Her Yönü İle RİZE Sorular Ve Cevaplar

      Her Yönü İle RİZE Sorular Ve Cevaplar

      1. Bilim adına siyaset yapmak - Rüdiger Bennighaus (makale)
      2. Muzaffer Arıcı (Cevap Hakkı)
      3. Rüdiger Bennighaus (Cevap Hakkı)
      4. Muzaffer Arıcı (Cevap Hakkı)

      1-Bilim Adına Siyaset Yapmak
      Karl Koch’un „Reise im pontischen Gebirge und türkischen Armenien"
      kitabının çevirisi üzerine
      Rüdiger Benninghaus
      Giriş

      1999 yılında Sayın Muzaffer Arıcı, derlemesini yaptığı ve Tahir Deveci tarafından Türkçeye çevirilen „Rize" başlıklı bir kitapçığı bana hediye etti. Kitap, Karl Koch (telafuzu: Kox) adında bir Alman botanik profesö-rünün*(1) 1843-44 senelerinde şarkta yaptığı bir seyahat raporunun Doğu Karadeniz bölümünün çevirisidir.
      Bu kitabın bende orijinal Almanca baskısının fotokopileri bulunduğu için kitabı pek incelemedim. Geçen-lerde bir Laz arkadaşım bu kitabın orijinalini görmek istedi. Kitabın çevirisinde eksiklikler ve saptırmalar olduğu konusunda bazı şüpheleri vardı. Esasen piyasada pek nadir bulunan bir kitabın*(2) çevirisinde böyle bir sahtekarlığın yapılabileceğini önce pek düşünmedim. Bunu deneyen birisinin rezil olma tehlikesini göze alması gerektiğini zannettim. Yanıldığım ortadadır.
      Neyse, Hemşinli (Melmanat/ Mermanat - Akbucak köyünden) Muzaffer Arıcı’nın „derlediği" ve Of’lu Tahir Deveci’nin tercüme ettiği 1991’de birinci, 1995’te de ikinci baskısı yayımlanan bu kitabı, orijinaliyle karşılaş-tırmaya başladım. Kitaplara (orijinaline ve çevirisine) bakar bakmaz bazı çelişkiler gözüme çarptı ve kitabı daha dikkatli incelemeğe başladım.
      Tabii ki, iyi ve kötü çevirilere her zaman rastlanır, özellikle de Türkiye’de. Fakat kötü bir çeviriyle, bilinçli ve maksatlı olarak orijinali değiştirmek ayrı şeylerdir. Burada sözkonusu olan çeviride hem düzensizlikler ve hatalar, hem de orijinalde olmayan eklemeler var; ayrıca sorumlu olan kişi ya da kişilerin işine gelmeyen bazı bölümler (cümleler) Türkçeye aktarılmamış. Sorumlu kişinin çevirmen mi, çıkaran mı, kısacası kim olduğu beni fazla ilgilendirmez, çünkü bu bir iki kişinin işi değil, belli bir siyasi çevrenin etkisiyle olduğunu düşünüyorum. Bu çevrenin fikir babasının Mehmet Fahrettin Kırzıoğlu olduğu da bellidir.*(3)
      Önsözde sayın Arıcı, Koch’un kitabının fotokopisinin temin etmesinin çok zor olduğunu anlatmakla*(4) Karadeniz halkına bu çevirisiyle ne kadar büyük bir hizmet verdiğini belirtmeğe çalışıyor.*(5) İkinci baskısının başında sayın „derleyen" kitabın birinci baskısının yurt içinden ve dışından gelen yoğun istek üzerine erken tükendiğini söylüyor da, ama kitabın ikinci baskısı ancak dört sene sonra gerçekleşti. Acaba kitabı kim satın aldı ve kimi nasıl etkiledi ?
      Kitapta indeks olmadığı için, önce Almanca ve Türkçe olarak kitabın tüm bölümlerini vermek istiyorum. Önsöz ve ortografik bir açıklamadan sonra:
      Erste Übersteigung des pontischen Gebirges (s.1-40)
      (Pontos Dağları’na yapılan ilk çıkış)
      Die Lehngaue von Ispir und Pertakrek (s.41-83)
      (İspir ve Pertakrek timarları)
      Zweite Übersteigung des pontischen Gebirges (s.84-11
      (Pontos Dağları’na yapılan ikinci çıkış)
      Lasistan (s.119-157)
      (Lazistan)
      Artvin und Artanutsch (s.158-199)
      (Artvin ve Ardanuç)
      Artahan und die Kurquellen (s.200-234)
      (Ardahan ve Kura nehrilerinin kaynakları)
      Pennek, Olti, Narriman oder das Land der Taocher (s.235-265)
      (Penek, Oltu, Narman veya Tao’luların memleketi)
      Die Eufrat-Quellen und Erserum (s.266-317)
      (Fırat’ın kaynakları ve Erzurum)
      Paßin und das Quellengebiet des Araxes (s.318-364)
      (Pasinler ve Aras’ın kaynak bölgesi)
      Chynys und der Berg der tausend Seen (s.365-382)
      (Hınıs ve Bingöl Dağı)
      Das Kloster Johannes des Täufers und Musch (s.383-413)
      (Hazreti Yahya Manastırı ve Muş)
      Bulanük und Melasgerd (s.414-445)
      (Bulanık ve Malazgirt)
      Alaschgerd, Kagysman und Kars (s.446-46
      (Eleşkirt, Kağızman ve Kars)
      Kitabın sayfalanması Koch’un orijinaline göre yapılmıştır. Sözkonusu kitabın ikinci bölümünün temin edile-mediği belirtiliyor. Böylece Türkçesinde 1’den 40’a ve 84’ten 157’e kadar bir sayfalanma bulunuyor. Çevirilmemiş olan 41 ile 83 arasındaki sayfaların hakikaten temin edilip edilemediğini bilemiyoruz, bazı bölümlerde ise kitabı çıkaranlar „zorluk" çekmişler.

      Acaba bu sayfaları da okusaydılar, Koch’u o kadar överler miydi ? Kapağın iç kısmında sayın Arıcı şunu yazıyor: „1843 yılında, araç gereçlerini, kâh hayvan sırtında, kâh kendi sırtında <orijinali öyle> taşıyarak, zor şartlarda, yılmadan, usanmadan, yöremizi gezip, gördüklerini, akıcı, zarif ve gerçekci uslubu ile resim çizer gibi gözümüzün önüne seren, Prof. Dr. Karl KOCH’un verdiği hizmet çok büyüktür. Allah azizlerden eylesin."
      Saptırmalar
      Maksatlı "saptırma" kitabın başlığıyla başlıyor. Kitabın esas başlığı, „Reise im pontischen Gebirge und türkischen Armenien" (yani ‘Pontos <veya Pontik> Dağları’na ve Türk Ermenistanı’na seyahatlar’) sadece „Reise im pontischen Gebirge" olarak verilmiş. Onun dışında kitabın ilk bölümü de ön kapağında yok, onun yerine kitabın içinde bulunduğu dizi adı („Wanderungen im Oriente ...", yani ‘Şark gezintileri’) ön plana çıkarılıyor. Ayrıca, „Pontos Dağları", ‘Rize Dağları’ olarak çevirilmiş.*(6) Sık sık „Konstantinopel" yerine tercümede ‘İstanbul’ bulunur, her ne kadar Koch zamanında o şehirin ismi Konstantinopel olarak geçmişse de (1930'a kadar).*(7)
      Kitaptaki bazı bölümlerin Türkçede değiştirilmemesi veya yok olmamasını hayretle karşıladım (s.19); çünkü Arıcı (ve başkaları) da horon oyunlarının öz be öz Türk kökenli olduklarını tekrarlamaya doyamıyor-lar:*( „Bize dansın adının ‘Horon’ olduğu söylendi. Bu sözcük Yunanca ‘Choros‘ sözcüğünden geliyor mutlaka, bu da Yunancanın bu çevrede ne kadar yaygın olduğunun bir delildir.“ Belki saptırmalar içinde bir „hatadır".
      Fakat, kitabın 23. sayfasında tekrar çizgilerine dönmüşler; orijinalinin Türkçe çevirisinin:
      „Kumpusarova Süleyman Ağa elli yaşlarında görünüp güçlü fakat dolgun, belki Gürcü kökenli bir yapısı vardı. Ona rağmen yine dolgun olan yüzünün yapısı Ermeni bir çizgiye sahipti ve özellikle büyük, çıkık burnu ve küçük oval gözleri biraz Ermeni, belki daha çok Ermeni kanının damarlarında bulunduğunu gösterir. Belki uzun bir zaman önce Hamam adındaki reisleri, yüksek dağlarda fakat deniz tarafına yerleşip toprak işgal ettiği Ermeni ailesindendi, ki o yer ondan Hamamaşen (yani Hamam’ın yapısı) daha sonra bu sözcük yozlaşarak Hemşin sözcüğüne dönüştü ve bugüne kadar da böyle kaldı." şeklinde olması gereken bu bölümün Türkçe çevirisinde ne Gürcü ne de Ermeni kelimelerine rastlanır. Konunun nasıl saptırıldığını işte bu bölümde de görüyoruz: „Süleyman Ağa’nın güçlü bir yapısı vardı. Grisu yüzlü idi. Elli yaşlarında görünüyordu. Çıkık burnu ve siyah küçük gözleri, genişliğine, uzunca idi. Belki Hamam Beg yönetiminde Hemşin toprağına gelenlerden, burayı şenlendirenlerden kalan bir aile idi. Terbiyeli bir lehçe ile konuşu-yordu. Türkçeden başka bir dil yoktu" (s. 23).
      Bugünlerde Hemşinli’leri (özellikle batı Hemşinli grubunu) ‘Oğuzlaştırmaya’ uğraşanlara Koch’un şu sözleri-nin ilginç gelmesi lazım:*(9) „...Hemşin (Ermenilerin Hamamaşen); hiç bir Türk’ün henüz giremediğinin söylendiği korkulu bölge ..."
      Tanınmış coğrafyacılardan Carl Ritter, Hemşinliler hakkında şunları yazıyor: *(10) „... bu Hemşin dereleri-nin insanları ... ancak 200 sene önce baskı ve çaresizlikten İslam’a teslim olup Türklerin zulmü ve vahşetinden kurtulmağa çalışmışlar, fakat içlerinde eskisi gibi, Hıristiyan kültürünü korumuşlar ve yalnız zahiri bir şekilde Kuranın yolunu takip etmişler. Kadınları Ermenicelerinden başka bir dil tanımazlar; ..."
      Orijinal kitabın 25. sayfasında yer alan bir kaç cümle ise Türkçe çevirisinde kayıplara karışmış; aralarında Koch’un Erzurum’u „Ermeni memleketinin başkenti" („Hauptstadt des armenischen Landes") olarak anlattığı bölüm de eksiktir.
      Türkçede eksik olan 41 ile 83 sayfalarında ise çevirmenin kalemi herhalde greve başladı; çünkü bu sayfa-larda çok fazla Ermeni ve Gürcü ’kokusu’ var. 41 sayfasındaki İspir’le ilgili bölümünden bir kaç cümle:*(11) „İspir’in ... Gürcü-Ermeni tarihinde özel bir önemi var ..." „En eski zamanlarda İspir Ermenistan’a bağlı idi; şehrinin nüfusu en çok Ermeni kanının özelliğini taşıyor; ona karşın köydeki insanları ... daha çok Gürcü halkıyla yakınlık belirtiyor."
      Çevirmen veya hazırlayan herhalde „Grusier" veya „grusisch"in ne olduğunu anlamamış olacak ki, onu ‘Gürcü’ olarak tercüme etmek yerine „Grusi" olarak bırakıyor (s. 6) veya „Grussich/ Gruisler" diye bozuk bir şekilde veriyor.*(12) Çevirmen „Grusier" sözcüğünün Türkçe karşılığının Gürcüler olduğunu bilmiyor muydu acaba? Ya da bazı zorluklardan kaçmak için bilmiyormuş gibi mi davranıyor? Ancak hazırlayan kitaba eklediği şu dipnotta kendi tuzağına kendisi düşüyor (s.120, dipnot 1):
      „Laz ırkının, Megrel ve Gürcü ırkıyla alakası olmadığını ne güzel anlatıyor."
      Koch, Lazları Megreller ve İmereti'lilerle fiziksel yapı bakımından karşılaştırdığında portakal ve elma karşı-laştırmıyor ki, sadece elmanın çeşitleri arasındaki farkları anlatıyor; yani her ne kadar Laz, Megrel veya İmereti'liler arasında birtakım farklar bulunsa da hepisi de esasen dil bakımından 'Gürcü halklarından' dırlar, yani Kartvel dil grubundandırlar. Yani hepsi elma; birisi portakal, öbürü elma falan değil. Koch’un demek istediği budur.
      Trabzon halkının çoğunu ‘Karadeniz Türkleri‘ olarak görecek olursak, onların fiziksel yapısı Niğde’li Türklerden veya Antalya Yörüklerinden farklıdırlar tabii; yoksa ‘Karadeniz Türkleri‘ni Arıcı’nın mantığıyla ayrı bir ’ırk‘ olarak mı sayalım ?
      Başka bir yerde (s.12 yine Gürcüler söz konusu olunca, çevirmen Koch’u şöyle veriyor: „Bunlar öz Gruiserler ile Lazların, her ne kadar sonuncular İslamı seçmişlerse de aynı kökenden geldikleri varsayımı onaylıyordu." Koch, Lazlar’ın Gürcü (Kartvel) kökeninden olduklarını ‘ne güzel anlatıyor‘, değil mi ?
      Başka bir eserde de Koch, Lazlar’ın ne kökenli olduklarını şöyle anlatıyor:*(13) „Herhalde şüphe kalmadı ki, Lazlar ... ve Kolxis’liler aynı halk olup dediğim gibi büyük Gürcü halkındandırlar."
      Ve yine Koch:*(14) „Lazlar, akrabaları olan Megreller ve İmereti’lilerden biraz daha kısa boylu görünü-yorlar..."
      53. sayfada: „Burada İspir timarı ve bununla beraber esas Ermenistan bitip Gürcüstan veya iki merkez yerine göre Pertakrek ve Kiskin olarak adlandırılan timarı veya esas Gürcüstan, Mesketlerin veya Mosxilerin memleketi (Mesxeti, Sa-M’sxe, Samsxe) başlıyor."
      53. sayfada: „Pek büyük olan Sagus köyün nüfusu ... Müslüman oldular (fakat ancak on yıllık devirlerden beri ..."
      57-58. sayfalarında: „Rum olsun, Ermeni veya Gürcü olarak dinine sadık kalanlar aynen bu isimleriyle adlandırılır, fakat İslam’a dönmüş olan birisi Türkiye’de muhteşem Osmanlı ismini taşıyor ve Rus eyalet-lerinde Tatar diye adlandırılıyor. Böylece Axaltsixe civarlarındaki, yani anavatanındaki Gürcülere (esas Samsxe, yani Mesketlerin <daha doğrusu: Mtsxet’ler> memleketi), bölge Türklerin ellerine düştükten ve İslam dini kabul edildikten sonra Osmanlı deniliyor, fakat oradaki Müslüman Gürcüler, Rusya o bölgeyi satın aldıktan sonra Tatar ismini taşımağa başladılar."
      İspir ve Artvin arasındaki Çoruh havzası civarlarında 20 köyden oluşan „Pertakrek" (Peterek ?) bölgesinde yaşayan köylüler hakkında Koch şunları yazıyor (s.75):
      „Nüfus geçen yüzyılın sonunda Hıristiyan oldukları söylenir < yani Koch’tan şöyle 50 sene önce>, fakat büyük ölçüde Türk usulü zorla Müslümanlaştırılmıştır. ... Başka bölgelerde olduğu gibi burada da nüfusun çoğunluğunun Müslümanlaştırılması kan dökülerek başlanmış. Şimdi iki köyde (Karmenik ve Xodoçur) <s.76> yalnız Ermeni Katolik Hıristiyanlar otururlar, başka dört köyde ise (Gudraşen, Nexax, Mogurgut ve Kevak) Rum ve Ermeni Hıristiyanlar Müslümanlar arasında otururlar." Bunu Türkçülerimiz duymak istemi-yorlar tabii. Kitabın sonundaki yorumda (s.158. „Rize yöresinin Türklerle meskün olduğuna dair kesin tespitlerimiz [özet]" başlığı altında): „Osmanlı hiç bir zaman - İstanbul dahil - dilini değiştir diye azınlıklara baskı yapmadığı halde, ..." Ve: „Hiç bir Ermeninin dil, din değiştirmediği, Rumlarla beraber buradan göçtük-leri vesikalarla sabittir." *(15)
      Sayın Arıcı ve Sırtlı atalarının nasıl Müslüman olduklarını bilmiyorlar ve herhalde bilmek te istemiyor-lar.*(16) Belki o bölge Rize dışında kaldığı için bu bölümlerin çevirilmediğini söyleyecekler, fakat öyleyse ne diye Of, Sürmene, Xotoçur ve kısmen İspir’i ile ilgili bölümlere yer veriliyor ?
      Benzer bir örneğe 156. sayfada rastlanır; Türkçede okuyoruz: „Orada oturan Hıristiyanlardır ve buna göre her yıl padişaha para, insan gücü ve altın olarak belirli bir haraç vermek zorundaydılar." Orijinalde ise ‘insan gücü' değil, „Knaben und Mädchen" (oğlan ve kızlar) padişaha vermek zorundaydılar.
      Koch’un sözleri (s.134): „Die türkische Herrschaft lastet zentnerschwer auf ihm ..." Türkçede „Türk çevresi ... bu kişiye yükleniyordu ..." olarak veriliyor; halbuki Herrschaft ’tahakküm’dür. Koch, elli kiloluk ağırlığı tanımlayan Zentner kelimesini tahakkümmün çok ağır olduğu anlamında kullanıyor. Neyse, çevirmen dere-beyin omuzundaki Türk (yani yabancı) hakimiyetin ağır gelmesine acıyıp onu biraz hafifletmek istiyor, galiba.
      143. sayfada Koch’un, hemen hemen tüm doğu insanlarının eşkiyalığa olan düşkünlüğünden sözeden satırları da („der räuberische Hang fast aller Orientalen") Türkçe çeviride bulunmuyor.
      81. sayfada ise Koch, karışık nüfuslu (Ermeni, Rum, Müslüman) köyü olan Mogurgut’tan bahsederken, Ermeniler hakkındaki hislerini şöyle ifade etmektedir:
      „Yalnız burada değil, bazı nadir örnekler hariç, tüm seyahat boyunca üzücü rastlantılarım oldu ki Hıristiyanlar ve özellikle Ermeniler tüm şarkta ahlak bakımından Müslümanlardan, hatta haydutlardan ve şeytanperestlerden daha aşağı bir seviyede bulunuyorlar; kutsal sayılan misafirperverliği bile zorla gösteriyorlar."
      Osmanlı makamları özellikle Hıristiyanları bıktıracak kadar yabancıları konuk etmeye zorlamış olmalı ki (Mogurgut’ta da öyle oldu) Koch’un onların misafirperverliği hakkında yanlış izlenimler edinmesine neden olup kitabının değişik sayfalarında Ermenilere karşı tavır almasına neden oluyor. Bu, tabii ki kitabı çıkaran-ları o kadar sevindirdi ki, böyle bir bölümü (s.89) faksimile olarak bastırıp başka bir yerde de büyük bir zevkle kullandılar.*(17)
      Maalesef kitabın beşinci bölümünü („Artvin ve Ardanuç") çevirmemişler, belki de onların ilgisi dışında kalmıştır. Fakat orada da icabında işlerine gelmeyen bilgiler ortaya çıkardı: „Artvin kuşkusuz tüm Çoruh ve (Türk) Kura bölgesinin en büyük ve en önemli şehridir ve özellikle Axaltsixe'nin <Ahıska>Rusların eline düşmesiyle önem kazanmıştır." (s.161)
      Ve başka yerde, Artvin'deki Ermenileri anlattıktan sonra, Koch şunu yazıyor: „Artvin'in nüfusu Gürcülerden oluşuyor ve Gürcüce halkın dilidir, hem Hıristiyanların hem de Müslümanların." (s.166) Oranın Gürcüce-sinin Tbilisi'ninkinden daha temiz olduğunu belirttikten sonra, şöyle devam ediyor: „...ondan anlaşılıyor ki, nerede dil en temiz şekilde konuşuluyorsa orası esas Gürcüler'in eski yerleşim bölgesidir, yani orta Kura bölgesi değil, kuşkusuz yukarı Kura ve Çoruh bölgesidir, ..." (s.166). Yine Livane (Artvin) bölgesi hakkında (s.167): „Kısa bir zaman öncesine kadar, buralarda yalnız Hıristiyan dininin yaygın olduğu bana anlatıldı; herhalde burada da Türk kaba kuvveti İslamı birden buraya soktu. Müslüman aileler bile hala Papazoğlu (yani Hıristiyan bir papazın oğlu) diye bir isim taşıyor ve Livane'nin hükümdarı, Murad Ali Bey, dedesinin Hıristiyan olduğunu bana anlattı. Aile içinde durmadan Hıristiyan Gürcücesi konuşuluyor; dindar müminler çok açıkça gâvurların dilinin aile içinde konuşulmasının her ne kadar günah olduğunu bana anlattılar ise de, bu dilin kendilerine Allah tarafından annelerinin sütüyle verilmiş olduğunu da söylediler ..."
      Düzensizlikler ve Bilgisizlikler
      Çeviri, hatalar ve düzensizliklerle doludur. Çevirmenin, eski Alman harflerini iyi okuyamadığını özellikle yabancı kelimelerden anlıyoruz. Gerçi, biraz daha titiz çalışsaydı, onu da doğru bir şekilde verebilirdi.
      Burada tüm hataları sıralıyacak halimiz yok, ancak bazılarını örnek olarak vermek istiyorum: Yer adları o kadar çok yanlış veriliyor ki, bununla çalışmak isteyen birisi, eğer kendisinde Almanca orijinali yoksa, epey zorluk çekecek. Bir kaç örneğe bakalım:
      Tschabantz-Dereh (Çabantsdere) veya Tschabants Köyü ya Çobandere/Çobanköy veya (aynı köy için) Cabaniz olmuş*(1 - düzensizlik bir yana, Ermeni ismine benzediği için onu Türkleştirmeğe uğraşmış olabilirler.
      Hyssus ‘Hussus’ olarak yanlış aktarılmış (s. 4), Otz (Ermenicede ‘yılan’ anlamına geliyor) ‘Of’, Garuksa ‘Sorutsa’, Goloscha ‘Soloscha’, Padschatusi ‘Pandschatusi’ (s.5), Kutschuk Tschair (Küçükçayır) ‘Rutscuk Tschair’ (s.16), Rhizius nehri Türkçede ‘Ehizus’ olmuş (s., Katila yerine ‘Natila’ verilmiş, Naschuwa (Naşuva) ‘Rasawa’ olmuş (s.155), Selek 'Selet', Dschumbat (Cumbat) 'Rumbat', Artaşin (Ardeşen) 'Artaçın' diye veriliyor (s.125, 132, 134), Makria yerine 'Matri' veya 'Mahria' okuyoruz (s.126). Ziche-Dschari (Zixe-Cari) bazen 'Zişe-çari (s.124), bazen 'Zichedçori' (s.126) veya 'Zirhedçari' (s.127) olarak geçiyor. Kisseh (Kise) yerine Türkçede 'Rizzeh/ Risseh' ortaya çıkıyor ve Kissier (Kise'liler) 'Rissier' (s.126, 140). Cimil Kalesi (Burg) Türkçede büyüyüp Cimil Dağı olmuş (s.25). Kewak (Kevak) sık sık ‘Hevak’ olarak yanlış okunmuş.*(19) Çevirmen, benzer bir hatayı ‘Hala’ köyü konusunda yapmış, yani ‘Kale’ (orijinalinde Kala olarak) olacaktı (s.107). Koch’un anlattığı Ischchan’ı çevirmen doğru dürüst okusaydı herhalde „İşhan olabilir" diye bir not ekleme gereğini duymayacaktı; Koch’un yazısından (‘ch’) belliydi (s.90). Aynı titizlik eksikliğine „Arscharawasser (Acara suyu olabilir)" sözcüğünde de rastlanır; yine Koch onu net birşekilde Adscharawasser olarak vermiş (s. 91); başka yerlerde Adschara 'Adçora/ Abçora' olarak Türkçede varlığını sürdürüyor (s.154). Schawscheti-Tskhali (Şavşeti Tsxali) Türkçede Çavşet-İçkale’ye dönmüş (s.149). Çevirmen, Botschcha’yı (yani Borçka) ‘Boca’ olarak veriyor (s.14. Pontus Euxinus‘dan çevirmenin haberi yoktu herhalde, çünkü onu ‘Pontus Eurinus’ diye gösteriyor (s.150).
      „Tzanisches Gebirge" (Tzan Dağları) Türkçede ‘Laz Dağları’ diye çıkıyor (s.150); bu da doğru bir çeviri değil, bir yorumdur; her ne kadar doğru bir yorum olsa da.
      „... das nicht unbedeutende Dorf Sanatis ..." („önemsiz olmayan Sanatis köyü") yerine çevirmen ‘önemsiz bir köy’ <boşluk, yani köyün adı vermiyor> yazı vermiş (s.149).
      Marmanat’ın (M. Arıcı’nın köyü) Atina’dan 2 ½ saat uzak olduğunu ancak Almanca orijinalinde okuyabiliriz (s. 24). Koch’un sözettiği „Ruspa" köyü (s.13), Gümüşhane’deki gümüş maden ocağı (s.40) ve Batum'daki Kakhaber Ova (Kaxaber Ovası) (s.124) Türkçede kayboluyorlar.
      Koch’ta Trabzon-Sürmene arası sekiz saatken, Türkçe çeviride bu mesafe altı saate indirilmiş (s.2). „Mosynoi/ Mosynöken" olarak verilen halk, Türkçede ‘Moshnoi/ Moshnöken’ olmuş (s.2-3).„Kolchier" (bazen de tamamen yanlış olarak: ‘Kolschier, s.6) kim oldukları Türkçede artık anlaşılmıyor, çünkü ‘Lochen’ olarak verilmiştir (s.3).
      Komnen beyleri (Almanca: Komnenen) Türkçede ‘Kommenenler’ olmuş ve Cenevizler de (Almanca: Genueser) ‘Genulser’ (s. 7).
      Kitabı yayınlayanlar taa 1995’te Fransızlar'a ambargo koyuyorlar; orijinalin 156. sayfasında yer alan ‘Fransız’ sözcüğü Türkçe tercümesinde geçmiyor.
      „Yeryüzünün çok az ülkesi belki 200 yıldan fazla süre aynı durumunu koruyordu." Burada çevirmen 2000 yerine 200 yılla yetiniyor (s. 7).
      Bir Laz bilim adamı (Almancası „Schriftgelehrter") - esasen öyle söylemek te doğru değil, bahsedilen İbrahim Efendi sadece okuma yazma bilen bir adammış - Türkçede ‘kadı’ oluyor (s.1). Şarabı seven (s.87) bir kadıyı da pek düşünemiyoruz, ancak bir kaç sene bir Alevi köyünde kaldıktan sonra.
      Koch’un „Son-Oghlu" (Sonoğlu) olarak verdiği bir derebeyin ismi bir yerde ‘Çanoğlu’ (s.10), başka yerde ‘Son oğlu’ (s.11) olarak Türkçeye aktarılıyor. „Kumpusarowa-Soliman-Agha"nın karşılığı acaba ‘Kumbasar-oğlu Süleyman Ağa’ olarak doğru verilip verilmediğini bilemiyorum (s.21).*(20)
      Tuna Nar Mustafa Agha Türkçede 'Tuna Nam; Mustafa Ağa' diye çıkıyor (s.109).
      Derebey yerine sık sık 'ova bey' veya 'vadi bey' demesi biraz tuhafıma gidiyor.*(21)
      Sultan Murat II tarafından getirilen Prusya’lı askeri eğiticiler Prusya’lı olarak Türkçede verilmiyor (s.31); onun yüzünden çevirmene fazla kızmıyorum; zaten Alman olarak, tarihi "Türk-Alman dostluğundan" bahse-dilmesine pek alışmış değiliz.
      Madjaren (Macarlar), çevirmene herhalde garip gelmişler, çünkü onları 'Madjeren' olarak atarıyor (s.120).
      „Eine steinerne, aus einem Bogen bestehende Brücke" yanlış olarak „yay biçiminde bir köprü" diye çevirilmiş, halbuki Almancası net bir şekilde bugün hala sağda solda rastlanan ve ‘kemer köprü’ olarak bilinen köprü tipinden bahsediyor (s.106).
      109. sayfasında Tulica köprüsü Türkçe çevirisinde eksik olup yapılış senesi de yanlış veriliyor: 1796/7 yerine 1797/9.
      Koch, Kaçkar Dağı’nın adı - onu Ermenice orijinaline biraz daha yakın bir biçimde veriyor (Khatschkhar) - tam doğru Ermenice’den çevirmiyor da (onu baş veya kahraman kaya - Haupt- oder Heldenfels - olarak verdi), Türkçesinde hemen hemen öyle verilmesi (s.90) göze çarpıyor, çünkü Türkçüler bunu başka fırsatlarda öz be öz Türkçe isimli olduğunu gösteriyorlar.*(22)
      Doğal olarak çevirmen özellikle nebatların isimlerinde zorluk çekti, bazılarını hiç çevirememiş, fakat 131-132. sayfalarda ot ve meyvelerin adlarını Lazca verirken, orijinalinde bulunan bir tanesi listede eksik olmasıyla (pathi - darı) birlikte şu kelimeler de yanlış veriliyor (ilk kelime Koch’un orijinali, ikincisi çeviri):
      Oşkuri - çkuri
      S’xuli (S’chuli) - şuli
      Buli - buşi
      Atampa - litampa
      Sertali - zertali
      Nxeri (Ncheri) - neheri
      Urseni - urfeni
      Turguni-Kanto - turguni konda
      Kontru - kantru
      Kinsi - Kinst
      Xromi (Chromi) - Chroni
      Liwora - liwona
      Aslı patlıcan (Asli-Padlischan; Almanca: Eierfrucht/Aubergine) çevirememiş, Fireng patlıcan (Frenk-Padlischan, Almanca: Liebesapfel/ Tomate) ise domates yerine patlıcan olarak verilmiş. Başka yerlerde de Almancası çevrilmediği gibi kopyaları da yanlış yapılmış: „Läusekraut" ‘Löinkraut’, „Bärenklau" ‘Börenklay’ olmuş (s.17). „Wacholder" bazı yerde (s.26, 36, 154) doğru olarak ‘ardıç’ diye çevriliyor, başka yerde ise (s.89) „Akçaağaç olabilir" yazılıyor. Cypressen (Zypressen, 'selvi ağacı') 'Epperesen' olarak bozuk bir şekilde veriliyor (s.110), başka bir yerde ise Cypressen olarak kopya edilip doğru yazısıyla çıkıyor da, fakat çeviri yok (s.103).
      128. sayfasında Bibel’in ’İncil’ olarak çevirilmesi, esasen Müslümanlarda yaygın olan Hıristiyanlıkla ilgili bilgisizliği simgeliyor. Bibel ‘Eski’ ve ‘Yeni Ahit’ten oluşan ‘Kitabı Mukaddes’tir, İncil ise ‘Yeni Ahit’in bir kısmıdır.
      142. sayfasında Zither (kanun veya santur) çalgısı ne olduğunu çözemeyince, Türkçede yalnız ‘çalgı’ diye geçiyor.
      Bu yapıtın Türkçe çevirisinde yer alan düzensizlikler ve hatalardan sadece küçük bir bölümünü vermeye çalıştım. Amaç, eserde sadece dört beş hatanın bulunmadığını göstermekti.
      Kırzıoğlu ve onun gibi çalışanların kelimelere, hatta harflere çok önem verenlerin - esasen onları bugünkü „Hurufileri" olarak görebiliriz - ve bunlarla hokkabazlık edenlerin nasıl bu kadar düzensiz çalıştıklarını burada net olarak görebiliyoruz.
      Türkiye’de çıkan çeşitli çevirilerde (maalesef bilimsel çalışmalarda titizlik oldukça eksiktir) esasen her zaman bol bol düzensizliklere rastladım. Fakat bilimsel bir yapıtın propaganda malzemesi olarak kullanıl-masına sinirlenmemek elden değildir. İşte bu nedenle, bu makalede doğrusu supabı biraz açmak zorunda kaldım; bilimle, bilimsellikle bağdaşmayan bu tür yanlışlıkların ve saptırmaların yapılmaması ve başka-larına da örnek olmaması için.
      Kaynaklar üzerinde yapılan bu tür saptırmaların ve yanlışlıkların, bugünkü Ermeni "sorunu" propaganda-sında ortaya konulan tarihi kaynakların ne kadar güvenilir olduğunu artık herkes kendisi düşünsün.
      Kaynakça
      Arıcı, Muzaffer:
      Her Yönüyle Rize
      Ankara 1993
      Arıcı, Muzaffer (derleyen)/
      Deveci, Tahir (tercüme):
      Rize
      Prof. Karl Koch’un 1843-44 Yıllarındaki Seyahatnamesinin Rize Bölümü
      Ankara 1995 (2. Baskı)
      Bellér-Hann, Ildikó:
      Myth and History on the Eastern Black Sea Coast
      In: Central Asian Survey, vol.14, no.4 (1995), s.487-508
      Oxford
      Benninghaus, Rüdiger:
      Zur Herkunft und Identität der Hemşinli
      In: Peter Alford Andrews (ed.): Ethnic Groups in the Republic of Turkey, s.475-497
      Wiesbaden 1989
      Breuste, Jürgen:
      Karl Kochs Forschungsreisen nach Kaukasien 1836-1838 und 1843-1844
      In: Georgica, H.6 (1983), S.55-61
      Jena/ Tbilissi
      Dashian, J.V.:
      La population arménienne de la région comprise entre la Mer Noire et Karin (Erzeroum)
      Rapide coup d’œil historique et ethnographique
      Traduit de l’arménien par F. Macler
      Vienne 1922
      Feurstein, Wolfgang:
      Mingrelisch, Lazisch, Swanisch - Alte Sprachen und Kulturen der Kolchis vor dem baldigen Untergang
      In: George Hewitt (ed.): Caucasian Perspectives, s.285-328
      Unterschleissheim/ München 1992
      Feurstein, Wolfgang/
      Berdsena, Tucha:
      Die Lasen
      Eine südkaukasische Minderheit in der Türkei
      In: Pogrom, 18.Jg., Nr.129 (1987), s.36-39
      Göttingen
      Genel Nüfus Sayımı/ Census of Population 26.10.1975
      İdari Bölünüş/ By Administrative Division
      (Başbakanlık Devlet İstatistik Enstitüsü/ Republic of Turkey, Prime Ministry, State Institute
      of Statistics)
      Ankara 1977
      Kırzıoğlu, Fahrettin:
      1461 "Turabuzon" Fethi sırasında Fatih Sultan Mehmed’in Yaya Aştığı "BULGAR DAĞI" Neresidir ?
      in: VI. Türk Tarih Kongresi (Ankara 20-26 Ekim 1961), Kongreye Sunulan Bildiriler, s.322-328
      Ankara 1967
      Koch, Karl:
      Reise im pontischen Gebirge und türkischen Armenien
      (Wanderungen im Oriente während der Jahre 1843 und 1844, Bd.II)
      Weimar 1846
      Koch, Karl:
      Reise von Redut-Kaleh nach Trebisond (Kolchis und das Land der Lasen)
      In: Karl Koch (Hrsg.): Die Kaukasischen Länder und Armenien - in Reisebeschreibungen von Curzon, K.Koch, Macintosh, Spencer und Wilbraham (Hausbibliothek für Länder- und Völker-kunde, Bd.6), s.65-114
      Leipzig 1855
      Magnarella, Paul:
      The Hemshin of Turkey: Yayla, a Pasture in the Clouds
      In: The World and I, vol.4, no.5 (1989), s.654-665
      <aynı makale: Paul Magnarella: Anatolia's Loom - Studies in Turkish Culture, Society, Politics and Law, İstanbul 1998, s.183-192>
      Ritter, Carl:
      Die Erdkunde von Asien
      18.Theil, Bd..IX, Theil 1 (Kleinasien)
      Berlin 1858
      Rosen, G(eorg):
      makale: Lasen
      In: Allgemeine Encyklopädie der Wissenschaften und Künste (hrsg. von J.S. Ersch/ J.G. Gruber), 2.Sektion, Teil 42, s.164-167
      Leipzig 1888 (Reprint Graz 1986)
      Sakaoğlu, M. Ali:
      Dünden bugüne Hemşin
      Karadenizden bir tarih
      İstanbul tarihsiz <1990>
      Sırtlı, Ali:
      Doğu Karadeniz Türklüğü (Gürcüler, Hemşinliler, Lazlar, Çepniler) ve Karadeniz Fıkraları
      (Türk Dünyası Araştırmaları Vakfı)
      İstanbul 1996 (3. Baskı)
      Topaloğlu, İhsan:
      Bölge Tarihinde Rize
      I. cilt
      (Topaloğulları Kültür-Dayanışma ve Çevre Koruma Derneği)
      Trabzon 1998
      Wunschmann, E.:
      makale: Koch: Karl Heinrich Emil
      In: Allgemeine Deutsche Biographie, 16.Bd. (1882), s.395-398
      Berlin (Neudruck/ yeni baskı 1969)
      [1] Karl Heinrich Emil Koch (1809 Ettersberge/ bei Weimar – 1879 Berlin) hakkında bz.: Wunschmann 1882. Burada sözkonusu olan seyahat 16 Mayıs 1843 Jena’da başladı ve 30 Ekim 1844 bitti.
      [2] Kitabı Almanya’nın en az sekiz büyük kütüphanelerde mevcuttur: Universitäts- und Stadtbibliothek Köln, Universitätsbibliothek Potsdam, Universitäts- und Landesbibliothek Halle, Universitäts- und Landesbiblio-thek Jena, Forschungs- und Landesbibliothek Gotha, Herzogin Anna Amalia-Bibliothek Weimar, Nieder-sächsische Staats- und Universitätsbibliothek Göttingen, Herzog August-Bibliothek Wolfenbüttel ve ayriyeten Stadtbibliothek Nürnberg (M.Arıcı’nın elindeki fotokopi oradan temin edilmiş).
      [3] 1993’te yayınlanan Muzaffer Arıcı’nın “Her Yönüyle Rize" kitabının önsözü Kırzıoğlu yazdı, ayriyeten o kitapta Lazlar’la ilgili bir bölümü de Arıcı sık sık Kırzıoğlu’na “değerli hocam" olarak bahsediyor. Aynı çevreden olan Ali Sırtlı (1996, s.34) Kırzıoğlu’nu söyle övüyor: „... Doğu Karadeniz Türklüğü’nün yılmaz araştırıcısı, Karadenizlilerin manevi ATASI, Prof. Dr. Fahrettin Kırzıoğlu ..." Kırzıoğlu’nun saptanmaları Feurstein/ Berdsena 1987, s.38; Benninghaus 1989, s.480-481, 486-487; Feurstein 1992, s.301; Bellér-Hann 1995, s.491-495 ortaya koydular. Acaba Kırzıoğlu Kars’a göçetmiş bir Hemşinli olmasın ?! (Sakaoğlu <1990>, s.94, Tahsin Kırzıoğlu diye Kars’a göçmüş bir Hemsinli’den sözediyor).
      [4] Bz. dipnot 2.
      [5] Herhalde onu vurgulamak için her sayfanın altında “M.Arıcı” yazılıdır.
      [6] S.2, 23, 24, 33, 90, 91, 100, 112. İstisnası s.145 ve 108; orada ‘Pontus bölgesi’ olarak çevirilmiş, demek ki propagandayı bile düzenli yapılmamış. Koch’la beraber Doğu Karadeniz’de araştırma yapan Georg Rosen, o dağları adlandırması konusunda şunu yazıyor: „... Ermeni platosunun kenarında başlayan, derin Çoruh vadisi ile deniz arasında uzanan, sert ve çok kesik dağlar ki, yeni coğrafya onlara ‘Pontik’ (Pontos) ismini verdi ..." (Rosen 1888, s.165, çeviri: R.B.). Uluslararası yazılarda ‘Doğu Karadeniz Dağları’ hala “Pontic Mountains” (Pontik Dağları) diye geçiyor (bz. mesala: Magnarella 1989 <1998>, s.183 v.s.).
      [7] S.13, 30, 31, 86, 97, 114, 149, 156. 3. sayfasında ise dikkat etmemişler, ‘konstantinopol’ olarak verilmiş.
      [8] Arıcı 1993, s.4 (dipnot, Kırzıoğlu’nun dipnotu ?); Sırtlı 1996, s.38: „Hemşinlilerin kesinlikle TÜRK olduklarını ispatlayan önemli bir delil de ‘tulum‘ ve ‘horon’dur." O kadar basıttır ! İlginç olan tarafı da Arıcı gibi, Sırtlı da Hemşinli bir köyde dünyaya geldi (Çayeli-Aşıklar).
      [9] Koch 1855, s.112 (çeviri: R.B.). Orijinali: „... Hemschin (Hamamaschen der Armenier), ein sehr gefürch-tetes Ländchen, bis zu dem noch nie ein Türke vorgedrungen sei."
      [10] Ritter 1858, s.88-89, herhalde Eli Smith/ H[arrison] G.O.Dwight’ten (Missionary Researches in Armenia, including a journey through Asia Minor and into Georgia and Persia ..., London 1834) faydalanarak. Orijinali: „... sollen die Bewohner dieser Hemschin-Thäler, ..., erst seit 200 Jahren dem Islam aus Druck und Verzweifelung sich unterworfen haben, um der Tyrannei und den Grausamkeiten der Türken zu entgehen, aber innerlich noch, was sie früher waren, <s.89> geblieben sein, den christlichen Cultus beibehalten haben und nur äußerlich dem Koran folgen. Ihre Weiber kennen noch keine andere Sprache als ihre armenische;..." (çeviri: R.B.)
      [11] 40 sayfasının karışında olduğu için 41 sayfası kitabı çıkaranların elinde olması gerekirdi; olmasaydı Çoruh havzası ile ilgili olduğunu da bilemezdiler.
      [12] S.119-120, 126, 128, 148, 150.
      [13] Koch 1855, s.89 (çeviri: R.B.). Orijinali: „Es unterliegt demnach wohl keinem Zweifel, daß Lasen ... und Kolchier ein und dasselbe Volk sind und daß beide, wie schon gesagt, zum großen georgischen Volks-stamme gehören."
      [14] Koch 1855, s.94 (çeviri: R.B.)
      [15] Benzer bir şekilde: Arıcı 1993, s.39.
      [16] Hemşinliler’in İslamlaşması konusunda bkz.: Dashian 1922, s.32-33; Benninghaus 1989, s.484.
      [17] 159 sayfasındaki yorumda; Arıcı 1993, s.37.
      [18] S.35-38. Köyün bugünkü adı herhalde İspir merkezine bağlı olan Çayırözü'dür, eski adı GNS 1975 Çabans olarak veriyor, yani Çobanköy diye bir köy yok oralarda.
      [19] S.91, 94, 96, 98-99, 102, 105. Hemşinli derebeylerinden olan ağanın adını Koch başka bir eserde Kumpus-Arowa-Agha olarak veriyor (Koch 1855, s.112).
      [20] Sakaoğlu <1990>, s.81, Kumasar diye bir Hemşinli aile olduğunu yazıyor.
      [21] S.127, 128, 132-134, 143.
      [22] Topaloğlu 1998, s.63: “Sakalar (Iskit) Türklerinden kalma bir isim”. Arıcı (1993, s.84): „Kaçkar dağlarına daha eskiden Balkar dağları diye isim veriliyordu.“ Yani Karaçay-Balkarlar orada bir iz bırakmış gibi bir teori oluşturuyorlar. Kırzıoğlu, eski bir Ermeni köyü olan Parkhal’ın (bz.: Koch 1846, s.9 adını sözcük oyunlarıyla ‘Balkar’ şekline getirip Balkar/ Karaçaylara bağladı (bz. Kırzıoğlu 1967, s.32. Ritter (1858, s.924), Koch’un Khatschkar adı için verdiği açıklamasını (‘kahraman taşı’) yanlış bulup, Bıjışkian’ın fikirine katılyor. O, her Ermeni’nin bildiği ‘xaçikar’ kelimesini Kreuzespein (herhalde imla hatası, Kreuzstein olması gerekir) ‘haçlı taş’ olarak açıklıyor.
      Türkçemi düzelten arkadaslara (Ali Duran ve Ali) burada teşekkür ederim.

      © Rüdiger Benninghaus, 2001
      muzafferarici.com/eserler.asp
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      2-Muzaffer Arıcı (Cevap Hakkı)Sayın Bay ve Bayanlar

      http:/karalahana.com Sitesi Yöneticileri.

      Konu: Sayın Rüdiger Benninghaus’a sitenizde yayınlanan makalesi nedeniyle cevabımdır.

      Bilim Yapıyorum Adıyla Politik Saplantı ve Direnişler.

      Makalede,kendisini tanıtmadan söze başlıyan sayın Benninghaus,benim kendisine hediye ettiğim kitabimi, okumaya bile gerek görmediğini,ama bir Laz arkadaşının uyarısı üzerine incelemeye başladığını,giriş olarak belirterek,kendi olduğunu kabul ettiği, bir bilim adamı zarfına yakışmayan ifadelerle,tercümana,derleyen olarak bana ve bu uğurda caba gösteren herkese,hatta bize yardımcı olan bir profesöre hakaret varı neşriyatta bulunuyor.
      Ayni üslupla cevap vermek bize yakışmaz.Dolayısıyla seviyeli davranmak,bizim bilimle uğraş verenlere itibarımızdandır.
      Bay Benninghaus!Size, muhakkak değer verdiğim için hediye ettiğim kitap, ünlü bir alman profesörunun eseridir.İsminiz, bir Alman veya Avusturya vatandaşı olduğunuzu çağrıştırıyor.Ülkenizin, bir profesörüne dahi dil uzatabiliyorsunuz.Sayfa 89 da ki yazı üzerine,” bu sayfayı kızgın bir zamanında yazdı demeniz”sizin gizli emelinizi açığa çıkarması bakımından,beni rahatlattı.Prof.Koch S 89:”Ermeni kaynakları güvenilmezdir.Kendi halkı bile bu bildirilere güler.Bunlar tümüyle imha edilmelidir.”diye belirtmiş.Sizden beklenen, yansız düşünceye göre, inceleme yapsa idiniz,bilhassa bu bölümü makalenizde ele alıp, orijinali ve tercümesini sitenizde benim belirteceğim gibi yayınlardınız.Prof Koch’a “Allah azizlerden eylesin” deyişime kızmanız,bu ifadesinden olsa gerek.
      Terside olmayacağı gibi, bir Türk, sizlerin veya bizlerin zorlaması ile
      ne Ermeni, nede Rum olamaz.Biz Anadolu da asırlarca iç içe yaşayarak,bunu ispatladık.Sizin şimdiki nifak dolu çabalarınız ,yinede
      biz Anadolu insanlarını bir birine kırdırmaya hiçbir zaman yetmeyecektir.Makalenizin içeriği ve dolayısıyla amacı, özellikle bu çabayı yansıtmaktadır.
      Buna karşın;Osmanlı dönemi Fatih Sultan Mehmet zamanın da (azınlıklar için),dilinizde,dininizde,ticaretinizde serbestsiniz diye fermanlar çıkarılmış,askerlik yapmaktan da muaf tutulmuşlardır.
      Osmanlının kendi ırkdaşları Türkler,azınlıklar uğruna da savaşırken,ülkenin tüm ticari müesseselerini azınlık Osmanlı vatandaşları ellerinde tutuyordu ve askere gitmediklerin den dolayı, çalıştırdıkları ticaret- ve imarethaneler babadan oğula intikal ederek, süreklilik arz ediyordu.Türkler ticarethane açsa dahi, ya açan ,yada evlat, harplar da ölerek devamlılık sağlanamıyordu.Ve bugün için ütopya olan bu olayın, hesabını yapmadan, herkes bir millet bilinci ile beraberce ve huzur içinde yaşıyordu.Zira Osmanlı zihniyeti evrensel bir devlet felsefesi idi.Burada bütün vatandaşlar bir mozaiğın sağlam ve ayrılmaz parçaları idiler.Bu örneği uygulamaya çalışan günümüzde, USA ve Avrupa Birliğidir.Osmanlı Felsefesi,yani dil,din,irk renk ayırt etmeden,insanları yönetmek,onları huzur içinde refaha ve mutluluğa yönlendirmek,onları dış ve iç düşmanlara karşı kendi şemsiyesi altında korumaktı.Hiçbir topluluğun dini uygulamasına,eğitimine karışmayan
      bu devlet yönetim felsefesi,dünya da yeni anlaşılmaya başlandı.


      Makalenizde Türklerin Almanları sevmediğini belirtiyorsunuz.Tarih sayfaları bunun aksini ispat eden örneklerle doludur.Türklerin tarihinde hiçbir ırka karşı düşmanlık yoktur.Harp ettikleri ile bile,barışı kurmasını bilmişlerdir.(Bak Osmanlı tarihi Mütarekeler).
      Hemşinli kimliğine gelince:Hemşin isminin hamamı Şen den geldiğini sizde kabul etmektesiniz. Ama şen kelimesinin Türkçe olduğunu inkar ediyorsunuz.Şen Türkçe hariç hiçbir lisanda kullanılmaz.Bu açık kanıt dahi,sizin olaya ne kadar objektif bakmadığınızı göstermeye yeter.Eğer,
      Hamam ismi başka bir kavim mensubuna ait olsa idi,”şen” eki de o lisanda tarih sayfalarına girerdi.O kişinin asil adı Hamam Beg dır.Buda öz Türkçe bir isimdir.
      Hemşin insanlarına gelince,sahil ve iç kesimde oturanlar olarak ikiye ayırabiliriz.
      1-Sahil kesiminde oturanların ataları, Türk olarak tevratta dahi kabul gören,Torgaman’un(Türklerin atası) 8.ci oğlu (A)Las –tir.Bu tevratta gayet açık olarak yazılıdır.Gürcü (georgienisch) lisaninda, baştaki sesli harf okunmadiği için,yalnız las kalır.
      2-İç kesimde oturanlara gelince:Bunlar Işık saçan aziz Georgian Dinini benimseyerek kabul eden,İran putperestlerinden kaçarak,canlarını kurtaran,şimdi adi hemşin olan zamanın Dampur toprağına yerleşen hiristiyan Türk ve Ermenilerdi.Bu ,iki kavim barış içinde ve kardeş gibi beraberce yaşadılar.Zira dinleri ve düşmanları aynı idi.(Iran)
      Sahil kesiminde Hiristiyanlik çok gelişince,Of yöresinden Avrupa ya papaz ihraç etmeye başladılar.Burada yaşayanlara yaranmak için,İstanbul da ki Aya-sofia’yayı inşaa eden (527-55 bizans imp. Justinianus küdüsteki harab olmuş Lasika mabedinide tamir ettirdi.
      İç kesimlerde yaşayan Türkler ve Ermeniler 1461 osmanlı fethine kadar,iyi ilişkiler içinde yaşamiş ve kimliklerini korumuşlardir.İslam orduları Coruh havzasını çok önceden islamlaştırmışlardı.Burada islamlaşmış Türkler Hemşin toprağına aile aile,boy boy,urug urug gelmeye başladılar.Önceden aynı yörede yerleşik Hiristiyan Türkler ile sonra buraya göç eden müslüman Türkler aynı dili konuşuyorlardı Hiristiyan Türklerden Müslümanliğa meyil bu nedenle başladı.Osmanlı fethinden önce müslüman Türklerle, Hiristiyan Türk ve Ermeniler sayısal olarak eşit duruma gelmiş idiler.(Antony Bryer,Çepniler s 193. yıl 1962).Fetihten sonra,dini sürtüşmeler yüzünden,bu yörede kalan azınlıklar,kendi istekleri doğrultusunda devlet yardımı ile usta olanlar İstanbul’a,olmayanlar ise,istedikleri yerde kültür ve dinlerini muhafaza ederek iskan edildiler.(bu husus Osmanlı arşivlerinde açıkça bellidir).Bunlardan boşalan araziye,yurtsuz kalan Türk boyları yerleştirildi.Buraya, Osmanlı fermanlarında yazılı olduğu üzere, 5 defa
      Türkmen göçü gerçekleştirildi.Böylece burası tamamen Türkleştirildi.
      Batı Hemşin toprağı(Rize –Hemşini),bu şekilde iskan edildi.Köprü ve yol yapımı için getirilmiş olan 1628 İtalyan ustası da,Cumhuriyet döneminden sonra ülkelerine gönderildiler.
      Doğu Hemşinli dediğimiz Artvin-Hopa hemşinlileri ise,kıpçak Türkü Ermeni,Gürcü ve las karışığı olan bir topluluktur. Osmanlıdan, batı Hemşinindeki azınlıklar gibi, bunlar göç etmek için izin talebinde bulunmadılar.Bunlar yukarda sayılan kavım lisanlarının karışımından meydana gelmiş bir dili konuşurlar.

      Birinci dünya savaşında doğu ve güney doğu Anadolu’da Ermeni vatandaşlarımıza Avrupalı askeri elbiseler giydirip, bizimle savaştıran zihniyet,bunu yaparken ne azınlıklara, ne Anadolu insanına, nede insanlığa hizmet amaçlamıştı.Tek düşünceleri parçalanan Osmanlı toprağından pay kapmak emperyalist zihniyeti idi.Sonrada Türk gücü ve inancı karşısında tutunamayıp kaçanlar ve kışkırtılan Ermeni vatandaşlarımızı ortada bırakanlarda,yine aynı batılılardı.
      Acaba sayın Benninghaus,biz Avrupalının gizli emellerinden Erzurum’u-Kars’ı kurtardığımız için serhat diyarı,Maraş,Antep,Urfa’yı kurtardığımız için bunların başına Kahraman,Gazi,Şanlı isimlerini neden koyduğumuzu hiç düşünüp, araştırdınız mı?

      Yeter artık;Rum ve Ermeni vatandaşlarımızı bizimle dalaştırmak, çatıştırmak için yurdumuza gelip gizli,sinsice misyonerlik yapmayın artık.PKK ile işbirliğiniz binlerce Kürt ve Türk kardeşlerimizin canına mal oldu.Şimdi Apo’nun havası alındıktan sonra, işsiz kaldınız.Bu sefer Karadenizde de aynı kargaşayı yaşatmak istiyorsunuz.Ülkemizde Ermeni, Kürt,Laz diye hiçbir ayrım yoktur.Hepsi Türk vatandaşı olarak aynı haklara sahiptırlar.Avrupalıların yaptıkları mezalimler bu sayfalara sığmaz.Eğer Avrupalı olarak iş bulamıyorsanız,kendinize karalahana da değil, kartofel diye bir internet sitesi açarak orda yer arayın.
      Makalenizde bizim profesörlerimize hakaret varı sözler sarf etmeye ne hakkınız var.Profesör yalnız sizden mi çıkar? Osmanlıdan Arşiv uzman talep belgeleriniz hala bizim arşivlerde duruyor.(tarihi, Gutenberg’ten 400 yıl önce) Kaşgarlı Mahmudun 1068 de yaptırdığı matbaa harfleri Paris’te ünlü Lauvre(Louvre)müzerinde sergileniyor.

      Bay Benninghaus,
      Fotokopileri nice zorluklarla elde edebildiğimi kitabin başlangıcında anlatmıştım.Sayın avukat Hans Riedel yalnız Karadeniz’le ilgili bölümleri benim isteğim doğrultusunda fotokopi olarak bana gönderdi.Zira Türkiye’deki yazarlar,tarihi araştırmalar sizlerinkiler gibi zengin değilller.Biz Aziz,Prof. Karl Koch’un bu muazzam ve gotik Almanca eserinin tamamını ne getirecek, nede tercüme ederek bastırabilecek kadar varlıklı değiliz.Elde edebildiğim fotokopiler kadarı ancak hocadan hocaya Almanya’da okumuş eski talebelere,elden ele defalarca dolaştırılarak incelettirildi.Ülkemizde ziyarete gelen bir Alman dahi bu metinleri latin harfine çeviremeyeceklerini söylediler.

      Tercümeyi ise Alman Kültür derneğindeki hocalar dahi yapamadılar.Onların tavsiyeleri ile Tahir Hocayı buldum. Fotokopilerden politik amaçlı tercüme olamaz,ancak okunamamış kısımlar atlandığı için eksikler olabilir.Makalenizde bahsettiniz gibi, Çoruh havzası ile ilgili kısımların fotokopisi bende olmadığı için,bizim derlememizde yer almıyor.Bu konu zaten benim çalışmalarımın dışında kalıyor.

      Bay Benninghaus,
      Her nedense, makalenizden anladığım kadarı ile sizde Türk kimliğine karşı bir antipati var.Bizler ise Anadolu’da, kökleri farklı milletlerden geldiğimizden dolayı, kendi kimliklerimizden gurur ve şeref duyarız.İşte bu, bizim şanlı ve güçlü Anadolu insanları mozaiğimizi oluşturur.Mühim olan insan olmak unsuru ve birbirine tahammül edebilmektir.Bir yabancı olarak hiçbir zaman anlayamayacağınız sırrımız, işte budur.Onlarca asırların,yüzlerce istilanın,kavim göçlerinin yıpratamadığı,yok edemediği,Anadolu insanlığı,meşhür misafirperverliği, işte bu temele dayanır.İnsan olabilme ve insanlara tahammül edebilme.
      Eserimizde, bir çok yer isminin amaçlı olarak değiştirilmiş olduğunu ileri sürerek, bundan politik netice arzu ettiğimizi, yazıyorsunuz.Halbuki aziz Prof.Koch, kitabına isimleri ona söylendiği gibi geçmiş ve bizde bunları motomot aynen tercüme ederek yazdık.Ayrıca sayın prof.Koch bizzat adi geçen yerleri gezerek ,ve yaşayanlarla temas ile bu eseri bir araştırıcı seyyah olarak kaleme almıştır.Ve eser tümüyle dürüst ve kendi içinde tutarlıdır.Dolayısıyla buna her hangi bir ilave hemen sırıtır.(sizin makalenizde olduğu gibi.)

      Asgari, böyle bir konuya geniş ilgi duymuş olmanızdan dolayı sizinle tanışmak isterim.Ve size empoze edildiğine inandığım batılı, iyi niyetle gerçeğe çevirmek üzere tartışmaya hazırım.Ancak şimdilik size tavsiyemiz;
      Lütfen, Anadolu’muz da huzur içinde yaşadığımız vatandaşlarımızla aramıza bölücülük kokan masallarla nifak sokmaya çalışmayınız.
      Güneydoğu Anadolu da olduğu gibi,Doğu Karadeniz’de de huzurumuza kast etmeyiniz.Biz artık ölmek değil,huzur içinde yaşamak istiyoruz,tüm insanlar ve insanlık gibi.
      Ayrıca,size benim kitabimi okumanızı salık veren las vatandaşımıza da acizane tavsiyem,sizi arayıp bu konuda rahatsız edeceğine,kimlikleri konusunu merak ediyor ve bunu samimiyetle öğrenmek istiyorsa, lütfen bana müracaat etsin.Kendisine belgelerle istediği detayi verebilirim.
      Aşağıda bu konularla ilgilerin düşüncelerini 18 madde halinde yayınlanmak üzere veriyor,buna ilaveten Prof.K.Koch’un kitabının S 89 ‘u orijinal ve tercümesini veriyorum
      Saygılarımla


      Her Yönüyle Rize kitabından 35-42. sayfalar;

      İnanılır Araştırmacıların Tartışmaya Gerek-Mahal Bırakmayacak Tespitleri

      1) Prof. Dr. M. F. KIRZIOĞLU

      1461-1512 arasında Dört Osmanlı İskanı: Fatih Sultan Mehmet, 1461 de, karadan ve denizden kuşattığı Trabzon’u fethedince,Giresun’dan Çoruh Ağzına kadarki yerleri içine alan ‘Tura bozan sancağına ,İlk iskan olarak (Kayser ailesiyle Rumların çoğu, gemilerle Rumeli ye ve Kırıma gittiğinden) Amasya ve Sivas’tan memur ve sipahi ailelerini yerleştirdi. O’nun II. İskanı,Konya –Karaman’ı 1466 ta fethini müteakip şehir esnafını İstanbul’a ,köylü ve yarı göçebeleri de Rumeli ve ‘Turobozan sancağına sürdürdü. III. Ve büyük –İskan ,Şehzade Yavuz Selim(1492-1511) ‘Tura bozan sancakbeyi ‘ 1501de Akkoyunlu’ları yıkan ve1507 de Diyarbakır Akkoyunlu kolunu da kaldıran Şi’i Şah-İsmail, Sünni olan Akkoyunlu ve tebriz Kıpçaklarını, hatta Farkın-Eyyubilerini kırgına uğrattı. Bu yüzden, ‘en yakın Osmanlı –Toprağı’,Şehzade Yavuzun sancağına on binlerce Akkoyunlu ve Sünni-Kıpçaklar, aileleriyle gelip sığınarak ,yerleştiler.Yavuz, bunların geçimini sağlamak için 1508 de Kutyaıs’a akın ederek,oraları da yağmalattı. 1501-1502 de Tebriz ve çevresinden kaçanlar: Ke yerine ç ge yeride c biçiminde konuşan ‘Kıpçaklardı: Çatip/katip ,Türç/Türk, cöz/göz, cemi/gemi, ve benzerleri gibi. İşte Trabzon-Rize de böyle konuşanlar Şah- İsmail’in zülüm ve kırgınından kaçanların neslindendir.Maçka ve Trabzon’daki Eyübi zadeler ise III. İskan’da Farkın /Silvan dan kaçıp gelen ,ünlü Eyyübiler hanedanındandırlar. IV.İskan, 1512 Dulkadir( Maraş-Elbistan) Beyliği yıkıldıktan sonra,oradan sürgün edilen Türkmenlerden ‘Köroğlu ‘oymağı olup, Rize’de bu ismi taşıyan ailelerdendirler.

      2) Prof. Dr. Laszlö Rasonyi,Tarihte
      Türklük, Sayfa 195/ANK.Türkler, Ön Asya’da kütle halindeki yunanlılardan önce vardı. Fakat bunlar eski çağ tarihinin sonuna kadar , Hristiyan oldular. Helen görünümü arz ettiler. İslamiyetin çıkışı ile müslüman oldular, Helen (Yunan)görüntüsünü kaybederek aslına döndüler, tekrar Türkleştiler. Hakiki milliyetlerini buldular. Turanid (Türk) tipi doğu Karadenizde ilk çağlarda vardı.

      3) ANTHONY BRYER
      İslam tarihi profosörü, Birmigham Üniversitesi Öğretim görevlisi, Çepniler Sayfa 193-(1962)
      Yazar, Çanlar’ı anlatıyor (bu yörede yaşayanların bir kısmı da Hemşinli lerdi. Bunlar Ermeni Bagratlı Kralığı tarafından kısmen Ermenileştirilmişlerdi. (7ve11.y.y da eski hüviyetlerini kaybetmeyen bu insanlar 1405 senesinde Ermeni yönetici Arakeli, Araklı deresine avanesi ile beraber kovarak,İspir hakiminden müslüman
      Yönetici istediler) bu değerli hocanın beyanından anlaşılıyor ki, yörede baskılama ile Türkleştirme yok, aksine baskılama ile Ermenileştirme olmuştur.( yörede bir kısım Ermeni kalmıştı,bunlar sonradan Tatos’un güneyine göçtüler ) diye tebliğde bulunuyor.

      4) Ord. Prof. A. Zeki Velidi TOGAN:
      Türk tarihine giriş bölümünde (oğuzlar yaz aylarında yaylak bölgelere çıkarlar . Yılda bir defa bütün boylar bir araya gelerek buluşup eğlenirlerdi, kurban keserlerdi) diyor. Bu gelenek Rize’nin iç kesimlerinde hala o ihtişamıyla sürmektedir. Prof. Bardhold’da aynı görüşü yansıtıyor.

      5) Prof. Karl Koch
      (Wanderungen,im Pontischen Gebirge reisen )Weimaier 1846,sayfa 89da çok ilginç bilgiler veriyor.
      KOCH yöreyi 1843-44 senelerinde adım adım gezmiştir. Tabii ki gezmeden önce tüm eserleri okumuş olduğundan gezilerinde, eserlerindeki beyanlara rastlanmayınca hayret ediyor, isyan edercesine diyor ki : ne yazık ki istisnasız tüm Ermeni eser ve kaynaklar , güvenilir değildirler. Bilim adamı halkının yalancı karakterine ,halkından fazla katılmıştır. Her yerde gerçeklerin üstüne kendi bildiğini koyma kuruntusu seziliyordu, dolayısıyla yanlı yazılar ortaya çıkıyordu. Ermeni yazarların,coğrafyacıların beyanları inandırıcı değildi. İnciciyan ve ona dayanarak coğrafi bilgiler veren Bijikyan Hemşin’de kastedilen manastırı kendi tamir etmiştir. Yöreyi Ermenilere mal etmek isteği vardır) .

      6) Gürciyatçi M.Brosset:
      Çanarlar içinBunlar Laz’ların atası olur.Atlı ve göçebe Türk’türler,Kaşkar’dan taht kavgası yüzünden kaçtılar.Gürcistanin Kür nehri bölgesine yerleştiler.Orbel Dolaylarını yurt edindiler.M.Ö. 360 senelerinde Gürcistani Perslere karşı iyi korudular)diye bahseder.

      Bu yüzden bu Türk boyuna Gürcüler çok itibar gösterdiler.Kür nehrinin bir kolu olan ALaz dolaylarında kalanlar,Gürcü karışığı bir dil konuştular.(Gürcüce de baştaki sesli düşünce,yani (A)Laz-(Laz) kalır.)
      Laz kelimesi buradan çıktığı tahmin ediliyor.Gelenek, görenek ve namusa değer vermeleri bakımından Gürcülerle karıştırılamazlar.Gürcülerin baskısı bunların yalnız dillerini etkiledi. Fakat gerçek kimliklerini kaybetmediler.Rize yöresinin diğer bölümlerine yerleşen Türk ırklarına mensup olan Kıpçaklar, Kırgızlar, Kür nehri dolaylarında az oturduklarından dil bakımından etkilenmediler.Ana dilleri olan Türkçeyi Karadeniz dolaylarına kadar taşıyabildiler.Askuroz.Aspiroz gibi dere isimlerini buna örnek gösterebiliriz. Bu kelimelerin kökü Askur,Asper olup, Türkçe dir.Rumlar sonlarına –es,-os gibi ekler getirerek dillerine benzetmeye çalışmışlardır.Müneccim Başı da eserinde Brosset’in iddiasını doğrular bir beyanda bulunuyor.Miladi senelerde Oğuz kaan Kafkasya’da yaşamıştır.Iran’lıların Avrasyap dedikleri Bu Ulu Türk Hükümdari Oğuz Kaan’nın Uruğu batıya göçmüştür.Barkal dağlarının Karadeniz Bakarlarında yaşayan Türkmenler 60 000 kişi ile Tao’ya akın ettiler.
      (Bu akın 1301 yılında olduğuna göre ,demek ki bu yıllarda 60 bin asker çıkaracak kadar Türkmen nüfusu Doğu Karadeniz’de vardı. )

      7) CLAUDE CAHEN
      Orbon Üniversitesi, İslam tarihi prof.,Anadolu’da Türkler- eserinde; Giriş bölümleri(Finlerin, Macarların, Samoyed’lerin,Tunguz’ların,Moğol’ların Türklere yakın bağları vardır.Milattan önce Türklerin ismi geçmiyorsa da Hun’ların ataları oldukları kesindir. 5.yy. da Avrupa ‘nın göbeğinde Atilla imparatorluğunu kurdular. İskitler ,nasıl tartışmasız Türk ise Uygurlar ,Guzlar, Kumanlar, Kıpçaklar, Kırgızlar,Peçenekler de Türk’dürler. Türkler batıya aile ,aile ,boy boy göçtükleri gibi imparatorluk olarak da batıya kaydılar.

      Aynı eser sayfa 99da :batıya İran’dan göçen Türkler Müslüman olmuşlardır. Fakat önceden İslamlaşmış Türklere yakın ilgileri vardır.

      C.Cahen gibi bir profesör, İskitlerin dahi dahi Türk olduğunu tartışmasız kabul ettiğine göre miladi senelerden daha önce Rize dolaylarına Türlerin geldiği kesinlik kazanır.

      8 Müslüman
      Türkler azınlıklara hiçbir zaman dil ve din yönünden baskı yapmadıklarına göre yöremizde Türkleşmiş azınlık olamaz. Baskı olsaydı en önce İstanbul’daki azınlıklara yapılırdı,sonra eksik bir dil olan Laz’caya da yapılırdı.

      9) Baskı
      İle din değişikliğinin sağlandığını düşünürsek dahi Osmanlı Türkçesi öğretilirdi,halbuki yöre halkı da Uygur,Kıpçak,Kırgız ,Dede Korkut Türkçesi konuşuluyor. Bu dilleri içeren yüzlerce kelime sözlük bölümümüzde açıklanacaktır. Bu madde ,tek başına olsa bile malum iddiaları ret etmeğe yeter.

      10) Folklorik Yaşantı:
      Halkın çalgısı kemençe,davul ,tulumdur. Bu çalgılar tamamen Türk çalgılarıdırlar. Acaba iddia edildiği gibi dilinizi, dininizi değiştirdikten sonra bu çalgıları da muhakkak öğrenin diye baskı mı yapıldı?

      11) Hiçbir Ermeni’nin
      Yada Rum’un tulum,kemençe çaldığı veya dininden döndüğü görülmemiştir.

      12) Yörede Azınlıkların Bidayette Olduğu
      Fakat sonradan usta olanların İstanbul’a ,olmayanların devlet yardımıyla istedikleri yerlere göçtükleri, boşalan araziye ,Osmanlının Türkmen gönderdiği vesikalara dayanan bir vakıadır.

      13) Lazlar ki,
      Onlarında ataları Türk’tür. Komşuları Gürcülere Gürcü,Megrellere Megrel,Türklere de Türkçe konuşanlara da SU MEĞHI derler: üç yel,üç kol/üç ok manasını taşır. Yani bu deyim Türkçe konuşanların tümüne şamil olup,Oğuz boyunun Üç oklar grubunu bize gösteren en kuvvetli delildir. Lazlara da mı böyle söyleyin diye baskı yapıldı.?

      14) Halk Arasında Yaşayan
      Sülalelerin,kendilerine has ,evlere sahip oldukları ağaçlara,kazılan uruk simgeleri,işaretleri vardır.bu işaretlerin oğuzlarda olduğu herkesin malumudur.

      15) Koç Heykeli
      Koç,koyun,teke heykelleri Türk Ata mezarlının bir simgesi olduğu tartışmasız ispatlanmıştır. Çamlı Hemşin’de bulunan Koç heykeli burada asırlarca evvel bir Türk Ulu Atasının varlığına ve buraların sahibi olduğuna dair en kuvvetli delildir.



      16) Rize Dağlık Toprağı
      İran Şahları için kontrolü zor bir bölge idi. Din yüzünden ,gördükleri yerde öldürmek istedikleri papazlar ve havariler buralarda kolayca saklanabiliyorlardı.İran –Bizans savaşların da bu yöreye kaymıştı. Kontrolü kolaylaştırmak istediklerini,aradıklarını kolayca bulabilmek için,İran şahları emrindeki Gürcü prensi Wacyan Bey’e talimatlar vererek,bu girift ormanları yaktırdılar.(Daron) Tarihinin yazarı olaylara bizzat şahit olmuştur.

      Rahip Gevond, İslam fetihlerini anlatırken :Hemşin’lilerin atalarının önce Göle dolaylarına yerleştiklerini,sonradan Acaristan ve Çoruh bölgesine inerek ,Çoruh’u karşıya geçtiklerini anlatır.Ayrıca ,din yüzünden İran’dan ayrılan bu Türk boyu insanlarının kuvvetli Hristiyan olan Bizans kralı VI.KONSTANTİN tarafından himaye edilerek şimdiki Hemşin toprağına yerleştirildiklerini kaydeder.(Hemşin toprağını mülk olarak Oymak beyi Hamam Beg e verdi) der. 4-5-6-7 y.y. yazılan Ermeni kaynakları Hemşin’lileri anlatırken ,Turani kökenli olduklarını belirtirler. Turani isimlerle anarlar, misal olarak ODA,VAÇE,VAHA gibi( Vica ismi Turani olup ,koç heykeline ait beyin ismi olabilir)

      Şu gerçeği de burada belirtelim İran’da milattan S. 450-451 senelerinde,Türk örf ,adet geleneklerine tamamen ters düşen MAZDEİZM dini hüküm sürüyordu.İran Türklerinde bu dine girmeleri şartını öne sürerek baskı yapmaya o zaman başlamıştı. Savaşlarda İran ordularının büyük çapta ,istihkakını veren bu çalışkan Türkleri, taraflarında tutabilmeleri ancak din birliği ile olabilirdi. Bulgar Türkleri ve Oğuzlar İran’a elçilerini göndererek bağlılıklarını bildirmişlerdir. Ancak din değiştirmek zor du. Soğukluk yaratmıştı . Din bakımından Bizans daha yakın görünüyordu.6 yy. sonlarında Bizans İran savaşında Türkler Bizansa sıcak davranmışlardı. Bizans hakimieti 15 sene kadar sürmüş İran toparlanmış Bizansordularını Kadiköyekadar kovalamıştı
      6.ci Konstantin’nin toprağında yaşamak Türklere daha cazip gelmiş olabilir,zira din birliği o zamanlar çok mühimdi.

      17) Hayvanlara Verilen İsimler ;
      Yayla kokar,orta Asya kokar. Bu isimlerden su içen hayvana‘çu oğul çu’ denmesi, Çu ırmağını hatırlatır, ‘Dağıstan diye konan isimler düşündürücüdür. Bütün inek isimleri Türkçe’dir. Artan gül, nazar gül ,çiçek, yazmalı, yaşar gül, süslü,gelincik,ay doğan ,kara kız.

      Öküz isimleri: Yağuz ,(Türklerde bir tanrı),paşalı,
      aydın,altın,dalyan ,duman,şirin, cevahir,kaçkar (alnı beyazlara)konur.

      Dağıstan diye Rize’de bir yer olmadığına gö re bu isim zamanımıza kadar Kars’ın doğusundaki Dağıstan’ı yad etmek ,anmak için konmuş olup, oradan göçerek şimdiki Hemşin toprağına yerleştiğine dair bir delil ,ipucudur.

      18 Kapı Menteşeleri
      Eski binalarda ,yayla evlerinde,değirmenlerde,kurt ve koç başlarına rastlanır. Bütün bu saydıklarımız Türklere ait olup başka hiçbir milletçe sahiplenemezler...



      muzafferarici.com/eserler.asp
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      3- Benninghaus (Cevap Hakkı)

      Muzaffer Arıcı’nın 27 Kasım 2001’de Karalahana forumunda yayınlanan yazısına yanıt
      Not: M.Arıcı’nın yazısındaki alıntılar italik yazı karakterleriyle verilmiştir.
      Sayın Muzaffer Arıcı,
      Benim yazdığım makalem bilmem kaçıncı sefer sizin (daha doğrusu Kırzıoğlu’nun) saçma sapan teorileri bir daha ortaya dökmeye size fırsat verdi. Benim eleştirdiğim noktalar konusunda temelsiz iddialar dışında doğru dürüst söyleyecek bir şeyiniz yoktu.
      Tüm tuhaf teorileriniz hakkında bir şey yazacak istek ve zamanım yok. Bazı konularda size tarihçiler cevap versinler. Özel ‚cevapları’ esasen Lazlar kendileri vermeliler. Sizi ciddi almadıklarından maalesef öyle bir lüzumu görmüyorlar.
      Makalede, kendisini tanıtmadan söze başlıyan sayın Benninghaus, benim kendisine hediye ettiğim kitabimi, okumaya bile gerek görmediğini, ama bir Laz arkadaşının uyarısı üzerine incelemeye başladığını, giriş olarak belirterek, …
      Kendi kendimi övmeme gerek yok. Ayriyeten kendimi nasıl tanıtmamı istiyorsunuz ? Burada söz konusu olan yazınızda sanki beni taniyorsunuz gibi, fakat özünde temelsiz iddialar ileri sürüyorsunuz. Sizi ve çevrenizi tatmin etmek için kendimi casus (hangi devlet veya güç için ?) olarak mı tanıtacaktım ? Nasıl olsa beni illâ ki öyle bir kalıba sokmak istiyorsunuz. Bunu da, görebildiğim kadarıyla genelinde işinize gelmeyen yazılar yazan kişilere (Wolfgang Feurstein, Ali İhsan Aksamaz ve her halde başkalara da) yapıştırmaya uğraşıyorsunuz. ‚Siz’ derken, yalnız sizi değil, aynı şekilde sizin gibi düşünen Türkçü çevrenizi de kastediyorum.
      Bana verdiğiniz kitabı – sağolun, bir şeye yaradı sonuçta – niye hemen okumadığımı soruyorsunuz. Bir kitabın orjinali elinizde var iken, siz hemen bir çevirisini mi inceliyorsunuz ? Ayrıca, kendim bir kitap satın aldığım zaman da, her seferinde onu okumam. Onu lazım olduğu zamanda okurum. Sizinkini de gerektiği zamanda okudum işte. Yani, üzülmeyin ve en azından bunu saygısızlık olarak değerlendirmeyin.
      Bundan başka o konuda ahlâk dersine de ihtiyacım yoktur.
      ... kendi olduğunu kabul ettiği, bir bilim adamı tarzına yakışmayan ifadelerle, tercümana, derleyen olarak bana ve bu uğurda çaba gösteren herkese, hatta bize yardımcı olan bir profesöre hakaret vari neşriyatta bulunuyor.
      Hakaret hakkında konuşmak mı istiyorsunuz? Önce şunu belirteyim: bir piskopata, piskopat dediğimde o bir hakaret değil, gerçek durumunu anlatmış oluyorum, piskopat olmayan birisine piskopat dersem, o bir haraket sayılır.
      Birisi, insanları yazısıyla aptal yerine koymaya uğraşırsa, çok sert bir tepki gelebileceğini göz önüne bulundurması gerekiyor. Fahrettin Kırzıoğlu ve onun müritleri (siz dahilsiniz) yalnız bazı kişlere değil komple halklara haraket ediyor: Lazlara, Kürtlere, Megrelere, Gürcülere, Ermenilere, Rumlara ve de Hemşinlilere. Siz ne yazmışsınız:
      Lazlar ki, onlarında ataları Türk’tür. …
      Bunlar Laz’ların atası olur. Atlı ve göçebe Türk’türler…
      … eksik bir dil olan Laz’caya …
      Utanmıyormusunuz ? Bir halkın ve dilinin varlığını inkâr ediyorsunuz. Dünya bilim adamlarının (linguistler, tarihçiler, etnologlar) Lazlar hakkında yazdıklarını yalan olarak ilân ediyorsunuz. Kim kime dil uzatıyor acaba ? Tahminime göre (her ne kadar Lazcadan az bilgim varsa da) Lazca, Türkçeye göre çok daha temiz kalmış bir dildir. Türkçe, ona göre melez bir dildir. Lazca’da ne eksiktir ? Acaba, yalnız Lazca konuşanlar kendileri ifade edemezler mi? Çok saçmalıyorsunuz ! Umarım ki, Lazlar size uygun bir cevap vereceklerdir.
      “Aynı üslupla cevap vermek bize yakışmaz” diyorsunuz.

      Ama daha beter şeyler ortaya koymak (yazınızda yaptığınız gibi) size yakışır galiba…
      Sizin çevrenizden olan (yani aynı havayı öten) birisinin bazı lafları bu fırsatta da sunayım, hakaret ne olduğu daha iyi anlayalım. Ali Sırtlı denilen zat („on parmağında on marifet”, „Karadeniz fıkraları ustası”, „Ali Sırtlı bu kitapla tatlı tatlı kendi reklamını yapmaktadır” gibi övmeler kitapta bulunur) „Doğu Karadeniz Türklüğü (Gürcüler, Hemşinliler, Lazlar, Çepniler) ve Karadeniz Fıkraları” kitabında (3. baskı İstanbul 1996) bu tip ‚tatlı’ şeyler söylüyor:
      Lazların tarihi konusunda bir kitap yazan iki Sarpi’li Laz (!) yazarına (M.Vanilişi/ A.Tandilava) „Hemşinliye müslümanlaşmış Ermeni demiş iki Gürcü alçak.” (s.29)
      Peter A. Andrews’un çıkardığı ve benim de uğraştığım „Ethnic Groups in the Republic of Turkey” (Wiesbaden 1989) kitabına „propaganda”, „yalan” ve „şerefsizlik” gibi kelimeleri buluyor (s.30). „Ahmak Gürcü dangalaklar” (s.53), „suratsız yaratıklar” ve „alçaklar” (Megreller için, s.56, 57), „pislikler” (Karaçadırlar için, s.57) gibi değişik halklara yaptığı hakaretlerden başka, „hainler” (s.40), „alçaklar” (s.29, 31, 40), „boş kafalar”, „soysuzlar” (s.16), „iftirarların en alçakçası”, „cahil” (s.36) v.s. bu küfürbaz Türkçü Hemşinli’nin kağıda döktüğü kelimeleridirler. Görebildiğim kadarıyla Türkçüler başka görüşü olan kişiler üzerine sık sık attıkları çamurla bilgisizliklerini ve saçma sapan iddialarını kapatmaya uğraşıyorlar.
      Şen Türkçe hariç hiçbir lisanda kullanılmaz. Bu açık kanıt dahi, sizin olaya ne kadar objektif bakmadığınızı göstermeye yeter.
      Ama ne kadar çok dil biliyorsunuz, maşallah ! En az şunu söyleyebilirim: bildiğiniz diller arasında Ermenice yok. ‚-şen’ eki hem Anadolu’da (Artaşen/ Ardeşen, Noraşen gibi yerler şu anda aklıma geliyor) hem Ermenistan’da çok yer adlarında rastlanır. Ayrıca H. Hübschmann: „Die altarmenischen Ortsnamen” <eski Ermeni yer adları> (Indogermanische Forschungen, 16, Strassburg 1904, s.197-490) eserinin s.386’ya bakın veya Ermenice bilen birisiyle konuşun. Yine bilmediğiniz şeyler hakkında konuşuyorsunuz (gerçi siz sadece Kırzıoğlu’nun sözlerini papağan gibi tekrarlıyorsunuz).
      ...sizin gizli emelinizi açığa çıkarması bakımından, beni rahatlattı.
      ... yurdumuza gelip gizli, sinsice misyonerlik yapmayın artık...
      ... ünlü bir alman profesörunun eseridir...
      Prof.Koch
      Prof. Dr. M. F. KIRZIOĞLU
      Prof. Dr. Laszlö Rasonyi
      Ord. Prof. A. Zeki Velidi TOGAN
      Profesörlerden doymuyorsunuz galiba. Bu tip otorite düşüncesi yalnız demokratik bir devlet için zararlı değil, öyle görünür ki eleştiri yeteneği (ki bu bilimsel çalışmanın temelidir) de yok etmiştir sizde. Birisi profesör olduğundan her saçmalığı yutuyor-sunuz galiba ya da başkalarına (özellikle saf vatandaşlara) yutturmaya uğrasıyorsunuz.
      Dolayısıyla seviyeli davranmak, bizim bilimle uğraş verenlere itibarımızdandır. Bay Benninghaus! Size, muhakkak değer verdiğim için hediye ettiğim kitap, ünlü bir alman profesörunun eseridir. İsminiz, bir Alman veya Avusturya vatandaşı olduğunuzu çağrıştırıyor. Ülkenizin, bir profesörüne dahi dil uzatabiliyorsunuz.
      Hani nerede ? Eleştirmek ‚dil uzatmak’ anlamına mı geliyor ? Sizin amma da acayıp bir araştırma anlayışınız var, ha.
      Görüştüğümüz zaman Alman olduğumu söyledim her halde.
      Sayfa 89 da ki yazı üzerine,” bu sayfayı kızgın bir zamanında yazdı demeniz”sizin gizli emelinizi açığa çıkarması bakımından, beni rahatlattı.
      Bana teşekkür edin bari. Gerçi, demek istediğinizi tam anlayamadım. Burada hangi gizli emelim ortaya çıkıyor ki ?
      Prof. Koch S. 89: ”Ermeni kaynakları güvenilmezdir. Kendi halkı bile bu bildirilere güler. Bunlar tümüyle imha edilmelidir” diye belirtmiş. Sizden beklenen, yansız düşünceye göre, inceleme yapsa idiniz, bilhassa bu bölümü makalenizde ele alıp, orijinali ve tercümesini sitenizde benim belirteceğim gibi yayınlardınız.
      Koch’un kitabındaki bu bölümü bıktığımız kadarıyla tekrarlayıp faksimile olarak bile kitabınızda yayımladınız. Benden daha ne istiyorsunuz ? Daha tatmin olmadınız mı ? Siz her halde bu bölüme Kur’an-ı Kerim’den daha çok önem veriyorsunuz. Onun dışında „Bunlar tümüyle imha edilmelidir“ sözleri ne Koch böyle yazdı, ne de siz tercümenizde verdiniz. Bu da sizin kaynakları nasıl kullandığınızın açık bir göstergesi daha olur.
      Prof Koch’a “Allah azizlerden eylesin” deyişime kızmanız, bu ifadesinden olsa gerek. Terside olmayacağı gibi, bir Türk, sizlerin veya bizlerin zorlaması ile ne Ermeni, nede Rum olamaz. Biz Anadolu da asırlarca iç içe yaşayarak, bunu ispatladık.
      Sizin şimdiki nifak dolu çabalarınız, yine de biz Anadolu insanlarını bir birine kırdırmaya hiçbir zaman yetmeyecektir. Makalenizin içeriği ve dolayısıyla amacı, özellikle bu çabayı yansıtmaktadır.
      Yine çok saçma konuşup temelsiz iddialar öne sürdürüyorsunuz. Sizin dediğiniz olsa benim ne gibi menfatım olacak ki ? Buradan, bazı çevrelerde yaygın olan bir psikozun etkisi altında bulunduğunuz ortaya çıkıyor.
      Buna karşın; Osmanlı dönemi Fatih Sultan Mehmet zamanın da (azınlıklar için), dilinizde, dininizde, ticaretinizde serbestsiniz diye fermanlar çıkarılmış, askerlik yapmaktan da muaf tutulmuşlardır.
      Osmanlının kendi ırkdaşları Türkler, azınlıklar uğruna da savaşırken, ülkenin tüm ticari müesseselerini azınlık Osmanlı vatandaşları ellerinde tutuyordu ve askere gitmediklerinden dolayı, çalıştırdıkları ticaret- ve imarethaneler babadan oğula intikal ederek, süreklilik arz ediyordu. Türkler ticarethane açsa dahi, ya açan, ya da evlat, harpler de ölerek devamlılık sağlanamıyordu. Ve bugün için ütopya olan bu olayın, hesabını yapmadan, herkes bir millet bilinci ile beraberce ve huzur içinde yaşıyordu.
      Yani, o zamanki insanlar TC zamanına nazaran daha hür oldukları satırlar arasında demek mi istiyorsunuz ?
      Sultan Mehmet’ten sonraki çağlar da bir göz atalım mı (Yavuz Selim ve Alevilere, meselâ, ve değişik zamanlarda gayri Müslimlere yapılan özel ‚muameler’, v.s.) ?
      Doğu Karadeniz’deki ‚gizli Hıristiyanlar’ olayını nasıl anlamak gerekir ? Toleranstan mı kaynaklıyordu ? Hemşinli Ermenilerinin bir kısmı (geri kalanlar Kafkasya’ya kaçtılar) ve Pontos Rumlarının bir kısmının zorla Müslümanlaştırıldıklarını da inkâr ediyorsunuz, fakat bu gerçeğine bu noktada yine bahsetmek gerekir.
      19. yy’ın ortasında başlayan ve I. Dünya Harbında hemen hemen bitirilen Hakkâri Nasturilerin yok edilmesinden belki haberiniz yok.
      Ermenilere yönelik 19. yy’ın sonunda başlayan ve yine I. Dünya Harbında devam edilen kıyımlardan burada artık bir daha bahsetmek gerekmez. Bunu, Anadolu’nun doğu yarısında yaşayan vatandaşların büyük bir kısmı yörelerinden, atalarından duymuş olabilirler.
      Yine o devrede Mardin Süryanileri’nin yaşadıkları ‚ferman’ı (soykırımı) unutmayalım, v.s.
      Makalenizde Türklerin Almanları sevmediğini belirtiyorsunuz. Tarih sayfaları bunun aksini ispat eden örneklerle doludur.
      Hikâyeler anlatıyorsunuz. İki halk arasında tarihte öyle bir dostluk yoktu. İlişkiler hükümet ve asker seviyesindeydiler. İki halk arasında fazla ilişki yoktu. Almanlar, Türkleri düşündükleri zamanda Hıristiyan alemini saldırıp işgal etmek isteyen bir halk akıllarına geliyordu. Bunu Alman halk türkleri ve başka folklorik kaynaklar yansıtıyorlar, meselâ:
      Şenol Özyurt: „Die Türkenlieder und das Türkenbild in der deutschen Volksüberlieferung vom 16. bis zum 20.Jahrhundert“, München 1972 (doktora tezi Freiburg/ Br. 1969)
      Margret Spohn: „Alles getürkt: 500 Jahre (Vor)Urteile der Deutschen über die Türken” Oldenburg 1993 (diploma tezi). Onu internette bulabilirsiniz:
      docserver.bis.uni-oldenburg.de/pu…l93/inhalt.html
      Türklerin tarihinde hiçbir ırka karşı düşmanlık yoktur.
      Allah Allah! Bugüne kadar nerede bir Ermeni kokusu varsa fıttırıyorsunuz. Türklerin Ermenilere, Rumlara karşı olan düşman-lığı, özellikle İslâmcı çevrelerin Yahudi düşmanlığını inkâr mı ediyorsunuz ?
      Hemşinli kimliğine gelince: Hemşin isminin hamamı Şen den geldiğini sizde kabul etmektesiniz. Ama şen kelimesinin Türkçe olduğunu inkar ediyorsunuz. Şen Türkçe hariç hiçbir lisanda kullanılmaz. Bu açık kanıt dahi, sizin olaya ne kadar objektif bakmadığınızı göstermeye yeter. Eğer, Hamam ismi başka bir kavim mensubuna ait olsa idi,”şen” eki de o lisanda tarih sayfalarına girerdi. O kişinin asıl adı Hamam Beg dır. Buda öz Türkçe bir isimdir.
      Yukarıda size verdiğim yanıta şunu da ekleyeyim siz ne kadar objektif bakmadığınız konusunda güzel bir örnek veriyorsun. Bilmediğiniz (ve bilemeyeceğiniz) bir şey ortaya attıktan sonra ona ‚açık kanıt’ diyorsunz.
      Belki yanılıyorum, ama şimdiye kadar ‚hamam’ kelimesinin Arapça olduğunu düşündüm. Bunun dışında ne kadar az etnografik/ coğrafik bilginiz olduğu da burada belli oluyor. Bir topluluğun şahıs isimleri başka dillerden geldiğini hiç düşünmediniz mi (yalnız Türkiye’de kullanılan isimlere bakın) ? Ayrıca dünyada pek çok yer isimlerinin değişik dillerden geldiğini bilmiyormusunuz ? Yalnız Türkiye’den bir sürü örnek bulabilirsiniz.
      Hemşin insanlarına gelince, sahil ve iç kesimde oturanlar olarak ikiye ayırabiliriz. Sahil kesiminde oturanların ataları, Türk olarak tevratta dahi kabul gören, Torgaman’ un(Türklerin atası) 8.ci oğlu (A)Las –tir. Bu tevratta gayet açık olarak yazılıdır.
      Hani nerede ?
      Öyle teorileri öne sürdürebilmek için Tevrat’ı orjinalinde mi (İbranice, kısmen Aramice) okudunuz ?
      Doğu Hemşinli dediğimiz Artvin-Hopa hemşinlileri ise, kıpçak Türkü Ermeni, Gürcü ve Laz karışığı olan bir topluluktur. Osmanlıdan, batı Hemşinindeki azınlıklar gibi, bunlar göç etmek için izin talebinde bulunmadılar. Bunlar yukarda sayılan kaim lisanlarının karışımından meydana gelmiş bir dili konuşurlar. Acaba sayın Benninghaus, biz Avrupalının gizli emellerinden Erzurum’u-Kars’ı kurtardığımız için serhat diyarı, Maraş, Antep, Urfa’yı kurtardığımız için bunların başına Kahraman, Gazi, Şanlı isimlerini neden koyduğumuzu hiç düşünüp, araştırdınız mı?
      Araştırmayı değer bir konu olsa elbette araştırırım. Acaba dünyada “kahraman, gazi, şanlı” sözcüklerinin dışında araştırılacak hiç bir şey kalmadı mı ? Hamasî edebiyatla övünmenin kimseye yararı olmaz…
      Yeter artık; Rum ve Ermeni vatandaşlarımızı bizimle dalaştırmak, çatıştırmak için yurdumuza gelip gizli, sinsice misyonerlik yapmayın artık. PKK ile işbirliğiniz binlerce Kürt ve Türk kardeşlerimizin canına mal oldu.
      Yeter artık, sizin temelsiz saçma sapan iddialarınızdan bıktık. Sizi, bu sözü geri almaya ve bunu ispatlamaya çağırdım. Yeteri kadar zamanınız vardı. Ama siz bugüne kadar her hangi bir yanıt vermediniz. Bu, sizin ahlakınız ne düzeyde olduğunu açıkça gösteriyor.
      TC-PKK savaşında ölenler konusunda hükümetlerinizden hesap sormanız gerekir, benden değil.
      Şimdi Apo’nun havası alındıktan sonra, işsiz kaldınız. Bu sefer Karadenizde de aynı kargaşayı yaşatmak istiyorsunuz.
      İşsiz kalan TC’nin bazı kesimler, ki onlar PKK’yi inşa etmeye çalıştılar ve kendi amaçları için kullandılar. Apo’nun MİT’le ilişkisi olduğu bir sır değil artık. Apo’nun birden bire ‚yakalanması’ da bir tesadüf değildir.
      Fakat sizin şüphelendiğiniz (esasen bunu bir gerçek olarak gösteriyorsunuz) işlerle meşgul olsaydım, yeteri kadar meşguliyetim olurdu.
      Ülkemizde Ermeni, Kürt, Laz diye hiçbir ayrım yoktur. Hepsi Türk vatandaşı olarak aynı haklara sahiptirler.
      Kimi kandırmak istiyorsunuz ki ? Aynı haklara sahip olsalardı kendi dillerini sözlü ve yazılı olarak serbestçe kullanabilirlerdi. Askerlerde yüksek rütbeli bir gayri Müslime rastladınız mı hiç ?
      Eğer Avrupalı olarak iş bulamıyorsanız, kendinize karalahana da değil, kartofel diye bir internet sitesi açarak orda yer arayın.
      Şimdi çocuk gibi konuşmaya başladınız. Bilim alanımı siz mi çizeceksiniz ? Belli ki yabancıların Türkiye’de özellikle etnolojik araştırmalar yaptıkları zaman rahatsız oluyorsunuz, çünkü saçmalıklarınız ve yalanlarınız Türkiye’nin sınırları içerisinde kalmıyorlar ve kandırabildiğiniz saf vatandaşlarınız alternatif şeyler de okuyabiliyorlar. Bilimsel çalışmalar devletlerin hudut-larıyla sınırlanamaz, bunu kabul edin artık.
      Zira Türkiye’deki yazarlar, tarihi araştırmalar sizlerinkiler gibi zengin değilller.
      Benim zengin olup olmadığımı nereden biliyorsunuz ? Yine de bilmediğiniz şeyler hakkında konuşuyorsunuz. Bu, herhalde sizin özelliğinizdir. Yazılarınıza bu açıdan bakmak gerekir.
      Biz Aziz, Prof. Karl Koch’un bu muazzam ve gotik Almanca eserinin tamamını ne getirecek, nede tercüme ederek bastırabilecek kadar varlıklı değiliz. Elde edebildiğim fotokopiler kadarı ancak hocadan hocaya Almanya’da okumuş eski talebelere, elden ele defalarca dolaştırılarak incelettirildi. Ülkemizde ziyarete gelen bir Alman dahi bu metinleri latin harfine çeviremeyeceklerini söylediler.
      Benim yaşımda (47) olan Almanlar’ın çoğu bu eski yazıyı okuyabilir. Ondan büyük bir olay yaratmayın. Mademki sizin Alman tanıdığınız, kitabın bir kısmını fotokopi edip size gönderdi, geri kalanını da ondan isteyebilirdiniz, eğer işi ciddiye alsaydınız. Tüm Karadeniz bölümünü çevirdirmediğinizi yorum makalemde yazdım, esas Karadeniz bölgesinin (daha doğrusu sahil kısmı) dışında kalan (İspir, Yusufeli) bölümünden ise bir kısmını verdiniz. Demek ki pek tutarlı davranmadınız.
      Tercümeyi ise Alman Kültür derneğindeki hocalar dahi yapamadılar. Onların tavsiyeleri ile Tahir Hocayı buldum. Fotokopilerden politik amaçlı tercüme olamaz, ancak okunamamış kısımlar atlandığı için eksikler olabilir.
      Ne demek „okunamamış kısımlar” ? Biz el yazılar hakkında konuşmuyoruz ki. Tahir bey ‚Fraktur’ dediğimiz yazıyı okuyabilir. Olmasaydı kitabı çeviremezdi. Bazı düzensizlikler (veya isterseniz ‚eksikler’) var, doğru, onun dışında ise bazı bölümlerde maksatlı işlenen sahtekârlıklar ve sansür bulunduğunu çok açık ortada. Koch’un kitabının baş sayfasını faksimile bile verirken „türkischen Armenien”(i) silmişsiniz. Ona eksiklik demek mi istiyorsunuz ? Buna‚ ‚burası Türkiye’ diye bir yanıt vermek isterseniz, sizin korkunuzu bir yerde anlarım da, fakat o zaman sussaydınız daha iyi olurdu. Kimse sizi bu kitabı çevirtmeye zorlamamış her halde, yoksa ?
      Her nedense, makalenizden anladığım kadarı ile sizde Türk kimliğine karşı bir antipati var.
      Siz sadece siyah-beyaz renkleri tanıdığınızı gösteriyorsunuz. Gerçi bu tip ilkel düşünce yalnız sizden değil, kustuğunuz kadarıyla Almanya’da çıkan Hürriyet gibi gazetelerde sürekli görebiliriz. Meselâ, Kürtlerin temel insan haklarını savunan illâ ki Apocu, bölücü v.s. olması gerekir. Benim insanları aptal yerine koyan ve aldatan, bilim adına siyaset yapan, tarihi değiştirmeye uğraşan, bir halkın varlığını inkâr eden ve aşırı bir milliyetçiliği savunanlara karşı antipatim var; kim bu tip şeyler yapacak olursa, Türk, Kürt, Alman v.s. ‚Ne mutlu Almanım diyene’ ve ‚ne mutlu Türküm diyene’ sözler aynı şekilde midemi bulandırıyor, çünkü onun kötü ve zararlı neticeleri Almanya’nın tarihinde ve Almanya’nın ve Türkiye’nin bu gününde görüyorum.
      Bu tip şeylere karşı çıkmayı bir insanlık görevi olarak görüyorum. Türkiye de benim çalışma alanım olduğu için beni o ilgilendiriyor ve Kamerun, Nicaragua veya bilmem hangi devleti değil. Türkiyeye ilgim olduğu için Türkçeyi de söyle böyle öğrendim. Türkiye veya Türklere karşı bir antipatim olsaydı bunu her halde yapmazdım.
      Bizler ise Anadolu’da, kökleri farklı milletlerden geldiğimizden dolayı, kendi kimliklerimizden gurur ve şeref duyarız. işte bu, bizim şanlı ve güçlü Anadolu insanları mozaiğimizi oluşturur. Mühim olan insan olmak unsuru ve birbirine tahammül edebilmektir. Bir yabancı olarak hiçbir zaman anlayamayacağınız sırrımız, işte budur.
      Allah Allah. Türklerden ve gayri Müslimlerden başka hangi milleti kabul ediyorsunuz ki ?
      Siz bile her ne kadar akraba olan (yani Türkiye’yi ‚bölmek’ istemeyenler) fakat Türk olmayan Azerileri, Özbekleri, Kırgızları, Uygurları, Tatarları, ve Karaçay-Balkarları tek tek ayrı bir millet olarak kabul etmeyip hepsine ‚-Türkleri’ diyorsunuz. Bırakın Türki/ Türkik gruplardan olmayanları; onları tek tek ‚Türkleştiriyorsunuz'. Bu sır sizde kalsın artık.
      Eserimizde, bir çok yer isminin amaçlı olarak değiştirilmiş olduğunu ileri sürerek, bundan politik netice arzu ettiğimizi, yazıyorsunuz. Halbuki aziz Prof. Koch, kitabına isimleri ona söylendiği gibi geçmiş ve bizde bunları motomot aynen tercüme ederek yazdık.
      Ya makalemi doğru dürüst okumamışsınız ya da kafanızın bunu anlamak gücü yok.
      Ayrıca sayın prof. Koch bizzat adı geçen yerleri gezerek, ve yaşayanlarla temas ile bu eseri bir araştırıcı seyyah olarak kaleme almıştır. Ve eser tümüyle dürüst ve kendi içinde tutarlıdır. Dolayısıyla buna her hangi bir ilave hemen sırıtır. (sizin makalenizde olduğu gibi.) Asgari, böyle bir konuya geniş ilgi duymuş olmanızdan dolayı sizinle tanışmak isterim. Ve size empoze edildiğine inandığım batılı, iyi niyetle gerçeğe çevirmek üzere tartışmaya hazırım.
      Beni bir terör örgütünü desteklemekle suçladıktan sonra tanışmak ve tartışmak mı istiyorsunuz ? Kusura bakmayın, bana 2+2=5 diye söyleyenlerle (Apocular dahil) yeter kadar tartıştım. Canım sıkılmaya başladı. İdeolojik gözlükle işlere bakan kişilerle tartışmak istemiyorum artık. Ne söylesem (ya da başka birisi söylese) boşu boşuna söylenmiş olduğu nihayet anladım. Bir şey getirmez. Benim yapabileceğim sadece şu: başka insanları bu tip propaganda ve demagojilerden uyarmak.
      Ancak şimdilik size tavsiyemiz; Lütfen, Anadolu’muz da huzur içinde yaşadığımız vatandaşlarımızla aramıza bölücülük kokan masallarla nifak sokmaya çalışmayınız. Güneydoğu Anadolu da olduğu gibi, Doğu Karadeniz’de de huzurumuza kast etmeyiniz. Biz artık ölmek değil, huzur içinde yaşamak istiyoruz, tüm insanlar ve insanlık gibi.
      Ecdadınıza rahmet !
      Öyleyse bırakın sizin başka Türkiye’li halklara yaptığınız hakaretler ve kışkırtmaları ! Sizin bu dileğiniz hiç inandırıcı değil.
      Güneydoğu Anadolu’daki olaylar ben mi yarattım yoksa TC hükümetlerinin yanlış siyaseti mi ?
      1)Prof. Dr. M. F. KIRZIOĞLU, …
      Midemi bulandırıyorsunuz.
      ... ANTHONY BRYER, İslam tarihi profosörü, Birmigham Üniversitesi Öğretim görevlisi, Çepniler Sayfa 193-(1962)
      Bilmediğiniz şeyler anlatıyorsunuz. Anthony Bryer, İslam tarihi profesörü değil, ‚Centre for Byzantine, Ottoman and Modern Greek Studies’te ‚Byzantine Studies’ (Bizans etüdleri) emekli profesörüdür. Bryer’in ‚Çepniler’ başlıklı ve 1962’de yayımlanan bir yazısına rastlamadım. Bunu nereden çıkardınız ? Her halde yanlış kaynak veren birisinin yazısını kontrol etmeden tekrar-lıyorsunuz gibi geliyor.
      Prof. Karl Koch(Wanderungen, im Pontischen Gebirge reisen )Weimaier 1846, sayfa 89’da çok ilginç bilgiler veriyor.
      Bilgi değil, önyargılı düşüncesini ortaya koyuyor. Her halde yalnız bu bölümü için kitabı çevirdirdiniz. Bu bölümden haber aldığınız zamanda sizin için her halde kurban bayramı ve şeker bayramı aynı günde rastlamış.
      Onun dışında meşhur Weimar şehrinin ismi olduğu gibi kalsın (yani Weimaier değil). Yer adlarının değiştirmesinin ihtiyaçlarımız yok.
      6) Gürciyatçi M.Brosset: Çanarlar için: (Bunlar Laz’ların atası olur. Atlı ve göçebe Türk’ türler, Kaşkar’dan taht kavgası yüzünden kaçtılar. Gürcistanin Kür nehri bölgesine yerleştiler. Orbel Dolaylarını yurt edindiler.M.Ö. 360 senelerinde Gürcistani Perslere karşı iyi korudular)diye bahseder.
      Bu yüzden bu Türk boyuna Gürcüler çok itibar gösterdiler. Kür nehrinin bir kolu olan ALaz dolaylarında kalanlar, Gürcü karışığı bir dil konuştular. (Gürcüce de baştaki sesli düşünce, yani (A)Laz-(Laz) kalır.)Laz kelimesi buradan çıktığı tahmin ediliyor.
      Bu tahmin ancak sizin çevrenizde bulunuyor.
      Gelenek, görenek ve namusa değer vermeleri bakımından Gürcülerle karıştırılamazlar.
      Yani, Gürcülerin namussuz olduklarını mı söylemek istiyorsunuz ?
      Gürcülerin baskısı bunların yalnız dillerini etkiledi.
      Öyleyse, Lazca’nın ne Gürcüce ne de Türkçe olan, fakat yine Kartvel (Güney Kafkas dil grubu) dillerinin özelliğini taşıyan noktaları nasıl oluşmuş ? Niye Lazlar Gürcüce konuşmuyorlar ? Kuşkusuz birbirine yakın olan halklar arasında dil ve kültür bakımında etkilemeler var. Böyle etkilemeleri ‚baskı’ olarak değerlendirilmesi ise gerçeği saptırıyor. Bu tür baskılara özellikle 20. yüzyılda rastlanır (Sovyetler Birliği zamanında ve sonrasında). Bu yönde, Lazlara özellikle azınlıkta kaldıkları bölgelerde uygulanan baskılar Gürcüler tarafından değil, TC tarafından uygulandı. Okulda Türkçe yerine Lazca konuşan ilkokul talebelerinin dövülmesini hiç duymadınız mı ?
      Rize yöresinin diğer bölümlerine yerleşen Türk ırklarına mensup olan Kıpçaklar, Kırgızlar, ...
      Kırgızların doğu Karadeniz’de ne işleri vardı ? Eğer gerçekten Kıpçakların dilinin yörede konuşulan şiveye etkisi varsa bu dememektir ki Kıpçaklar oraya yerleşmişlerdir.
      Kür nehri dolaylarında az oturduklarından dil bakımından etkilenmediler. Ana dilleri olan Türkçeyi Karadeniz dolaylarına kadar taşıyabildiler.
      Askuroz. Aspiroz gibi dere isimlerini buna örnek gösterebiliriz. Bu kelimelerin kökü Askur, Asper olup, Türkçedir. Rumlar sonlarına –es,-os gibi ekler getirerek dillerine benzetmeye çalışmışlardır.
      Her halde Adem ve Havva da Türktüler. Böyle iddiaları nasıl ispatlayabilirsinz ?
      Müneccim Başı da eserinde Brosset’in iddiasını doğrular bir beyanda bulunuyor. Milâdi senelerde Oğuz kaan Kafkasya’da yaşamıştır. Iran’lıların Avrasyap dedikleri Bu Ulu Türk Hükümdari Oğuz Kaan’nın Uruğu batıya göçmüştür. Barkal dağlarının Karadeniz Bakarlarında yaşayan Türkmenler 60 000 kişi ile Tao’ya akın ettiler.(Bu akın 1301 yılında olduğuna göre, demek ki bu yıllarda 60 bin asker çıkaracak kadar Türkmen nüfusu Doğu Karadeniz’de vardı. )

      7)CLAUDE CAHEN: Sorbon Üniversitesi, İslam tarihi prof., Anadolu’da Türkler- eserinde; Giriş bölümleri (Finlerin, Macarların, Samoyed’lerin, Tunguz’ların, Moğol’ların Türklere yakın bağları vardır. Milattan önce Türklerin ismi geçmiyorsa da Hun’ların ataları oldukları kesindir. 5.yy. da Avrupa‘nın göbeğinde Atilla imparatorluğunu kurdular.
      İskitler ,nasıl tartışmasız Türk ise Uygurlar ,Guzlar, Kumanlar, Kıpçaklar, Kırgızlar, Peçenekler de Türk’dürler.
      C. Cahen gibi bir profesör, İskitlerin dahi dahi Türk olduğunu tartışmasız kabul ettiğine göre miladi senelerden daha önce Rize dolaylarına Türlerin geldiği kesinlik kazanır.
      Cahen, İskitleri gerçekten Türk olarak göstermişse, saçma bir şey yazmıştır. Herhangi bir ansiklopediye bakın, İskitlerin Doğu İrani, yani Hint-Avrupa’lı bir halk olduğunu okuyabilirsiniz. Belki Türk ansiklopediler başka bir şey yazarlar (ki onda da pek emin değilim), fakat bu ancak Türkiye’ye özgü bir görüş.
      Müslüman Türkler azınlıklara hiçbir zaman dil ve din yönünden baskı yapmadıklarına göre yöremizde Türkleşmiş azınlık olamaz. Baskı olsaydı en önce İstanbul’daki azınlıklara yapılırdı, sonra eksik bir dil olan Laz’caya da yapılırdı.
      TC zamanında bile askerlik yapan gayri Müslimlerden kaç kişinin zorla sünnet edildiklerini hiç duymadınız mı ?
      Halkın çalgısı kemençe, davul, tulumdur. Bu çalgılar tamamen Türk çalgılarıdırlar. Acaba iddia edildiği gibi dilinizi, dininizi değiştirdikten sonra bu çalgıları da muhakkak öğrenin diye baskı mı yapıldı?Hiçbir Ermeni’nin yada Rum’un tulum, kemençe çaldığı veya dininden döndüğü görülmemiştir.
      Siz yanlış bir teori üstünde başka teori üretiyorsunuz.
      Kemençe bir kere Türkçe bir kelime değil, Farsçadan geliyor. Onun dışında Yunanistan’a zorla göç eden Pontos Rumları’nın kemençe ve tulum çalmadıklarını mı bize anlatmak istiyorsunuz ? Madem ki sizce her iki müzik aleti Türk malıdır, niye onlar Anadolu’da pek yaygın değildir ve özellikle ‚katı’ Türk bölgelerinde bulunmuyor ?
      Siz her halde hala bu saçma sapan Türk dil teorisi ruhunda yaşıyorsunuz. Her taşın altında Türklerden bir iz bulmaya uğraşıyorsunuz. İngiltere’de, İrlanda’da, Almanya’da, Çekiya’da, Balkanlarda, İberya yarım adasında, Kuzey Afrika’da ve bilmem daha nerede tulumun çesitleri varsa hepsi Türkler’den alındığını anlatmak mı istiyorsunuz ? – O kadar basit masallarla dünyayı güldürmeyin !
      Sürmene, Of, Çaykara, Tonya, Maçka’da Pontos Rumcasını konuşanların durumu nasıl anlamak gerekir ? O konuda Konstantinos Fotiadis’in kitabını („Die Islamisierung Kleinasiens und die Kryptochristen“, Tübingen 1985, doktora tezi) size tavsiye ederim.
      13)Lazlar ki, onların da ataları Türk’tür. Komşuları Gürcülere Gürcü, Megrellere Megrel, Türklere de Türkçe konuşanlara da SU MEĞHI derler: üç yel, üç kol/üç ok manasını taşır. Yani bu deyim Türkçe konuşanların tümüne şamil olup, Oğuz boyunun Üç oklar grubunu bize gösteren en kuvvetli delildir. Lazlara da mı böyle söyleyin diye baskı yapıldı.?KOÇ HEYKELİ. Koç, koyun, teke heykelleri Türk Ata mezarlının bir simgesi olduğu tartışmasız ispatlanmıştır. Çamlı Hemşin’de bulunan Koç heykeli burada asırlarca evvel bir Türk Ulu Atasının varlığına ve buraların sahibi olduğuna dair en kuvvetli delildir.
      Sizin öne sürdüğünüz iddialar hep ‚tartışmasız’ oluyorlar galiba. Öyle olunca, sizinle ne tartışabiliriz ki ? Bu koç heykelli mezarlar ‚öz be öz Türk’ olsalar, bunları Anadolu’nun her tarafında ve özellikle Türklüğün çok ağır ‚bastığı’ bölgelerde bulunması gerekirdi. Bildiğim kadarıyla öyle değildir. En geç Türklerin hükümdarlığı altına düşen Dêrsim bölgesinde özellikle koç heykelli mezarlar bulunuyor. O bölgeye özellikle bugüne kadar görülen Ermenilerin kültürel etkisi var.
      Rahip Gevond, İslam fetihlerini anlatırken: Hemşin’lilerin atalarının önce Göle dolaylarına yerleştiklerini, sonradan Acaristan ve Çoruh bölgesine inerek ,Çoruh’u karşıya geçtiklerini anlatır. Ayrıca, din yüzünden İran’dan ayrılan bu Türk boyu insanlarının kuvvetli Hristiyan olan Bizans kralı VI.KONSTANTİN tarafından himaye edilerek şimdiki Hemşin toprağına yerleştirildiklerini kaydeder.(Hemşin toprağını mülk olarak Oymak beyi Hamam Beg’e verdi) der.
      4-5-6-7 y.y. yazılan Ermeni kaynakları Hemşin’lileri anlatırken, Turani kökenli olduklarını belirtirler.
      İşlerinize geldiklerinde Ermeni kaynaklarına güveniyorsunuz. Bu kaynakları bir gösterin bakalım.
      Eski binalarda ,yayla evlerinde, değirmenlerde, kurt ve koç başlarına rastlanır. Bütün bu saydıklarımız Türklere ait olup başka hiçbir milletçe sahiplenemezler...
      O konuda yalnız bir tek örnek vereyim: meselâ Ermenistan’daki Yezidi Kürtlerinin mezartaşlarında çok koç başlarına rastlanıyor diye duydum.
      Madem ki bana bir tavsiyede bulundunuz, ben de sonuçta size, sayın Arıcı, bir şey tavsiye etmek istiyorum: Bu ‚yazarlık’ işini bırakıp arıcılıkla uğraşsanız daha faydalı bir iş yapmış olursunuz, hiç olmazsa saçma sapan, uyduruk şeylerle beyinleri karıştırıp insanların huzurunu bozmamış olursunuz.
      Türkçemi düzelten arkadaşlara (Ali Duran ve Yüksel) burada teşekkür ederim.
      Rüdiger Benninghaus

      muzafferarici.com/eserler.asp
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      4-Muzaffer Arıcı (Cevap Hakkı)

      RÜDİGER BENNİNGHAUS(rbenninghaus@gmx.de)’UN Ocak 2003 Köln / ALMANYA YAZILARINA YANITI MUZAFFER ARICI / ANKARA-TURKEY
      Sayın Bay, Benninghaus Öncelikle belirtmek gereğini duyuyorum. Benim beyanlarımda kaynak yetersizliğinden şikayetçi olduğunuz halde tenkitlerinizi yaparken, kendi isteğinizle tezata düşerek, maalesef hiç kaynak göstermeden peygamber ayetleri tarzında cevaplar yazıyorsunuz. O zamanda (acaba günaha mı giriyorum ) diye üzülüyorum. Kardeşlik bağlarıyla birbiriyle pekişmiş insanların arasına nifak sokan yazıları yazmak, Lazların dahi gülüp geçeceği beyanlarda bulunmak “KARALAHANA” Kom yazarlarına düşer.
      Biz kafatasçı değiliz. Ama, onlara karşı gerçekleri belirtmek bizlere düşüyor. Anadolumuzdaki anarşik olaylarda Türk Lider ve Askerlerinin asla ilgisi olamaz. Bildiğiniz varsa açıkça yazın, madem böyle çok hayati bir olayı ortaya atıyorsunuz, ispatlamak size düşmez mi?
      Rize’mizde yaşayan insanların kimliği ile ilgili on dokuz maddeyi okuduğunuza çok teşekkür ederim. Yazarlarının batıdan gelerek inceleme yaptıklarını inkar edemezsiniz. Anthony BRYER için de yanılıyorsunuz. 1962 deki Zilkale incelemelerinde nerede görevli olduğunu kendisi belirtmiştir.
      Lazca sayı ve dil gramerlerini yayınlayın. Müteşekkir olurum. Önce sayılardan başlayınız.
      Prof. Karl KOCH’un sayfa 89’daki beyanını lütfen sayfanıza koyunuz. Sonra tenkit ediniz.
      Pontus Rumları dediğiniz insanlar, altıncı y.y. da baskılama ile hristiyanlaştırılmış yerli Türklerdir. Ne yazık ki mübadele sırasında özbe öz Türk olan bu insanların bir kısmını Yunanistan’a gönderdik. Fakat onlar, oralara Türk oldukları için uyum sağlayamadılar ve ayrı bir bölgede yaşarlar. Dillerinin kutsal İncil dili olan Rumca’ya yaklaşması, uyanık papazların “İncil dilinden başka bir dille konuşulan her kelime sizi cehennem ateşine yaklaştırır” tarzındaki korku dolu beyanlarındandır.
      “Hamam” ismine gelince : Siz bu isimde Ermenice bir kelime duydunuz mu? Hamam kelimesi İran üzerinden gelen Türklerde vardır. Ve “GÜVERCİN” demektir. Ermenileride güldürmeyin lütfen.Ayriyeten, bilmiyorsanız öğrenin. Biz Ermeni vatandaşlarımızdan yirmi üçünü, dinini değiştirmeden vezir yaparak koskocaman Osmanlı idaresinde yüce görevler vermiş Türk ulusuyuz. Kendisine Demokrasi havarisi süsü veren siz Avrupalılar, bu tip görevleri hala bir Ermeni veya Yahudiye veremiyorsunuz. Hayasızca bizi eleştiriyorsunuz.
      “TEVRAT” Tekvin suresini okumak zahmetinde bulunursanız; Yafesoğlu Togarmon’un (Türklerin atası )oğullarını sıra ile “Günhan”başlayıp, altıncıya sıra gelince “Alas” diyor. Gürcücede baştaki sesli harf düşer (A)Las kalır. Sonradan bu isim yöresel, coğrafi isme dönüşür. Doğu Karadenize ait bilgilerin dışına neden çıkayım? O zaman kitabın ismi değişir. Merak eden yazabilir.
      Kast ettiğiniz bölümün başlığı şudur: (İmppontsche Gebirge, REİSE ) Armenien başka bölümde varsa yayınlayın, sevinirim. Rize Hemşinlileri Hristiyanlık döneminde Ermenilerle asırlarca iç içe kardeşçe yaşamışlar, her iki ırk da hiçbir engelle karşılaşmadan kimliklerini muhafaza etmişlerdir. Almanlarla Türkler sizin beyanınız gibi birbirine antipati duymazlar. Her nedense siz de bize karşı, anlaşılamayacak derecede, güya bilim adına düşmanca beyanlarda bulunmak size ne kazandırıyor bilemiyorum. Siz, Türk kimliğini silmek için her çareye baş vuruyorsunuzda biz Türkler, kendi tarihimizi kendimiz yazarsak, yahut, batılı yazarlar gerçekleri yazarsa niçin belge göstermeden karşılarına insan üstü varlık gibi dikiliyorsunuz?
      Babam ve amcalarım, hatta dedelerim, Rusya gurbetçiliğimiz sırasında, Almanlarla birlikte, Orta Asya ve Doğu Türkistan’a birlikte sürgüne gönderildiler. Türkler, Atalarım, Almanların gıda ihtiyaçlarını temin için çalışırken, Alman uzmanlar, kazma-kürek temin ederek, kazılar yaptılar. İki yüze yakın buluntuların Türklere ait olduğunu ispatladılar. Sizde olmayabilir ama bende her şeye rağmen Alman sempatisi vardır. Zaten bu sempati İkinci Cihan savaşında Almanya tamamen yıkıldığı halde, orta öğretimde Alman dilini seçmemi ön plana çıkardı. Önceki makalelerimde her şeyi dile getirdim. Onun için tekrarlamıyorum. Yine de sizin hakaretvari yazılarınızdan dolayı aşağıdaki birkaç satırı üzülerek yazıyorum. Ve tarihe geçmiş bu tip olayları kaşımaktan vazgeçmenizi istirham ediyorum.
      Siz, “Nebelungen” gibi benzeri Alman efsaneleri ile çıkardığınız Hitler’i yalnız Avrupanın değil, bütün dünyanın Führeri yapmak istediniz, uygulama safhasına girdiniz. Ama kara mizaha bakın ki, ismi Yahudiceye yakın olan Hitleri Şarlmana benzetip onu beyaz bir at üzerine oturttunuz! Güvenlik maskesi ile Yahudileri “ausschwitz” mezbahalarına sokarak emsali görülmemiş katliamlar yaptınız. Bu hareketiniz sabun ihtiyacınızdan değil, yersizlik ihtiyacınızdandı. Orta Asya’dan gelen bilimsel olmayan efsanelerle, Alman ırkını sizin gibi düşünen kafalar yüceltip Hitleri yarattı. İlahi Kudretin tecellisine bakın ki, Adolf Hitler’in hesabını fakir bir madencinin oğlu olan Stalin gördü. Son sözümüz: Bilim adamı kisvesiyle bilim dışı makaleler yayınlayıp ülkemize nifak tohumları saçmaktan insanlık adına vazgeçin. Güney Doğuda 40 bin gencimizin ölümü sizin gibi yazarların insanlık duygularının biraz olsun uyanmasına yetmedi mi? Gölgemize taş atmaktan ileri gidemiyeceğinizi, özümüzü özümüzle kırdıramıyacağınızı kafanıza sokun ve kendinize gelin. Merak etmeyin soy kırımda siz herkesin önündesiniz. Bu tip olayların teşvikinde de sizi bu gidişle kimse geçemez. Fethi Gültepe’nin ifadelerini “KARALAHANA.COM” yazarlarını burada dile getiremem, sizinle iki aklı başında insan gibi el sıkıştım.

      muzafferarici.com/eserler.asp
      Muzaffer ARICI
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000