Fosil Sevda

      Fosil Sevda

      Başkalarıyla yaşamak istedikçe değer kazanıyor senin sevdan
      Esneyişlerin kalbimeymiş, boşluğa değil
      sıradanlığın bile muhteşemliğinmiş, basitliğin değil..
      Tarifi imkansız duygular içerisindeyim
      Elde edemeyeceğimi bile bile yaşamaya çalışırken varlığını
      Ansızın bir taş oluyorum, değeri anlaşılmayan
      Eziliyorum sonra cüzdan sevdası yaşayanların ayaklarının altında..
      Susarak haykırıyorum çaresizliğimi,
      var gücümle bağırıyorum sessizce..
      Ucu olmayan bir kalem oluyorum sonra
      Ne hissettiğimi bildiğim halde yazamıyorum bir türlü.
      Kurumuş bir ağaç budağından yeniden filizlenmiş bir çiçek gibi,
      tutmak istiyorum sevdanı
      yaşamak istiyorum yalnızlığını.
      Sana açmak istiyorum bütün çiçeklerimi..
      Artık seni her hissedişimde
      Buluşmak istemiyorum yalnızlığımın sokağında kahrolmuşluğumla
      Uçsuz bucaksız bir başlangıcım şimdi
      Huzurunda huzursuzlandıkça huzurum
      çıldırasıya özlüyorum hoş sohbetini
      Aşk musluğundan sızdıkca sevgi damlacıkları
      kalbimin okyanusunda boğuluyor yüzme bilmeyen ruhum.
      Sabrımı zorlasa da sabırsızlığım
      Beklerim türkü gözlüm
      Bir umut diyerek fosil sevdamla...
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Bir Sana Ağladı Bu Şehir

      Buz gibi bir yazgı bıraktın bana
      omuzuma ağır geldi.
      Dayanamadım dayandıramadım kendimi
      kara günlerle geçirdim hayatımı
      bir susuştu gidişin.
      Konuşamadım, konuşturamadım.
      Gölgenin masumiyeti süzülüyor.
      Bıraktığın bu kente
      bir sana ağladı bir sana yandı bu şehir
      gitmişsin yar bir sabah
      ansızın fark etmedim.
      her defasında aldandım sana.
      Bir kere olsun anlamadım gidişini.
      sen yokkende aynıydı herşey
      bir çay içişini özlüyor köprüler
      birde bakışını nehir nehir
      kankustu sensizlik bana
      bayram günlerinde buldum kaybettiğim seni
      yok olmuşsun yar
      içimi ters çeviremedim
      gülemedim yüzüne gamzelerimle
      güldürmedin beni o gül yüzüne
      bölünen her kuytunun içinde
      bir kıpırdanış hissediyorum
      mahallenin köşe başları kalmadı beklemekten seni
      korunu düşürdüğünden beri içime
      yaşamıyorum yaşatamıyorum hasretini
      kalbimin en derin ağrıları oluyorsun
      perişan ediyorsun
      Yosun tutan bu kenti
      kaldırımlar eriyor gözyaşlarımdan
      bak ben hala
      hazmedemiyorum yediremiyorum içime
      terkedişini
      hiç düşünmedin beni
      gittiğin an bölündüm sokaklara
      sevdalarımı peşkeş çektim
      en kalleş arzulara
      vurdum duygularımı aşkların tam ortasından
      bitmedin bitiremedim
      sen olmadan alıp başımı gidemedim
      gelsen diyorum bazen
      görmesem seni ama hissetsem
      bir sana ağladı bir sana yandı bu şehir
      çay içişini özlüyor köprüler
      birde bakışını nehir nehir
      kulelerin endamı vuruyor dalgalara
      ne heybetliymiş seni sevişim
      kahır mahallesinin
      sevda sokağında oturuyorum şimdi
      kimsesizlerin dert ortağı oldum
      bir sen yoksun,
      anlayamadım sebebini çoktan gitmişsin.
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Ateş Ve Su

      Ateş bir gün suyu görmüş yüce dağların ardında sevdalanmış onun deli dalgalarına.
      Hırçın hırçın kayalara vuruşuna,
      yüreğindeki duruluğa demiş ki suya:
      Gel sevdalım ol,hayatıma anlam veren mucizem ol...

      Su dayanamamış ateşin gözlerindeki sıcaklığa al demiş;
      Yüreğim sana armağan...
      Sarılmış ateşle su birbirlerine sıkıca, kopmamacasına...

      Zamanla su, buhar olmaya,ateş, kül olmaya başlamış.Ya kendisi yok olacakmış, ya aşkı...Baştan alınlarına yazılmış olan kaderi de yüreğindeki kederi de
      alıp gitmiş uzak diyarlara su...

      Ateş kızmış, ateş yakmış ormanları...
      Aramış suyu diyarlar boyu, günler boyu, geceler boyu Bir gün gelmiş, suya varmış yolu Bakmış o duru gözlerine suyun,
      biraz kırgın, biraz hırçın. Ve o an anlamış;aşkın bazen gitmek olduğunu.
      Ama gitmenin yitirmek olmadığını....
      Ateş durmuş, susmuş, sönmüş aşkıyla.

      İşte o zamandan beridir ki:Ateş sudan,
      su ateşten kaçar olmuş..Ateşin yüreğini sadece su, Suyun yüreğini sadece ateş alır olmuş...
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Aşkın Hikayesi

      Bir zamanlar, bütün duyguların üzerinde yaşadığı bir ada varmış:
      Mutluluk, Üzüntü, Bilgi ve tüm diğerleri, Aşk dahil.

      Bir gün, adanın batmakta olduğu, duygulara haber verilmiş. Bunun üzerine hepsi adayı terk etmek için sandallarını hazırlamışlar.Aşk, adada en sona kalan duygu olmuş çünkü mümkün olan en son ana kadar beklemek istemiş.Ada neredeyse battığı zaman, Aşk yardım istemeye karar vermiş. Zenginlik, çok büyük bir teknenin içinde, geçmekteymiş.Aşk, "Zenginlik, beni de yanına alır mısın?" diye sormuş.Zenginlik, "Hayır, alamam.Teknemde çok fazla altın ve gümüş var, senin için yer yok." demiş.Aşk, çok güzel bir yelkenlinin içindeki Kibir'den yardım istemiş. "Kibir, lütfen bana yardım et!", Kibir "Sana yardım edemem, Aşk. Sırılsıklamsın ve yelkenlimi mahvedebilirsin." diye cevap vermiş. Üzüntü yakınlardaymış ve Aşk yardım istemiş: "Üzüntü, seninle geleyim." Üzüntü "Of, Aşk, o kadar üzgünüm ki, yalnız kalmaya ihtiyacım var." Mutluluk da Aşk'ın yanından geçmiş; ama o kadar mutluymuş ki Aşk'ın çağrısını duymamış. Aşk, birden bir ses duymuş. "Gel Aşk! Seni yanıma alacağım..."Bu Aşk'tan daha yaşlıca birisiymiş. Aşk o kadar şanslı ve mutlu hissetmiş ki, onu yanına alanın kim olduğunu öğrenmeyi akıl edememiş. Yeni bir kara parçasına vardıklarında, Aşk'a yardım eden yoluna devam etmiş. Ona ne kadar borçlu olduğunu fark eden Aşk, Bilgi'ye sormuş: "Bana yardım eden kimdi?" Bilgi "O, Zaman'dı" diye cevap vermiş. "Zaman mı? Neden bana yardım etti ki?" diye sormuş Aşk. Bilgi gülümsemiş:

      "Çünkü sadece Zaman Aşk'ın ne kadar büyük olduğunu anlayabilir"
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Bir sevda Hikayesi

      Bugün sakin ve güzel bir gündü. Görünüşte diğer günlerden farkı olmayan bir gün; ancak, hiç de göründüğü gibi bir gün değildi. Bakmasını bilen için hiçbir zaman günler birbirinin aynısı değildir. Çevreye kapalı gözle bakanlar olan bitenden habersiz yaşadıkları için çevrelerinden hiçbir şeyin değişmediğini söylerler. Aradan yıllar geçmesine rağmen görüştüğünüz birine: “Ben oradan ayrıldıktan sonra neler oldu, ne değişti?” diye sorduğunuz zaman genellikle: “Her şey bıraktığın gibi” cevabını alırsınız. Bu sözün iki anlamı var: “birincisi, sana anlatmak istemiyorum, ikincisi ise ben kör yaşıyorum....” Ne yazık ki bu gizli cevaplardan çoğu zaman ikincisi doğru oluyor. Bundan şunu anlıyoruz ki biz bir sürü körle dolu bir dünyada yaşıyoruz. Bu insanların dünyayı anlamaları ve ona karşı da tavır almaları da çok farklı oluyor. Onlar dünyayı körlerin fili tarif etmesi gibi parça parça anlıyorlar, bu yüzden de mutlu olmaları mümkün olmuyor. O bunları düşünürken karşı balkondan bir müzik sesi geldi. Sonra etrafındaki çiçeklerin kokusunu hissetti. Bir rüzgar esti, onun serinliği bütün vücudunu sardı. Balkona baktı, çok güzel sarışın bir kız balkon demirlerine dayanmış gökyüzüne bakıp müziğin ritmine uyarak başını sallıyor ve ara sıra ağzındaki sakızı şişirip şişirip patlatıyordu. Önce kıza baktı. Sonra müziğe kulak verdi. Çok yanık bir türküydü bu. Sonu hüsranla biten, acı bir aşk hikayesinin türküsü.. Türküleri ve bunların hayatla olan sıkı bağlarını düşündü. Hiçbir edebi tür Türküler kadar hayatı derinden kavramıyordu. Yine hiçbir edebi tür Türküler kadar yaşanmamıştır. İşin garibi, Türküler hep yanık, hep acıklıydı. Hemen hepsinin temelinde gönül kanatan bir hikaye vardı. Bu yüzden de Türkülerimiz hep gözü yaşlıdır. Onları dinleyenlerin de gönülleri kanar ve gözleri yaşarır. Anadolu’da görev yaparken küçük bir kız çocuktan bir türkü dinlemişti. Nişanlanan genç başlık parası biriktirmek için gurbete çıkar. Aradan yıllar geçer. Başlık parasını biriktiren genç adam evine varır. İçeriye girer onu kimse karşılamaz. Ev boştur ve terk edilmiş bir hali vardır. Bir müddet sonra komşular onun etrafını alırlar. Genç adam onlara ana babasını sorar. Ona iki mezar gösterirler: “Aha anay babay burda” derler. Genç sarsılır, gözleri dalar, bir müddet geçer; bu sefer de: “Ya nişanlım Fato nerde” der. Komşular birbirinin yüzüne bakarlar ve: “O çoktan evlendi” diye cevap verirler. Gurbetten dönen bu insan kendi köyünde gurbeti bulur. Ana babası ölmüş, sevdiği Fato’su başkasının olmuştur. Artık o orada duramayacak ve çekip gidecektir. Çünkü başka çaresi kalmamıştır.
      Balkondan gelen sesteki Türkü de bundan farksızdı. O anda bunun gibi binlerce, hatta yüz binlerce anlatılmamış sevda masalını düşündü. Bunlar bilinen hikayelerdi, ya bilinmeyenler. Çevresindeki insanları düşündü. Yanından gelip geçen bu insan selinde kim bilir ne acı fakat anlatılmamış sevda hikayeleri vardı. Sonra kendini düşündü. Onu hala yakan ve bir türlü peşini bırakmayan bir hikayesi yok muydu? Elbette vardı; ama ne yazık ki bu hikayenin bir Türküsü bile yoktu.
      Gözlerini uzaklara, çok uzaklara dikti. Önündeki beton blokları delen bakışları çok uzak yıllara uzandı. İçinde çok ince bir sızı başladı. Bu sızı yavaş yavaş bütün uzviyetini sardı. Öyle ki bir müddet sonra baştan ayağa acı içinde kaldı. Bunca yıldan sonra hala aynı duyguları duyuyor olmasına şaştı. Kalbi çarpıyor, sanki yeniden o güzel günlere geri dönmüş gibi yüzü kıpkırmızı kesiliyor, dili tutuluyor, içi daralıyordu. Yaşı altmışı geçiyordu. Aradan yirmi yıl geçmişti. O hala yüreğini yakan bu aşkı içinden söküp atamamış, ondan kaçamamıştı. Sevdiği kadını nerede ve nasıl tanıdığını hiç düşünmedi. Onu görmeden sevmiş, ona deliler gibi bağlanmıştı. Aylarca konuşmuşlar, telefonlaşmışlardı. Onu çok sevmişti, fakat, sevdiği kadın evliydi. O da evliydi. Buna rağmen onu çok sevmişti. Kadın da bu duygulara kayıtsız kalmamış o da onu tertemiz duygularla sevmiş, ona bağlanmıştı. Bu çaresiz bir aşktı. Kavuşmaları, aynı çatı altına gelmeleri, birlikte bir yuva kurmaları imkansızdı. İkisi de bunu biliyordu, bu çaresizliği yenmeye güçleri yoktu. Kader onları koparılması imkansız bağlarla ayrılığa bağlamıştı. Bu bağları koparmaya çalışmadılar. Biliyorlardı ki bu bağları koparmaya çalıştıkça çaresizliklerini daha derinden anlayacaklar ve daha çok acı çekeceklerdi. İlk buluşmalarını düşündü. İstanbul’da buluşmuşlardı. İkisi de on sekizlik aşıklar gibi heyecanlıydı.. Yanlarında daha üç kadın vardı. Bir müddet birlikte konuştular, sonra kadınlar kalkıp onları baş başa bıraktılar... Adamını dili tutulmuştu, hasretlisi yanındaydı. Ona istese dokunabilirdi; ama, buna bir türlü cesaret edemiyordu... Dokunsa sanki elinden uçup gidecekmiş gibi bir hisse kapılıyordu... Ona, canım, sevgilim sen benim bir tanemsin, sen benim ömrümün anlamısın, sen benim ruhumsun, sen.. sen... ve daha bunun gibi dünyada ne kadar güzel şey varsa söylemek istiyordu... Fakat boğazına bir şey düğümlendi... Bütün bu düşündükleri orada takılı kaldı, bir türlü dudaklarından dökülüp o sevgili yare ulaşamadı...

      Kadın onunla pek göz göze gelmek istemiyordu... Nedendir bilinmez ama, adam, her şeyin bittiğini düşünüyordu... Daha önceki konuşmaların sıcaklığını bir türlü bulamıyordu... Ancak onu çok daha derinden sevdiğini hissediyordu. Yüreğini büyük bir acı sardı. Gözleri doldu... Ağlamamak için kendini güç tuttu... Kadın konuşmasını bekledi ve dayanamadı: “Söyle” dedi. Adam önüne baktı. Konuşmaya gücü yoktu. Konuşsa sesi ağlamaklı çıkacak ve kendini tutamayıp ağlayacak, etraftakilere rezil olacaktı... Kadına: “gözlerime bakmıyor musun, anlamıyor musun?” diyebildi... Kadın: “Elbette bakıyorum ve anlıyorum, o kadar aptal değilim” dedi. Adam: “Bana doğru söyle, beni seviyor musun?” diye sordu. Kadın: “evet” dedi... Çok mutlu olmuştu... Ama içindeki azabı bu söz de dindiremedi... Biliyordu, bu ilk ve son buluşmaydı... Kadın aynı şeyi düşünüyormuydu bilmiyordu... Belki onu kırmamak için: “Gün doğmadan neler
      doğar, bakarsın ilerde yine buluşuruz, yine görüşürüz” dedi... Bu pek inand! ırıcı gelmedi adama...

      Ayrılma zamanı gelmişti. Kalktılar... Yürüdüler ve yemek yiyen diğer üç kadının yanına gittiler. Adam: “Ben gidiyorum, siz yemek yiyorsunuz, sofrada elinizi sıkmayım, tanıştığıma memnun oldum” dedi ve hemen yanında ayakta duran sarışın kadının elini tuttu. Ona ne dediğini bilmiyordu... Ayrıldılar... Adam giderken defalarca geriye dönüp o güzel sevgilisine içi kan ağlayarak baktı... Ne yazık ki onun sırtı ona dönüktü, yüzünü çok istediği halde göremedi...

      Bu onların son görüşmesi olmuştu......
      Saatlerce oturduğu yerden biraz zorlukla da olsa doğruldu. Evin önündeki çiçeklere doğru yürüdü. Hepsine teker teker baktı ve hepsini okşayıp sevdi. En sonunda bir sarı gülün önünde durdu. Onu eline aldı. Eğildi ve derin derin içine çekerek kokladı. Yapraklarını tek tek okşadı, sevdi. Yoldan geçenler bu yaşlı adamın çiçekleri ne kadar sevdiğini düşündüler. Ona hayretle baktılar, gıpta ettiler. Ne yazık ki hiç biri onun o sarı gülü neden bu kadar sevdiğini ve onu okşarken içinde bir ateşin yandığını bilmiyordu. Gülün üzerine düşen iki damla gözyaşını ise yaşlı adamın kendisinden başka hiç kimse görmedi.
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      tebessüm

      Bir lahza gönlümün sesini duysam,
      Ilık bir tebessüm dolar içime.
      Ne zaman duygunun raksına uysam,
      Ilık bir tebessüm dolar içime.
      Gözlerim dilime tercüman olmaz,
      Muhabbet gönüle zor ile dolmaz,
      Seninle varlığın gam tasa olmaz,
      Ilık bir tebessüm dolar içime
      Gün olur sükunet sarar özümü,
      Gün olur söylemez dilim sözümü,
      Yaksan da kalbimde sevda közünü,
      Ilık bir tebessüm dolar içime.
      Sevda bize göre dilden uzaktır,
      O kelime; özde olan tuzaktır,
      Gönüller huzurlu duygular aktır,
      Ilık bir tebessüm dolar içime.
      Aşikar olursa hisler yorulur,
      Yorgunsa yürekler tuzak kurulur,
      Açıkta menzile çabuk varılır,
      Ilık bir tebessüm dolar içime.
      Can canana doymaz öz ise sözler,
      Her türlü meramı anlatır gözler,
      Dört taraftan sarsa,yansa da közler,
      Ilık bir tebessüm dolar içime.



      Ahmet Kurt
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Bİr Dosta Mektup

      Bilemezsin ne kadar mutsuzum buralarda.
      Ve ne kadar yalnızım bu karanlıkta.
      Hep aynı karanlık uzaklara dalıyor gözlerim,
      Sonra isyanla titreyen dudakların geliyor aklıma.
      Ve o simsiyah, ıslak, acı çeken gözlerin...
      İşte o zaman senin için, senin acılarını yansıtan,
      Çığlıklar atıyorum önümde uzanan mavi karanlığa.
      Gecenin hüznü çökmüş yağmur bulutlarına.
      Bırak gökyüzü ağlasın senin yerine bir de ben,
      Sen acılara inat,
      Kurut gözlerinde biriken yaşları.
      İçini kavuran o acı intikam uğruna,
      Yalnız ama yalnız sende varolduğuna inandığım,
      O güzel değerleri yitirme ne olur.
      Canım benim,
      Bana haber yolla masal kuşlarıyla,
      Tutunup kanatlarına uçarak geleyim.
      Yine eskisi gibi koy başını omuzuma,
      Günler, geceler boyu öylece dertleşelim.
      Ta ki, bir şafak vakti yeniden doğmuşcasına,
      Tüm acılarından arınana dek, yanında kalayım.
      Birlikte kıralım zincirlerini tutsak yüreğinin,
      Ve "Artık Mutluyum" dediğinde,
      Ben de sessizce evime döneyim...

      Kumru
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      salıverdim maviyi

      burgaçlanırken gözlerimde gök
      yüzü (nü) çizmek için yeniden
      buğusunu siliyorum gecenin aynasının
      kenarına tutturulmuş
      siyah beyaz bir fotoğraf gibi
      sararırken zaman
      - ki ağrının en allahsızı
      yürekte yaşandığından
      haydut bir gecenin orta yerinde
      şaşkın bir martı gibi
      kalakalırdı - aşk
      denizi olmayan
      uzak bir ülkenin dönencesinde
      yeşil yağmurlara gebe olduğunda zaman
      okyanuslara açılmak gelirdi içimden
      öksüz bir gül takınıp sol yakama
      salıverirdim maviyi kelepçeli ellerimden...


      Aydan Yalçın (Çam)
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      bir şiir ve bir aşk hikayesi

      Üniversiteli delikanlı, kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. Okul salonundaydı maç. Tribünsüz, minik bir salon. Seyircilerle oyuncular arasında sahanın çizgisi vardı sadece... O kadar yakındılar. Delikanlı bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda. Ondan hoşlandığını hissetti. Az sonra birşeyi daha hissetti. uzun zamandan beri maçı değil o güzel kızı izlediğini. Kız servis atarken hemen önünden geçti. Gözgöze geldiler, kız da delikanlıya gülümsedi. Delikanlı çok popülerdi o yıllarda. Kız onu tanımış olmalıydı. Kimbilir belki kızda ondan hoşlanmıştı. Belki de delikanlı öyle olmasını istediği için, ona öyle gelmişti. Set değişip takım karşıya gidince, delikanlı da yerini değiştirdi. Üçüncü sette tekrar yerine döndü. Kız da bu gidip gelişleri farketmişti. Bir defa daha gülümsedi. Manidar... "Anladım" der gibi bir gülümseyişti bu. Delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar güzeli kızı düşündü. Pazar günü sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı... ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için...

      Delikanlı artık genç kızın hiç bir maçını kaçırmıyordu. Dahası Ankara Kolejinin her dağılış saatinde okul civarında oluyordu, onu birkez daha görmek için. Karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı. Bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü. O gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlaşmış, sonra arka sokaklara dalıp yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı. Kız bu defa, iyice gülmüştü. Karşısında sözümona ağır ağır yürüyen ama nefes nefese kalmış delıkanlıyı görünce anlamıştı herşeyi. Delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. Arkadaştılar. Sonunda bütün cesaretini topladı ve ona kıza olan hislerinden sözetti. O kızdan fena halde hoşlanıyordu. Galiba kız da ona karşı boş değildi. Bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu. "Tabi" dedi kaptan. "Bu hafta sonu güzel bir konser var, biz kızlarla o konsere gitmeye karar vermiştik zaten, sen de gel. Hem konseri birlikte izleriz hem de tanışırsınız."

      Delikanlı konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı. Konsere gidecekleri gün geldiğinde, o ne heyecandı öyle!... Konser salonunun kapısında tanıştılar. El sıkıştılar, o güzel ele dokunduğu anı hiç unutamadı delikanlı. Takımın kaptanı, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. Delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. İnanamıyordu delikanlı, onunla nihayet yanyana oturuyordu. O nun sıcaklığını hissetiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu. Biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylece duruyordu. Delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki. Ama yapamadı. Herşey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki... Sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu. Kızın omuzuna değil, kotuğun üzerine. Sonra kız bir ara arkaya yaslandı. Birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine değdi. Kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu genç adamın. Konserden çıkarken kız, "Sizi her maçımızda görmeye alaştık. Yarın Adana'da maçımız var, gözlerimiz sizi arayacak" Hayır aramayacaktı. Delikanlı o anda kararını vermişti çünkü. Cebinde onu otobüsle Adana'ya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de Adana Kebap yiyecek kadar para vardı.

      Gece yarısı kalkan otobüse bindi. Sabah erkenden Adana'daydı. Maç saatine kadar başıboş dolaştı. Salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu. Takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci kendisiydi. İlk sette kız onu farketmedi. İkinci sette öbür tarafa gittiler. Döndüklerinde, üçüncü sette kız farketti delikanlıyı. Yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, biraz da gurur vardı sanki. Ankara'nın hele kolejin en popüler delikanlılarından biri onun için taa oralara kadar gelmişti. Maç bitti. Kız soyunma odasına, delikanlı garaja gtti. Tek kelime konuşmadan. Konuşmaya gelmemiştiki zaten. Kız "Keşke orada olsan" demişti o da olmuştu işte. Hepsi bu. Ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında. Birgün Üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. Daha doğrusu bir şiirden alınmış dörtlüğe. Söylemek istediği herşey bu dört satırda vardı sanki. Bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı. Öğleden sonrayı iple çekti. Kolejin önüne gitti. Kızın karşısına geçti. "Bu sana" diyerek kartı eline tutuşturdu ve kayboldu. Kız, elindeki karta yazılı olan Necip Fazıl'ın dörtlüğünü okumaya başladığında delikanlı çoktan uzaklaşmıştı.

      "NE HASTA BEKLER SABAHI
      NE GENÇ ÖLÜYÜ MEZAR,
      NE DE ŞEYTAN BİR GÜNAHI,
      BENİM SENİ BEKLEDİĞİM KADAR..."

      Delikanlı ertesi gün öğleden sonra, tarif edilmez bir heyecanla kolejin önündeydi . Kız karşıdan geliyordu. Bu defa yanında arkadaşları yoktu, yalnızdı. Yaklaştığında işaret etti delikanlıya. Gözlerine inanamadı genç adam. Onu yanına mı çağrıyordu yoksa?! Evet, çağırıyordu işte. Kalbinin duracağını sandı yaklaşırken. "Sana birşeyler söylemek istiyorum" dedi genç kız. O da heyecanlıydı, titriyordu, delikanlı bunu farkettiğinde biraz rahatladı. "Bak iyi dinle. Dünkü satırlar için çok teşekkürler. Herhalde hissetin, ben de senden hoşlanıyorum. Ama senden evvel tanıdığım biri daha var. Ondan da hoşlanıyorum ve henüz, hanginizden daha çok hoşlandığıma karar veremedim. Ve şu an onu terketmem için bir sebep yok." Delikanlı "O zaman karar verdiğinde ve de eğer tercih ettiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi ve kızın yanından hızla uzaklaştı.

      Bir daha voleybol maçlarına gitmedi, bir daha okul yolunda önüne çıkmadı, bir daha onu hiç görmedi. Günlerce, haftalarca, aylarca bekledi. Tıpkı kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi. Heyecanla bekledi. Hırsla, arzuyla bekledi. Umutla, mutusuzlukla bekledi. Bazen öfkeyle bekledi. Ama hep bekledi. Başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi... Bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu. İki dörtlüktü şiir. İlki kıza verdiği, ikincisi ise yeni bulduğu idi. O dörtlüğü de bir kağıda özenle yazdı, cebine koydu. Bekleyiş sürüyor, sürüyordu. Okullar kapandı, açıldı, aylar, aylar geçti... Birgün delikanlı, kızı aniden karşısında buldu. "Günlerdir seni arıyorum" dedi kız."İşte sana cevabım, işte sana haber... Artık hayatımda hiç kimse yok!..." "Yaa!" dedi delikanlı. Kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağazından sadece bu ses çıkabilmişti. Elini cebine attı, şiirin ikinci dörtlüğünü yazdığı, eskimiş kağıdı kıza uzattı. "Sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya birgün, bu da sonu, son dörtlüğü" dedi ve yürüdü gitti delikanlı. Arkasına bile bakmadan yürüdü. Kız ikinci dörtlüğü tuhaf bir hüzünle okumaya başladı.

      "GEÇTİ ARTIK İSTEMEM GELMENİ
      YOKLUĞUNDA BULDUM SENİ
      BIRAK VEHMİMDE GÖLGENİ
      GELMEN ARTIK NEYE YARAR!..."

      Aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. Delikanlı bugün hala düşünüyor. O uzun, o çok uzun bekleyiş mi öldürmüştü aşkını? Ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazmıydı?. O sevgilinin kendisi bile yetmezmi olmuştu kendisine... Hayalindekini canlı tutmak için mi, canlısını silmişti hayatından?! Delikanlı bu soruların yanıtını bugün hala bilmiyor? Bilmediğini de en iyi ben biliyorum. Yani, YAŞAYAN BİLİYOR!.


      Hıncal Uluç.
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      adı hüzün olsun

      Adı hüzün olsun bu gerçeğin.
      Ayrılığın tekil sızısını hissetmenin
      Ve senden sonraki yaşantımın,
      Adı hüzün olsun!

      Öteki renklerini aldığın,
      Tek mevsimlik dünyamın,
      Ve senden bana kalanların,
      Rotasız başlayan yolculuğumun,
      Her limanda yüzleştiğim sensizliğin,
      Adı hüzün olsun!

      Bir türlü gelmeyen geleceklerin,
      Bir yarısı sende kalan geçmişin,
      Ve her gün biraz daha kaybolan iyimserliğimin,
      Adı hüzün olsun!

      Gittikçe tuhaflaşan tavırlarımın,
      Azalan ideallerimin,
      Alışkanlık haline gelen sıradanlıkların
      Birbirine benzeyen her günün
      Adı hüzün olsun!

      Aklımda kalan şarkı sözlerinin,
      Anılarını sakladığım kirli odamın,
      Yağan yağmurun,
      Cama dayanmış soluk yüzümün,
      İçimde ağlayan çocuğun,
      Adı hüzün olsun!

      Artık gelmeyeceğine olan inancımın,
      Eksik yüreğimin, göremediğim renklerin,
      Sensizliğin, yarım kalmışlığın,
      Adı hüzün olsun!

      Değişmeyen şeylerin,
      Aynı filmin tekrarına benzeyen rüyaların,
      Sadakatini elden bırakmayan gönlümün,
      İçimdeki yalnız şairin, bu yaşantının,
      Ve bu şiirin adı hüzün olsun!



      Şemsettin Kaya
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Alışkanlık

      Gitgide alışıyorum sana....
      Hiçbir alışkanlık bu kadar güzel olamaz...
      Ellerin ellerimden uzaksa nasıl güçsüzüm bilemezsin...
      Yanımda olduğun zamanlar;
      sigara dumanı gibi ciğerlerime doluyor,
      alkol gibi damarlarıma yayılıyorsun...
      Durmadan başım dönüyor verdiğin hazdan...
      Alışkanlıklar daima korkutur beni...
      Düşün ki ben yaşamaya bile alışkın değilim...
      Kendimi kendime alıştıramadım yıllardır...
      Fakat şimdi sana alışıyorum...
      Alıştıkça özlemim artıyor, daha yoğunlaşıyor.
      Yalnız içimde garip bir korku var.
      Sana alışmaktan değil seni kendime alıştırmaktan korkuyorum...
      Bir gün sana şimdi verdiklerimden daha güzelini
      daha değerlisini verememekten korkuyorum...
      Bir gün ansızın ölmekten ve seni, bana olan alışkanlığınla
      yapayalnız bırakmaktan korkuyorum...

      Oysaki her zaman ve günün her saatinde
      yanında olmalıyım senin... Bana alışmış olmaktan
      pişmanlık duyacağın bir dakikan bile olmamalı...
      Bütün zamanlarını zamanlarımla karıştırıp
      emsalsiz bir zaman bileşiminde yaşatmalıyım seni...
      Uykularda bile aynı rüyayı görmeliyiz.
      Her şeyin ve her zevkin yarısı senin olmalı, yarısı benim...
      "Bana alış" demeyeceğim... Nasıl olsa alışacaksın bir gün...
      Şimdi çirkinliğimde güzellikler bulan gözlerin,
      o zaman en güzeli görecek bende! Alışkanlığınla,
      sevginle yepyeni bir "ben" yaratacaksın benden!

      İlk defa sevilmenin ürpertileri içindeyim inan. Sevgimle
      mukayese edebileceğim tek şeyi beni sevmende buldum...
      Ömrümde kimse bana sevmenin gerekliliğini öğretmedi.
      Kimseden sevgisini istemedim, verdiler almadım.
      Bencildim bir zamanlar, sevmek benim hakkım diyordum.
      Oysaki şimdi bir zamanlar hiç sevmemiş olduğumu
      kendi kendime biraz da utanarak itiraf ediyorum.

      Asıl büyük sevgiyi seni sevmekte buldum ve sevgim
      senin sevginle değerleniyor, ayrı bir anlam kazanıyor...
      Sevgin olmasaydı değersiz bir cam parçasıydım.
      Sevginle bir aynayım şimdi. Bana bakanlar baştanbaşa
      seni görecekler içimde...
      Bir zincirin iki halkasıyız seninle anlıyor musun?
      Aynı kadehte karışmış iki içkiyiz.
      İki kelimeyiz seninle birbirini tamamlayan.
      Her yerde iki olduğumuz için
      bir bütün haline geliyoruz durmadan...

      Alışkanlığım devamlı sana çekiyor beni...
      Durup durup dudaklarını öpmek geliyor içimden...
      Saçlarını okşamak geliyor, ellerini tutmak geliyor...
      Kokunun tenime sindiğini hissediyorum geceleri...
      Teninin dudaklarımda eridiğini hissediyorum...
      Boynunun en güzel yerini benden başkası bilemez artık...

      Seni kimse benim kadar benimle bir bütün olduğuna inandıramaz....
      Gitgide bu alışkanlığın içinde kaybolduğumu hissediyorum...
      Beni yaşadığım zamanın dışına çıkarıyorsun.
      Bir gün tarih öncesinde yaşıyoruz , bir gün bulutların üstünde...
      Uzun süren bir baygınlık sonrasının
      o anlatılmaz baş dönmesi içindeyim...
      Bütün merdivenler birbirine eklendiği zaman
      seninle vardığım yüksekliğe erişemez...

      Açılmış bütün kuyuların derinliği
      içimde seni bulduğum yer kadar derin değil...
      Alışkanlık kozasını ören bir ipekböceği gibi gitgide tamamlıyor bizi.
      Emsalsiz bir oluşun içinde yuvarlanıyoruz.
      Korkunç bir yangın başladı yüreklerimizde.
      Özlem, kıskançlık, arzu ne varsa içimizde hepsi birdenbire tutuştu.
      Alev almayan bir yerimiz kalmadı.
      Alevlerimiz muhteşem bir kızıllığın içinde yıldızlara kadar uzanıyor.
      Hiç bir su, bu ateşi söndüremez artık.
      Nehirle, denizler boşalsa üstümüze hiç sönmeyeceğimizi biliyorum.
      Bu yangın biz birer kor haline gelinceye kadar sürecek.
      Önce bakışlarımız alıştı birbirine, sonra parmak uçlarımız...
      Bu oluş tamamlandığı anda yeryüzünde
      bizden güçlüsü olmayacak!
      En mutlu olduğumuz yerde en güçlü de olacağız seninle...
      Bu bir sonun değil bir varoluşun başlangıcıdır.
      Geçmişteki tüm alışkanlıkların bana alışmanı önleyemez artık...



      Ümit Yaşar OĞUZCAN
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Umut Yapraklari

      Öyle bir ilk yaz ol ki korkut yaprakları,
      Öyle bir son yaz ol ki tut yaprakları,
      Sararıp dökülürken güz rüzgârlarında
      Ardında savrulsunlar, unut yaprakları.
      Sevinçlerinde onlar vardı, hüzünlerinde onlar
      Seninle yeşerdiler, seninle soldular..
      Olsunlar senden sonra da umut yaprakları.
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Avuçlarımda Sabah

      Bu sabah,
      Kör bir rüzgar sardı bedenimi.
      Avuçlarımda sabah,
      Yürüdüm yalnızlığa.
      İçimde geçmişin tutsaklıkları…
      Didik didik oluyorken benliğim,
      Bedenimi saran kör rüzgara
      Sığındım nedense…
      Gözlerimde,
      Ufukta doğan güneşin,
      Parıltısına rağmen
      Gün be gün artan fer kaybı…
      Yıkık dökük,
      Birazda aksak adımlarla
      Vurdum kaldırım taşlarının
      Böğrüne varlığımı.
      Avuçlarımda sabah,
      Yüreğimde hala Eylül…
      Sahilde,
      Dalgaların kıyıya vuruşunun
      Şehvetiyle öpüşen sevdalılar...
      Bu sabah,
      Kör bir rüzgar sardı bedenimi.
      Avuçlarımda sabah,
      Ve yüreğimde hep Eylülle.


      Işın ERGÜNEY
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Hayat Bir Okuldur

      Sen hiç yoksulluk çektin mi? Gördün mü? Zoru
      Ticaret bir risktir tattın mı? Zararı karı
      Arılar bile çalışmadan yapamaz balı
      Hayat bir okuldur okudun mu? sen onu

      Allah çalışana koşana veriyor malı
      Çalışmaz tembel olursan alırsın havanı
      Bırak eti peyniri bulamazsın soğanı
      Hayat bir pazardır gezdin mi? Sen onu

      Allah insanlara yasak etmiş haramı
      Har vurup harman savurma sakın paranı
      Gençliğin de boşuna harcama zamanı
      Çalışmadan zengin olan var mı Gördün mü? Sen onu

      Bu dünya böyle kalmaz değişir devranı
      Sonra bulamazsın gençlik çağlarını
      Yaşlanırsın terk edersin kervanı
      Sonuna kadar genç kalan gördün mü sen onu.



      Ali Eryılmaz
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      HERŞEY BENİM ELİMDE........

      Dünyanın başlayıp bittiği yerde;

      Varlığın yokluğu karşıladığı,

      Güneşten yağmur yağdığı zaman;

      Unutmadan fısılda bulutlu aydınlığa;

      HERŞEY BENİM ELİMDE........



      İstersem dünyayı bu odaya hapsederim...

      Varlığım boğuverir yokluğu;

      Ve güneş ağlar;

      Hırsıma bakıp bakıp

      Aydınlığınıda bulutlara kaptırır ağladıkça...
      Resimler
      • yellowdaisy_3boyut08.jpg

        8.67 kB, 0×0, 291 defa görüntülendi
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA
      Bir bulut mu aklına estikçe toprağı ıslatan;yılların kazandırdığı tecrübeden doğan fırtına mı ruhlarda kopan,bir haykırış mı zamanın ötesindeki ölenlere duyurmak istediğimiz;küçük bir toz zerresi mi onlardan geriye kalan;öykündüğümüz renkler mi herşeyin anlamı?

      Ne anlarsın?Ne vardır ki anlaşılacak?Anladığın tek şey hiçbirşeyi anlamanın mümkün olmadığı değil midir sanki..Hayatın denkleminde bir kenarda unutulmuş;bir rakam değil miyiz hepimiz?Sıfır değiliz belki..Vardır hepimizin az ya da çok değeri.Kimimiz bilir kendi değerini ona göre yaşar..Kimimiz bilmez acı çektirmeyi seçer kendine..Nedir peki elde kalan?

      Durupta elinde kalanlara bakar mı insan?Bakar....Bakar ama görmez...Görmek üzer insanı...Gördüğü üzer....Elinde kalanları doldurur kalbinin odacıklarına....Ağırlaşır kalp....Yıllar geçtikçe kaldıramaz o yükü.....Ne yapar kalp?......Dayanır....Bir anlamı olmadığını bile bile.......

      Hayata karşı dayanıklılık ne ile ölçülür?Var mıdır bir ölçü biri mi?Hani vardır ya herşeyin değeri,ağırlığı,uzunluğu,gücü,ivmesi vs vs vs .....Hayata karşı dirayetli olmanın peki?Bulamamışlar mı onu?Yazık........

      Unutulmuş,bir kenara itilmiş sevgilerin,yosun tutmuş gençlik hayallerinin,umursamazlığın,tutarsızlığın,yekte savaşının,edilgenliğin,azmin,hırsın var mıdır bir ölçü biri mi?...........Yok mudur?

      Bilimde herşeyin bir açıklaması vardır halbüki.......Mantıklı bir açıklaması vardır....Değeri vardır......Ölçüsü vardır...

      Hayatın yoksa eğer;ne diye mantık arar ki insan yaşadığı hayatta...
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Bir adın kalmalı

      bir adın kalmalı geriye
      bütün kırılmıs seylerin nihayrtinde
      aynalrın ardında sır
      yanlızlığın peşinde kuvvet
      ewet nihayet
      bir adın kalmalı geriye
      birde o kahreden gurbet

      sen sayki
      ben hiç ağlamadım
      hiç ateşe tutmadım yüreyimi
      geceleri koynuma almadım ihaneti
      ve sayki
      bütün şiirler gözlerini
      bütün sarkılar saçları söylemedi
      hele nihavent
      hele buselik hiç geçmedi fikrimden
      ve hiç gitmedi
      bir topak kan gibi adın
      içimin nehirlerinden
      ewet yangın
      ewet salaş yalvarmanın korkusunda talan
      ewet kaybetmenin o zehirlisi buhusu
      ewet nisyan
      evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
      sokaklar dolusu bir admın yanlızlığı
      bu sevda biraz nadan
      birazda hıçkırık tadı
      pencere önü menekşelerinde her akşam

      dağlar sonra oynadı yerinden
      ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
      sen sayki
      yerin dibine geçti
      geçmeyesi sevdam
      ve ben seni sevdiğim zaman
      bu şehre yağmurlar yağdı
      yani ben seni sevdiğim zaman
      ayrılık kurşun kadar ağır
      gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
      yinede bir adın kalmalı geriye
      bütüün kırılmış şeylerin nihayetinde
      aynaların ardında sır
      yanlızlığın peşinde kuvvet
      evet nihayet
      bir adın kalmalı geriye
      birde o kahreden gurbet
      beni affet
      KAYBETMEK İCİN ERKEN
      SEVMEK İCİN COK GEC


      İbrahim Sadri
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Buz Üstüne Yazılan Şiir

      Buz üstüne yazmak isterdim
      Bütün bu şiirleri
      Üç beş gün öyle kalır
      Sonra erir giderdi.
      Kaybolursa da ne çıkar
      Yazılmış o kadar şiir
      Onca acı, tedirginlik
      Bir avuç su oluverir.
      Buz üstüne yazmak isterdim
      Bütün bu şiirleri
      Ya da denizin yaladığı
      Bir kıyıya bırakmak...
      Boğulup gitsin sesim
      Uçsuz bucaksız bir koroda
      Duyulmayacaksa silah sesleri
      Girdiğimiz her sokakta.
      Çektiğimiz bunca acıyı
      Varsın hiç bilmesin çocuklar
      Barışa, kardeşliğe dair
      Yarın nice şiir yazarlar.
      Buz üstüne yazmak isterdim
      Bütün bu şiirleri
      Ve sonra çekip gitmek
      Dalgın bir cırcır böceği gibi.



      Ahmet Erhan
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Günün Şiiri

      olmak yada olmamak!...

      Kolay değildi dostunu kesmek!
      Elimde bir bıçak bekliyordum.
      Acının en derine saplanması…
      Bir hançer elimde,
      Söküp aldım ta dibinden yüreğimin.
      Ve gördüm ki;
      Büyük bir boşluk kaldı yerine.
      Olsun, ama değerdi her şeye!
      Alıp kaldırdım dostumu
      En yükseklere,
      Kalbimin diplerinde kirlenmesin diye!...


      SINEM KARADEMIR
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA