Muzaffer ARICI

      Muzaffer ARICI

      Sunulan Eserleri
      1- 1843 Yılında Rize Yöresini Adım Adım Dolaşan Prof. Karal KOCH’un Seyahatnamesi
      2- Her Yönüyle “ RİZE”
      3-Her Yönüyle RİZE Şiveleri

      2.IX.1930
      Milli his ile dil arasındaki bağ kuvvetlidir. Dilin milli ve zengin Olması milli hissin inkişafında başlıca müessirdir. Türk dili, dillerin en zenginidir, yeter ki bu dil şiarla işlensin.
      Ülkesini, yüksek istiklalin korumasını bilen Türk Milleti, dilini de yabancı diller boyunduruğundan kurtarmalıdır.

      Gazi M. KEMAL


      Alfabe’mize Avrupa’dan harf ve sözlükler almaya hiç gerek yoktur. Avrupalılar bizim bir harfle ifade edebildiğimiz işaretleri üç-dört harf kullanarak belirtebiliyorlar. Misal olarak; “ş” harfi için Almanlar "sch” kullanırlar “ç “ harfi de keza Avrupa dillerinde basitleşmemiştir (bizdeki gibi).
      Ulu önderimizin bizlere sağladığı bu kolaylık Türkçemize bir yadigar olup, Avrupa dilleri bu gibi kolaylıkları bizden ithal etmeleri gerekir.

      Muzaffer ARICI


      HEMŞİN – HEMŞEN

      “Daima, Şen ve mutlu İnsanlar” manasını taşıyan bu Öz Türkçe Kelime, Çin setti boyunca batıya göç eden Türklerle, her konaklama yerine taşındı. Yenisey, Fergane, Isığ göl, Volga boyları, Azerbaycan ve Ahıskada bu isme rastlıyoruz. Konar göçer Türkler, her yerleştikleri yere bu ismi vererek zamanımıza yadigâr bıraktılar. 7.yy. da şimdiki Hemşin’e taşıyıp, harap olmuş Dampur topraklarını şenlendirdiler ve abad ettiler. Onun için Arap tarihçileri Hemşin’den bahsederken ( Hamamabat) tabirini kullanırlar. Yani bir Türk beyi olan Hamambeg başkanlığında ( İran Tarihçileri “ Manuvan” derlerdi.) Hemşin toprağını şimdiki gibi zamanımıza kadar yurt edindiklerine günümüzde şahit oluyoruz… Rize’ye gelen Türkler, Türkçeden başka hiçbir dil konuşmadılar. Anadolumuzda, Türk dünyasının her şivesini Rize’deki İnsanlar hala konuşmaktalar. Başka yörelerimizde bu Şive zenginliğine raslanmaz.

      Muzaffer ARICI
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      HER YÖNÜYLE “RİZE”

      Kısa Tarihçe:

      İnsanoğlu, doğup büyüdüğü, koşup onadığı yerlere, atalarının nelerden, hangi şartlarda gelip yerleştiğini merak eder. Bu merak Doğu Karadenizli için dayanılmaz bir arzuya dönüşür.

      Saygıdeğer, canı tez, tutuğunu koparan, ekmeğini alınteri ile kazanan bu insanlara gerçek vesikalarla cevap vermek için elli seneye yakın yaptığımız araştırmalarda, maddi ve manevi emekten sakınmadan çalıştık. Yeterince bilgi toplayarak makul bir neticeye ulaşmış olmanın mutluluğu içindeyim.

      Bir yörenin insan kimlik tespiti, şu ana unsurlara dayanır.

      a) Yazılı inanılır belgeler

      b) Gelenekler, ananeler

      c) Dil unsuru

      d) Kimliğin “mühür”ü sayılan, yazılı abideler, mezar taşları heykeller. (Türklüğün simgesi olan koç, koyun heykeli gibi)

      e) Kazılar neticesinde elde edilen buluntular.

      Yukarda sıralanan beş ana unsurdan sapmadan yaptığımız araştırmaların kısa özetini aktaralım.

      Gerçek kaynaklar; Rusya steplerinden güneye doğru ordularla düzenli olarak ilerleyen İskit / Sakalar’ın, Doğu Karadeniz’de yerleşmiş, devleşmiş, Kimmer’leri, Kapadokya bölgesine kadar inerek önlerinde kovaladığını, komutanları Alper Tunga idaresindeki tüm Küçük Asya’yı kapsayan Saka / Türk hakimiyetinin 28 sene sürdüğünü, MÖ 628 tarihinde sona erdiğini inanılır kaynaklar kaydeder. Ünlü bir ziyafette Tungaalp/Alpertunga, Med Kralı tarafından kalleşçe öldürülmüştü. Başsız kalan Sakaların bir bölümü daha güneye gitmişse de, büyük bir bölümü Doğu Karadenize geri dönmüştür.

      Geri dönen Saka/İskit Türkleri Doğu Karadenizi yurt edinerek “Laz/Alaz”, “Çanlar”/”Sanar”ların atası olarak Lazika adı altında ikibinyıl anılacak bölgeyi tarih sahnesine çıkardılar. Tarihte Laz’lar saka / İskit Türkleri’nin iki kardeş oymağı şeklinde Çanar ve Alas adı ile tanınırlar.

      Doğu Karadeniz’in Kafkas bölgesinde, Kür nehrinin bir kolu olan Alas, mümbit topraklarını yıllarca iskan ederek çoğaldıkça Karadeniz sahiline de inmeye başladılar. Gürcü dilinde baştaki sesli harf (A) las düştüğünden Las/Laz kelimesi şimdiki şeklini aldı. Lazut kelimesi, Laz+ud kelimelerinin birleşmesinden meydana gelmiş, Laz yiyeceği manasını taşıyan “Mısır”a verilen Türkçe isimdir. Kutsal Kitap “TEVRAT”ın Tekvin süresinde ve inanılır bir kaynak olan Eski Gürcü tarihinde Lazların Ulu Atası Türk olan TOGARMA’dan türedikleri kaydedilir. Gürcü esaretinde uzun zaman kalmış olan Lazların dilleri baskılama ile etkilenmiştir. Lazların Atası Türk olduğundan Gürcü tarihçileri ve Migreller bunları ÇAN/ÇENET diye anarlar. Hiç bir kimse zamanımızdaki politik anlayışla, bu kavim (Migrel veya Gürcüdür) diye tarih akışında iddiada bulunamaz. Kaldı ki Migreller Lazika Krallığı’nın himayesinde beş asır yaşamış ayrı bir topluluktur. Lazların gelenek, görenek ve sosyal yaşantı gibi kavramları hiçbir zaman Gürcü veya Migrellerle bağdaşmaz.

      Miladi yıllardan önce Doğu Karadeniz’de Türkçe isimlere rastlamak yöre tarihine ışık tutar.

      Gürcistan’daki altın postu ele geçirmek için Doğu Karadenize yönelen Argonot’ların gemisi Rize’de karaya oturdu. Gemideki hububatı da alarak karaya çıkan insanları uzun zaman kurtarıcı gelmeyince doğudaki Salahor deresine hububat ektiler. Yalnız pirinç (irizios) iyi yetişti. “Buraya pirinçten dolayı bu isim verildi” diyen tarihçiler belkide yanılıyorlar. Rize ismi eski Türk oymaklarından neden gelmiş olmasın.

      Prof Lazlo Rasony, Ord. Prof. Z. Velidi TOGAN ve Allah uzun ömürler versin zamanımızda yaşayan Prof. Dr. M.F. KIRZIOĞLU gibi ünlü araştırmacılar yukarda ismi geçen derenin – Askhoros- (miladi senelerden önce) ismiyle anıldığını belirtiyorlar. Keza Hopa yakınlarındaki Apsaros deresi de bir Türk oymak isminden hatıra kalmadır. Peçenek Türklerinin bir kolu olan –Mak-larda miladi senelerden önce buralara kendi isimlerini hatıra bırakmışlardır. Macar nüfusunun bir kolu da Peçenekler’den teşekkül eder. Prof. Lazlo Rosany’e göre Mak/Peçenek uruğu, Doğu Karadenize damgasını vurmakla birlikte, Macaristan’da hatıra yer isimleri bırakmışlardır. Peçenek/Kuman/Uz dillerini yansıtan Makut, Maksa ve Mafalya gibi. Doğu Karadeniz’de Doğu Karadeniz halk diliyle (Hemşin) Kore ve Macar dillerinde temel isimlerde benzerlik görülür. Erkek ve kadın uzuvlarındaki benzerlik araştırmacılar için ışık kaynağıdır. Peçenek/Kuman/Uz-yer isimleri Doğu Karadenizde çok yere damgasını 2000 yıldan beri vurur. “Çur” kelimesi çok yerde geçer. Yukarda ismi geçen kabilelerin damgasını taşır. Hodeçur, Aveçor gibi. Rize’nin ilçelerinde “Mak”lardan kalma isimlere çokça rastlanır. Örnek olarak:

      Çamlıhemşin Kavran yaylasında Mak-un düzü, Mak-alıskırt (Dikkaya). Mak-revis (konaklar mahallesi) Of’daki Makdanoz, Hayrat deresi yakınlarındaki “Maki” deresi. Orhun ve Bilge Kağan yazıtlarında da yazıldığı gibi Türk yer isimleri olduğu gerçeğini ortaya koyuyor. Bir Türk kavimi olan “Çik” kavminin izlerine Rize’mizde sıkça rastlanır. Kelime Uygur Türkçesine de yakın olup Laz kardeşlerimizin yerlerine çoğunlukla tekabül etmesi düşündürücüdür. “ÇİKLERİN” Kıpçakların, Lâzların Atası olması ihtimali çok kuvvet kazanmaktadır. Çiklerin isimleri Trabzon ve ilçelerinde yer ismi olarak çokça olmakla beraber, Rize’de de vardır. Rize’deki “ÇİKLENAR” (şimdiki Saraykoy), “Çıkara” (şimdiki Bozuk Kala). Fındıklıdaki “ ÇİKLENAR” (Şimdiki Sarayköy), Fındıklı’daki “ÇUKULİT” (Şimdiki Aslandere),Pazar’daki ÇİKETURA (şimdiki Boğazlı), Arhavi’deki “ÇUKAVLAT” (şimdiki Kestanealan), bu isimlerde Türkçe kökenlidir. Lazların miladi senelerde bir nevi Türkçe konuştuklarının bir işareti sayılır. Milattan sonra 150 yıllarında bu yörede seyahat eden, yer isimlerini çok iyi kaleme alan ünlü gezgin ARRİANOS’da hemen hemen bu isimleri bizlere aynen aktarıyor.

      Doğu Karadenizde Türkçe konuşan Bizanslı Hıristiyanlar’ın yaşadığı bir gerçektir.

      Bizans İmparatoru Justinyanos (527-565) yöre halkını birlik içinde İran’a karşı bir güç oluşturmaları için tek din (Hıristiyanlık) çerçevesinde toplamayı başardı. Lazlara yaranmak için Kudüs’de bulunan (Lâz Mabedini) tamir ettirdi. Doğu Karadeniz Avrupa’ya papaz ihraç etmeğe başladı. Zil Kale dahil bir çok kale yaptırarak deniz hakimiyetini sağlamlaştırdı.

      120-130 yıllarında Balkar adlı Hazar Türkleri Çoruh soluna gelip yerleşmişlerdi. Ermenilerin bir nevi halk lehçesi olan bir dille ve komşuları Gürcülerin lehçelerini Balkar Türkçesiyle birleştirip yalnız kendilerinin anlayacağı bir şive ile konuşurlar. Bunlara Hopa Hemşinlileri diyoruz. Bunların bir kolu da Bayburt dolaylarına yerleşti. Dağ kesimindeki Alaslar (Sanar) Çanarlar putperest İran baskısıyla Doğu Karadeniz sahil kesimine inerek, Çayeli’nin doğusundaki kemere kadar olan yerleri şenlendirdiler. Önceden yerleşmiş olan Türklerle karıştılar. İran, Bizansa karşı birlik içinde büyük bir güç oluşturmak için hudutları dahilinde bulunan Hıristiyan Türk ve Ermeni, din adamlarını ölümle tehdit ediyordu. Türk ve Ermeni Papaz, din adamları o zaman Dampur denilen şimdiki Hemşin’in Toprağının girift ormanlarına kaçmışlardı. İran Şahı Emrinde bulunan Gürcü Kralı Watçyan Beye bu dağları yedi yerden yaktırdı. Türk ve Ermeni papazlar canlarını kurtarmak için Sumela Manastırının inşaatını bitirip sağlamlaştırarak canlarını kurtardılar. Manastıra Kıpçak Türkçesine göre isim verildiğine göre Türk papazlar çoğunluktaydı. (SUMELA=MUMHANE/MUM YAKILAN YER), putperestlik baskısı yüzünden İran’la arası açılan Hamam BEG idaresindeki Hıristiyan Hemşinlilerin Atası Türk Oymağı, yakılmış yıkılmış Dampur/Hemşin toprağını Çoruh Nehrinden kuzeye geçerek şenlendirdiler.

      Buraya önceleri “Hamam Beg”in ihya ettiği mânasında Hamamışen/Hamşen/Hemşin ismi verildi. Arap Tarihçileri de aynı manaya gelen Hamamabad diye Hemşin toprağından bahsederler. MS740 tarihlerinde İmparator Konstantin’e yardım eden Hıristiyan Türklere ödül olarak Hemşin toprağına yeni iskâna izin verildi. Böylece Rize ve dağ kesimleri (Ermeni, Rum, ve çok sayıda Türk) tek dine menbsup kişler olarak iskân edilmekle birlikte, İslam orduları da Çoruh havzasına gelmeğe başlamışlar, Kafkaslara kadar ilerlemişler, İran dahi İslam ordularına karşı koyamadan İslamiyeti kabul etmişti.

      Bu sırada, doğuda çok güçlü Müslüman Türk devletleri kurulmakta idi. Tuğrulbey 1050 lerde ordusuyla Mekke’ye gitmiş, oğlu Alpaslan, 1071 Malazgird savaşında Romen Diojeni yenerek idaresinde bulunan 30.000 Kuman, Peçenek Türk askerini tarafına çekmiş bu askerlerin Doğu Karadenizde yerleşmelerine yardımcı olmuştu.

      Oğlu Melihşah 24/Haziran/1080 yılında Bizansa karşı Kohl savaşını kazanmış. Ordusuyla Karadenize inerek ilk Müslüman Türk Hakimiyetini kurmuştu. Bu tarih Doğu Karadenizin Kurtuluşu diye bütün illerinde anılmalıdır. İlk İslam Türk hakimiyeti, Erzurum Selçuklu Sultanlığına bağlanmasıyla başladı. (Saltuklular’a)

      Bu tarihten sonra Rize toprağının dağ kesimlerine Müslüman Türkler gelmeğe başladı. İlk yerleşik Hıristiyan Türkler, Bizans yönetimi çok zayıf düştüğünden, imparatorluk, idareyi, yönetimi de tamamen bıraktığından boşlukta kalmışlardı. Sonradan gelen İslam ordularından güç alan, aynı dili konuşan Müslüman Türklere kardeşlik bağları ile bağlanmak isteyen Hıristiyan Türkler kendiliğinden İslamlaşmaya başladı. O hale geldi ki iç kesimlerde Müslümanlar, Hıristiyanlardan sayısal olarak üstün hale gelmeğe başladılar. Yöreden geçerek Karadenize inen İspanya’nın Buhara sefiri CLAVİO (1405) diyor ki; “Hemşin’deki Ermeniler burada yaşayan insanları Ermenileştirmek için 7. y.yıldan beri uğraş veriyorlardı. Kısmen de olsa başarılı olmuşlardı. Fakat Türkler kimliklerini korumayı bilmişler, hatta Hıristiyan yönetici Arakel-i Taş deresinin (şimdiki Araklı deresi) başına avanesiyle birlikte sürgün edip İspir beyinden Müslüman yönetici istemişlerdi.”

      Buraya kadar verilen özet bilgilerden anlaşılıyor ki bölgede zorla İslamlaştırma yok, tersine Türklere baskılama ile Ermenileştirme var. Zamanla, İslamlaşmış Ermeniler denilerek birçok tezler ileri sürülen insanlar; işte bu Hristiyanlaştırılmış Türklerin İslamlığa dönerek tekrar Türk kimliğine kavuşan insanların aslında eski Türkler olduğu kesindir.

      Burada şu gerçeği de belirtmek icap ediyor. Tüm yöre Hıristiyan iken İncil dili Rumca idi. Dolayısıyla itibarlı bir dildi. Şimdi nasıl Kuran-ı Kerimi aslından okumak için Arapça bilmek şartsa o zamanda incili iyice okuyup anlamak için Rumca bilmek şart idi. Bu itibarı kazanmak için bir çok Hıristiyan Türk (Bilhassa Hıristiyan dininin yoğun olduğu Of dolaylarında) Rumca öğrenildi. Hatta konuşuldu. Bu dil kesinlikle Yunanca değildi. Bizans dili olan Latince idi. Şimdi bazı yörelerimizde hatta bazı köylerin tümü Rumca konuşuyor diye Rum kimliği vermek veya bu iddiada bulunmak gaflettir. Bu dili konuşanlar itibarlı Türk Hıristiyanlardı. Eski Türk Hıristiyan olan bu soydaşlarımız, işin aslını öğrenmeden hiçbir endişeye, yanlış yoruma kapılmasınlar. Zaman herşeyi aslına rucu ettirecektir.

      1204 yılında Haçlı ordularının kovaladığı Komnenos kardeşler Bizans’dan kaçarak Trabzon’da Pontus (Pont-Us)=(Deniz Kenarı) devletini kurdular. Bu devlet Tüm Güney Karadenizi içine aldığı belirtilmiş diye yazılmış olsa bile gerçekte Trabzon’da hüküm süren bir devlet oldu. Rize yöresi de itibari olarak, kimlik unsurlarını kaybetmeden bu devlete bağlanmış gözüküyor. Lazıka Aşiret reisi Gozobes Pontus kralı ile yaptığı bir görüşmede Kral Sahil Lazlarına haraç ödemeyi kabul ediyor. Yalnız, Hıristiyan olan Gazobes,den Kral şu ricada bulunuyor. “Müslüman Türkler akın akın geliyor, siz bunları sahile sokmayın!” Onun için Lâz kardeşlerimiz İslamiyete geçmeden önce hiçbir Türkmen boyu sahile 15-20 km. den fazla yaklaşamadı.

      1461 yılına kadar Arap orduları tarafından defalarca, iki defada Timur orduları tarafından kuşatılan fakat alınamayan Trabzon Pontus Devleti, Fatih Sultan Mehmed’in üstün askeri dehası sayesinde alındı. Ahalinin çoğu gemilerle İstanbul’a götürüldü. Cafer Paşa idaresindeki Kara ordusu Çayeli’nin Kemer bölümüne kadar karadan giderek, Ali Paşa idaresindeki Deniz Kuvvetleri de sahil boyunca Batum’a kadar giderek, fazla direnmeden İslamiyeti seçen Lazları Osmanlı idaresi altına aldı.

      İç kesimler zaten çoğunlukla Müslüman Türk’tü ve savaşmadan Osmanlının adil idaresine girdiler. Çoğunluğun Müslüman Türk olduğu iç kesimlerde fetihten sonra Müslüman Türk sayısının azalarak Hıristiyan azınlık sayısının çoğaldığını görüyoruz. Sebebi şudur. Trabzon’dan kaçan Hıristiyanlar iç kesimlere, Rize toprağının dağlık bölgelerine giderken, buralardaki Müslüman Türkmenler Çoğunlukla Trabzon’daki boşalmış yerlere imtiyazlı şekilde göçmüşlerdi. Şehzade Selim Trabzon Valisi iken 1501 yılında İran kralı Şah İsmail Şiiliği ilan ederek çok sayıda sünni Müslümanı kılıçtan geçirmiş, kaçabilenler Trabzon valisi Yavuz’a sığınmıştı. Akkoyunlu ağzı ile kemençeye Çemençe, Kâtip yerine Çatip, Gemi yerine Cemi, Baluk yerine Paluk şivesinde konuşulması, Akkoyunlu Türklerinin, bu bahsi geçen göçün hatırasıdır. Karadenize inmeden ağır, yavaş bir Türkçe ile konuşan Uygur Türkü/Akkoyunlu atalarımız iklim şartlarına uyarak konuşmalarını hızlandırmıştı ve evlerin birbirinden uzak olduğu, yağmur, Rüzgar, Dere, Deniz sesi gibi etkenlerden dolayı yüksek sesle konuşmağa mecbur olmuşlardır.

      Melikşah zamanında getirilen Peçenek, Kuman, Çağatay Türkmen boyları, (Bunların Macaristan Türkleri ile yakın ilgisi var) İç kesimlere yerleştirilmiş, Erzurum Selçuklu Krallığına (Saltuklulara) bağlanmıştı. İç kesimlere kısım kısım gönderilen, sonradan kendiliğinden gelen çeşitli Türkmenler karışık bir durum arzederler. Dillerinde her Türk boy şivesinden bir parça bulunur. Temel kelimeler Macar dili ile benzerlik taşır diye belirtmiştik. Kore dilindeki Temel kelimelerle de benzerlik taşıması (insan vücudundaki organlar, ayriyeten Ana=Ann Burun=Burn gibi) düşündürücüdür. Herhalde Türk’lerin yalnız batıya değil doğuya da göçmüş olmaları gerekir. Osmanlı Arşivlerinde burdaki Türkleri, “Muselmani Kadim, = Fetihten önceki Müslümanlar, “Müselmanı Cedit” = Fetihten sonra gönderilen yeni Müslüman Türkler diye iki isimle anılıyor.

      Kısaca Osmanlı dönemine değinelim. Rize dağlık kesimi girift ormanlarla kaplı idi. Osmanlının gemi yapımında kullandığı Ardıç Kerestesi burdan temin ediliyordu. Padişahların bütün saraylarında Rize’den gönderilen bal mumu aydınlatma için yakılıyordu. Zira bu balmumu is yapmadığı için ihtiyaç temininin Rizelilerce sağlanması emredilmişti. Kışa doğru Devletten paralarını almak üzere Rizeliler İstanbul'’ giderlerdi. Dolayısıyla devlet ileri gelenleri ile Rizeliler yakın ilişki içinde idiler. Bu yakın ilişki Rize Hemşinlilerine itibar kazandırmış çocuklarını İstanbul'da okutma imtiyazını vermişti. Osmanlı mahkemelerinde de çok sayıda Rize/Hemşin'li kadı bulunmasının sebebi budur. İkinci Mahmut zamanında Osmanlı-Rus savaşı sonunda (1828) Doğu Karadenizden geri çekilen Ruslar, Rize halkının çalışkanlığına hayran kalarak işçilerimize Rus kapılarını açtılar. 1917 Komunist Rus rejiminden sonra tekrar kapıları kapatan Ruslar işçi almayınca iç gurbetçilik doğdu. Böylece, en iyi fırıncılık, otelcilik, pastacılık ve lokantacılık konularında usta olan Rize’liler ülkemizin her tarafına yayıldılar.

      Rusya gurbetçiliğinde, yanlarında çoluk çocuğunu götüremeyen gurbetçiler, bu defa götürebildiklerinden Rize’de nüfus artışı durdu. Sevinilecek husus, Rizeli Anadolunun diğer kesimlerinde olduğu gibi evi, mülkü satmadı. Döndüğü anda yeri yurdu yaylası hazırdır.

      93 Harbı dediğimiz 1877-78 Osmanlı Rus savaşı sonucunda üç sancak, Batum, Kars, Ardahan Ruslara bırakılmıştı. Ruslar, Osmanlı yine geri alır endişesiyle Batum sancağında bulunan Arşiv bilgilerimizi Tiflis’e taşıdılar. İyi ilişkiler içinde süren Türk-Gürcü ilişkilerimiz sayesinde fotokopi şeklinde de olsa bu değerli tarihi belgeleri alacağımız ümidiyle Kültür Bakanlığımızdan talepte bulunuyoruz. İstiklal Savaşında Kars’ı, Ardahan’ı kurtardık ama Batum’u kurtaramadık.

      Rize Hakkında HER YÖNÜYLE RİZE, şiveler hakkında HER YÖNÜYLE RİZE ŞİVELERİ, yöreyi devlet izniyle, İlk defa dolaşarak bize gerçek bilgiler armağan eden Prof. KARL KOCH (Reise, İm. Pontsche Gebirge’und Armenien) eserinin Rize bölümü olmak üzere üç eser türlü meşakkatlara rağmen vücuda getirilmiştir. Arşiv bilgilerimizi okuyabildikçe bu seri genişletilmiş eserler halinde takdim edilecekti.

      Özet sunduğumuz bu küçük bilgilere, yörenin Halis Türklüğüne dair 18 maddeyi ilave ediyoruz. İstifade edilen eserlerde bu şekilde okuyucuya takdim edilmiş olur.

      Muzaffer ARICI
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      HER YÖNÜYLE “RİZE”

      Her Yönüyle Rize kitabından 35-42. Sayfalar;

      İnanılır araştırmacıların tartışmaya gerek-mahal bırakmayacak tespitleri

      1) Prof. Dr. M. F. KIRZIOĞLU

      1461-1512 arasında Dört Osmanlı İskanı: Fatih Sultan Mehmet, 1461 de, karadan ve denizden kuşattığı Trabzon’u fethedince, Giresun’dan Çoruh Ağzına kadarki yerleri içine alan ‘Tura bozan sancağına, İlk iskan olarak (kayser ailesiyle Rumların çoğu, gemilerle Rumeli ye ve Kırıma gittiğinden) Amasya ve Sivas’tan memur ve sipahi ailelerini yerleştirdi. O’nun II. İskanı, Konya-Karaman’ı 1466 ta fethini müteakip şehir esnafını İstanbul’a, köylü ve yarı göçebeleri de Rumeli ve ‘Turobozan sancağına sürdürdü. III. Ve büyük – iskan, Şehzade Yavuz Selim (1492-1511) ‘Tura bozan sancakbeyi’ 1501 ‘de Akkoyunlu’ları yıkan ve 1507 de Diyarbakır Akkoyunlu kolunu da kaldıran Şi’i Şah-İsmail, Sünni olan Akkoyunlu ve Tebriz Kıpçaklarını, hatta Farkın-Eyyubilerini kırgına uğrattı. Bu yüzden, ‘en yakın Osmanlı – Toprağı’, Şehzade Yavuzun sancağına on binlerce Akkoyunlu ve Sünni-Kıpçaklar, aileleriyle gelip sığınarak, yerleştiler. Yavuz, bunların geçimini sağlamak için 1508 de Kutyaıs’a akın ederek, oraları da yağmalattı. 1501-1502 de Tebriz ve çevresinden kaçanlar: Ke yerine ç yeride c biçiminde konuşan ‘Kıpçaklardı: Çatip/katip, Türç/Türk, cöz/göz, cemi/gemi, ve benzerleri gibi. İşte Trabzon-Rize de böyle konuşanlar Şah İsmail'’n zülüm ve kırgınından kaçanların neslindendir. Maçka ve Trabzon'’aki Eyübi zadeler ise III. İskan'’a Farkın/Silvan dan kaçıp gelen, ünlü Eyyübiler hanedanındandırlar. IV. İskan, 1512 Dulkadir (Maraş-Elbistan) Beyliği yıkıldıktan sonra, oradan sürgün edilen Türkmenlerden ‘Köroğlu’ oymağı olup, Rize’de bu ismi taşıyan ailelerdendirler.

      2) Prof. Dr. Laszlö Rasonyi, tarihte- Türklük, Sayfa 195/ANK. Türkler, Ön Asya’da kitle halindeki Yunanlılardan önce vardı. Fakat bunlar eski çağ tarihinin sonuna kadar, Hıristiyan oldular. Helen görünümü arz ettiler. İslamiyetin çıkışı ile Müslüman oldular, Helen (Yunan) görüntüsünü kaybederek aslına döndüler, tekrar Türkleştiler. Hakiki milliyetlerini buldular. Turanid (Türk) tipi doğu Karadenizde ilk çağlarda vardı.

      3) ANTHONY BRYER, İslam tarihi profosörü, Birmigham Üniversitesi Öğretim görevlisi, Çepniler Sayfa 193-(1962)

      Yazar, Çanlar’ı anlatıyor, yazara göre (bu yörede yaşayanların bir kısmı da Hemşinli’lerdi. Bunlar Ermeni Bagratlı Krallığı tarafından kısmen Enmenileştirilmişlerdi.)7 ve 11. yy. da eski hüviyetlerini kaybetmeyen bu insanlar 1405 senesinde Ermeni yönetici Arakeli, Araklı deresine Avanesi ile beraber kovarak, İspir hakiminden Müslüman (Yönetici istediler) bu değerli hocanın beyanından anlaşılıyor ki, yörede baskılama ile Türkleştirme yok, aksine baskılama ile Ermenileştirme olmuştur. (Yörede bir kısım Ermeni kalmıştı, bunlar sonradan Tatos’un güneyine göçtüler) diye tebliğde bulunuyor.

      4) Ord. Prof. A. Zeki Velidi TOGAN: Türk tarihine giriş bölümünde (oğuzlar yaz aylarında yaylak bölgelere çıkarlar. Yılda bir defa bütün boylar bir araya gelerek buluşup eğlenirlerdi, kurban keserlerdi) diyor. Bu gelenek Rize’nin iç kesimlerinde hala o ihtişamıyla sürmektedir. Prof. Bardhold’da aynı görüşü yansıtıyor.

      5) Prof. Karl Koch (Wanderungen, im Pontischen Gebirge Reisen ) Weimaier 1846, sayfa 89 da çok ilginç bilgiler veriyor.

      KOCH yöreyi 1843-44 senelerinde adım adım gezmiştir. Tabii ki gezmeden önce tüm eserleri okumuş olduğundan gezilerinde, eserlerindeki beyanlara rastlanmayınca hayret ediyor, isyan edercesine diyor ki: ne yazık ki istisnasız tüm ermeni eser ve kaynaklar, güvenilir değildirler. Bilim adamı halkının yalancı karakterine, halkından fazla katılmıştır. Her yerde gerçeklerin üstüne kendi bildiğini koyma kuruntusu seziliyordu, dolayısıyla yanlı yazılar ortaya çıkıyordu. Ermeni yazarların, coğrafyacıların beyanları inandırıcı değildi. İnciciyan ve ona dayanarak coğrafi bilgiler veren Bijikyan Hemşin’de kastedilen manastırı kendi tamir etmiştir. Yöreyi Ermenilere mal etmek isteği vardır).

      6) Gürciyatçi M. Brosset: Çanarlar için: (Bunlar Laz’ların atası olur. Atlı ve göçebe Türk’türler, Kaşkar’dan taht kavgası yüzünden kaçtılar. Gürcistanın Kür nehri bölgesine yerleştiler. Orbel Dolaylarını yurt edindiler. M.Ö. 360 senelerinde Gürcistani Perslere karşı iyi korudular) diye bahseder.



      Bu yüzden bu Türk boyuna Gürcüler çok itibar gösterdiler. Kür nehrinin bir kolu olan Alaz dolaylarında kalanlar, Gürcü karışığı bir dil konuştular. (Gürcüce de baştaki sesli düşünce, yani (A) Laz (Laz) kalır.)

      Laz kelimesinin buradan çıktığı tahmin ediliyor. Gelenek, görenek ve ahlak kurallarına değer vermeleri bakımından, Gürcülerle karıştırılamazlar. Gürcülerin baskısı bunların yalnız dillerini etkiledi. Fakat gerçek kimliklerini kaybetmediler. Rize yöresinin diğer bölümlerine yerleşen Türk ırklarına mensup olan Kıpçaklar, Kırgızlar, Kür nehri dolaylarında az oturduklarından dil bakımından etkilenmediler. Ana dilleri olan Türkçeyi Karadeniz dolaylarına kadar taşıyabildiler. Askuros, Apseros gibi dere isimlerini buna örnek gösterebiliriz. Bu kelimelerin kökü Askur, Asper olup, Türkçe dir. Rumlar sonlarına – es, - os gibi ekler getirerek dillerine benzetmeye çalışmışlardır. Müneccim Başı da eserinde Brosset’in iddiasını doğrular bir beyanda bulunuyor. Miladi senelerde Oğuz Kaan Kafkasya’da yaşamıştır. Iran’lıların Avrasyap dedikleri Bu Ulu Türk Hükümdarı Oğuz Kaan’nın Uruğu batıya göçmüştür. Barkal dağlarının Karadeniz bakarlarında yaşayan Türkmenler 60 000 kişi ile Tao’ya akın ettiler.

      (Bu akın 1301 yılında olduğuna göre, demek ki bu yıllarda 60 bin asker çıkaracak kadar Türkmen nüfusu Doğu Karadeniz’de vardı.)

      7) CLAUDE CAHEN: Sorbon Üniversitesi, İslam tarihi Prof., Anadolu’da Türkler-adlı eserinde; (Giriş bölümleri) (Finlerin, Macarların, Samoyed’lerin, Tunguz’ların, Moğol’ların Türklere yakın bağları vardır. Milattan önce Türklerin ismi geçmiyorsa da Hun’ların ataları oldukları kesindir. 5. Yy. da Avrupa’nın göbeğinde Atilla imparatorluğunu kurdular. İskitler, nasıl tartışmasız Türk ise Uygurlar, Guzlar, Kumanlar, Kıpçaklar, Kırgızlar, Peçenekler’de Türk’dürler. Türkler batıya aile, aile, boy boy göçtükleri gibi imparatorluk olarak da batıya kaydılar.

      Aynı eser sayfa 99 da: batıya “İran’dan göçen Türkler Müslüman olmuşlardır. Fakat önceden İslamlaşmış Türklere yakın ilgileri vardır.”diye anlatır.

      C. Cahen gibi bir profesör, İskitlerin dahi Türk olduğunu tartışmasız kabul ettiğine göre miladi senelerden daha önce Rize dolaylarına Türklerin geldiği kesinlik kazanır.

      8) Müslüman Türkler azınlıklara hiçbir zaman dil ve din yönünden baskı yapmadıklarına göre yöremizde Türkleşmiş azınlık olamaz. Baskı olsaydı en önce İstanbul’daki azınlıklara yapılırdı, sonra eksik bir dil olan Laz’caya da yapılırdı.

      9) Baskı ile din değişikliğinin sağlandığını düşünürsek dahi Osmanlı Türkçesi öğretilirdi, halbuki yöre halkı da Uygur, Kıpçak, Kırgız, Dede Korkut Türkçesi konuşuluyor. Bu dilleri içeren yüzlerce kelime sözlük bölümümüzde açıklanacaktır. Bu madde, tek başına olsa bile malum iddiaları reddetmeye yeter.

      10) Folklorik yaşantı: Halkın çalgısı kemençe, davul, tulumdur. Bu çalgılar tamamen Türk çalgılarıdırlar. Acaba iddia edildiği gibi dilinizi, dininizi değiştirdikten sonra bu çalgıları da muhakkak öğrenin diye baskı mı yapıldı?

      11) Hiçbir Ermeni’nin ya da Rum’un tulum, kemençe çaldığı veya dininden döndüğü görülmemiştir.

      12) Yörede azınlıkların bidayette olduğu, fakat sonradan usta olanların İstanbul’a, olmayanların devlet yardımıyla istedikleri yerlere göçtükleri, boşalan araziye, Osmanlının Türkmen gönderdiği vesikalara dayanan bir vakıadır.

      13) Lazlar ki, onların da ataları Türk’tür, komşuları Gürcülere Gürcü, Megrellere Megrel, Türklere de Türkçe konuşanlara da SU MEĞHI derler, üç yel/üç kol/üç ok manasını taşır. Yani bu deyim Türkçe konuşanların tümüne şamil olup, Oğuz boyunun Üç oklar grubunu bize gösteren en kuvvetli delildir. Lazlara da mı böyle söyleyin diye baskı yapıldı?

      14) Halk arasında yaşayan sülalelerin, kendilerine has, evlere sahip oldukları ağaçlara, kazılan uruk simgeleri, işaretleri vardır. Bu işaretlerin oğuzlarda olduğu herkesin malumudur.

      15) KOÇ HEYKELİ. Koç, koyun, teke heykelleri Türk Ata mezarlının bir simgesi olduğu tartışmasız ispatlanmıştır. Çamlı Hemşin’de bulunan Koç heykeli burada asırlarca evvel bir Türk Ulu Atasının varlığına ve buraların sahibi olduğuna dair en kuvvetli delildir.

      16) Rize dağlık toprağı İran Şahları için kontrolü zor bir bölge idi. Din yüzünden, gördükleri yerde öldürmek istedikleri papazlar ve havariler buralarda kolayca saklanabiliyorlardı. İran-Bizans savaşların da bu yöreye kaymıştı. Kontrolü kolaylaştırmak istediklerini, aradıklarını kolayca bulabilmek için, İran şahları emrindeki Gürcü prensi Wacyan Bey’e talimatlar vererek, bu girift ormanları yaktırdılar. (Daron) Tarihinin yazarı olaylara bizzat şahit olmuştur.

      Rahip Gevond, İslam fetihlerini anlatırken: Hemşin’lilerin atalarının önce Göle dolaylarına yerleştiklerini, sonradan Acaristan ve Çoruh bölgesine inerek, Çoruh’u karşıya geçtiklerini anlatır. Ayrıca, din yüzünden İran’dan ayrılan bu Türk boyu insanlarının kuvvetli Hıristiyan olan Bizans kralı VI. KONSTANTİN tarafından himaye edilerek şimdiki Hemşin toprağına yerleştirildiklerini kaydeder. (Hemşin toprağını mülk olarak Oymak beyi Hamam Beg e verdi) der. 4-5-6-7 y.y. yazılan Ermeni kaynakları Hemşin’lileri anlatırken, Turani kökenli olduklarını belirtirler. Turani isimlerle anarlar, misal olarak ODA, VAÇE, VAHA gibi (Vica ismi Turani olup, koç heykeline ait beyin ismi olabilir)

      Şu gerçeği de burada belirtelim İran’da milattan S. 450-451 senelerinde, Türk örf, adet geleneklerine tamamen ters düşen MAZDEİZM dini hüküm sürüyordu. İran Türklerinde bu dine girmeleri şartını öne sürerek baskı yapmaya o zaman başlamıştı. Savaşlarda İran ordularının büyük çapta, istihkakını veren bu çalışkan Türkleri, taraflarında tutabilmeleri ancak din birliği ile olabilirdi. Bulgar Türkleri ve Oğuzlar İran’a elçilerini göndererek bağlılıklarını bildirmişlerdir. Ancak din değiştirmek zordu.

      Soğukluk yaratmıştı. Din bakımından Bizans daha yakın görünüyordu. 6 yy. sonlarında Bizans İran savaşında Türkler Bizans’a sıcak davranmışlardı. Bizans hakimiyeti 15 sene kadar sürmüş İran toparlanmış Bizans Ordularını Kadıköy’e kadar kovalamıştı.

      6. ci Konstantin’nin toprağında yaşamak Türklere daha cazip gelmiş olabilir, zira din birliği o zamanlar çok mühimdi.

      17) Hayvanlara verilen isimler; yayla kokar, orta Asya kokar. Bu isimlerden su içen hayvana ‘çtu oğul çu’ denmesi, Çu ırmağını hatırlatır, ‘Dağıstan diye konan isimler düşündürücüdür. Bütün inek isimleri Türkçe’dir. Artan gül, nazar gül, çiçek, yazmalı, yaşar gül, süslü, gelincik, ay doğan, kara kız.

      Öküz isimleri: Yağuz, (Türklerde bir tanrı), paşalı, aydın, altın, dalyan, duman, şirin, cevahir, kaçkar (alnı beyazlara) konur.

      Dağıstan diye Rize’de bir yer olmadığına göre[1] bu isim zamanımıza kadar Kars’ın doğusundaki Dağıstan’ı yad etmek, anmak için konmuş olup, oradan göçerek şimdiki Hemşin toprağına yerleştiğine dair bir delil, ipucudur.

      18) Kapı Menteşeleri

      Eski binalarda, yayla evlerinde, değirmenlerde, kurt ve koç başlarına rastlanır. Bütün bu saydıklarımız Türklere ait olup başka hiçbir milletçe sahiplenilemezler...

      23.11.2001 Muzaffer ARICI
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000