İnancın Biyolojisi/1

      İnancın Biyolojisi/1

      Inancin Biyolojisi

      © 2001 Bruce H. Lipton, Ph.D.

      Yapilan son arastirmalar hücre biliminde devrim yaratacak bir dönüm noktasina gelmistir. Elli yildan beri saglik ve kaderimizin genlerimizde programlandigi illüzyonunu tasimaktaydik. Ve bu genetik bir belirlenimdi (kesinlikti) . Kitle bilincine sürekli olarak, “kisinin yasamsal karakteri genetik olarak belirlenmistir” düsüncesi asilanmaktadir. Ancak bilimin bir baska kösesinde ise yepyeni radikal –kökten bir anlayis gelismektedir.
      Hücre biyologlari simdilerde, çevrenin (dis evren ve iç fizyoloji) daha da önemlisi bizim çevreyi algilayisimizin, genlerimizdeki hareketlerden direk olarak sorumlu oldugunu kabul etmektedirler. Bu konusmada detaylara inmeden çevresel farkliligin genetik düzenlemeyi kontrol eden ve organizmanin evrimine rehberlik eden moleküler mekanizmalari ele alacagiz.
      Beden-zihin dualitesindeki iletisim kanallari hakkindaki içgörüyü bize bu mekanizmalarin arkasindaki quantum fizik verebilmektedir. Vibrasyonel imzalarin ve rezonansin moleküler haberlesmeyi nasil etkilediginin farkina varirsak; düsüncelerimizin, yaklasimlarimizin ve inançlarimizin, bedenimizle ve dis dünya ile ilgili kosullari yaratma mekanizmasinin kilitlerini açan ana anahtari ele geçirmis oluruz. Bu bilgi bizim fiziksel ve duygusal sagligimizi aktif olarak yeniden düzenlemede kullanilabilir.
      Alisilagelmis (allopathic) ilaçlarin altinda yatan felsefenin temel bilgisi bize gerekmekte çünkü bu nasil olup da bu genetik belirleyicilik dogmasina ulastigimizi açiklayacaktir.
      Francis Bacon 1543 teki Bilim Devriminin hemen ardindan Modern Bilimin misyonunu tanimlamistir. Buna göre bilimin amaci “dogaya hükmetmek ve dogayi kontrol etmek”tir. Bu amaci basarmak için bilim adamlarina gereken ilk bilgi, bir organizmanin yapisini ve fonksiyonunu (davranisini) neyin “kontrol ettigi” bilgisiydi. Bu soruya deneysel bir yaklasim için gerekli kavramlar Newton fizigi içinde bulundu. Bu ilkeler Evreni parçalardan (madde) olusan “fiziki bir mekanizma” olarak ele aliyordu. Görünmez “enerji”ye hiç bir ilgi gösterilmemisti. Bu dünya bakisinda, önemli olan tek sey “madde” idi. Buna bagli olarak da modern bilim materyalizm ile mesgul oldu.
      Çok hassas bir mekanizmanin nasil çalistigini ögrenmenin yolu onu parçalarina ayirmak ve onu olusturan tüm “parçalari” analiz etmekten geçer. Bu yaklasim indirgeme (reductionism) diye adlandirilir. Parçalar analiz edilir, nasil birbirleriyle birlestikleri analiz edilir böylelikle hasarli olan bir organizma belirlenir ya tamir edilir ya da “imal edilmis” parçalarla (ilaçlar, mühendislik sonucu elde edilmis genler, estetik ürünleri vb) gibi parçalarla degistirilir. Bedenin mekanizmasi hakkinda bilgi sahibi olunursa bilim adamlari bu organizmayi bazi “parçalari” degistirerek, nasil “kontrol edebileceklerine” karar verebilirler.
      Bu yüzyilin ilk yarisini biyologlar organizmalari parçalayip hücrelerini inceleyerek geçirdiler. Buna bagli olarak hücrelerde parçalara ayrildi ve onlarin moleküler parçalari kataloglandi, tanimlandi. Hücreler dört tip büyük (makro) moleküllerden olusuyordu.;
      Proteinler /
      Polysaccharidler (sekerler) /
      Nükleik asitler (gen maddeleri) /
      Lipitler (yaglar).
      Protein “ilk element” (Yunancada proteios) anlamina gelir, zira proteinler tüm bitki ve hayvan hücrelerinin temel parçasidir. Bir insan 100.000 degisik proteinden olusur. Proteinler linear (dogrusal) “zincirlerdir” . Moleküler “baglari” amino asit moleküllerinden olusmaktadir. 20 amino asitin her biri kendine has bir sekle sahiptir. Bir zincir içinde siralandiklarinda ortaya çikan proteinler, 3 boyutlu “tel heykellere” dönüsürler. Proteinin heykel kalibi amino asit baglantilarinin siralamasina baglidir. Protein zincirinin boyunca bulunan elektromanyetik yükün dengelenmesi heykelin nihai seklini kontrol etmekte hizmet verir. Bir protein heykelinin benzersiz, kendine has sekline onun “formasyon”u diye adlandirilir. Bir anahtar ve kilit gibi protein heykelleri de çevrelerindeki moleküllerin (baska proteinler içeren) sekillerini tamamlar. Proteinler çevrelerindeki davetkar moleküllerle kilitlenince bir saatin iç düzenegindeki karmasik disliler gibi kompleks bir yapi kazanir.
      Proteinler kimyasal olarak diger moleküllerle eslestiklerinde proteindeki elektromanyetik yüklerin dagilimi da degisir. Elektromanyetik yükteki degisim proteinin seklinin degismesine neden olur. Bu nedenle kimyasallarin eslesmesi sirasinda bir protein bir formasyondan bir diger formasyona sekil degistirir. Protein sekil degistirirken ayni zamanda da bir hareket üretir. Bir proteinin hareketi “is” yaratir. Belirli bir fonksiyonu yerine getirmek için, bir arada çalisarak interaktif guruplar olusturan proteinlere “patikalar” adi verilir. Belirli protein patikalarinin aktiviteleri ise canli organizmalar tarafindan gerçeklestirilen sindirim, diskilama, soluma, üreme gibi adlar altinda toplayabilecegimiz tüm fizyolojik fonksiyonlari temin eder.
      Proteinler organizmanin yapisini ve fonksiyonunu temin ederler ancak rasgele protein eylemleri “yasam” saglayamazlar. Bilim adamlari kompleks davranislara yol açan protein fonksiyonlarini olusturan mekanizmayi belirlemek ihtiyacindaydilar. Onlarin arastirmalari proteinlerin degisken olduklari (stabil olmadiklari) gerçegi üzerine kuruluydu. Tipki arabanin parçalari gibi, kullanildigi zaman proteinlerde “asinmaya tabi”idi. Eger belli bir patikadaki bireysel protein asinir ve yenisi ile degistirilmezse patika duracakti. Fonksiyonunu tamamlayabilmesi için proteinin degistirilmesi lazimdi. Buna bagli olarak davranissal fonksiyonlari, patikalari olusturan proteinlerin varligi veya yoklugunu regüle ederek, kontrol edilebilecegi düsünülüyordu. Protein parçalarini degistirmede kullanilacak kaynak ise soyaçekim için gerekli ”karakterin” bir sonraki nesle geçirilmesini saglayan “hafiza-bellek” faktörlerine bagliydi.
      Protein sentezini kontrol eden soyaçekim faktörlerinin arastirilmasi ise DNAya götürdü. 1953 yilinda Watson ve Crick “genetik kod” gizemini aydinliga kavusturdular. DNA nin bir proteini olusturan amino asit siralamalarini belirleyen moleküler bir “anakopya-blueprint” oldugunu açikladilar. Her bir proteinin anakopyasi olan DNA ya ise gen dediler. Proteinler bir organizmanin karakterini belirlediginden ve bu protein yapilarinin da DNA nin içinde sifrelenmis olmasindan dolayi da biyologlar DNA nin Öncelligi (Primacy) olarak bilinen dogmayi olusturdular. Bu baglamda, Öncellik “kontrolun ilk seviyesi” anlamina geliyordu. Kisaca, DNAnin canli organizmalarin yapisini ve davranisini “kontrol ettigi” sonucuna varildi. DNA bir organizmanin karakterini “belirledigine” göre Genetik Belirleyicilik kavramini ortaya koymak uygundu. Bu görüse göre organizmanin yapisini ve davranislarini genler belirliyordu.
      Bilimin materyalist- indirgeci- belirleyici felsefesi bizi “Insanin Genome Projesi”ne kadar getirdi. Bu Proje tüm genlerin haritasini ortaya çikartacak milyarlarca dolarlik bir projedir. Tamamlandigi zaman “hasarli “genleri tamir edecek yada degistirecek bilgiye sahip olacagimiza inaniliyor böylece Bilimin organizmanin tezahürlerini kontrol etme misyonu da gerçeklesmis olacakti.
      1953 ten bu yana biyologlar DNA nin yasami kontrol ettigini varsayiyorlar. Çok hücreli hayvanlarda, yasami kontrol eden organ “beyin” olarak biliir. Genlerin hüce yasamini kontrol ettigi varsayilmaya baslanildigindan beri ve genler hücrelerin çekirdeklerinde bulundugu için, “çekirdek” hücrelerin “beyni” olarak kabul edilmistir.
      Genlerle ilgili Mitin çöküsü
      Herhangi bir organizmadan beynin alinmasi, hücrenin beyninin alinmasina esdegerdir ki, bu aksiyonun derhal ortaya çikan kaçinilmaz baglantisi hücre çekirdeginin alinmasidir. Buna çekirdegin kazilmasi (oyulmasi) denir. Çekirdegin alinmasi hücrenin ani ölümü ile neticelenmesi gerekirken, bu hücrelerin yasamlarina devam ettikleri ve biyolojik islemleinin “düzenli”bir kontrol altinda tutulduklari görülür. Aslinda hücreler çekirdeksiz olarak en az iki ay daha yasamlarini sürdürürler. Açik olarak görülmektedir ki genlerin hücre davranisini “kontrol”ettikleri önermesi yanlistir.
      Nijhout tarafindan tanimlandigi gibi, genler “kendi kendini birden ortaya çikartamazlar” . Yani genler kendilerini açip, kapatamazlar. Genler kendi tezahürlerini kontrol edemezlerse, bir hücrenin davranisini nasil kontrol edebilirler ? Bundan öte bir düsünce genlerin “çevresel sinyaller” tarafindan regule edildikleridir. Yani, genin tezahürünü kontrol eden DNA nin Öncelligi yerine Çevrenin Öncelligini kabul etmemiz gerekir!
      Hücreler çevrelerini “okumakta”, bilgi degerlendirmesi yapmakta ve yasamlarini sürdürmek adina uygun davranis programlarini seçmektedirler. Verinin entegrasyonu, islenmesi ve hesaplanmis bir davranissal tepki gösterilmesi hücrede beyine es deger bir varliga isaret etmektedir. Hücrenin beyni nerededir? Sorunun cevabi bakterilerde bulunmaktadir. Yani dünya üzerindeki en ilkel organizmalarda. Bu tek hücreli yasam formlarinin bir çok islem ve fonksiyonlari çok yüksek bir entegrasyon içindedir. Buna bagli olarak onlarin beyine esdeger bir yapisi oldugunu söyleyebiliriz. Sitolojik olarak bu organizmalar çekirdek, mitokondria, golgi yapilari gibi hiç bir organellaya sahip degildir. Bu ilkel yasam formalarinin sahip oldugu tek organize yapi “hücre zaridir”. Ayni zamanda plasmalemma diye de adlandirilir. Hücre zari bir zamanlar sitoplasmayi bir arada tutan geçirgen bir Saran (Wrap) olarak düsünülmüstü. Ayni zamanda bakterinin sindirim, solunum, diskilama ve integumentary (deri) sistemlerinin islemini görmektedir. Ayni zamanda da hücrenin “beyni” vazifesini de görmektedir.
      Hücre zari temel olarak “fosfolipidler” ve proteinlerden olusur. Fosfolipidler, iki çubuklu lolipoplara benzerler ve kristal iki katli yapida düzenlenmistir. Zar tipki bir yagli ekmek sandviçi gibi düsünülebilinir. Lipidler ortadaki yag tabakasi gibi yapistirici rolü görür. Fosfolipid iki katli formlari iç sitoplazmayi dis ortamdan ayiran deri seklinde bir bariyer olusturur.
      Zar, Integral Zar Proteinleri (IMP-integral membrane proteins) adi verilen özel proteinler insa edilmistir. IMPler yagli ekmek sandviçin içindeki zeytinlere benzerler. Iki sinif IMP vardir. Alicilar ve etkileyiciler. Alicilar hücrelerin “duyu” organlaridir, yani göze, kulaga, burun vb tekabül ederler. Alici, bir sinyali tanir ve ona baglanirsa, uyum halini degistirerek buna tepki verir. Geleneksel biyoloji alicilarin sadece “madde”ye (moleküler) e yanit verdigini kabul eder, Newtonun Evreni bir “madde makinasi” görüsüne tamamen uygun olan bir inançla.
      Yeni hücre arastirmalari ise geleneksell newton fizigini asmis ve quantum fizigi tarafindan tanimlanmis, enerjiden olusan bir evren fikri üzerine kurulmaktadir. Yeni fizik enerjetigi, materyalizmin üstünü görmekte, indirgemecilik yerine bütünü ele almakta ve kararlilik yerine belirsizligi ele almaktadir. Buna bagli olarak diyebiliriz ki alicilar moleküler sinyaller kadar, enerji sinyallerine de yanit vermektedirler
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!

      İnancın Biyolojisi/2

      Geleneksel tip israrla kendi dalinda yapilan ve bilim dergilerinde yayinlanan arastirmalari görmezlikten gelmektedir. Oysa bu arastirmalar elektromanyetik alanlarin hücre fizyolojisi üzerindeki düzenleyici etkilerini açikça göstermektedir
      Vuruslu (Kalp atisi gibi atan)(pulsed) elektromanyetik alanlar, DNA sentezi, RNA sentezi, protein sentezi, hücre bölünmesi, hücre farklilasmasi, morfojenesis ve nöroendokrin düzeni dahil her tür hücre fonksiyonunu aslinda regüle etmektedir. Bu bulgular biyolojik davranislarin düsünceyi de içeren “görünmez” enerji güçleri tarafindan kontrol edilebilecegini göstermektedir.
      Protein alicisi kendini tamamlayici bir sinyalle aktive oldugunda formasyonunu degistirir ki daha özel bir etkileyici proteinle birleserek bir kompleks olusturabilsin. Etkileyici proteinler hücre davranislarini tasir. Etkileyici proteinler enzimler, sitoskeletal elemanlar (kas ve kemik hücrelerine esdegerler), ya da tasiyicilar (elektron, proton, ion veya diger özel molekülleri “tereyag ekmek” bariyerinden tasiyan proteinler) den olusur. Genel olarak etkileyici proteinler dinlenme durumunda iken inaktiftirler. Ancak alicilar etkileyici proteine baglandiklarinda, etkileyici hareketsiz formundan aktif formuna dogru formasyonunu degistirirler. Çevresel bir sinyalin hücrenin davranisini degistirmesi böyle olusur. Etkileyici IMPlerin aktivasyonu genel olarak sitoplasmik protein patikalarinin davranislarini düzenler, sindirim, salgilama ve hücre hareketi ile ilgili olanlar gibi. Eger özel fonksiyonel proteinler halihazirda hücrenin içinde bulunmuyorsa, aktive olmus etkileyici IMPler çekirdege bir mesaj gönderir ve gerekli olan gen programlarini ortaya çikartir.
      Alici IMP ler çevrelerini görür veya farkinda olur ve etkileyici IMPler ise çevresel sinyalleri, uygun biyolojik davranislara tercüme edecek fiziksel tepkiler yaratir. IMP kompleksi davranisi kontrol eder ve düzenleyici proteinler üzerindeki etkisiyle, bu IMP ler ayni zamanda gen tezahürünü de kontrol eder. IMP kompleksleri hücreye “fiziki duyumlama yolu ile çevre farkindaligi” temin eder. Sözlük anlamiyla buna algilama diyebiliriz. Her bir alici-etkileyici protein kompleksi kollektif olarak bir “algilama ünitesi” olusturur.
      Hücre zarinin biyokimyasal tanimini söyle okuyabiliriz; Zar bir likit kristaldir (fosfolipid organizasyon) , kapilari (alici IMPler) ve kanallari (etkileyici IMPler) bulunan bir semikondüktördü r. (sadece tasiyici IMPlerin getirdikleri zar bariyerini geçebilirler) . Bu tanim bir bilgisayar çipi tanimlamasiyla aynidir. Son çalismalar göstermistir ki, hücre zari aslinda silikon bir çipin organik olan ayniyla yapimidir.
      Bu baglamda hücre, gücü kendinden olan bir mikroislemcidir. Basit olarak söylemek gerekirse hücre organik bir bilgisayardir. Hücrenin operasyonu bilgisayar yapisi ile anlasilabilir. CPU (Bilgi islem mekanizmasi) hücre zaridir. Klavye (veri girisi) zar alicilaridir. Disk (bellek) çekirdektir. Ekran (veri çiktisi) hücrenin fiziki durumudur. Alici-etkileyici IMP kompleksleri ise, “algilama” üniteleri olarak bilgisayan bitlerine esdegerdir.
      Yeni, yani tanimlanmamis “sinyaller” çevreye girdiginde, hücre onlara yanit vermek için yeni algilama üniteleri yaratir. Yeni algilama üniteleri IMP proteinleri için “yeni” genlere ihtiyaç duyar. Hücrenin, yeni sinyale yasamini devam ettirmeye yönelik (survival oriented) bir yanit (davranis) verebilmesi için yeni IMP alicilari olusturma kabiliyeti ise evrimin temelidir. Hücreler yeni alicilar yaparak ve onlari belirli etkileyici proteinlerle entegre ederek “ögrenirler”. Hücresel bellek bu proteinlerin kodunu belirleyen “yeni” genlerle temsil edilir. Bu islem organizmalarin sürekli degisen çevreler içinde yasamalarina imkan tanir.
      Bu ögrenme-evrim mekanizmasi bagisiklik sistemi tarafindan yürütülür. Bagisiklik hücresi (T-limposit) için saldirgan antigenler (virüsler, bakteriler, toksinler vb) “yeni” çevresel sinyaller demektir. T-limpositler antigenleri tamamlayacak ve baglanacak protein antibodies yaratirlar. Antibodiler kendi antigen “sinyalini “ tanimlayacak özel “alici”lardir. Protein antibody yapisi genlerin (DNA) nin içinde enkode edilir. Yeni antibodiler yaparken, hücreler yeni genler “yaratirlar”.
      Bir hücrenin çevre farkindaligi alici popülasyonu ile anlasilir. Tek hücreli organizmalarda (bakteriler, protozoalar ve algeler) hücrenin alicilari çevredeki tüm yasamin sürekliligi ile ilgili sinyallere yanit verir. Bu sinyaller içinde fiziksel çevrenin elemanlari da bulunmaktadir (isik, yerçekimi, isi, tuzlar, mineraller vb) yiyecek (besinler, diger organizmalar) ve yasami tehdit eden araçlar (toksinler, parazitler, predatorlar gibi)
      Çok hücreli organizmalarda, hücreler evrimlesmis ve “topluluk” kimligi ve entegrasyonunu temin edecek ek alicilar gerekmistir. Entegrasyon alicilari, hücre topluluklarindaki fonksiyonlari koordine etmek için kullanilan bilgi sinyallerine (hormonlar, büyüme faktörleri) yanit verirler. Özel bir gurup alici “kimlik” olusturarak, hücresel toplumun üyeleri olarak “merkezi” bir emre karsi kollektif tepki verirler. Kimlik alicilarina “self reseptörler” veya “histocompatibility reseptörleri” denir. Self reseptorler bagisiklik sistemi içinde “self”ini saldirgan organizmalardan ayirt etmek için kullanilir. Doku ve organlar ayni self receptörleri tasimalari halinde degistirilebilirler .
      Bir algilama ünitesi çevreden gelen bir sinyali tanirsa, bir hücre fonksiyonunu aktive eder. Bir hücre tarafindan ifade edilen yüzlerce davranis fonksiyonu olmasina ragmen, tüm davranislar büyüme ya da korunma yanitlari olarak siniflandirilabilir ler. Hücreler büyüme sinyallerine dogru hareket ederken, yasami tehdit eden uyarilardan (korunma yaniti) uzaga giderler. Bir hücre hem öne hem arkaya ayni anda hareket edemeyeceginden, ayni anda bir hücre hem büyüme hem de korunma halinde birden bulunamaz. Hücre seviyesinde büyüme ve korunma ayni anda gerçeklesemez. Ikisi de birbirinden ayridir. Bu insan hücreleri içinde geçerlidir. Eger dokularimiz ve organlarimiz korunma ihtiyaci algilarlarsa, büyüme davranislarini durduracaklardir. Kronik korunma ise dokunun ve fonksiyonlarinin bozulmasina yol açar.
      Eger bir hücre stresli bir ortama girmisse ve bu stresle basa çikacak bir gen programina (davranisa) sahip degilse ne olur? Hücrelerin stresli durumlarla basa çikabilmek için varolan gen programlarini “yeniden yazdiklari” artik kabul edilmektedir. Bu DNA degisikliklerine mutasyon denilmektedir. Son zamanlara kadar mutasyonlarin rasgele oldugu düsünülmekteydi. Yani mutasyonlarin sonuçla bir ilgisi olmadigi saniliyordu. Ama artik kabul ediliyor ki çevresel uyaricilar “adapte olacak” mutasyonlari atesleyerek bir hücreye genlerini özel olarak degistirme imkani tanimaktadir. Daha da ötesi bu mutasyonlar organizmanin çevreyi algilayisina paralel gelismektedir. Örnegin bir organizma “gerçekte orda olmayan bir stres algilarsa, bu yanlis algilamada o inanca uygun bir gen degisikligine yol açabilmektedir.
      Bir neticeye varmak istersek; Bedenlerimizin yapisi proteinlerimizle belirlenmektedir. Proteinler çevremizin fiziksel tamamlayicilaridir. Buna bagli olarak bedenlerimizin çevremizin fiziksel tamamlayicilari oldugunu söyleyebiliriz. Bir hücrenin zarinda bulunan IMP algilayici üniteleri çevreyi, farkindaliga dönüstürmektedir. Çevredeki sinyallerin alinmasi protein olusumlarini degistirmektedir. Proteinin seklinin degismesi için üretilen “hareket” hücre tarafindan “is” olarak kullanilmaktadir. Yasam (canlilik) “davranis” olarak tercüme edebilecegimiz protein hareketlerinin neticesidir. Hücreler algiya göre büyüyerek ya da korunarak davranis programlari seçerler. Eger gerekli davranisi temin edecek proteinleri o anda sitoplasma da yoksa, IMP üniteleri hücrenin çekirdegindeki uygun genlerin tezahürünü aktive edebilirler.
      “Algilamalar” çevre ve hücre tezahürleri arasindadir. Eger algilamalarimiz hassas ise netice olarak ortaya çikan davranislar da yasamimizi zenginlestirirler. Eger “yanlis algilamar " ile hareket edersek davranislarimiz uygun olmaz ve sagligimizi kullanarak hayatiyetimizi tehdit eden boyutlara ulasabilirler
      Wisconsin Universitesi Tip Fakultesi Profesoru ve Stanford Universitesi arastirmacisi Dr Bruce Lipton, bilim ve ruhsallik arasindaki kopruyu kurmaya calisan bilim adamlarindan, ve yeni cikan "Biology of Belief" (Inancin Biyolojisi) adli kitabin yazari

      --------------------------------------------------------------------------------
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!