Hz. Muhammed

      Veda Hutbesi

      (9 Zilhicce l0 H./8 Mart 632 M. Cuma)
      Peygamberimiz Hz. Muhammet (s.a.s.) Vedâ haccında, 9 Zilhicce Cuma günü zevâlden sonra Kasvâ adlı devesi üzerinde, Arafat Vâdisi'nin ortasında 124 bin Müslümanın şahsında bütün insanlığa şöyle hitabetti.

      Bismillahirrahmanirrahim
      "Hamd Allah'a mahsustur. O'na hamdeder, O'ndan yardım isteriz. Allah kime hidâyet ederse, artık onu kimse saptıramaz. Sapıklığa düşürdüğünü de kimse hidâyete erdiremez. Şehâdet ederim ki; Allah'dan başka ilâh yoktur. Tektir, eşi, ortağı, dengi ve benzeri yoktur. Yine şehâdet ederim ki, Muhammed O'nun kulu ve Rasûlüdür. "

      Ey Nâs!

      Sözümü iyi dinleyiniz. Bilmiyorum, belki bu seneden sonra sizinle burada ebedî olarak bir daha berâber olamayacağım.

      İnsanlar!

      Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün, bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay, bu şehriniz Mekke nasıl kutsal bir şehir ise, canlarınız, mallarınız, nâmus ve şerefiniz de öylece mukaddestir; her türlü tecâvüzden masûndur.

      Ashâbım!

      Yarın rabbınıza kavuşacaksınız. Bugünkü her hâl ve hareketinizden muhakkak sorulacaksınız. Sakın benden sonra eski sapıklıklara dönüp de birbirinizin boynunu vurmayınız. Bu vasiyyetimi burada bulunanlar, bulunmayanlara bildirsinler. Olabilir ki, bildirilen kimse, burada bulunup da işitenden daha iyi anlayarak hıfzetmiş olur.

      Ashâbım!

      Kimin yanında bir emânet varsa, onu sâhibine versin . Fâizin her çeşidi kaldırılmıştır, ayağımın altındadır. Fakat aldığınız borcun aslını ödemek gerekir. Ne zulmediniz, ne de zulme uğrayınız. Allah'ın emriyle bundan böyle fâizcilik yasaktır. Câhiliyetten kalma bu çirkin âdetin her türlüsü ayağımın altındadır. İlk kaldırdığım fâiz de Abdülmuttalib'in oğlu amcam Abbas'ın fâiz alacağıdır.

      Ashâbım!

      Câhiliyet devrinde güdülen kan davaları da tamamen kaldırılmıştır. Kaldırdığım ilk kan davası, Abdülmüttalib'in torunu (amcalarımdan Hâris'in oğlu) Rabîanın kan davasıdır.

      Ey Nâs!

      Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu konuda Allah'tan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allah'ın emâneti olarak aldınız. Onların nâmus ve ismetlerini Allah adına söz vererek helâl edindiniz. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, onların da sizin üzerinizde hakları vardır. Sizin kadınlar üzerindeki haklarınız, âile nâmusu ve şerefinizi kimseye çiğnetmemeleridir. Eğer onlar sizden izinsiz râzı olmadığınız kimseleri âile yuvanıza alırlarsa, onları hafifçe dövüp korkutabilirsiniz. Kadınların sizin üzerinizdeki hakları ise, örfe göre her türlü (meşru ihtiyaçlarını), yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.

      Mü'minler!

      Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allah'ın kitabı Kur'ân ve O'nun Peygamberinin sünnetidir.

      Ey Nâs!

      Devâmlı dönmekte olan zaman, Allah'ın gökleri ve yeri yarattığı günkü duruma dönmüştür. Bir yıl, l2 aydır. bunlardan 4'ü Zilkade, Zilhicce, Muharrem ve Recep hürmetli aylardır.

      Ashâbım!

      Bugün şeytan sizin şu topraklarınızda yeniden nüfûz ve saltanatını kurma gücünü ebedî olarak kaybetmiştir. Fakat size yasakladığım bu şeyler dışında, küçük gördüğünüz şeylerde ona uyarsanız, bu da onu sevindirir. ona cesâret verir. Dininizi korumak için bunlardan da uzak kalınız.

      Mü'minler!

      Sözümü iyi dinleyin, iyi belleyin. Rabbınız birdir, babanız birdir. Hepiniz Âdem'densiniz, Âdem de topraktan yaratılmıştır. Hiç kimsenin başkaları üzerinde soy sop üstünlüğü yoktur. Allah katında üstünlük, ancak takvâ iledir. Müslüman müslümanın kardeşidir. Böylece bütün müslümanlar kardeştir. Gönül hoşluğu ile kendisi vermedikçe, başkasının hakkına el uzatmak helâl değildir. Ashabım! Nefsinize de zulmetmeyin. Nefsinizin de üzerinizde hakkı vardır. Bu nasihatlarımı burada bulunanlar, bulunmayanlara tebliğ etsinler.

      Ey Nâs!

      Cenâb-ı Hak Kur'an da her hak sahibine hakkını vermiştir. Mirâsçı için ayrıca vasiyyet etmeye gerek yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuşsa, ona âittir. Zina eden için ise mahrûmiyet vardır. Babasından başkasına soy (neseb) iddiâsına kalkışan soysuz, yahut efendisinden başkasına intisâba yeltenen nankör, Allah'ın gazabına, meleklerin lânetine ve bütün müslümanların ilencine uğrasın. Cenâb-ı Hak böylesi insanların ne tevbelerini ne de adâlet ve şâhitliklerini kabûl eder.

      Ashabım!

      Allah'tan korkun, beş vakit namazınızı kılın, Ramazan orucunuzu tutun, malınızın zekatını verin, âmirlerinize itaat edin. Böylece Rabbınızın Cennetine girersiniz.

      Ey Nâs!

      Yarın beni sizden soracaklar, ne dersiniz? Ashâbı kiram:

      Allah'ın dinini teblîg ettin, vazîfeni hakkıyla yaptın, bize nasihat ve vasiyette bulundun, diye şehadet ederiz, dediler.

      Rasûlüllah (s.a.s.) mübarek şehâdet parmağını göğe doğru kaldırdı, cemâat üzerine çevirip indirdikten sonra üç defa:

      Şâhid ol Yâ Rab!

      Şâhid ol Yâ Rab!

      Şâhid ol Yâ Rab!

      buyurdu.

      .
      Resimler
      • Daisy_daisies_pictures_wallpapers_06.jpg

        318.18 kB, 800×600, 542 defa görüntülendi
      www.hemsinliyiz.net/ kardeş sitemiz bekliyoz herkesi..
      Yazar: TEGLOZ Tarih: 05.08.2008 Saat: 14:09

      Çok güzel bir paylaşım....Allah razı olsun....

      Allah senden de razı olsun Mustafa abi, sağol .


      Yazar: TEGLOZ Tarih: 05.08.2008 Saat: 14:09

      İnşaallah Peygamber Efendimizin bu tavsiyelerinden bir nebze de olsa ders çıkartır ve uygularız....

      Amin!. İnşallah!..



      Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, affet SEN' den habersiz aldığım her nefesten... __ N. F. Kısakürek __

      Herkes gibi Peygamberimiz de şaka yapar, lâtifeli konuşur, ama hiçbir zaman yalan söylemezdi. Çünkü şaka yollu da olsa, yalan yalandır.

      Ebû Hüreyre'nin rivayetine göre Peygamberimiz şöyle buyurmuşlardır:

      "Kul şaka ile de olsa yalanı, doğru bile olsa lüzumsuz tartışmayı bırakmadıkça tam inanmış bir mü'min olamaz."

      Peygamber Efendimiz bir yandan yeri geldikçe şaka yaparken, diğer yandan da Sahabîlerin yersiz şaka yapmamaları konusunda uyarıda bulunurlardı.

      "Arkadaşlarınla ağız kavgası yapma, bir söz verip de tutmamazlık etme."

      Etrafındakiler sordular:

      "Yâ Resulallah, siz de şaka yapıyorsunuz."

      Çelişkili gibi görünen bu durumu Peygamberimiz şöyle cevapladı:

      "Evet, ben de şaka yaparım, fakat şaka yaparken bile sadece hakikati söylerim."

      Bunun yanında, Peygamberimiz insanlarla alay etmez, hafife almaz, dalga geçmez, küçük düşürmez, mahcup etmez, zor durumda bırakmaz, "işletme" gibi olumsuz tavırları hoş karşılamazdı.

      Peygamberimizin yaptığı şakalar yerli yerinde ve mesaj doluydu. Lüzumsuz ve yersiz değildi. Daha çok gönül alıcı ve sevindirici şakalar yapardı. Çocuklarla, hanımlarıyla, yaşlı ve kimsesiz kişilerle şakalaşması bu türdendi.



      Alıntıdır ..



      Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, affet SEN' den habersiz aldığım her nefesten... __ N. F. Kısakürek __

      Peygamberimizin dadısı ve Zeyd bin Hârise'nin hanımı Ümmü Eymen, bir gün Peygamber Efendimize gelir ve onu evine davet eder:

      "Yâ Resulallah, beyim sizi davet ediyor."

      "O da kim, hani şu gözlerinde beyazlık olan adam mı?"

      "Beyimin gözlerinde beyazlık yok yâ Resulallah!"

      "Evet, gözlerinde beyazlık var."

      "Vallahi yok yâ Resulallah."

      "Hiçbir insan yoktur ki, gözlerinde beyazlık bulunmasın."



      Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, affet SEN' den habersiz aldığım her nefesten... __ N. F. Kısakürek __

      Peygamberimizin bunlara benzer bir latifesini Hasan-ı Basrî Hazretleri rivayet ediyor:

      Bir gün yaşlı bir kadın Peygamberimize gelerek:

      "Yâ Resulallah! Cennete girmem için bana dua eder misiniz?" dedi.

      Peygamber Efendimiz:

      "Yaşlı kadınlar Cennete giremez" diye ona takıldı.

      Bunun üzerine kadın ağlayarak oradan ayrıldı.

      Peygamber Efendimiz, Sahabîlere:

      "Gidin ona söyleyin, 'Sen Cennete yaşlı olarak giremezsin.' Cenab-ı Hak, 'Biz onları yepyeni bir yaratılışla yarattık da, eşlerine sevgi ile düşkün hep aynı yaşta genç kızlar yaptık' buyurmuyor mu?" (Vakıa Sûresi, 36.)



      Göz kaptırdığım renkten, kulak verdiğim sesten, affet SEN' den habersiz aldığım her nefesten... __ N. F. Kısakürek __

      40 YAŞINDASIN

      Rahmetini umarak
      Günahkar bir dille;
      Allah Azze ve Celle

      Ya Rasulallah,
      Âlemlere rahmet hayatın geçiyor kalbimizden,
      Kalbimizden seyrediyoruz seni.

      İşte
      Bir yaşındasın,
      Beni Sa'd yurdundasın
      Sana süt anne olmadı kadınlar
      Bu yüzden dargın bulutlar
      Bir damla yağmur indirmiyor
      Kıtlık hüküm sürüyor Beni Sa'd yurdunda
      Minicik bir bulut var gökyüzünde
      Sana aşık...
      Ayrılmıyor başucundan
      Ve insanlar yağmur duasında...
      Hz.Halime kucağına alıyor seni
      Yüzünde bir gölgelik...Seni güneşten korumak için
      Oysa minicik bulut gökyüzünde
      Sana meftun, sana kilitli...
      Ve dua eden rahibin kucağındasın
      Dünyalar güzeli gözlerine bakıyor rahip
      Kıtlığı da unutuyor, yağmuru da, duayı da
      Ama sen unutmuyorsun
      Uğruna canlarımız feda o gözlerinle gökyüzüne bakıyorsun
      O minicik bulut ilişiyor bakışlarına
      Büyüyor, büyüyor...
      Sonra nazlı, nazlı yağmur damlaları iniyor buluttan
      Fakat çoğusu bilmiyor yağmurun geliş sebebini
      Çoğusu bilmiyor seni...

      Altı yaşındasın
      Medine-i Münevvere yolundasın
      Yanında aziz annen ve Ümmü Eymen
      Yetimliğini hissediyorsun baba kabristanında
      Sonra yolda, Ebva'da öksüzlük karşılıyor seni
      Mekke'ye annesiz giriyorsun
      Abdulmuttalip bir başka seviyor seni
      Ebu Talip bir başka seviyor

      Ya Rasulallah
      Mekke çocukları annelerine seslenirler miydi senin yanında
      Onlar anne deyince sen yere mi bakardın
      Mekke rüzgarları kaç gece gözyaşlarını taşıdı Ebva'ya
      Kaç gece anne diye hıçkırdın
      Efendim!
      Senin yerine de anne dedik annemize
      Senin yerine de baba dedik

      Yirmi beş yaşındasın
      Ve bambaşkasın
      Kimse sana denk değil
      Şefkat yayıyor kokun
      Güven veriyor sesin
      Sen Muhammed-ül Emin' sin

      Otuz üç yaşındasın
      Dalga dalga rahmet var

      Otuz beş yaşındasın
      Hadi gel bekletme yar
      İniltiler çalıyor kapısını göklerin
      Hadi gel bekletme yar
      Sinesi çatlayacak Rasul bekleyenlerin...
      Hadi gel ey Yâr!
      Nurdağına davet var

      İşte
      Kırk yaşındasın
      Hira Nur dağındasın
      Cibril iniyor göklerden
      Ve nokta nokta her yerden salat, selam yükseliyor
      Sen kâinatın yüreğinden hasretle kopan ' Ah! ' sın
      Karanlık gecelerimize sabahsın
      Sen Nebiyullahsın
      Sen Habibullahsın
      Sen Rasulullahsın

      Niye incittilerki seni sultanım
      Niye işkence yaptılarki sana
      Ebu Talip öldü diye mi bu pervasızca saldırılar
      Himayesiz kaldın diye mi
      Kabe'deki ağlayışın geliyor gözümüzün önüne
      ' Amca yokluğunu ne çabuk hissettirdin ' diyişin
      Haremde namaz kılışın geliyor aklımıza
      Başına pislikler saçılıyor
      Başlar feda o mübarek başına
      Nasipsizler sana bakıp nasıl da gülüyorlar
      Biri koşuyor Mekke sokaklarından sana doğru
      Biri koşuyor ama sanki yere inmiş Arş-ı Âla
      ' Bu koşan kimdir ' diye bir soru dolaşıyor boşlukta
      Bu koşan kim?
      Ve cevap veriyor biri:
      Muhammed' in kızı Fatımatüz-Zehra
      Velilerin anası...
      Yüzünü gözünü siliyor biricik kızın
      Sana yeryüzünde en çok benzeyen
      Gülmesi sen, ağlaması sen
      ' Ağlama kızım ' diyişin geliyor aklımıza
      Niye çıkardılar ki yurdundan seni
      Himayesiz kaldın diye mi
      Onlar bilmiyorlar mıydı seni himaye edeni
      Seni yetim bulup barındıranı
      Seni alemlere rahmet kılanı
      Onlar deli diyorlardı sana, sen susuyordun
      Mecnun diyorlardı, şair diyorlardı, sen susuyordun
      'Seni bizim elimizden kim kurtaracak' diyorlardı
      Sen,
      Sen ' Allah! ' diyordun
      Allah Azze ve Celle
      Semayı haşyet kaplıyordu
      Sen ' Allah! ' diyordun
      Arş-ı Âla titriyordu
      Bedir' de ' Allah! ' diyordun
      Üç bin melek iniyordu alaca atlarda
      Yüz yirmi beş bin sahabi:
      ' Anam babam sana feda olsun ' diyordu

      Ya Rasulallah
      Medine-i Münevvere sokaklarında yürüyordun
      Neccar Oğulları'nın küçük kızları seni görünce
      Sevinçten ne yapacaklarını bilememişlerdi
      ' Beni seviyor musunuz ' diye sormuştun onlara
      ' Seni çok seviyoruz Ya Habiballah ' demişlerdi
      Sen de:
      ' Allah biliyor ki ben de sizi çok seviyorum' demiştin
      Bu gün yaşayan gençler var
      Neccar Oğulları'nın kızları diğil belki
      Ama seni onlar da çok seviyor
      Gözyaşlarından belli ki seni canlarından çok seviyorlar
      Senden başka kimseleri yok
      Allah biliyor ki sen onları da çok seviyorsun

      Altmış üç yaşındasın
      Refik-i Âla duasındasın
      Senin için siyah yünden çizgili bir cüppe dokunmuştu
      Kenarları beyazdı
      Onu giyerek ashabının yanına çıkmıştın
      Ve mübarek ellerini dizine vurarak:
      ' Görüyor musunuz ne kadar güzel ' demiştin
      Meclisinde bulunan biri sana seslenmişti:
      ' Anam babam sana feda olsun ya Rasulallah, onu bana ver '
      Niye istemişti ki senden sevdiğini bile bile
      İstendiğinde katiyyen ' hayır ' demediğini bile bile
      ' Peki ' dedin o zata
      Ve sen yine yamalı, eski cübbeni giydin
      Dostuna kavuşmana bir hafta kalmıştı
      Aynı cübbeden yine yine diktirdiler
      Ama giyinmek nasip olmadı
      Haberler uçurmuştun Ebu Hureyre' nin diliyle:
      ' Benden sonra öyle kimseler gelecek ki, keşke peygamberi görseydik de ne malımız ne de evladımız olsaydı diyecekler '
      Ve Hz. Enes ile paylaşmıştın özlemini
      ' Beni görmedikleri halde bana iman eden kardeşlerimi görmeyi çok isterdim'

      Sultanım!
      Ey Medine minberinde ' ümmeti, ümmeti ' diye hüznü giyen sevgili
      Ey Mekke mihrabında alemler hesabına ' Allah! ' diyen sevgili
      Bize lütfu ilahi bahşedilen kapına diz çöktük, bey' at ettik
      Rabbinden bize ne getirdi isen amenna
      Duyduk, itaat ettik

      Ya Rasulallah
      Sen hâlâ kırk yaşındasın
      Ve hâlâ ümmetinin başındasın...

      DURSUNALİ ERZİNCANLI
      ASLANLARA SÖZ VERDİM,ÇAKALLARA YEM OLMAM

      her lafa verilecek bir cevabım vardır ama önce lafa bakarım LAF'MI diye birde söyleyene bakarım ADAM'MI diye

      GELSEYDİN

      Sevgili!
      Ümmü Mektum gibi
      Seni görmeden sana sesleniyoruz
      Alıp verdiğin nefesi duyar gibi
      Sanki açınca gözlerimizi
      Seni görecekmişiz gibi
      Sana sesleniyoruz.
      Senin huzurunda ses yükselmez.
      Edeple konuşulur; edeple susulur.
      Hele biz ki bu kapının dilencileri,
      El açıp beklemekten başka
      Bize bir şey düşmezdi ama
      Şu araya giren yıllar olmasa
      Medine’ne uzak yollar olmasa
      İsmin anılınca yürek yanmasa
      Kapında beklemekten başka
      Bize bir şey düşmezdi.
      Bekliyoruz Sultânım!
      Rüyada olsa bile
      Belki teşrif edersin diye
      Hem de hiç kimseyi beklemediğimiz gibi.
      Seni bekliyoruz.
      Gelseydin,
      Bizim için cennet olurdu gelişin.
      Gelseydin,
      Saadetli asrından gönderdiğin selâmını,
      'Kardeşlerim' deyişini
      Birbirimize nasıl anlattığımızı görürdün.
      Gelseydin,
      Dolaşsaydın sofralarımızı,
      Bir tabak fazla görecektin,
      Bir bardak, bir kaşık fazla...
      Ve sofrada bir yer boş,
      Baş köşe! ..
      Ola ki Sen(A.S.M.) lutfeder gelirsin diye.
      Gelseydin,
      Dolaşsaydın gecelerimizi,
      O 'Kutlu Doğum' gecelerini,
      Anneler görecektin.
      Yeni doğmuşsun gibi,
      Yeryüzünü yeni teşrif etmişsin gibi,
      Mışıl mışıl uyuyasın diye
      Seni sabahlara kadar
      Hayalen ayaklarında sallayan anneler görecektin.
      Sevgili!
      Gelseydin,
      Medine-i Münevvere'den dünyaya yayılan Ashabın gibi,
      Eyyüb Sultan gibi,
      Kab bin Malik gibi,
      Bir fecir vaktinde,
      Henüz yirmisinde yirmi beşinde,
      Bırakarak yurtlarını ocaklarını,
      Hedeflerine ilahi rızayı koyan,
      Arkalarına bakmayı ar sayan,
      Yiğitler görecektin.
      Onlar senin yiğidin,
      Elleri, o öpülesi elleri,
      Kimbilir hangi memleketin zemheri soğuklarında üşürken,
      Senin köyünün hayaliyle ısındılar.
      Gelseydin,
      Gecenin zifiri karanlığında,
      Uykunun en tatlı aralığında,
      Rabiatül Adeviyye gibi Rabbiyle başbaşa
      Gençler görecektin.
      Gözyaşı dökerken günahlarına,
      Veysel Karani'den istediğin gibi,
      İnsanlığa dua eden gençler görecektin.
      Gelseydin,
      Asr-ı saadet gibi olmasa da,
      Koklanmaya değer güllerimiz vardı.
      Yine senin ikliminde yetişen.
      Ama sen gelseydin,
      Dikenler bile gül kokardı EFENDİM(A.S.M.) ! ! !
      Seninle göz göze gelmeden gizli gizli seni seyretmek...
      Hz.Vahşi gibi...
      Hani sen Hane-i Saadet'ten Mescid-i Nebevi'ye giderken
      Aişe annemiz ardından hayran hayran bakardı.
      Seni mescidin önünde bekleyen Ashabı'nınsa
      Bakışları yerdeydi.
      Edepten göz göze gelmezlerdi.
      Sende(A.S.M.) tebessüle nazar ederdin.
      Mütebessim çehreni bir Ebu Bekir(R.A.) görürdü,
      Bir de Ömer(R.A.) ...
      Şimdi okununca Ezan-ı Muhammedi
      Pencerelerde, kapı önlerinde,
      Seni(A.S.M.) bekleyen nemli gözler var.
      Gelseydin,
      Ve yürüyüp geçseydin önümüzden,
      Gülleri bayıltan o enfes kokunu çekerdik içimize.
      Sevgili!
      Hakiki aşıkların sana doğru uçarken
      Bizim bu yaptığımız yolda emeklemekti.
      Dünya güzelliğiyle kollarını açarken
      Bize düşen el açıp kapında beklemekti.
      Sevgili!
      Bekliyoruz! ...

      :: Dursun Ali ERZİNCANLI::..
      ASLANLARA SÖZ VERDİM,ÇAKALLARA YEM OLMAM

      her lafa verilecek bir cevabım vardır ama önce lafa bakarım LAF'MI diye birde söyleyene bakarım ADAM'MI diye
      Kapatın gözlerinizi

      Ve karanlığı seyredin.

      İşte böyle bir gece.

      Mekke’de bir gece

      Yorgunluk havada

      Gariplik suda

      Simsiyah bir sessizlik

      Uyku bile uykuda.

      Kâbe’nin hatîm kısmında

      Yanı üzre yatan biri var

      Yıl hüzün yılı

      Ebu Talib yok

      Yıl hüzün yılı

      Vefakâr eş

      Haticetül kübrâ yok.

      Kâbe’nin hatîm kısmında

      Yanı üzre yatan biri var

      Teselli arayan kalp

      Hüzünle çarpan kalp

      O’nun kalbi.

      Ve ayak sesleri

      Yıldızlar ışıldıyor.

      Bu ayak sesleri göklerden

      Yol veriyor yıldızlar.

      Semâdan inenler var.

      İzin verseydi Allah

      Kâinat inerdi yere

      Çünkü kâbe’nin hatîm kısmında yatan

      Sultân-ı levlâk’tır.

      Habîb-i zîşândır o

      Nur-u hüda’dır.

      Merhamet ufkunun nazlı güneşi

      Kainatın biricik çiçeğidir o.

      İzin verseydi allah

      Âlemler inerdi yere

      Oysa emir yalnız cebrail’e

      Ve yalnız cebrail iner yere

      Kalk ya rasulallah

      Semada melekler seni bekler

      Taif’te taşlanan yüzüne hasret

      Alaya alınan sözüne hasret

      Seni bekler melekler.

      Yer yüzünde vefa yok mu?

      Seni teselli edecek birini mi arıyor kalbin.

      Sevdiklerin bir bir uçuyor mu elinden?

      Davetini hafife mı aldılar?

      Üzülme ve aç gözlerini

      Öteler bekliyor seni

      Bu gece kainat adını anacak,

      Aç gözlerini ki alemler nazarına kanacak.

      Burak, senin için uçacak.

      Aç gözlerini ya habiballah

      Bu gecenin adına isra diyecek allah.

      Ey yedi kat sema aç kapılarını,

      Ve haber ver hasretle bekleyen peygamberlere

      Deki hazreti Adem’e;

      Cennetin kapısına adı yazılan

      İsminin hatrına af istediğin

      Salih oğul geliyor.

      Söyle İsa’ya:

      Kuytu köşelerde

      Havarilerinle Allah’a sığınırken,

      Bir adım ötedeymiş gibi kokusunu aldığın

      Ve insanlığa gelişini müjdelediğin

      Ahmet geliyor.

      Yusuf’a, İdris’e, Harun’a söyle

      Musa’ya deki:

      Vasıflarına hayran olup da

      Ümmetinden olmak istediğin

      Salih kardeş geliyor.

      Müjde ver İbrahim Peygamber’e:

      Dua dua yalvarıp

      Gelmesini istediğin oğul geliyor

      Aç kapılarını ey yedi kat sema

      Bu gelen Muhammed Mustafa

      Cebrail yol gösterir

      Ve yürür sultanlar sultanı

      Bu nasıl bir yürüyüştür.

      Bu nasıl bir eda?

      İnci inci ter mübarek alınlarında

      Baştan ayağa edep var

      Attığı her adımda.

      Sultanım,

      Cennetler gösterilirken o gece

      Ümmetini hayal ettin mi cennette?

      Cehennemin alevleri selamlarken seni,

      Gözyaşlarını gördü mü Cebrail?

      Ümmetim dedin mi?

      Sen unutmazsın bizi bunda kuşku yok

      Tahiyyat duası haber verdi bize

      Sen bizi hiçbir yerde

      Hiçbir zaman unutmadın

      İnşallah biz de seni unutanlardan olmayız.

      Allah seni unutturmasın bize.

      Bir söz sultanının dediği gibi

      Eğer günahlarımızdan dolayı girersek cehenneme

      Ve Allah biran olsun açarsa ufkumuzu

      Talaal bedru aleyna diyeceğiz.

      Miraç gecesi

      Yürüdü rasulullah

      Cebrail önde

      Bir gece yürüyüşüyle

      Yürüdüler… Yükseldiler.

      Yükseldikçe yükseldiler.

      Cebrail durdu birden,

      Ya rasulallah, benimle buraya kadar.

      Efendimiz niçin diye sordu

      Burası sidre-i münteha’dır

      Bir adım daha atarsam, yanarım, kavrulurum.

      Allah rasulu, sordular:

      Nasıl gidilir sidre-i münteha’da?

      Cibril-i emin cevap verdi:

      Aşkla!

      Aşkla gidilir ya rasulallah

      Aşkla gidilir ya habiballah

      Aşkla gidilir ya nebiyyallah

      Yürü sultanım yol senindir!

      Aşk vadisinde mühür senin.

      Söz senindir hal senindir.

      Muhabbetin adı sensin.

      Varlıkların tadı sensin

      Yürü ve selamını ilet

      Gözü yaşlı ümmetinin

      Sensiz bunca yetimin

      İlet selamını

      Ahir zamanın ahını

      Yüceler yücesine ilet

      Sultanım

      Sen dönerken miraçtan

      İlahi hediyelerle

      Bizim için miraç olan

      Beş vakit namazla,

      Bakara suresinin son iki ayetiyle

      Ve şirke düşmeyenin affedilebileceği müjdesiyle

      Dönerken sen miraçtan

      Biz ahir zamandan

      Ebu Bekir edasıyla bakıyoruz sana

      “O söylediyse doğrudur”

      Rasulullah söylediyse doğrudur.

      Ve bir ayetin sıcaklğı sarıyor

      Kainatin kalbini:

      Her türlü noksanlıktan münezzeh olan allah

      Kulunu geceleyin mescid-i haram’dan alıp,

      Kendisine bir takım ayetler gösterelim diye

      Etrafını mübarek kıldığımız

      Mescid-i aksa’ya götürdü.

      Çünkü, işiten ve bilen odur.

      Şimdi açın gözlerinizi

      Ve mîrâc’a hazırlanın

      DURSUN ALİ ERZİNCANLI
      ASLANLARA SÖZ VERDİM,ÇAKALLARA YEM OLMAM

      her lafa verilecek bir cevabım vardır ama önce lafa bakarım LAF'MI diye birde söyleyene bakarım ADAM'MI diye
      Günlerden cuma...
      Uhut'a gelenler var.
      Medine yolu toz duman...
      Uhut'a gelenler var.
      Bir dağılsa da şu hava,
      Görsek Medine-i Münevvere'den Uhut'a gelenleri.
      Bir görsek Allah Rasulü'nü
      Ve eroğlu erleri...
      Bakın göründüler işte;
      Atının üzerinde evrenin efendisi!
      Cihanın gözbebeği!
      Uhut'un sevgilisi!
      Sağında ve solunda ashab-ı güzin
      Önündeyse iki üveyk yürüyor;
      Biri Sad bin Muaz,
      Diğeri Sad bin Übade.
      Allah'ım bu ne edep
      Atlarının bile başı yerde...
      Bakın şu iki gence!
      İkisi de onbeşinde...
      Şu kısa boylu olanı Rafi' bin Hadic!
      Parmaklarının ucuna basıyor ki
      Boyu uzun görünsün!
      İyi ok attığı söylenince
      İzin veriyor efendimiz.
      Diğer gençse Semüre bin Cündüp...
      Ağlayarak peygamberinin yanına gidiyor.
      Ya rasulallah! diyor,
      Rafi'ye izin verdiniz. Bana niye izin yok?
      Ben rafi'yi güreşte yeniyorum.
      Efendimiz tebessüm buyuruyorlar.
      Ve bu iki ana kuzusuna güreş tutturuyorlar.
      Semüre Rafi'yi yenince güreşte,
      Fahr-i kainat ona da izin veriyor.
      Günlerden cumartesi...
      Uhud'a gelenler var.
      İşte Ayneyn Tepesi-Okçular Tepesi-
      Başlarında Abdullah bin Cübeyr
      Sultanı dinliyorlar.
      Düşmanı yendiğimzi görsenizde
      Size haber vermedikçe, adam göndermedikçe
      Yerlerinizden ASLA ayrılmayın!
      Kuşların cesetlerimizi kapıştıklarını görseniz dahi
      Ben size adam göndermedikçe
      Yerlerinizden asla ayrılmayın!
      İki ordu da hazır...
      İki ordu da harp nizamında...
      Ve Uhud'un kalp atışları dışında yeryüzü nefes bile almıyor!
      Sessizliği bozan Kureyş'in Sancaktarı'dır.
      Söylediği her söz küfür kokulu...
      Benimle çarpışmaya er meydanına kim çıkar!
      Bu bir meydan okumadır.
      Cevapsa bir çift ayak sesi...
      Gözler Uhud toprağında yürüyen bu ayaklarda...
      Kime ait bu adımlar ki bastığı toprak 'ALLAH' diyor!
      Ve Esedullah namıyla Hz. Ali(R.A.) yürüyor.
      Birkaç saniye, bir tek hamle...
      ALLAH'ın(C.C.) Arslanı dimdik ayakta
      Kureyş'in sancağı ise yerde...
      Ardından bir başkası yükseltiyor sancağı
      Ama bilmiyor ki bu defa kim var Uhud meydanında
      Gökyüzünde yıldırımlar
      Yeryüzünde Hamza var.
      Asıl şimdi başladı Uhud'un türküsü.
      Tam üç katı düşmanla Peygamber(A.S.M) ordusu
      Göz göze ve diş dişe.
      Uhud'da yiğitler var.
      İşte: Ebu Lücane...
      Kılıcın üzerinde bir yazı
      Korkaklıkta ar
      İlerlemekte şeref var!
      İşte: Musab bin Umeyr...
      Zırhını giyinince
      Nasılda Peygamber'e(A.S.M.) benziyor.
      Ve döne döne savaşan Hz. Hamza...
      Ben Allah'ın(C.C.) Arslanı'yım diyor!
      Ebu Katade'ye bakın.
      Bakın bir ok fırlıyor müşrik yayından
      Bir havayı yara yara geliyor.
      Hedefte Rasulullah(A.S.M.) var.
      İşte: Ebu Katade...
      Okun Fahr-i Kainat'a(A.S.M) doğru gittiğini görünce
      ALLAH'ı(C.C.) andı önce
      Ve uzattı başını!
      Ok Katade'nin gözüne saplandı.
      Uhud'da yiğitler var...
      Şirk ordusunu bozguna uğratan...
      Ömer bin Hattab'a bakın
      Gözleri çakmak çakmak...
      Ama telaş var yüzünde Hz. Ömer'in(R.A.)
      Bu ne hal ey Ömer...
      Düşman hüsran yaşarken
      Zafer kaznılmışken
      Bu ne hal ey koca Ömer!
      Niçin okçular tepesine bakıyorsun?
      Neler oluyor orda?
      Niye iniyor okçular Ayneyn Tepesi'nden?
      Allah Rasulü(A.S.M) haber vermeden niye iniyorlar?
      Ey Abdullah bin Cübeyr!
      Durdursana okçuları!
      Durun, Allah(C.C.) aşkına durun!
      Arkanızdan düşman geliyor, inmeyin yerinizden.
      Sahabe sendeliyor inmeyin yerinizden.
      Kainat yalvarıyor inmeyin!
      Sultanlar Sultanı'nı(A.S.M) incitecekler, inmeyin!

      Peygamber(A.S.M) ordusu iki ateş arasında...
      Efendimizin(A.S.M) etrafında on beş sahabe...
      Bakın, mübarek elleri Rasulullah'ın(A.S.M.)
      Yüzüne kapanıyor!
      Kainatın affı için semaya kalkan eller
      Şimdi kan içinde!
      Yetiş Ey Ebu Ubeyde!
      Nur saçan yüz kan içinde!

      Zaman donuyor sanki,
      Ve dudaklarının arasından birşey düşüyor.
      Kıpkırmızı bir yakut gibi
      Peygamberin(A.S.M.) mübarek dişi!
      Uhud Dağı'nı bir titreme alıyor.
      Zaman donuyor sanki,
      Ve gökler yırtılıyor!
      Uhud Dağı'nı bir titreme alıyor!
      Kimse Uhud'a ilişmesin.
      Çünkü bir ses geliyor altı yerden!
      Muhammed'in(A.S.M.) dişi yere düşmesin!
      Ve Cibril-i Emin yaratıldığı günden beri,
      En hızlı inişiyle iniyor!
      Çünkü altı yönden bir ses geliyor!
      Yere düşmesin Muhammed'in(A.S.M.) dişi!

      Kara bulutlar çöktü Uhud'a!
      Bir ses ortalığı velveleye verdi:
      Muhammed(A.S.M.) öldürüldü!
      Muhammed(A.S.M.) öldürüldü!
      'Eğer O(A.S.M.) öldürüldüyse ben niye yaşıyorum! '
      Diyen Enes bin Nad atıdı küfrün alevleri arasına!
      Artık yaşlı gözler Sevgili'yi(A.S.M.) arıyor.
      Kab bin Malik Hz. sesi duyuldu:
      'Rasuluh(A.S.M) yaşıyor,
      Allah(C.C.) 'ın Rasulü(A.S.M.) yaşıyor,
      Onu(A.S.M.) miğferinin arasından ışıl ışıl parlayan gözlerinden tanıdım.
      Habibullah(A.S.M.) yaşıyor.
      Onu(A.S.M.) şefkat dolu gözlerinden tanıdım.'

      Ashab-ı Güzin'in sevincine bir bakın!
      Uhud'un sevincine bir bakın!
      Hz.Hamza duydu ya bu yeter!
      Rasulullah(A.S.M.) yaşıyor ya bu yeter!
      Yine daldı Hamza Kureyş'in dalgalarına!
      Ama savaşırken bir ara sendeledi Hamza.
      Ve boşlukta bir mızrak belirdi.
      Ey Hamza! Uhud'u her anışımızda kaç mü'min girmek ister mızrakla senin arana?
      Kaç mü'min keşke ben öleydim, keşke mızrak benim sineme saplansaydı der?
      Ama Şehidlerin Seyyidi sensin!
      Şehidlerin Efendisi sensin!
      Uhud'da şehidler var...
      Şehidlerin Seyyidi Hamza var Uhud'da!
      Rasul-i Zişan'ın(A.S.M.) gözlerinden boşalan yaş,
      Hamza'yı yıkar gibiydi!
      Fahr-i Kainat(A.S.M.) hiç bu kadar elem duymamıştı!
      Hiç bu kadar üzülmemişti!
      Ve amcasına hiç böyle seslenmemişti:
      'Ey Rasulullah'ın(A.S.M) amcası Hamza;
      Ey Allah(C.C.) 'ın ve Rasulü'nün(A.S.M) Arslanı Hamza;
      Ey hayırlar işleyen Hamza;
      Ey Rasulullah'a(A.S.M) koruyucu olan Hamza;
      Allah(C.C.) sana rahmet etsin!
      Eğer senden sonra yas tutmak gerekseydi;
      Sevinmeyi bırakıp sana yas tutardım! '
      Ve bir ayet yankılanıyor Ahzab dağında:
      (Bismillahirrahmanirrahim-Rahman ve Rahim olan Allah'ın adıyla!)
      'Mü'minlerden öyle yiğitler vardır ki,
      Onlar Allah(C.C.) 'a verdikleri sözde sadakat gösterdiler.
      Onlardan bazıları şehid oluncaya kadar
      çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi.
      Kimisi de şehid olmayı bekliyor.
      Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler.

      DURSUN ALİ ERZİNCANLI
      ASLANLARA SÖZ VERDİM,ÇAKALLARA YEM OLMAM

      her lafa verilecek bir cevabım vardır ama önce lafa bakarım LAF'MI diye birde söyleyene bakarım ADAM'MI diye

      O Herkesin Peygamberi

      zambağında laleninde
      güllerinde nergizinde
      kainatın zerreninde
      O herkesin peygamberi

      Günahkarsan düşme ye'se
      Kalkanında düşeninde
      Günahlarla öleninde
      O herkesin peygamberi

      İsmi Ahmed
      Alemlere rahmet
      Bir damla gözyaşı
      Birazcık zahmet
      Günahından pişmanlık
      Yeterli gayret
      Benimde mi deme
      Evet evet seninde
      O herkesin peygamberi

      Dilin şeklin şemailin yoktur önemi
      Ha beyaz ha siyah teninin rengi
      La ilahe illallah demen yeterli
      Çekinme ümitle uzat elini
      Efendi de köle de onun ümmeti
      O herkesin peygamberi

      Mübarek yüzüne atılan taşlar
      Rahmetli gözlerden rahmetli yaşlar
      Helak etme yarab içlerinden belki ümmetim çıkar
      Öyle bir peygamber ne güzel bir yar
      Taifinde taşlarin da
      Medinenin mekkeninde
      Hamzanın da Vahşinin de
      O herkesin peygamberi

      Hepimizin sayısız günahı vardır
      Şüphesiz insan beşer şaşardır
      Rabbimizin rahmeti nede büyüktür
      Benim şefaatim ümmetimin büyük günahkarlarınadır
      Böyle seslenen bir nebi vardır
      Çalacak başka bir kapı mı vardır
      Yakının da uzağında
      Bilalin de Ömerin de
      Uzaklardan Necaşininde
      O herkesin peygamberi

      Makamı sundular şanı şöhreti
      Bunlar davamdan döndürmez dedi
      Bir elime güneşi bir elime hilali versenizde bende yoktur değeri
      Güneşinde hilalinde zengininde fakirinde
      O herkesin peygamberi

      Elinde taşlar dile gelir hakkı söyler
      Her katta her peygamber O'na selam eyler
      Cebrailin giremediği bir yer var
      Rabbine pek yakın Rabbine orada
      Ümmeti ümmeti der
      Yedi kat yerin de yedi kat göğün de
      Azrailin de Cebrailin de
      O herkesin peygamberi

      Gel Allah aşkına gel
      Mevlana gel diyorsa
      Bir bildiği var
      Onun da sığındığı bir sevgilisi var
      Ümmeti ümmeti diyen bir nebi var
      Yusufunda Yunusunda
      Kuyunun da balığın da
      O herkesin peygamberi

      serdengecti.org/ezgiilahisiir/file.php?f=732

      Peygamberimiz'e Göre İdeal Mümin

      Hz. Muhammed'in gerçek bir mümini tarif ettiği hadis...

      iDEAL BiR MÜMiN NASIL OLMALIDIR?

      Mü’min, Allah’ın varlığına ve birliğine inanan anlamına geldiği gibi, başkalarına güven veren, güvenilen kişi anlamını da taşır. Öyle ise mümin, elinden ve dilinden kimsenin zarar görmeyeceği, ahdine vefalı, anlaşmalarına sadık, sözü özü bir, dostluğuna güvenilen bir insandır.

      Peygamber Efendimiz bir hadislerinde, gerçek mümini, "Dilinden ve elinden Müslümanların emniyet ve esenlikte olup (zarar görmedikleri) kimse" ifadeleriyle anlatır. Mümin, emniyet ve güven insanıdır. Öyle ki, diğer bütün müslümanlar, zerrece herhangi bir kuşku ve tereddüte düşmeden ona sırtlarını dönebilirler.

      Zira bilirler ki, ondan kimseye zarar gelmez. Ailelerini birine emanet etmeleri icap etse gözleri arkada kalmadan ona emanet edebilirler. Çünkü onun elinden ve dilinden asla kimseye zarar gelmez. Onunla bir mecliste beraber bulunduktan sonra, o meclisten ayrılan insan, arkasından emindir; zira bilir ki, arkada kalan o insan, ne kendisi gıybet eder, ne de yanındakilerinin gıybetini dinler.

      O, kendi haysiyetine, şerefine düşkün olduğu kadar, bir başkasının haysiyetine, şerefine de o kadar düşkündür. Dikkat edildiği üzere hadis-i şerifte el ve dilden bahsedilmektedir. Diğer organların değil de sadece bu iki organın ifade edilmesinde elbette pek çok nükte vardır. İnsan bir başkasına vereceği zararı iki türlü verir. Bu, ya yüz yüze veya arkasından olur. Hadiste yüz yüze zararı el, gıyabındaki zararı ise dil temsil eder. İnsan karşısındakine ya bizzat müdahalede bulunur ve onun hukukunu çiğner ya da gıyabında onun gıybetini yaparak, hakir ve küçük düşürerek hukukuna tecavüz eder. Bu iki çirkin durum da müminden hiçbir zaman meydana gelmez/gelmemeli.

      MÜMİN GÜVENİLİR İNSANDIR

      Efendimiz, lisanı elden önce zikrediyor. Çünkü, elle yapılacak zarara, karşı tarafın mukabele imkânı ihtimal dahilindedir. Halbuki arkadan yapılan gıybet veya atılan iftira, ekseriyetle karşılıksız kalır. Dolayısıyla, rahatlıkla böyle bir hareket, fertleri, toplumları, hatta milletleri birbirine düşürebilir. Dille yapılabilecek zararların takibi, yüzyüze yapılmak istenenlere nispeten daha zordur. Onun içindir ki Efendimiz dili, elden önceye almıştır. Diğer taraftan, bu ifadede, Müslümanın Allah katındaki değer ve kıymetine de işarette bulunulmuştur. Müslüman olmanın Allah katında öyle bir değer ve kıymeti vardır ki bir başka Müslüman ona karşı elini ve dilini kontrol altında bulundurması gerekmektedir. Dünya çapında bir emniyet ve esenlik düşüncesiyle gelen İslâmiyetin önemli bir ahlâkî boyutu, Müslüman ferdin, maddî-manevî kendine zarar veren şeylerden uzaklaşması ise diğer ehemmiyetli bir derinliği de az dahi olsa, başkalarına zarar vermemektir. Zarar vermek bir yana, toplumun her kesiminde, emniyet ve güveni temsil etmektir. Evet, Müslüman, sinesinde taşıdığı emniyet duygusu ve yüreğinin güvenle atması ölçüsünde hakiki müslümandır ve hakiki bir Müslüman da gezip dolaştığı; oturup-kalktığı hemen her yerde güvenilir insan olma durumundadır.

      HADiS BiZE NE ANLATIYOR?

      Hadisle alâkalı bu kuşbakışı ilk değerlendirmeden sonra, yine onun ruhundan fışkıran şu hususlara da bir göz atmakta fayda var: 1Hakiki Müslüman, yeryüzünde evrensel barışın en emin temsilcisidir. 2Müslüman, ruhunun derinliklerinde yaşattığı bu yüksek duyguyu her yerde soluklar. 2O, ezâ, cefâ etmek ve zarar vermek bir yana, hatırlandığı her yerde emniyet ve selâmetin sembolü olarak hatırlanır. 4Onun nazarında, elle yapılan tecâvüz ile gıybet, hakaret, küçük görme gibi dil ile yapılan tecavüz ve çekiştirme arasında fark yoktur. Hatta bazı durumlarda, ikincisi birinciden daha büyük cürüm sayılır. 5Bir mümin bu günahlardan bazılarını işlese de yine mümindir ve dinden çıkmış sayılmaz. 6Her meselede olduğu gibi, iman ve İslam meselesinde de himmetler yüksek tutulup herhangi bir Müslüman değil, en mükemmel müminliğe talip olunmalıdır.

      ÖNÜMÜZDEKİ PAZAR MİRAÇ KANDİLİ

      Kıymetli okurlarımız! Önümüzdeki Pazarı Pazartesiye bağlayan gece Miraç Kandili. Bu yazımızda sizlere Peygamberimiz’in Miraç öncesi yaşadığı sıkıntılardan ve Miraç’ın bize bakan yönlerinden bahsetmek istiyoruz. Miraç hadisesinden önce Allah Resulü (sas) ve Müslümanlar akla hayale gelmedik zulüm ve işkencelere maruz kalmışlar, hatta bu işkencelerden korunmak için bazı Müslümanlar Habeşistan’a hicret etmişlerdir. Ayrıca bütün bu dayanılmaz zulümlerin üstüne Müslümanlar bir de Ebu Talip mahallesinde iktisâdî, ailevî her yönden müşriklerin boykotuyla karşı karşıya kalmışlardır.

      Daha sonra ise bu sıkıntıları Efendimiz’in dört yaşındaki en büyük oğlu Kasım’ın, ardından diğer oğlu Abdullah’ın, müteakiben maddi ve manevi destekleriyle Peygamberimiz’in her zaman yanında olan amcası Ebu Talib ve hakkında "Kendi zamanındaki kadınların hayırlısı İmran’ın kızı Meryem’di. Bu ümmetin kadınlarının hayırlısı da Hatice’dir" buyurduğu biricik hayat arkadaşı Hz. Hatice validemizin vefatları takip etmiştir. Peş peşe gelen bu hadiseler Allah Resulü’nü ziyadesiyle mahzun etmiştir. İşte tam böylesi bir atmosferde Peygamberimiz’in beşeriyete ait perdeleri bir bir geçerek hem cismen hem de bedenen Cenab-ı Hakk’ı müşahede etmesi, İnsanlığın İftihar Tablosu ve ardından sahabiler için büyük bir moral kaynağı olmuştur. Allahu Teala, Efendimiz’i huzuruna alarak O’nu taltif etmiştir.

      EŞSİZ SANATINI GÖSTERMİŞTİR

      Her sanat sahibi sanatını teşhir etmek ister. Allahu Teala yaratmış olduğu bütün alemleri, bu alemlerdeki eşsiz sanatı ve akıllara durgunluk verecek nizamı, güzel isimlerinin hakikat ve tecellilerini bütün mahlukat namına onlar arasından seçtiği kulu ve resulu Hz. Muhammed’i katına alarak O’na göstermiştir. Allah Resulü keyfiyeti bizce meçhul bir binek vasıtasıyla Cenab-ı Hakk’ın yaratmış olduğu eşsiz sanat harikalarını bir bir görmüş ve en sonunda da bu sanatın kaynağı Allah’ın cemali ile müşerref olmuştur.

      MiRAÇ HEDiYESi: NAMAZ

      Allah Resulü, miraçla beşerin ulaşamadığı noktalara ulaştıktan sonra geriye dönmüş ve sonra da orada duyup tattığı hakikatleri diğer insanlara da anlatıp o zümrüt tepelere onları da götürmek istemiştir. Cenab-ı Hak da miraçtaki manevi atmosferi teneffüs edebilmeleri için adeta bir armağan olarak namazı Efendimiz vesilesiyle insanlara hediye olarak göndermiştir. Zira namaz, Allah Resulü’nün ifadesiyle her mü’minin miracı olarak, onları da miraca götürebilecek nurdan bir binektir. Bu sayede her mü’min, kılacağı namazın keyfiyeti ölçüsünde kendi miracına çıkabilecektir.

      CÖMERTLİĞİNİZ ELİNİZDE Mİ DİLİNİZDE Mİ?

      Geçmiş zamanın birinde bir adam vardı. Her fırsatta, cömertlikte bulunduğunu anlatır ama gerçekte hiç de o kadar cömertliğinin olmadığı bilinirdi. Bir gün İbrahim Edhem Hazretleri’nin yanında otururken dedi ki:

      - Ey Belh’in büyüğü! Herkese nasihat ediyorsun, bana da nasihat eyle. İbrahim Edhem:

      - Nasihat edersem tutar mısın? dedi. Adam, söz verdi. Bunun üzerine şöyle dedi İbrahim Edhem:

      - Senin işin bağlıyı açmak, açığı da bağlamaktır! Bir şey anlamadı bundan. Sordu:

      - Bu ne demek?

      BAĞLIYI AÇ, AÇIĞI BAĞLA!

      Şöyle izah etti İbrahim Edhem:

      - Bağlı olan kesenin ağzıdır. Onu açacaksın, açık olan da senin ağzındır, onu da kapayacaksın. Çünkü yapmadığı cömertliği yaptığını söylemektedir. Gerçekten de bazılarımızın dilinde cömertlik vardır. Ama tatbikata gelince durum değişir, iş veresiyeye kaymaya başlar. İşte böyleleri için darb-ı mesel olmuştur İbrahim Edhem’in bu sözü:

      - Senin işin, bağlıyı açmak, açığı bağlamaktır! Peki siz hiç düşündünüz mü bu konuyu? Cömertliğiniz dilinizde mi, elinizde mi?

      Hazırlayan: Ali İhsan ER
      alier@bugun.com.tr

      bugun.com.tr/haber-detay/74279…e-ideal-mumin-haberi.aspx
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000