Duyuru Hemşin Hes

      HES i ORGANİK VADİ ORGANİK ÜRÜNLERİYLE PROTESTO ETTİ

      Resimler Mustafa GÜRDAL
      Resimler
      • hes hayýr 12.jpg

        118.12 kB, 0×0, 1,479 defa görüntülendi
      • hes hayýr10.jpg

        80.91 kB, 0×0, 1,137 defa görüntülendi
      • hes hayýr11.jpg

        68.39 kB, 0×0, 424 defa görüntülendi
      TOPRAĞIM HEMŞİN sana elbet bir gün geri dönücem.

      CVP: BAŞBAKAN

      Yazar: maksut Tarih: 22.10.2010 Saat: 14:22

      ARKADAŞLAR RİZELİ OLAN BAŞBAKANIMIZIN BU KONUDA NE DEDİĞİ, NE DÜŞÜNDÜĞÜ HAKKINDA BİLGİSİ OLAN VAR MI.? BAŞBAKAN NE DİYOR BU HESLERE .. ? BEN MERAK ETTİM,



      Tahmin ettiğinizi tahmin ediyorum....



      Başbakan'dan İkizdere kararına tepki: Önümüz kesiliyor



      23/10/2010 15:26

      Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu'nun Rize'deki İkizdere Vadisi'ni SİT alanı ilan etmesi ile ilgili olarak, "Değerli arkadaşım sen bugüne kadar neredeydin yahu? Bugüne kadar oraları niçin SİT alanı ilan etmediniz de şimdi HES çalışmaları başlayınca kalktınız buraları SİT alanı ilan ediyorsunuz?" dedi.

      Yazının tamamı için lütfen aşağıdaki lınke tıklayın....

      radikal.com.tr/Radikal.aspx?aT…=23.10.2010&CategoryID=78

      Tehlike Devam ediyor

      Çevre ve Orman Bakanlığı Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısınınz İkizdere Vadisi’nin doğal sit alanı ilan edilmesi konusuyla ilişkilendirilmesi üzerine yaptığı açıklamada yasanın İkizdere’nin sit alanı ilan edilmesi ya da diğer HES projeleriyle en ufak bir bağlantısı olmadığını savundu. Açıklamada "Tasarı ile bilimsel esaslara dayanan ve korunan alanlarda yaşayan vatandaşların da sürece dahil edildiği daha etkin bir koruma hedeflenmektedir" denildi.

      İkizdere Vadisi’nin doğal sit alanı olarak ilan edilmesinin ardından TBMM’ye sunulan "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı"yla mevcut doğal sit ilan edilmiş alanların statüsünün sona erdirilmesi ve doğal sit ilan etme yetkisinin Çevre ve Orman Bakanlığı’na devredilmesi haberlerine karşı Bakanlıktan açıklama yapıldı. Açıklamada Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısının üzerinde 2002 yılından bu yana çalışıldığı, konuyla alakalı olarak 6 Ocak 2003 tarihinde GEF-II Projesi çerçevesinde ilgili Bakanlıklar, kurum ve kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ile üniversitelerin yer aldığı Yasal Çerçeve Değerlendirme Komitesi oluşturulduğu dile getirildi. Açıklamada şu ifadelere yer verildi:

      "Söz konunu komitenin 29 Ocak 2003 tarihinde gerçekleştirdiği toplantı neticesinde, tabiat koruma ve biyolojik çeşitliliğinin sürdürülebilir kullanımı alanında yeni bir kanuna ihtiyaç duyulduğu ifade edilmiştir. Yeni bir kanun hazırlanmasını da ihtiva eden taslak strateji metni, 27?28 Şubat 2003 tarihlerinde düzenlenen bir çalıştayda tartışılmıştır. Çevre ve Orman Bakanlıklarının 2003 yılında birleşmesinin ardından bu konudaki çalışmalar Çevre ve Orman Bakanlığı uhdesinde yürütülmüş ve yeni, çerçeve kanun tasarısı, 30.11.2004 tarihinde komisyon tarafından incelenmiş ve uygun bulunmuştur. Bunun ardından Bakanlık, kamu kurum ve kuruluşları ile STK ve üniversitelerin iştirakiyle 14.03.2005 tarihinde Biyolojik Çeşitlilik ve Doğa Koruma Kanun Taslağı konulu yeni bir çalıştay yapılmıştır. Hazırlanan taslak metin; 25.01.2006 tarihinde ilgili kurum, kuruluş, STK ve üniversitelere gönderilerek görüşleri alınmıştır. Alının görüşler doğrultusunda kanun tasarısı üzerindeki çalışmalar devam etmiş, 21 Aralık 2009 tarihinde AB müzakerelerinde Çevre Faslının açılması ile birlikte Türkiye’nin yerine getirmesi gereken taahhütler çerçevesinde "Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısı" hazırlık süreci hızlanmıştır. Kanun Tasarısı, AB Mevzuatı da dikkate alınarak yeniden tadil edilerek 09.02.2010 tarihinde ilgili Bakanlıkların görüşüne sunulmuştur. Bakanlıklardan gelen görüşlerin değerlendirilmesi neticesinde yeniden düzenlenen kanun tasarısı, "13.04.2010 tarih ve 3028 sayılı yazıyla Başbakanlığa intikal ettirilmiştir. 09.07.2010 tarihinde ilgili bütün tarafların iştiraki ile Kanunlar ve Kararlar Genel Müdürünün başkanlığında Başbakanlıkta toplantı yapılmıştır. Toplantıda uyumsuzlukların giderilmesi için Çevre ve Orman Bakanlığı’nın ilgili diğer Bakanlıklar ile ikili görüşmeler gerçekleştirmesine karar verilmiştir. Bu çerçevede; 14.07.2010 tarihinde Tarım ve Köyişleri Bakanlığı, 15.07.2010 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı, 16.07.2010 tarihinde Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı, Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve Maliye Bakanlığı ile toplantılar gerçekleştirilmiş ve mutabakat zaptı imzalanmıştır. Bütün bu çalışmalar neticesinde tasarıya 6 Ekim 2010 tarihinde Başbakanlıkta nihai hali verilmiştir. Bakanlar Kurulunda imzaların tamamlanmasından sonra tasarı, Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan’ın imzası ile 25 Ekim 2010 tarihinde TBMM’ne sevk edilmiştir. Yukarıda izah edilen süreçten de anlaşılacağı üzere, Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanun Tasarısının İkizdere’nin sit alanı ilan edilmesi ya da diğer HES projeleriyle en ufak bir bağlantısı yoktur. Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu, Mahalli Biyolojik Çeşitlilik Kurulları ve Tabiatı Koruma Bilim Heyeti oluşturulmasını öngören tasarı ile bilimsel esaslara dayanan ve korunan alanlarda yaşayan vatandaşların da sürece dahil edildiği daha etkin bir koruma hedeflenmektedir. Basının ve kamuoyunun bilgisine sunulur."
      29 ekim 2010 milliyet.com tr
      Bu konuda yapılacak değişiklilkerl ile HES'lerin önünü açmak mümkün değildir. Çünkü Türkiye'nin altına imza attığı "Biyolojik Hayatın ve Sucul Hayatın Korunması" na ait Uluslararası Sözleşmeler Anayasa'nın da üstündedir.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Kerim kardes,Sakir bey,
      hakikaten tehlike devam ediyor-umarim yanilirim-.Bu tehlike bizden ve yöremizden kaynaklanmis degildir,heppimiz elimizden geleni yapmaga calistik ve yapacagiz. Ülkemizin gecerli yasalarini dikkate alirken,en büyük yasa- heppimizin yasasi anayasa- ile tehdit edilirsek ,AIHM,e kadar gitmeliyiz.Bu arada devlet-anayasa!- tarafindan CID alani olarak ilan edilmis ,olmasa bile HES gibi bir yapiti kaldiramayan deremizin,bugünden yarina yok edilmesine karsi olurken,AB emsal kararlarina bas vurmamizin gerekli oldugunun kacinilmaz oldugunu anlamaktayim.
      Öyle "Haybeden mal kacirma"ya kalkanlara dünya capindaki mercileri göstermek gerekmektedir.Gerekce ve gercekler duyarlilik yaratmassa , konuyu milletlerarasi olarak cözmege calismamiz gerektigini düsünmek isterken.

      Selamlarimla
      ________________________________________________________

      AB SAKIN DUYMASIN - ŞEBNEM ÖZÇELİK - Istanbul - 29.10.2010


      Hükümetin sit alanı ilan etme yetkisini Çevre ve Orman Bakanlığı’na bağlı bir kurula devretmeyi öngören kanun tasarısına çevreciler tepki gösterdi: AB’de sit alanları kanunla belirleniyor, sınırsız yetkiyle donatılmış kurul yok


      Hükümetin TBMM’ne sunduğu ‘Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’yla doğal sit ilan etme yetkisini Çevre ve Orman Bakanlığı’na devretmeyi planlaması sert tepkilere yol açtı.

      Öngörülen düzenlemenin “AB müktesabatına aykırı olduğuna” dikkat çeken çevreciler, tasarının yasalaşması durumunda “Anadolu tarihinin gördüğü en büyük doğa yıkımına yol açacağını” suvunuyor. İdare Hukukçusu Prof. Dr. Tayfun Akgüner, “Bakanlığa yetkinin geçmesi kabul edilemez. Çevre böyle korunamaz’ dedi. Doğa Derneği Başkanı Güven Eken sözkonusu düzenlemenin AB tarafından kabul edilmesinin mümkün olmadığını vurgulayarak, hükümetin sözkonusu tasarı ile AB’nin çevre anlaşmalarını ihlal ettiğini söyledi. Derelerin Kardeşliği Platformu Kurucu Başkanı Avukat Remzi Kazmaz, “Oluşturulan yeni kurul, iktidarın ta kendisidir. Çevre Bakanlığı ne derse onu yapacak’ dedi.

      Hükümetin sunduğu “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı’’ Meclis’ten geçerse doğal sit alanı ilan yetkisi yeni baştan düzenlenecek. Yetki, Çevre ve Orman Bakanlığı Müsteşarı’nın başkanlık edeceği ‘Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu’na verilecek. Kurulda dört akademisyen ve sadece iki sivil toplum kuruluşu temsilcisi olacak. Kurul, ‘sulak alanlar,özel çevre koruma bölgeleri, milli parklar, tabiat parkları, tabiat anıtları, tabiatı koruma alanları, yaban hayatı koruma ve yaban hayatı geliştirme sahaları, orman rejimine tabi alanlar’’ dışında kalan alanlardaki tescili yapılmış doğal sit ve tabiat varlıklarını değerlendirmeye alacak.


      Doğa yıkımı olur

      “Şu anda Türkiye en fazla baraj yapan ülke. AB muktesebatına riayet edilmiyor” diyen Güven Eken Taslaktaki düzenlemeler Türkiye’nin yaptığı uluslararası anlaşmaları ihlal niteliğinde bir suçtur” dedi. Güven Eken, Tükiye’nin AB’nin ‘kuşların ve doğal yaşamın korunması kanunları”na AB uyum süreci çerçevesinde uymak zorunda olduğunu söyledi. Eken, Türkiye’de içinde Çevre Bakanlığı’nın da bulunduğu bir kurul tarafından 305 tane korunması gereken alanın tespit edildiğini hatırlattı. Tasarının AB kriterlerine uyumlu hazırlanması gerektiğini belirten Eken, çevre ile ilgili bütün yetkilerin tek bir kurulda toplandığı modelin dünyada sadece Türkiye’de bulunduğunu söyledi. Eken, AB ülkelerinde doğal sit alanlarının kanunla belirlendiğini, Türkiye’deki gibi sınırsız yetkilere sahip bir kurulun söz konusu ülkelerde bulunmadığını söyledi.


      Kurul bağımsız değil

      Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu’na ilişkin Taraf ’a konuşan Avukat Remzi Kazmaz, “Trabzon Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu bağımsız bir kurumdur. Sivil toplum kuruluşudur. Kimseden talimat almazlar, özerkliği vardır. Oluşturulan yeni kurul ise iktidarın ta kendisidir. Yürütmesi de onun kurallarına uygun olacak” değerlendirmesini yaptı.


      ‘Yeşil diye’ bırakalım mı

      Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız, Meclis’e sunulan tasarının İkizdere’nin sit bölgesi ilan edilmesiyle ilgili olmadığını savundu. “Yaklaşık 10-11 aylık mesele bu şu anda çıkartılmış bir mesele değil” diyen Yıldız, şu açıklamayı yaptı: “Özellikle Aralık 2009’da Avrupa Birliği’nde çevre faslının açılmasıyla beraber bir kısım yeni kanunlar, mevzuatlar ve yönetmelik düzenlemeleri Çevre ve Orman Bakanlığımız tarafından yapılmaya başlandı. Bunlardan bir tanesi de bu yılın başında özellikle tabiat varlıkları ile kültür varlıklarının ayrıştırılarak farklı hassasiyetlerle beraber incelenmesi konusuydu.” Yıldız, “Yeşilin olduğu yerde biz baraj yapamazsak o zaman suyun her bulunduğu yerde baraj yapamayız demektir. Gelecek bunu başka bir ülke mi yapacak”diye konuştu.

      Bir kısım eleştirilere hak verdiğinin altını çizen Yıldız, özel sektöre işaret ederek çok hoyratça yapılan, “çevre hassasiyetini zedeleyen, zedeleyebilme ihtimali olan barajların ayıklanması”nın söz konusu olduğunu söyledi. Enerji Bakanı Yıldız, İkizdere Vadisi ile ilgili sit kararının “usul yönünden de esas yönünden de tekrar inceleneceğine” de inanıyor.


      AB’ye uyumlu taslak çöpte

      Tabiat Kanunu İzleme Girişimi, doğal sit alanlarının statüsünün değiştirilmesine neden olacak yasa taslağının ilk hazırlıklarının tamamlanmasının yıllar aldığını, ancak AB’ye uyumlu ilk taslağın çöpe atılıp yeni bir taslak oluşturulduğunu açıkladı.

      Avrupa Birliği’ne uyum çerçevesinde Türkiye’nin doğa koruma ve biyolojik çeşitlilik konusunda bir yasa tasarısı hazırlaması gereği üzerine çalışmalar yedi yıl önce bilim insanları ve sivil toplum kuruluşlarının biraraya gelmesi ile başladı. Ancak Meclis gündemine üzerinde 2003 yılından beri çalışılan tasarı değil, onunla taban tabana zıt bir başka tasarı getirildi. Bunun üzerine tasarı üzerinde çalışanlar Tabiat Kanunu İzleme Girişimi adı altında biraraya geldi. Girişim üyeleri, yeni taslağın destek ve emek veren sivil toplum kurumlarının ve uzmanların görüşleri dışarıda bırakılarak tümüyle yeniden şekillendirildiğine, hiçbir geri bildirim yapılmaksızın ciddi bir revizyona uğratıldığına dikkat çekiyorlar. Tasarıyı “son derece tehlikeli” buluyorlar.

      Grup adına yapılan açıklamada “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” yanında kesinlikle yer almadığımızı kamuoyuna duyururuz” dendi.

      BIZDE AB DEGIL,BÜTÜN DÜNYAYA DUYURURUZ.
      ÖYLE BILMEMNESINE... GÖRE KARAR VEREN IDARELER BUNU HAKKEDER.
      Biyolojik Hayatın Korunması’na dair altına ülke olarak imza attığımız Uluslararası sözleşme daha önce de söylediğim gibi Anayasa’nın üzerindedir. Bu sebeple bu sözleşmeye aykırı olarak çıkarılacak yasalar Anayasa Mahkemesi’nden dönmese de ülkemiz dışında biryerlerden döner. Ancak olayın bu şekilde gelişmesini mutlaka irdelemek gerekir. Ne oldu da AB’nin Çerçeve Yasasını çıkaran hükümet şimdi Uluslararası sözleşmelere aykırı yasa çıkarmaya hazırlanıyor?
      Daha önce de söylediğim gibi bu duruma gelinmesinin 2 sorumlusu vardır. Biri devletin enerji politikaları için bir plan hazırlamayan Hükümet diğeri ise bu ülkeye yapılacak her yatırımın karşısına “Olmaz!” diye dikilen STK’lar. Oysa çağımızda demokrasisi gelişmiş ülkelerin Hükümetleri STK’lar ile birlikte çalışıyorlar. Türkiye’de de olması gereken bu iken Hükümetler ile STK’lar arasında bir nevi savaş yaşanıyor.
      Hükümet HES’ler konusunda bir strateji ve plan geliştiremediği için memleketin tüm dereleri vahşice işgal ediliyor. SKT’lar ise yapılan bunca yatırımdan hangilerinin çağın gereği olduğu dahi değerlendirilmeden “Hayır!” kampanyaları başlattığı görülüyor.
      Sadece enerji üretmek için yapılan HES’lere karşı çıkılıyor ancak sulama amaçlı barajlara da karşı çıkılıyor. Mesela GAP kapsamında yapılan ve asıl amacı sulama olan Ilısu Barajı için davalar AB mahkemelerine taşınıyor. Kuş uçmaz kervan geçmez vadilerden akmakta olan Botan Çayı üzerine yapılan Baraj’lara karşı çıkılıyor. Kelkit Ve Harşit Çayları üzerine yapılacak barajlar mahkemelere taşınıyor. Ama Giresun’da 1 Milyondan fazla çam ağacının kesilmesi ile yapılan barajlarda tık yok.
      Bir kere daha yazıyorum! Hükümet acil olarak tün STK’ları muhatap alarak büyük bir çalıştay organize etmelidir. STK’lar da aklını başına alıp ülkenin geleceğine bilim ve hukukun üstünlüğü temelinde katkı sunmalıdır.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Sedat Ergin
      sergin1@hurriyet.com.tr



      Türkiye’nin doğasını şimdi kim koruyacak?


      İŞİN tuhaflığı, Çevre ve Orman Bakanlığı’nın web sayfasını incelediğinizde karşınıza çıkıyor.

      Çevre Bakanlığı’nın kuruluşuna ilişkin 4856 sayılı yasayı incelediğinizde, bakanlığın temel görevleri “Çevrenin korunması ve iyileştirilmesi, ülkenin doğal bitki ve hayvan varlığı ile doğal zenginliklerinin korunması ve geliştirilmesi” şeklinde sıralanıyor.
      HEM BARAJ YAP HEM ÇEVREYİ KORU
      Bakanlığın teşkilat şeması incelendiğinde ise çevre ve ormana ilişkin bir dizi bürokratik birimin yanı sıra “bağlı kuruluş” olarak Devlet Su İşleri Genel Müdürlüğü de dikkat çekiyor.
      Ana görevi ülkenin su kaynaklarını geliştirmek ve hidroelektrik enerji üretmek olan bir kuruluşun Enerji Bakanlığı’nın bünyesi altında olması gerekirken Çevre Bakanlığı’na bağlı olmasının mantığı nedir?
      DSİ ile Çevre Bakanlığı’nın görev alanları arasında açık bir çatışma söz konusudur. DSİ, icracı bir kuruluştur. Hedefi, akarsular üzerinde baraj kurup enerji elde etmektir. Çevre Bakanlığı ise akarsuların uygun bir şekilde kullanıldığını gözetmek, çevreye zarar verilmemesini sağlamak, yapılacak projelerin doğada yol açabileceği tahribatı önlemekle görevlidir. Bir anayasa kavramıyla ifade etmek gerekirse, bakanlık DSİ’yi “kontrol ve dengelemekle” yükümlüdür.
      Bu bağlamda “icracı-yatırımcı” birim karşısındaki “denetleyici” birimin mümkün olduğu kadar bağımsızlığa sahip özerk bir birim olması esastır.
      Türkiye’de ise her ikisinden aynı kişi sorumludur. Bunun nedeni, DSİ’den de sorumlu olan Çevre Bakanı Prof. Veysel Eroğlu’nun Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın en gözde teknokratlarından biri olmasıdır. 2002-2007 yılları arasında Enerji Bakanlığı bünyesindeki DSİ Genel Müdürlüğü’nü üstlenen Eroğlu, 2007 yılında milletvekili seçilmiş ve Çevre Bakanı olmuştur. Erdoğan, Eroğlu’nu Çevre Bakanlığı’na atarken kuruluşundan beri Enerji Bakanlığı bünyesinde olan DSİ’yi de kendisine bağlamıştır.
      ÖZERK KURULDAN BÜROKRATİK KURULA
      Aslında hükümet tarafından TBMM’ye sunulan “Tabiatı ve Biyolojik Çeşitliliği Koruma Kanunu Tasarısı” üzerinde kopan tartışmayı ve ortaya çıkan tepkileri biraz da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor.
      Aslında tasarının çevre başlığında AB standartlarını yakalamak bakımından pek çok olumlu yönü var. Ancak iki noktası sıkıntı yaratıyor. Bunlardan birincisi, doğal sit alanı ilan edilen sulak alanlar, milli parklar, tabiat koruma alanları, yaban hayatını koruma alanlarını belirleme yetkisi Çevre Bakanlığı bünyesinde kurulacak “Ulusal Biyolojik Çeşitlilik Kurulu”na devrediliyor olması.
      Bu yetki daha önce Kültür ve Turizm Bakanlığı’na bağlı Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulları’na aitti. Bu kurullar yeni düzenlemede yetkilerinin önemli bir bölümünü kaybedecek, daha çok arkeolojik alanlar ve dünya miras alanlarından sorumlu kalacak.
      İşin püf noktası şurada: Belirgin bir akademisyen ağırlılığına sahip olan Kültür ve Tabiat Varlıkları Korumu Kuralları, DSİ’nin baraj inşa etmek istediği Rize İkizdere vadisini sit alanı ilan etme kararında görüldüğü gibi, bağımsız karar verme geleneğini önemli ölçüde sürdürüyor. Buradaki temel sakınca, yetkinin daha özerk bir yapıdan daha bürokratik bir yapıya geçecek olmasıdır. Çevre Bakanlığı bünyesinde kurulacak olan yeni kurulda yine sivil toplum ve temsilcileri ve akademisyenler bulunacak olsa da, karar alma mekanizmasında siyasi otoriteye tabi bürokratlar ağırlık taşıyacaktır.
      BÜTÜN ESKİ SİT KARARLARI DEĞİŞİKLİĞE AÇILIYOR
      Bir bu kadar düşündürücü olan, yasanın geçici maddesiyle yeni kurula geçmişte ilan edilmiş olan doğal alanlarla ilgili sit kararlarını gözden geçirme yetkisinin tanınacak olmasıdır.
      Böyle bir yetki, geçmişte verilmiş olan sit kararlarını değişikliğe açık hale getirecektir. Bir başka anlatımla, sit alanı ilan edilip mutlak koruma altına alınmış olan bütün koy ve körfezlerin, vadilerin bu koruma rejiminin dışına çıkartılabilmesinin altyapısı hazırlanmaktadır.
      Özetlemek gerekirse, Türkiye’nin doğası eskiye kıyasla yürütmenin tek taraflı tasarruflarına daha açık hale gelecektir.
      Buradaki bütün mesele, yürütmenin doğa üzerindeki tasarruflarının ne şekilde denetlenebileceği sorusudur. Sivil toplum kuruluşlarına bu açıdan her zamankinden daha büyük bir görev düşmektedir.

      hurriyet.com.tr/yazarlar/16171937.asp?yazarid=308

      **********
      Yapılacak değişiklik konusundaki önemli görüşlerden biri de bu. Şu anda yapıalcak 2 şey var.
      1) Bu değişikliği Çevre Bakanlığı Kuruluş Kanunu'na aykırılıktan Anaaysa Mahkemesine götürmek.
      2) Bu değişikliği altına imza attığımız Uluslararası Sözleşmelere aykırılık açısından Anayasa Mahkemesi ve AİHM'ne götürmek.

      Sayın Başbakanımız geçem hafta Ilısu Barajı'nın sular altına bıraktığı bir köyün halkı için yapılan yeni TOKİ Köyünün açılışında çevrecileri kastederek; "Onlar AB'yi ikna edip kandırdılar ama bizi kandıramazlar. Biz bu barajı bitirmeye karar verdik ve bitireceğiz" diyordu.

      Sayın Başbakanımızın o gün ne demek istediğini şimdi anladım...
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      hes lere devammı?????

      sana katılıyorum adaşım hemen kanunu meclise gönderip çevreye bağlıyorlar ki kendi kurdukları kurulları hiçe saysınlar ,sayabilsinler duyumlarıma göre dikmen regilatörünün ruhsatı çıkmış hedef şaşırmak için başka bi duyum daha söylemişlerdi göya regülatorlerden vaz geçmiş gölet tipi yapacaklarmış bu heler işimiz allah kaldı gibi HEMŞİN in sonunu allah hayra getire denilecek çok şey var ama yeri ve zamanı değil diye düşünüyorum sonradan ağlamanın fayda etmeyeceğini çoktandır söylemiştik şimdi ağlamak neye yayarki.... tuzu kuru sananlar cehennemde yanarlar adaşım bekleyelim ve görelim
      Hiç kimsenin zerre şüphesi olmasın. Hukuk bu ülkedeki herşeyin üstündedir. Bugün farklı algılasanız da bunun böyle olacağını hepimiz göreceğiz. Bu gerçeği referandumda "Üstünlerin Hukukundan, Hukukun Üstünlüğüne" diyenler de görecekler.
      Hiç kimse burada langurlungur yaparak milleti umutsuzluğa sevketmesin.

      "Geluuleeeeeer.... Ben demiştim..!" gibi paranoyalar herkesin kendisi ile sınırlı kalsın.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Yazar: saksu Tarih: 07.11.2010 Saat: 22:07

      Hiç kimsenin zerre şüphesi olmasın. Hukuk bu ülkedeki herşeyin üstündedir. Bugün farklı algılasanız da bunun böyle olacağını hepimiz göreceğiz. Bu gerçeği referandumda "Üstünlerin Hukukundan, Hukukun Üstünlüğüne" diyenler de görecekler.
      Hiç kimse burada langurlungur yaparak milleti umutsuzluğa sevketmesin.

      "Geluuleeeeeer.... Ben demiştim..!" gibi paranoyalar herkesin kendisi ile sınırlı kalsın.


      EVET DEMİŞTİM. GELDİLER.

      ŞİMDİKİ DEDİKLERİMİN DE ÖNÜNDE DURMEINI ANLAMI YOK.

      SENİN DEDİKLERİNİN AYNINI İKTİDAR SÖZCÜLERİ MUHALEFETE SÖYLUYOR.
      YUKAKAPİLİ
      Konu başlığı Hemşin HES ama sorun Hemşin’le sınırlı değil. Bu sorunun altında yatan gerçeği tarafsız bir gözle araştıranlar hepimizi dehşete düşürecek gerçeklerle karşılaşabilir. Bu gün HES’ler konusunda gelinen noktanın en büyük sorumlusu Hükümet’tir. Hükümetin vebali sadece HES’ler ile de sınırlı değildir. HES’ler konusundaki mücadelenin bir tarafındaki SKT’ların bölgedeki ve ülkedeki faaliyetlerinin ülkeye verdiği zararın sorumlusu da piyasa, çevre araştırması ile Enerji Politikalarını planlamadan Enerji Piyasası Kanunu’nu yürürlüğe sokan Hükümettir. Bu yasanın çıkması ile birlikte Enerji Üniteleri ile ilgili zerre kadar tecrübesi olmayan yüzlerce firma bala üşüşen arılar gibi derelerimize daldılar. Sadece Doğu Karadeniz’de 760, ülke genelinde ise 1700 civarında projeye 49 yıllığına Su Kullanım Hakkı aldılar. Paragöz şirketlerin bu saldırısına STK’lar ise bilim temelli değil siyaseten taraf ve karşı oldular.
      Bundan 10 sene önce Alternatif Nobel ödüllü yarı Türk yarı Alman bir bayan koltuğunun altında karşı çıkıp dava konusu yapacakları ve bu ülkede yapımı planlanan 600 büyük projenin dosyası ile SKTların öncülüğüne soyundu. STK’lar da büyük bir hışımla ülkeye faydası olup olacağına bakmadan mahkemelere hücum ettiler. Bunu yaparken hiçbir yatırıma da bilim temelli alternatif öneriler getirmediler.
      Bugün enerji üretmenin hangi metotlarını az çok herkes biliyor. STK’lar HES’lere, Termik Santrallere, Nükleer Santrale karşılar. Taraftar oldukları ve önerdikleri tek yöntem Rüzgar Santralleri. Ama bilim diyor ki hiçbir ülkenin enerji ihtiyacı sadece Rüzgar ile karşılanamaz. Hele bizim gibi rüzgar fukarası bir ülke için bu metotla üretilecek enerji ihtiyacımızın %1’ini bile karşılamaz. STK temsilcileri bu gerçeği biliyor ama ülkemizi enerjide tamamen dışarıya bağlayan Doğal Gaz iğle elektrik üretmemiz konusunda hiçbir yorum yapmıyor. Bu ülkede şu anda ürettiğimiz elektriğin %48’inin Rus Doğal Gazı ile üretildiği gerçeğini gözardı ediyor.
      Nükleer Santral yaptırmamak için şimdiden örgütleniyorlar ama Çin’de mevcut 13 Nükleer Santralin yanında 23 Nükleer Santral daha inşa edilmekte olduğunu, 2020 yılına kadar planlanmış 159 Nükleer Reaktör ile ülkedeki Nükleer Reaktör sayısını 195’e çıkaracağı gerçeğini görmüyorlar. Yine aynı Çin’in Türkiye’nin şu anda ürettiği elektriğin yarısını üretecek dünyanın en büyük barajını yapmakta olduğunu, bu baraj ile yaklaşık 1,5 Milyon insanın yaşadığı yerleri terk edeceği gerçeğini de görmüyor. Bırakın Çin’i dünyada 462 Nükleer Reaktör bulunduğu gerçeğini hiç dile getirmiyorlar. Koskoca Kıta Afrika’sındaki tek Nükleer Santralin Güney Afrika Cumhuriyeti’nde olduğundan haberleri bile yok.
      Kelkit Vadisi’ni, Harşit Çayı’nı gördüm. Baraj yapmak için mükemmel yerler. Bölgede yerleşim yeri pek yok. Devlet de bu gerçeği görerek bu derelerin üzerine 14 tane Baraj planlamış ama malum STK’lar burada da devreye girmiş. Hadi enerji üretecek HES’leri dana konusu yaparsınız da GAP kapsamında amacı sulama olarak planlanan barajlara neden karşı çıkarsınız diye sorduğunuzda da cevap alamazsınız.
      STK’lar böyle davranınca hükümetler de memleketin akan her suyunu para olarak gören kompradorların derelerimize saldırılarına çanak tutacak aysal değişiklikler yapıyor. Bir tarafta hükümetin yanlışları diğer yanda STK’ların bilime, akla ve ülke gerçeklerine aykırı çalışmaları. Böylesi bir çatışmadan ülke menfaatine bir sonuç çıkmasını beklemek safdilliktir.
      Hükümet SİT’ler konusunda aldığı kararı yasalaştırsa bile bu yasa Anayasa Mahkemesi’nden döner. Diyelim ki hükümetin oluşturduğu Anayasa Mahkemesi tersine bir karar verdi. Bu sefer bu yasalar AB’den döner. Ancak bu dönüş sürecinde bu ülke talan edilir. Vatandaş da bir tarafta Hükümet, diğer yanda STK’lar arasında bir o yana bir bu yana koşuşturur. Hiç kimseden de Bilim, akıl, ülke ihtiyaçlarının planlanması gibi tek cümle çıkmaz.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Temiz enerjide kazanç beklendiği gibi 'temiz' olmadı.

      Temiz enerjide kazanç beklendiği gibi 'temiz' olmadı. Hükümetler sözlerini tutmadı. Şirketler toplam 400 milyar dolar kaybetti.

      ZİYA ÖZIŞIK (Arşivi)

      Son yılların popüler konularından temiz enerjide kazanç, şirketlerin beklediği gibi ‘temiz’ olmadı. Hükümetlerin kamuoyunun çevre hassasiyetlerini politika malzemesi haline getirmesiyle teşvik beklentisine soktukları şirketler beklentilerini alamayınca birer birer iflas batağına saplanmaya başladı. Küresel enerji endeksine göre şirketlerin piyasa değerleri yılın başından bu yana 400 milyar dolar eridi. Yatırımcılarının yüzünü bir türlü güldüremeyen temiz enerji şirketleri şimdi çareyi birleşme-satın alma anlaşmalarında ve yeni pazarlarda arıyor. Türkiye ise, bu şirketlerin aşırı üretimlerini eritebilecekleri yeni bir pazar olarak önümüzdeki dönem cazibesini arttırabilir.


      Yatırımcının cebini boşalttı
      Alternatif enerji alanında faaliyet gösteren 87 şirket baz alınarak hazırlanan gösterge yeni enerji endeksi WilderHill yılın başından beri yüzde 14 değer kaybına uğradı. Bu rakamın pazardaki karşılığının 375 milyar dolar olduğu ifade ediliyor. Yatırımcılar; İspanyol Gamesa’dan Californiyalı SunPowder Corp’a, Alman güneş enerjisi paneli üreticisi SolarWorld AG ve Solar Millenium AG’ye kadar pek çok enerji şirketi iflas noktasına geldi. Bu şirketlerin yıl içinde yüzde 36 ile yüzde 42 değer kaybettiği biliniyor. Ayrıca Solon, Conergy ve Q-Cells gibi enerji şirketlerinin de iflas açıklamaya çok yakın oldukları belirtiliyor. Bu şirketlere özellikle Çinli yatırımcıların ilgi gösterdikleri biliniyor. Finansal pazarda uzmanlar halen bu hisse düşüşlerinin dip olup olmadığını öngöremiyor.

      Şirketler el değiştiriyor
      Bu gelişmeler nedeniyle şirketler yeni pazarlar ve birleşme-satın alma olanaklarına göz dikti. Özellikle Asya merkezli şirketlerin zararda olan Avrupa ve ABD’deki şirketleri satın almak için adeta yarıştığı biliniyor. Ayrıca sektörde ‘topallayan’ şirketler dünya devlerinin de ‘ucuza kapatma’ hamlelerinden nasibini alıyor. Uzmanlara göre sektör önümüzdeki dönemde silbaştan yeniden düzenlenebilir ve artık dev aktörlerin ellerine bırakılabilir. Ekonomistleri bu yönde düşünmeye iten ise son aylarda bir biri ardına gelen satın almalar.
      Son dönemde en çok ilgi çeken şirketlerin başında İspanyol alternatif enerji şirketi Gamesa geliyor. Hisseleri yılın başından bu yana bir buçuk kat düşen ve 2010 satış tahminini yüzde 15 düşüren Gamesa ekim ayında diğer şirketlerin ciddi hedefi haline geldi. Çinli iki dev Dongfang ve Şanghay Electric Gamesa’nın peşinde. Yine Çin’li Trina Solar Avrupa pazarına gözünü dikti. General Electric, United Technologies, Siemens Ag gibi devlerin de bu sektörde satın almalara gidebileceği belirtiliyor. Jet motoru üreticisi United Technologies geçen ay Clipper adlı rüzgâr enerjisi şirketinin hisselerini almayı kararlaştırdı. Clipper’ın satın alma değerinin 222 milyon dolar olduğu ifade ediliyor.

      General Electric de atık ısı enerjisi şirketi Caltenix’i satın aldı ve Japon Showa Shell Sekiyu ile güneş paneli üretimi için ortaklık kurdu. Japon alternatif enerji şirketi Sharp, ABD’li Recurrent adlı güneş enerji şirketini 305 milyon dolara satın aldı. Siemens Ag şirketi ise İsrailli yeni enerji şirketi Solel Solar Systems şirketini 418 milyon dolara satın almıştı.

      ÜRETİM TALEBİN ÇOK ÜZERİNDE
      Uzmanlara göre güneş enerjisinde küresel yıllık üretim kapasitesi 23.500 megavat yükselecek. Bu düzey talebin yüzde 40 fazlası. Rüzgârda ise kapasitenin 64.200 megavata çıkacağı ve bu rakamın da beklenen siparişlerin yüzde 30 fazlasına denk geldiği belirtiliyor. Credit Suisse’in yenilenebilir enerji yatırımı bankacılığı bölümü başkanı Marc Schmid önümüzdeki dönemde sektördeki konsolidasyonun artacağına dikkat çekerek “Tüm bunların hızlanması an meselesi. Rüzgâr ve güneş enerjisindeki arz fazlası ve şirketler üzerindeki baskı bu konudaki hareketliliği tetikliyor” diyor. Büyük sanayicilerin de temiz enerji ve enerji verimliliği pazarında pozisyon alabileceği belirtilirken pazarın 2020’ye kadar 9.7 trilyon dolarlık yatırıma sahne olabileceği ifade ediliyor.

      MECLİS'TEKİ YEK DEĞİŞİKLİĞİ 2011'de
      Yenilenebilir Enerji Kanunu (YEK) 2005’te yayımlandı. Değişiklik ise yeni yıla kaldı.
      Değişiklik ile güneş enerjisine 10, hidroelektrik ve rüzgâra 5.5, jeotermale 8, biyokütleye 14 euro cent teşvik verilecek.
      EPDK verilerine göre, yenilenebilir enerjide kurulu güç 3.500 MW’a ulaştı. Bunun bin MW’ı rüzgâr.
      2007 yılında alınan 76 bin MW’lık 751 proje başvurusu var. Bugüne kadar bu projeler içinde 16 tanesi uygun bulundu.
      Toplam elektrik üretimi içinde hidroliğin payı yüzde 22, rüzgârın yüzde 1.34, jeotermalin ise yüzde 0.3 oranında bulunuyor.

      TÜRKİYE'NİN YEŞİL HEDEFİ
      Enerji Bakanlığı’nın yayımladığı strateji belgesine göre, 2023 yılında toplam elektrik üretimi içinde yenilenebilir enerji yatırımının payı yüzde 30 olacak. Bu tarihe kadar Türkiye hidroelektrik potansiyelinin tamamını değerlendirecek. Bunun için gerekli HES yatırımları yapılacak. Rüzgârda ise 20 bin MW kurulu güce ulaşılacak. Güneş enerjisinden faydalanmak için gerekli yaygınlaştırma ve teknoloji takibi çalışmalarına ise ağırlık verilmesi hedefleniyor.
      _________________________________________________________

      TEMIZ ENERJI YATIRIMLARI DURDURULUP,TABIATA ZARAR VERENLERININ DESTEKLENMESI POLITIKASI ÜLKENIN GELECEGINE AYKIRIDIR.
      Yöremizi hice satinalip yatirim yapanlar düsünsünler biraz;ne ruzgar ne günes nede termoenerji,diger taraftan Kizilirmak,Yesilirmak,Sakarya,Dicle ve Firat akip gidiyor....Öncelikle su GAP,i bir degerlendirseler!
      Biz elimizden geleni yapmaga calistik ve yapacagiz!

      Asagiya AB,nin sayfasini asiyorum;lütfen girin ve okuyun,haklarimizi birlikte bu düzeydende savunalim.

      europa.de

      Bircok lisandan veriler vardir ,lütfen okuyun.

      Selamlarimla.