Ermeni Sorunu Ve Tehcir

      Ermeni Sorunu Ve Tehcir

      SONUNAKADAR OKUYUN VE DÜŞÜNÜN

      ERMENİ SORUNU VE TEHCİR

      Ermeni Sorunu, Osmanlı Devleti'nin çöküş ve parçalanma döneminde, bütün Hıristiyan azınlıkların ayaklanmalarında olduğu gibi bir iç olay olarak başlamış, Avrupa'nın olaya karışmasıyla dış sorun durumuna gelmiştir. Bu olayda da diğer olaylarda olduğu gibi Rusya, İngiltere ve Fransa'nın etkilerini görmekteyiz. Bu nedenle üç devletin Osmanlı Devleti üzerindeki çıkarlarını görmek gerekir.

      18. yy. da Avusturya ile birlikte Osmanlı Devleti'nin topraklarını paylaşmak isteyen Rusya, 19. yy.ın başından itibaren bu amacına tek başına ulaşmak istedi. Rusya, Balkanlar'da başlayan, Karadeniz, Kafkasya, Kuzey İran ve Afganistan'dan geçen bir çizginin güneyine inmek istiyordu. Bu çizgide Rusya'yı durduran en büyük güç İngiltere idi. Bu çizginin en önemli bölümünde ise, Osmanlı Devleti bulunmaktaydı. Rusya Karadeniz'in batısından Balkanlar üzerinden ilerleyerek Boğazları, Karadeniz'in doğusundan ilerleyerek de Doğu Anadolu üzerinden İskenderun ve Basra Körfezleri'ni ele geçirmek istiyordu. Fakat karşısında daima İngiltere ve Fransa'yı buldu. Bu nedenle Balkanlar'da yaşayan Hıristiyanları Osmanlı Devleti'ne karşı kışkırtıp onları kendi nüfusu altına alma yoluna gitti. Aynı yöntemi Doğu Anadolu'da yaşayan "Ermeni"ler üzerinde kullandı.

      Fransız Devrimi'nin ulusal bağımsızlık fikirleri Osmanlı Devleti'nin önce Hıristiyan azınlıkları üzerinde etkili oldu. Balkanlar'da yaşayan Sırplar, Yunanlılar, Bulgarlar, Romenler ve diğerleri Osmanlı Devleti'ne karşı değişik zamanlarda ayaklandılar. Hıristiyan azınlıkların her ayaklanmasında, Avrupa kamuoyu ve büyük devletler hemen onları korudular. Rusya ise bundan yararlanıp Osmanlı Devleti'ne saldırdı, bunun en açık örneği ise Yunan İsyanı'nda görülmektedir. Avrupa Restorasyon döneminde ulusal bağımsızlıkları engelleme kararı almış iken ve Rusya bunun öncülüğünü yaparken, Yunan Ayaklanması'nda bu kararlarını çiğnediler. Hıristiyan Yunanlılar'ın Müslüman Türkler tarafından katledildiği propagandası ile olaya müdahale ettiler. 1827'de Navarin'de İngiliz, Fransız, Rus donanmaları, Osmanlı Devleti donanmasını yaktı. Rusya Osmanlı Devleti'ne savaş açtı ve Osmanlı Devleti yenildi. 1829 Edirne Antlaşması ile de Yunanlılar bağımsızlıklarını kazandılar. Aynı şekilde Sırp, Bulgar, Romen diğer Hıristiyan azınlıklar bağımsızlıklarını hep Avrupa'nın müdahalesi sayesinde kazandılar. Özellikle din faktörü, Türklere karşı bütün batılı Hıristiyan devletlerin kullandığı bir silahtı. Bu silahı Osmanlı Devleti'nde yaşayan bütün Hıristiyan azınlıklar, bağımsızlıkları için kullanırken büyük devletler de kendi çıkarlarına uygun olarak Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışmak için kullandılar. Bundan en son yararlananlar ise Ermeniler oldular. Gerek Avrupa kamuoyu, gerekse devlet adamları, İslamiyet, özellikle Müslüman Türkler söz konusu olunca kendilerini din taraftarlığından kurtaramamışlardır. Avrupa'nın Türk tehlikesi altında kaldığı zamanın "Haçlı" düşünce ve geleneği ile davranan Avrupalılar Osmanlı Devleti'ndeki Hıristiyanlar söz konusu olunca, dini politikayı hep kullandılar. Öyle ki, Rusya'da halk sefalet içinde yaşarken ve köylü toprağın kölesi iken, Osmanlı Devleti'nin en rahat halkı Rumlardı. Akdeniz ve Karadeniz ticaretini ellerinde bulunduran Rumlar, bu sayede önemli ölçüde servet sahibi olmuşlardı. Fakat Rusya buna rağmen Rumların Osmanlı Devleti'nde ezildiğini ileri sürerek Ortodoks koruyuculuğu yapıyor ve Osmanlı Devleti'nin iç işlerine karışıyordu. Diğer yandan da, Hıristiyan Polonya'nın Rus egemenliği altında bulunuşuna ise tüm Avrupa sessiz kalıyordu. İrlanda'da ise İngiliz baskısı çok şiddetli bir şekilde sürüyordu. Bütün bunlara rağmen, Osmanlı Devleti'nde yaşayan Hıristiyanlar için Avrupa'nın müdahalesi ancak politik çıkarlarla açıklanabilir. 1798'den 1878'e kadar Rusya'ya karşı Osmanlı Devleti'nin toprak bütünlüğünü koruyan İngiltere, 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'ndan sonra bu politikasını değiştirdi. Osmanlı Devleti'nin Rusya'yı durduramayacağını düşünerek, Ege Denizi çevresinde İngiltere'nin himayesinde büyük bir Yunanistan ve Doğu Anadolu'da bu savaş sırasında ortaya çıkan ve Rusya tarafından savaş sırasında kışkırtılan Ermeni konusundan yararlanıp, yine kendi himayesinde bir Ermenistan kurulmasını desteklemeye başladı. Doğu Akdeniz'de güvenlik sağlamak bahanesiyle de Kıbrıs Adası'nı 99 yıl için zorla kiraladı. Böylece iki büyük devletin çıkarları açısından Hıristiyan Ermeni konusu önce dış sorun olarak başlatılıyor ve bundan yararlanan Ermeni örgütleri tarafından da bir iç sorun haline getiriliyordu. Hıristiyanlar konusundaki olayları iyi bilen Ermeniler, bu amaçla din faktörünü propaganda silahı olarak kullandılar. Bu tarihten sonra silahlı örgütlenmeye ve saldırıya başladılar.

      Ermeniler kendilerini "Hayk" ülkelerini "Hayastan" olarak isimlendirirler. "Ermeni" ve "Ermenistan" kelimelerinin nereden geldiği kesin olarak bilinmemekle beraber bir coğrafi ad olarak bilinmektedir. Ermeni egemenliği Doğu Anadolu'da Bizans İmparatorluğu tarafından, en son yaşayan Kilikya Ermeni Krallığı ise 13. yy.da Memluk Devleti tarafından ortadan kaldırılmıştı. 1071'den itibaren Anadolu'ya giren Türkler burada Bizans egemenliğine son vererek, Asya'dan gelen Türk göçmenleri ile Anadolu'yu bir Türk ülkesi haline getirdiler. Öyle ki batı kaynakları daha 12. ve 13. yy.dan itibaren buralara Türkiye ve burada kurulan Selçuklu ve Osmanlı Devleti'ne de Türk Devleti demekteydiler. Osmanlı Devleti Doğu Anadolu'yu ele geçirdiğinde ise bir Ermeni Devleti söz konusu değildi. Van, Bitlis, Diyarbakır, Sivas ve Toroslar'ın güneyi Ermenilerin en yoğun olduğu yerlerdi. Fakat buralarda bile hiçbir zaman Türklerden çok değillerdi. En yoğun oldukları yerlerde bile ancak nüfusun % 39'nu oluşturuyorlardı. Fatih Sultan Mehmet zamanında İstanbul'da bir Ermeni Patrikliği kurulmuş ve kendi cemaatleri iç yönetiminde serbest bırakılmışlardı. "Osmanlı Devleti tarihinde dinsel nefretten kaynaklanan katliam ve dini taassup Avrupa'nın 13. yy.a kadarki tarihine kıyasla çok azdır.Haçlılar Filistin'de Müslüman esirleri keserken, İspanya'da Engizisyon'un dehşeti had safhada iken, Kromvel'in askeri İrlandalı Katolikleri katlederken, Fransa Kralı'nın emri ile Fransa'da Protestanların kökü kazınırken, bütün Avrupa ülkelerinde Museviler hesapsız zulüm ve vahşete tabi tutulurken, Küçük Asya'da (Anadolu'da) Müslüman, Hıristiyan ve Musevilerin yan yana tam bir dostluk içinde yaşadıklarını... " (Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, 1983) belirtirsek Türklerin dini hoşgörüsü anlaşılır. Bu dini hoşgörünün Osmanlı Devleti'nin ve Türklerin aleyhine işlediği gerçektir. Bu dini hoşgörü sayesinde cemaatler halinde ulusal varlıklarını koruyabilmiş ve kiliseleri çevresinde örgütlenmiş olan Hıristiyan azınlıklar büyük sorun oldular. Gerek Ortodoks Rumlara, gerekse Gregoryan Ermenilere, devlet içinde devlet denecek ölçüde sayılacak dini ayrıcalıktan başka, kültürel ve hukuki haklar tanınmış olması, Osmanlı Devleti'nin çöküş döneminde çeşitli devletlerin iç işlerine karışma aracı oldu.

      Ermeni Kilisesi'nin Ermeni cemaati üzerindeki geniş hakları, Ermeni milliyetçiliğinin de kaynağı oldu. Ermeni Kilisesi cemaat içi suçları cezalandırma yetkisine sahip olduğu gibi, Kilise'nin otoritesini kaybeden bir Ermeni bütün haklarını yitiriyor, hiç kimse kendisiyle görüşmüyor, kimse kendisine mal satmıyor, evlenmiyor, vaftiz edilmiyor ve hatta ölüsü gömülmüyordu. Kilise'nin Ermeniler üzerindeki bu otoritesi Ermeni örgütlenmesinde en önemli rolü oynadı. 19. yy.da Osmanlı Devleti'ne gelen misyonerler, Müslümanlar üzerinde etkili olamayınca Ermenilerle daha çok ilgilendiler. Ermenilerin durumunu kendi ülkelerine abartarak anlattılar. Hıristiyan Avrupalılar daha 1829 yılından itibaren Ermenilerle ilgilenmeye başladı. Bu tarihte biten Osmanlı-Rus Savaşı sırasında Doğu Anadolu'ya giren Ruslar Ermenileri kullandılar. Ermeniler de Ruslar sayesinde bağımsızlık kazanacaklarını, Çar'ın aynı zamanda " Polonya Kralı" olduğu gibi "Ermenistan Kralı" unvanını da alacağını ümit ediyorlardı. Oysa Kafkasya'yı ele geçiren Rusya, Kafkasya'daki diğer toplumların bağımsızlık duygularını kamçılayacak bir şekilde bir Ermenistan Devleti'nin kurulmasını kendi çıkarlarına aykırı buluyordu. Nitekim buradaki 500 Ermeni Okulu kapatıldı ve 20.000 öğrenci sokağa atıldı. Baskı ve kırbaç ile Ermeniler Rusça'yı öğrenmeye zorlandılar. Ermeni kilisesi, Ermeni hareketinin örgütleyicisi oldu. Rumlardan farklı olarak, Müslüman olmayan uyruklar arasında devlete en bağlı olan Ermenilerin örgütlenmesini ve isyan hazırlılarını sürdüren kilise propaganda silahını ustalıkla kullandı. Yayın yoluyla ve özellikle Anadolu'daki misyonerler aracılığı ile Doğu Anadolu'daki Hıristiyan Ermenilerin büyük sıkıntı ve baskı altında yaşadığı propagandası yapıldı. Kötü idare ve sıkıntılar, bütün Müslüman halk için de söz konusu olmasına rağmen, Hıristiyan-Müslüman düşmanlığı işlenerek tek yönlü gösterildi. 1869'da Patrik olan Hrimyan doğu illerinin durumunu Patrikhane milli meclisinin gündemine getirdi. Bütün Piskoposlardan kendi bölgelerindeki şikayet konularını bildirmelerini istedi. 1875'te Hersek İsyanı çıkınca, kilise bundan yararlanarak doğu illeri için bir Ermeni muhtariyeti elde edebileceğini umdu. 1876'da bütün büyük devletlere bir muhtıra yollanarak Ermeni davası anlatıldı. Eçmiyazin Katolikosluğu da Çar nezninde konuyu destekledi. Patrikhane İstanbul'daki büyük elçileri dolaşarak ilgilerini çekmeye çalışıyordu. Aynı tarihte 23 Aralık 1876'da Osmanlı Devleti'nde I. Meşrutiyet ilan edildi. Meclis-i Mebusan'da bütün azınlıklar temsil edildiler. Halep Mebusu Manok efendi meclis kürsüsünde, Ermeni ve Hıristiyanların dış korumaya gereksinimleri olmadığını belirtti. Ve bundan kilise memnun olmadı. Umutlarını 1877 yılında başlayan Osmanlı-Rus savaşına bağlayan Ermeniler, Rusların yönetimi altına da girmek istemiyorlardı. Fakat Plevne'nin tesliminden sonra, ancak Ruslar sayesinde bir şeyler elde edebileceklerini zannettiler. Ocak 1878'de Ermeniler Edirne'de yapılan ateşkes görüşmelerinde Rus Çar'ından yardım istemeye karar verdiler ve Rus himayesini istediler. Edirne'de Grandük Nicola ve kont İgnatiyef'e başvurdular. İgnatiyef bu durumdan yararlanarak onları ayaklanmaya kışkırttı. Ayastefanos Antlaşması'nın 16. maddesinde Ermeniler için ıslahat yapılması hükmü yer aldı, fakat Rusya'daki Ermenilere örnek olabileceği endişesiyle Rusya, Ermenilere muhtariyet verilmesini kabul etmedi. Berlin Antlaşması'nda ise Ermeniler hakkındaki hükümler Osmanlı Devleti'nin lehine yumuşatıldı ve Rusya ıslahat ile ilgili baskısını kaldırdı. Çok uğraşmış olmalarına rağmen Ermeniler Berlin'de muhtariyet elde edemediler. Ermeni Patriği, Berlin kongresi öncesi İngiltere elçisine, Avrupa devletlerinin ilgisini çekmek için isyan etmek gerekli ise bunun zor olmadığını söyleyerek, başvuracakları yöntemi daha o tarihte belirtti. Ermeniler Berlin'den eli boş dönünce, silahlı ayaklanma olmadan istediklerini elde edemeyeceklerini gördüler ve bundan sonra silahlı ayaklanmalara ve gizli siyasal örgütlenmelere başladılar. Bu tedhişçi örgütlerin en önemlileri "İhtilalci Hınçak Partisi" ile "Ermeni İhtilalci Taşnaksutyun Partisi" daha önce Paris'te başlayan çalışmaların sonunda fiilen 1887'de Cenevre'de kuruldu. Türkiye Ermenistan'ın politik ve ulusal bağımsızlığını sağlamak için, yöntem olarak propaganda, tahrik, tedhiş yollarına başvurmayı ve işçi-köylü teşkilatlanmasını kullanmak istemeyen Marksist bir kuruluştu. İhtilal için seçtikleri en uygun zaman, Osmanlı Devleti'nin savaşa girmesiydi. Hınçak programı hem milliyetçi, hem de komünist idi. İhtilali ekonomik istismara karşı sınıf mücadelesine dayandırıp, milliyetçi bir devlet kurmak istiyordu. Osmanlı Devleti'ndeki bütün Ermeni ayaklanmalarının hazırlanmasında bu partinin büyük rolü oldu. Ermeni Dili'nde Federasyon (Birlik) anlamına gelen Taşnaksutyun veya kısaca Taşnak Partisi, özellikle Rusya'daki Ermeniler tarafından Kafkasya'da kuruldu. 1890'larda ortaya çıkan bu örgüt 1846'lardan beri kurulmaya çalışılıyordu. Tüm Ermeni örgütlerini bir araya getirmeye çalışan bu örgüte bir ara Hınçak Partisi de katılmış, fakat 1891'de Taşnakların yönetimi yumuşak bulduklarından, fakat esasta komünist olduklarından birlikten ayrıldılar. Taşnak Partisi de tedhiş ve ihtilal yöntemini seçmişti. Çeteler kurmak, halkı silahlandırmak, öldürme olaylarını araç olarak kullanacakları programlarında açık olarak yer almaktaydı. Özellikle Hınçaklar, amaçları uğruna kendi soydaşlarını da öldürmekten çekinmiyorlardı.

      Ermeni Kilisesi ve Ermeni örgütleri öncelikle, nüfus konusunda asılsız iddialar ileri sürdüler. Berlin Kongresi sırasında, nüfuslarının 3.000.000 olduğunu ileri süren Patrik, kongreden umduklarını elde edemeyince nüfusun 1.780.000 olduğunu belirtti. Yabancı kaynaklar Ermeni nüfusu 1.500.000 olarak gösterirken, Osmanlı Devleti kaynakları 1.300.000 olarak göstermekteydi.

      Ermeni sorunundan yararlanarak, kurulacak bir Ermeni Devleti'ni kendi himayesi altına almak isteyen İngiltere, 1880 yılında Avrupa devletlerinin de desteğini sağlayıp, Berlin Antlaşması'nın Ermeni ıslahatı ile ilgili hükmüne dayanıp Osmanlı Devleti'nden bilgi istedi. Islahat önlemleri Avrupa'ya Ermeniler tarafından, Türklerin katliam yaptıkları şeklinde asılsız propagandalarla duyuruldu. Bunun sonunda Osmanlı Devleti, ıslahat girişimlerine başladı. Almanya, Avusturya ve Fransa'nın İngiltere'yi yalnız bırakmaları üzerine İngiltere de ileri gitmedi. 1885 yılında Doğu Rumeli'nin Bulgaristan'a katılması Ermenileri harekete geçirdi. Avrupa'da yaşayan Ermenilerin kışkırtması ile 1888'de Van'da ayaklanma çıktı, fakat hemen bastırıldı. 1890'da Erzurum'da yeni bir ayaklanma çıktı. İstanbul'da bazı Ermeniler kendi örgütleri tarafından casus diye öldürüldüler. Bütün bu hareketler devlet tarafından çabuk bastırıldı. Fakat 1884 yılında Rusya ve İran Ermeni komitelerinin kışkırtmasıyla Bitlis'in Sasun bölgesinde yeni olaylar patlak verdi. Yöre halkı ile Ermeniler çatışmaya başladı. Osmanlı Devleti önlem almaya kalkışınca Ermeni ayaklanması çıktı. Osmanlı Devleti'nin ayaklanmayı bastırmak için aldığı önlemler, Avrupa'da katliam propagandasına dönüştü. Bundan yararlanan İngiltere 1895 yılında Osmanlı Devleti'ne baskıya başladı ve Ermenistan Devleti konusunu ele aldı. Rusya, Ermenilerin bağımsız devlet kurmasını istemediği için İngiltere'ye karşı çıktı. Zaten Ermeni komiteleri de Rusya'nın çıkarlarına ters düşerek, işi ileri götürmüştü İngiltere'den aldıkları cesaretle Osmanlı Devleti, İran ve Rusya'daki Ermenileri birleştirmeyi ve bağımsız Ermenistan tezini ileri sürmüşlerdi.

      1895 yılının sonunda Ermenilerin Bab-ı Ali'ye doğru yürüyüş yapmaları sırasında askere ateş açmaları ve bir kaç erin şehit olması üzerine askerin de Ermenilere ateş açması sonucu çıkan olaylar, Trabzon, Erzurum, Harput, Diyarbakır, Sivas, Antep ve Maraş'a yayıldı. Avrupa'da Türklerin katliama başladıkları, Hıristiyan Ermenilerin Müslüman Türkler tarafından kılıçtan geçirildiği şeklinde propagandalar yapıldı. İngiltere sert bir müdahale amacıyla girişimde bulunduysa da Rusya'nın karşı çıkması Almanya'nın Osmanlı Devleti'ni desteklemesi, Avusturya ve Fransa'nın çekinser kalması İngiltere'yi yine yalnız bıraktı. Bu sayede Osmanlı Devleti ayaklanmaları bastırabildi. 1896'da Ermeniler ellerinde bombalarla Osmanlı Bankası'nı basınca Osmanlı Devleti'nin olayı bastırmak için önlem alması sırasında çıkan çatışmada bir çok Ermeni öldü. Ayrıca Van'da isyan eden Ermeniler, 20.000 yerli halk tarafından kuşatıldılar. İmha etmek için Vali'nin emrini beklediler, fakat Vali Ermenileri korudu. İngiltere'nin yine Osmanlı Devleti'ne karşı sert bir tutum içerisine girdiyse de yalnız kaldığı için yine ileriye gidemedi. Bütün bu ayaklanmaların ihtilalci Ermeni örgütleri tarafından çıkartıldıkları, İngiliz Konsolosları'nın ve görevlilerinin raporlarında ve anılarında da yer almasına rağmen İngiltere, politik çıkarlarına uygun olarak Osmanlı Devleti'ne baskı yaptı. Hatta yakalanan suçluların çoğu bu baskı sayesinde serbest bırakıldılar. Türklerin Ermenileri kılıçtan geçirdiği ve binlerce Ermeni'nin katledildiği haberlerinin de asılsız olduğu ortaya çıktı. Örneğin Erzurum olayında 12 ermeni ölmüş 250 kişi yaralanmıştı. Sasun İsyanı sırasında yoğunlaşan İngiliz baskısı karşısında Osmanlı Devleti, İngiltere, Fransa ve Rusya'nın Erzurum Konsolosları'nın resmi soruşturma yapmasını kabul etti. Bu soruşturma sonucu hazırlanan 20 Temmuz 1895 tarihli raporda, Ermenilerin masum olmadığı ve katliama uğramadığı anlaşılıyordu. 1895 yılında Osmanlı Devleti tüm isyanlarda ölü ve yaralı Müslüman ve gayrimüslim sayısını yayımladı. 1828 Müslüman ve 8777 gayrimüslimin öldüğü anlaşıldı. 1890-1895 yılları arasında çıkan Ermeni isyanları batı dünyasında bir soykırım dönemi olarak gösterildi. Ermeni kaynakları bu dönemde 100.000 ile 300.000 Ermeni'nin öldüğünü ileri sürdüler. Oysa İngiliz kaynakları ancak 42.000'e ulaşır, Osmanlı kaynakları ise bu sayıyı 13.432 olarak belirtir. Fakat bütün bu olayların ortak yönü, hepsinin de Ermeni örgütleri tarafından yapılmış olmasıydı. Bu olaylarda Ermeniler tarafından öldürülen Müslüman halkın durumundan ise Avrupa'da söz edilmiyordu.

      Balkan Savaşı'ndan sonra Ermeni ıslahatı yeniden gündeme gelirken, Osmanlı Devleti'nin ekonomik paylaşımı da yapılıyordu. Büyük devletleri Ermeniler lehinde baskıları ve sonunda Rusya'nın önerisi ile Almanya'nın da kabul ettiği bir çözüm şekli 8 Şubat 1914'te İttihat ve Terakki tarafından da kabul edildi. Çözüm, Doğu Anadolu'da iki yabancı genel müfettişin yönetimine bırakılacaktı. Fakat bu program uygulanamadan I. Dünya Savaşı çıktı. Birinci Dünya Savaşı Ermenilere istedikleri fırsatı verdi. Osmanlı Devleti o tarihe kadar Ermenileri desteklemiş bulunan devletler (İngiltere, Fransa, Rusya) ile büyük savaşa girdi. Ordularını birbirinden binlerce km. uzak yerlerde savaşa sokan Osmanlı Devleti, Anadolu'nun içinde yeterince kuvvet bırakamadı. Bu durumdan yararlanan Ermeniler, İstanbul ve Anadolu'da gizli çalışmalara başladılar. Dışarıdaki Ermeniler de tarihi bir fırsatın geldiğini ilan ettiler. Çar Nikola da bir bildiri ile Ermenileri ayaklanmaya kışkırttı. Rus Ermenileri Rus ordusunda savaşırken, Osmanlı Devleti'ndekiler de Osmanlı Devleti ordusunu arkadan tehdit ediyorlardı. 1 Kasım 1914'te, Rusya'nın savaş ilanı ile birlikte Ermeni çeteleri Anadolu'da saldırılara başladılar. Osmanlı Devleti ordularının Çanakkale Cephesi'nde İngiltere ve Fransa'ya, Doğu Cephesi'nde Rusya'ya, Güney Cephesi'nde İngiltere'ye karşı savaştığı bir sırada Ermeniler bu cephelerin ortasında yani Osmanlı Devleti ordusunun arkasında tehdit unsuru olarak bulunuyorlardı.Daha açık bir deyimle Osmanlı Devleti'ne karşı bir savaş başlattılar.

      Rusya ve İngiltere'nin kışkırtmaları, Osmanlı Devleti'ndeki Ermenileri etkiledi ve daha savaşın başında Osmanlı Devleti'nin düşmanlarıyla işbirliğine başladılar. Savaş başlayınca Rusya Ermenileri sınırı geçip, Türk köylerini yakmaya başladılar. Van ile Bitlis arasındaki köprülere sabotaj yaptılar. 1915 Şubat'ında, Zeytin Kasabası'nı ele geçirip Müslüman aileleri katlettiler. 2 Nisan 1915'te 1.500 Ermeni çeteci Van'a saldırıp geçici Ermeni Hükümeti'ni kurdular. Sivas dolaylarında 30.000 Ermeni asker kaçağı (Osmanlı Devleti ordusunda kaçmışlardı.) Osmanlı Devleti ordusunu arkadan vurmak için örgütlendiler. Sivas Valisi'nin 22 Nisan'da İçişleri Bakanlığı'na çektiği telgrafta, yöredeki 30.000 Ermeni'nin silahlanmış ve 15.000'inin Rus ordusuna katılmış olduğunu, diğer 15.000'inin ise Osmanlı Devleti ordusunu arkadan vurmak için beklediğini bildirdi. Ermenilerin yoğun bulunduğu cephe gerisindeki yerlerde 1915 yılında ayaklanmaları, ordunun geri hizmet ve ulaşım yollarını tehdit etmeleri, cephede savaşan Türk askerinin yokluğundan yararlanarak korumasız olan Türk halkını öldürmek ve daha sonra da Rus ordusuna gönüllü katılmak gibi davranışları, Osmanlı Devleti'ni önlem almak zorunda bıraktı.Rus Dışişleri Bakanı Sazanof'un da kabul ettiği gibi, Ermeniler Doğu Anadolu'da hiçbir zaman nüfus üstünlüğüne sahip olmamışlardı. Fakat Birinci Dünya Savaşı'nın yarattığı fırsattan yararlanarak Ermeni Devleti kurmak için Osmanlı Devleti'ne karşı ayaklandılar. Osmanlı Devleti, iç güvenliği sağlamak ve cephe gerisini güven altına almak için 27 Mayıs 1915 tarihinde, yani Çanakkale Savaşı'nın en yoğun olduğu bir sırada, Ermenilerin göç ettirilmesi için " Muvakkat Kanunu " nu çıkardı. Ayaklanan halka karşı komutanlara askeri kuvvet kullanma ve silahlı direnme durumunda ise direnenleri imha etme, hıyaneti görülen köy (özellikle düşmanla işbirliği yapan) ve kasaba halkının ayrı ayrı veya toplu olarak başka yerlere gönderilip, yerleştirilmeleri için yetki tanındı. 2 Haziran buyruğu ile de Ermeni halkın askeri harekat bölgelerinden alınıp, Irak ve Suriye'ye yerleştirilmeleri bildirildi. Ermenilerin toptan Halep'e gönderilmeleri iki yıl sürdü. Kafileler, yanlarında koruyucu jandarma birlikleri ile yola çıkarılıyordu. Yolda yiyeceklerini kendileri sağlayacaklardı. Ermenilerin yakın geçmişte zulmüne uğramış bazı köy ve kasaba halkının Ermenilere yiyecek vermemelerine karşılık, bazı yerlerde ise yardım ediliyordu. Yabancı kaynaklar genel olarak 1.500.000 Ermeni'nin göç ettirildiğini ileri sürerler. Yollarda bazı aşiretleri saldırısı, hastalık ve bakımsızlıktan ölenler olması, bir kıyım politikası olarak gösterildi. Oysa bu tarihte Osmanlı Devleti kendi askerini bile doyuracak kadar yiyecek bulamıyordu ve Birinci Dünya Savaşı'nda ve hastalıktan ölen Türk askerinin sayısı yüz binlerle ifade ediliyordu. Tehcir sırasında koruyucu önlemler alınması için hükümetin emirlerine rağmen askerin cephede oluşu ve jandarma birliklerinin yetersizliği, aşiretlerin saldırıları sonucu bazı Ermenilerin ölümüne yol açmıştı. Fakat bu saldırıları yapanlar yakalanarak Örfi İdare (Sıkı Yönetim) Mahkemeleri'ne veriliyorlardı. 1397 kişi suçlu bulunmuş ve bir bölümü idam edilmiş, diğerleri hapis cezasına çarptırılmıştı. 1915 yılında bu ölümlerin bir soykırım politikası olmadığı ele geçen belgelerden de açıkça bellidir. 20. yy.a kadar Ermenilerle birlikte yaşamış, yakın tarihe kadar birçok Ermeni'ye devlet yönetiminde bakanlık görevi vermiş olan Osmanlı Devleti'nin 1915 yılına kadar hiç bir şey yapmayıp, 1915 yılı içinde Ermeni İsyanı yüzünden cephe güvenliğini sağlamak için böyle bir uygulamaya başvurması, bunun savaş döneminin zorunlu bir uygulaması olduğunu, sorumluluğunun ise Osmanlı Devleti'nden çok, isyan eden Ermenilere ve onlara kendi çıkarları için isyana kışkırtanlara ait olduğunu gösterir. Rus ordusu ile birlikte, Doğu Anadolu'yu işgal eden Ermeni alaylarının yalnızca Erzurum'da en az 10.000 Türk'ü öldürdüklerini,1915-1918 yılları arasında 600.000 Türk ve Kürdü katlettiklerini, Rus işgali ve Ermeni öldürmelerinden dolayı ise 2.000.000 Türk'ün İç Anadolu'ya göç zorunda kaldığı dikkate alınırsa tek yönlü suçlamaların asılsızlığı ve bunun katliam değil bir iç savaş olduğu daha iyi anlaşılır. Hele, milyonlarca (bazıları 3.000.000 bazıları 1.500.000 olduğunu ileri sürüyorlar) Ermeni'nin öldürüldüğü iddialarıysa tamamen gerçek dışıdır. Ermeni tehcirine ait rakamları, ölü sayısı gibi göstermek istemektedirler.

      Birinci Dünya Savaşı'na kadar Ermeni sorununu bir baskı aracı olarak kullanan İngiltere ve Fransa, savaş içinde yaptıkları gizli antlaşmalarla Boğazları ve Doğu Anadolu'yu Ruslara bırakırlarken Ermenileri unuttular. 3 Ocak 1916'da yapılan Syks-Picot Antlaşması ile Boğazlar ve Doğu Anadolu, Trabzon dahil olmak üzere Rusya'ya bırakıldı. Irak İngiltere'ye, Suriye Fransa'ya kaldı ve Rusya bu antlaşmayı Nisan ayında kabul etti. Daha sonra 19-21 Nisan 1917'de İtalya ile St. Jean de Maurienne Antlaşması yapılarak Antalya ve İzmir İtalyanlara bırakıldı. İşin ilginç yanı da bu antlaşmalarda Ermenilerden tek kelime bile edilmemesiydi.

      Ancak Rusya'da 1917'dde devrim çıkıp, Rusya savaştan çekilince Ermenistan kurulması fikri yeniden gündeme geldi. Rusya ise, Brest-Litowsk Antlaşması'nı imzalayarak savaştan çekilmeden önce, Lenin ve Stalin imzası ile Pravda Gazetesi'nde 13 Ocak 1918 tarihinde bir Decret (Bildiri) yayımladı. "Türk Ermenistan'ından Rus askerlerinin çekilmesinden sonra güvenlik için Ermeni milisleri kurulup silahlandırılması, Ermeni göçmenlerin yerine dönmeleri" gibi hükümler taşıyan bu bildiri, Rusya'nın ileriki emellerini gösteriyordu. Çünkü devrimi başarabilmek isteyen Sovyetler Birliği Brest-Litowsk'u istemeyerek imzalamışlardır. Osmanlı Devleti 30 Ekim 1918'de Mondros Ateşkes Antlaşması ile savaştan çekildi. Antlaşmanın İngilizce metninde, Kafkasya'nın Türklerce boşaltılması yanı sıra 24. maddede "Altı Ermeni Vilayeti'nde ayaklanma çıktığı taktirde buraların işgal hakkının saklı olduğu " yazılı idi. Diğer yandan İngilizlerin etkisi ile İstanbul'da Ermeni tehciri suçlusu aranmaya başlandı. 8 Nisan'da Boğazlayan Kaymakam'ı Kemal Bey suçlu ilan edilerek bu mahkeme kararıyla idam edildi. Damat Ferit Paşa'nın kurduğu Nemrut Mustafa Paşa Divan-ı Harbi Talat, Enver ve Cemal Paşaları gıyaben idama mahkum etti. Oysa tüm Osmanlı Arşivi İngilizlerin elindeydi. Tehcir konusunda suç unsuru bulamadılar. Hatta Osmanlı Hariciye Nazırı (Dışişleri Bakanı) 18 Şubat 1919 günü Danimarka, Hollanda, İsveç ve İspanya Hükümetleri'ne başvurarak tehcir konusunu araştıracak tarafsız bir komisyon kurulmasının düşünüldüğünü ve ikişer temsilci görevlendirilmesini istedi. İngiliz sansürü bu telgrafları duyurmayınca, ilgili devletlerin komisyona katılmalarını engelleme yoluna gitti. Ermeni Tehciri konusunda suç ve suçlu aramak çalışmaları sonuçsuz kaldı. Osmanlı Devleti'nde yaşamış olan Amerikan Konsolosları'nın da ellerinde belge bulunmadığı anlaşıldı. Malta'ya sürgüne gönderilmiş olan İttihatçılar için bu yolda suçlayıcı delil bulunmadığı kesinlik kazandı. Sonunda Malta'da tutuklu Türklerle, Osmanlı Devleti'nde tutuklu bulunan İngilizlerin mübadelesiyle de (takas) konu kapandı. Ermenilerin 1920 yılında yayınladıkları "Ermeni Katliamı" rapor ve kitapları gerçek olmadığı için etkisiz kaldı.

      Ermeniler, Osmanlı Devleti'nin çöktüğünü görerek İngiltere'nin desteği ile bir Ermenistan kurabilecekleri umuduyla yeniden harekete geçtiler. 12 Şubat 1919'da Paris Barış Konferansı'na başvurarak, Kilikya dahil, Doğu Anadolu'da bir Ermenistan kurulmasını, tehcir suçlularının cezalandırılmasını ve Ermenistan'ın büyük devletlerden birinin "Manda" sına verilmesini istediler. A.B.D. Başkanı Wilson Manda konusunda eğilimli görünüyordu. Lloyd George, Ermeni isteklerini "Ermeni Masalı" olarak kabul ettiği halde isteklerini ciddiye aldı. Doğu Anadolu'ya bir komisyon gönderilmesi kararlaştırıldı. Fakat Fransa ve İngiltere bu komisyona katılmayınca A.B.D. yalnız kaldı. General Harbord başkanlığındaki komisyon Doğu Anadolu'yu gezdi. Gerek King-Crane Komisyonu'nun, gerekse Harbord'un raporları Ermeni Mandası konusunda A.B.D. Kongresi'ni etkiledi ve Monroe Doktrini'ne dönen A.B.D. manda önerisini reddetti. General Harbord raporunda Ermenilerin hiçbir zaman ve hiçbir yerde çoğunluk olmadıklarını bildirmişti. Ermeni mandasının A.B.D.'ye büyük bir ekonomik ve askeri yük getireceği de belirtilmişti. Ermeniler diğer yandan İtilaf Devletleri'ne ve İstanbul'daki temsilcilerine başvurarak, göç ettirilmiş bulunan Ermenilerin İtilaf askerlerinin koruyuculuğunda Doğu Anadolu'ya döndürülmesini istediler. Fakat hiçbiri bunu kabul etmedi. Ancak Paris Barış Konferansı'nda, İtilaf Devletleri, Osmanlı Devleti'ne Sevr Antlaşması'nı imzalattılar. Ölü doğan bu antlaşmaya göre, bağımsız Ermenistan kurulacağı kabul ediliyordu. Ermeniler diğer yandan, Doğu Cephesi'nde Türk kuvvetlerine ve köylerine saldırıyordu. Rusya'nın çekilmesinden sonra kurulan Ermeni Devleti'ne karşı 15. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir ileri harekat için T.B.M.M.'nden izin istedi. Fakat Türk-Sovyet ilişkilerinin durumu nedeniyle harekat Mustafa Kemal Paşa tarafından ertelendi. Kafkasya'yı boşaltmış bulunan Sovyetler, Rusya'nın savaş içinde yaptığı gizli antlaşmaları ilan ederek, emperyalist olmadıklarını göstermek istediler. Oysa, göç ettirilmiş Ermenilerin geri dönmesini ve Doğu Anadolu'nun Türk olan şehirlerinin kurulacak olan Ermenistan'a verilmesini istiyorlardı. Böylece Çarlık döneminin politikası uygulanarak, önce Ermenistan kurulacak,sonra yutulacak ve Sovyetler Doğu Anadolu'yu ele geçireceklerdi. Mustafa Kemal Paşa bu istekleri kabul etmediği gibi, Eylül sonunda Kazım Karabekir Paşa'ya da Ermeni harekatını başlatmasını bildirdi. Ermenilerin bağımsızlılık istekleri Sovyetleri de rahatsız edince Türkiye ve Sovyetler anlaştılar. Ermeniler Türk ordusu karşısında yenildiler ve Gümrü Antlaşması (3 Aralık 1920) imza edildi. Türk tezini kabul eden Sovyetlerle de 16 Mart 1921'de Moskova Antlaşması imzalanarak sorun çözüldü. Bu olay Avrupa'da özellikle A.B.D.'nde Türkler ile komünistlerin Ermenistan'ı paylaştıkları şeklinde yorumlandı. Varolmayan Ermenistan'ın yağmalandığı propagandaları yapıldı.

      Güney Doğu Anadolu'yu işgal eden Fransızlar, burada Ermenilerden polis teşkilatı kurdular. Ermeniler, Türklere zulüm ve hakaretlere başladılar. Türk polisi ve jandarması, serbest çalışmasın diye Fransız komutanların emrine verildi. Ermenilerin her çeşit hakaret ve onur kırıcı davranışlarına göz yumulunca Antep, Urfa, Maraş halkı ayaklandı ve Fransızlara karşı kahramanlık örneği yarattılar. 1921 yılında II. İnönü Zaferi'nden sonra Fransız politikası değişti ve Sakarya Zaferi'nden sonra da 20 Ekim 1921 tarihinde Ankara'da Türk-Fransız antlaşması imzalandı. Fransa, her iki tarafın elinde kalan topraklarda genel af ilan edileceği hükmünü kabul ettirerek, suçlu Ermeniler lehine son kozunu kullandı.

      Türkiye Kurtuluş Savaşı'nda Yunanlıları ve onun arkasındaki İtilaf Devletleri'ni yenince 11 Ekim 1922'de Mudanya Ateşkesi imzalandı. Daha sonra Lozan'da gerçek barış sağlandı. Her iki metinde de Ermenistan konusundan söz edilmedi. Ermeniler Lozan Konferansı'na başvurdularsa da, artık zayıf bir Osmanlı Devleti değil, vatanını ve hakkını canıyla kanıyla kazanmış Türk Devleti vardı. Ermeni Devleti için toprak ayrılması önerilerini İsmet Paşa, Ermeni yurdu için ayrılacak bir karış dahi toprak bulunmadığını belirterek reddetti. 14 Aralık 1922'de yaptığı konuşmada Lord Curzon'un, Küçük Asya'daki 3.000.000 Ermeni'nin 130.000'e nasıl indiği sorusunu da İsmet Paşa, Türkiye tarihinde hiçbir zaman 3.000.000 Ermeni bulunmadığını, hatta dünyada bile bu kadar Ermeni bulunmadığını yabancı istatistiklere dayanarak ortaya koydu. Buna karşılık Balkanlar'da ve Doğu Anadolu'da son on yılda 2.500.000 Türk nüfusu azaldığını hatırlatarak bunların savaş kurbanları olduğuna dikkati çekti. İngilizlere, sömürgelerde ve İrlanda'da bağımsızlık vermesi gerektiği hatırlatıldı.

      Uzun ve sert görüşmelerden sonra 24 Temmuz 1923'te Lozan Antlaşması imzalandı. Ermeni konusu artık uluslararası bir sorun olarak kapanmıştı. Ülke dışında olan Ermenilerin iki yıl içinde dönmeleri kabul edildi. Fakat dünyanın bir çok yerine dağılmış olan Ermeniler bu hakkı kullanmadılar. Osmanlı Devleti'nin çöküşü sırasında bir çok savaşlar ve ayaklanmalar oldu. Devletin içindeki uluslar özellikle son 150 yıl içerisinde çok sıkıntı çektiler. Fakat bu ulusların içinde en çok sıkıntı çeken, savaşlarda en çok kıyılan Türkler oldu. Osmanlı-Rus savaşları ve en son Balkan ve Birinci Dünya Savaşı'nda milyonlarca Türk öldü ve göç etti. Bugün bile Türklerin bulundukları ülkelerden Türkiye'ye göçleri devam etmektedir. Bu Ermeni olayı tek yönlü bir olay olan "Katliam" değil, olayların çıkması ve gelişmesinin bir sonucu olarak bir "Mukatele " dir. Yani karşılıklı öldürme ve devletin iç güvenliğini korumak için başvurduğu bir yer değiştirme olayıdır. Bu konuda dünyada hiçbir devletin Türkiye Cumhuriyeti'ni suçlamaya hakkı yoktur. Devletlerin bu konuda suçlayacakları bir liste yapılırsa, Türkiye bu listede hiç kuşkusuz Almanya, Rusya, İngiltere, Fransa, İtalya, A.B.D., Belçika ve daha bir çok ülkeden sonra gelir.

      * Ergün AYBARS,Türkiye Cumhuriyeti Tarihi 1, Ege Ün. Basımevi, İzmir, 1986, ss 78-90
      Bu Şehir Girdap Gülüm

      Girdapda Mehtap Gülüm

      Feleğin Bir Suyu Var

      Su Değil Kezzap Gülüm...
      TÜRKİYE-ERMENİSTAN ARASINDAKİ SİYASİ İLİŞKİLER

      Türk-Ermeni ilişkileri, Ermenistan'ın 1991 yılında bağımsızlığını kazanmasının ardından, ilk Devlet Başkanı Levon Ter-Petrosyan yönetiminde nispeten ılımlı bir havada geçti. Ermenistan'ın ihtiyacı olan reformları sağlayabilmesi ve bağımsız olabilmesinin önceliğini, barış ve istikrara bağlayan Ter-Petrosyan, "dört tarafı düşmanlarla sarılı olan Ermenilerin, Türkiye, Gürcistan ve Azerbaycan'daki sözde Ermeni topraklarının geri alması gerektiği" şeklinde çerçevelenen geleneksel Ermeni doktrini karşısında, ülkesinin barış ve istikrara ihtiyacı olduğunu görmüştü.

      Kendi çıkarlarını kendi güçleriyle savunmaları gereken Ermenilerin, bulundukları coğrafyadaki diğer halklarla birlikte yaşamayı öğrenmeleri gerektiğini düşünen Ter-Petrosyan, Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeye önem vermişti. Ter-Petrosyan yönetimi Türkiye'yi, "Batı'ya açılan en önemli kapısı" olarak görüyordu. Bu nedenle, Ter-Petrosyan, her alanda zayıf, doğal kaynaklardan yoksun ve kapalı bir bölgede bulunan Ermenistan'ın, Türkiye'nin hassasiyet gösterdiği "soykırım iddiaları" ve "toprak talepleri" hususlarında daha temkinli bir yaklaşım içerisinde olmasından yana siyaset izledi.

      Ermenistan Ulusal Hareketi ve Ter Petrosyan, soykırım iddialarının gündeme getirilmesine ve Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi'nde yer almasına da karşı çıktı. Bağımsızlık Bildirgesi ilan edildikten sonra, Ter-Petrosyan'a yöneltilen en şiddetli eleştiri, iktidara geldikten sonra "Ermeni Davası"nı destekleme sözünü yerine getirmediği yani, sözde soykırım iddialarından ve toprak taleplerinden vazgeçtiği yönünde oldu.

      Ter-Petrosyan'ın Türkiye'ye yönelik soykırım iddialarını ve toprak taleplerini gündeme getirmemeye özen göstermesine ve Ermenistan'ın 1992 yılında AGİK'e girerek "sınırların değişmezliği" ilkesini resmen tanımış olmasına rağmen, Ermenistan söz konusu iddialarından kolayca vazgeçmeyeceğinin emarelerini verdi:

      Ermenistan bağımsızlığını kazanmasının ardından yayınladığı "Bağımsızlık Bildirgesi"nde ve "Anayasa”sında da yine, sözde soykırım iddialarının yanı sıra, Türkiye'nin Doğu Anadolu bölgesindeki toprakları üzerindeki hak iddialarını açıkça ortaya koydu. "Bağımsızlık Bildirgesi", "Bağımsızlık Kararı" ve "Ermenistan Anayasası" olmak üzere, bugünkü Ermenistan için önem arz eden üç belge, Türkiye Cumhuriyeti'nin toprak bütünlüğüne yönelik çirkin stratejiyi gözler önüne seriyor.

      Tüm bunlara rağmen Türkiye, Ermenistan'a yönelik bir iyi niyet jesti olarak, 1988 depreminde Ermenistan'a insani yardım gönderdi, Nisan 1991'de ise Türkiye'nin Moskova Büyükelçisi Volkan Vural'ın Ter-Petrosyan ile yaptığı görüşmede, sınır ticaretinin başlatılması, karayolu ve havayolu bağlantılarının sağlanması gibi konular geniş bir yelpazede ele alındı, Türkiye, bağımsızlığını ilan eden bu ülkeyi tanıyan ilk devletlerden biri olarak, Ermenistan'a yönelik yaklaşımını açık ve net bir şekilde ortaya koydu.

      Türkiye, Aralık 1991'de Ermenistan'ın bağımsızlığını hiçbir önkoşul öne sürmeksizin tanıdı ve ardından ciddi ekonomik sıkıntı içine düşen bu ülkeye insani yardımların ulaştırılması için sınırlarının kullanılmasına izin verdi. Türkiye, 1992'de yapılan anlaşmalarla, AB'den Ermenistan'a gidecek olan buğday yardımının kendi topraklarından geçmesini kabul etti, ardından aynı yıl, elektrik satışını öngören anlaşmayı onayladı.

      Türkiye'nin girişimleriyle kurulan Karadeniz Ekonomik İşbirliği Örgütü'ne, Karadeniz'e kıyısı olmamasına rağmen Ermenistan da davet edildi, Ankara'nın söz konusu yaklaşımı, bölgesel işbirliği ve barış açısından olumlu karşılandı.

      Söz konusu gelişmelerin, Yukarı Karabağ'da Ermeni-Azeri çatışmalarının yoğun olarak yaşandığı döneme denk geldiği düşünülürse, Türkiye'nin Ermenistan'la ilişkilerini geliştirmeye ne derece önem verdiği açıkça gözleniyor.

      Türkiye'yi soykırım yapmakla suçlayan ve bunu uluslararası arenaya taşımayı anayasal hedefi olarak ortaya koyan, Türkiye'nin bir bölgesinden "Batı Ermenistan" olarak söz eden, Azerbaycan topraklarını işgal ederken, Hocalı gibi bölgelerde sivil katliamlar yapan, Kars Anlaşması'nı, dolayısıyla Türkiye ile olan sınırını tanımadığını ilan eden Ermenistan'a karşı, Türkiye'nin Erivan ile diplomatik ilişki kanallarını kapatmak zorunda kalmasının faturasının sadece Türkiye'ye çıkartılması, uluslararası hukuk ilkelerinin tartışılmasına neden oluyor.

      Ermenistan'ın, toprak bütünlüğünü tanımadığı bir ülke ile diplomatik ilişki tesis etmesinin de mümkün olmadığı açık. Türkiye, Ermenistan'ın uzlaşmaz ve saldırgan yaklaşımlarına karşı daha fazla direnç gösteremeyerek, 1993'ten itibaren, Ermenistan'a her tür yardım sevkıyatını durdurdu. Buna rağmen, Ermeni-Azeri tarafları arasında ateşkesin sağlandığı bir dönemde Türkiye, Ter-Petrosyan'dan gelen ılımlı cevaplara karşılık verdi, H-50 koridorunu hava trafiğine açarak, bir iyi niyet adımı daha attı.

      Ter-Petrosyan dönemi süresince Ermenistan ile ilişkisini normalleştirmeye gayret gösteren ve Ermenistan'ın uluslararası sisteme entegrasyonuna yönelik girişimleri destekleyen Türkiye, Azeri ve Ermeni taraflarına arabuluculuk rolü üstlenebileceğini bildirdi, sorunun çözümlenmesi halinde kara sınırının açılabileceğini açıkladı, ancak bu konudaki çabalar da bir sonuç getirmedi.

      Türkiye ile ilişkiler konusunda çok daha radikal bir tutum içerisinde olan Ermenistan dışındaki Ermeni toplumu ve bunların partileriyle mücadelede zorlanan Ter-Petrosyan, sonunda istifa etmek zorunda kaldı, sonrasında yapılan seçimlerde ise, fanatik Taşnakların desteğine sahip ve radikal politik görüşleriyle bilinen Robert Koçaryan, Ermenistan Devlet Başkanı oldu.

      Robert Koçaryan'ın Nisan 1998'de Cumhurbaşkanı olmasıyla birlikte Ermenistan, Türkiye ile ilişkilerinde sertlik yanlısı bir politika izlemeye başladı, iktidara geldiği andan itibaren sözde soykırımın dünya üzerinde tanınmasını Ermenistan'ın dış politika hedeflerinden biri olarak açıkladı.

      Koçaryan'ın şiddet merkezli, Türkiye'nin sınırlarını tanımadığını ima eden, sözde soykırım iddialarının tanınmasını Ermenistan dış politikasının baş sırasına koyan ve işbirliği için herhangi bir girişimde bulunmayan, Karabağ sorununda çözümsüzlüğü çözüm sayan dış politikası, iki ülke arasındaki ilişkilerde gelişme sağlanmasının önünde hep bir engel olarak duruyor
      ALLAH'ım sevgini ve seni sevenin sevgisini
      ve seni sevmeye beni yaklaştıranın sevgisini bana nasip et...
      1960'lı yılların ikinci yarısından itibaren, çeşitli ülkelerde yerleşik olan Ermeni grupların, Türkiye aleyhine başlattıkları karalama kampanyaları ile varlığını hissettiren sözde Ermeni sorunu, 1973'den sonra "Kanlı Ermeni Terörizmi"ne dönüşmüştür.

      Bu tarihten itibaren Türkiye'ye yönelik Ermeni faaliyetleri, "Dört T" planı çerçevesinde uygulamaya konulmuştur. Bu plan, sözde Ermeni sorununun tüm dünyada Tanıtılması, soykırımın Tanınması, Türkiye'den Tazminat alınması ve Toprak elde edilmesi aşamalarını içermektedir.

      Bugün, maksatlı olarak gündemde tutulmaya çalışılan sözde Ermeni sorununun ne derece mesnetsiz olduğunu ve ne tür çıkar kaygıları ile ortaya atıldığını daha iyi anlayabilmek için tarihsel gelişiminin incelenmesinde fayda görülmektedir.

      Konunun devamını Genel Kurmay başkanlığının sitesinden okuyabilirsiniz.

      tsk.mil.tr/uluslararasi/ermenisorunu.htm
      "Can ile bizden eğer hoşnut ise Canımız.

      Cana minnettir O'nun kurbanı olsun Canımız.

      Canımı canan eğer isterse, minnet Canına.

      Can nedir ki, onu kurban etmeyem Cananım'a..."
      Genelkurmay'dan yeni Ermeni belgeleri

      ANKARA(ANKA)

      Genelkurmay Başkanlığı'nın "Arşiv Belgeleriyle Ermeni Faaliyetleri 1914-1918" başlıklı 8 ciltlik yayın dizisinin 3 ve 4'üncü ciltleri Genelkurmay ATASE ve Denetleme Başkanlığı Yayınları'nca yayınlandı.


      Kapaklarında Ermeni terör örgütlerince 15 Temmuz 1915'te Diyarbakır Lice'de öldürülen Türkler ile yine 23 Temmuz 1915'te Diyarbakır'ın Hızırilyas Köyü'nde katledilen kadınlar ve çocukları gösteren fotoğrafların yer aldığı kitaplar Türkçe ve İngilizce yayınlanırken Osmanlıca orijinal belgelere yer verildi.

      ATASE ve Denetleme Daire Başkanı Korgeneral Eyüp Kaptan, kitaplara yazdığı sunuşta "Dün, bugün ve gelecek çizgisinde, toplumların tarihten öğrenecekleri bilgi sonsuzdur" dedi.

      Korgeneral Kaptan, tarihte bilginin doğruluğunun belgelerle kanıtlandığına dikkat çekerken, "Tarihe mal olmuş olayların da bilimsel ölçütlerde değerlendirilmesi ancak belgelerle yapılabilir" dedi.

      Tehcir uygulaması öncesinde örgütsel faaliyetlerin hangi düzeylere vardığını gösteren belgelerin düşündürücü olduğunu ifade eden Korgeneral Kaptan, "Yasal olarak göründükleri halde, yasadışı eylemlere kalkışan Ermeni terör örgütlerinin nasıl bir kaos ortamı yaratmayı hedeflediklerinin" belgelerde görüleceğini ifade etti.

      Korgeneral Kaptan, sunuşunda şöyle dedi:

      "Hukukun üstünlüğü prensibi, devletlerin temel prensiplerindendir. Bu belgelerde açıkça görülecektir ki Devlet, her zaman ve her koşulda hukukun üstünlüğü prensibinden ödün vermediği için, hukuka aykırı hiçbir işlem yapmaktan da özenle sakınmış ve keyfiliğe hiçbir şekilde fırsat tanımamıştır."

      EMİRLER PARİS MERKEZLİ

      Kitaplardan 3'üncü ciltte Ekim 1914'te Talat Paşa ve Bakanlar Kurulu üyelerine yönelik suikast girişimi, bununla ilgili olarak yakalanan Hınçak örgütü üyelerinin ifadeleri, hazırlanan iddianame, suikast girişiminin dış bağlantısı, örgüt militanlarının kışkırtılması, yargılananlar hakkında verilen kararların dayandığı Ceza Kanunu'nun ilgili maddeleri yer alıyor.

      3'üncü ciltte yer alan en ilginç bilgi ise Türklere yönelik katliamları ve suikastleri gerçekleştiren Hınçak örgütünün karar vericilerinin "Paris merkezli" faaliyet göstermeleri ve oradan "emir" almaları. Tüm örgüt üyeleri Hınçak'ın Paris merkezli olduğunu ve emirlerin oradan alındığını açıklıyorlar. Artin Cihan Gülyan 9 Şubat 1915 deki ifadesinde şu açıklamaları dikkat çekiyor :

      "-En büyük merkeziniz neresidir?

      Paris

      -İstanbul merkezi nasıldır?

      İkinci derecedir. Bulgaristan, Romanya, Rusya, Amerika, ve İran'daki şubeler doğrudan doğruya Paris'e bağlıdır. Türkiye içindeki şubeler Türkiye merkezine bağlıdır.

      -Genel kongreyi hangi merkez teklif eder?

      Öncelikle, genel merkez, yani Paris teklif eder."

      Hınçak üyesi Arzruni Efendi'nin 10 Şubat 1915 tarihli ifade tutanaklarına şöyle yansıyor:

      "-O halde gerek Türkiye ve gerekse diğer devletlerdeki merkez ve şubeler tamamen Paris'e bağlıdırlar, değil mi? Onun tarafından bir kongre toplanması teklif edilirse, kabul etmeye mecbursunuz değil mi?

      -Evet, doğal olarak bağlıyız, kongre teklifini önceden söylemiştim. Teklif ettiği zaman kabul etmek zorundasınız."

      Kilis Ermeni Hınçak Örgütü katibi Vahan Tomasyan'ın ifadesinde ise "Kulüp defterinde adı geçen, Ermeni askerleri ve müfrezeler ne demektir" sorusuna verdiği "Ermeni askerinden biz parti üyelerini anlarız. Müfreze de partidir" yanıtı dikkat çekiyor.

      Kitabın 4'üncü cildinde ise Ermeni emelleri, terör faaliyetlerine karışan Ermeni teröristlerin idam kararları ve Padişah Mehmet Reşat'ın buna ilişkin onay kararı, Hınçak örgütünün şubelerine isyan içeren bildirgesi, son Hınçak Örgütü'nün ana tüzüğü, Hınçak örgütünün gizli amaçlarının ifade edildiği bildirge ile bomba imha edip saklayanlar ile gizlice örgüt üyelerine verenler hakkındaki mahkeme kararları yer alıyor.

      KATLİAMLAR İÇİN "ÜZÜNTÜ VERİCİ EYLEM" DEYİMİ KULLANILDI

      Hınçakyan örgütünün 7 numaralı genelgesindeki "Geçirmekte olduğumuz önemli günler, Türkiye Ermenilerinin kurtuluşlarını ve kendi yönetimlerini belirleyebileceğinden şu anda illerdeki Ermenilerin azimli, kararlı ve kendilerine yakışacak surette hareket etmeleri lazımdır. İşte bundan dolayı ortaya çıkan durumu ve üzüntü verici eylemleri bildirmek zorunlu oluyor" ifadeleri dikkat çekiyor.
      "Can ile bizden eğer hoşnut ise Canımız.

      Cana minnettir O'nun kurbanı olsun Canımız.

      Canımı canan eğer isterse, minnet Canına.

      Can nedir ki, onu kurban etmeyem Cananım'a..."
      ermenisorunu.gen.tr ilk onda

      Ruhat Mengi'nin köşesinden destek verdiği ve arama motorlarında ön sırada olması için destek istediği ermenisorunu.gen.tr sayfası ilk on sıraya yükselmeyi başardı.



      Ruhat Mengi'nin köşe yazısından bir kesit

      Sayfamız ilk 10 site arasında!

      Forsnet Genel Müdürü Orhan Samast gönderdiği mailde şöyle diyor:

      “Sayın Mengi,

      Desteklerinizle binlerce kişinin ziyaret ettiği Ermeni Sorunu sayfamız artık ilk 10 site arasında. ‘Armenian, Armenian Genocide, Ermeni’ vb. kelimeler google arama motorunda yazıldığında ilk sıralarda ermenisorunu.gen.tr çıkıyor (...)

      İlginize ve desteğinize çok teşekkür ediyoruz.

      Saygılarımızla”

      Onlar bana teşekkür ediyor, ben de siz sevgili okurlarıma... Yazdığım sitelere gösterdiğiniz ilginin nasıl bir sonuç yarattığını görüyorsunuz (yalnız, birçok okuyucu bu sitenin “yoğunluk nedeniyle servis dışı” olduğunu yazıyor onu da bildirmiş olayım.)

      Şimdi bir adres daha vereceğim. Hatırlayacaksınız ABD’nin önemli kanallarından biri olan PBS’de Ermeni diasporasının sponsorluğunda hazırlanan ve Ermeni iddiasını destekleyen bir program yayınlandı. Bu program sonrasında Türk tarihçilerin de konuşması yayınlanacaktı fakat Ermeni lobisinin aşırı faaliyeti ve bizden de Halil Berktay’ın onlara değerli (!) önerileriyle onların konuşması önlendi.

      Daha sonra gönderilen çok sayıdaki şikayet mektubu nedeniyle bu tartışma için yeniden bir oylama yapılıyormuş.

      Şimdi msnbc.msn.com/id/12412125[/URL] ’e girip “yes, allowing historians with differing views to debate a film’s premise increase understandin” şıkkını işaretlemeniz ve bunu yaymanız gerekiyor.

      Aslında Amerika gibi bir ülkede herhangi bir konunun tek görüşlü programlarla anlatılmasına izin verildiğini görmek çok şaşırtıcı. Bizde Bilgi Üniversitesi’nde meşhur “konferans grubu”nun yaptığı ve içeri sadece aynı görüşten olanları aldığı konferans gibi... Demek ki lobi güçlü olunca her şey mümkün!

      (Vatan)






      ermenisorunu.gen.tr

      ERMENİLERİ ÇILDIRTAN GİZEMLİ AMERİKALI

      Ermenileri çıldırtan gizemli Amerikalı

      Sanal âlemde gerçek kimliğini âdeta devlet sırrı gibi saklayarak sürekli "Holdwater" takma adını kullanan New Yorklu bir işadamı, kurduğu popüler bir internet sitesiyle, yıllardır sistematik biçimde soykırım propagandası yapan Amerikan Ermenileriyle Türkiye adına kıyasıya çarpışıyor.

      Bir Gazeteci, 2000'lı yılların başlarından bu yana yayında olan "Uzun Ermeni Masalı" adlı sitesi nedeniyle fanatik Ermenilerden sürekli ölüm tehditleri alan, yayınları hergün defalarca sabote edilen Holdwater'a ulaştı ve amacını sordu.

      Yanıt kısa ve netti:

      "Çünkü Türkler haklı. Bu iddia, yakın tarihin en büyük yalanıdır!"


      tallarmeniantale.com <tallarmeniantale.com >

      Türkiye, uzun ve zengin tarihsel geçmişi sayesinde yalnızca "amansız düşmanlar" değil, yerkürenin her köşesinden bir yığın "gönül dostu" da kazanmış son derece özel ve ayrıcalıklı bir ülke.

      Devletin zirvesinde yer alanlar uluslararası arenada serseri mayın gibi dolaşan türlü suçlamalara ve aleyhte propagandalara var güçleriyle cevap yetiştirirken, Türkiye'nin çoğu kez adını sanını dahi bilmediği bu gönül dostları da Ankara'yı verdiği mücadelelerde sessiz ve derinden çabalarla desteklemekteler...

      "Holdwater", bunların en ilginç ve sıradışı olanlarından biri. Bu gizemli Amerikalı, uzun yıllardan bu yana ABD merkezli ve de çok etkili bir internet sitesinin finansörlüğünü yapıyor.

      "Tall Armenian Tale: Other Side of the Falsified Genocide" (Büyük Ermeni Yalanı: Sahte Soykırımın Öteki Yüzü) adlı sitenin ana hedefi ise -adından da anlaşılacağı üzere- Ermeni diasporasının soykırım iddialarına esaslı yanıtlar vermek.

      Her tarih araştırmacısının mutlaka incelemesi gereken bu muhteşem arşivde Ermeni propagandasına cevap oluşturan ne çeşit bilgi, belge ve fotoğraf ararsanız fazlasıyla var. Ancak elbette ki İngilizce bilmek koşuluyla...

      "Türkiye topyekün uyuyor!"

      Teknik kusursuzluğunun yanısıra içerdiği derin Türkiye sevgisi karşısında da hayrete düştüğümüz bu sitenin kurucusunu yakından tanımak üzere sanal âlemde yola çıktığımızda, doğrusu ya, ilk anda, "daldığı dünya işlerinden biraz olsun başını kaldırıp, zamanının ve parasının bir bölümünü ülkesinin global çıkarları için harcayan vatansever bir Türk" ile karşılaşacağımızı umuyorduk.

      Ancak, sonuç pek de öyle olmadı. Daha doğrusu hiç öyle olmadı ve karşımıza Türklükle ilişkisi kıldan ince kılıçtan keskin bir Amerikalı işadamı çıktı! Söyleşi konusunda ilk aşamada oldukça tereddüt eden "Holdwater", kendisine ilettiğimiz kişisel bilgileri ve referans mahiyetindeki haberlerimizi enine boyuna inceledikten sonra bazı sorularımızı cevaplandırmayı kabul etti.

      Muhatabımız, kendisiyle ilgili bilgiler vermeden önce, yabancılara karşı sergilediği bu yoğun kuşkuculuğun nedenlerini ise şöyle açıkladı:

      "Titizliğimi sakın ola kişiliğinize yönelik bir tavır olarak algılamayın. Bu açıklamaları yapmadan önce sizi ve söyleşimizin yayınlanacağı mecrâyı mutlaka yakından tanımak zorundaydım. Yoksa, Türkiye'nin dostları benim de dostlarımdır. Ancak, siteme her gün Ermeniler tarafından en az 20-30 hacker saldırısı yapılıyor.

      Öylesine pahalı ve gelişmiş bir güvenlik sistemine sahibim ki site her seferinde en fazla 3-5 dakika çöküyor, sonra yeniden devreye giriyor. Aldığım hakaret ve tehdit mesajlarının ise haddi hesabı yok.

      Sizler, binlerce kilometre ötedeki ülkenizde Amerikan Ermenilerinin Türklere ve Türkiye dostlarına duyduğu nefretin boyutlarını tahayyül bile edemezsiniz. Bu insanlar bütün hayatlarını Türkiye'yi her alanda güç duruma düşürmeye ve karalamaya adamış durumdalar.

      Özellikle California ve Kanada'daki Ermeni toplumu bu iş için neredeyse ülkenizin bütçesi kadar para harcıyor. Sizler ise Türkiye'de büyük bir umarsızlık ve pişkinlikle uyumaya devam ediyorsunuz!

      Bu nefret dolu insanlar, tarihte hiç yaşanmamış hayâlî bir soykırıma pek yakında bütün dünyayı inandıracaklar. Türkiye, 1915'te kendisini savaşın en kötü günlerinde arkadan vurup binlerce yurttaşını katleden hain bir topluluğa verdiği haklı bir cezanın bedelini, 20. yüzyılın ikinci büyük soykırım hareketinin sorumlusu olarak lanse edilerek ödeyecek!"

      "Atadan Türk" bir Amerikalı Holdwater'a büyük bir merak içinde sorduğumuz ilk soru doğal olarak şu:

      "Siz kimsiniz? Türkiye'ye yönelik bu içten sevginiz nereden kaynaklanıyor?" Muhatabımız, "Resmî makamlar içinde yuvalanmış Ermeniler de dahil, sayıca çok kalabalık bir grubun tehdidi altındayım.

      Bu nedenle cevaplarım da kimliğimi ele verici nitelikte ve köşeli değil, kendimi korumak için bir hayli esnek olacaktır" diyor; ardından da başlıyor anlatmaya...

      "Beni 'Holdwater' olarak tanımanız yeterli. Size gerçek adımı söylersem ve siz de bu adı gazetenizde basarsanız, emin olun ki en fazla birkaç gün içinde ne aile huzurumdan, ne gayet düzgün giden iş hayatımdan, ne de internetteki sitemden eser bile kalmayacaktır.

      Bu zorlu mücadeleyi otuz yıldan bu yana çeneme başarıyla hâkim olduğum için sürdürebiliyorum. O yüzden, lütfen beni bu hassas konuda fazla zorlamayın." Türkiye düşmanlarının gitgide arttığı bu uzak coğrafyada böylesine aykırı bir kişilikle karşılaşmak artık pek de kolay olmadığı için, Holdwater'ın anlattıklarıyla ister istemez yetinmek durumundayız.

      "Halen 50'li yaşlarımdayım. Annem ve babam 1940'larda ABD'ye göç eden iki Türk vatandaşıydı. Ben 1950'lerde New York'ta doğdum. Ailem bu ülkeye kolay uyum sağlayabilmem ve diğer göçmenler gibi gettolarda kaybolup gitmemem için, bana çocukluğum boyunca Türkiye hakkında hemen hemen hiçbir şey anlatmadılar; hattâ tek kelime Türkçe bile öğretmediler.

      Bilemiyorum, belki doğru, belki de yanlış yaptılar. Ben artık bunu onlarla tartışacak durumda değilim. Çünkü her ikisi de bu dünyadan göçtü. Türkiye'yi hayatım boyunca hiç görmedim ve tam bir Amerikalı olarak yetiştirildim. Zaten adım da bir Amerikalı adıdır.

      Çok ünlü bir kolejden mezun oldum. Gençlik yıllarımda ticarete atıldım, sonrasında zengin ve saygın birine dönüştüm."

      "Pekiyi, bunca aile içi asimilasyondan sonra, Türk kökenlerinizi nasıl biliyorsunuz o zaman?" diye soruyoruz bu kez. "Tabiî, her ne kadar silinmek istenen bir geçmiş de olsa, çocukluğumda evdeki konuşmalardan aslında Türkiye diye bir yerden geldiğimizi farkediyordum.

      Bir de 'Selamûnaleykûm', 'merhaba', 'günaydın" diye birkaç kelime kalmıştı aklımda. Bu gerçekle ilk yüzleşmem kolejdeyken oldu. Bir gün okuldaki panoya baktım, Ermeni gençler duvara bir propaganda afişi asmıştı.

      Türk bayrağının yıldızını Nazilerin gamalı haçına benzetmişlerdi ve o haçtan da Ermeni kanı damlıyordu. Bu görüntü beni çok sarstı. Eve dönünce anneme 'Anne, Türkler gerçekten Nazilerden farksız bir millet mi? Onlar yüzbinlerce suçsuz Ermeniyi katletmiş, doğru mu?

      Eğer öyleyse, bizler de katil miyiz' diye sordum. Annem bana sarıldı ve üzüntüyle 'Sakın okulda diğer çocuklarla böyle tartışmalara girme, yoksa seni döverler, hatta okuldan bile atarlar. Onlar bizden güçlü, Türk olduğunu çevrenden daima sakla' dedi.

      Babamın da tepkisi buna yakın oldu. Ben ise annemin gözlerine sinen o korkuyu ömrüm boyunca hep hatırlayacaktım."

      Ailesi bile durumdan habersiz. Hayatını kazanana kadar bu konularda ortalık yerde pek fazla konuşmayan Holdwater, sonra iş-güç sahibi olmuş, evlenmiş ve rahata erince de tarih kitaplarına bir servet ödeyerek evinde hiç kimseye nasip olmayacak dev bir kütüphane kurmuş.

      Yıllar süren bir okuma ve araştırma sürecinde Türk tarihini âdeta yiyip yutan kahramanımız, bu faaliyetlerini sürdürürken çevresine karşı sürekli temkinli olmayı da hiç ihmal etmemiş.

      "Eşim ve çocuklarım bile benim bu uğraşlarım hakkında pek fazla bilgi sahibi olmadılar. Çünkü ilerleyen yıllardaki gelişmeler anne ve babamın aslında ne kadar haklı olduklarını, Ermenilerin ABD'de ne kadar güçlü bir azınlığa dönüştüğünü ve Amerikan toplumuna ne denli pervasızca yalan söylediklerini bana fazlasıyla gösterdi.

      Bu arada, Türk toplumunun Amerikan medyasındaki imajının -genelde Ermenilerin kışkırtmasıyla- ne kadar kötü olduğunu da üzülerek farkettim. Ermeniler, ABD'de medya ve sinema endüstrisinin her köşesine sızmış durumdaydılar ve bu kişiler Türkiye'yi aşağılama yönündeki en küçük bir fırsatı bile kaçırmıyorlardı.

      Halen de öyledirler. İnternet çağı başlayınca, daha önce broşürlerle yaptığımı bu defa siteyle yapmaya başladım. Ölene kadar da bu mücadeleyi sürdüreceğim."

      Holdwater'a göre Türk Devleti; gazeteleri, dergileri, sinemayı, televizyonu, sporu, edebiyatı, hattâ diplomasi ve turizmle oluşan bireysel dostluk ilişkilerini bir bütün olarak karşı propagandada kullanmayı öğrenmediği sürece, Ermeni yalanlarının karşısında ilelebet durabilme şansı olmayacak.

      Ona göre, sağlıklı bir iletişim kurmanın imkânsız olduğu bu göz dönmüş topluluk karşısındaki en iyi savunma yöntemi "saldırı" ve Ankara da artık gerçek gücünü kullanıp atağa kalkmak zorunda...

      Son sorumuz ise "inanç" üzerine. "Kendinizi hangi dinden hissediyorsunuz?" diye soruyoruz. "Ben, kendi sosyal çevremde pazarları ailesiyle birlikte kiliseye giden tipik bir Hıristiyan görünümündeyim"diyor,

      "Ancak zamanla aslıma ait herşeye nasıl tek tek döndüysem, fazla sezdirmeden öz dinime de dönmeye çabalıyorum. Kendimi şimdilik bir 'kültürel Müslüman' olarak tanımlayabilirim. Daha sonrasını ise yalnızca Allah bilir!"

      Holdwater ile görüşmek isterseniz... Holdwater'ın kurup yönettiği "Tall Armenian Tale", sanal âlemdeki sitelerin ziyaret edilme sıklığını ölçen bağımsız gözlemci kuruluşlar tarafından ABD'de internetin "en popüler 25 tarih sitesi" arasında gösteriliyor.

      Site şu anda da rating olarak bir hayli üst sıralarda yer almakta. Ancak Holdwater, başta ABD olmak üzere bütün dünyadan çok ciddi sayıda ziyaretçi alan sitesinin Türkiye'deki Türkler tarafından hâlâ yeterince tanınmadığını belirtiyor ve verdiği bu kararlı mücadeledeki yalnızlığını ince bir eleştiri içeren şu sözlerle açıklıyor:

      " T.A.T, sanal dünyada Ermenilerin bütün engelleme girişimlerine rağmen yıllardır faaliyette. Ancak bugüne dek beni Türkiye'den arayıp iltifatlarıyla onurlandıran ve çalışmalarımla ilgili olarak ayrıntılı bilgi almak isteyen ilk Türk gazetecisi siz oldunuz.

      Diğerleri sanırım çok meşgûldüler."

      Sözde "Ermeni soykırımı" iddialarıyla ilgili ayrıntılı bilgi ve belge arayanlar için gerçek bir hazine görünümündeki bu gözkamaştırıcı sitenin adresi şöyle: <tallarmeniantale.com/>Sitedeki

      elektronik posta adresini

      ( holderwater@yahoo.com <us.f369.mail.yahoo.com/ym/Compose?To=holderwater@yahoo.com>)

      kullanarak Holdwater'a doğrudan ulaşabilir, kendisine her türlü soru ve yorumlarınızı, ayrıca iyi niyet mesajlarınızı iletebilirsiniz. Çok kısa bir süre içinde dostça bir yanıt alacağınızı da şimdiden garanti ediyoruz. Ayrıca, gözlemleyebildiğimiz kadarıyla, kendisi Türk toplumundan gelecek böyle bir dostane desteği de aslında içten içe arzuluyor.

      Arkadaşlar aranızda İngilizce bilenleriniz İngilizce, bilmeyenleriniz de Türkçe olarak lütfen

      holderwater@yahoo.com <us.f369.mail.yahoo.com/ym/Compose?To=holderwater@yahoo.com>

      adresine teşekkür e-postaları yollayın. Bizi yıllardır savunan bu gözüpek Türk dostuna en azından teşekkür ederek destek olun. İnternet'te bu sahte, yalanlarla dolu, Sözde Ermeni Soykırımı'nı savunan o kadar çok site var ki, Ermenilerin bu yalana harcadığı emek ve parayla Ermenistan'daki açlar doyar, Dünya'da barış olurdu desek yalan olmaz.

      Lütfen arkadaşlar en azından bir teşekkürü fazla görmeyelim.

      --Diğer yazılar için lütfen ziyaret ediniz:

      <blogcu.com/turkekini>
      Yazar: Mustafa Tarih: 23.10.2006 Saat: 22:41


      Şimdi bir adres daha vereceğim. Hatırlayacaksınız ABD’nin önemli kanallarından biri olan PBS’de Ermeni diasporasının sponsorluğunda hazırlanan ve Ermeni iddiasını destekleyen bir program yayınlandı. Bu program sonrasında Türk tarihçilerin de konuşması yayınlanacaktı fakat Ermeni lobisinin aşırı faaliyeti ve bizden de Halil Berktay’ın onlara değerli (!) önerileriyle onların konuşması önlendi.


      Ruhat Mengü'nün yazısında belki de en önemli cümle bu. Yani ABD'de bir TV'de bir program yapılacak ve orda herkes konuşacak. Bu arada Ermeni Soykırımı diye bir şey yoktur diyenler, yani Türk tarafı da konuşacak ama Halil Berktay adlı bir Türkiyeli'nin (!) önerisi ile Türk tarafı konuştırılmuyor.
      Acaba bu Halil Berktay kimdir?
      Adını herhangi bir arama motoruna yazarak bir çok bilgiye ulaşabilirsiniz. Bunu ben de yapabilirim ama önce Prof. plduğunu bildiğim bu kişi hakkında bir tahmin yapmak istiyorum.

      1) Büyük ihtimal ile Liberaldir.
      2) Büyük ihtimal ile Masondur.
      3) Büyük bir ihtimalle SOROS Vakfı vb. ile irtibatları vardır.
      4) Büyük ihtimal ile bazı Platformlarda bildirileri vardır.

      Yanıldığım her tahmin için herkesten özür dileyeceğim.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Önyargılı diplomatlar mahçup oldular...

      Sözde Ermeni soykırımı iddialarının yeniden gündeme getirilmesi üzerine Türk Tarih Kurumu (TTK) Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu ,tüm dünyaya,'Osmanlı arşivleri başta olmak üzere bu konudaki bütün belge ve bilgileri paylaşmaya hazırız'çağrısı yaptı. Bu çağrı üzerine birçok ülkenin büyükelçiliklerinden ve konsolosluklarından görevli diplomatlar arşivlere akın etti.
      Diplomatlar sadece Osmanlı değil,Amerikan, ingiliz, Fransız ve Ruslar'a ait belgeleri de inceledi. TTK'nin elinde, Osmanlı arşivlerinin yanı sıra 100 bin sayfa yabancı ülkelere ait belge bulunuyor.

      Özür dilenmeli

      Belgeleri gören diplomatların neredeyse tamamı, çok şaşırdı ve ne yapacağını bilemedi. Türkiye'ye karşı önyargıyla hareket ettiklerini kabul eden diplomatlardan bazıları TTK'daki belgelerin kopyalarını alırken, bazıları da raporlar hazırlayarak ülkelerine gönderdi.
      Danimarka Büyükelçiliği'nden bir diplomat, İngiliz ve Fransızlara ait belgeleri görünce önyargılı olduğunu kabul etti. Diplomat, 'Türkiye'den özür dilenmesi gerekir' dedi. Türkiye'nin soykırımı iddiaları konusunda bazı adımlar atmaması halinde AB sürecinde zarar göreceği uyarısını yapan İsveçli bir diplomat, önüne konulan bir belgeyi okuyunca donakaldı. Belgede, sözde soykırımı iddialarının ortaya atılmasından sonra Osmanlı devletinin 1919'da 'dört tarafsız ülkeye'resmi bir yazı göndererek, 'iddiaları siz araştırın' diye teklifte bulunduğu yer alıyor. Teklifin yapıldığı ülkeler ise ispanya, Danimarka, Hollanda ve İsveç. Kendi ülkesinin bu çağrıya olumlu yanıt vermediğini öğrenen diplomat, mahcup bir halde TTK'dan ayrıldı.

      Her şeye açığız

      Bir Fransız diplomat da 'Near East Relief' isimli Halep'teki bir yardım kuruluşunun belgelerini inceledi. Soykırımında öldürüldükleri iddia edilen 485 bin Ermeni'nin Suriye'ye göç etti?ine, Halep'te başgösteren sağlık sorununa müdahale eden tek uluslararası sağlık kuruluşu olan Near East Relief'in, bu Ermenileri tedavi ederek kayıtlarını tuttuğuna ilişkin belge, Fransız diplomatı şaşırttı.


      Diplomat, soykırımında öldüğü bildirilen bazı Ermenilerin isimlerini bu belgede görünce ne diyeceğini bilemedi. TTK' ya gelen bir İngiliz diplomata da dönemin İngiliz ordusuna ait bir kripto verildi. Kriptoda Anadolu'daki nüfus yapısı yer alıyor. Belgede 1914-1919 arasında, Ankara'daki Ermeni nüfusun 26 bin arttığı, Kayseri sancağında ise 2 bin azaldığı belirtilerek, Ermenilerin, daha güvenli bölgelere kendi isteği ile göç ettiği ifade ediliyor.

      Ercan YAVUZ / ANKARA
      Akşam Gazetesi - 21.03.2005
      *
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      Ermenistan Başbakanı Kaçaznuni'nin itirafları

      Ermenistan Başbakanı Kaçaznuni'nin itirafları
      yurtiçinde yurt dışında herkese gönderelim.
      Sözü edilen bu kitap Ermenistan'nın ilk Başbakanı Kaçaznuni'nin
      1923'te parti konferansında sunduğu tebliğ metni olarak Mehmet Perinçek
      tarafından Rus arşivlerinde bulunmuş ve Kaynak Yayınları tarafından kitap
      olarak yayınlanmıştır. Bildiğim kadarı ile su anda İngilizce ve Fransızca
      olarak ta yayınlanmış, Almanca çevirisi de bitirilmiş olabilir. Daha bir kaç
      dile çevrileceğini de biliyorum. Hatta İsçi Partisi bu kitabi Avrupa'da
      parlamenterlere gönderiyor. Umarım devlette ya da sivil toplum örgütlerinde
      birileri akıl eder de böyle bir kitabı her dilde çevirip tüm dünya yayın
      organlarına, AB meclisi üyelerinin ev adreslerine, sivil toplum
      kuruluşlarına, kitapçılara, kütüphanelere gönderirler. Önemli olan dünyanın
      bilmesi.
      Türklere biz savaş açtık
      Burhaneddin AYDIN 11/09/2006
      ERZİNCAN (İHA)- Uluslararası faaliyet gösteren Ermeni
      lobilerinin sözde soykırım iddiaları, Ermenistan'ın ilk Başbakanı Ovanes
      Kaçaznuni tarafından yalanlandı. Kaçaznuni'nin 1923 yılında Bükreş'te
      yapılan Ermeni meselesi ile ilgili Taşnak Partisi toplantısında sunduğu
      rapor gerçekleri bütün çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Kaçaznuni'nin
      Osmanlı döneminde yaşananları anlattığı kendi imzasını taşıyan rapor, Türk
      Hava Kurumu (THK) tarafından Rusça'dan Türkçe'ye tercüme edilerek kitap
      haline getirildi. Kitapta yer alan bilgiler Türkler'in Ermeni soykırımı
      yaptığı iddialarını kesin bir dille yalanlarken, kitap Türkiye genelindeki
      bütün kütüphanelere ulaştırıldı. Kaçaznuni'nin yakın tarihe ışık tutan belge
      niteliğinde sözlerinin yer aldığı kitap, Ermenilerin Osmanlı
      İmparatorluğu'na karşı nasıl bir ihanet içinde olduklarını da gözler önüne
      serdi. Yıllarca sözde soykırıma uğradıklarını iddia eden ve dünya kamuoyunu
      baskı altına almaya çalışan Ermenilerin bütün tezlerini çürüten ilk
      başbakanları, 128 sayfalık raporunda şu çarpıcı ifadelere veriyor:
      Operasyona katıldık
      1914 sonbaharında, Türkiye henüz savaşan taraflardan birine
      katılmadığı dönemde, Güney Kafkasya'da büyük gürültü içinde ve enerjik
      biçimde Ermeni gönüllü birlikleri oluşturulmaya başlandı. Sadece birkaç
      hafta içerisinde Ermeni devrimci Taşnaksutyun Partisi hem bu birliklerin
      kurulmasına hem de Türkiye'ye karşı gerçekleştirdikleri askerî operasyonlara
      aktif biçimde katıldı.
      Barışı sabote ettik
      Türklere karşı ayaklandık. Barışı sabote etmek için savaştık
      bile. Artık hepimiz Türkler’in düşmanı olan İtilaf devletlerinin
      kampındaydık. Türkiye'den "denizden denize Ermenistan" talep etmekteydik.
      İtilaf devletlerinin ordularını Türkiye'ye göndermeleri ve hâkimiyetimizi
      temin etmeleri için Avrupa ve Amerika'ya resmî çağrılar yaptık. Nihayet şu
      da var ki, var olduğumuz sürece aralıksız olarak Türkler'le savaştık. Öldük
      ve öldürdük. Artık, Türklere ne gibi bir güven telkin edebiliriz ki?
      Gerçekleri göremedik
      Askerî operasyonlara katıldık. Kandırıldık ve Rusya'ya
      bağlandık. Tehcir doğruydu ve gerekliydi. Gerçekleri göremedik, olayların
      sebebi biziz. Türklerin millî mücadelesi haklıydı. Barışı reddetmemiz ve
      silahlanmamız büyük bir hataydı. Türklere karşı ayaklandık ve savaştık. Sevr
      Antlaşması gözümüzü kör etmişti. İsyanımızın temelinde İtilaf devletlerinin
      bize vadettiği büyük Ermenistan hayali vardı. Ama biz hiç bir zaman devlet
      olamadık. Türkiye Ermenistan'ı diye bir devletin hayalden öte olmadığı
      gerçeğini göremedik.
      Aklımız dumanlanmıştı
      Biz Ermeniler kayıtsız şartsız Rusya'ya yönelmiş durumdaydık.
      Herhangi bir gerekçe yokken zafer havasına kapılmıştık. Sadakatimiz,
      çalışmalarımız ve yardımlarımız karşılığında Çar hükümetinin Ermenistan'ın
      bağımsızlığını bize armağan edeceğinden emindik. Aklımız dumanlanmıştı. Biz
      kendi isteklerimizi başkalarına mal ederek, sorumsuz kişilerin sözlerine
      büyük önem vererek, kendimize yaptığımız hipnozun etkisiyle, gerçekleri
      anlayamadık ve hayallere kapıldık.
      Türkler doğru yaptı
      1915 yaz ve sonbahar döneminde Türkiye Ermenileri zorunlu bir
      tehcire tâbi tutuldu. Türkler ne yaptıklarını biliyorlardı ve bugün
      pişmanlık duymalarını gerektirecek bir husus bulunmamaktadır. Bu yöntem en
      kesin ve uygun olanıydı. Kızgınlık ve korku içinde bulunan biz Ermeniler,
      'suçlu' arıyorduk ve bu suçluyu Rus Hükümeti ve onun kalleşçe politikaları
      olarak belirledik. Siyasal açıdan olgunlaşmamış ve dengesiz insanlara özgü
      bir şaşkınlık içinde, bir uçtan diğerine savrulmaktaydık. Rus Hükümeti'ne
      karşı dünkü inancımız ne denli körü körüne ve temelsizse, bugünkü
      suçlamalarımız da o denli körü körüne ve temelsizdi. Siyasal bir parti
      (Taşnaksutyun) olarak biz, meselemizin Rusları ilgilendirmediğini ve onların
      gerektiğinde cesetlerimizi çiğneyerek geçip gidebileceklerini unutmuştuk.
      Barış teklifini reddettik
      1914-1918 yıllarında emperyalistlere karşı savaşlarında bozguna
      uğrayan Türkler, direnerek iki yıl içerisinde tekrar kendilerine geldiler.
      Yeni genç ve milliyetperver duygularla hareket eden bir nesil ortaya
      çıkarak, Anadolu'da kendi ordusunu yeniden organize etmeye başlamıştı.
      Türkiye'de millî bilinç ve kendisini savunma içgüdüsü uyanmıştı. Onlar küçük
      Asya'da istiklâllerini hiç olmazsa bir şekilde temin edebilmek için Sevr
      Antlaşması'na askerî güçle karşı koymak zorundaydılar. Bizim bu dönemde
      barışı reddetmemiz ve silahlanmamız büyük bir hataydı. Çok geçmeden
      sınırlarımıza askerî operasyonlar başladığında, Türkler bizimle bir araya
      gelmeyi ve görüşmelere başlamayı teklif ettiler. Biz ise onların bu
      teklifini geri çevirdik. Bu büyük bir hataydı. Bu, görüşmelerin kesinlikle
      başarıyla sonuçlanacağı anlamına gelmezdi ama bu görüşmelerde barışçı bir
      sonuca ulaşma ihtimâli vardı.
      Herkes bizi kandırdı
      "Kaderden şikayet etmek ve felaketlerimizin sebeplerini kendi
      dışımızda aramak acıklı bir durumdur. Bu bizim (hastalıklı) millî
      psikolojimizin karakteristik bir özelliğidir ve Taşnaksutyun Partisi de
      bundan kaçamamıştır. Sanki uzak görüşlü olmamız bir kahramanlıktı, çünkü
      isteyen herkes, Fransızlar, İngilizler, Amerikalılar, Gürcüler, Bolşevikler
      tek kelimeyle bütün dünya bizi kolayca aldattı, atlattı ve ihanet etti. Oysa
      bizler safça bu savaşın Ermeniler için yapıldığına inandırılmıştık."
      Barışı sabote ettik
      Osmanlı'dan, Akdeniz'e uzanan bir Ermenistan talep ettik. Derhal
      gönüllü birlikleri oluşturduk, Türklere karşı ayaklandık ve savaştık.
      İsyanımızın temelinde İtilaf Devletlerinin bize vadettiği Ermenistan hayali
      vardı, gerçeği göremedik.
      HALAÇOĞLU: Bu itiraflar gerçeğin ta kendisidir
      Konuyla ilgili görüşlerine başvurduğumuz Türk Tarih Kurumu
      Başkanı Prof. Dr. Yusuf HALAÇOĞLU, Ermenistan'ın ilk başbakanı Kaçaznuni'nin
      itiraflarının gerçeğin ta kendisi olduğunu söyledi. Halaçoğlu, "1923'te
      başbakanlık görevine gelen Kaçaznuni, aynı yıl Bükreş'te Ermeni meselesinin
      ele alındığı Taşnak Parti Konferansı'nda, şimdi Türk Hava Kurumu tarafından
      kitap hâline getirilen 128 sayfalık raporu tebliğ olarak sunmuştur. Bu
      konferansa katılan SSCB ve Avrupalı delegasyonun huzurunda Kaçaznuni, bütün
      gerçekleri açıklamıştı. Kaçaznuni, buradaki konuşmasında, 'İtilaf devletleri
      bizi hep Anadolu'da bir Ermenistan hayaliyle kandırdı. Bu boş hayale
      kapılarak Taşnak çeteleri kurup, 7 cephede savaşan Osmanlı ordularına silah
      ve mühimmat götüren birliklere saldırdık. Sonuçta İtilaf devletleri verdiği
      sözü tutmadı. Biz de Osmanlı'ya ihanetimizin bedelini tehcir ile ödedik.
      Böyle yapmasaydık belki de bu tehcir olayı başımıza gelmezdi' diyerek
      bugünkü sözde soykırım iddialarını ortaya atanlara tokat gibi bir cevap
      vermiştir. Türk Hava Kurumu'nun bunu kitap hâline getirmesi sözde soykırım
      iddialarını savunan devletlere de ibret olacak bir harekettir. Bunda emeği
      geçenleri takdir ediyorum ve kendilerini destekliyorum" diye konuştu. Cemil
      YILDIZ / İstanbul
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!