Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu
Bazen bilimde, ‘her şey artık anlaşıldı; hayatın sırları çözüldü’ denilirken, mevcut kuramlara ters düşen gözlemler, deneyler, deliller birikir de birikir, mevcut anlayışın yapısı çatırdamaya başlar. Yeni kuramlar, yeni bir anlayış dizgesi gerekmektedir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde fiziğe böyle oldu. Önce “görecelik (izâfiyet)” kuramı, sonra “nicem (kuvantum)” kuramı ile yeni bir fizik çığırı açıldı (o da yirminci yüzyıl sonunda yetmez duruma gelmiş olsa da...).
Hayatî olguların anlaşılmasında da işte şimdi durum böyle. Özdeciksel kalıtım (moleküler genetik), özdeciksel dirilbilim (moleküler biyoloji), 1953’te DNA’nın çift sarmal yapısının belirlenmesi ve bu yapının kalıtım için bir şifre oluşturduğunun anlaşılmasıyla başladı diyebiliriz. Sonraki 50’ye yakın yılda yeni “moleküler biyoloji” dalı hızla gelişti; hattâ, hayatın temel yapısına insan müdaheleleri imkânları doğup “kalıtım mühendisliği”, “dirilbilig (biyo-teknoloji) uygulamaları hızla arttı, artıyor. Peki ama, “hayatın sırları artık anlaşılmıştır” inancı son beş yıldır, şimdi, sarsılıyor. Nasıl mı? Aşağıda bu yeni durumu özetleyeceğiz.
“Gen”(Kalıt) kavramının gelişimi
Bazı yaş günleri şöyle:
1906 - William Bateson[1 / “Third Conference on Hybridization and Plant Breeding”, sf.90-97, Londra 1906 ] “kalıtım (genetik)” adını, 1909’da Wilhelm Johannsen[2 / “Elemente der Exacten Erblichkeitslehre”, Jena 1909] “gen (kalıt)” adını koyuyor, ama “gen”in fizikî ne olduğu hakkında bir fikir yok.
1943 – O. T.Avery, C. M. MacLeod, ve M. McCarty[3 / J. Exp. Med. 79, 137 (1944)]: DNA, bakterilerde biyo-özgüllüğün taşıyıcısı.
G. Beadle ve E. Tatum[4 / Proc. Natl. Acad. Sci. 21,499 (1941)]: “Bir gen à bir enzim” önsavı.
1953 – J. D.Watson ve F. Crick[5 / Nature 171, a)737, b) 964 (1953)], ( Linus Pauling’in sarmal fikrinden ilham alıp Wilkins ve asıl Rosalind Franklin’in x-ışınları verilerini yorumlayarak. Bu olayın gerçek tarihçesi için Bkz. [20] / Bekir Karaoğlu, Bilim ve Ütopya, Sayı 135, 32 (Eylül 2005) ). İşte öylece Watson ve Crick DNA’nın özdeciksel (moleküler) çift sarmal yapısını buluyor. Moleküler kalıtım, klâsik Mendel kalıtımının yerini almaya başlıyor.
“ ‘Gen (kalıt)’, DNA molekülünün yanyana belli bir takılar (A, T, G, C takıları) kısmî dizisidir; her ‘gen’ bir proteini (önbesiyi), (yâni belirli bir amino asitler dizisini) şifreler. Ayrıca, çift sarmal iki şeride açılıp her şeridin mütekabili bir şeridi imâl etmesiyle, o DNA kendisinin suretini yapar, böylece çoğalır. Çift sarmal kendi başına kararlıdır (“stabil”); bu da kalıtımın kararlılığını, türlerin devamını sağlar” fikirleri, sonraki yaklaşık elli yıl, âdetâ bir din gibi bir temel inançlar dizgesi hâline geldi.
1970’ler ortaları – DNA “terziliği” (“rekombinant DNA”) teknikbiliği, bakterilere (onların virüsü gibi olan) “faj” ların girmesiyde oluşan DNA kesici, ayrıca parçalarını yapıştırıcı enzimlerin bulunmasıyla başladı. Artık bir canlının DNA’sı değiştirilebilecekti.
1990-2001 – İnsan “genomu” (‘kalıtga’sı) ( insan DNA’sının tümüyle takıları dizisi) tespit edildi (ayrıca bazı değişik canlı türlerinin de). Zan edildi ki, (tüm şifre bulunduğuna göre), artık kalıtsal (ırsî) hastalıkların hepsine çâre bulunacak, her ferdin, kendisinin bile bilmediği vasıfları, daha doğar doğmaz tespit edilebilecek. [Bu bizi bile, bir ara toplumsal açıdan endişeye düşürmüştü: Öyle ya, düşünün ki, bir devletin bilgisayarlarında, her ferdin, tüm özelliklerini önceden verecek DNA şifresi kayıtlı! (Bkz. O. Sinanoğlu[6 / “Hedef Türkiye” kitabı sf. 84 (Otopsi Yayınevi, İstanbul, 22.Baskı: Mart 2005]
1999-2005 – Şu işe bakın ki, genomun tümü tespit edilince, yukardaki “moleküler gen (özdeciksel kalıt)” fikir ve nazariyeleri pekişeceğine, tersine, “gen”in gerçekten ne olduğu hakkında belirsizlik iyiden iyiye arttı ve moleküler biyolojinin elli kadar yıllık temelleri sarsıldı. Şimdi “moleküler gen” zannının yerini (aşağıda izâh edeceğimiz) bambaşka bir kavram almaya başlıyor.
Moleküler biyoloji (özdeciksel dirilbilim) ve kalıtım dalının yeni manzarasına bakmadan önce, bakteriden insana, bitki olsun, hayvanat olsun her türlü hayatın temel ortak yapıtaşlarına, hayatın ortak özelliklerine bir göz atalım:
Her türlü hayatın temel ortak yapısı
Dünyanın oluşumu 4,5 milyar yıl önce ( -4,5 x 109).
Evvelâ “kimyasal evrim” başlıyor. İlk basit (“organik”) moleküller biraz karmaşıklaşıyor (ilk amino asitlerden peptidlere, derken ilkel proteinimsilere).
Sonra:
-3,5 x 109 yıl: İlk “çekirdeksiz tek hücreliler (prokaryotlar)” (DNA’ları hücre zarına tutunmuş vaziyette).
-2 x 109 yıl: “Çekirdekli tek hücreliler (ökaryotlar)”.
-1 x 109 yıl: Tek cins hücreden oluşan çok hücreliler (ilkel yosunlar gibi).
-0,65 x 109 yıl: Değişime uğramış birkaç cins hücreden oluşan ilkel organizmalar.
-0,5 x 109 yıl: Ayrı ilkel bir canlı yapı olan mitokondiriyanın (anarobik) hücrenin içine alınmasıyla oksijen kullanabilen (arobik) hücreler oluşuyor. Sonra:
-0,25 x 109 yıldan itibâren değişimli çok hücreli yaratık türleri bitkiler ve ilkel hayvan türleri [İlginç türler olan mantarlar bitkiden çok hayvana yakın] hızla artıyor (biyo-evrim).
- 6 x 106 yıl: Maymungiller
- 200.000 yıl: Son iki yüz bin yıldır bugünkü insan türünün (homo sapien sapien) toplumsal evrimi.
- 80.000 yıl: Seksen bin yıldır da [toplumun gönlü dediğim] kültürün gelişimi.
Görülüyor ki, kimyasal maddelerden başlayıp insana kadar gelen evrimde en çok zaman
çekirdekli tek hücrelilerin oluşumuna dek geçmiştir. Sonraki adımlarla gittikçe daha karmaşık çok hücreli yaratıkların, milyonlarca çeşit bitki ve hayvan türlerinin gelişimi nispeten az zaman almış. Neden?
i) İlk tek hücreliden insana kadar tüm yaratıkların kimyasal yapıtaşları aynı; hepsi 50 kadar tekiz (yb. “monomer”) özdecik türünden oluşuyor (amino asitler, şekerler, pürin, pirimidin takıları,…). ii) Tüm hayvan türlerinde sâdece 220 kadar çeşit (değişime uğramış) hücre, tüm bitkilerde ise 10 kadar değişik cins hücre var. iii) Canlılardaki yüzlerce değişik protein cinsi ki canlının yaşabilmesi için gerekli asgarî enzim (çeşidi) sayısı bunun 300 kadarı, yalnızca 20 kadar değişik amino asit cinsinden; onların îmâlinde (sâdece) şifreyi sağlayan DNA
( polinükleotid) ise 4 çeşit (A,T, C, G) takısı olan fosfat ve deoksi-riboz şekeri tekizlerinden yapılı çoğuzlar (yb. “polimer”, “kopolimer” (eşçoğuz)). iv) Hayatî kimya tepkimelerinde gereken serbest erkeyi (enerjiyi) temin eden veya artan serbest erkeyi alıp taşıyan, hayat işlemlerinin tedavüldeki parası, kısa vâdeli serbest erke mahfazası ATP (adenosin üçfosfat) da, hücrede önemli değişik işlevleri olan RNA , AMP,.. de, fosfat, riboz şekeri, ve takılarımızdan A, G, C, bir de T’nin benzeri U (urasil)’den mâmul.
Demek ki temel yapı tüm canlılarda hemen hemen aynı ve son derece tutumlu, iktisâdî olarak nispeten (milyonlarca canlı türü sayısı ile karşılaştırıldığında) pek az cins yapıtaşından inşa edilmiş. İlâveten, belirli bir sayıda olan tepkime cinsleri [-- her tepkimede bir enzim çeşidi kullanılıyor olsa bu ~300 tepkime eder; ama tabii enzimsiz tepkime adımları da yok değil-- ], metabolik çevrimler de hayat türlerinde ortak. Buradan, evrim sürelerinin izâfî uzunlukları hakkında şu sonucu çıkarıyorum:
Evrimde en uzun süreyi, hayatın temel kimyasal düzeneğinin, o tutumlu, her canlı türünde kullanılabilen ‘hayatî makina’ aksamının gelişmesi almıştır. Ana aksam(ve onlara dayanan kimyasal tepkime işlergeleri (yb.”mekanizma” ), daha ilk tek-hücrelilerde oluştuktan sonra, bu aksamdan görünüşte gittikçe daha karmaşık çok hücreli canlı türlerinin oluşması nispeten az zaman aldı.
Hayatın ana özeliklerinden biri de, kimyasal dizgenin, kendi kendini inşa eden ve de kendi suretlerini çoğaltan yapılara yol açması. Üstelik o çok çeşitli yapılarda kullanılan “taşlar” ve de “makina”nın kimyasal işleyiş düzenekleri/işlergeleri aynı! Tasavvur edin ki, arabasından, uçağa, helikoptere, gemiden,kayıktan, eve, gökdelene kadar ne varsa hepsi aynı parçalardan imâl ediliyor. Üstüne üstlük, bu parçalar kendi kendilerine değişik yapıları îmâl veya inşa ettikleri gibi, öz benzerlerini de yapıp çoğaltıyorlar! Peki, kimyasal tepkimelerden oluşan işlergeler (“mekanizmalar”) (fiziksel kimyadaki anlamında)) bu işleri nasıl yapabilir? Böyle işlergelerin temel özellikleri neler olmalı? [Cevabı bulmak için vâz ettiğimiz riyâzî (matematiksel) ve fiziko-kimyasal kuramdan da bu yazıda, yeri gelince, biraz olsun bahsedeceğim.]
Moleküler biyolojinin izâh edebilmesi gereken genel hayat vasıfları
i) Kalıtım, canlı türlerin özelliklerinin tevârüsü, yüz binlerce, bazı türlerde milyonlarca yıl boyunca kararlı, yâni değişmiyor. Ancak kalıtımda mutlak bir kararlılık olamaz. Bazı değişikler uzun süreler içinde olabilmeli ki yeni türler ortaya çıkabilsin, böylece evrim mümkün olsun. Eski düşünceye göre DNA şifresini oluşturan özdecik takılar rasgele “evritimlere” (yb. “mutation”lara) uğruyor, bunların türde sebep olduğu değişikliklerin ancak bazıları (Darvin’den kalma) “doğa seçmesi” fikrine göre hayatiyeti devam ettirebiliyor ve uzun sürelerde yeni yaratık türleri evrim nehrine katılıyordu. Halbuki özellikle son beş yılda anlaşıldı ki izâhın böylesi çok düşük ihtimallere yol açar ve gözlemleri tutmaz. Şimdi anlaşılmaya başlanıyor ki, DNA’ daki rasgele değişikliklerden, yeni çevre koşullarına rağmen canlının yaşamını sürdürmesine yarayacak bazılarını, hücre içi bazı kimyasal tepkime işlergeleri kullanıyor, böylece “seçmiş” oluyor (hücrenin kimyasal “imdat tepkisi” çevrimindeki gibi). Demek ki, çoğu kez, “doğa seçmesi”, Darvin fikrindeki ‘türler ve fertler arası rekabetin çevreye en iyi uyum sağlayanları öne çıkarması’ şeklinden ziyâde, hücre içi kimyasal işlergeler temelinde oluyor.
ii) Kalıtımın ana ilkeleri en iptidâî tek-hücreli yaratıklardan çeşitli bitki ve hayvanlara kadar aynı, ama, çok hücrelilerde kalıtıma ilâveten bir de “gelişim”, yâni döllenmiş yumurtadan kısa sürede bitkilerde 10, hayvanlarda 220 çeşit değişime uğramış hücrenin, ve onların oluşturduğu değişik dokuların, gelişmesi, böylece çeşitli canlı ve organ biçimlerinin (“biçimlenme”(yb. “morfogenez”)) oluşması vâkıası karşımıza çıkıyor. İlk bakışta kalıtımın uzun süre kararlılığı ile gelişimin kısa sürede vuku bulması arasında bir çelişki intibâı kuvvetle belirirse de, yeni özdeciksel dirilbilim bu muammayı da çözmeli.
iii) Bir türün her ferdi, âdetâ bir çizeyleme göre yürüyen bir “gelişim” sonucu oluşuyor. Bu “gelişim” ve adımları o türün tüm sıhhatli gelişen fertleri için, ve de nesiller boyu aynı. Demek ki, türün gelişim çizeylemi de tevârüs ediliyor. Nesilden nesile aktarılan sâdece DNA, onun şifresinin öncülüğünde îmâl edilen proteinler ve diğer biyo-moleküller değil. [Ancak, aşağıda belirteceğiz ki, hücredeki “kimyasal tepkimeler işlergeleri” bir “gelişim çizeylemi” varmış gibi davranabilirler] Burada izâhı gereken bir de şu:
iv) Nispeten hızlı olan (döllü yumurtadan ölüme) fert “gelişimi” nasıl oluyor da, türde uzun vâdeli kararlılığını koruyor? Demeli, kendisi hızlı değişmelerden ibâret olan ‘gelişim’ ve onun “çizeylemi” de nasıl, fizikî özdecik yapılarına (ve tepkime işlergelerine) dayanan özdeciksel kalıtım gibi, uzun süreler aynı kalabiliyor?
v) Her canlı türünün fertleri için ortalama bir doğal yaşam süresi var (dış etkenlerden değil, doğal olarak ölüm): Ortalama ömür kedide 12, insanda 70, papağanda 80 yıl, meyve sineğinde birkaç hafta. Doğal ölüm de yumurtanın döllenmesinden itibâren devam eden fert biyo-gelişiminin bir safhası; gelişim çizeyleminin hazırladığı son tezâhür. [O fert için son, ama tür için sâdece bir safha]. Özdeciksel (moleküler) mâhiyette veya kimyasal tepkimeler işlergeleri açısından bu nasıl oluyor?
Elli yıllık moleküler biyolojinin temellerini sarsan sorunlar
1953-2000 yılları moleküler biyolojisi (özdeciksel dirilbilim) ve özdeciksel kalıtım (genetik)’ın ana fikirlerine tekrar bir bakalım; hem de bu savların karşılaşmakta olduğu yetmezlik ve sorunlara:
1) 1953’te Watson ve Crick’e göre, DNA çift sarmalı, kendi başına kararlı (stabil) özdeciksel bir yapı idi. Onlara göre A, C (pürinler) ve karşılarındaki T, G (pirimidinler) arasındaki (ikişer ve üçer adet ) hidrojen bağları, çift sarmalın iki şeridini bir arada ve o yapıda tutmakta idiler. Bunun doğru olmadığı, çift sarmalın iki ayrı şeride nazaran serbest erkesinin (DG ) boşayda (boşay = yb. “vakum”) eksi değil, artı olacağı, dolayısıyla çift sarmalın ikiye ayrılacağı, o kararlı yapının ancak su ortamı içinde mümkün olacağı O.Sinanoğlu[7] tarafından daha 1963-1966’da gösterilmişti. Bulduğumuz yeni ‘kuvvet’ yalnız suda değil, her türlü çözgende (yb. “solvent”) olabilirdi, ancak suyun olağanüstü fiziksel özellikleri bu “çözgen-iter (solvofobik)” dediğimiz ve kolayca hesaplayabildiğimiz kuvveti en güçlü yapıyordu. Doğada suyun özel bir ehemmiyetinin oluşunun bir nedeni bu idi. (Daha geniş bilgi için Bkz.[7,8])).
Kuramımızın yazılı ve sözlü yayınlanmasının akabinde birkaç ülke laboratuarlarında yapılan deneyler, çözgen-iter (solvofobik) kuramımızı çeşitli biyo-molekül dizgeleri ve çözgenler için doğruladı [yabancı diller için koyduğumuz “solvophobic” adı da bilim dünyasına yayıldı]. Bu arada şimdi şu sonucu çıkarabilirim:
Demek ki, DNA çift sarmalı, hücre içindeki sıvımsı ortamın fiziksel
özelliklerinde olabilecek ufak değişikliklerle iki şeride (veya kısmen) ayrılabilir (suretinin yapılması için ilk adım), ve yine ufak değişmelerle yeni iki şerit birleşebilir. [Bunun için bazı enzimlerin devreye girmesi gibi daha çetrefil işler gerekmeyebilir. (Mevcut deneylere bakıp doğrulanmalı)].
2) İnsan DNA’sında 5,5 x 109 nükleotid takısı var. İnsan kalıtgasında [kalıtga = yb. “genom”] 100 000 “gen (kalıt)” olması bekleniyordu. Ancak, 2002 yılında insan kalıtgasının tümü (tüm takılar dizisi) çözüldükte “gen” sayısı 30 000 çıktı. Bundan bence, bir değil, iki soru çıkıyor: i) Geri kalan 70 000 “gen”e ne oldu? (DNA’nın 30 000 “gen”den arta kalan takıları ne yapıyor?), ve ikinci, yeni, sorumuz: ii) Yoksa “gen”in târifi mi yanlıştı? [“Gen” (“kalıt”) sâdece moleküler (özdeciksel) bir sâbit yapı olarak tanımlanabilir mi acaba?]
3) İnsan kalıtgasının (“genomunun”) yalnızca %3’ü amino asit dizilerini (proteinlerdeki) kodluyor. DNA’nın geri kalanı ne için?
4) Temel inançlardan biri: “Bir “gen” à bir protein” (kodlar), idi. Şimdi ise, bir “gen”in birkaç, belki yüz çeşit, proteini kodlayabildiği düşünülüyor.
5) Bir inanç ta, her bir proteinin canlıda bir tek işlevi olduğu idi. Halbuki, bazı protein birkaç işlev görebiliyor.
6) Her bitkide 10 kadar, her hayvan türünde ise 220 kadar değişik cins hücre olduğunu söylemiştik. Böyle bir karmaşık yaratığın her hücresindeki DNA , ilk döllenmiş yumurtadaki DNA ile aynı. Nasıl olur? D.yumurta, bölünüp çoğaldıkça değişime uğrayan hücre cinsleri geliştiriyor. Ama, gelişmiş yaratıklardaki hücreler cinslerini koruyor. Demek ki, “gelişim” olayında DNA ‘nin görevi olmakla beraber başka önemli etkenler de bulunmalı [ama bu etkenleri de (ki bunlar aşağıda bahsedeceğimiz ‘kimyasal tepkime örütleri’ de olabilir) DNA kodluyor olmalı].
7) “Gelişim” sonrası yaratıkta hücreler ve biyo-moleküller kısa sürelerle (bazen birkaç saatte bir) sökülüp sökülüp yeniden inşa ediliyor (yetişkin ferdin beyin hücreleri hâriç). Fert, ömrünün önemli bir kısmında aynı gibi görünse de özdecikleri sık sık yenilenmekte. Demek ki, yapı durağan (“statik”) değil, devingen (“dinamik”) bir yapı. Bir süre için gözlenen, değişmiyor gibi duran yapı (ve özellikleri) aslında bir “sürekli hâl” ( yabancı dilde = “steady state”; tıptaki tâbiriyle “homeostaz (durağanımsı hâl)” ). Hücrelerdeki bu sürekli hâl faaliyetini, “gelişim” sırasındaki hücre çeşitlenmesi/ “değişim” faaliyetinden ayırt eden iç komutlar, düzenlemeler hücrenin nesinden, neresinden kaynaklanıyor? (Tek başına, hep aynı kalan DNA, doğrudan yapıyor olamaz).
Her türlü ilkel, karmaşık canlı türlerinin DNA takı dizileri (kalıtgaları (“genom”ları)) karşılaştırıldığında, bu dizilerin büyük kısmının aynı olduğu görülüyor. Yaratığın fare mi, insan mı, sivrisinek mi olacağının şifresi yalnızca DNA’da ise, o az dizi farkları, tür evsâfındaki onca farklılaşmayı izâha (hem de nicel olarak) nasıl yetecek?
9) Türün bir ferdinde, yaşamının değişmez gibi görünen süresinde bir de bakıyorsunuz bünyesine bir hastalık geliyor. Çoğu kez bir dış etken var: Bir mikrop veya virüs, ya da zararlı bir kimyasal madde, hattâ çevreden mor ötesi (uv) veya diğer ışınımlar, fizikî çevre şartlarında aşırı değişme, vb.. Bu etkenlere karşı, vücut kendisini belli ölçüde koruyabiliyor, bir noktaya kadar. Ama bazı hastalıklar var ki, bazı kanserler, bağışıklık (muafiyet) dizgesinin bazı ârızâları gibi, onlarda çoğu kez müşahhas bir fizikî etken bulunamıyor. Kanserde, “değişimi” durmuş hücreler rasgele çoğalmaya başlıyor. (Bazı kanserlere belirli bir virüs, bazı kanser-yapan (“karsinojen”) kimyasal maddeler sebep oluyor ama bazılarında durum çok daha karışık). Son yıllarda bulunan bir “p53” proteini ve onu yaptıran p53 “gen”i bazı kanserlerde rol oynuyor, ama tersden: Bu proteinin, hücrelerin çoğalmaya başlamasını engelleyici bir işlergede (“mekanizma”da) yeri var [9 / B.Vogelstein, D.Lane, ve A.J. Levine, Nature, 408, 307-310 (Kasım 2000)]. O proteinin işlevinde bir aksaklık meydana gelirse, hücreler çoğalmaya başlıyor. Ancak, tedavi için o proteini tâmir etmek yetmiyor. Neden? Çünkü p53 tek başına moleküler bir etken değil, tüm işlerge (“mekanizma”) işin içinde. Tedavi için o molekülle uğraşırken, işlergenin (“mekanizma”nın) bozulmamasını sağlamak gerek (ama nasıl??).
Bazı durumlarda ortalıkta sebep adayı belirli bir tek cins özdecik de bulunamıyor.
10) Kalıtı (“Gen”i), DNA’nın doğrusal bir takılar dizisinin bir bölümü ile özdeşleştirmek, “gen”e özdeciksel bir yapı atfetmek gittikçe zorlaştı. “Ayrık genler”, “çakışmalı genler” bulundu. Böyle “gen”ler, DNA’nın belli bir yerindeki yan yana takılardan oluşmuyor, DNA’nın değişik bölgelerinden bazı takılar (“ayrık”) işin içinde olabildiği gibi, bazı “gen”lerin de birbiriyle ortak takı dizisi bölgelerine rastlanabiliyor (“çakışmalı”). Sonuçta “gen”lerin özdeciksel yapıları belli değil. Hattâ “gen”in fiziksel, kimyasal olarak ne idüğü, beklentilerin tersine, kalıtga (“genom”) tümüyle tespit edildiğinden beri iyice belirsizleşti.
11) Şimdilik “kalıt”ı (“gen”i) ancak işlevi ile tanımlayabiliz, moleküler bir yapı olarak değil. (Ama onda bile hâlen bazı müphem durumlar var). Canlıdaki işlevleri, özellikleri DNA takı dizisi üzerine, hattâ kıromozomların belli yerlerine bire-bir haritalamak pek mümkün değil. Peki, moleküler (özdeciksel) bir yapıdan ibâret değilse, o hâlde “gen” ne? Kalıtımım, “gelişim” olayının işlergeleri (‘mekanizma’ları) neler?
Bazen bilimde, ‘her şey artık anlaşıldı; hayatın sırları çözüldü’ denilirken, mevcut kuramlara ters düşen gözlemler, deneyler, deliller birikir de birikir, mevcut anlayışın yapısı çatırdamaya başlar. Yeni kuramlar, yeni bir anlayış dizgesi gerekmektedir. Yirminci yüzyılın ilk çeyreğinde fiziğe böyle oldu. Önce “görecelik (izâfiyet)” kuramı, sonra “nicem (kuvantum)” kuramı ile yeni bir fizik çığırı açıldı (o da yirminci yüzyıl sonunda yetmez duruma gelmiş olsa da...).
Hayatî olguların anlaşılmasında da işte şimdi durum böyle. Özdeciksel kalıtım (moleküler genetik), özdeciksel dirilbilim (moleküler biyoloji), 1953’te DNA’nın çift sarmal yapısının belirlenmesi ve bu yapının kalıtım için bir şifre oluşturduğunun anlaşılmasıyla başladı diyebiliriz. Sonraki 50’ye yakın yılda yeni “moleküler biyoloji” dalı hızla gelişti; hattâ, hayatın temel yapısına insan müdaheleleri imkânları doğup “kalıtım mühendisliği”, “dirilbilig (biyo-teknoloji) uygulamaları hızla arttı, artıyor. Peki ama, “hayatın sırları artık anlaşılmıştır” inancı son beş yıldır, şimdi, sarsılıyor. Nasıl mı? Aşağıda bu yeni durumu özetleyeceğiz.
“Gen”(Kalıt) kavramının gelişimi
Bazı yaş günleri şöyle:
1906 - William Bateson[1 / “Third Conference on Hybridization and Plant Breeding”, sf.90-97, Londra 1906 ] “kalıtım (genetik)” adını, 1909’da Wilhelm Johannsen[2 / “Elemente der Exacten Erblichkeitslehre”, Jena 1909] “gen (kalıt)” adını koyuyor, ama “gen”in fizikî ne olduğu hakkında bir fikir yok.
1943 – O. T.Avery, C. M. MacLeod, ve M. McCarty[3 / J. Exp. Med. 79, 137 (1944)]: DNA, bakterilerde biyo-özgüllüğün taşıyıcısı.
G. Beadle ve E. Tatum[4 / Proc. Natl. Acad. Sci. 21,499 (1941)]: “Bir gen à bir enzim” önsavı.
1953 – J. D.Watson ve F. Crick[5 / Nature 171, a)737, b) 964 (1953)], ( Linus Pauling’in sarmal fikrinden ilham alıp Wilkins ve asıl Rosalind Franklin’in x-ışınları verilerini yorumlayarak. Bu olayın gerçek tarihçesi için Bkz. [20] / Bekir Karaoğlu, Bilim ve Ütopya, Sayı 135, 32 (Eylül 2005) ). İşte öylece Watson ve Crick DNA’nın özdeciksel (moleküler) çift sarmal yapısını buluyor. Moleküler kalıtım, klâsik Mendel kalıtımının yerini almaya başlıyor.
“ ‘Gen (kalıt)’, DNA molekülünün yanyana belli bir takılar (A, T, G, C takıları) kısmî dizisidir; her ‘gen’ bir proteini (önbesiyi), (yâni belirli bir amino asitler dizisini) şifreler. Ayrıca, çift sarmal iki şeride açılıp her şeridin mütekabili bir şeridi imâl etmesiyle, o DNA kendisinin suretini yapar, böylece çoğalır. Çift sarmal kendi başına kararlıdır (“stabil”); bu da kalıtımın kararlılığını, türlerin devamını sağlar” fikirleri, sonraki yaklaşık elli yıl, âdetâ bir din gibi bir temel inançlar dizgesi hâline geldi.
1970’ler ortaları – DNA “terziliği” (“rekombinant DNA”) teknikbiliği, bakterilere (onların virüsü gibi olan) “faj” ların girmesiyde oluşan DNA kesici, ayrıca parçalarını yapıştırıcı enzimlerin bulunmasıyla başladı. Artık bir canlının DNA’sı değiştirilebilecekti.
1990-2001 – İnsan “genomu” (‘kalıtga’sı) ( insan DNA’sının tümüyle takıları dizisi) tespit edildi (ayrıca bazı değişik canlı türlerinin de). Zan edildi ki, (tüm şifre bulunduğuna göre), artık kalıtsal (ırsî) hastalıkların hepsine çâre bulunacak, her ferdin, kendisinin bile bilmediği vasıfları, daha doğar doğmaz tespit edilebilecek. [Bu bizi bile, bir ara toplumsal açıdan endişeye düşürmüştü: Öyle ya, düşünün ki, bir devletin bilgisayarlarında, her ferdin, tüm özelliklerini önceden verecek DNA şifresi kayıtlı! (Bkz. O. Sinanoğlu[6 / “Hedef Türkiye” kitabı sf. 84 (Otopsi Yayınevi, İstanbul, 22.Baskı: Mart 2005]
1999-2005 – Şu işe bakın ki, genomun tümü tespit edilince, yukardaki “moleküler gen (özdeciksel kalıt)” fikir ve nazariyeleri pekişeceğine, tersine, “gen”in gerçekten ne olduğu hakkında belirsizlik iyiden iyiye arttı ve moleküler biyolojinin elli kadar yıllık temelleri sarsıldı. Şimdi “moleküler gen” zannının yerini (aşağıda izâh edeceğimiz) bambaşka bir kavram almaya başlıyor.
Moleküler biyoloji (özdeciksel dirilbilim) ve kalıtım dalının yeni manzarasına bakmadan önce, bakteriden insana, bitki olsun, hayvanat olsun her türlü hayatın temel ortak yapıtaşlarına, hayatın ortak özelliklerine bir göz atalım:
Her türlü hayatın temel ortak yapısı
Dünyanın oluşumu 4,5 milyar yıl önce ( -4,5 x 109).
Evvelâ “kimyasal evrim” başlıyor. İlk basit (“organik”) moleküller biraz karmaşıklaşıyor (ilk amino asitlerden peptidlere, derken ilkel proteinimsilere).
Sonra:
-3,5 x 109 yıl: İlk “çekirdeksiz tek hücreliler (prokaryotlar)” (DNA’ları hücre zarına tutunmuş vaziyette).
-2 x 109 yıl: “Çekirdekli tek hücreliler (ökaryotlar)”.
-1 x 109 yıl: Tek cins hücreden oluşan çok hücreliler (ilkel yosunlar gibi).
-0,65 x 109 yıl: Değişime uğramış birkaç cins hücreden oluşan ilkel organizmalar.
-0,5 x 109 yıl: Ayrı ilkel bir canlı yapı olan mitokondiriyanın (anarobik) hücrenin içine alınmasıyla oksijen kullanabilen (arobik) hücreler oluşuyor. Sonra:
-0,25 x 109 yıldan itibâren değişimli çok hücreli yaratık türleri bitkiler ve ilkel hayvan türleri [İlginç türler olan mantarlar bitkiden çok hayvana yakın] hızla artıyor (biyo-evrim).
- 6 x 106 yıl: Maymungiller
- 200.000 yıl: Son iki yüz bin yıldır bugünkü insan türünün (homo sapien sapien) toplumsal evrimi.
- 80.000 yıl: Seksen bin yıldır da [toplumun gönlü dediğim] kültürün gelişimi.
Görülüyor ki, kimyasal maddelerden başlayıp insana kadar gelen evrimde en çok zaman
çekirdekli tek hücrelilerin oluşumuna dek geçmiştir. Sonraki adımlarla gittikçe daha karmaşık çok hücreli yaratıkların, milyonlarca çeşit bitki ve hayvan türlerinin gelişimi nispeten az zaman almış. Neden?
i) İlk tek hücreliden insana kadar tüm yaratıkların kimyasal yapıtaşları aynı; hepsi 50 kadar tekiz (yb. “monomer”) özdecik türünden oluşuyor (amino asitler, şekerler, pürin, pirimidin takıları,…). ii) Tüm hayvan türlerinde sâdece 220 kadar çeşit (değişime uğramış) hücre, tüm bitkilerde ise 10 kadar değişik cins hücre var. iii) Canlılardaki yüzlerce değişik protein cinsi ki canlının yaşabilmesi için gerekli asgarî enzim (çeşidi) sayısı bunun 300 kadarı, yalnızca 20 kadar değişik amino asit cinsinden; onların îmâlinde (sâdece) şifreyi sağlayan DNA
( polinükleotid) ise 4 çeşit (A,T, C, G) takısı olan fosfat ve deoksi-riboz şekeri tekizlerinden yapılı çoğuzlar (yb. “polimer”, “kopolimer” (eşçoğuz)). iv) Hayatî kimya tepkimelerinde gereken serbest erkeyi (enerjiyi) temin eden veya artan serbest erkeyi alıp taşıyan, hayat işlemlerinin tedavüldeki parası, kısa vâdeli serbest erke mahfazası ATP (adenosin üçfosfat) da, hücrede önemli değişik işlevleri olan RNA , AMP,.. de, fosfat, riboz şekeri, ve takılarımızdan A, G, C, bir de T’nin benzeri U (urasil)’den mâmul.
Demek ki temel yapı tüm canlılarda hemen hemen aynı ve son derece tutumlu, iktisâdî olarak nispeten (milyonlarca canlı türü sayısı ile karşılaştırıldığında) pek az cins yapıtaşından inşa edilmiş. İlâveten, belirli bir sayıda olan tepkime cinsleri [-- her tepkimede bir enzim çeşidi kullanılıyor olsa bu ~300 tepkime eder; ama tabii enzimsiz tepkime adımları da yok değil-- ], metabolik çevrimler de hayat türlerinde ortak. Buradan, evrim sürelerinin izâfî uzunlukları hakkında şu sonucu çıkarıyorum:
Evrimde en uzun süreyi, hayatın temel kimyasal düzeneğinin, o tutumlu, her canlı türünde kullanılabilen ‘hayatî makina’ aksamının gelişmesi almıştır. Ana aksam(ve onlara dayanan kimyasal tepkime işlergeleri (yb.”mekanizma” ), daha ilk tek-hücrelilerde oluştuktan sonra, bu aksamdan görünüşte gittikçe daha karmaşık çok hücreli canlı türlerinin oluşması nispeten az zaman aldı.
Hayatın ana özeliklerinden biri de, kimyasal dizgenin, kendi kendini inşa eden ve de kendi suretlerini çoğaltan yapılara yol açması. Üstelik o çok çeşitli yapılarda kullanılan “taşlar” ve de “makina”nın kimyasal işleyiş düzenekleri/işlergeleri aynı! Tasavvur edin ki, arabasından, uçağa, helikoptere, gemiden,kayıktan, eve, gökdelene kadar ne varsa hepsi aynı parçalardan imâl ediliyor. Üstüne üstlük, bu parçalar kendi kendilerine değişik yapıları îmâl veya inşa ettikleri gibi, öz benzerlerini de yapıp çoğaltıyorlar! Peki, kimyasal tepkimelerden oluşan işlergeler (“mekanizmalar”) (fiziksel kimyadaki anlamında)) bu işleri nasıl yapabilir? Böyle işlergelerin temel özellikleri neler olmalı? [Cevabı bulmak için vâz ettiğimiz riyâzî (matematiksel) ve fiziko-kimyasal kuramdan da bu yazıda, yeri gelince, biraz olsun bahsedeceğim.]
Moleküler biyolojinin izâh edebilmesi gereken genel hayat vasıfları
i) Kalıtım, canlı türlerin özelliklerinin tevârüsü, yüz binlerce, bazı türlerde milyonlarca yıl boyunca kararlı, yâni değişmiyor. Ancak kalıtımda mutlak bir kararlılık olamaz. Bazı değişikler uzun süreler içinde olabilmeli ki yeni türler ortaya çıkabilsin, böylece evrim mümkün olsun. Eski düşünceye göre DNA şifresini oluşturan özdecik takılar rasgele “evritimlere” (yb. “mutation”lara) uğruyor, bunların türde sebep olduğu değişikliklerin ancak bazıları (Darvin’den kalma) “doğa seçmesi” fikrine göre hayatiyeti devam ettirebiliyor ve uzun sürelerde yeni yaratık türleri evrim nehrine katılıyordu. Halbuki özellikle son beş yılda anlaşıldı ki izâhın böylesi çok düşük ihtimallere yol açar ve gözlemleri tutmaz. Şimdi anlaşılmaya başlanıyor ki, DNA’ daki rasgele değişikliklerden, yeni çevre koşullarına rağmen canlının yaşamını sürdürmesine yarayacak bazılarını, hücre içi bazı kimyasal tepkime işlergeleri kullanıyor, böylece “seçmiş” oluyor (hücrenin kimyasal “imdat tepkisi” çevrimindeki gibi). Demek ki, çoğu kez, “doğa seçmesi”, Darvin fikrindeki ‘türler ve fertler arası rekabetin çevreye en iyi uyum sağlayanları öne çıkarması’ şeklinden ziyâde, hücre içi kimyasal işlergeler temelinde oluyor.
ii) Kalıtımın ana ilkeleri en iptidâî tek-hücreli yaratıklardan çeşitli bitki ve hayvanlara kadar aynı, ama, çok hücrelilerde kalıtıma ilâveten bir de “gelişim”, yâni döllenmiş yumurtadan kısa sürede bitkilerde 10, hayvanlarda 220 çeşit değişime uğramış hücrenin, ve onların oluşturduğu değişik dokuların, gelişmesi, böylece çeşitli canlı ve organ biçimlerinin (“biçimlenme”(yb. “morfogenez”)) oluşması vâkıası karşımıza çıkıyor. İlk bakışta kalıtımın uzun süre kararlılığı ile gelişimin kısa sürede vuku bulması arasında bir çelişki intibâı kuvvetle belirirse de, yeni özdeciksel dirilbilim bu muammayı da çözmeli.
iii) Bir türün her ferdi, âdetâ bir çizeyleme göre yürüyen bir “gelişim” sonucu oluşuyor. Bu “gelişim” ve adımları o türün tüm sıhhatli gelişen fertleri için, ve de nesiller boyu aynı. Demek ki, türün gelişim çizeylemi de tevârüs ediliyor. Nesilden nesile aktarılan sâdece DNA, onun şifresinin öncülüğünde îmâl edilen proteinler ve diğer biyo-moleküller değil. [Ancak, aşağıda belirteceğiz ki, hücredeki “kimyasal tepkimeler işlergeleri” bir “gelişim çizeylemi” varmış gibi davranabilirler] Burada izâhı gereken bir de şu:
iv) Nispeten hızlı olan (döllü yumurtadan ölüme) fert “gelişimi” nasıl oluyor da, türde uzun vâdeli kararlılığını koruyor? Demeli, kendisi hızlı değişmelerden ibâret olan ‘gelişim’ ve onun “çizeylemi” de nasıl, fizikî özdecik yapılarına (ve tepkime işlergelerine) dayanan özdeciksel kalıtım gibi, uzun süreler aynı kalabiliyor?
v) Her canlı türünün fertleri için ortalama bir doğal yaşam süresi var (dış etkenlerden değil, doğal olarak ölüm): Ortalama ömür kedide 12, insanda 70, papağanda 80 yıl, meyve sineğinde birkaç hafta. Doğal ölüm de yumurtanın döllenmesinden itibâren devam eden fert biyo-gelişiminin bir safhası; gelişim çizeyleminin hazırladığı son tezâhür. [O fert için son, ama tür için sâdece bir safha]. Özdeciksel (moleküler) mâhiyette veya kimyasal tepkimeler işlergeleri açısından bu nasıl oluyor?
Elli yıllık moleküler biyolojinin temellerini sarsan sorunlar
1953-2000 yılları moleküler biyolojisi (özdeciksel dirilbilim) ve özdeciksel kalıtım (genetik)’ın ana fikirlerine tekrar bir bakalım; hem de bu savların karşılaşmakta olduğu yetmezlik ve sorunlara:
1) 1953’te Watson ve Crick’e göre, DNA çift sarmalı, kendi başına kararlı (stabil) özdeciksel bir yapı idi. Onlara göre A, C (pürinler) ve karşılarındaki T, G (pirimidinler) arasındaki (ikişer ve üçer adet ) hidrojen bağları, çift sarmalın iki şeridini bir arada ve o yapıda tutmakta idiler. Bunun doğru olmadığı, çift sarmalın iki ayrı şeride nazaran serbest erkesinin (DG ) boşayda (boşay = yb. “vakum”) eksi değil, artı olacağı, dolayısıyla çift sarmalın ikiye ayrılacağı, o kararlı yapının ancak su ortamı içinde mümkün olacağı O.Sinanoğlu[7] tarafından daha 1963-1966’da gösterilmişti. Bulduğumuz yeni ‘kuvvet’ yalnız suda değil, her türlü çözgende (yb. “solvent”) olabilirdi, ancak suyun olağanüstü fiziksel özellikleri bu “çözgen-iter (solvofobik)” dediğimiz ve kolayca hesaplayabildiğimiz kuvveti en güçlü yapıyordu. Doğada suyun özel bir ehemmiyetinin oluşunun bir nedeni bu idi. (Daha geniş bilgi için Bkz.[7,8])).
Kuramımızın yazılı ve sözlü yayınlanmasının akabinde birkaç ülke laboratuarlarında yapılan deneyler, çözgen-iter (solvofobik) kuramımızı çeşitli biyo-molekül dizgeleri ve çözgenler için doğruladı [yabancı diller için koyduğumuz “solvophobic” adı da bilim dünyasına yayıldı]. Bu arada şimdi şu sonucu çıkarabilirim:
Demek ki, DNA çift sarmalı, hücre içindeki sıvımsı ortamın fiziksel
özelliklerinde olabilecek ufak değişikliklerle iki şeride (veya kısmen) ayrılabilir (suretinin yapılması için ilk adım), ve yine ufak değişmelerle yeni iki şerit birleşebilir. [Bunun için bazı enzimlerin devreye girmesi gibi daha çetrefil işler gerekmeyebilir. (Mevcut deneylere bakıp doğrulanmalı)].
2) İnsan DNA’sında 5,5 x 109 nükleotid takısı var. İnsan kalıtgasında [kalıtga = yb. “genom”] 100 000 “gen (kalıt)” olması bekleniyordu. Ancak, 2002 yılında insan kalıtgasının tümü (tüm takılar dizisi) çözüldükte “gen” sayısı 30 000 çıktı. Bundan bence, bir değil, iki soru çıkıyor: i) Geri kalan 70 000 “gen”e ne oldu? (DNA’nın 30 000 “gen”den arta kalan takıları ne yapıyor?), ve ikinci, yeni, sorumuz: ii) Yoksa “gen”in târifi mi yanlıştı? [“Gen” (“kalıt”) sâdece moleküler (özdeciksel) bir sâbit yapı olarak tanımlanabilir mi acaba?]
3) İnsan kalıtgasının (“genomunun”) yalnızca %3’ü amino asit dizilerini (proteinlerdeki) kodluyor. DNA’nın geri kalanı ne için?
4) Temel inançlardan biri: “Bir “gen” à bir protein” (kodlar), idi. Şimdi ise, bir “gen”in birkaç, belki yüz çeşit, proteini kodlayabildiği düşünülüyor.
5) Bir inanç ta, her bir proteinin canlıda bir tek işlevi olduğu idi. Halbuki, bazı protein birkaç işlev görebiliyor.
6) Her bitkide 10 kadar, her hayvan türünde ise 220 kadar değişik cins hücre olduğunu söylemiştik. Böyle bir karmaşık yaratığın her hücresindeki DNA , ilk döllenmiş yumurtadaki DNA ile aynı. Nasıl olur? D.yumurta, bölünüp çoğaldıkça değişime uğrayan hücre cinsleri geliştiriyor. Ama, gelişmiş yaratıklardaki hücreler cinslerini koruyor. Demek ki, “gelişim” olayında DNA ‘nin görevi olmakla beraber başka önemli etkenler de bulunmalı [ama bu etkenleri de (ki bunlar aşağıda bahsedeceğimiz ‘kimyasal tepkime örütleri’ de olabilir) DNA kodluyor olmalı].
7) “Gelişim” sonrası yaratıkta hücreler ve biyo-moleküller kısa sürelerle (bazen birkaç saatte bir) sökülüp sökülüp yeniden inşa ediliyor (yetişkin ferdin beyin hücreleri hâriç). Fert, ömrünün önemli bir kısmında aynı gibi görünse de özdecikleri sık sık yenilenmekte. Demek ki, yapı durağan (“statik”) değil, devingen (“dinamik”) bir yapı. Bir süre için gözlenen, değişmiyor gibi duran yapı (ve özellikleri) aslında bir “sürekli hâl” ( yabancı dilde = “steady state”; tıptaki tâbiriyle “homeostaz (durağanımsı hâl)” ). Hücrelerdeki bu sürekli hâl faaliyetini, “gelişim” sırasındaki hücre çeşitlenmesi/ “değişim” faaliyetinden ayırt eden iç komutlar, düzenlemeler hücrenin nesinden, neresinden kaynaklanıyor? (Tek başına, hep aynı kalan DNA, doğrudan yapıyor olamaz).
Her türlü ilkel, karmaşık canlı türlerinin DNA takı dizileri (kalıtgaları (“genom”ları)) karşılaştırıldığında, bu dizilerin büyük kısmının aynı olduğu görülüyor. Yaratığın fare mi, insan mı, sivrisinek mi olacağının şifresi yalnızca DNA’da ise, o az dizi farkları, tür evsâfındaki onca farklılaşmayı izâha (hem de nicel olarak) nasıl yetecek?
9) Türün bir ferdinde, yaşamının değişmez gibi görünen süresinde bir de bakıyorsunuz bünyesine bir hastalık geliyor. Çoğu kez bir dış etken var: Bir mikrop veya virüs, ya da zararlı bir kimyasal madde, hattâ çevreden mor ötesi (uv) veya diğer ışınımlar, fizikî çevre şartlarında aşırı değişme, vb.. Bu etkenlere karşı, vücut kendisini belli ölçüde koruyabiliyor, bir noktaya kadar. Ama bazı hastalıklar var ki, bazı kanserler, bağışıklık (muafiyet) dizgesinin bazı ârızâları gibi, onlarda çoğu kez müşahhas bir fizikî etken bulunamıyor. Kanserde, “değişimi” durmuş hücreler rasgele çoğalmaya başlıyor. (Bazı kanserlere belirli bir virüs, bazı kanser-yapan (“karsinojen”) kimyasal maddeler sebep oluyor ama bazılarında durum çok daha karışık). Son yıllarda bulunan bir “p53” proteini ve onu yaptıran p53 “gen”i bazı kanserlerde rol oynuyor, ama tersden: Bu proteinin, hücrelerin çoğalmaya başlamasını engelleyici bir işlergede (“mekanizma”da) yeri var [9 / B.Vogelstein, D.Lane, ve A.J. Levine, Nature, 408, 307-310 (Kasım 2000)]. O proteinin işlevinde bir aksaklık meydana gelirse, hücreler çoğalmaya başlıyor. Ancak, tedavi için o proteini tâmir etmek yetmiyor. Neden? Çünkü p53 tek başına moleküler bir etken değil, tüm işlerge (“mekanizma”) işin içinde. Tedavi için o molekülle uğraşırken, işlergenin (“mekanizma”nın) bozulmamasını sağlamak gerek (ama nasıl??).
Bazı durumlarda ortalıkta sebep adayı belirli bir tek cins özdecik de bulunamıyor.
10) Kalıtı (“Gen”i), DNA’nın doğrusal bir takılar dizisinin bir bölümü ile özdeşleştirmek, “gen”e özdeciksel bir yapı atfetmek gittikçe zorlaştı. “Ayrık genler”, “çakışmalı genler” bulundu. Böyle “gen”ler, DNA’nın belli bir yerindeki yan yana takılardan oluşmuyor, DNA’nın değişik bölgelerinden bazı takılar (“ayrık”) işin içinde olabildiği gibi, bazı “gen”lerin de birbiriyle ortak takı dizisi bölgelerine rastlanabiliyor (“çakışmalı”). Sonuçta “gen”lerin özdeciksel yapıları belli değil. Hattâ “gen”in fiziksel, kimyasal olarak ne idüğü, beklentilerin tersine, kalıtga (“genom”) tümüyle tespit edildiğinden beri iyice belirsizleşti.
11) Şimdilik “kalıt”ı (“gen”i) ancak işlevi ile tanımlayabiliz, moleküler bir yapı olarak değil. (Ama onda bile hâlen bazı müphem durumlar var). Canlıdaki işlevleri, özellikleri DNA takı dizisi üzerine, hattâ kıromozomların belli yerlerine bire-bir haritalamak pek mümkün değil. Peki, moleküler (özdeciksel) bir yapıdan ibâret değilse, o hâlde “gen” ne? Kalıtımım, “gelişim” olayının işlergeleri (‘mekanizma’ları) neler?
Ben Değil Biz Varız
Naci KOBAL 2000
Naci KOBAL 2000