KARA DENİZ BÖLGESİ’NDE ESKİ BİR TÜRK MİMARLIK ÖRNEĞİ: SERENDİLER / SERENDERLER
Doç. Dr. Necati DEMİR*
Makale Karadenizim.net sitesinin izni ile bilgi amaçlı yayınlanmaktadır.Doç.Dr.Necati DEMİR'e ve Karadenizim.net yönetimine teşekkür ediyorum.
Giriş:
serendi / serender, daha başka isimleriyle seren, serende, serenti, serenter, serentir, serentire; çoğunlukla Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde insan ve hayvan yiyeceklerinin korunması, depolanması için tamamen ahşaptan yapılan ilgi çekici bir mimarlık biçimdir.
Son zamanlarda Türkiye'nin çeşitli yerlerinde iş yeri adı ve bir kültür terimi olarak da karşımıza çıkmaktadır: Serendi Halı ve Kilim Sarayı, Serender Pastahanesi, Serender Lokantası, Serender Çiçekevi, Serender Yayınevi, Serendi İnşaat, ... İlk sayısı Mart 2001'de yayımlanan Rize Anadolu Lisesi dergisinin ismi de Serender'dir. Bunlara onlarcasını eklemek mümkündür.
Karadeniz bölgesi ile ilgili yazı yazan hemen her kalem sahibinin vazgeçilmez konusu, internet sitelerinin değişmez süsü de serendi / serenderler'dir.
4. 1. Serender Yapı Biçiminin Kaynağı
Belirleyebildiğimiz kadarıyla, serender yapı biçiminin Karadeniz bölgesindeki ilk şekli konusundaki bilgiler, Ksenophon'un Anabasis adlı eserinde geçmektedir.
Pers İmparatoru Keyhüsrev, kendi lehine savaşması için Yunanlı bir orduyu paralı asker olarak ülkesine çağırır. Keyhüsrev'in ölümüyle sonuçlanan Runaksa Savaşı'ndan sonra bu ordu, M.Ö. Eylül 401-Mart 399'da memleketlerine dönerken Fırat vadisinden Karadeniz'e ulaşır. Trabzon'a ulaştıktan sonra sahile paralel olarak Ordu'ya kadar yürürler. "Onbinlerin Dönüşü" adıyla tarihe geçen bu yolculuğu Ksenophon , Anabasis adılı eserinde ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Yunanlı askerlerin maceralarını anlatan eser, Karadeniz bölgesi hakkında çok önemli bilgiler vermektedir.
Anabasis'teki bilgilere göre Onbinler, Trabzon'dan batıya giderken bugünkü Giresun ile Ordu arasında Massagetler 'e rastlarlar . Massagetler İskitlerin bir kolu olup birkaç grubu kapsamaktadır . Strabon, onların bir bölümünün Hazar Denizi'nin doğusunda yaşadıklarını bildirmektedir . Bizans kaynaklarında ise onların Türk olduğu kayıtlıdır .
Ksenophon'un verdiği bilgilere göre Mossynoikler , ağaçların yatay olarak üst üste yığılması suretiyle inşa edilen evlerde oturmaktaydılar. Mossynoik, "ağaç kule, ağaç kalede oturanlar" manasına gelmekte olduğu için bu adla anılmışlardır.
Zemininin taşla çıkılıp duvarlarının yatay ağaçlarla oluşturulduğu yapı biçiminin kaynağı, Tuva Cumhuriyeti'nde Arzhan yakınlarında bulunan Seyhan-Altay bölgesinin en büyük anıtında ortaya çıkmıştır . Ayrıca Güney Sibirya Türklerinin ve Uygurların da aynı usulle ev yaptıkları da bilinmektedir . Ordu ve Giresun yöresinde pek çok türbenin Tuva Cumhuriyeti'ndeki anıtın basitleştirilmiş biçimine benzemesi ilgi çekicidir.
Orta ve Doğu Karadeniz bölgesine özgü bir yapı olan serender / serendiler, bu mimarlık tarzının biraz daha düzenlenmiş biçiminden başka bir şey değildir. Ağaçların kalın tahtalar biçimine getirilerek üst üste dizilmesi esasına dayanan serender / serendilerin mimarî kaynağı da Altay'daki anıta, Sibirya ve Uygur Türkleri mimarîsine dayanıyor olmalıdır.
Bu yörede Ksenophon'un tasvir ettiği türden yatay ağaçlarla inşa edilmiş düzensiz yapılar hâlâ bulunmakta, samanlık ve ahır olarak kullanılmaktadır.
Bütün bunlar, ağaçların üst üste yığılmasıyla inşa edilen yapıların kaynağının, Türklerin ana yurdu olduğunu ortaya koymaktadır.
Şimdiye kadar yaptığımız saha araştırmaları sırasında yapılış tarihini görebildiğimiz en eski serender, Ünye'nin Tekkiraz beldesine bağlı Dizdar köyünde bulunmaktadır. Bu serenderin üzerinde bulunan kabartma biçimindeki eski yazılı tarih bizi ancak 1276 (M.1859-60) yılına götürmektedir . Araştırma bölgemizde bu serenderden daha önceki tarihlerde inşa edilenlerin bulunması elbette mümkündür. Kaynak şahısların verdiği bilgiler de bu yöndedir. Tarih konusunda daha eskilere inebilmek ancak yapılmış serenderlerden alınan parçaların ilgili lâboratuvarlarda tahlil edilmesiyle ortaya çıkabilecektir.
Ordu iline bağlı Gürgentepe ilçesinin Dikenlice köyünden derlediğimiz bir efsane, bizi biraz daha eskilere götürmektedir:
Çok eski zamanlarda bu köyde bir ermiş kişi yaşarmış. Bu kişi fakir fukaranın dostuymuş. Herkese yardım etmek istermiş. Çevre köylerdeki fakirler buğdaylarını karşılıksız olarak hep gelip bu ermiş kişiden alırmış. İhtiyaç sahipleri buğday almaya gelince dışarıda beklermiş. Eren, serendi / serenderine girer, gelen çuvalları buğday ile doldurup dışarıda teslim edermiş.
Bir gün yine bir ihtiyaç sahibi buğday almaya gelir. Ermiş kişi o anda namaz kılmaktadır. Gelini gelen kişiyi bekletmek istemez. Serendi / serenderin anahtarını arar. Sonunda anahtarı kayınbabasının abdest aldığı yerde bulur. Hemen boş çuvalı alır, serendinin kapısını açar. Bir de ne görsün, serendinin tavanında kocaman bir yılan var. Ağzından da sürekli buğday akıyor. Gelin bu durumu görünce korkar ve bağırmaya başlar.
Gelinin bağırmasıyla yılanın ve buğdayların kaybolması bir olur. İşin sırrı ortadan kalkar. Durumu kayınbabası fark eder, ama ne çare ...
Efsane, serenderin yapılış tarihleriyle ilgili bilgiler vermemektedir. Ancak bir efsanenin teşekkül etmesi ve yaygınlaşmasının uzun zaman gerektirmesi, bizi daha eskilere götürebilmektedir.
4. 2. Serender Yapı Biçiminin Coğrafyası
Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde hane, yakın zamanlara kadar küçüklü büyüklü dört yapıdan oluşmaktaydı: Ev, serendi / serender, samanlık ve fırın.
Ev, Türkiye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi, insanların barınması için inşa edilir. Samanlıklar hayvanların ihtiyaçlarının muhafaza edildiği, herhangi bir mimarî özelliği olmayan, ahşaptan alelâde yapılmış yapılardır. Yiyeceklerin uzun dayanması ve daha lezzetli olması için fırınlanması gerekmektedir. Genellikle taş kullanılarak yapılan fırınlar ise hane çevresinde bulunan en küçük birimdir.
Asıl konumuz olan serendi / serender ise, insan yiyeceklerinin kurutulması, depolanması ve çeşitli bakımlardan korunması içindir.
Sinop yakınlarından başlayıp Sarp sınır kapısına kadar uzanan sahil boyunca ahşap mimarînin ilgi çekici bir örneği olarak dikkatleri çekmektedir. Sahilden Canik, Giresun ve Doğu Karadeniz Dağları’na çıkan dik çizgiler boyunca dağınık şekilde kurulmuş köylerde çok sık rastlanmaktadır. Bu dağların güney yamaçlarında kalan bölgede ise çok az olmak üzere Oltu, Şenkaya, Olur ve Tokat'ın bazı köylerinde görülmektedir. Hatta Niksar'ın bir köyünün ismi Serenli'dir. Bursa, Bolu, Düzce, Kastamonu ve Zonguldak'ın bazı yörelerine, büyük bir ihtimalle, Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinden göçen vatandaşlar tarafından götürülmüştür.
4. 3. Serender Kelimesinin Kaynağı
serender [seren, serende, serender, serendi, serenti], Derleme Sözlüğü'nde Türkçe basit bir sözcük kabul edilmiş: “dört (altı veya sekiz) direk üstüne yapılmış tahıl, meyve, sebze kurusu saklanan kiler.” cümlesiyle açıklanmıştır. Türkçe Sözlük'te kelimenin serendi biçimi alınmış ve aynı mana verilmiştir .
Kelimenin kökü ve yapısı ile ilgili olarak herhangi bir kaynakta herhangi bir dikkate değer bilgiye rastlanmamıştır. Kelimenin çözülememiş veya çözülmemiş olması, Türkün bu mimarlık harikasının kaynağını başka milletlere bağlayanlar için bulunmaz bir fırsat olmuştur.
serendi / serender, Karadeniz bölgesinde farklı yörelerde değişik biçimlerde söylenmektedir. Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde bizzat yaptığımız derlemelerde bu ilgi çekici mimarlık örneğinin pek çok isimle adlandırıldığını gördük. seren, serende, serendi, serender, serenti, serentir, serenter, serentire, ... bunlardan bazılarıdır.
Kelime farklı biçimlerde söylendiği için "en doğrusu bizim söylediğimizdir" diyen pek çok ısrarlı savunucuları da vardır.
Peki öyleyse kelimenin kökü nedir, en doğrusu nasıldır, bunun üzerinde duralım:
serendi / serender, kelimesinin kökü ve yapısı konusunda herhangi bir bilgiye rastlamadığımızı yukarıda söylemiştik. Bu durumda görev bize düşmektedir.
serendi / serender ve farklı söyleyiş biçimleri, seren direği / tireği (> serenti / serendi, > seren ter / seren der, > seren tirê ) kelimelerinin birleşmiş, daha sonra da ses düşmeleri ve ses erimeleri sonucunda ortaya çıkmış biçimleridir.
Bu durumda öncelikle birinci kelime olan olan seren'i açıklamak gerekmektedir.
seren, (tireği/direği), Türkiye Türkçesi ağızlarında "merdiven, meyve kurutmaya yarayan üstü açık yer balkon; ot, ekin taşımak için arabayı genişletmek amacıyla yanlara uzatılan ağaçlar; sırık; uzun ağaç; süt kovası asılan uzun ağaç; tuzak kurmakta kullanılan 1.5 cm çapında 1 m boyunda yaş esnek ağaç; çatıda kiremit konacak tahtaların altına çakılan bilek kalınlığındaki ağaçlar; kuyudan su çekmekte kullanılan kaldıraca benzer aygıt; dokuma aygıtı; dokumacılıkta kullanılan yassı tahta; yer; makam; uzun" anlamlarında kullanılmaktadır .
Türkiye Türkçesi ağızlarında bolca kullanılan seren, acaba hangi dildendir, kelime Türkiye Türkçesine nereden gelmiştir, bunu araştıralım:
seren kelimesi ser- fiilinden türemiştir. Clauson ser- (ser-il-) fiilinin çeşitli Türk lehçe ve şivelerinde kullanılışını vermiş ve "yay(ıl)mak, ser(il)mek, uzat(ıl)mak" manalarında kullanıldığını söylemiştir . ser- fiili Uygur Türkçesi ve Karahanlı Türkçesinde geçmekte ve yatay biçimde "yere uzanmak, yere uzatılmak" anlamlarına gelmektedir.
ser- fiilini, hem kök, hem de serp- / sirp- biçimlerinde (fiilden fiil yapan -p/b(w/v)- eki, günümüzde bazı kelimelerde (ser-p- "serpmek", kır-p- "kırpmak"] -p- biçiminde kullanılmaktadır) Çağatay Türkçesinin büyük âlimi Alî Şîr Nevâyî'nin meşhur eseri Muhakemetü'l-Lugateyn adlı eserinde de görmek mümkündür .
ser- fiili 1245 yılında yazıldığı sanılan Kitâb-ı Mecmû-ı Tercümân-ı Türkî ve Acemî ve Mugalî'de serük (<ser-ük) "deriden yapılmış sergi" biçiminde geçmektedir. Dede Korkut Hikâyeleri'nde ser- "yere sermek" anlamındadır. Eski Türkiye Türkçesinde ser- fiilinden türeyen sergen (<ser-gen) "raf, kurutmak için meyve serilen yer"; serinmek (<ser-in-mek) "serilmek, yüzü koyun yatmak" biçimleri tespit edilmiştir .
Öyle anlaşılıyor ki seren, ser- fiiline fiilden isim yapan -en eki getirilerek yapılmıştır . Bu ek Eski Türkçede -gan, -gen biçimindedir ve basgan "çekiç", ugan "Tanrı" kelimelerini isim durumuna getirmiştir. Aynı kökten gelen sergen ( < ser-gen) "raf; kurutulmak için serilmiş tahıl, meyve vb." kelimesi de aynı ekle isimleşmiştir. seren kelimesinde zaman içerisinde ekin bünyesinde bulunan -g- sesi düşmüş olmalıdır.
ser- fiilinden türeyen pek çok isim Türkiye Türkçesi ağızlarında da kullanılmaktadır: serem (< ser-em) "meyve kurutmaya yarayan üstü açık yer", serenlik ( <ser-en-lik) "sergen", sergen (<ser-gen) "tahıl, meyve, sebze kurutmaya yarayan yer", sergi (<ser-gi) "yaygı, kilim", sergilik (<ser-gi-lik) "tahıl, meyve, sebze kurutmaya yarayan yer" , ...
seren kelimesinin diğer Türk lehçe ve şivelerinde kullanılışı da Türkiye Türkçesi ağızlarına paraleldir. Daha çok Kuzey Türkçesinde karşımıza çıkmaktadır. Kazak Türkçesinde seren "birden düşmek, bayılmak, yıkılmak" anlamlarında kullanılmaktadır . Gagauz Türkçesinde ise kuyu çıkrığı'nın ismidir . seren, Kırgız Türkçesinde sere biçiminde kullanılmaktadır ve "çardak, üstü örtülü hangar, ahır çatısı, keş kurutmak için hasırdan saçak, küçük çardak" anlamlarına gelmektedir . Altay Türkçesi ile Yeni Uygur Türkçesinde kullanılan ve kibrit anlamına gelen sereñke'nin de bu kelimeyle ilgili olduğu düşünülebilir.
seren, denizcilik terimi olarak da kullanılmakta ve "yelkenli gemilerde üzerine dört köşe yelken açmak ve işaret kaldırmak için direğe yatay olarak bağlanan gönder" manasına gelmektedir. Ayrıca, "konut kapılarında menteşe ve kilidin takıldığı düşey konumdaki kalın parça"ya seren denilmektedir .
Kelime denizcilik terimi olarak Divan şiirinde de geçmektedir:
Nahuda eylerse Nuh'a bu keştiya Huda
Mevce-i Tufan'a ne yelken dayanır ne seren (İzzet Molla).
Bütün bunlara bakarak seren, yatay olarak uzatılan ağaç veya ağaçtan yapılmış malzemelerdir diyebiliriz.
Nitekim Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde seren; serendi / serender adlı yapının en altında yatay olarak yerleştirilen yaklaşık 30x20 cm çapındaki kalın ağaca verilen isimdir ve Derleme Sözlüğü hazırlanırken tespit edilememiştir. Serenlerin uçları kertilmek suretiyle çivi kullanılmadan taraklama usulüyle, kare veya dikdörtgen şeklinde birbirine bağlanır. Seren ağaçlarının birleştiği yerlerden dört köşeli derin birer delik açılır. Buraya seren direklerinin tabanı yerleştirilir. Gerek görülürse diğer serendi direkleri dengeli bir şekilde serenlerin üzerine dikilir. Direklerin sayısı, yapının büyüklüğüne göre dört, altı, sekiz veya on olabilir. Taban kısmı kalın olup üst kısmına doğru incelir. Köşelerde bulunanlar genellikle yanlama adı verilen ağaçlarla desteklenir.
Doç. Dr. Necati DEMİR*
Makale Karadenizim.net sitesinin izni ile bilgi amaçlı yayınlanmaktadır.Doç.Dr.Necati DEMİR'e ve Karadenizim.net yönetimine teşekkür ediyorum.
Giriş:
serendi / serender, daha başka isimleriyle seren, serende, serenti, serenter, serentir, serentire; çoğunlukla Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde insan ve hayvan yiyeceklerinin korunması, depolanması için tamamen ahşaptan yapılan ilgi çekici bir mimarlık biçimdir.
Son zamanlarda Türkiye'nin çeşitli yerlerinde iş yeri adı ve bir kültür terimi olarak da karşımıza çıkmaktadır: Serendi Halı ve Kilim Sarayı, Serender Pastahanesi, Serender Lokantası, Serender Çiçekevi, Serender Yayınevi, Serendi İnşaat, ... İlk sayısı Mart 2001'de yayımlanan Rize Anadolu Lisesi dergisinin ismi de Serender'dir. Bunlara onlarcasını eklemek mümkündür.
Karadeniz bölgesi ile ilgili yazı yazan hemen her kalem sahibinin vazgeçilmez konusu, internet sitelerinin değişmez süsü de serendi / serenderler'dir.
4. 1. Serender Yapı Biçiminin Kaynağı
Belirleyebildiğimiz kadarıyla, serender yapı biçiminin Karadeniz bölgesindeki ilk şekli konusundaki bilgiler, Ksenophon'un Anabasis adlı eserinde geçmektedir.
Pers İmparatoru Keyhüsrev, kendi lehine savaşması için Yunanlı bir orduyu paralı asker olarak ülkesine çağırır. Keyhüsrev'in ölümüyle sonuçlanan Runaksa Savaşı'ndan sonra bu ordu, M.Ö. Eylül 401-Mart 399'da memleketlerine dönerken Fırat vadisinden Karadeniz'e ulaşır. Trabzon'a ulaştıktan sonra sahile paralel olarak Ordu'ya kadar yürürler. "Onbinlerin Dönüşü" adıyla tarihe geçen bu yolculuğu Ksenophon , Anabasis adılı eserinde ayrıntılarıyla anlatmaktadır. Yunanlı askerlerin maceralarını anlatan eser, Karadeniz bölgesi hakkında çok önemli bilgiler vermektedir.
Anabasis'teki bilgilere göre Onbinler, Trabzon'dan batıya giderken bugünkü Giresun ile Ordu arasında Massagetler 'e rastlarlar . Massagetler İskitlerin bir kolu olup birkaç grubu kapsamaktadır . Strabon, onların bir bölümünün Hazar Denizi'nin doğusunda yaşadıklarını bildirmektedir . Bizans kaynaklarında ise onların Türk olduğu kayıtlıdır .
Ksenophon'un verdiği bilgilere göre Mossynoikler , ağaçların yatay olarak üst üste yığılması suretiyle inşa edilen evlerde oturmaktaydılar. Mossynoik, "ağaç kule, ağaç kalede oturanlar" manasına gelmekte olduğu için bu adla anılmışlardır.
Zemininin taşla çıkılıp duvarlarının yatay ağaçlarla oluşturulduğu yapı biçiminin kaynağı, Tuva Cumhuriyeti'nde Arzhan yakınlarında bulunan Seyhan-Altay bölgesinin en büyük anıtında ortaya çıkmıştır . Ayrıca Güney Sibirya Türklerinin ve Uygurların da aynı usulle ev yaptıkları da bilinmektedir . Ordu ve Giresun yöresinde pek çok türbenin Tuva Cumhuriyeti'ndeki anıtın basitleştirilmiş biçimine benzemesi ilgi çekicidir.
Orta ve Doğu Karadeniz bölgesine özgü bir yapı olan serender / serendiler, bu mimarlık tarzının biraz daha düzenlenmiş biçiminden başka bir şey değildir. Ağaçların kalın tahtalar biçimine getirilerek üst üste dizilmesi esasına dayanan serender / serendilerin mimarî kaynağı da Altay'daki anıta, Sibirya ve Uygur Türkleri mimarîsine dayanıyor olmalıdır.
Bu yörede Ksenophon'un tasvir ettiği türden yatay ağaçlarla inşa edilmiş düzensiz yapılar hâlâ bulunmakta, samanlık ve ahır olarak kullanılmaktadır.
Bütün bunlar, ağaçların üst üste yığılmasıyla inşa edilen yapıların kaynağının, Türklerin ana yurdu olduğunu ortaya koymaktadır.
Şimdiye kadar yaptığımız saha araştırmaları sırasında yapılış tarihini görebildiğimiz en eski serender, Ünye'nin Tekkiraz beldesine bağlı Dizdar köyünde bulunmaktadır. Bu serenderin üzerinde bulunan kabartma biçimindeki eski yazılı tarih bizi ancak 1276 (M.1859-60) yılına götürmektedir . Araştırma bölgemizde bu serenderden daha önceki tarihlerde inşa edilenlerin bulunması elbette mümkündür. Kaynak şahısların verdiği bilgiler de bu yöndedir. Tarih konusunda daha eskilere inebilmek ancak yapılmış serenderlerden alınan parçaların ilgili lâboratuvarlarda tahlil edilmesiyle ortaya çıkabilecektir.
Ordu iline bağlı Gürgentepe ilçesinin Dikenlice köyünden derlediğimiz bir efsane, bizi biraz daha eskilere götürmektedir:
Çok eski zamanlarda bu köyde bir ermiş kişi yaşarmış. Bu kişi fakir fukaranın dostuymuş. Herkese yardım etmek istermiş. Çevre köylerdeki fakirler buğdaylarını karşılıksız olarak hep gelip bu ermiş kişiden alırmış. İhtiyaç sahipleri buğday almaya gelince dışarıda beklermiş. Eren, serendi / serenderine girer, gelen çuvalları buğday ile doldurup dışarıda teslim edermiş.
Bir gün yine bir ihtiyaç sahibi buğday almaya gelir. Ermiş kişi o anda namaz kılmaktadır. Gelini gelen kişiyi bekletmek istemez. Serendi / serenderin anahtarını arar. Sonunda anahtarı kayınbabasının abdest aldığı yerde bulur. Hemen boş çuvalı alır, serendinin kapısını açar. Bir de ne görsün, serendinin tavanında kocaman bir yılan var. Ağzından da sürekli buğday akıyor. Gelin bu durumu görünce korkar ve bağırmaya başlar.
Gelinin bağırmasıyla yılanın ve buğdayların kaybolması bir olur. İşin sırrı ortadan kalkar. Durumu kayınbabası fark eder, ama ne çare ...
Efsane, serenderin yapılış tarihleriyle ilgili bilgiler vermemektedir. Ancak bir efsanenin teşekkül etmesi ve yaygınlaşmasının uzun zaman gerektirmesi, bizi daha eskilere götürebilmektedir.
4. 2. Serender Yapı Biçiminin Coğrafyası
Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde hane, yakın zamanlara kadar küçüklü büyüklü dört yapıdan oluşmaktaydı: Ev, serendi / serender, samanlık ve fırın.
Ev, Türkiye’nin diğer bölgelerinde olduğu gibi, insanların barınması için inşa edilir. Samanlıklar hayvanların ihtiyaçlarının muhafaza edildiği, herhangi bir mimarî özelliği olmayan, ahşaptan alelâde yapılmış yapılardır. Yiyeceklerin uzun dayanması ve daha lezzetli olması için fırınlanması gerekmektedir. Genellikle taş kullanılarak yapılan fırınlar ise hane çevresinde bulunan en küçük birimdir.
Asıl konumuz olan serendi / serender ise, insan yiyeceklerinin kurutulması, depolanması ve çeşitli bakımlardan korunması içindir.
Sinop yakınlarından başlayıp Sarp sınır kapısına kadar uzanan sahil boyunca ahşap mimarînin ilgi çekici bir örneği olarak dikkatleri çekmektedir. Sahilden Canik, Giresun ve Doğu Karadeniz Dağları’na çıkan dik çizgiler boyunca dağınık şekilde kurulmuş köylerde çok sık rastlanmaktadır. Bu dağların güney yamaçlarında kalan bölgede ise çok az olmak üzere Oltu, Şenkaya, Olur ve Tokat'ın bazı köylerinde görülmektedir. Hatta Niksar'ın bir köyünün ismi Serenli'dir. Bursa, Bolu, Düzce, Kastamonu ve Zonguldak'ın bazı yörelerine, büyük bir ihtimalle, Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinden göçen vatandaşlar tarafından götürülmüştür.
4. 3. Serender Kelimesinin Kaynağı
serender [seren, serende, serender, serendi, serenti], Derleme Sözlüğü'nde Türkçe basit bir sözcük kabul edilmiş: “dört (altı veya sekiz) direk üstüne yapılmış tahıl, meyve, sebze kurusu saklanan kiler.” cümlesiyle açıklanmıştır. Türkçe Sözlük'te kelimenin serendi biçimi alınmış ve aynı mana verilmiştir .
Kelimenin kökü ve yapısı ile ilgili olarak herhangi bir kaynakta herhangi bir dikkate değer bilgiye rastlanmamıştır. Kelimenin çözülememiş veya çözülmemiş olması, Türkün bu mimarlık harikasının kaynağını başka milletlere bağlayanlar için bulunmaz bir fırsat olmuştur.
serendi / serender, Karadeniz bölgesinde farklı yörelerde değişik biçimlerde söylenmektedir. Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde bizzat yaptığımız derlemelerde bu ilgi çekici mimarlık örneğinin pek çok isimle adlandırıldığını gördük. seren, serende, serendi, serender, serenti, serentir, serenter, serentire, ... bunlardan bazılarıdır.
Kelime farklı biçimlerde söylendiği için "en doğrusu bizim söylediğimizdir" diyen pek çok ısrarlı savunucuları da vardır.
Peki öyleyse kelimenin kökü nedir, en doğrusu nasıldır, bunun üzerinde duralım:
serendi / serender, kelimesinin kökü ve yapısı konusunda herhangi bir bilgiye rastlamadığımızı yukarıda söylemiştik. Bu durumda görev bize düşmektedir.
serendi / serender ve farklı söyleyiş biçimleri, seren direği / tireği (> serenti / serendi, > seren ter / seren der, > seren tirê ) kelimelerinin birleşmiş, daha sonra da ses düşmeleri ve ses erimeleri sonucunda ortaya çıkmış biçimleridir.
Bu durumda öncelikle birinci kelime olan olan seren'i açıklamak gerekmektedir.
seren, (tireği/direği), Türkiye Türkçesi ağızlarında "merdiven, meyve kurutmaya yarayan üstü açık yer balkon; ot, ekin taşımak için arabayı genişletmek amacıyla yanlara uzatılan ağaçlar; sırık; uzun ağaç; süt kovası asılan uzun ağaç; tuzak kurmakta kullanılan 1.5 cm çapında 1 m boyunda yaş esnek ağaç; çatıda kiremit konacak tahtaların altına çakılan bilek kalınlığındaki ağaçlar; kuyudan su çekmekte kullanılan kaldıraca benzer aygıt; dokuma aygıtı; dokumacılıkta kullanılan yassı tahta; yer; makam; uzun" anlamlarında kullanılmaktadır .
Türkiye Türkçesi ağızlarında bolca kullanılan seren, acaba hangi dildendir, kelime Türkiye Türkçesine nereden gelmiştir, bunu araştıralım:
seren kelimesi ser- fiilinden türemiştir. Clauson ser- (ser-il-) fiilinin çeşitli Türk lehçe ve şivelerinde kullanılışını vermiş ve "yay(ıl)mak, ser(il)mek, uzat(ıl)mak" manalarında kullanıldığını söylemiştir . ser- fiili Uygur Türkçesi ve Karahanlı Türkçesinde geçmekte ve yatay biçimde "yere uzanmak, yere uzatılmak" anlamlarına gelmektedir.
ser- fiilini, hem kök, hem de serp- / sirp- biçimlerinde (fiilden fiil yapan -p/b(w/v)- eki, günümüzde bazı kelimelerde (ser-p- "serpmek", kır-p- "kırpmak"] -p- biçiminde kullanılmaktadır) Çağatay Türkçesinin büyük âlimi Alî Şîr Nevâyî'nin meşhur eseri Muhakemetü'l-Lugateyn adlı eserinde de görmek mümkündür .
ser- fiili 1245 yılında yazıldığı sanılan Kitâb-ı Mecmû-ı Tercümân-ı Türkî ve Acemî ve Mugalî'de serük (<ser-ük) "deriden yapılmış sergi" biçiminde geçmektedir. Dede Korkut Hikâyeleri'nde ser- "yere sermek" anlamındadır. Eski Türkiye Türkçesinde ser- fiilinden türeyen sergen (<ser-gen) "raf, kurutmak için meyve serilen yer"; serinmek (<ser-in-mek) "serilmek, yüzü koyun yatmak" biçimleri tespit edilmiştir .
Öyle anlaşılıyor ki seren, ser- fiiline fiilden isim yapan -en eki getirilerek yapılmıştır . Bu ek Eski Türkçede -gan, -gen biçimindedir ve basgan "çekiç", ugan "Tanrı" kelimelerini isim durumuna getirmiştir. Aynı kökten gelen sergen ( < ser-gen) "raf; kurutulmak için serilmiş tahıl, meyve vb." kelimesi de aynı ekle isimleşmiştir. seren kelimesinde zaman içerisinde ekin bünyesinde bulunan -g- sesi düşmüş olmalıdır.
ser- fiilinden türeyen pek çok isim Türkiye Türkçesi ağızlarında da kullanılmaktadır: serem (< ser-em) "meyve kurutmaya yarayan üstü açık yer", serenlik ( <ser-en-lik) "sergen", sergen (<ser-gen) "tahıl, meyve, sebze kurutmaya yarayan yer", sergi (<ser-gi) "yaygı, kilim", sergilik (<ser-gi-lik) "tahıl, meyve, sebze kurutmaya yarayan yer" , ...
seren kelimesinin diğer Türk lehçe ve şivelerinde kullanılışı da Türkiye Türkçesi ağızlarına paraleldir. Daha çok Kuzey Türkçesinde karşımıza çıkmaktadır. Kazak Türkçesinde seren "birden düşmek, bayılmak, yıkılmak" anlamlarında kullanılmaktadır . Gagauz Türkçesinde ise kuyu çıkrığı'nın ismidir . seren, Kırgız Türkçesinde sere biçiminde kullanılmaktadır ve "çardak, üstü örtülü hangar, ahır çatısı, keş kurutmak için hasırdan saçak, küçük çardak" anlamlarına gelmektedir . Altay Türkçesi ile Yeni Uygur Türkçesinde kullanılan ve kibrit anlamına gelen sereñke'nin de bu kelimeyle ilgili olduğu düşünülebilir.
seren, denizcilik terimi olarak da kullanılmakta ve "yelkenli gemilerde üzerine dört köşe yelken açmak ve işaret kaldırmak için direğe yatay olarak bağlanan gönder" manasına gelmektedir. Ayrıca, "konut kapılarında menteşe ve kilidin takıldığı düşey konumdaki kalın parça"ya seren denilmektedir .
Kelime denizcilik terimi olarak Divan şiirinde de geçmektedir:
Nahuda eylerse Nuh'a bu keştiya Huda
Mevce-i Tufan'a ne yelken dayanır ne seren (İzzet Molla).
Bütün bunlara bakarak seren, yatay olarak uzatılan ağaç veya ağaçtan yapılmış malzemelerdir diyebiliriz.
Nitekim Orta ve Doğu Karadeniz bölgesinde seren; serendi / serender adlı yapının en altında yatay olarak yerleştirilen yaklaşık 30x20 cm çapındaki kalın ağaca verilen isimdir ve Derleme Sözlüğü hazırlanırken tespit edilememiştir. Serenlerin uçları kertilmek suretiyle çivi kullanılmadan taraklama usulüyle, kare veya dikdörtgen şeklinde birbirine bağlanır. Seren ağaçlarının birleştiği yerlerden dört köşeli derin birer delik açılır. Buraya seren direklerinin tabanı yerleştirilir. Gerek görülürse diğer serendi direkleri dengeli bir şekilde serenlerin üzerine dikilir. Direklerin sayısı, yapının büyüklüğüne göre dört, altı, sekiz veya on olabilir. Taban kısmı kalın olup üst kısmına doğru incelir. Köşelerde bulunanlar genellikle yanlama adı verilen ağaçlarla desteklenir.
"Can ile bizden eğer hoşnut ise Canımız.
Cana minnettir O'nun kurbanı olsun Canımız.
Canımı canan eğer isterse, minnet Canına.
Can nedir ki, onu kurban etmeyem Cananım'a..."
Cana minnettir O'nun kurbanı olsun Canımız.
Canımı canan eğer isterse, minnet Canına.
Can nedir ki, onu kurban etmeyem Cananım'a..."