Fosil Sevda

      Beni Nereye Koyuyorsun..::

      beni nereye koyuyorsun böyle?
      neresinde yaşıyorum yüreğinin?
      var mıyım senin için,
      gecelerinin masalsı düşü ben miyim
      yoksa kendin misin?...
      beni sığdırabiliyor musun içine?
      hangi yana baksam tünel;
      sonsuz uçurumlar gibi dipsiz ve kuyu
      hani içinin aynasıdır ya sevdiğin,
      benim aynamda karanlık aksetmekte...
      öyleyse anlarım ki ben de yokum sen de.
      beni nerede yaşatıyorsun söyle?
      cennetin miyim senin,
      amber kokulu bahçelerinde gezindiğin?
      yoksa kaybolduğun kör kuyun mu,
      dehliz yalnızlıklarını yitirdiğin?
      artık anlamsız geliyor tüm sorular
      yanıtlarını bir gün verecek olsan bile
      ben de bir şeyler buram buram,
      ben de çok şey ılık ılık,
      ben de sen acıtarak, kanayarak
      eksiliyor...
      ben seni bunca zamana ağırlayamazken ruhumda
      aitsizliğim çaresiz çoğalıyor...
      ve görüyorum aynada yüzü silinmiş suretimi
      sen bende herşeysin belki ama
      ben sende yitiyorum için için...
      beni nerelerde arıyorsun öyle?
      yüreğine sor bir de
      mutlaka cevabı gelecektir sessizliğinin...


      Yazarını bilmiyorum
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Tuzlu kahve

      Kıza bir partide rastlamıştı.. Harika birşeydi. O gün peşinde o kadar
      delikanlı vardı ki... Partinin sonunda kızı kahve içmeye davet etti.
      Kız parti boyu dikkatini çekmeyen oğlanın davetine şaşırdı ama tam bir
      kibarlık gösterisi yaparak kabul etti. Hemen köşedeki şirin kafeye oturdular.
      Delikanlı öyle heyecanlıydı ki, kalbinin çarpmasından konuşamıyordu.
      Onun bu hali kızın da huzurunu kaçırdı...

      “Ben artık gideyim” demeye hazırlanırken, delikanlı birden garsonu çağırdı.

      “Bana biraz tuz getirir misiniz” dedi. “Kahveme koymak için.”

      Yan masalardan bile şaşkın yüzler delikanlıya baktı. Kahveye tuz! Delikanlı
      kıpkırmızı oldu utançtan ama tuzu kahvesine döktü ve içmeye başladı.

      Kız, merakla “Garip bir ağız tadınız var.” dedi.. Delikanlı anlattı: “Çocukken
      deniz kenarında yaşardık. Hep deniz kenarında ve denizde oynardım.
      Denizin tuzlu suyunun tadı ağzımdan hiç eksilmedi. Bu tatla büyüdüm ben.
      Bu tadı çok sevdim. Kahveme tuz koymam bundan. Ne zaman o tuzlu tadı
      dilimde hissetsem, çocukluğumu, deniz kenarındaki evimizi ve mutlu
      ailemi hatırlıyorum... Annemle babam hala o deniz kenarında oturuyorlar.
      Onları ve evimi öyle özlüyorum ki...”

      Bunları söylerken gözleri nemlenmişti delikanlının... Kız dinlediklerinden
      çok duygulanmıştı. İçini bu kadar samimi döken, evini, ailesini bu kadar
      özleyen bir adam, evi, aileyi seven biri olmalıydı. Evini düşünen, evini
      arayan, evini sakınan biri... Ev duyusu olan biri... Kız da konuşmaya
      başladı. Onun da evi uzaklardaydı. Çocukluğu gibi...

      O da ailesini anlattı. Çok şirin bir sohbet olmuştu... Tatlı ve sıcak.
      Ve de bu sohbet öykümüzün harikulade güzel başlangıcı olmuştu tabii...
      Buluşmaya devam ettiler ve her güzel öyküde olduğu gibi, prenses,
      prensle evlendi. Ve de sonuna kadar çok mutlu yaşadılar. Prenses
      ne zaman kahve yapsa prensine içine bir kaşık tuz koydu, hayat boyu...
      Onun böyle sevdiğini biliyordu çünkü...

      40 yıl sonra, adam dünyaya veda etti. “Ölümümden sonra aç” diye
      bir mektup bırakmıştı sevgili karısına. Şöyle diyordu, satırlarında: “Sevgilim,
      bir tanem. Lütfen beni affet. Bütün hayatımızı bir yalan üzerine kurduğum
      için beni affet. Sana hayatımda bir tek kere yalan söyledim.. Tuzlu kahvede.

      İlk buluştuğumuz günü hatırlıyor musun? Öyle heyecanlı ve gergindim ki,
      şeker diyecekken ‘Tuz’ çıktı ağzımdan. Sen ve herkes bana bakarken,
      değiştirmeye o kadar utandım ki, yalanla devam ettim. Bu yalanın bizim
      ilişkimizin temeli olacağı hiç aklıma gelmemişti. Sana gerçeği anlatmayı
      defalarca düşündüm. Ama her defasında korkudan vazgeçtim.
      Şimdi ölüyorum ve artık korkmam için hiçbir sebep yok...

      İşte gerçek: Ben tuzlu kahve sevmem! O garip ve rezil bir tat.
      Ama seni tanıdığım andan itibaren bu rezil kahveyi içtim.
      Hem de zerre pişmanlık duymadan. Seninle olmak hayatımın
      en büyük mutluluğu idi ve ben bu mutluluğu tuzlu kahveye borçluydum.
      Dünyaya bir daha gelsem, herşeyi yeniden yaşamak, seni yeniden
      tanımak ve bütün hayatımı yeniden seninle geçirmek isterim,
      ikinci bir hayat boyu daha tuzlu kahve içmek zorunda kalsam da...”

      Yaşlı kadının gözyaşları mektubu sırılsıklam ıslattı. Lafı açıldığında
      birgün biri, kadına “Tuzlu kahve nasıl bir şey?” diye soracak oldu..

      Gözleri nemlendi kadının...
      Çok tatlı!.. dedi...
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Bir Adın Kalmalı

      "sen say ki
      ben hiç ağlamadım
      hiç ateşe tutmadım yüreğimi
      geceleri, koynuma almadım ihaneti"

      Bir adın kalmalı geriye
      Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
      Aynaların ardında sır
      Yalnızlığın peşinde kuvvet
      Evet nihayet bir adın kalmalı geriye
      Birde o kahreden gurbet
      Sen say ki ben hiç ağlamadım
      Hiç ateşe tutmadım yüreğimi
      Geceleri koynuma almadım ihaneti
      Hele nihavend hele buse hiç geçmedi aklımdan
      Ve hiç gitmedi bir topak kan gibi adın
      İçimin nehirlerinden
      Evet yangın
      Evet salaş yalvarmanın korkusunda talan
      Evet kaybetmenin o zehirli buğusu
      Evet isyan
      evet kahrolmuş sayfaların arasında adın
      Sokaklar dolusu bir adamın yalnızlığı
      Bu sevda biraz nadan
      Biraz da hıçkırık tadı
      Pencere önü menekşelerinde her akşam
      Dağlar sonra oynadı yerinden
      Ve hallaçlar attı pamuğu fütursuzca
      Sen say ki yerin dibine geçti geçmeyesi sevdam
      Ve ben seni sevdiğim zaman bu şehre yağmurlar yağdı
      Yani ben seni sevdiğim zaman
      Ayrılık kurşun kadar ağır gülüşün kadar felaketiydi yaşamanın
      Yine de
      Bir adın kalmalı geriye
      Bütün kırılmış şeylerin nihayetinde
      Aynaların ardında sır
      Yalnızlığın peşinde kuvvet
      Evet nihayet, bir adın kalmalı geriye
      bir de o kahreden gurbet
      beni affet
      kaybetmek için erken
      sevmek için çok geç


      Ahmet Hamdi Tanpınar
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Güllerin de Ağladığı Bir Zaman Vardır

      Güllerin de ağladığı bir zaman vardır.
      Ama bir gül var ki onun gözlerinde her zaman gözyaşı vardır. Geceler
      onun
      gözyaşlarını kendine saklar. Ama gündüzün aydınlığında nemlenen gözleri
      onun
      hüzünlerini fısıldar. Denizler onun gözyaşları gibi ıslak; güneşler
      hüzünleri kadar sıcaktır.

      Güllerin de kokmadığı bir zaman vardır.
      Ama bir gül var ki onun sevgi saçan kokusu her zaman vardır. Kokusu
      sevgiden, rengi hasretten bir güldür. O, kalbi hasretle yanmış ama
      sönmemiş,kül olmamış, kor olmuştur ve Allah adini kırmızı gül
      koymuştur.

      Güllerin de seviştiği bir zaman vardır.
      Ama bir gül var ki sustuğu an bile sevgiyi yaşayan bir kalbi vardır.
      Onun
      gülerken bile yaprağında gözyaşı vardır.Ama o gözyaşlarında bile
      sevgiden
      gelen bir sıcaklık vardır.
      Onun gözünde vazolara girmenin bir anlamı yoktur.
      Ama onun hüznünü ve sevincini paylaştığı kır çiçekleriyle arkadaşlığı
      vardır.

      Güllerin de uyuduğu bir zaman vardır.
      Ama bir gül var ki onun geceleri bile kapanmayan gözleri vardır.
      Sevgisi
      gece gündüz yoldadır, duası, kokusu anbean sevdiğine varır.

      Güllerin de solduğu bir zaman vardır.
      Ama bir gül var ki kokusu sevgilinin yüreğine işlemiştir de
      bu yüzden ölümsüzlük sırrına kadem basmıştır.
      Ve onun mezar taşına şu yazılmıştır:

      SEVMEYEN İNSANLAR ÖLÜR AMA,
      SEVEN GÜLLER SOLMAZ,
      ONLARIN KABRİ DE OLMAZ..


      İsmail Acarkan
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA
      Bu hikayeyi Masumi Toyotome diye bir Japon yazmış. Dünyada sevilmek istemeyen kişi yok gibidir diye başlıyor hikayesine. Ama sevgi nedir, nerede bulunur, biliyor muyuz diye soruyor. Sonra anlatmaya başlıyor...

      Birincinin adı "Eğer" türü sevgi. Belli beklentileri karşılarsak
      bize verilecek sevgiye bu adı takmış yazar. Örnekler veriyor:

      Eğer iyi olursan baban, annen seni sever. Eğer başarılı ve önemli
      kişi olursan, seni severim. Eğer eş olarak benim beklentilerimi karşılarsan seni severim.

      Toyotome en çok rastlanan sevgi türü budur diyor. Bir şarta bağlı
      sevgi. Karşılık bekleyen sevgi. Sevenini, istediği bir şeyin sağlanması
      karşılığı olarak vaat edilen bir sevgi türüdür bu diyor yazar.

      Nedeni ve şekli bakımından bencildir. Amacı sevgi karşılığı bir şey kazanmaktır.

      Yazara göre evliliklerin pek çoğu "Eğer" türü sevgi üzerine kurulduğu için çabuk yıkılıyor. Gençler birbirlerinin o anki gerçek hallerine değil, hayallerindeki abartılmış romantik görüntüsüne aşık oluyor ve beklentilere giriyorlar.

      Beklentiler gerçekleşmediğinde, düş kırıklıkları başlıyor. Sevgi nefrete dönüşüyor. En saf olması gereken anne baba sevgisinde bile "Eğer" türüne rastlanıyor. Yazar bir örnek veriyor. Bir genç Tokyo Üniversitesi giriş sınavlarını kazanarak babasını mutlu etmek için çok çalışıyor. Okul dışında hazırlama kurslarına da gidiyor. Ama başarılı olamıyor.

      Babasının yüzüne bakacak hali yok. Üzüntüsünü hafifletmek için bir haftalığına Hakone kaplıcalarına gidiyor. Eve döndüğünde babası öfkeyle "Sınavları kazanamadın, bir de utanmadan Hakone'ye gittin?" diye bağırıyor. Delikanlı "Ama baba vaktiyle sende bir ara kendini iyi hissetmediğinde Hakone kaplıcalarına gittiğini anlatmıştın diyor. Baba daha çok kızarak delikanlıyı tokatlıyor.

      Çocuk da intihar ediyor. Gazeteler intiharın anlık bir sinir krizi sonucu
      olduğunu söylediler, yanılıyorlardı diyor yazar. Delikanlı babasının
      kendisine olan sevgisinin yüksek düzeydeki beklentilerine bağlı olduğunu anlamıştı. İnsanlar "Eğer" türü sevginin üstünde bir sevgi arayışı içindeler aslında. Bu sevginin varlığını ve nerede aranması gerektiğini bilmek bu genç adamın yaptığı gibi yaşamı sürdürmekle ondan vazgeçmek arasında bir tercih yapmakla karşı karşıya kaldığımızda önemli rol oynayabilir diyor

      Masumi
      Toyotome.
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      İkinci türe geçiyoruz; "Çünkü" türü sevgi.

      Toyotome bu tür sevgiyi şöyle tarif ediyor: Bu tür sevgide kişi bir şey
      olduğu, bir şeye sahip olduğu ya da bir şey yaptığı için sevilir. Başka
      birinin onu sevmesi, sahip olduğu bir niteliğe ya da koşula bağlıdır. Örnek mi?

      Seni seviyorum. Çünkü çok güzelsin (Yakışıklısın). Seni seviyorum. Çünkü o kadar popüler, o kadar zengin, o kadar ünlüsün ki. Seni seviyorum. Çünkü bana o kadar güven veriyorsun ki. Seni seviyorum. Çünkü beni üstü açık arabanla, o kadar romantik yerlere götürüyorsun ki. Yazar, "Çünkü" türü sevginin "Eğer" türü sevgiye tercih edileceğini anlatıyor. Eğer türü sevgi bir beklenti koşuluna bağlı olduğundan büyük ve ağır bir yük haline gelebilir. Oysa zaten sahip olduğumuz bir nitelik yüzünden sevilmemiz hoş bir şeydir egomuzu okşar. Bu tür olduğumuz gibi sevilmektir. İnsanlar
      oldukları gibi sevilmeyi tercih ederler. Bu tür sevgi onlara yük getirmediği için rahatlatıcıdır.

      Ama derin düşünürseniz, bu türün “Eğer” türünden temelde pek farklı olmadığını görürsünüz. Kaldı ki bu tür sevgi de, yükler
      getirir insana. İnsanlar hep daha çok insan tarafından sevilmek isterler.

      Hayranlarına yenilerini eklemek için çabalarlar. Sevilecek niteliklere
      onlardan biraz daha fazla sahip biri ortaya çıktığı zaman, sevenlerinin, artık ötekini sevmeye başlayacağından korkarlar. Böylece yaşama sonsuz sevgi kazanma gayretkeşliği ve rekabet girer. Ailenin en küçük kızı yeni doğan bebeğe içerler. Sınıfının en güzel kızı, yeni gelen kıza içerler. Üstü açık BMW'si ile hava atan delikanlı, Ferrari ile gelene içerler. Evli kadın kocasının genç ve güzel sekreterine içerler. O zaman bu tür sevgide güven
      duygusu bulunabilir mi diye soruyor Toyotome.

      “Çünkü” türü sevgi de, gerçek ve sağlam sevgi olamaz diyor.
      Bu tür sevginin güven duygusu vermeyişinin iki ayrı nedeni daha var.

      Birincisi acaba bizi seven kişinin düşündüğü kişi miyiz korkusu.
      Tüm insanların iki yani vardır. Biri dışa gösterdikleri öteki
      yalnızca kendilerinin bildiği. İnsanlar sandıkları kişi olmadığımızı anlar
      ve bizi terk ederlerse korkusu buradan doğar. İkincisi de ya günün birinde değişirsem ve insanlar beni sevmezse endişesidir. Japonya'da bir temizleyicide çalışan dünya güzeli kızın, yüzü patlayan kazanla parçalanmış.

      Yüzü fena halde çirkinleşince, nişanlısı nişanı bozup onu terk etmiş. Daha acısı aynı kentte oturan anne ve babası, hastaneye ziyarete bile gelmemişler, artık çirkin olan kızlarını. Sahip olduğu sevgi, sahip olduğu güzellik temeli üstüne bina edilmiş olduğundan bir günde yok olmuş.

      Güzellik kalmayınca sevgi de kalmamış. Kız birkaç ay sonra kahrından ölmüş... Japon yazar; toplumlardaki sevgilerin çoğu "Çünkü" türünde olup bu tür sevgiler, kalıcılığı konusunda insanı hep kuşkuya düşürür diyor.

      Peki o zaman, gerçek sevginin, güvenilebilecek sevginin özellikleri nedir? Ve işte sevgilerin en gerçeği.
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Üçüncü tür sevgi benim "Rağmen" diye adlandırdığım türdür diyor yazar.

      Bir koşula bağlı olmadığı için ve karşılığında bir şey beklenmediği
      için? “Eğer” türü sevgiden farklı bu. Sevilen kişinin çekici bir niteliğine dayanıp böyle bir şeyin varlığını esas olarak almadığı için “Çünkü” türü sevgi de değil.

      Bu üçüncü tür sevgide, insan bir şey beklediği için değil,
      bir şeyler eksik olmasına rağmen sevilir. Esmeralda, Quasimodo'yu dünyanın en çirkin, en korkunç kamburu olmasına rağmen sever. Asil,yakışıklı, zengin delikanlı da Esmeralda'ya çingene olmasına rağmen aşıktır.

      Kişi dünyanın en çirkin, en zavallı, en sefil insani olabilir. Bunlara rağmen sevilebilir. Tabii bu, sevgiyle karşılanması şartı ile. Burada insanın, iyi, çekici ya da zengin bir konum elde ederek sevgiyi kazanması gerekmiyor.

      Kusurlarına, cahilliğine, kötü huylarına ya da kötü geçmişine rağmen olduğu gibi, o haliyle sevilebiliyor. Bütünüyle çok değersiz biri gibi görünebiliyor ama en değerli gibi sevilebiliyor. Japon yazar yüreklerin en çok susadığı sevgi budur diyor.

      Farkında olsanız da, olmasanız da, bu tür sevgi sizin için
      yiyecek, içecek, giysi, ev, aile, zenginlik, başarı yada senden daha
      önemlidir. Bunun böyle olduğundan nasıl emin olacaksınız?

      Hakli olduğunu kanıtlamak için sizi bir teste davet ediyor. “Şu soruma cevap verin,” diyor. Kalbinizin derinliklerinde, dünyada kimsenin size aldırmadığını ve hiç kimsenin sizi sevmediğini düşünseydiniz, yiyecek, elbise, ev, aile, zenginlik, başarı ve üne olan ilginizi yitirmez miydiniz?

      Kendi kendinize yaşamamın ne yararı var diye sormaz mıydınız? Devam ediyor Toyotome; şu anda en sevdiğiniz kişinin sizi sadece kendi çıkarı için sevdiğini anladığınızı bir düşünün. Dünya birden bire başınızın üstüne çökmez miydi. O an yaşam size anlamsız gelmez miydi? Diyelim sıradan bir yaşamınız var.

      Günlük yaşıyorsunuz. Günün birinde gerçek, derin ve doyurucu bir sevgi bulacağınızdan umudunuz olmasa, kalan hayatınızı nasıl yaşardınız? diye soruyor ve yanıtlıyor; Öyleleri ya iyice umutsuzluğa kapılıp intihar ediyorlar, ya da kendilerini iyice dağıtıp yaşayan ölü haline geliyorlar.

      Toyotome, hem de nasıl iddialı savunuyor, ”Rağmen” türü sevgiyi. Bugün yaşamınızı sürdürebilmenizin nedeni “Rağmen” türü sevgiyi şu anda yaşamanız ya da bir gün bu sevgiyi bulacağınıza olan inancınızdır. Son sözlerinde biraz umutsuz, Toyotome.

      Bugün yaşadığımız toplumda herkesi doyuracak bu sevgiyi bulmak zor. Çünkü herkesin sevgiye ihtiyacı var. Kimsede başkasına
      verecek fazlası yok? diye açıklıyor. Anlatıyor; Yakınımızda olan birinin bu sevgiyi bize vermesini bekleriz. Ama o da ayni şeyi başkasından
      beklemektedir. Peki bu dünyada sevgi ne kadar var. Yazara göre, açlığımızı biraz bastıracak kadar. Ve de yemek öncesi tadımlık gelen iştah açıcılar gibi.

      Bu minnacık tadım, bizi daha müthiş bir sevgi açlığına tahrik ve
      teşvik ediyor. Bu minnacık tadım sevgiye ne kadar muhtaç olduğumuzu anlatıyor. Büyük bir hırsla ana yemeğin gelmesini ve bizi doyurmasını bekliyoruz. Hani nerede? Hepsi o. Ve asıl çarpıcı cümle en sonda;

      DÜNYADAKİ EN BÜYÜK KITLIK, RAĞMEN TÜRÜ SEVGİNİN YETERİNCE OLMAYIŞIDIR.

      Ben seni herşeye rağmen seviyorum diyeceğim, ama senin rağmenlik hiç kusurun yok.
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Yoldan Geçenler

      Bir rüyada yürür gibi geçerler
      Evimin önünden her akşam üstü
      Yüzleri bir duman gibi dağınık
      Sönmüş saçlarında son damla ışık
      Bir korkuları var gibi her akşam
      Evimin önünden geçerler onlar

      Ne sesleri ıslık çalan bir rüzgâr
      Ne de omuzları yalçın bir dağdır
      Ümit gözlerinde ölü bir bakış
      Sayha bir bükülüş dudaklarında
      Bulamadıkları nedir ki yaz, kış
      Dolaşırlar şehrin sokaklarında...

      Onlar - omuzları ne yalçın bir dağ
      Ne sesleri ıslık çalan bir rüzgâr -
      Bir rüya içinde gibi her akşam
      Kopan ve uzayan şekiller ile
      Sanki nehir gibi akmaktadırlar
      Derinden ruhları çağıran sese.



      Ahmet Muhip Dranas
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA
      Merhaba,
      Beni tanımıyorsun, en çok da bu yanını seviyorum sana yazarken. Beni tanımanı istemiyor kalbim, sadece dinlemeni. Dinlemeni ve aynı duyguları paylaşmanı benimle .. Herkesten en yakın olacağız birbirimize. Eğer susmazsak, paylaşırsak, saçma bulmaz, anlamlarda buluşursak.

      Dar geçitlerden, karanlıklardan geldim buralara. Yolum bitmedi daha biliyorum.
      Eskisinden daha güçlüyüm, en zor yollardan geçtim gibi.
      Geriye kalan yolda daha zorlu anlarım da olacaktır elbet.
      Ancak öylesine hazırım ki, öylesine ayakta kaldım ki, daha ne olsa aşarım, aşacağım.
      Aklım hep geriye dönerdi, anılara, yaşanmışlara, yaşanmamışlara.
      Bir balığın habersizce ecele takıldığı gibi, takılırdı mazim yüreğime, dünüme, yarınıma.
      Yine takılmıyor değil zaman zaman. Yine derinlere inmiyor değil gözlerim.
      Ama artık boğulası hıçkırıklar, pişmanlıklar yok. Sanırım büyümek bu...

      Büyümek nasıl bir şeydir diye meraklarım vardı. !
      Galiba görüyorum ve hissediyorum artık bunu. Büyümek için, yaşımdan medet umardım.
      Hadi artık yaş kaç oldu, büyüt kendini. Nasıl?
      Rakamlarda değildi hüner, yaşanmışlıklarla geliyordu olgunluk, tabi hüner buysa.
      Ve hala –sanırım- büyüdüm'lü yaşlar içindeyim.
      Çok tatlı ama! Çok umarsız her şey. Buysa büyümek, geç kalmışım diyesim var.
      Düşünmemek her şeyi, dilediğince, gönlünden geçtiğince, an'ı yaşamak; yarını yokmuşcasına. Kaç yarınımız vardı ki zaten.
      İşte bunu kavramak.

      Yarın yokmuş gibi yaparsa insan, bugün daha başka yaşanıyordu yaşam.
      Daha, çok daha başka ..
      Gelen yarınlara, gelecek günlere de bir şeyler götürmeliydi insan.
      Bu düne kadar ki düşüncem. Eskiden yani dün mesela, yarınlar için hazırlık yapardım belki de.
      Hani herkes gibi. İyi bir işim olsun, param olsun, düşünmeyeyim onu bunu.
      Bana göre değildi bunlar.
      Bunları yaparken, gününü göremiyordu insan.
      Bugünümden tat almadıysam yarınlarda ne işime yarayacaktı elimdekiler?

      Evet yarınlara bir şeyler götürmek zorunlu diyorsanız, ben sevgi biriktireceğim.
      Eskisi kadar harcanmış değil.
      Seçilmiş yerini bulmuş sevgiler. Biraz da aşklarımdan katacağım içine.
      Aşkı bulmakla, aşkın olmadığına inandığım köprülerden indim artık.
      Aşk vardı hatta aşklar vardı. Her şey aşktı. Doyasıya yaşadığın, bugünündü aşk.
      Ne olduğunu anlamadan içine düşmeliydi aşkın, senin olmayacağını bildiğindi aşk.
      Bir ömre hapsedilecek alışkanlıklar, aynı sabahlarda uyanmalar, kavgalar gürültüler değildi aşk.
      Acı çekmeyi sevenler, seçimlerini bu yönde kullananlara -bize- göreydi aşk.
      Acıtacaktın yüreğini, ah deliler gibi sevip, geceleri uzatıp ardından sabahlara kanat açmalıydı bitmiş aşklar, kuşlarca özgür.
      Çok sürmeden, arada kanatılacak yaralardı aşk.
      Ömürde kalan sevgiyse ne ala, aşkı sığdıran varsa bir ömre, güler geçerim şimdilerde.
      Ansızın, sorgusuz, baş döndüren, bitecek sabahlardaydı aşk.
      Yüreğinde kelebekler uçmayacağı an`a kadar, zincirlemek haksızlıktı.
      Güzel bir iz olarak kalsındı aşk. Nefretlere, kinlere dönüşecekse, yaşanmasındı.
      Düne ihanet değil bu değişimim, yarına armağan kendimden; kendimi.
      Yarınıma yorgun, yenik, pişman bir ben götürmektense, aşkları rafa koymayı öğrenip, acılardan sıyırdım yüreğimi.
      İşte şimdi bulduğumdu aşk.

      Sen! Dost; bu yazımı okurken seni benimle paylaştığın için teşekkürler.
      Aşka inanan ama bir ömür sürsün diye çırpınanlardansan, bırak yüreğindeki kuşu hemen, sal uzaklara.
      İnan durma.
      Sende benim gibi büyümediysen, unutma sözlerimi. Aşkı benim tanımımla paylaştığında, büyüdüğün andır.
      Hele bir de içinde kalmış bir sevgili varsa,
      hani doyamadığın, değilse çok uzaklarda, ona sarılmak en muhteşem andır.
      Artık yaşam şimdidir.
      Günü uzatmak, yarından uzak kalmakla başlar ve dünü anmamakla.
      Balıklar bile öğrendi, oltalardan uzak artık bir çoğu.
      Büyüyenler yüzmeye devam ediyor ve oltalara takılanları seyrediyor, bizler gibi.
      Yemlere av olmaktan kurtulup, kendi kendine doymayı öğrenmekle başladı her şey. Büyümekle ...

      Mutlu ol ve sevdiğince sevil!

      Bir Dost...
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      sevgi bütün olmalı

      bence insan içinden geçeni dolandırmadan ditek anlatmalı.ve buraya yazılan yazılan insanın kendine ait olmalı.sevgi koşulsuz bitini sevmektir ayrıva eğerlere çünkülere rağmenlere takılmadan .ve hayat hiçte toz pempe değildir öyle gazete köşelerinde aşk doktoru adıyla yazı yazan kişilerin anlattığı gibi.sevgi içinde zorluğu da barındırır nefreti de. sevgi hayatın her alanında herşeyi paylaşmaktır.sevgi bütündür herkese verilmelidir.
      sevgini bana verme bütüne ver
      parçasıyım bende bana da düşer
      yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür ve bir orman gibi kardeşcesine...NAZIM HİKMET RAN.

      Annem için...

      Bir günümüz bile sensiz geçmezken
      Şimdi mezarına hasretiz anne...
      Issız bir mezarlık, kimsesiz bir yer
      Gölgesinde ulu, loş bir mâbedin
      Bir yığın toprakla bir parça mermer
      Sırrıyla haşr olmuş orda ebedin.

      Bir yığın toprakla bir parça mermer,
      Üstünde yazılı yaşınla, adın;
      Baş ucunda matem renkli serviler
      Hüznüyle titreşir sanki hayatın.

      Seni gömdük anne yıllarca evvel
      Göz yaşlarımızla bu ıssız yere
      Kimsesiz bir akşam ziyaya bedel
      Matem dağıtırken hasta kalblere.

      Kimsesiz bir akşam, ezelden yorgun
      Hüznüyle erirken Dicle de sessiz,
      Öksüzlük denilen acıyla vurgun
      Bir başka ölüydük bu toprakta biz.

      Ahmet Hamdi Tanpınar
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!

      "Bebeğimi görebilir miyim?" dedi yeni anne. Kucağına yumuşak bir bohça verildi ve mutlu anne, bebeğinin minik yüzünü görmek için kundağını açtı ve şaşkınlıktan adeta nutku tutuldu!
      Anne ve bebeğini seyreden doktor hızla arkasını döndü ve camdan bakmaya başladı. Bebeğin kulakları yoktu...
      Muayenelerde, bebeğin duyma yetisinin etkilenmediği, sadece görünüşü bozan bir kulak yoksunluğu olduğu anlaşıldı.

      Aradan yıllar geçti, çocuk büyüdü ve okula başladı. Bir gün okul dönüşü eve koşarak geldi ve kendisini annesinin kollarına attı.
      Hıçkırıyordu... Bu onun yaşadığı ilk büyük hayal kırıklığıydı;
      Ağlayarak "Büyük bir çocuk bana ucube dedi..."
      Küçük çocuk bu kadersizliğiyle büyüdü. Arkadaşları tarafindan seviliyordu ve oldukça da başarılı bir öğrenciydi. Sınıf başkanı bile olabilirdi; eğer insanların arasına karışmış olsaydı.

      Annesi, her zaman ona
      "Genç insanların arasına karışmalısın" diyordu, ancak aynı zamanda yüreğinde derin bir acıma ve şefkat hissediyordu.
      Delikanlının babası, aile doktoru ile oğlunun sorunu ile ilgili görüştü;
      "Hiçbir şey yapılamaz mı?" diye sordu.
      Doktor "Eğer bir çift kulak bulunabilirse, organ nakli yapılabilir" dedi.
      Böylece genç bir adam için kulaklarını feda edecek birisi aranmaya başlandı.
      Iki yıl geçti bir gün babası
      "Hastaneye gidiyorsun oğlum, annen ve ben, sana kulaklarını verecek birini bulduk ancak unutma bu bir sır" dedi.
      Operasyon çok başarılı geçti ve adeta yeni bir insan yaratıldı. Yeni görünümüyle psikolojisi de düzelen genç, okulda ve sosyal hayatında büyük başarılar elde etti. Daha sonra evlendi ve diplomat oldu.
      Yıllar geçmisti, bir gün babasına gidip sordu:
      "Bilmek zorundayım, bana bu kadar iyilik yapan kişi kim? Ben o insan için hiçbir şey yapamadım... Bir şey yapabilecegimi de sanmıyorum" dedi
      Babası, "fakat anlaşma kesin, şu anda öğrenemezsin, henüz değil..."

      Bu derin sır yıllar boyunca gizlendi. Ancak bir gün açığa çıkma zamanı geldi... Hayatının en karanlık günlerinden birinde, annesinin cenazesi başında babasıyla birlikte bekliyordu. Babası yavaşça annesinin başına elini uzattı;
      Kızıl kahverengi saçlarını eliyle geriye doğru itti; annesinin kulakları yoktu.
      "Annen hiçbir zaman saçını kestirmek zorunda kalmadığı için çok mutlu oldu"
      diye fısıldadı babası
      "..ve hiç kimse, annenin daha az güzel olduğunu düşünmedi değil mi?"

      Gerçek güzellik fiziksel görünüşe bağlı değildir, ancak kalptedir!
      Gerçek mutluluk, gördüğün şeyde değil, asıl görünmeyen yerdedir...

      Gerçek sevgi, yapıldığı bilinen şeyde değil, yapıldığı halde bilinmeyen şeydedir!"
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      SÖYLERMİSİNİZ BANA BÖYLE BİR AŞK VARMI?????

      HÜLYA VE HAKAN İSMİNDE İKİ GENÇ KIZ GÜZELMİ GÜZEL GENÇ

      YAKIŞIKLIMI

      YAKIŞIKLI BU İKİ GENÇ BİRBİRLERİNİ SEVMİŞ VE BİR FLORT
      DÖNEMİNDEN

      SONRA

      EVLENMEYE KARAR VERMİŞLER İKİSİNİNDE DURUMU İYİYMİŞ ZENGİN VE
      VARLIKLI

      AİLELERİN ÇOCUKLARIYMIŞLAR VE SONUNDA HAKAN VE AİLESİ HÜLYAYI
      İSTEMEYE

      GELMİŞLER NİŞAN YÜZÜKLERİ TAKILMIŞ VE EVLİLİK GÜNLERİ
      BELİRLENMİŞ

      BİRGÜN

      HAKAN HÜLYAYI ARAMIŞ KIZ TELEFONA BAKMIŞ "AŞKIM NAPIYORSUN"
      DEMİŞ

      KIZ YEMEK YAPTIĞINI YEMEK YİYECEĞİNİ SÖYLEMİŞ

      HAKAN "AŞKIM YEMEĞİNİ YEDİKTEN SONRA SENİ ALMAYA GELECEĞİM

      BİRLİKTE
      SİNAMAYA GİDERİZ İKİ TANE BİLET ALDIM" DEMİŞ

      KIZ TELEFONU KAPATIP YEMEĞE DEVAM ETMİŞ TAM O SIRADA TÜP
      PATLAMIŞ

      BÜTÜN TÜP PARÇALARI HÜLYANIN BÜTÜN VÜCUDUNU DELİK DEŞİK ETMİŞ

      HASTANEYE

      YOĞUN BAKIMA KALDIRILMIŞ HAKAN KOŞA KOŞA HASTANEYE GİTMİŞ AMA
      HÜLYA

      ONUNLA GÖRÜŞMEK İSTEMEMİŞ



      ÇÜNKÜ YANIKTAN ÖYLE İĞRENÇ BİR HAL ALMIŞKİ YÜZÜ VE VÜCUDU
      BAKILDIĞI

      ZAMAN

      İĞRENİYORMUŞ İNSANLAR ANNESİ HÜLYANIN YANINA GELMİŞ VE "KIZIM
      HAKAN

      PERİŞAN BİR HALDE NEDEN ONU GÖRMEK İSTEMİYORSUN" DEMİŞ

      KIZ; "ANNE SEN BİLE YÜZÜMÜN BU HALİNE BAKMAYA İĞRENİYORSUN
      BENİ O

      GÜZEL HALİMLE HATIRLASIN HERŞEY BİTTİ SÖYLE ONA SAKIN BENİ
      ARAMASIN"

      ANNE KIZININ DEDİKLERİNİ ÇOCUĞA AYNEN İLETMİŞ ÇOCUK
      ÜZÜNTÜYLE

      HASTANEDEN ÇIKMIŞ VE ARABASINI SÜRATLA KULLANMAYA BAŞLAMIŞ VE
      TRAFİK

      KAZASI

      GEÇİRMİŞ VE KÖR OLMUŞ

      ANNESİ TEKRAR KIZININ YANINA GELMİŞ VE HAKANA OLANLARI
      ANLATMIŞ

      ARTIK

      EVLENMENİZ İÇİN HİÇBİR MANİ YOK ARTIK BİRBİRİNİZE DESTEK
      ÇIKMALISINIZ

      BAK

      HEM ARTIK SENİ İSTESENDE GÖREMEZ DEMİŞ BUNUN ÜZERİNE KIZ
      HAKANLA

      EVLENMİŞ

      İKİ TANE ÇOCUKLARI OLMUŞ VE YILLAR SONRA HÜLYA KALP
      KRİZİNDEN ÖLMÜŞ

      ÖLDÜĞÜ GÜN ÇOCUKLAR ANLAMIŞLAR Kİ BABALARI KÖR DEĞİL VE ASLINDA
      HİÇ

      KÖR

      OLMAMIŞ


      SÖYLERMİSİNİZ BANA BÖYLE BİR AŞK VARMI?????
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA
      Ne zaman seni düşünsem içim ürperir
      Seninle geçen her saat, her gün gelir aklıma
      Bir akşam vakti gelir bir deniz kıyısı gelir
      O eşsiz hatıralar bütün gelir aklıma

      Ne yapsam unutamam yaşadığımızı
      Sevgindi sevgilerin en yalansızı
      Şimdi nerde bir gül görsem kırmızı
      Dudaklarımı uzun uzun öptüğün gelir aklıma

      Bir çıban büyürcesine ortasında gecenin
      Dolar yüreğime hüznü seni sevmenin
      Dünyada ne benim yerim var artık ne senin
      Ağlarım başucunda ölümün gelir aklıma.
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA
      Suskunlugu bilir misin?.. Bir anda hayattan kopup nefis bir sessizlik
      senfoninin ortasında buluvermek kendini...
      Suskunlukları bilir misin?.. Ansızın kesilen konusmaların ardından
      kulaklarının nasıl da uğuldadığını?..
      Solukları duyarsın sadece... Kelimelerin eksik kaldığı anlarda susar
      insan...
      Seni öylesine seviyorum ki; bunu kelimelerle ifade edemiyorum ve susuyorum.
      Gözlerime bak anlarsın!
      Oradan bir pencere açıyorum, senden bana dogru; süzülebilirsin içeri
      istersen...
      ve penceremi açtıktan sonra susuyorum... Susuyorum, duyarsın!..



      Aslında ne çok sey söylenir susmalarda... Gerçek kendin olursun; tüm
      elbiselerinden yoksun çırılçıplak,
      aynen savunmasız bir bebek gibi... Aracı kullanmadan, kelimelerin
      bencilligine yakalanmadan...
      Susarsın... Bosluga konusursun susarak... Düsünceler on-ikiden vurur o
      zaman; tellere dokunmadan, havayı kullanmadan...
      Böyle susmalarda bulursun bir çok sorunun cevabını... Ve belki de kendini
      tanırsın.
      Hatta o müthis soru var ya, "ask nedir?"... Onun bile cevabını bulabilirsin
      ama ifade edemezsin, susarsın!..



      Bilirim acı verir bazen susmak... Konuşmak istersin; kelimeler bogazına
      dügümlenir.
      Her sey bitmistir aslında... Ne kelimeler ne de suskunluk bir ise yarar
      artık.
      Zalim acı saplanmıstır en derine; duyulan sadece iç çekislerdir artık...
      Bir de; dilinin ucuna hücum eden ve dudak kalesine çarparak bozguna ugrayan
      kelimeler...
      Gözyası da suskunlugun meyvesidir. Dokunur acının üzerine; ılık, tuzlu bir
      ilaç gibi...
      Önce yakar, belki de acıyı azdırır. Ya sonra?.. Uyusur kasılan gözlerin...
      Oradan kalbine damlar susan sesin...
      Sessizce, kimsesizce aglarsın; duyarlarsa gelirler ve beni yalnızlıgımla
      ayırırlar diye korkarsın,
      hıçkırıklarını bogarsın, susarsın!..



      Susarsın... Susarsın ama!!! Anlamsız sesleri duyumsamaya baslarsın bu sefer
      de...
      Bütün enstrümanlar vardır ama sef yoktur. Kelimeler pesi sıra çıkar,
      cümleler kurulur tumturaklı, anlamsız...
      Anlam yüklemeye çalıstıgın her cümle, bir öncekini daha da anlamsız hale
      getirmeye baslamıştır bile...
      sefsiz bir orkestradan bas döndüren bir senfoni bekleyemezsin ki!.. Sonra
      anlamsızlıkları sıralayıp,
      onlara sahte anlam elbiseleri giydirmeye baslarsın; rüküs olurlar.
      Cımbızla ararsın içlerinden anlamlı kelimeleri seçmek için...
      Karanlık bir odada bulmaya çalıstıgın bir ısık; göremezsin...
      Cam kırıkları gibi beynine saplanan kıymık kelimeler; kanatır,
      hissedemezsin...
      Yaslar hücum eder gözpınarlarına, ağlayamazsın!..



      Ayna yazılar vardır; ruhuna çevrilmis... Bakmayı bilebilirsen kıymetli
      kelimeler...
      En kuytu köselerinde yapacagın bir gezinti kendine bile itiraf
      edemediklerini çıkarıverir günyüzüne...
      Karanlıga günes açar ve sersemce fikirlerin yere basmaya baslar.
      İste o zaman... Ne suskunlugun anlamı, ne seslerin karmasası kalır. Sadece,
      "beyazın üstüne siyah"...
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA

      Son Mektup

      Gidiyorum
      Bir volkan misali bulutlara kusarak isyanımı
      Yamacımda yeşermiş umutları yok ederek çığlıklarla
      Bir rüzgar misali savurarak kaybolan yıllarımı
      Hiçbir hatıra bırakmadan ömrümün ardında

      Gidiyorum
      Kapkara bir bulut misali kurutarak göz yaşlarımı
      Yüreğimde büyümüş sevdalarımı eriterek
      İdam sehpasında beklemeden tek nefes hakkımı
      İtiyorum hayatımı ardıma, isyanın türküsünü söyleyerek

      Gidişim
      Volkanlarla
      Gidişim
      İsyanlarla
      Gidişim
      Sonsuzluğa
      Çürümüş vicdanlarda
      Aynı Dili konuşanlar Değil , Aynı duyguları paylaşanlar anlaşabilir

      MEVLANA