HEMŞİN AĞALARI II
Dün akşam chat’ta sohbet ederken söz bir ara eski Hemşin Ağalarına geldi. Arkadaşımız cümlelerin arasında bir kelime etti ve dedi ki; “O AĞALAR KİMSE VE O DERE BEYLİĞİ KİMLER YAPTI İSE YAPTI VE SAYESİNDE ZÜLÜMLERDEN KURTULDUK SEN İSTER ANLA İSTER ANLAMA HA ARALARINDA ZÜLÜM YAPANLARDA OLMUŞTUR ODA BENİ SENİ ONU BAĞLAMAZ DİYE DÜŞÜNÜYORUM“.
Elbette haklı olduğu bir nokta var ki o da yapılanların bugün yaşayanları bağlamayacağı. Ama herkes bilsin ki Hemşin’de Ağa’lık devri çok önceleri bitti. Bitti ama Ağa’ların ne elleri ne de cepleri de pek temiz sayılmaz. Söyleyecek çok şey var ama ben size bir dönemin hikâyesini anlatmak isterim. Hani; Hikâye dedimse rivayet ve martaval değil. Tamamı gerçek ve yaşanmış şeyler.
Daha önce 1.Dünya savaşı yıllarını anlatmıştım. Bugün 2.Dünya Savaşı yıllarını anlatacağım. Yani dağlarda Eşkıyanın olmadığı ama eski eşkıyaların şehre indiği dönemi. Bunlar biraz daha modern eşkıya. Hatta Vatansever eşkıyalar. Her ne hikmetse bunların adı da genellikle AĞA. Ortak bir özellikleri de çoğu CHP’li. İşte ben bu CHP’li Ağa’ları anlatacağım.
Türkiye 2.Dünya Savaşına girmemiş ama tehlikenin tam göbeğinde. Özellikle İngilizlerin büyük baskısı var savaşa girmemiz için. Direnebildiğimiz kadar direniyoruz savaşa girmemek için ama bu arada savaş hazırlığını da yapıyoruz. Yiyecek stokluyoruz. Vergiler salarak muhtemel bir savaşa kaynak yaratmaya çalışıyoruz. 1940’lı yıllar.
Devlet saldığı vergileri toplamak için Tahsildarlar görevlendirmiş. Tahsildarlar belli dönemlerde Hemşin’e geliyorlar. Tahsildarın geldiğini duyan köylü ahırındaki hayvanları dağlara çıkarıyor. Çünkü ahırda bulunan hayvanlar bile sayılarak vergiye tabi tutuluyor. Peki dağlara çıkarak vergiden kaçmak mümkün mü? Elbette ki hayır! Çünkü Ağa kimin ahırında ne var biliyor. Belgeler Ağa’nın evinde dolduruluyor. Tabi ki karşılığında da ahırında 10 sığır olan Ağa’ya 1-2 sığır yazılıyor. Bu sebeple millet o yıllarda sığır besleyemediği için peynire ve yoğurda da hasret ama Ağanın evinden bunlar da eksik olmuyor.
Bu arada ordunun yiyecek stokları için milletten mısır da toplanıyor. Biçim sonunda bahçelere serilen bezler üstünde mısırlar kurutularak sepetlere konuyor ve Pazar’daki Limanda bekleyen motorlara doldurulup karşılığında “Vergisini ödemiştir” makbuzları alınıyor.
İşte bu mısır teslimi sırasında Pogina’dan (Boğaziçi Köyü) yola çıkanların içinde henüz 9-10 yaşında bile olmayan yalınayak annem de bulunuyor. Onun sırtında sepet yok ama küçük bir tigina var. Hevesle gidiyor çıplak ayaklarının üzerinde devletine karşı görevini yapmaya. Pazara vardıklarında Limana gidip eksperi görüyorlar önce. Eksper gelenlerin sepetindeki mısırları kontrol ediyor ve hışımla tiginaya bir temle atarak denize atıyor. Çünkü gelen mısırlar tam olarak kurumamıştır ve diğerlerine karışırsa hepsini çürütür. Diğer sepetlerde aynı akıbete uğruyor. Yalvarıyor köylüler. “Mısırı getirdik! Sen döktün ama hiç olmazsa bize makbuzumuzu ver”
Eksper insafsız. Vergilerini vermemek mahsus kurutmadan getirdiklerine inanıyor. Sabah güle oynaya yola çıkan ve 4-5 saat yürüyen neşeli grup ağlayarak dönüyor geriye. Vergiden kalan mısır belki Vergiyi karşılayacak ama kendilerine kalanla 6 çocuk bir ay bile çıkartamazlar. Baba diyor ki; “Üzülmeyin! Devletimiz var olsun! Gerekirse ağadan borç mısır alırız”
Aynen öyle oluyor! Yani Ağa’dan borç mısır alınıyor. Tuz, şeker alınıyor. Karşılığında da Ağa’ya Meci gidiliyor. Yani tam ballı börek! Hem köylünün verdiği vergiyi verme hem de üstüne köylünün verdiği mısırdan serender doldur. Bu mısırları köylüye borç olarak dağıt ve karşılığında da evinin işlerini köylüye bedava yaptır. MARABA çok nasılsa.
Ağa nerden buluyor mısırı? Önce katırlara yükleyim vergiyi vermek amacı ile götürüyorlar ama nedense makbuz-mısır değişimi sırasında mısırlar motorun ambarına ineceğine katırlarda kalıyor. Hatta üzerine götürdükleri kadar daha ilave ediliyor. Ağa bu! Boru değil ya! Dönüyor geriye ve dolduruyor serenderlerini. Maraba da Ağa satın aldı zannediyor gelen fazla mısırı.
Peki, herkesin vergi verdiği bu dönemde neden Ağa’lar korunuyor?
Sebep ağa’lara birilerinin yüklediği görev var. Bulundukları bölgelerde CHP’ye sahip çıkmak. Daha doğrusu CHP’nin Burjuva Sınıfına terfi etmek. Bu hizmetlerinin(İspiyonculuk yapmak, Tahsildarlara yatacak yer temin etmek, karınlarını doyurmak, seçim zamanı oy kontrolü yapmak vb.) karşılığında da birazcık korunmak.
Bu arada bir de Yol Vergisi geliyor. Köylü gurbette kazandığını eğer eşkıyadan saklayabilirse vergi diye yatırdığı gibi bir de bahçeden aldığını vergi diye ambarlara ve başkalarının serenderlerine doldururken üzerine gelen bu vergi ile iyice bunalıyor. Makbuzlar geliyor köylülere “Şu kadar yol vergisi ödeyeceksiniz” diye.
İşte bu vergilerden biri de dedeme geliyor 1941 (yılını tam olarak hatırlayamıyorum. Çünkü o evrak şu anda bende değil) yılında. Her yıl 3-5 lira olan vergi o sene 10 lira 25 kuruş olarak geliyor. Dedem de kuruş yok. Birileri yolda çalışmak yerine nakit para ile bu vergilerini öderken dedem yine elinde balyoz, murç düşüyor yollara. Bu sefer çocuklarının nafakası değil getireceği. Devletin yol yapımı için atağa kalktığı bir dönemde verilecek emek katkısı. Dedemin hakkına da 8 metreküp taş kırmak düşüyor. Hem de nerede bilseniz. Borçka İli, Borza Önü, Parkasi Mevkiinde. Yani Hemşin’e yürüyerek 8-10 günlük mesafede. Gidiyor tabi ki. Hakkına düşen 8 metreküp taşı kırıyor ve karşılığında da Bosigzade Tevfik Efendinin imzaladığı makbuzu alıyor. “Falanca oğlu filanca …. Yılı Yol vergisi olarak …. Mevkide 8 metreküp taş kırmış olup, isteği üzerine bu belge düzenlenerek kendisine verilmiştir”.
Tabi ki taş kırmak veya yol yapmak gibi işleri yapmayanlar da var. Parası ve sanatı olmayan, bildiği tek iş katırcılık olan İbişlerin Ensar Dayı 10 çocuğunun karnını doyurmak zorunda. Vergiyi ödemiyor ve gidip Pazar’da ki hapishanede 1 Ay hapis yatıyor. Vergi kaçırdığı için. Rahmetlinin bizzat kendisinden dinlemiştim.
2 Metreye yakın boyu olan bu ihtiyar demişti ki; “Verecek para mı var. Gittim hapis yattım. Hem evden bir boğaz eksildi hem de hapishanede her gün yemek yedim”
Yediği yemek ise kurtlanmış makarna ve onun için de her gün şükretmiş Allaha ve dua etmiş Devlete. “Allah Devlete zeval vermesin!”
Rahmetli dedem binlerce örneği gibi inanmış ve güvenmiş devletine. Vergisini vermiş. Aç kalmış, açık kalmış ama asla vergisini kaçırmamış binlercesi gibi. O kadar sıkıntı çekmiş ki 15 çocuğundan 3 tanesi kıtlık yıllarında ölmüş. Henüz 9 yaşında olan babamı ise; “Hiç olmazsa bu ölmesin diye” Erzurum’da bir ağanın yanına bırakmış bir sene.
O dedem ki neredeyse hiçbir çocuğunun doğumunu görememiş. Çünkü çocuklar doğduğunda o gurbette imiş. Hatta çoğunun evlendiğini de görememiş. Çünkü gurbette imiş.
Ya Ağalar ne yapmış herkesin inim inim inlediği bu dönemde?
Biriktirmişler! Sadece biriktirmişler. Çünkü onlar Ağa! MARABA’da çok nasılsa. Servetlerine servet katmışlar.
Ya zavallı dedem ne yapmış? Köyün en büyük evinden ayrılanlara ocaklık gösterilmiş Güneli (Güney) tarafından. Dedeme de bir yer göstermişler. Ev yapacak ama para yok. Mecburen düşmüş yine yollara. Bu sefer Gurbet BATUM. Tam iki sene sürmüş gurbeti. Hem de hiç geri dönmeden. Yokluğunda ise Ağa dedeme ayrılan ocaklığa mısır ekmiş. Ev yapmaya kalkınca da dedeme yer göstermişler Çemag (Kuzey) tarafından. Verilen arazi gaspedildiği gibi bir de onlarca yıl sürecek güneş görmeyen yerden güneşe hasret sürgünleri.
Ağa’nın evine kışlık yakacak odunlar taşınırken hemen yakındaki kesilen ağaçlardan, nedense MARABALAR bir saatlik yollardan getirecekleri odunları kesmek için bile Nahiyedeki ağalardan izin alırlarmış.
Eşkıyaların da eşkıyaya karşı koyan Ağların da Hemşinliye bir faydası olmamış. Sadece kendilerine faydası olmuş. Eşkıyanın elinden bizar olan MARABALAR bu sefer de Ağaların şerrine duçar olmuşlar.
Bütün bunlar elbette çok geride kaldı. Çekilenler unutuldu. Ama bugün Ağa sülalesindenim diye ortada gezenlerin en azından MARABA olmaktan kurtulan Hemşinlilere bir borcu vardır.
En azından servetlerinden bir kısmını ayırıp Hemşin için bir şeyler yapsınlar. Gençlere istihdam imkânı sağlasınlar. Belediyemize biraz yardımcı olsunlar. MARABALARINI unutmasınlar yani.
Ne dersiniz? Haklı değil miyim?
Selam, sevgi ve muhabbetle…
Not: Bu arada söylemeyi unuttum yahu. Nedense bu ağaların hepsi CHP’li idi. Hala da babadan oğula geçen böyle bir CHP’lilik devam ediyor.
Dün akşam chat’ta sohbet ederken söz bir ara eski Hemşin Ağalarına geldi. Arkadaşımız cümlelerin arasında bir kelime etti ve dedi ki; “O AĞALAR KİMSE VE O DERE BEYLİĞİ KİMLER YAPTI İSE YAPTI VE SAYESİNDE ZÜLÜMLERDEN KURTULDUK SEN İSTER ANLA İSTER ANLAMA HA ARALARINDA ZÜLÜM YAPANLARDA OLMUŞTUR ODA BENİ SENİ ONU BAĞLAMAZ DİYE DÜŞÜNÜYORUM“.
Elbette haklı olduğu bir nokta var ki o da yapılanların bugün yaşayanları bağlamayacağı. Ama herkes bilsin ki Hemşin’de Ağa’lık devri çok önceleri bitti. Bitti ama Ağa’ların ne elleri ne de cepleri de pek temiz sayılmaz. Söyleyecek çok şey var ama ben size bir dönemin hikâyesini anlatmak isterim. Hani; Hikâye dedimse rivayet ve martaval değil. Tamamı gerçek ve yaşanmış şeyler.
Daha önce 1.Dünya savaşı yıllarını anlatmıştım. Bugün 2.Dünya Savaşı yıllarını anlatacağım. Yani dağlarda Eşkıyanın olmadığı ama eski eşkıyaların şehre indiği dönemi. Bunlar biraz daha modern eşkıya. Hatta Vatansever eşkıyalar. Her ne hikmetse bunların adı da genellikle AĞA. Ortak bir özellikleri de çoğu CHP’li. İşte ben bu CHP’li Ağa’ları anlatacağım.
Türkiye 2.Dünya Savaşına girmemiş ama tehlikenin tam göbeğinde. Özellikle İngilizlerin büyük baskısı var savaşa girmemiz için. Direnebildiğimiz kadar direniyoruz savaşa girmemek için ama bu arada savaş hazırlığını da yapıyoruz. Yiyecek stokluyoruz. Vergiler salarak muhtemel bir savaşa kaynak yaratmaya çalışıyoruz. 1940’lı yıllar.
Devlet saldığı vergileri toplamak için Tahsildarlar görevlendirmiş. Tahsildarlar belli dönemlerde Hemşin’e geliyorlar. Tahsildarın geldiğini duyan köylü ahırındaki hayvanları dağlara çıkarıyor. Çünkü ahırda bulunan hayvanlar bile sayılarak vergiye tabi tutuluyor. Peki dağlara çıkarak vergiden kaçmak mümkün mü? Elbette ki hayır! Çünkü Ağa kimin ahırında ne var biliyor. Belgeler Ağa’nın evinde dolduruluyor. Tabi ki karşılığında da ahırında 10 sığır olan Ağa’ya 1-2 sığır yazılıyor. Bu sebeple millet o yıllarda sığır besleyemediği için peynire ve yoğurda da hasret ama Ağanın evinden bunlar da eksik olmuyor.
Bu arada ordunun yiyecek stokları için milletten mısır da toplanıyor. Biçim sonunda bahçelere serilen bezler üstünde mısırlar kurutularak sepetlere konuyor ve Pazar’daki Limanda bekleyen motorlara doldurulup karşılığında “Vergisini ödemiştir” makbuzları alınıyor.
İşte bu mısır teslimi sırasında Pogina’dan (Boğaziçi Köyü) yola çıkanların içinde henüz 9-10 yaşında bile olmayan yalınayak annem de bulunuyor. Onun sırtında sepet yok ama küçük bir tigina var. Hevesle gidiyor çıplak ayaklarının üzerinde devletine karşı görevini yapmaya. Pazara vardıklarında Limana gidip eksperi görüyorlar önce. Eksper gelenlerin sepetindeki mısırları kontrol ediyor ve hışımla tiginaya bir temle atarak denize atıyor. Çünkü gelen mısırlar tam olarak kurumamıştır ve diğerlerine karışırsa hepsini çürütür. Diğer sepetlerde aynı akıbete uğruyor. Yalvarıyor köylüler. “Mısırı getirdik! Sen döktün ama hiç olmazsa bize makbuzumuzu ver”
Eksper insafsız. Vergilerini vermemek mahsus kurutmadan getirdiklerine inanıyor. Sabah güle oynaya yola çıkan ve 4-5 saat yürüyen neşeli grup ağlayarak dönüyor geriye. Vergiden kalan mısır belki Vergiyi karşılayacak ama kendilerine kalanla 6 çocuk bir ay bile çıkartamazlar. Baba diyor ki; “Üzülmeyin! Devletimiz var olsun! Gerekirse ağadan borç mısır alırız”
Aynen öyle oluyor! Yani Ağa’dan borç mısır alınıyor. Tuz, şeker alınıyor. Karşılığında da Ağa’ya Meci gidiliyor. Yani tam ballı börek! Hem köylünün verdiği vergiyi verme hem de üstüne köylünün verdiği mısırdan serender doldur. Bu mısırları köylüye borç olarak dağıt ve karşılığında da evinin işlerini köylüye bedava yaptır. MARABA çok nasılsa.
Ağa nerden buluyor mısırı? Önce katırlara yükleyim vergiyi vermek amacı ile götürüyorlar ama nedense makbuz-mısır değişimi sırasında mısırlar motorun ambarına ineceğine katırlarda kalıyor. Hatta üzerine götürdükleri kadar daha ilave ediliyor. Ağa bu! Boru değil ya! Dönüyor geriye ve dolduruyor serenderlerini. Maraba da Ağa satın aldı zannediyor gelen fazla mısırı.
Peki, herkesin vergi verdiği bu dönemde neden Ağa’lar korunuyor?
Sebep ağa’lara birilerinin yüklediği görev var. Bulundukları bölgelerde CHP’ye sahip çıkmak. Daha doğrusu CHP’nin Burjuva Sınıfına terfi etmek. Bu hizmetlerinin(İspiyonculuk yapmak, Tahsildarlara yatacak yer temin etmek, karınlarını doyurmak, seçim zamanı oy kontrolü yapmak vb.) karşılığında da birazcık korunmak.
Bu arada bir de Yol Vergisi geliyor. Köylü gurbette kazandığını eğer eşkıyadan saklayabilirse vergi diye yatırdığı gibi bir de bahçeden aldığını vergi diye ambarlara ve başkalarının serenderlerine doldururken üzerine gelen bu vergi ile iyice bunalıyor. Makbuzlar geliyor köylülere “Şu kadar yol vergisi ödeyeceksiniz” diye.
İşte bu vergilerden biri de dedeme geliyor 1941 (yılını tam olarak hatırlayamıyorum. Çünkü o evrak şu anda bende değil) yılında. Her yıl 3-5 lira olan vergi o sene 10 lira 25 kuruş olarak geliyor. Dedem de kuruş yok. Birileri yolda çalışmak yerine nakit para ile bu vergilerini öderken dedem yine elinde balyoz, murç düşüyor yollara. Bu sefer çocuklarının nafakası değil getireceği. Devletin yol yapımı için atağa kalktığı bir dönemde verilecek emek katkısı. Dedemin hakkına da 8 metreküp taş kırmak düşüyor. Hem de nerede bilseniz. Borçka İli, Borza Önü, Parkasi Mevkiinde. Yani Hemşin’e yürüyerek 8-10 günlük mesafede. Gidiyor tabi ki. Hakkına düşen 8 metreküp taşı kırıyor ve karşılığında da Bosigzade Tevfik Efendinin imzaladığı makbuzu alıyor. “Falanca oğlu filanca …. Yılı Yol vergisi olarak …. Mevkide 8 metreküp taş kırmış olup, isteği üzerine bu belge düzenlenerek kendisine verilmiştir”.
Tabi ki taş kırmak veya yol yapmak gibi işleri yapmayanlar da var. Parası ve sanatı olmayan, bildiği tek iş katırcılık olan İbişlerin Ensar Dayı 10 çocuğunun karnını doyurmak zorunda. Vergiyi ödemiyor ve gidip Pazar’da ki hapishanede 1 Ay hapis yatıyor. Vergi kaçırdığı için. Rahmetlinin bizzat kendisinden dinlemiştim.
2 Metreye yakın boyu olan bu ihtiyar demişti ki; “Verecek para mı var. Gittim hapis yattım. Hem evden bir boğaz eksildi hem de hapishanede her gün yemek yedim”
Yediği yemek ise kurtlanmış makarna ve onun için de her gün şükretmiş Allaha ve dua etmiş Devlete. “Allah Devlete zeval vermesin!”
Rahmetli dedem binlerce örneği gibi inanmış ve güvenmiş devletine. Vergisini vermiş. Aç kalmış, açık kalmış ama asla vergisini kaçırmamış binlercesi gibi. O kadar sıkıntı çekmiş ki 15 çocuğundan 3 tanesi kıtlık yıllarında ölmüş. Henüz 9 yaşında olan babamı ise; “Hiç olmazsa bu ölmesin diye” Erzurum’da bir ağanın yanına bırakmış bir sene.
O dedem ki neredeyse hiçbir çocuğunun doğumunu görememiş. Çünkü çocuklar doğduğunda o gurbette imiş. Hatta çoğunun evlendiğini de görememiş. Çünkü gurbette imiş.
Ya Ağalar ne yapmış herkesin inim inim inlediği bu dönemde?
Biriktirmişler! Sadece biriktirmişler. Çünkü onlar Ağa! MARABA’da çok nasılsa. Servetlerine servet katmışlar.
Ya zavallı dedem ne yapmış? Köyün en büyük evinden ayrılanlara ocaklık gösterilmiş Güneli (Güney) tarafından. Dedeme de bir yer göstermişler. Ev yapacak ama para yok. Mecburen düşmüş yine yollara. Bu sefer Gurbet BATUM. Tam iki sene sürmüş gurbeti. Hem de hiç geri dönmeden. Yokluğunda ise Ağa dedeme ayrılan ocaklığa mısır ekmiş. Ev yapmaya kalkınca da dedeme yer göstermişler Çemag (Kuzey) tarafından. Verilen arazi gaspedildiği gibi bir de onlarca yıl sürecek güneş görmeyen yerden güneşe hasret sürgünleri.
Ağa’nın evine kışlık yakacak odunlar taşınırken hemen yakındaki kesilen ağaçlardan, nedense MARABALAR bir saatlik yollardan getirecekleri odunları kesmek için bile Nahiyedeki ağalardan izin alırlarmış.
Eşkıyaların da eşkıyaya karşı koyan Ağların da Hemşinliye bir faydası olmamış. Sadece kendilerine faydası olmuş. Eşkıyanın elinden bizar olan MARABALAR bu sefer de Ağaların şerrine duçar olmuşlar.
Bütün bunlar elbette çok geride kaldı. Çekilenler unutuldu. Ama bugün Ağa sülalesindenim diye ortada gezenlerin en azından MARABA olmaktan kurtulan Hemşinlilere bir borcu vardır.
En azından servetlerinden bir kısmını ayırıp Hemşin için bir şeyler yapsınlar. Gençlere istihdam imkânı sağlasınlar. Belediyemize biraz yardımcı olsunlar. MARABALARINI unutmasınlar yani.
Ne dersiniz? Haklı değil miyim?
Selam, sevgi ve muhabbetle…
Not: Bu arada söylemeyi unuttum yahu. Nedense bu ağaların hepsi CHP’li idi. Hala da babadan oğula geçen böyle bir CHP’lilik devam ediyor.
Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...