Aynalarin Ötesi

      Günlerden bir gün
      Hamama gideceği tuttu,
      Sadrazam hazretlerinin
      Bir yanında birinci veziri
      Bir yanında ikinci veziri
      Bir yanında üçüncü veziri.
      Sonra efendime söyleyeyim
      Peşkircibaşı,
      Nalıncıbaşı
      Sabuncubaşı
      Velhasıl tam dört yüz kişilik kafile
      Peştamal takıp girdiler hamama
      Geçtiler kurnaların başına
      Üçer beşer
      Sadrazam deseniz
      Kuruldu göbek taşına
      Yan gelip yattı
      * * *
      Memleketin en ünlü tellakları
      Sardılar dört yanını
      Kimi elini kaptı, kimi bacağını
      Bir keseleme sürtme faslı başladı.
      Tam on iki saat
      On iki ünlü tellak
      İncitmeden keselediler
      Hazretin mübarek vücudunu.
      Öylesine kir çıktı ki sormayın
      Her biri nah parmağım gibi
      Aman efendim bu ne kiri
      Demeye kalmadı
      Keselerin altında eriyip gitti
      Koskoca sadrazam
      Bütün maiyet erkânı yerinden fırladı:
      - Nettünuz devletliyü?
      Dediler tellaklara.
      Tellaklar cevap verdi:
      - Biz yıkadık, keseledik.
      Devletlünün kirden ibaret olduğunu bilemedik.
      Suç bizde değil.
      Neyleyelim
      Kir bitti
      Sadrazam elden gitti.
      !!!


      Ümit Yaşar Oğuzcan
      (1926 -1984)

      yenidenergenekon.com/14-sadrazam/
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      BİR ÖZLEM VAR İÇİMDE

      Bir özlem var içimde
      Yaşayıpda yaşayamadığım
      Bir tutku var yüreğimde
      Sevipte sevemediğim
      Bir özlem var içimde
      Seni sensiz yaşarken
      Bir tek sen varsın hayalimde
      Kalbimden söküp atamadığım
      Bir özlem var içimde güzel
      Güzel günler yaşayamadığım
      Senin için gözyaşlarımı dökemediğim
      Yollarını hasretinle bekleyemediğim
      Bir özlem var içimde
      Seninle koşup eğlenemediğim
      Çocuk parkında oynayamadığım
      Çiçek bahçesinde çiçekler toplayamadığım
      Bir özlem var içimde
      Senin için öleceğim
      Hasretinle yanıp gideceğim
      Sana veda edeceğim
      Resimler
      • B_Z_OLMAK.gif

        17.75 kB, 157×66, 199 defa görüntülendi
      "Güzel gören, güzel düşünür;

      Sevgililer Gününe Yaşar Çelik'ten

      Yaşar Çelik

      Çocuklarımın annesi sevgili eşime.


      14 ŞUBAT


      Sana bir gün yeter mı uç yüz atmış beş feda
      Sen benim tek aşkım sin sevgilim şu dünya da
      Sen günlere sığmazsın haftalar aylara da
      Sol yanımda çarparsın aha bak nah şuram da

      Seni tarif edemem yetmez ki buna gücüm
      Senle güneşte yandım senle kar da üşüdüm
      Ben senle bu dünya da güzellikleri gördüm
      Varım sen sin yoğum sen bir tek sen sın umudum

      Sen den güzel bir çiçek henüz yaratılmadı
      Sen gibi katmer katmer rengarenk açılmadı
      Sana yetmez dizeler tarifin yapılmadı
      Yüce sen sin zirve sen irtifa n aşılmadı

      Sen çocuklara ana sen analara evlat
      Sen var ettin dünya yi eserin dır kainat
      Sensin güneş sen sin nur sen siz yaşanmaz hayat
      Yorgun duşmuşsam eyer bende değil kabahat

      Seni ne ırk ne mezhep ne renk ne dil kısıtlar
      Senin sayende dır ki birleşiyor kıtalar
      Sen sevdasın yüce sin sade sevenler anlar
      Kutlu olsun sevene nice on dört şubatlar…10.02.2012
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Necip Fazıl Çile isimli şiirinde;
      Gaiblerden bir ses geldi: Bu adam
      Gezdirsin boşluğu ense kökünde!
      Sanki burnum değdi burnuna (yok)un,

      Kustum, öz ağzımdan kafatasımı.

      diyor. Bu satırlar 2 dörtlüğünden alındı. yani ilk 2 satır ile son iki satır farklı dörtlüklerden. Ancak anlatılmak istenen aynı. Bu şiiri ilk okuduğumda ne demek sitediğini anlamamıştım. Uzun yıllar da anlayamadım. Ancak seneler sonra Rahmetli Ayhan Songar'ın konusu sadece bu şiir olan dinletisinde ne demek istediğini anladım.Günümüze bakınca anlatılmak istenenin hiç değişmediğini gördüm.

      Anlatılmak istenen kısaca şu;

      Boşluk olan yerde vakum olur. Vakumu eksi basınç olarak tanımlayabiliriz. Hani bir kalemin ucunu ağzımıza alır da içindeki havayı çekip dudağımıza değdirdiğimizde kalem ucu biz çekene kadar dudağımıza yapışıp kalır ya işte o güçtür vakum.
      Hepimizin bildiği bir eski tedavi metodu var. Sırtımız ağrıdığında ya da göbek fıtığı olduğumuzda eskiden sırtımıza veya göbeğimize bardak yapıştırırlardı. Bunun için önce bir ekmek parçasının üzerine 1-2 tane kibrit sokulur ekmek parçası bardağın yapıştırılacağı yere konulurdu. Kibritler yakılır yakılmaz bir bardak hemen üstüne kapatılırdı. Kibrit içeride yanarken oksijeni yakınca içeride oluşan eksi basınç etimizi bardağın içine doğru çekerdi. İşte vakum budur. Bu olayın sebebi bardak içinde oluşan basınç düşmesidir.
      Necip Fazıl işte bu olayı taşıyor şiirine. Ancak şiirdeki vakum yanan kibritlerin tükettiği oksijeni değil toplumdaki fikri boşluğu anlatıyor. Yaşadığı toplumu o bardağın içi gibi görüyor ve toplumsal fikirsizliğin oluşturduğu basın etimi kemiğimi çekiyor diyor.
      Bardak örneğine dönersek, o bardaktaki basıncı daha da düşürsek ne olurdu? Olacak şu! Diyelim ki bardak değil de bir uçaktayız ve 10 Bin metrenin üzerindeyiz. O yükseklikte oksijen ve hava çok az olduğundan çok büyük bir vakum vardır. Uçakların gövdesi bu vakum hesaplanarak yapılır ve içerideki basınç yer yüzeyine göre ayarlanmıştır. O yükseklikte iken diyelim ki uçağın camı kırılsa veya kapısı açılsa önce uçaktaki tüm eşyalar dışarı saçılır. Ancak insan üzerine olan etkisi çok daha dehşetlidir. Önce insanın damarlarındaki kan derisinden çıkmaya başlar. Sonra iç organları ağzından çıkmaya başlar. Ağızdan ve burundan ilk boşalan ise beynimizdir. Sırtımıza yapıştırdığımız bardaktaki basıncı düşürmeye başlarsak aynı şey orada da olur. Hatta eskilerin kan alma operasyonunda da aynı şey yapılırdı. Kan alınacak yere aynı şekilde bardak yapıştırılmadan önce bir jilet ile ince bir yarık açılırdı. Basınç düştükçe oluşan vakum o kesikten bardağın içine dolardı.
      Şiire dönersek;
      Yaşadığımızı toplumda fikri boşluğumuz hala çok büyük ve o kadar yakın. Yani "Ense kökümüze" hatta "Burnum değdi bununa" diyecek kadar yakınız onlara. İşte bu yakın olduğumuz bilgisiz güruhun oluşturduğu Fikri Vakum beynimizi ağzımızdan burnumuzdan kusturuyor. Kustuğumuz "Öz Ağzımıza" ait. O "Öz ağzımız" bu toplumu oluşturan ve ayakta tutan Öz Kültürümüzdür. Yani söylediğimiz her şey geçmişimizdir, harsımzıdır, töremizdir ve Biz'e aittir. Ancak bu kusmalar da yeterli olmuyor. Çünkü benim beynimin çapı "Burun buruna" olduğum Fikri Vakum sahiplerinin yarattığı vakumu dengeleyecek kadar büyük değil.

      Ne zaman bir tartışmaya girsem ve birine bir şeyler anlatmaya çalışsam bir yere kadar anlaşıyoruz. Ancak konu işin öz'üne gelince tartışma benim açımdan bitiyor. Çünkü karşımda akıl da kalmıyor mantık da. Ben inatla anlatmaya çalıştıkça bu sefer bana en çok yöneltilen soru; "Her şeyi sen mi biliyorsun?" oluyor.
      Bana yöneltilen bu sorunun temel 2 sebebi var. Biri soruyu soranın nefsi diğeri ise Fikri Vakumu.
      Evet! Elbette ki ben her şeyi bilmem ama karşımdaki o kadar boş ki beni ulema sanıyor. Sadece beni değil kendisinden 2 kelime fazla edeni de aynı şekilde alim sanıyor. karşısındakini küçümseyince büyüdüğünü sanıyor.


      Peki bizlere düşen görev nedir derseniz cevap gayet açıktır. Bu toplumda yaşadıkça "Öz ağzımızdan" "Öz Kafatasımızı" kusmaya devam edeceğiz. Son nefese kadar...

      Selam ile...
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Mesaj 2 defa düzenlendi, son düzenleyen “saksu” ().