Türk Birliği Kurulmalıdır!

      Türk Birliği Kurulmalıdır!

      Bugün, dünya üzerinde çeşitli ortaklıklardan yararlanılarak kurulmuş yüzlerce birlik vardır. Özellikle güçlü devletlerin önderliğinde, toplumlar / devletler arasında ortak yönler bulunarak bu benzerlikler çerçevesinde yeni bir “birlik” oluşturma çabalarını görebiliyoruz. Dil, din, soy veya ülkü ortaklıkları bulunan devletler, emperyalist politikaların var olduğu şu dönemde birleşerek belli yönlerde daha güçlü olmak için çabalıyorlar. Düşünün ki adları aynı olan insanlar bile birbirlerini hiç tanımadıkları hâlde karşılıklı bir “yakınlık” duyarlar ve belki de kendilerini ortak bir “çatının” altında görürler. Gözleri renkli olan insanların bile bir ortaklıkları vardır. Böylesine küçük benzerlikleri bile bir “ortaklık” sayarken, aralarında “dil, kültür, soy, din…” gibi ortaklıkların bulunduğu toplumların sahip olduğu değerler çevresinde bir araya gelmesi oldukça doğaldır.

      Dilleri, soyları, kültürleri ve mezhepleri birbirinden apayrı olan Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda… gibi devletlerin kurdukları “Avrupa Birliği“, bugün dünya siyasetine yön verebilecek kadar etkili ve hatta bizi batağa çekmek isteyen siyasetçilerin “göz bebeği” durumuna gelmiştir. Her gün binlerce insanın ölümüne neden olan ve dünyanın çeşitli yerlerinde mandalar kurarak “güç odağı” hâline gelen Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunda da “Avrupa Birliği“ne benzer bir ortaklık söz konusudur. Bugün sefalet içerisinde yaşayan Afrikalılar bile 53 ülkeyi birleştirerek kendi birliklerini oluşturmuşlardır. Zamanında Anadolu’daki Türk gücünü kırmak ve Türkleri tarihten silmek isteyen Haçlı Birlikleri de, “din” ortaklığında birleşen toplumların somut bir örneğidir.

      Yukarıda adı geçen toplumların neredeyse hiçbiri yokken var olan ve binlerce yıldır dilini ve kültürünü geliştirerek yaşatan biz Türkler ise, dünyanın farklı yerlerine dağılmış durumdayız. Kırgız, Kazak, Tatar, Özbek, Azeri, Başkurt, Gagauz, Türkmen, Saka… Türkler’i gibi Türk soyundan gelen kandaşlar olarak, bugün dünyanın farklı bölgelerinde ve değişik etkiler altında yaşamaya çalışıyoruz. Soydaşlarımızın çoğu, bağımsız veya özerk devletlerde yaşıyorlar. Bu Türk devletlerinin her birinin kendi bütçeleri ve siyasi, askeri… güçleri var. Dünyadaki bütün Türk nüfusu, çoğunlukla bu devletlere dağılmış durumda.

      Dünyanın çeşitli bölgelerine dağılarak farklı düzeylerde güçlerle oluşturulmuş bu kadar çok Türk devleti varken ve ortada tarih boyunca imparatorluklar kurup bütün dünyayı dize getirmiş büyük bir ulusun farklı boylarından 300 milyona yakın insan yaşıyorken, bütün Türk devletlerinin ekonomik, siyasi, askeri… anlamda güçlerini birleştireceği bir birliğin olmaması, gerçekten hepimizi üzüyor. Bu birliği yalnızca Türkiye Türkleri değil, neredeyse bütün Türkler istiyor. Özellikle Sovyetler döneminde kuzeydeki Türkler, Türklüklerinden uzaklaştırılmaya çalışılmışsa da, bugün çeşitli toplantılarda Türk ellerinden gelen konuklar hep Türk birliğini arzuladığını söylemektedirler.

      Türk birliğini tam anlamıyla çözemeyen / benimsemeyenler, şu soruyu sorabilirler: “Peki, Türk birliği kurulunca ne olacak?” Öyle güzel şeyler olacak ki… Her şeyden önce daha tarihin ilk dönemlerinde ayrıldığımız soydaşlarımızla bir çatı altında toplanmış olacağız. Şu anda bu “çatı“yı, devlet sınırlarının silinerek yeni sınırların çizilmesiyle kurulacak bir birliğin çatısı olarak anlamamak gerekir. Bu, şu anda istenilenin ötesinde olan bir ülküdür. Fakat şu anda onun ilk adımı olan “Avrupa Birliği“ne benzer bir birliği gerçekleştirmek gerekir. Bu birlikte devletler kendi bağımsızlıklarını koruyacaklar; fakat askeri, siyasi, ekonomik… anlamda dayanışma / yardımlaşma içerisinde olacakları bir Türk Birliği‘ne bağlı olacaklardır. Bu birlik sayesinde ekonomik anlamda yardımlaşmalar olacak, bütün Türk devletleri kalkındırılmaya çalışılacaktır. Hatta bugün maddi güçsüzlük nedeniyle bağımsız olamayan özerk Türk devletlerine verilecek destekle, onlar da bağımsızlığını kazanacaktır. Bu birlikle, dışarıdan aldığımız birçok şeyi (petrol, doğalgaz, tekstil ürünleri, gıda ürünleri…) Türk Birliği‘ne dahil olan ülkelerden alıp, yine dışarıya gönderdiğimiz ürünleri de öncelikli olarak Türk Birliği‘ne dahil ülkelere göndereceğiz. Böylece bugün dışarıya akıttığımız milyonlarca YTL, dolaylı olarak bizim olacaktır. Yine dışarıya sattığımız ürünler de soydaşlarımıza gidecek, bugün resmen “kaçırılan” kaynaklarımız dolaylı yoldan “bizim” olacaktır. Bunların dışında, Türk Birliği’nin desteklediği büyük sanayi bölgeleri oluşturulacak, birçok ülkede Türk malları satılacaktır.

      Bu birliğin ekonomik getirilerinin dışındaki önemli bir yönü ise “siyasi” anlamdaki kalkınmadır. Türk birliği ile birlikte güçlenen ekonomimiz sayesinde dünya siyasetine yön verebilecek bir kurulumuz olacaktır. Böylece belki de “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” ne ihtiyacımız olmayacak, yatırımlarımız için İMF‘ye yalvarmamıza gerek kalmayacaktır. Bu birlik sayesinde, hem Türk devletlerinde hem de dünyada barışı sağlayacak bir askeri güç (ordu) oluşturulacak, böylece bütün Türk devletlerinin iç ve dış güvenliği sağlanmış olacaktır.Bunların dışında Türk Birliği‘nin getireceği en önemli şeylerden biri ise, “kültürel” anlamda birliktelik sağlamaktır. Bugün dilleri ve yaşantıları neredeyse aynı olan Türk toplulukları, bu birlik sayesinde kaynaşacak, sıkı ilişkiler sayesinde bütün Türkler birbirine bağlanacaktır. Hatta bu birlik sayesinde ortak bir Türk Dili oluşturmak bile mümkündür.

      Bir yazı ile anlatılamayacak kadar yararı olan bu kut’lu birlik, bir an önce devlet başkanları tarafından görüşülmeli ve hayata geçirilmelidir. Afrikalıların bile bir birlik kurduğu şu dönemde, üzerinde her türlü oyunların oynandığı Türk ulusunun geleceği adına, bu birlik kurulmalı ve gün, dünyaya TÜRK‘ün adını yüksekten söylettirecek günlerin miladı olmalıdır.

      Yavuz Tanyeri

      bilgicik.com/yazi/turk-birligi-kurulmalidir/
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Mesaj 2 defa düzenlendi, son düzenleyen “Kuku” ().

      Türk Dünyasında "Dil" Ve" Alfabe" Birliğinin Önemi

      Dil birliğinin önemi konusunda, Babil uygarlığında ders çıkartılması gereken çok güzel bir efsane vardır. Bulutlar Tanrısı’na ok savurmayı kafasına koyan kral, bunun için göklere yükselen bir kule inşa ettirir ve bu uğurda binlerce işçiyi çalıştırır.
      Ancak Bulutlar Tanrısı kralın bu işini engellemek için kolay bir yol bulur. Kule inşaatında çalışan işçilerin her birinin dilini unutturur ve başka dillerle konuşmalarını sağlar. Birbirlerini anlamayan işçiler anlaşmazlığa düşerler, keşmekeş yaşanır ve kule inşa edilemez.!

      Efsanede de anlatıldığı gibi dil hayatın olmazsa olmazıdır. Dil sembolik bir iletişim aracıdır ve anlaşmayı sağlar. Kültürü taşır, bireyleri topluluk üyesi haline getirir, yığın halindeki kalabalıkları kurumsal yapılara dönüştürür ve “Millet” inşa eder.
      Dilimiz Türkçe bu açılardan bizlere bahşedilen büyük nimettir. Zira gerek muazzam gramatik yapısı gerekse konuşulan coğrafyalar/devletler itibariyle büyük avantajlar sağlayacak özelliktedir.

      Soğuk savaş yıllarından sonra ortaya çıkan ekonomik ve siyasi gelişmeler ülkeleri –özellikle hassas coğrafi konuma haiz ülkeleri- yeni pozisyonlar yaratmaya/oluşturmaya mecbur bırakmıştır. İyi komşuluk ilişkileri ve bölgesel ittifakların önemi/gerekliliği anlaşılmış, bu yönde yürütülen diplomasi yanı sıra kültürel alanlarda da işbirliğine yönelinmiştir.

      Gelişmelerin adeta “dayattığı” bir başka sonuç ise; aynı kültürel değerlerden beslenen ülkelerin “birlikte hareket etme mecburiyeti” şeklinde ortaya çıkmıştır.
      Aynı dil’e ve benzer kültüre sahip olup da farklı coğrafyalarda yaşayan ülke halkları/yönetimleri, geçmişte bağlı oldukları blokların ideolojik kalıp/kimliklerini bir kenara bırakarak, akrabalarıyla yeni bir sayfa açmaya başlamışlardır. Önceleri belli kesimin özel ilgi alanı gibi görünen Orta Asya Türk Cumhuriyetleri konusu, şimdilerde analitik düşünme becerisine sahip tüm entelektüel kesimin hem fikir olduğu bir ideal haline gelmiştir.

      Farklı teknolojilerin ve tecrübelerin karşılıklı transferi, enerji kaynaklarının aktarımı, iş gücü paylaşımı gibi birçok konuda başarıyla ve sorunsuz şekilde sağlanan işbirliği neticesinde; Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ve Türkiye Cumhuriyeti halkında/aydınında/yöneticisinde, gelecekte sadece ekonomik alanda değil, diğer tüm konularda da sağlıklı işbirliği yapılabileceği kanaati oluşmuştur.

      Bu çerçevede çeşitli zeminlerde; Orta Asya Türk Cumhuriyetleri ile Türkiye’nin başta devlet adamları olmak üzere tüm etkin şahsiyetlerinin katıldığı toplantılar, kongreler, konferanslar vs. etkinlikler tertip edilmiştir.

      Kaydedilen bu aşamada gelinen nokta; tüm cumhuriyetlerin aralarında rahatlıkla anlaşabilecekleri bir “Türkçe Lehçesi” ile “Ortak alfabe”nin belirlenmesidir.

      Kuşkusuz “lehçe” belirlenmesi konusunda her ülke kendi, lehçesinin uygunluğunu gündeme getirmek isteyecektir. Ancak unutmamak gerekir ki bu konu akademisyenlerin uzmanlık konusudur ve her ülke/devlet veya topluluk mensubu uzmanların bir araya gelerek çözümleyeceği bir konudur.

      Şunu da belirtmek gerekir ki; bir miktar sıkıntı yaratsa da halklar mevcut haliyle de anlaşabilmektedirler. Dil benzerliğinden kaynaklanan avantajla zaten zaman içersinde kendiliğinden hallolabilecek bir husus olduğu da söylenmektedir. Gelişen teknoloji sayesinde halklar şimdiden geçmişe oranla daha fazla birbirilerini anlayabilmektedirler. Sonuçta ortak bir lehçenin kendiliğinden oluşması bile kaçınılmazdır. Ayrıca şunu da unutmamak gerekir ki, farklı lehçelerin bir araya gelmesi Türkçeyi daha da zenginleştirecektir.

      Bu arada ünlü Kırgız yazar Cengiz Aytmatov’un “Şu anda bir altyapı oluşturuluyor. Doğru yoldayız. Türk dillerini birleştirip bir sentez oluşturmak mümkün değil. Ama Avrupa ve dünyada İngilizce’nin kullanımı gibi bir ortak dil kullanılabilir. Türkiye Türkçesini hepimiz bir ortak şemsiye dil olarak kullanabiliriz” şeklindeki tespitini de belirtmekte fayda var.

      Dünyada meydana gelen gelişmelerin hızı dikkate alındığında; Türkçe lehçelerinin aralarındaki etkileşiminin de hızlandırılması zorunluluğu unutulmamalı ve ne gerekiyorsa bir an evvel yapılmalıdır.

      Bu ihtiyacın tüm Türk Cumhuriyetlerinde hissedilmesi/anlaşılması çok önemlidir. Zira sadece bir ülkenin önderliği/öncülüğünde yapılacak çalışma diğer cumhuriyetleri rahatsız edebilecek, hatta tepkiye bile sebebiyet verebilecektir.

      Çok şükür ki ortak bir lehçe ve alfabe konusundaki ihtiyaç tüm Türk Cumhuriyetleri ve topluluklarda hissedilmekte, düzenlenen toplantı, konferans vs. etkinliklerde bu ihtiyaç dile getirilmektedir.

      Özellikle Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev’in tutum ve söylemleri takdire şayandır. N.Nazarbayev 17 Kasım 2006’da Türkiye’de düzenlenen Türk Dili Konuşan Ülkeler Devlet Başkanları 8. Doruk Toplantısı nda yaptığı konuşmada; “Bütünleşmemiz, bulunduğumuz coğrafyayı istikrara, gönence, ekonomik bağımsızlığa götürecek yoldur. Ancak böylece Türk dünyasının parlak geleceğine sahip olabileceğiz. 21. asırda büyük başarılara imza attık. Ekonomi, siyaset ve uluslararası ilişkilerde büyük sonuçlara ulaştık. 21. yüzyılı, hız kesmeden, Atatürk’ün hayalini kurduğu “Türk birliği ve gelişimi yüzyılı”na dönüştürelim." demiştir.

      “Türk dili konuşan ülkeler arasındaki kültür ilişkilerini geliştirerek, kendi dillerimizi, ortak tarih, sanat edebiyat ve şiir antolojileri yayınlanması ve bu eserlerin dünya dillerine tercüme edilmesini sağlamalıyız. Böylece tüm dünya bizi tanıyacaktır." tespitini yapan Nazarbayev bu doğrultuda ülkesinde kullanılan kril alfabesini değiştirmek için çalışmalar başlatmıştır.

      Kuşkusuz, demografik yapısı ve coğrafi konumu dikkate alındığında Nazarbayev’in işinin hiç de kolay olmadığını belirtmek gerekiyor. Ancak güçlü devlet adamı kişiliği ve kararlı uygulamaları sayesinde Nazarbayev’in bunu en iyi şekilde başaracağına inanıyoruz.

      Kazakistan gibi önemli bir ülkenin Latin alfabesine geçmesi, Türk Cumhuriyetleri arasında oluşmaya başlayan birliğin daha da gelişmesine katkı sağlayacağı bir gerçektir.

      Erdoğan ILGAZ

      turkbirdevbursa.tr.gg/Turk-Dun…fabe-Birliginin-Onemi.htm
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Türk Birliği ve Dünya Hakimiyeti

      Türkler, tarihin çeşitli devrelerinde Türk Birliğini sağlamışlar ve dünya hâkimiyetini kurmuşlardır. Dünya Hakimiyetini, burada dünyayı esir almak anlamında düşünmek yanlıştır. Yine Türk Birliği ile Panturanizm’mi ayırmak icap eder. Panturanizm dünya litaretürüne batı dünyasından geçmiştir. Türk birliği denilince akla; Türk ülkelerinin birbirleriyle aralarında olan düşmanlıklarını bir tarafa bırakıp, barışık bir halde dünya sahnesinde yerlerine almaları gelmelidir.

      Dünya Hakimiyeti denilince de dünya üzerinde yaşanan bütün haksızlık ve sömürü düzenlerini engelleyen ve dünya barışını sağlayan bir güç olarak değerlendirmelidir. Böyle olunca Türk Birliği’nden ve Dünya Hakimiyetinden bahsetmek hem Türklerin hem de dünya ülkelerinin hayrına vesile olacaktır.

      Türk Birliği ve Dünya Hakimiyeti Türkler için yeni bir oluşum değildir. Türkler, Milli Birliği ve Dünya Hakimiyetini tarih sahnesinde defalarca uygulamaya geçirmişlerdir. M.Ö 209-174 yıllarında Büyük Hun İmparatoru Mete Han “ imparator, sonsuz genişlik, yücelik, ululuk” anlamlarını taşıyan “ Tanhu” ünvanını alır ve Kore’den Aral Gölüne, Baykal Gölünden Tibet Yaylası’na kadar uzanan geniş topraklar üzerine Türk Birliğini ve Hâkimiyetini kurar.

      Avrupa Hun İmparatoru Atilla, M.S 445- 453 yılları arasında dünya hakimiyetini sağlar. Atilla’nın hükmettiği topraklar Batı Asya ve Orta Avrupa’nın tamamıdır ki bu alan dünya platformu üzerinde çok geniş bir mekana tekabül eder.

      Tarihte ilk defa adında, "Türk" kelimesi olan Göktürk (Kök-Türk) imparatorluğu, Türk birliği'ni ve dünya hâkimiyetini kurmuş olan Türk devletleri'nden birisidir. Göktürk Hakan'ı Bumin'in oğlu Mukan zamanında, imparatorluk toprakları Kore'den Hazar Denizi'ne kadar uzanan ve yaklaşık 10,5 milyon kilometrekarelik bir alana yayılmıştır. Türkler' de birlik ve dünya hâkimiyeti tarih boyunca birbiri ardına devam eder.

      Dünya hâkimiyeti, Türkler'in vazgeçilmez bir ülküsüdür. 11. yüzyılda Kaşgarlı Mahmud şöyle der; "Yaratan, Devlet Güneşi'ni Türkler'in burcunda doğurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun sultanı çevresinde döndürmüş, Türkler'i yeryüzünün hâkimi yapmıştır."

      Orhun Kitabeleri'nden Kültigin kitabesinin güney cephesinde; "Doğuda gün doğusuna, güneyde gün doğusuna, onun içindeki millet hep bana tabidir. Bunca milleti hep düzene soktum... Fakir milleti zengin kıldım. Az milleti çok kıldım" yazılı ifadelerine rastlıyoruz. Güneyde gün ortası, Ekvator'a yakın bölgeler, kuzeyde gece ortası ise, Kutup Dairesi'ne kadar olan bölgeler olsa gerektir.

      Büyük Selçuklu İmparatorluğu' nun Sultanı Alparslan'ın oğlu Melikşah' a, 25 Nisan 1087'de Bağdat'ta Halife tarafından "Doğunun ve Batının Hükümdarı" nişanı olarak kılıç kuşatılır.
      Melikşah' ın oğlu Sencer ise, Halife'ye gönderdiği bir mektupta; "Allah'ın lütfü ile cihan padişahlığına yükseldiğini" yazar.

      Büyük Selçuklu İmparatorluğu zamanında, Türk birliği ve dünya hâkimiyet alanı sınırlarına, Anadolu yarımadası ve Ortadoğu topraklan da ilave edilir.

      Osmanlı İmparatorluğu'nda ise, Türkler'in bu ülküsü üç kıtada (Asya Avrupa-Afrika) gerçekleşir ki, bu coğrafî mekan yaklaşık 22 milyon kilometrekareyi bulur. Bu değer, Avrupa kıtasının yüzölçümünün iki, Batı Avrupa'nın altı katından fazladır. Yani Osmanlı İmparatorluğu’ nun dünya hâkimiyet sahası bugün sözü edilen Avrupa Birliği ülkelerinin toplam alanından altı kat daha fazla bir alan üzerinde kurulmuştur.

      Cihan (Dünya) padişahlığı, Osmanlılar' da gelenekselleşir ve Osmanlı padişahları aynı zamanda; "Cihan Padişahı", "İslâm'ın Halifesi", "üç kıtada at koşturan kurtarıcı, velinimet" gibi unvanlarla anılırlar.

      Osmanlı İmparatorluğu tarih sahnesinden çekilince Türk birliği bozuldu ve dünya hâkimiyeti başka milletlerin eline geçti. Ancak 20. yüzyılda dünya imparatorluğuna soyunan milletler, ne yazık ki dünya barışını koruyamadılar. Dünyanın dört bucağında, sömürü düzeni sonucunda zulüm ve baskı rüzgârları estirildi. Yeryüzü savaşlarla kan gölüne çevrildi. Dileriz bu dökülen kanlar, 21. Yüzyılda da akmaya devam etmez. Bunun için de, dünya barışına ihtiyaç vardır.

      Şüphesiz gelecekte kurulacak barış ve sevgi dünyasında, Türkler'e ve Türk birliği'ne büyük ihtiyaç vardır. Çünkü tarih bir tekerrürden ibarettir. Tarihin tekrar etmesi için gerekli olan coğrafya da buna müsaittir.

      turkalemiyiz.com/asil/turkistan.asp?id=444
      Doğru olsam ok gibi,Uzağa atarlar beni
      Eğri olsam yay gibi,Elde tutarlar beni
      Hz. Mevlana

      Orta Asya Türk Cumhuriyetleri Birliği

      ORTA ASYA TURK CUMHURIYETLERI EKONOMIK BIRLIGI için hepimiz çaba göstermeliyiz.
      Bu ekonomik birliğin bugün veya yarın gibi kısa zamanlarda kurulması güç fakat hep birlikte şimdiden Türkiyemizin hedefinin bu yöne doğru olmasını sağlamak için irade göstermemiz gerekir.

      OATCEB için elele vermeliyiz ve birbirimizi bilgilendirmeliyiz.
      Türkiyemiz AB yolunda yürümeye devam edebilir. Bu bir projedir. Gerçekleşmeyebilir.

      ORTA ASYA TURK CUMHURIYETLERI BIRLIGI
      OATCB ekonomik birliğin son aşaması olarak bir HEDEF teşkil etmektedir. Bunun için millet olarak zihnen buna kendimizi hazırlamamız gerekir.

      Rusya’nın dağılması ile birlikte Orta Asya’daki Türk varlığı ve Türk Cumhuriyetleri ortaya çıktı. Bunların bazıları bağımsız, bazıları ise Rusya Federasyonu içerisinde özerk cumhuriyet şeklinde varlıklarını sürdürmektelerü. Bu Cumhuriyet ve Toplulukların sosyo-ekonomik yapıları şöylece belirtilebilir:

      1- Azerbaycan
      Azerbaycan, coğrafi ve tarihi bakımdan dünyanın önemli yerlerinden birinde yerleşmektedir. Tarihi şartlar ve zorunluluklar yüzünden ikiye bölünen Azerbaycan’ın Güney Azerbaycan denilen kısmı İran topraklarında bulunmaktadır.

      Burada inceleyeceğimiz ve şu anda Azerbaycan Cumhuriyeti olarak varlık gösteren Kuzey Azerbaycan, 1917 Bolşevik İhtilalinden sonra 28.5.1918’de bağımsız bir devlet olarak kurulmuşsa da, bu bağımsızlık fazla uzun sürmemiş, 1 yıl 11 aylık süreden sonra 27.4.1920’de Kızılordu işgaline uğrayarak tekrar Rusya’ya dahil edilmiştir. Yaklaşık 70 yıl Sovyetler Birliği içerisinde kalan Azerbaycan 28.5.1990 tarihinden sonra yeniden bağımsızlık mücadelesini başlatmış ve bağımsızlığını kazanmıştır.

      Azerbaycan Cumhuriyeti hakkında şu bilgiler verilebilir:

      Resmi Adı : Azerbaycan Cumhuriyeti

      Dili : Azerbaycan Türkçesi

      Başkent : Bakü (2.1 milyon)

      Cumhurbaşkanı : Haydar Aliyev

      Yüzölçümü : 86.600 km2

      Nüfusu : 7,6 milyon

      Para Birimi : Manat

      GSMH : 3,9 milyar $

      Fertbaşına Gelir : 506 $

      Enflasyon Oranı : %3,7

      İhracat(1997) : 781 milyon $, Türkiye’ye: 58 milyon $

      İthalat(1997) : 794 milyon $, Türkiye’den: 320 milyon $

      Azerbaycan, 4,5 milyar ton petrol rezervi, 118,65 milyar m3 doğalgaz rezervi, yıllık yaklaşık 800 bin ton pamuk üretim kapasitesi ve dünya havyar üretiminin %80’ini karşılayan yapısı ile dünyanın stratejik öneme sahip bir bölgesinde yerleşmektedir. Bu topraklar zengin petrol yatakları ve madenleri ile eski Sovyetler Birliğini de ihyâ etmiştir. Şurası bir gerçektir ki, Sovyetler Birliği’nin uzun süre süper güç olarak kalmasının arkasında Azerbaycan’ın yeri inkâr edilemez. 1913 yılında Rusya’da üretilen 8 milyon ton petrolün 7 milyon tonu Azerbaycan’dan elde ediliyordu. 1941 yılında ise, Sovyetler Birliği tarafından üretilen 30 milyon ton petrolün 22 milyon tonu Azerbaycan’dan çıkıyordu.

      Hazar havzasının yaklaşık 200 milyar varil düzeyinde petrol rezervine sahip olduğu tahmin edilmektedir. Bu miktar, dünya potansiyel petrol rezervinin %10’una denk gelmekte, bugünkü düşük fiyatlarla bile 4 trilyon $’ı aşmaktadır. Bu yönüyle de 21. Yüzyılın en stratejik bölgesi bu bölge olmakta, bölge ülkeleri içinde de daha büyük rezerv barındıran Azerbaycan ve Kazakistan öne geçmektedir.

      2- Kazakistan
      17. ve 18. yy.’larda Ruslar, Türkistan sahasında büyük işgallerde bulunmuşlardır. Bu işgallerin sonucunda 1731 yılında Kazaklar da Rus hakimiyetine geçmeye başlamışlardır. Ancak, 1783 yılında Sırım Batur önderliğinde Batı Kazakistan’da Ruslara karşı bir ayaklanma başlamış, beş yıl devam eden bu ayaklanmayı Ruslar güçlükle bastırmışlardır. 1916 ve 1917 yıllarında yine Kazaklar, kendi bağımsızlıklarını kazanmak için Çar orduları ile savaşmışlarsa da muvaffak olamamışlar ve 1919 yılında Sovyetler, Kazaklar için bir hükümet kurarak Orenburg şehrini başkent yapmışlardır. 1924 yılında otonom Kazakistan Sovyet Cumhuriyeti kurulmuş, bağımsızlığın kazanıldığı 1990 yılına kadar da bu topraklarda Sovyet hakimiyeti devam etmiştir.

      Kazakistan hakkında şu bilgiler verilebilir:

      Resmi Adı : Kazakistan Cumhuriyeti

      Resmi Dili : Kazakça

      Başkent : Astana (300.000)

      Cumhurbaşkanı : Nursultan Nazarbayev

      Yüzölçümü : 2.724.900 km2

      Nüfusu : 15,9 milyon

      Para Birimi : Tenge

      GSMH : 22,3 milyar $ (1997)

      Fertbaşına Gelir : 1404 $ (1997)

      Enflasyon Oranı : %11,2 (1997)

      İhracat (1997) : 7 milyar $, Türkiye’ye : 165 milyon $

      İthalat (1997) : 7,8 milyar $, Türkiye’den : 211 milyon $

      Zengin doğal kaynaklara sahip bir başka Türk Cumhuriyeti olan Kazakistan, eski Sovyetler Birliği’nin krom rezervlerinin %90’ına, çinko rezervlerinin %50’sine sahiptir. Eski Sovyetler Birliği’nin üçüncü büyük kömür havzasına (50 milyar ton rezerv) ve tarıma elverişli arazinin 1/5’ine sahiptir. Ülkede 7 bini aşkın akarsu vardır. Ülkenin doğusundaki 28 milyon hektarlık bir orman varlığı kağıt sanayiine katkıda bulunur. Bunun dışında petrolden uranyuma kadar çok geniş maden zenginliklerine sahiptir. Ülkede 16 milyar varilden daha fazla petrol rezervi olduğu kanıtlanmıştır.

      3- Özbekistan
      Cengiz Han’ın torunlarından Batu Han tarafından kurulan Altun-Orda Hanlığının başına 9. olarak Öz-bek Han geçmişti. Bu şekilde oluşan Özbekistan, güneyde 1852 yılında Türkistan’ın istilası ile birlikte Rus Çarlık ordularının hedefi haline gelmiştir. 1885-1910 yılları arasında da devam eden savaşlar sonrasında Ruslar tamamıyla Özbekistan’ı işgalleri altına aldılar. 1916 yılında Türkistan’da Ruslar’a karşı büyük ayaklanma gerçekleşmiş, bu ayaklanmanın sonucunda 673 bin Türk hayatını kaybetmiş, 168 bin Türk Sibirya’ya sürülmüş, 300 bin Türk de yakındaki Doğu Türkistan’a kaçmak zorunda kalmıştır.

      1917 Komünist ihtilalinden sonra Rusya’da rejim değişmekle birlikte, Türkler için çok bir şey değişmemiş; Ruslar, 1918 yılında Türkistan Otonom Sovyet Cumhuriyetini kurduklarını ilan etmişler, 1919 yılında da Rus general Frunze kumandası altında buralara hücuma başlamışlardır. Osmanlı kumandanlarından Enver Paşa’nın buralara gelip, Ruslar’la savaşması da kısmi başarılar sağlamakla birlikte neticeye ulaşamamış, 1924 yılında Ruslar bu topraklarda tam hakimiyet kurmuşlardır.

      Özbekistan hakkında şu bilgiler verilebilir.

      Resmi Adı : Özbekistan Cumhuriyeti

      Dili : Özbek Türkçesi

      Başkent : Taşkent (2,1 milyon)

      Cumhurbaşkanı : İslam Kerimov

      Yüzölçümü : 447.400 km2

      Nüfusu : 23,6 milyon

      Para Birimi : Sum

      GSMH : 14,0 milyar $ (1997)

      Fert Başına Gelir : 484 $ (1997)

      Enflasyon Oranı : %67 (1997)

      İhracat (1997) : 2,9 milyar $, Türkiye’ye: 95 milyon $

      İthalat (1997) : 3,3 milyar $, Türkiye’den: 211 milyon $

      Özbekistan ekonomik olarak da önemli imkanlara sahiptir. Özbekistan pamuk üretimi Sovyetler Birliği’nin ihtiyacının yaklaşık %50’sini karşılamıştır. Et, süt, yumurta yönünden de aynıdır. İpek üretimi ve meyvecilikte ileridir. Ülkenin en büyük bölümünü kaplayan Kızıl Kum Çölü’nün zengin doğal gaz, altın ve uranyum yataklarına sahip olduğu bilinmektedir. Özbekistan’ın sahip olduğu yıllık 100 ton kapasiteli altın madeni, bütün diğer ülkelerin de iştahlarını kabartacak özelliktedir. Çünkü bu miktar, dünyadaki en büyük altın ocaklarının üretiminden çok fazladır. Ayrıca Özbekistan’da, stratejik bir madde olduğu için miktarı tam belirtilmeyen ve işletilmekte olan Uranyum yatakları da bulunmaktadır.

      4- Kırgızistan
      560 yılında Mo-kan Kağan idaresindeki Kök-Türkler’in tabiyetine giren Kırgızlar, 1700 yıllarında Hokand Hanlığı’nın hakimiyetini kabul etmişler, kısa bir süre sonra da bu hanlığın idaresi Kırgız Türkleri’nin eline geçmiştir. 1846 yılından itibaren bu bölgede de Rusların işgalleri başlamış, 1852’de Kırgızistan’ın önemli şehirlerinden biri olan Akmescit’i büyük bir katliamla zapt etmişlerdir. 1855 yılından itibaren Rus işgali artmış, 1865 yılında da Taşkent’i istila etmişlerdir. Muhtelif karşı ayaklanma teşebbüslerine rağmen Rus hakimiyeti devam etmiş, 1916 yılındaki büyük isyanda 673 bin Kırgız Türk’ü şehit düşmüş, 200 bini sürülmüş, 300 bin Türk de kaçmak zorunda kalmıştır. Sovyet ihtilalinden sonra da Ruslar, Ermeniler’le takviyeli bir orduyu Kırgızların üzerine yollamışlar ve 1 Mayıs 1918’de bütün buraları da Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği’ne dahil etmişlerdir.

      Kırgızistan hakkında şu bilgileri verebiliriz.

      Resmi Adı : Kırgızistan Cumhuriyeti

      Dili : Kırgızca

      Başkent : Bişkek (600.000)

      Cumhurbaşkanı : Asker Akayev

      Yüzölçümü : 198.500 km2

      Nüfusu : 4,5 milyon

      Para Birimi : Som

      GSMH : 1,7 milyar $ (1997)

      Fert Başına Gelir : 404 $ (1997)

      Enflasyon Oranı : 14,7 (1997)

      İhracat (1997) : 604 milyon $, Türkiye’ye : 7 milyon $

      İthalat (1997) : 675 milyon $, Türkiye’den : 49 milyon $

      Kırgızistan’ın hayvancılık ağırlıklı bir ekonomik yapısı vardır. 4000’den fazla bitki çeşidine sahiptir. Çok sayıda hidroelektrik santrali ile yılda 9,3 milyar Kwh elektrik enerjisi üretilmektedir. Kırgızistan sınırlarındaki Tanrı Dağlarında 10 milyon ton rezervli demir filizi bulunmaktadır. Bu dağların güneyinde civa, sürme ve altın yatakları da vardır. Fergana Vadisinde petrol ve doğal gaz yatakları mevcuttur. Kırgızistan kömür yatakları bakımından 31 milyon ton rezerv ile Orta Asya’da birinci sırada yer almaktadır.

      5- Türkmenistan
      17. yüzyıla kadar değişik boylar altında bağımsız yaşayan Türkmenler, bu yıllarda Moğolların ve Kalmukların istilasına uğramışlardır. Daha çok İran tarafından saldırıya uğrayan Türkmenler, Ruslar’ın da büyük ilgi gösterdiği bir ülke olmuş, Ruslar’ca Hazar kıyısındaki Kızıl-Su’nun stratejik açıdan mutlaka işgal edilmesi gerektiği bildirilmiştir. 1870 yılından itibaren Rus hücumlarına uğrayan Türkmenistan 1877-1878 Osmanlı-Rus savaşı süresince hücumdan ayrı tutulsa da, 2 Şubat 1879’da Ruslar Türkmenistan’ı işgal kararı vermişlerdir. 1881 yılında çarpışmalar sona erdiğinde Türkmenler 26.500 kişi şehit vermişlerdir. Sovyet ihtilalinden sonra da bağımsızlık için direnen Türkmenler, 1924 yılında Türkmen Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti kurulmuş olmasına rağmen 1931 yılına kadar Ruslar’ı uğraştırmış, ancak 1927 yılında Ruslar’la yaptığı son savaşı da kaybeden Cüneyt Han’ın ayrılması ile, tamamıyla Sovyet hakimiyetinde kalmışlardır.

      Türkmenistan hakkında şu bilgiler verilebilir.

      Resmi Adı : Türkmenistan Cumhuriyeti

      Dili : Türkmence

      Başkent : Aşkabat (500.000)

      Cumhurbaşkanı : Saparmurat Türkmenbaşı

      Yüzölçümü : 488.100 km2

      Nüfusu : 4,6 milyon

      Para Birimi : Manat

      GSMH : 3,9 Milyar $ (1995)

      Kişibaşına Gelir : 920 $ (1995)

      Enflasyon Oranı : %14,5 (1997)

      İhracat (1997) : 751 milyon $, Türkiye’ye: 73 milyon $

      İthalat (1997) : 118 milyon $, Türkiye’den: 118 milyon $

      Türkmenistan ekonomisi köy ekonomisine dayanır. Üretimde pamukçuluk, bağcılık önemli bir yer tutar. Üretilen pamuğun ancak %1’i Türkmenistan’da işlenebilmektedir. Besicilik ve tarımsal ürünler yönünden zengindir. Yarım milyon hektar arazisi sulanabilmektedir. Kükürt, sodyum sülfat, sülfür, iyot, krom gibi maden yataklarına sahiptir. 1990 yılı verilerine göre, yıllık 88 milyar m3 doğal gaz üretimi vardır. Petrol üretimi de yıllık 5,8 milyon ton gibi azımsanmayacak miktardadır.

      wowturkey.com/forum/viewtopic.php?t=26788
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Türk Birliği

      Kurtuluş Savaşı’ndan beri görülmemiş senaryoların, gruplaşmaların ve emperyalist güçlerin açıkça oynadığı tiyatroların, Türk yurdunu adeta kıskaca almış olduğu bugünlerde, Batı yanlısı bir takım medya ve kuruluşların, hatta siyasilerin Türk Milleti’ne gösterdiği tek hedef kayıtsız şartsız Avrupa Birliği üyeliğidir. Hiçbir siyasi kuruluş, medya vb... gibi kurumların bahsetmediği tek şey ise, Türk Birliği’dir.

      Türk’ün ait olmadığı, her türlü pakt ve oluşumlar desteklenirken, Avrupalı kimliğimizin olmadığını iddia eden ve geleceğinin hâlâ tartışma halinde olduğu bu birliğin, bu kadar körü körüne, Türk Milleti için tek hedef haline getirilmeye çalışılmasının, kimlerin menfaatine olduğunu sormamız gerekmektedir.

      Birinci Dünya Savaşı’ndan önce, Paris Antlaşması ile tezgâhlanan ve Sevr rüyası ile Türk yurdunu sahiplenmeye çalışanlar, o günkü İngiliz diplomatın dediği gibi; “Bugün siz kazandınız, ancak sanmayın ki kendi başınıza başarılı olabilirsiniz, er veya geç bize ihtiyacınız olacak, işte o zaman bilin ki her bizden istedikleriniz bizi Sevr’e daha çok yaklaştıracaktır.” söylemleri tarihin içine gömülmüş inançlardan öte, hâlâ gündemini koruyan hesapların bir parçasıdır.

      İngiliz aydınları, Hitler’in İkinci Dünya Savaşı ile Avrupa’ya hükmetme hedefini, Avrupa Birliği’nin bugün Almanya’nın hegemonyasına girmesiyle başardığının altını çizmektedirler. Buna son verdirmek için, İngiltere’nin kendi çıkarları doğrultusunda, Blair hükümeti ile başlattığı siyasi çalışmalar varken, Türk Milleti, tepsiyle kendi bağımsızlığını hangi sebeple Avrupa Birliği’ne teslim etmek istemektedir?

      Bazı siyaset bilimcileri bunun cevabını; ekonomik ve siyasi olarak açıklamaktadırlar. Bu cevapların doğruluğunu sorgulayalım...

      Ekonomik olarak güçlü gözüken, Avrupa Birliği’nin güçlü ekonomisini devam ettirebileceğinin garantisi yoktur. Avrupa Birliği kendi içerisinde her geçen gün yaşlanan nüfusu ile kalifiye eleman bulmakta zorlanmanın ötesinde, gerek ABD’nin gerek Çin ve Japonya’nın gücünün gölgesinde kalmaktadır. Tarım ve özellikle balıkçılıkta artan sorunların yanı sıra, büyüme hızı her geçen gün düşen Avrupa Birliği’nin, Türkiye’ye kısa vadede sağlayacakları kaynakların önceliğinin sosyal haklar ve demokrasi olduğu iddia edilmektedir. Bu haklara sahip olmak için Avrupa Birliği’ne girmek zorunluluğu olduğunu iddia edenler önce kimin menfaatine çalıştıklarını da açıklamak zorundadırlar. Sosyal adalet arayışı içerisindekiler bu adaleti kimin için, ne için istediklerinin de cevabını versinler.

      Dünyada bir tek demokrasi yoktur! Cumhuriyetle veya demokrasi ile yönetilen her ülke kültürel ve siyasi gelişimi boyunca, kendi demokrasisini de geliştirir ve uygular. Türkiye Cumhuriyeti’nin demokrasisini sorgulamaya kalkanlar önce hangi demokrasiyi Türk Milleti’ne yakıştırdıklarının cevabını vermek zorundadırlar.

      Farklı kültür ve siyasi gelişimden gelen ülkelerin demokrasisini Türk Milleti’ne uygulatmaya çalışmak, şişman insanı dar sandalyeye oturtmaya benzer. Türkiye Cumhuriyeti’nin var olan demokrasisini beğenmeyenler veya Türk kültür ve siyasi yapısına göre Türkiye Cumhuriyeti’nin gelişimini istemeyenler, Batı demokrasisini tek demokrasi olarak Türk Milleti’ne dayatmaya kalkanlar, arzu ettikleri ülkelerde yaşamakta özgürdürler! Türkiye Cumhuriyeti, bunu sağlayacak kadar demokrasisini geliştirmiştir.

      Türk Milleti’nin kendi demokrasisi ve gelişimi doğrultusunda sosyal hakların sağlanması çok daha doğru bir yaklaşımdır. Batıcıların ikinci iddiası da; ekonomik olarak Avrupa Birliği’nin sağlayacağı kaynaklardır, kısa vadede bu imkanlar iştah açsa da uzun vadede, Türk Milleti’nin, gerek ekonomik gerek siyasi olarak bunun bedelini ağır ödeyebilecek riskleri de taşıyacağının bilinmesi gerekmektedir.

      Siyasi olarak olaya baktığımız zaman, Türkiye coğrafyasından dolayı, ciddi stratejik öneme sahiptir ve yüzünü yalnızca Batıya dönmüştür. Yalnız Batıya yüzünü dönmenin Atatürkçülük olduğu dahi iddia edilmektedir. Atatürk Batıcı değil, medeniyetçidir. Halbuki, Türk Milleti’nin yüzyıllardır sahip olduğu medeniyet, Helenci zihniyetinin tesiri altındaki Batının tekeline girmiş, bugün Türk Milleti’ne utanmadan Batı medeniyeti adı altında satılmaya çalışılmaktadır.

      Türkiye’nin yüzünü yalnızca Batıya dönmesinin yanısıra kendine güven duymayan Türk siyasetçilerinin, belki art niyetle, belki vizyonsuzluk sebebiyle, işi daha ileriye götürerek, bağımsızlığımızın sorgulanması noktasına kadar gelen ülkemizin, bugünkü durumunu da hazırlamışlardır.

      Ekonomik olarak bağımlı hale gelen Türk Milleti’ne verilen reçete bugün bağımsızlığımızdan daha çok taviz vererek, karnımızın tokluğunun, adeta garanti altına alma reçetesi olduğu iddia edilmektedir. Aslında varolan gerçek ise; “bağımsızlığı garanti altında olmayan hiçbir milletin karnının tokluğunun da garanti altında olamayacağıdır.” Ne zamandan beri Atatürkçülük Türk Milleti’nin bağımsızlığını ekonomi adı altında parayla satılır hale getirmiştir?

      Bütün bu gelişmeler ortadayken, Türk Birliği’nden hiç bahsetmeden Avrupa Birliği’nden bahsetmek, nasıl oluyor da Türk Mileti’nin tek çıkışı olarak gösterilmektedir.

      Türk Birliği önce kendi aramızda sağlanmalıdır. Hiçbir aklı başında Türk yoktur ki Türk Birliği’ne karşı çıksın. Türk Birliği’nden kastımız önce, Türk Milleti’nin yüzde yüz bağımsızlığının sağlanmasıdır, Türk Milleti’nin bağımsızlığını sağlamak ekonomik güçten geçiyorsa işte adres: Türk Cumhuriyetleri ile kurulacak ekonomik ve kültürel bir birlik güçlü bir Türk dünyası yaratacaktır. Yüzünü yalnızca Batıya dönen bir siyasi anlayışla, bu mümkün değildir. Türk, kendi anayurtlarındaki kendi kültürel bağları olan bu coğrafyaya yani Orta Asya’ya önce yüzünü dönmelidir.

      Bugün Orta Asya’da bulunan, Batının “Turkic” olarak adlandırdığı bu cumhuriyetler emperyalistlerin iştahını kabartmaktadır. Çok geç olmadan, ekonomik ve kültürel bir birlik kurulmalıdır. Petrolden doğalgaza kadar bir çok zenginliğe sahip bu bölgelerde kurulacak Türk Birliği, dünyadaki bütün Türkleri, kendisinin efendisi konumuna getirecektir.

      Avrupa Birliği’ne bu kadar taviz vermekten yana olanlar düşünmelidir; Avrupa Birliği’nin finansal ve bankacılıktaki üstünlüklerinden başka, ne türlü bir ekonomik üstünlükleri vardır? Ne türlü kaynaklara sahiptirler? Bugün borsa ve bankacılık sektörü çökse, Avrupa Birliği’nin hali ne olur? Bu soruların cevabı gayet açıktır.

      Siyaset vizyonsuzluğu affetmez, bugüne göre yapılan siyasetler, ancak küçük devletlerin geçici, günlük yaşamasını sağlar. Türk Milleti gibi büyük bir milleti, küçük devlet konumuna göre, vizyonsuzlukları ile sokmaya çalışanlar yarın tarih önünde bunun hesabını vereceklerini de hatırlamak zorundadırlar.

      Güçlü ve bağımsız olmayan milletler bir gün yok olmaya mahkumdurlar. Türk Milleti’ni beşbin yıldır yok edemeyenler, bugün her zamankinden daha çok neşelidirler. Avrupa Birliği’ne girmeyi hayat memat meselesi haline getirenler, aynı zamanda Türk’ün yüce kimliğini Avrupalı kimliğine satmaya çalışmaktadırlar.

      Misakı Milli sınırlarımız, Atatürk’ün gösterdiği hedeflerden yalnızca bir tanesi. Avrupa Birliği’ne girildiği zaman ne olacaktır? Avrupa Birliği sınırları varken kim Türk’ün kendi Misakı Milli sınırlarını kaale alacaktır. Musul ve Kerkük’ü geri almayı bırakın, kendi sınırlarımızı dahi tartışmaya açmayacaklarının garantisini kim verebilir? Atatürkçülük ne zamandan beri farklı hedefleri savunur hale gelmiştir? “Bağımsızlık benim karakterimdir” diyen Atamızın istismar edilmesine hangi Türk seyirci kalmaya devam edecektir.

      Türk Milleti’nin yüzyıllardır yaşayan varlığı, tarihe hep onurla, şerefle adını yazdırmıştır. Türk kendi ecdadına layık olmak gibi bir lüksün içindedir. Bugün belimizin bükük, düşüncelerimizin kontrol edildiği bir dünyada Türk’ün daha fazla hapsedilmesine göz yumacak değiliz. Tek reçeteye mahkum hale getirilmeye çalışılan Türk Milleti’nin, doğru alternatiflerinin de olduğunun gösterilmesi ve bu esaretliğinin son bulması gerekmektedir. Avrupa Birliği tek çare değildir. Esas çözüm Türk Birliği’dir. İlk önce Türk Birliği’ni kuralım. Türk Milleti’ni her konuda güçlendirelim, kendi bağımsızlığımızın garantisini elimize alalım, Türk kimliğinin sonsuza kadar yaşayacağını ispatlayalım, Türk milletini dünya arenasında ait olduğu yere getirelim. Ondan sonra Avrupa Birliği’ne girelim.

      Ne için mi gireceğiz? Türk milletinin dünyada bir eşi benzeri olmayan yönetme gücünü Avrupalılara göstermek için...

      Funda UZUN
      turksolu.org/56/uzun56.htm
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Kuzeydoğu Anadolu Türk Ağızlarını Türk Dünyası Ağızlarına Bağlayan Özellikler

      Kuzeydoğu Anadolu bölgesinin halkının Güney Azerbaycan’dan gelen Oğuz Türkleri ile
      Kafkasya üzerinden gelen Kıpçak Türkleri’nin karışmasından meydana geldiği yapılan tarih
      ve dil araştırmalarıyla ortaya konmuştur[1]. Kuzeydoğu Anadolu bölgesine ilk yerleşenlerin
      Türk kökenli Tavırlar olduğu bölgedeki birçok yer adlarının Turanlı olduğu da
      anlaşılmıştır[2].
      Kuzeydoğu Anadolu Ağızlarının Anadolu Ağızları İçindeki Yeri[3]:


      Anadolu ağızları;
      I. Doğu Grubu ağızları,
      II. Kuzeydoğu Grubu ağızları ve
      III. Batı Grubu ağızları olarak üç ana gruba ayrılmaktadır. Trabzon ve yöresinin içine dahil
      olduğu Kuzeydoğu Grubu ağızları kendi içinde;
      I. Grup: Trabzon, Rize (merkez), Kalkandere, İkizden, Gündoğdu, Büyükköy (Rize) ağızları,
      II. Grup: Çayeli, Çamlıhemşin, Pazar, Ardeşen, Fındıklı (Rize) ağızları,
      III. Grup: Arhavi, Hopa, Borçka, Kemalpaşa, Muratlı, Ortacalar, Göktaş, Camili, Meydancık,
      Ortaköy (Artvin) ağızları olarak sınıflandırılmaktadır.


      Trabzon ve yöresinin içine girdiği I. grup kendi içinde iki alt gruba ayrılmaktadır:
      1. Vakfıkebir, Akçaabat, Tonya, Maçka, Of, Çaykara ağızları,
      2. Trabzon merkez, Yomra, Sürmene, Araklı, Rize (merkez), Kalkandere, İkizdere, Gündoğdu,
      Büyükköy (Rize) ağızları.
      Kuzeydoğu Anadolu ağızlarının ayırıcı ve belirleyici özellikleri 14 madde halinde tespit
      edilmiştir[4].


      Kuzeydoğu Anadolu Ağızlarını Türk Dünyası Ağızlarına Bağlayan Özellikler:
      Kuzeydoğu Anadolu bölgesi ağızları, dil bilgisi özellikleri bakımından bölgenin dilinin
      içyapısına tesir etmeyip dış yapısında kalan özellikler konusunda Eski Türkçe’ye, Kuzey ve
      Doğu Türkçe’ne, Azerbaycan Türkçe’ne ve Batı Rumeli Türk ağızlarına bağlanmaktadır.
      Kıpçak, Kazak, Tatar, Başkurt, Özbek, Azerbaycan, Türkmen, Gagavuz gibi çağdaş Türk
      lehçeleriyle Kuzeydoğu Anadolu bölgesi ağızları, dil bilgisi özellikleri bakımından birçok
      paralellik ve yakınlıklara sahiptir.


      1. Kuzeydoğu Anadolu Ağızlarını Eski Türkçe’ye Bağlayan Özellikler:


      1.1. Öğrenilen geçmiş zaman eki, Kuzeydoğu Anadolu ağızlarında ek sadece “-miş” olarak
      tek şekillidir: sarilmiş, atilmiş (Rize), dönmiş, varimiş, goymiş, almişler (Caferoğlu, Pisig
      Hikayesi)[5], almişdi, kömmiş (Simona-Trabzon), düşmiş, almişim, boyanmiş, tutmiş (Çoruh),
      sönmiş, ölmiş, süsmiş (Kars ili Afşarlarında) Thomsen ve Malov, öğrenilen geçmiş zaman
      ekini Göktürk Abideleri’nde “-miş” olarak okumuşlardır. Mecdut Mansuroğlu, bu okumaya
      katılarak “Öyle görünüyor ki “-miş” ekinin aslında yalnızca eskiden bir tek ses biçimi vardı”
      demektedir[6].


      1.2. “-g-, -g” seslerinin korunması ve “-y-, -y” ye dönüşüp dönüşmemesi konusunda
      Kuzeydoğu Anadolu ağızları, Eski Türkçe’ye daha yakındır. Eski Türkçe’de kelime ortasında
      ve sonunda bulunan g’ler, Anadolu ağızlarında düşerken, A. Caferoğlu’nun Rize ağzından
      derlediği metinlerde[7] “g” ‘nin korunduğu veya düşürülmeden “y” sesine dönüştürüldüğü
      görülmektedir. Kars ve Afşar ağızlarında da “g” sesi düşmemektedir. Bu özellik Kuzeydoğu
      Anadolu ağızlarını, Kars, Afşar ağızlarıyla birlikte daha çok Eski Türkçe’ye bağlamaktadır.


      1.3. Kuzeydoğu Anadolu ağızlarında yükleme hali eki -ı, -i, -u, -ü yerine, yaklaşma eki -a, e’nin
      kullanılabilmesi; uzaklaşma eki
      -dan, -tan ekinin Trabzon, Rize ve Ordu içinde düzenli
      şekilde olmaması bu bölgeyi Eski Türkçe’ye ve Türkiye’de Ege Bölgesi ağızlarına bağlayan
      bir özellik durumundadır[8].


      1.4. Türkiye Türkçesi ağızlarında d- ve g- ile başlayan kelimelerin Kuzeydoğu Karadeniz
      Bölgesi ağızlarında t- ve k- ile başlaması, Eski Türkçe’de başta -d ve g- sesinin olmaması
      özelliği bölge ağızlarını Eski Türkçe’ye bağlamaktadır; til, tuş-, tört “dil, düş-, dört”.
      Vakfıkebir ve Polathane ağızlarından örnekler[9] gibi / kibi, gün / kün, geri / keri, gitme /
      kitma, göl / köl, gidiyorsun / kideysin, göm / köm, gel- / kel-; daha / taha, de- / te-, duy- / tüy-,
      diş / tiş, dolu / toli, dip / tip gibi. Başta t-’den d-’ye, g-’den k-’ye geçilmesi Oğuz Türkçesi
      özelliğidir.


      1.5. Kuzeydoğu Karadeniz ve Orta Karadeniz Bölgesi ağızlarında kelime başında türeme ses
      olarak değerlendirilen h- sesinin bugünkü Halaçça ve Çuvaşçada da bulunduğu[10] bölgede
      kullanılan horan (hora, horan / horon / horum) kelimelerinin Türkçe or- “düzenlemek,
      sıralamak, yerleşmek” fiilinden -an ekiyle, yapılan isim olduğu bilinmektedir[11]. Necati
      Demir şu örnekleri tespit etmiştir[12]: hopa “yer adı” < opan “damızlık erkek deve”; hancak
      < ancak; hen < en; hepeyi < epey; halıyor < alıyor; hama < ama; hokka < okka;
      hambar <ambar; hark < ark; havaşla- < avuçla-; havya < ayva; hödüş < ödünç. Başta p- veya p- / h- bulunması
      bir Ana Altayca kuralıdır[13]. Bu özellik, bölge ağızlarını Türkçe’nin en eski kaynağına bağlamaktadır.


      1.6. Türkiye Türkçesi ağızlarında b- ile başlayan ben, bir, biz, benze-, bil- gibi kelimelerin
      Rize ve Trabzon ağızlarında pen, pir, piz, penze-, pil- şeklinde -p ile başlaması bir Çuvaşça ve
      İlk Türkçe bağlantısıdır[14].


      1.7. Eski Türkçe’nin çokluk eki olan -t ekinin bölge yerleşim yerleri adlarında saklanması da
      bölge ağızlarını Eski Türkçe’ye bağlayan bir özelliktir: Hunut “İspir’in Çamlıkaya köyünün
      eski ismi”, Honut “Gölyurt köyünün eski adı”, Hunut Dağı, Hunut Deresi, Hunut Nahiyesi,
      “İspir’de”; Aşağı Kumanit, Yukarı Kumanit “Yukançavuşlu ve Aşağıçavuşlu Sürmene’de”[15].


      1.8. Trabzon Atma Türküleri yapı özellikleri itibariyle en eski şiir türlerinden mani ile
      ortaktır. Bu ortaklıkta geleneğe sıkı sıkıya bağlılık görülür. Atma Türkülerle Eski Türk
      Şiiri’ndeki cümle kuruluşu ve dizilişlerinin ortaklığı anlaşılmaktadır[16].


      2. Kuzeydoğu Anadolu Ağızlarını Kuzey ve Doğu Türkçe’ne Bağlayan Özellikler:


      2.1. Zeynep KORKMAZ, bölgedeki ses değişmelerini şöyle tespit etmiştir[17]:
      n / y değişmesi: baban / babay / , kendiıı / kendüy, kimsin / kimsiy, yazıyorsun / yazıyosuy,
      alacak mısm / alcey mi
      ğ / v değişmesi: dağ / dav, ağız / avuz, gönül / gövül, soğuk / sovuk, yalnız / yalavuz
      s / h değişmesi: sen / hen, seninle / hennen, sizi / hizi, sömür- / kömür-
      y / c değişmesi: yılkı / cılkı, yırla- / cırla-
      Bu ses değişmeleri Kuzey ve Doğu Türk şivelerinin de özellikleridir.


      2.2. Kuzeydoğu Anadolu ağızlarında şimdiki zaman eki olarak “-iy, -ıy” ve “y” li şekillerin
      kullanılması bu bölgenin özelliğidir. Türkiye Türkçesinin diğer ağızlarında ise “yorı-” (yürü-)
      fiilinin geniş zamanı olan “yorır” (A. Caferoğlu: atı yorır, söyleniyorur, bişiriyorur, çıkıyonır
      şekilleri bugünde Niğde ağzında yaşamaktadır.) şeklinin hece kaybolması (haploloji) yoluyla
      meydana gelen[18] “-yor” şimdiki zaman eki, kullanılmaktadır. Türkiye Türkçesi ağızlarının
      içinde sadece bu bölgede -yor eki yerine -y- ekinin şimdiki zaman eki olarak kullanılması bu
      bölge ağızlarını Doğu Türkçesi ağızlarına bağlamaktadır.


      2.3. “-y” şeklinde şimdiki zaman eki, Eski Türkçe’deki “-gay, -gey” gelecek zaman ekinden
      gelmiştir. “-gay, -gey / -ay, -ey / -y-“ . Bu görüşü kuvvetlendirici örnekler: “yap-ay, sev-ey,
      al-ay, gid-ey” Eski Türkçe ve Doğu Türkçe’ne mahsus olan “-gay, -gey” ekleri Kıpçak
      tesirleri vasıtasıyla Kuzeydoğu Anadolu ve Batı Rumeli sahasında da “-ay, ey / -y-“ şeklinde
      şimdiki zaman eki olarak kullanılmaktadır.


      2.4. İç ve son seste -ğ, -ğ-’lerin -v, -v- oluşu bölgeyi bugünkü Kazak Türkçe’ne bağlayan bir
      özelliktir[19]. ağlamak / avlamak, doğan / duvan, yığıyor / yıvıya, dağ / dav / tav


      2.5. Türkiye Türkçesi’nde üçüncü şahıslarda iyelik ekinden sonra gelip hal eklerinin arasına
      giren ve zamir n’si “(o-n-lar, bu-n-lar, şu-n-lar) veya bazı kaynaklarda yardımcı ses olarak
      isimlendirilen (yer-i-n-de gibi) -n- sesi, Trabzon ve Rize ağızlarında işaret zamirlerinde
      kullanılmamaktadır. “bular, şular, olar” Eski Türkçe’de olmayan bu zamir ne’si bugünkü
      Kuzey ve Doğu Türk lehçelerinde de yoktur. Nevayi’de allıda “alnı-n-da”; Yeni Uygur
      Türkçesin de ular “o-n-lar”; Kırgız Türkçesinde alar “o-n-lar”. Bu özellik bölge ağızlarını
      Eski Türkçe’ye, bugünkü Kuzey ve Doğu Türk lehçelerine bağlayan bir özelliktir[20].


      3. Kuzeydoğu Anadolu Ağızlarını Azerbaycan Türkçesi Ağızlarına Bağlayan özellikler:


      3.1. Kuzeydoğu Anadolu bölgesi ağızları ile Azerbaycan bölgesi ağızlarının;
      a) Kelime benzerliklerine sahip olduğu,
      b) Tebriz Azeri Türkçe’ne yakın olduğu,
      c) Kelimeler arasında yapı benzerlikleri bulunduğu tespit edilmiştir[21].


      3.2. Ünlü uyumu bozuklukları, Kuzeydoğu Anadolu ağızları ile bazı Azerbaycan ağızlarında
      birbirine benzer şeklindedir. Çok heceli kelime sonlarındaki -ı, -u, -ü seslerinin -i ye
      dönüşmesi ortak bir özelliktir. A. Caferoğlu, Trabzon ili Of-Sürmene’den derlediği “Pisig”
      adlı hikayede bu dönüşümle ilgili şu örnekleri vermektedir[22]: buni, puni, ayızi, parami,
      ayuyi, öli, doyri, sopalari. Caferoğlu’nun derlediği Rize türkülerinde ve çocuk metinlerinde
      aynı özellik
      ler görülmektedir: toplanti, yugari, sırasi, atumi, doyurdi, galdi, dutuldi, sordi, varmali,
      davari, garni, öni, aslani.
      Aynı özellik Azerbaycan Mugan ağızlarında da görülmektedir[23]. Bu ses -ı ile -i arasında bir
      sestir: alti, gapi, kırmızi, yahşi, yuhari, guyi, guri, guti, körpi, suri, örti, tülki, küzki, yazdi,
      yumdi, aldi.


      3.3. Kuzeydoğu Anadolu ağızlarında çok heceli kelimelerin sonundaki -ı, -u, -ü ünlülerinin -i
      ünlüsü ile karşılanması[24] özelliğinin Azerbaycan Türk ağızlarında bulunması da ortak bir
      özelliktir.


      3.4. Trabzon ve Rize çevresinde k’yi ç; g’yi c biçiminde söyleyiş Akkoyunlu Türkmenleri’nin
      Şehzade Sultan Selim zamanında bu bölgelere yerleşmelerinin sonucudur, göz / coz, gemi /
      cemi, katip / catip. Bu özellik Tebriz ve Revan Türkleri’nin konuşmaları gibidir[25].


      3.5. ö-o, ü-u değişimleri Kuzeydoğu Anadolu, Azerbaycan ağızlarının ortak bir özelliğidir:
      Trabzon Yöresi Türküleri’nden örnek[26]: (Yaylanın souk suyi, İçerim kana kana, Musade
      edersanız, Başlıyırım tesdana), “Temin dürgü soyliyen”, “Dürgüyi bilen söyler”, “Anca yer
      çuruk kede”, “komar” (kumar), “kufa” (küfe), “yurvan” (yorgan).


      4. Kuzeydoğu Anadolu Ağızlarını Batı Rumeli Ağızlarına Bağlayan Özellikler:


      4.1. Anadolu ağızlarının Avrupa topraklarında uzantısı Rumeli ve Bulgaristan Türk
      ağızlarıdır[27]. Bugünkü Batı Rumeli Türklerinin dil atalarının vaktiyle Kuzeydoğu
      Anadolu’da (Trabzon ve çevresinde) oturdukları her iki bölgenin dil özelliklerinden
      anlaşılmaktadır[28].
      Kuzeydoğu Anadolu (Trabzon ve yöresi) bölgesi halkı ile Batı Rumeli (Lom-Smakov,
      Köstendil-Makedonya hattının batısı) bölgesi halkının ağızları birbirine benzediğinden, bu
      bölgelerin ahalisinin aynı kökenden olduğu anlaşılmaktadır.


      4.2. Rumeli ağızlarını ilk inceleyen Polonyalı Türkolog Tadeusz Kovalski’dir[29]. Onu
      Gagavuzca araştırmalarıyla Moscov, Radloff, Dimitriev, Dimitr Gajdanov, Janos Eckman
      takip etmişlerdir[30]. Macar Türkoloğu Gyula Nemeth’in Györg Hazai, Rıza Mollov ve
      Mefkure Mollova ile birlikte yaptığı çalışmalar, daha sonra Hüseyin Dallı’nın çalışması[31]
      Batı Rumeli ağızları ile Kuzeydoğu Anadolu ağızlarının akrabalığını ortaya çıkarmıştır.
      Nemeth, “Bulgaristan Türk Ağızları’nın Sınıflandırılması Üzerine” adlı makalesinde Balkan
      yarımadasındaki Türk ağızlarını iki gruba ayırarak; “Lom-Smakov, Köstendil-Makedonya
      çizgisinin doğusunda kalan bölgede konuşulan Türkçe, İstanbul Türkçesi’ne yakınlık
      gösterdiği halde, bu sınırın batısında kalan bölgelerdeki Türk ağızları, Kuzeydoğu Anadolu
      ağızlarıyla, bazı yönlerden de Azeri ağızları ile ortak özellikler taşımaktadır.” şeklindeki
      görüşünden sonra bu ağızların konuşulduğu bölgelere ait sekiz ağız haritası yapmış, bunlardan
      Batı Rumeli ağızlarının Kuzeydoğu Anadolu ağızlarıyla, Azerbaycan bölgesi ağızları ve
      Türkçe’nin tarihi devirleriyle ilgisini tespit eden görüşler ileri sürmüştür[32].


      4.3. Kuzeydoğu Anadolu ağızlarında çok heceli kelimelerin sonundaki -ı, -u, -ü ünlülerinin -i
      ünlüsü ile karşılanması[33] ve aynı özelliğin Batı Rumeli Türk ağızlarında bulunması bu
      yörelerin halkının aynı kökenden geldiğini belirtmektedir.
      Kovalski, Batı Rumeli ve Batı Bulgaristan’da aynı özelliği şu kelimelerde tespit etmiştir: gari
      (karı), galdi, var mi, guruldi, olurdi, öldi, yüzumi, Vidin ağzında: guyi (İst. guyu), doğri (İst:
      kuyu), gızi (İst: gizi), küpri (İst: köprü), uli (İst: ölü) Kovalski’ye göre Makedonya Türk ağzı
      da aynı özelliğe sahiptir: öli, kapi, boyuni, yoli, kuri, urdi (vurdu).


      4.4. Öğrenilen geçmiş zaman eki Doğu Bulgaristan Türk ağızlarında -mış, -miş, -muş, -muş
      şeklinde ünlü uyumuna uyarak dört şekilli olduğu halde, Batı Bulgaristan ve Makedonya
      ağızlarında (Batı Rumeli) ünlü uyumuna aykırı şekilde tek şekilli olduğunu Kovalski de tespit
      etmiştir: varmiş, varimiş, urmişler, sormiş, yazılmamiş, oturmiş, yolini şaşirmiş, uyumiim.
      Thomsen ve Malov’un, öğrenilen geçmiş zaman ekinin Göktürk Abideleri’nde “-miş” olarak
      okunması görüşüne Mecdut Mansuroğlu da katılmıştır[34]. Kuzeydoğu Anadolu ağızlarında
      da öğrenilen geçmiş zaman eki -miş’in tek şekilli olması, Göktürk, Kuzeydoğu Anadolu ve
      Batı Rumeli Türk ağızlarını birbirine bağlayan bir özellik durumundadır[35].


      4.5. ö-o, ü-u değişimleri Kuzeydoğu Anadolu, Batı Bulgaristan ağızlarının ortak bir
      özelliğidir: Trabzon Yöresi Türküleri’nden örnek[36]: (Yaylanın souk suyi, İçerim kana kana,
      Musade edersanız, Başlıyırım tesdana), “Temin dürgü soyliyen”, “Dürgüyi bilen söyler”,
      “Anca yer çuruk kede”, “komar” (kumar), “kufa” (küfe), “yurvan” (yorgan). Batı
      Rumeli’den (Vidin) örnekler: “duz – düz”, “oyunda – öyünde”, “doun – döyün”, “gömuk gömük
      (kemik)”, “tokuldu- döküldü”(İst.), “duzuldu – düzüldü (İst)”, “dort – dört (İst.)”,
      “duşunur – düşünür” (İst.). G. Nemeth, “Kuşkusuz Anayurt’ta yani Kuzeydoğu Anadolu’da bu
      değişim özellikle ilk hecede görülüyor” [37] hükmüyle Batı Bulgaristan ağızlarının anayurdu
      ile Kuzeydoğu Anadolu ağızlarının anayurdunun ortak olduğunu belirtmektedir.


      4.6. -lar, -ler çokluk eklerinin genel olarak büyük ünlü uyumuna uymamaları Trabzon ve
      Vidin (Batı Rumeli) ağızlarının ortak özelliğidir. Nemeth makalesinde Trabzon ağzını
      kastederek “adlarda çoğul eki neredeyse”-ler” ekidir,” -lar,” ekinin getirilmesi
      seyrektir.”[38] demektedir. Her iki ağız İstanbul ağzından bu özellikleriyle de ayrılırlar. Vidin
      ağzı: “bakarler, yaparler, tutarler, dururler, bulamazler”.


      4.7. “Diğer Anadolu ağızlarına göre, Kuzeydoğu Anadolu ağızlarında daha belirgin olan hal
      ekleri arasındaki görev değişikliği; “ben oni şaşayirum”, “Enişteye dağvet eder”, “Dayi
      bunda ne istiysun”, “On yedi yaşınayum”, “Eskide çok yemek yapılırdı”[39] özelliği
      karakteristik bir özelliktir.


      4.8. “Büyük ve küçük ünlü uyumlarının bozuk şekilleri Batı Rumeli ve Kuzeydoğu Anadolu
      ağızlarının müşterek bir özelliğidir. (M. Rasenen)”. -sa, -se şart ekinin Batı Rumeli’de Vidin
      ve Adakale’de “olursem, bakmasem, yaparseler, varse, olurse, almasem” şeklinde; yine
      yaklaşma (datif) ve uzaklaşma (ablatif) eklerinin “one kadar, altıye, dokuze, otuze, mektube,
      garşısıne, yolumıze, aldıkten sonra, atlarden, dolabden, altınden” Trabzon ağzında olumsuz
      emir II. şahıs ekinin hep “-ma” şeklinde “gidma, dema, sevma” gibi olması bu görüşü
      desteklemektedir.


      4.9. “-g-, -g” seslerinin korunması ve “-y-, -y” ye dönüşüp dönüşmemesi konusunda
      Kuzeydoğu Anadolu ağızları, Batı Rumeli ağızlarına da yakındır. Eski Türkçe’de kelime
      ortasında ve sonunda bulunan “g” ler, daha sonra Doğu Rumeli ağızlarında “bey, boaz,
      deyişmek, diren, eyle-, eyri, yürüg” örneklerinde görüldüğü gibi düşerken veya “y” ye
      dönüşürken, Batı Rumeli ağızlarında “beg, bogaz, degişmek, digren (dirgen), egle-, egri,
      yügrüg” şeklinde aynen muhafaza edilmiştir. A. Caferoğlu’nun Rize ağzından derlediği
      metinlerde[40] g’nin korunduğu veya düşürülmeden y sesine dönüştürüldüğü görülmektedir.
      Kars ve Afşar ağızlarında da g sesi düşmemektedir. Bu özellik Kuzeydoğu Anadolu
      ağızlarını, Doğu Rumeli ağızlarından ayırmakta, Batı Rumeli (Bosna) ve Kars, Afşar
      ağızlarıyla birlikte Eski Türkçe’ye bağlamaktadır.


      4.10. Kuzeydoğu Anadolu ağızlarında şimdiki zaman eki olarak “-iy, -ıy” ve “y” li şekillerin
      kullanılıp, “yorı-” (yürü-) fiilinin geniş zamanı olan “yorır” (A. Caferoğlu: atı yorır,
      söyleniyorur, bişiriyorur, çıkıyorur şekilleri bugünde Niğde ağzında yaşamaktadır.) şeklinin
      hece kaybolması (haploloji) yoluyla meydana gelen[41] “-yor” şimdiki zaman ekinin
      kullanılmaması, bu ağızları Doğu Türkçe’ne ve Batı Rumeli ağızlarına bağlamaktadır.
      “Aynayı padışaha kedırıp veriyler, silgenip pir teliganli oliy, pobası kıza izin veriy, posta pir
      kırbaç vuruy, eyvanın ustine kedip oduruyi, pencereden patçeye seyir edeyler”[42] gibi
      Trabzon ağzında görülen şekillerin benzerleri, Batı Rumeli ağızlarında sevey, yapay, tutmay,
      görüysin, geliy, yürüy, alıy, düney (dönüyor), görüy – göriy, gidey şeklindedir[43].
      G. Nemeth “Batı Rumeli ağızlarının anayurdu Trabzon, Rize, Çoruh ve Kars’tır.
      Diyalektolojik açıdan bu bölge kapalı ve organik bir bölgedir” görüşüyle Kuzeydoğu
      Anadolu ve Batı Rumeli arasındaki dil akrabalığını ortaya koymaktadır. A. Caferoğlu da
      “Kuzeydoğu Anadolu, Batı Rumeli ağızlarının Köktürk abidelerinin fonetik özelliklerine sahip
      olduğunu” belirtmektedir[44].


      Sonuç:
      Kuzeydoğu Anadolu bölgesi ağızlarını Eski Türkçe’ye, bugünkü Kuzey ve Doğu Türkçe’ne,
      Azerbaycan Türkçe’ne ve Rumeli Türk ağızlarına bağlayan özellikler, Anadolu topraklan
      içinde tarih bakımından en eski Türk yerleşiminin bu bölgede olduğunu, bölgeyi önce
      Türkçe’nin fethettiğini ortaya koymaktadır.


      Prof. Dr. M. Metin KARAÖRS
      Erciyes Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi


      [1] Birinci Trabzon Tarihi Sempozyumu 6-8 Kasım 1998 Trabzon; İkinci Trabzon ve Çevresi
      Uluslararası Tarih-Dil-Edebiyat Sempozyumu 3-5 Mayıs 2001 (Bildiriler), s. 163-172 Metin
      Karaörs, Kuzeydoğu Anadolu (Trabzon ve Yöresi) ve Batı Rumeli Ağızlarının Ortaklığı ve
      Akrabalığı, Trabzon Tarihi Sempozyumu, 6-8 Kasım 1998 Trabzon, Bildiriler, s.89-99.
      [2] Galibe Gültekin, Trabzon’da Gadim Türk Tayfa Adlarından Alınmış Yer Adlan, 2. Trabzon
      ve Çevresi Uluslararası
      Tarih-Dil-EdebiyatSempozyumu3-5Mayıs200f(Bildiriler)"Tavır-
      Tavrida (Kırım) —Tebriz, Polatlı (Ank.)- Poladlı (Azerbaycan) yer adlarında bulunmaktadır.
      [3] Leyla Karahan, Anadolu Ağızlarının Sınıflandırılması, TDK. Yay., Ankara 1996, s. l 13

      [4] A.g.e. s.98
      [5] Ahmet Caferoğlu, Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar, TDK yay., Ankara I946
      [6] Mecdut Mansuroğlu, Fuat Köprülü Armağanı, 1993, s. 246
      [7] Ahmet Caferoğlu, age. s. 221
      [8] Ahmet Caferoğlu, Kuzeydoğu Ağızlarından Toplamalar, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize ve
      Yöresi Ağızları. Ankara 1994, s. XX-XXIV
      [9] Ahmet Caferoğlu, age. s.XX-XXIV
      [10] Emine, Ceylan, Çuvaşçada Çok Zamanlı Ses Bilgisi, TDK yay., Ankara 1997, s.8-9
      [11] Necati Demir, "Selçuklu Öncesi Türkiye Türkleri ve Türkiye Türkçesi", F. Uluslararası
      Türk Dili Kurultayı, Bildiriler Kitabı, Ankara, 2004, s.720
      [12] Necati Demir, agm. s.721
      [13] Emine Ceylan, age, s.8-9
      [14] Necati Demir, agm, s.721
      [15] Necati Demir, agm, s.722
      [16] Asiye Mevhibe, Coşar, "Trabzon Atma Türkülerde Söz Dizimi Yapısı", 2. TrabzonSep. Bildiriler, 2 cilt, s. 121-134
      [17] Zeynep Korkmaz, "Anadolu Ağızlarının Etnik Yapı İle ilişkisi Sorunu", Türk Dili Araştırmaları,
      Ankara 1995, s.195
      [18] Muharrem Ergin, Türk Dil Bilgisi, İstanbul 1980, s.296
      [19] Ahmet Caferoğlu, Kuzeydoğu Ağızlarından Toplamalar, Ordu, Giresun, Trabzon, Rize
      ve Yöresi Ağızları, Ankara 1994, s.XX-XXIV
      [20] Necati Demir, “Selçuklu Öncesi Türkiye Türkleri ve Türkiye Türkçesi” V. Uluslararası
      Türk Dil Kurultayı. Bildiriler Kitabı, Ankara. 2004, s. 723
      [21] Gani, Gönüllü, "Doğu Karadeniz’de Azeri Türkçesi ve Güneş Duası Geleneği", Trabzon
      ve Yöresi Semp. Trabzon 2002, Bildiriler, s.222-250
      [22] Ahmet Caferoğlu, Kuzeydoğu illerimiz Ağızlarından Toplamalar, TDK yay., Ankara1946
      [23] Gavor Mugonski, Gruppı Azerbaycanskogo Yazıtta, Bakı, 1995, Yazın Bilin Enstitüsüyay.
      [24] Leyla Karahan, age. s.98
      [25] Fahrettin Kırzıoğlu, Tarihimizde Rize Bölgesi, 19.11.1986 tarihindeki konferans metni.
      [26] Tuncer Gülensoy, Trabzon Yöresi Türküleri, Anadolu Sanat Yayınları, İstanbul, 1985, s.37-40
      [27] Metin Karaörs, "Anadolu ve Rumeli Ağızlarının Ortak Dil Bilgisi Özellikleri", Balkan
      Türkleri Sempozyumu, Erciyes Üniversitesi, Kayseri, 7.6.1992
      [28] Tuncer Gülensoy, "Rumeli Ağızlarının Ses Bilgisi Üzerine Bir Deneme", TDAY. Bell.
      Ankara 1984 s.87-147, "Anadolu ve Rumeli Ağızları Bibliyografyası" Ankara-1981, Mifad
      yay. Nü: 33; Gyula Nemeth,"Zur Einteilung Der Turkischen Mundarten Bulgariens" Sof / a1956.
      Tercüme: Vural Yıldırım,
      "BulgaristanTürkAğızlarınınSınıflandırılmasıÜzerine"TDAY. Bell. Ankara1980-1981,S.1
      29] Ahmet Caferoğlu, "Tadeusz Kovalski", TDED. Cilt: 3, S.3-4, İstanbul 1949
      [30] Janos Eckman, "Varna Türk Ağzı", Türk Dili ve Edebiyatı Hakkında Araştırmalar, l.
      1950, s. l -25, N.K.Dimitriev "Etyudi po Serbska Turestkomu Yazıkomu Vzaimodeistviyu" DAN. B. 1928
      [31] Mefkure Mollova, "Balkanlarda Merkez Bölgede Gakçı Ağızlar", Güneydoğu Avrupa
      Araştırmaları Dergisi, İstanbul 1978; Mefkure Mollova, "Balkanlarda Türk Ağızları",
      Güneydoğu Avrupa Araştırmaları Dergisi, İstanbul 1974, S. 2-3; Hüseyin, Dallı, Kuzeydoğu
      Bulgaristan Türk Ağızlan Üzerine Araştırmalar, TDK yay. Nu: 450
      [32] G. Nemeth, agm s. 111-167
      [33] Leyla Karahan, age, s.98
      [34] Mecdut, Mansuroğlu, Fuat Köprülü Armağanı, 1993, s.246
      [35] G. Nemeth, agm. s. 134
      [36] Tuncer Gülensoy, Trabzon Yöresi Türküleri, Anadolu Sanat Yayınları, İstanbul, 1985, s.37-40
      [37] G. Nemeth, agm. s. 134
      [38] G. Nemeth, agm. s. 157
      [39] Leyla Karahan, age, s.99
      [40] Ahmet Caferoğlu, Kuzeydoğu İllerimiz Ağızlarından Toplamalar, TDK yay., Ankara1946
      [41] Muharrem Ergin, Türk Dil « / / # / .v / , İstanbul 1980, s.296
      [42] Ahmet Caferoğlu, ağı; s.221
      [43] G. Nemeth, age s. 149
      [44] Ahmet Caferoğlu, İ.Ü. Ed. Fak. TDED, 1946, S-65-80

      Türk Birliği ve Atatürk

      Atatürk, milyonlarca millettaşımız gibi bugün mili sınırlarımız dışında kalan ve vaktiyle Osmanlı’nın idaresinde bulunan Selanik’te dünyaya gelmiştir. O’nun millet ve milliyetçilik anlayışı sadece Türkiye’de yaşayan Türkleri içine alan ve o zamanki tabirle Dış Türklere karşı ilgisiz kalan bir anlayış değildir. Atatürk, Türk Dünyası ile ilişkilerde, son derece planlı ve programlı hareket eden ve Türk Dünyası ile ilişkilerin o zamanın biricik Bağımsız Türk Devleti olan Türkiye’ye zarar vermeyecek bir şekilde yürütülmesinden yanaydı. O’nun Türk Dünyası ile ilişkilerinin bir görünen bir de görünmeyen yönü vardı. “ Pantürkizm ve Panislamizm “ gibi görüşleri tehlikeli olarak gördüğüne ait sözleri o zamanın siyaseti gereği özellikle Rusları ürkütmemeye yönelik söylenmiş sözleridir.

      Türk Birliği’nin bir gün mutlaka hakikat olacağına inanan Atatürk ileri görüşlü bir devlet adamı olarak çok uzun yıllar öncesinden Sovyetler Birliği’nin dağılacağını tahmin etmiş ve Türkiye’yi yönetecek olanların o günlere hazırlıklı olmalarını istemiştir ve kendisinden sonraki devlet adamlarına bir siyasi vasiyet yerine geçecek şu sözleri söylemiştir:

      Bu gün Sovyetler Birliği dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir. Bu dostluğa ihtiyacımız vardır. Fakat yakında ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan gibi parçalanabilir, ufalanabilir. Bu gün elinde sımsıkı tuttuğu milletler avuçlarından kaçabilirler. Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir. İşte o zaman Türkiye ne yapacağını bilmelidir. Bizim bu dostumuzun idaresinde dili bir, inancı bir, özü bir kardeşlerimiz vardır. Onlara sahip çıkmaya hazır olmalıyız. Hazır olmak yalnız o günü susup beklemek değildir. Hazırlanmak lazımdır. Milletler buna nasıl hazırlanır? Manevi köprüleri sağlam tutarak. Dil bir köprüdür; tarih bir köprüdür, inanç bir köprüdür. Köklerimize inmeli ve olayların böldüğü tarihimiz içinde bütünleşmeliyiz. Onların bize yaklaşmasını ekleyemeyiz. Bizim onlara yaklaşmamız gerekir. (29 Ekim 1933)

      Hatay’ı Anavatana ilhak eden Atatürk’ün Musul ve Kerkük’ü de Anavatan’a ilhak etmek için çalışmalar yaptığı bir dönemde İngilizlerin teşvik ve destekleri ile “Şeyh Sait İsyanı“ çıkarılmış, böylece Musul ve Kerkük meselesi çözümsüz kalmıştır.

      Türk Birliğinin bir gün mutlaka hakikat olacağına inanan Atatürk Finlandiya’da yayın yapan “TURAN“ isimli bir gazete çıkarttırmış ve bizat el altından bu gazetenin finansını devlet bütçesinden sağlamıştır. Bu gazete Atatürk’ün ölümüne kadar yayınlanmış, Atatürk’ün ölümünden sonra devlet bütçesinden ayrılan tahsisata son verildiğinden yayın hayatına son vermiştir. Bu gazete Rusça, Fince ve Türkçe dâhil dört dilde yayın yapmakta ve çoğunluğu Rusya’da dağıtılmaktaydı. Bu gazetenin yayınlanmış olan birer nüshaları Ertuğrul Zekai Öktem’in özel arşivinde saklanmaktadır.

      Atatürk, Türk Birliği konusunda şöyle der:
      Türk Birliği’nin bir gün hakikat olacağına inancım vardır. Ben görmesem bile gözlerimi dünyaya onun rüyaları içinde kapatacağım. Türk Birliğine inanıyorum. Yarının tarihi, yeni fasıllarını Türk Birliği ile açacak, dünya sükûnunu bu fasıllar içinde bulacaktır. Türklüğün varlığı bu köhne âleme yeni ufuklar açacak, güneş ne demek, ufuk ne demek o zaman görülecek.(Atatürk’ün Sofrası, İsmet Bozdağ, s.138)
      Avrupalılar için nasıl ki Avrupa Birliği, Araplar için nasıl ki Arap Birliği meşru bir düşünce ve birlik ise biz Türkler için de Türk Birliği aynı derece de meşru bir ülkü ve düşüncedir.



      Ülküler Devlet Tarafından Açıklanmaz Milletçe Yaşanır
      Türk Birliğinin bir gün hakikat olacağına inanan Rahmetli Atatürk, Sovyetlerin bir gün mutlaka dağılacağını biliyor ve o güne hazırlıklı olmanın gereğine inanıyordu. Bu konu ile ilgili olarak kendisine sorulan soruya verdiği cevap tarihimiz ve devletimizin takip edeceği derin siyaset açısından çok önemlidir. Nitekim 1933 yılının 29 Ekiminde Gazi Mustafa Kemal Paşa, bir genç doktorun sorusu üstüne bu fikri – saklanması kaydı ile- açıklamıştır!

      Ülküler, devlet tarafından açıklanmaz; Millet tarafından yaşanır! Nasıl, bakarken, gözlerimizi görmüyor, onunla her şeyi görüyorsak, Ülkü de onun gibi, farkında olmadan vicdanlarımızda yaşar ve her şeyi ona göre yaparız. Ben, Devlet Başkanıyım! Sorumluluklarım vardır! Bu sorumluluklarım altında konuşamam! Bu konuda genç arkadaşlarımla ayrıca konuşacağım.
      Dr. Zeki’ye “Siz şöyle bu tarafa geçin“ dedi ve salona sorup:

      -Başka konuşmak isteyen var mı?

      Az önceki içkili, uzun boylu vatandaş, bir yerlerden ortaya çıkmayı becerdi. Olabildiğince derlenmiş, toparlanmıştı ama yine de dili hafifçe sürçmekteydi:

      -Paşam, benim büyük Paşam!

      Atatürk gülerek elini kaldırdı:

      -Anladım deminki önerini yeniden oya koymamı isteyeceksin! Tamam. Şimdi sırasıdır. Önerini arkadaşların da kabul ettiler. Cumhuriyetimiz kutlu olsun hanımlar, beyler!

      Atatürk, salonu dolduran alkışlar arasında kalktı; Dr. Zeki’yi de yanına alarak Genel Müdür Odası’na geçti. Oturdular. Atatürk’ün arkasında, duvarda bir Türkiye haritası vardı. Karşısında oturan Dr. Zeki’ye:

      -Benim arkamdaki haritayı görüyor musun? Dedi

      -Evet Paşam.

      -O haritada, Türkiye’nin üstüne abanmış bir blok var; Onu da görüyormusun?


      -Evet, görüyorum, Paşa hazretleri.

      -Hah, işte o ağırlık benim omuzlarımın üstündedir. Omuzlarımın üstünde olduğu için, ben konuşamam!

      -Düşün bir kere… Osmanlı İmparatorluğu ne oldu? Avusturya-Macaristan İmparatorluğu ne oldu? Daha dün, bunlar vardılar… Dünyaya hükmediyorlardı! Avrupa’yı ürküten Almanya’dan bu gün ne kaldı? Demek hiç bir şey, sür-git değildir. Bugün, “ölümsüz“ gibi görünen nice güçlerden, ileride belki pek az bir şey kalacaktır. Devletler ve Milletler, bu idrakin içinde olmalıdırlar.


      Bugün dostumuz, ama yarın
      Bu gün Sovyet Rusya, dostumuzdur, komşumuzdur, müttefikimizdir… Devlet olarak bu dostluğa ihtiyacımız var! Fakat yarın ne olacağını kimse kestiremez. Tıpkı Osmanlı İmparatorluğu gibi, tıpkı Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi parçalanabilir! Bugün, elinde sımsıkı tuttuğu milletler, avuçlarından sıyrılabilirler… Dünya yeni bir dengeye ulaşabilir!

      İşte o zaman Türkiye, ne yapacağını bilmelidir!

      Bizim bu dostumuzun yönetiminde dili bir, inancı bir özü bir kardeşlerimiz vardır. Onları arkalamaya hazır olmalıyız!

      “Hazır olmak“ yalnız o günü susup beklemek değildir; hazırlanmak lazımdır… Milletler, buna nasıl hazırlanırlar? Manevi köprüleri sağlam tutarak! Dil, bir köprüdür; inanç bir köprüdür; tarih bir köprüdür! Bugün biz, bu toplumlardan dil bakımından, gelenek, görenek, tarih bakımından ayrılmış, çok uzağa düşmüşüz! Bizim bulunduğumuz yer mi doğru, onlarınki mi? Bunun hesabını yapmakta fayda yoktur! Onların bize yaklaşmasını bekleyemeyiz; Bizim onlara yaklaşmamız gerekli.

      Bunları kim yapacak?

      Elbette Biz! Nasıl yapacağız?

      İşte görüyorsunuz, “Dil Encümenleri“, “Tarih Encümenleri“ kuruluyor.

      Dilimizi, onun diline yaklaştırmaya, Tarihimiz ortak payda haline getirmeğe çalışıyoruz. Böylece, birbirimizi daha kolay anlar hale geleceğiz. Bir sevgi parlayacak aramızda; tıpkı bir vücut gibi, kaderde ve mutlulukta birbirimizi duyacağız ve arayacağız. Ortak bir dil amaçladığımız gibi, ortak bir tarih öğretimimiz olması gerekli… Ortak bir mazimiz var, bu maziyi, bilincimize taşımamız lazım. Bu sebeple okullarda okuttuğumuz tarihi, Orta Asya’dan başlattık! Bizim çocuklarımız, orada yaşayanları bilmelidirler. Orada yaşayanlar da bizi bilmeli…

      İşte bunu sağlamak için de “Türkiyat Enstitüsü“ nü kurduk kültürlerimizi, bütünleştirmeğe çalışıyoruz! Ama bunlar, açıktan yapılmaz! Adı konarak yapılacak işlerden değildir. Yanlış anlaşılabildiği gibi, savaşlara da sebep olabilir. Bunlar, devletlerin ve milletlerin derin düşünceleridir.

      İşitiyorum: Benim dil ve tarih ile uğraştığımı gören kısa düşünceli bazı vatandaşlarımız; Paşanın işi yok! dil ile tarih ile uğraşmaya başladı diyorlarmış. Yağma yok! Benim işim başımdan aşkın! Ben bugün çağdaş bir Türkiye kurmaya ne kadar çalışıyorsam, yarının Türkiye’sinin temellerini atmaya da o kadar dikkat ediyorum.

      Bu yaptıklarımız hiç bir millete düşmanlık değildir. Barıştan yanayız, barıştan yana kalacağız! Ama durmadan değişen dünyada, yarının muhtemel dengeleri için hazır olacağız. Bunları sana, akıllı bir genç olduğun için söylüyorum. Açıktan söylemiyorum, kulağına söylüyorum. Sen bil, gerekçesini kimseye söylemeden böyle davran; çevrenin de böyle davranması için gerekeni yap! İdealler, konuşulmaz, yaşanır! Olay; İhsan Sabri Çağlayangil’den dinlenmiş, Sebati Ataman, Kılıç Ali, Tevfik Rüştü Aras, Hikmet Bayur tarafından doğrulanmıştır. (Atatürk’ün Sofrası; İsmet Bozdağ, İstanbul, s.11-26, İsmet Bozdağ Atatürk’ün Avrasya Devleti, s.30.31.32) den nakil Yusuf Koç-Ali Koç, Tarihi Gerçekler Işığında Belgelerle Mustafa Kemal Atatürk, sayfa 51-52 Ankara 2005)

      Atatürk Türkiye dışındaki Türk devlet ve topluluklarına büyük bir önem vermekte idi. Azerbaycan elçisi İbrahim Abilof’a söylemiş olduğu aşağıdaki sözler O’nun Türkçülüğe ve Türk Birliğine verdiği önemi göstermesi açısından önemlidir:

      Azerbeycan Türklerinin dertleri kendi dertlerimiz ve sevinçleri kendi sevinçlerimiz gibi olduğu için, onların muratlarına nail olmaları hür ve müstakil olarak yaşamaları bizi pek ziyade sevindirir. Türk’ün saadeti ve mazlumların halası yolunda Azerbaycan Türklerinde kanını dökmeğe amade bulunduklarına dair olan beyanatınız istilacılara karşı Türk’ün ve mazlumların kuvvetini artıran pek kıymettar bir sözdür. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri cilt:2,s.21)
      Sefir Hazretleri,

      Bugün bize meserretli bir bayram yaşattığınızdan dolayı T.B.M.M. ve Hükümeti ve şahsım namına teşekkür ederim. Bu bayram gününün benim için mesut bir ciheti daha vardır ki oda müstakil Azerbaycan Şura Hükümeti’nin sancağını çekmek şerefini bana bahşetmiş olmasıdır. (Atatürk, Azerbaycan bayrağını bizzat elleriyle göndere çekmiştir)

      Aziz arkadaşlarım Abilof Hazretleri; bugün Azerbaycan’ın istiklalini temsil eden bayrağı çekerken ellerim bir takım hissiyat ve teessürat ile müteharrik olduğunu duyuyorum. Filhakika bayrağı çeken benim ellerimdi. Fakat ellerimi tahrik eden bugünkü bayramda manen müşterek olan bütün Türkiye halkının hakiki ve samimi kardeşlik hissiyatı idi.

      Sefir hazretleri; Azerbaycan sancağının Türkiye sancağının yanında Türkiye semasında temevvücünü görmek bütün milletimiz için büyük bir bayramadır. Bize böyle bir bayram günü yaşattığınızdan dolayı samimi teşekküratımı tekrar ederim (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri cilt 2, s.23-24)

      Tıpkı Sovyetler gibi bugün Ortadoğu coğrafyasında fiilen varlığını sürdüren ABD’de dağılacak veya bir gün bu coğrafyayı tıpkı Viyatnam’ı terk ettiği gibi terk etmek zorunda kalacaktır. İşte Türkiye o gün için de hazırlıklı olmalıdır.

      Muharrem Günay Sıddıkoğlu’na teşekkürler..
      tarihtennotlar.com/medeniyetle…/turk-birligi-ve-ataturk/
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Türk Birliği Kurulmalıdır!

      Bugün, dünya üzerinde çeşitli ortaklıklardan yararlanılarak kurulmuş yüzlerce birlik vardır. Özellikle güçlü devletlerin önderliğinde, toplumlar / devletler arasında ortak yönler bulunarak bu benzerlikler çerçevesinde yeni bir “birlik” oluşturma çabalarını görebiliyoruz. Dil, din, soy veya ülkü ortaklıkları bulunan devletler, emperyalist politikaların var olduğu şu dönemde birleşerek belli yönlerde daha güçlü olmak için çabalıyorlar. Düşünün ki adları aynı olan insanlar bile birbirlerini hiç tanımadıkları hâlde karşılıklı bir “yakınlık” duyarlar ve belki de kendilerini ortak bir “çatının” altında görürler. Gözleri renkli olan insanların bile bir ortaklıkları vardır. Böylesine küçük benzerlikleri bile bir “ortaklık” sayarken, aralarında “dil, kültür, soy, din…” gibi ortaklıkların bulunduğu toplumların sahip olduğu değerler çevresinde bir araya gelmesi oldukça doğaldır.

      Dilleri, soyları, kültürleri ve mezhepleri birbirinden apayrı olan Almanya, Fransa, Belçika, Hollanda… gibi devletlerin kurdukları “Avrupa Birliği“, bugün dünya siyasetine yön verebilecek kadar etkili ve hatta bizi batağa çekmek isteyen siyasetçilerin “göz bebeği” durumuna gelmiştir. Her gün binlerce insanın ölümüne neden olan ve dünyanın çeşitli yerlerinde mandalar kurarak “güç odağı” hâline gelen Amerika Birleşik Devletleri’nin kuruluşunda da “Avrupa Birliği“ne benzer bir ortaklık söz konusudur. Bugün sefalet içerisinde yaşayan Afrikalılar bile 53 ülkeyi birleştirerek kendi birliklerini oluşturmuşlardır. Zamanında Anadolu’daki Türk gücünü kırmak ve Türkleri tarihten silmek isteyen Haçlı Birlikleri de, “din” ortaklığında birleşen toplumların somut bir örneğidir.

      Yukarıda adı geçen toplumların neredeyse hiçbiri yokken var olan ve binlerce yıldır dilini ve kültürünü geliştirerek yaşatan biz Türkler ise, dünyanın farklı yerlerine dağılmış durumdayız. Kırgız, Kazak, Tatar, Özbek, Azeri, Başkurt, Gagauz, Türkmen, Saka… Türkler’i gibi Türk soyundan gelen kandaşlar olarak, bugün dünyanın farklı bölgelerinde ve değişik etkiler altında yaşamaya çalışıyoruz. Soydaşlarımızın çoğu, bağımsız veya özerk devletlerde yaşıyorlar. Bu Türk devletlerinin her birinin kendi bütçeleri ve siyasi, askeri… güçleri var. Dünyadaki bütün Türk nüfusu, çoğunlukla bu devletlere dağılmış durumda.

      Dünyanın çeşitli bölgelerine dağılarak farklı düzeylerde güçlerle oluşturulmuş bu kadar çok Türk devleti varken ve ortada tarih boyunca imparatorluklar kurup bütün dünyayı dize getirmiş büyük bir ulusun farklı boylarından 300 milyona yakın insan yaşıyorken, bütün Türk devletlerinin ekonomik, siyasi, askeri… anlamda güçlerini birleştireceği bir birliğin olmaması, gerçekten hepimizi üzüyor. Bu birliği yalnızca Türkiye Türkleri değil, neredeyse bütün Türkler istiyor. Özellikle Sovyetler döneminde kuzeydeki Türkler, Türklüklerinden uzaklaştırılmaya çalışılmışsa da, bugün çeşitli toplantılarda Türk ellerinden gelen konuklar hep Türk birliğini arzuladığını söylemektedirler.

      Türk birliğini tam anlamıyla çözemeyen / benimsemeyenler, şu soruyu sorabilirler: “Peki, Türk birliği kurulunca ne olacak?” Öyle güzel şeyler olacak ki… Her şeyden önce daha tarihin ilk dönemlerinde ayrıldığımız soydaşlarımızla bir çatı altında toplanmış olacağız. Şu anda bu “çatı“yı, devlet sınırlarının silinerek yeni sınırların çizilmesiyle kurulacak bir birliğin çatısı olarak anlamamak gerekir. Bu, şu anda istenilenin ötesinde olan bir ülküdür. Fakat şu anda onun ilk adımı olan “Avrupa Birliği“ne benzer bir birliği gerçekleştirmek gerekir. Bu birlikte devletler kendi bağımsızlıklarını koruyacaklar; fakat askeri, siyasi, ekonomik… anlamda dayanışma / yardımlaşma içerisinde olacakları bir Türk Birliği‘ne bağlı olacaklardır. Bu birlik sayesinde ekonomik anlamda yardımlaşmalar olacak, bütün Türk devletleri kalkındırılmaya çalışılacaktır. Hatta bugün maddi güçsüzlük nedeniyle bağımsız olamayan özerk Türk devletlerine verilecek destekle, onlar da bağımsızlığını kazanacaktır. Bu birlikle, dışarıdan aldığımız birçok şeyi (petrol, doğalgaz, tekstil ürünleri, gıda ürünleri…) Türk Birliği‘ne dahil olan ülkelerden alıp, yine dışarıya gönderdiğimiz ürünleri de öncelikli olarak Türk Birliği‘ne dahil ülkelere göndereceğiz. Böylece bugün dışarıya akıttığımız milyonlarca YTL, dolaylı olarak bizim olacaktır. Yine dışarıya sattığımız ürünler de soydaşlarımıza gidecek, bugün resmen “kaçırılan” kaynaklarımız dolaylı yoldan “bizim” olacaktır. Bunların dışında, Türk Birliği’nin desteklediği büyük sanayi bölgeleri oluşturulacak, birçok ülkede Türk malları satılacaktır.

      Bu birliğin ekonomik getirilerinin dışındaki önemli bir yönü ise “siyasi” anlamdaki kalkınmadır. Türk birliği ile birlikte güçlenen ekonomimiz sayesinde dünya siyasetine yön verebilecek bir kurulumuz olacaktır. Böylece belki de “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi” ne ihtiyacımız olmayacak, yatırımlarımız için İMF‘ye yalvarmamıza gerek kalmayacaktır. Bu birlik sayesinde, hem Türk devletlerinde hem de dünyada barışı sağlayacak bir askeri güç (ordu) oluşturulacak, böylece bütün Türk devletlerinin iç ve dış güvenliği sağlanmış olacaktır.Bunların dışında Türk Birliği‘nin getireceği en önemli şeylerden biri ise, “kültürel” anlamda birliktelik sağlamaktır. Bugün dilleri ve yaşantıları neredeyse aynı olan Türk toplulukları, bu birlik sayesinde kaynaşacak, sıkı ilişkiler sayesinde bütün Türkler birbirine bağlanacaktır. Hatta bu birlik sayesinde ortak bir Türk Dili oluşturmak bile mümkündür.

      Bir yazı ile anlatılamayacak kadar yararı olan bu kut’lu birlik, bir an önce devlet başkanları tarafından görüşülmeli ve hayata geçirilmelidir. Afrikalıların bile bir birlik kurduğu şu dönemde, üzerinde her türlü oyunların oynandığı Türk ulusunun geleceği adına, bu birlik kurulmalı ve gün, dünyaya TÜRK‘ün adını yüksekten söylettirecek günlerin miladı olmalıdır.

      Yavuz Tanyeri

      tarihtendersler.com/nbk.asp?mk_id=363&id=29

      tarihtendersler.com/nbk.asp?sh…&id1=&id2=&id3=&mk_id=363
      Resimler
      • tr.jpg

        15.86 kB, 0×0, 4,273 defa görüntülendi
      Zaman su gibi hayatımızdan parçalarıda önüne katıp..akıp gider.
      Zamanımızı biz..bizi,bizim sevdiklerimiz..bizi sevemeyenler harcar.
      NAZAN T:

      Türk Birliği - Türk Bir Dev

      Hiç düşündünüz mü?
      George Washington komutası altında, İngiliz imparatorluğuna karsı verilen ve kazanılan bağımsızlık savasından 13 yıl sonra, 1789'da, 13 "İngiliz sömürge eyaleti" aralarında anlaşarak Amerikan Birleşik Devletlerinin temelini attılar.

      en.wikipedia.org/wiki/Image:U..._statehood.gif

      1945 yılında 7 ülke ile kurulan Arap Birliği’nin buğun 23 üye ülkesi vardır.
      en.wikipedia.org/wiki/Arab_League

      Irki ayrı, dilleri ayrı, kültürleri birbirinden değişik ve hatta birbirleri ile yıllarca çatışan mezheplerin oluşturduğu 6 kurucu üye ülkeler (Almanya, Fransa, İtalya, Belçika, Hollanda ve Lüksemburg) 1957 yılında Avrupa Birliği’ni gerçekleştirdiler.

      abgs.gov.tr/ab_dosyalar/ab_tarihce.htm

      Afrika ülkeleri 2002'de 53 üye ülkenin katilimi ile kendi birliklerini kurdular.
      africa-union.org/

      Ya bizler; tarihi, kültürü, dili ve özü bir olan Türkler?
      Günümüz dünyasında "güçlü" olmanın "birlik" kurabilme ile mümkün olduğunu idrak eden ve birliklerini kurabilen bir-çok dünya ülkesi, birliklerini kuraMayan diğer ülkeleri daha da küçülterek yönetmek ve kendi imparatorluklarına dâhil etmek yolunda giderken, bizlere iki seçenek gözükmektedir;

      Ya parçalanacağız ve bu birliklerin birer parçaları ve/ya nüfuzları altında olacağız,
      Ya da kendi birliğimizi kurup, "güçlü" ülkeler ve birlikleri arasında yerimizi alacağız..


      Sonuç itibari ile, 250 Milyon'dan fazla Türkün yasadığı dünyamızda, AB seklinde ama kendimize özgü bir Türk Birliğinin kurulması, 7 bağımsız Türk Devletinin TürkBirdev olarak ekonomik ve askeri güçlerini bir birlik altında toplama gereği artik kaçınılmaz hale gelmiştir.


      Neden TürkBirDev?

      Çünkü;

      1. Gereklidir
      2. Gerçekleştirilebilirdir.
      Gereklidir

      Türkiye ve diğer Türk Devletleri su an kritik bir geçiş süreci içindedirler. Yedi bağımsız Türk devleti, diş ve iç güçler tarafından, bir-çok yöne çekilmeye çalışılırken, "en doğru olan" bir kurtuluş yolu aramaktadırlar. Bizler inanıyoruz ki, "en doğru yol" Türk Birliği yoludur.

      TB, sadece Türk milleti için değil, ayni zamanda kalıcı bir dünya barısı için de gereklidir. Oyleki, Türk Dünyası dört büyük imparatorluk haline gelmiş veya gelmekte olan, ekonomik güçler tarafından sarılmıştır; batımızda AB imparatorluğu, kuzeyimizde Rusya imparatorluğu, doğumuzda Cin İmparatorluğu ve güneyimizde (bizim bir kısmımızın da içinde olduğu) Amerikan imparatorluğudur.

      Bu tabloyu göz önünde bulundurarak, su an başlamak koşulu ile gelecek on yıl içinde;
      * Ya, önümüzdeki fırsatları iyi değerlendirebileceğiz ve AB modeline yakın, kendimize özgü bir Türk Birliğini gerçekleştirebileceğiz;
      * Ya da, bazı sınırlarımız fiziken ve diğerleri nufuzen yeniden çizilecek ve Türk Dünyası değişik güçlerin etkisi ve yönetimi altına girecektir ki, bu Türk dünyası için hazin bir kayıp olduğu kadar, dünya barısı içinde büyük bir tehlike oluşturacaktır. Öyleki, TB’nin gerçekleşemediği bir coğrafyada, bu dört ekonomik gücün, sınırları ve milli çıkarları karşı-karşıya gelmiş olması ile ikili bir kutuplaşma ortaya çıkacaktır ki bunun işaretlerini şimdiden Sanghi anlaşması ve AB –ABD işbirliği ile görmek mümkündür.

      Engeller Nelerdir?
      TürkBirDev üyelerinin katıldığı aşağıda bir aynısının görüldüğü ankete göre;

      groups.yahoo.com/group/TurkBirDev/polls

      Seçenekler Oylar %
      1 Hiç bir engel yoktur 39 13
      2 Türk cumhuriyetlerinde demokrasinin oturmamış olmasıdır 7 2
      3 Dilde birlik olmaması 10 3
      4 Her Türk Cumhuriyetinin ekonomileri ayni düzeyde olmamaları 3 1
      5 Rusya 9 3
      6 Amerika 23 8
      7 Cin 3 1
      8 Iran 2 0
      9 Türkiye ve diğer Türk devletleri arasındaki Ermenistan toprağı 6 2
      10 Diş güçlerin bir "Kürdistan" yaratma çabaları 3 1
      11 Avrupa Birliği 9 3
      12 Türk Devlet başkanlarının isteksizliği 37 12
      13 Türkler arasındaki gönül bağının olmaması 24 8
      14 Kişisel çıkarların çatışması 17 5
      15 TB için ciddi bir atilim yapılmamış olması 95 33

      Üç en büyük engel
      * Türkler arasında gönül bağının olmaması 37 üye %12
      * Hiçbir engel yoktur 39 üye %13
      * TB için ciddi bir atilim yapılmamış olması 95 üye %33

      Neden Gerçekleştirilmelidir?
      Türk Birliği, AB için en iyi ve geçerli bir seçenektir. Türk Birliği, Türk milletinin “milli” meselesi olan Kıbrıs, ege adaları, Bati Trakya, sözde ermeni soykırımı, Karabağ, Güney Azerbaycan, Doğu Türkistan, Kerkük ve Kürt sorunları gibi birçok meseleyi, Türk Ulusunun lehinde çözüme kavuşturacak bir formüldür.

      Ekonomik ve Askeri güçlerimizin birleşmesi ile oluşacak kaynak ve tasarruflardan elde edilen imkânlarla ortak iç sorunlarımız olan yüksek issizlik, eğitimsizlik oranları kısa bir sure içinde aşağı rakamlara çekilebilecektir; hammaddelerimiz TB içinde islenebilecek ve üretici durumuna gelinebilecektir; diş borçlar ödenebilecek ve IMF ve diş ülkelerin baskı ve yönlendirmelerinden kurtulunabilecektir.

      Orta Asya’dan Avrupa’ya kadar uzanan toprakları ile TB, gerçekleşme aşamasında olan 4 imparatorluk(!) arasında güç dengelerini sağlayacak ve kalıcı bir dünya barışına katkıda bulunacaktır.

      Gerçekleştirilebilir-dir!
      TürkBirDev Topluluğu, Avrupa Birliği seklinde fakat Türk milletine özgü bir birliğin önümüzdeki 10 yıl içinde, 2017'ye kadar 7 Türk devleti arasında gerçekleştirilebileceğinin gayet olasılıklı olduğu inancındadır.

      7 Türk Devleti kendi hür iradeleri ile bir araya gelebilecek, bir Ortaklık Belgesi oluşturabilecek ve müzakere edebilecek bağımsızlığa sahiptirler. Bu hür iradenin ortaya çıkabilmesi ve eyleme dönüşebilmesi için,

      1. Hâlihazırda halkı temsil eden milletvekillerinin ve ülkeyi yöneten devlet adamlarının kararlılığı,
      2. Ve/ya tabandan, halktan gelen bir istek ve bu isteğin oylara dönüşmesi gerekmektedir.

      MÜZAKERE MADDELERİ
      1. Vize zorunluluğunun ortadan kaldırılarak kişi, mal, hizmet ve sermayenin serbest dolaşımı;
      2. Ortak eğitim, kültür, tarım, balıkçılık ve taşımacılık siyaseti;
      3. Ortak su, enerji ve uzay araştırma siyaseti;
      4. İktisadi ve parasal birlik ve vergilendirme;
      5. Ortak diş siyaset ve güvenlik;
      6. Ortak savunma sanayi ve ordusu;
      7. Bir “Merkez Bankası”nın oluşturulması

      Müzakere edilebilecek belli başlı bu 7 maddeden ilki bugün dahi kararlaştırılıp 7 Bağımsız Türk Devleti tarafından kanunlaştırılarak yürürlüğe konulmasında hiç bir engel yoktur ve Türk Birliği’nin gerçekleştirilebilmesi için gerekli ilk adimdir.

      verem.blogcu.com/turbirdev-turk-birligi/7030829
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Mesaj 5 defa düzenlendi, son düzenleyen “Kuku” ().

      ​Türklerin Kökeni

      Hiçbir millete nasip olmayan pırıl pırıl bir tarihimiz var. Kara lekesi olmayan ama karşımızdaki bütün dünya ve içimizdeki işbirlikçilerince karartmaya uğramış bir geçmişe sahibiz. Hiç kimseye ne borcu ne de dokunmuş kötülüğü olan, ama herkesten bir dolu alacağı ve herkese iyiliği bulunan bir milletiz. Bize kötülüğü dokunanlar dönüp bir de diş kirası istiyorlar; iyilik yaptıklarımız ise onların yanında saf tutuyorlar. Olsun, biz bugünlere onların lütfuyla gelmedik ki bundan sonraki ‘hayatta kalma” hesaplarımızda onları nazara alalım. Türk olmak zor iş ama mutlu olmak için yeterli.

      Osman KARATAY
      Resimler
      • Türk.png

        325.73 kB, 731×384, 861 defa görüntülendi
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000
      Türk Kimdir?

      "Bu memleket, dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin yüksek tecellisine, yüksek sahne oldu. Bu sahne 7 bin senelik, en alasından bir Türk beşiğidir. Beşik tabiatın rüzgarlarıyla sallandı. Beşiğin içindeki çocuk tabiatın yağmurlarıyla yıkandı. O çocuk tabiatın şimşeklerinden, yıldırımlarından, kasırgalarından evvela, korkar gibi oldu; sonra onlara alıştı; onları tabiatın babası tanıdı onların oldu. Bir gün o tabiat çocuğu tabiat oldu; şimşek, yıldırım, güneş oldu; Türk oldu. Türk budur. Yıldırımdır. Kasırgadır, dünyayı aydınlatan güneştir."

      NE MUTLU TÜRK’ÜM DİYENE!

      M.K. ATATÜRK
      Resimler
      • Atatürk.jpg

        10.96 kB, 250×175, 813 defa görüntülendi
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000