Çelik’i de 6 kez tazminata mahkum ettirdi. Çelik, Budak için ‘’Öğretmenevinin imkanları kendisine peşkeş çekilmiş’’ demişti. Çelik bu sözlerinden dolayısıyla, ‘’İftira ve kişilik haklarına saldırı’’ gerekçesiyle 5 bin lira tazminata mahkum oldu. Budak, Milli Eğitim Müsteşar yardımcısı Remzi Kaya ile birlikte Personel Genel Müdürü aleyhine açtığı 20 bin liralık davayı da kazandı. Bugüne kadar, Hüseyin Çelik ve bakanlık yetkilileri aleyhine açtığı davalardan toplam 59 bin lira tazminat kazandı.


      haber.gazetevatan.com/malum-za…sa-atandi/361476/1/Gundem
      "Üstünlerin Hukukundan Hukuk'un Üstünlüğüne" demişleridi ama görülüyor ki Hukuk filan hikaye.
      Bu tür uygulamalardan doğan tazminat davaları davaya sebep olanlara ödettirilmedikçe devlet aleyhine keyfe keder uygulamalar daaha çoooook devam eder...
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Zülfü Livaneli 'den


      Yalnızlık


      Kutuplaşan bir toplumda, ülke optimalinde düşünen insanın yalnız kalması kaçınılmaz bir sonuçtur.

      Çünkü kutuplar giderek aşırılaşan bir biçimde birbirlerine saldırırlar. Bu arada kendileri de giderek daha uçlara savrulurlar.

      Ortada akıl, mantık, sağduyu, solduyu, adalet, hakkaniyet, merhamet kalmaz.

      Ve davulların vurduğu, borazanların öttüğü bir yerde sakin düşünceler, akıllı analizler duyulmaz olur.

      Bir ülkede ideolojik iç savaş yaşanıyorsa saflar hergün biraz daha belirginleşir, keskinleşir, “bizim takım” duygusu ağır basmaya başlar.
      Bir düşünce ortamı değildir bu.

      Tarafların giderek militanlaştığı, bağnazlaştığı, acımasız bir savaştır.

      Kutuplaşma öyle bir beladır ki; gençliklerinde laik ve solcu olan birileri, zaman geçtikçe en bağnaz gerici kadrolarla kol kola girebilirler.

      Susurluk cinayetlerini protesto etmek için ışık yakıp söndürenler, kendilerini bir süre sonra Susurluk canileriyle el ele bulabilirler.

      Arkadaşları faşistler tarafından katledilmiş solcular, zamanla kendilerini faşistlerin safında görebilirler.
      Savaşta doğrularla eğriler birbirine karışır.

      ***

      Elli yıldır birlikte mücadele veren insanlar tanımıştım. Sol aydın cephenin insanlarıydılar.

      Sağ ve sol dağılıp yerini üç kutuplu Türkiye alınca bu arkadaşların hepsi başka bir yere savruldu. Kimi milliyetçi oldu, kimi etnik siyaset yaptı, kimi muhafazakârlaştı.
      İşte sağ ve solun dağılmasının tehlikesi buydu. Bu yüzden daha 1993 yılında, henüz sağ ve sol diye konuşulurken, yeni oluşumu sezerek karşı durmaya çalışmıştım.

      Kutuplaşma yalnız toplumu değil aydınların kalitesini ve bağımsızlığını da tehdit eder.

      ***

      Kutuplaşma sonucunda her kampın kaymağını yiyen sahte kahramanlar türer.

      O kitlenin duyarlılıklarını sömürerek ün ve servet sahibi olurlar.

      Zaten tek dertleri odur.
      Bunlar arasında saf değiştirmiş olanlara da rastlanır.

      ***

      Düşünen vicdanlı insanların payına ise yalnızlık ve bol bol “AMA” düşer.

      Hapse atılmış olan aydınlara sahip çıkar AMA Susurluk katillerini, darbecileri, işkencecileri dışlar.
      Özgürlüğü, reformları savunur AMA dinci kadrolaşmaya, hukuksuzluğa, erkler ayrılığının ortadan kaldırılışına şiddetle karşı çıkar.

      ***

      Kısacası düşünen, daha doğrusu “Türkiye optimalini” düşünen insanın işi zordur.
      Yalnız kalır.

      Hiç kimseye yaranamaz.
      Ama düşünce namusu onun bir kampın amigosu olmasına da izin vermez.

      Tarih boyunca böyle olmuştur.
      Gramsci’lerin, Attila Jozef’lerin, Mayakovski’lerin, Nazım’ların şanlı ızdırabı budur.



      haber.gazetevatan.com/Haber/361952/1/Gundem