Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU'nun Yaptığı Söyleşiler

      Prof. Dr. Oktay SİNANOĞLU'nun Yaptığı Söyleşiler

      Konuk: Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu

      Gani Müjde: Efendim merhabalar. Gündem Dışı'nın bugün çok renkli bir konuğu var. Türk Einstain'ı olarak da tanımlandırılan Oktay Sinanoğlu bugün konuğumuz. Efendim burda bir kitabın kapağında bir resminiz var. Hiç değişmemişsiniz. Bunu nasıl başardınız diye sorayım..

      Oktay Sinanoğlu: Eh.! Biraz. Ama kafanın içi yani daha genç duruyor, ondan belki..

      Gani Müjde: Biraz mı değiştiniz.. Peki nasıl sağlıyorsunuz bunu?

      Oktay Sinanoğlu: Şimdi bir kere bunu ben böyle 5 yılda bir yeni bir şeye merak sararım. Bilimde de yepyeni bir saha öğrenirim, o heyecanla oraya dalarım. Sonra işte başka meraklarda da yelken olsun, pilotluk olsun falan gibi, her 5 senede bir yeni bir şeylere girmek suretiyle hep böyle yeniden başlıyor gibiyiz.

      Gani Müjde: Şimdi gerilere dönelim o zaman biraz, İtalya'ya doğru gidelim. Bari'de doğdunuz sanıyorum.. Ve o günlerden sonrasını..

      Oktay Sinanoğlu: Babam konsolostu tabi..

      Gani Müjde: Eğitiminizi orda mı aldınız yoksa Türkiye'ye mi geldiniz?

      Oktay Sinanoğlu: Türkiye'ye geldik, İkinci Dünya Harbi başlamıştı filan, kaçtık da geldik yani arabayla.. Ondan sonra da Türk Eğitim Derneği Lisesi'ne, döndükten biraz sonra babam vefat etti çok genç yaşta kalpten.

      Gani Müjde: 43 yaşında vefat etti galiba.. Burada kitapta rasladım bir yerde. Sizde de böyle 43 yaşında ben de öleceğim takıntısı varmış bir dönem.

      Oktay Sinanoğlu: Evet, vardı.

      Gani Müjde: Atlattınız çok şükür 45 olunca..

      Oktay Sinanoğlu: Evet, zaten tam 43 yaşında da okyanusta yelkenle kaybolup az daha gidiyorduk. Dolayısıyla ordan kurtulduktan sonra dedim ki bundan sonrası, afedersiniz, beleş yani. Ondan sonra aslında çok daha keyifli yaşamaya başladım.

      Gani Müjde: Peki o beleş yaşama gelmeden önce siz mesela 14 yaşında fotoğraf kağıtı yapmışsınız. Bunu nasıl becerdiniz? Nasıl bir kağıttı o daha doğrusu? Bildiğimiz baskı yapılan kağıt mı?

      Oktay Sinanoğlu: Evet, yani fotoğraf çıkan kağıt. Vallahi işte ben böyle yazları filan böyle bir konuya merak sarıyordum. Onun üzerine böyle kendi kendime araştırmalar yapıyordum. Tabi yani kitaplardam okuyordum. Tabi ben o zaman farkında değilim ama okuduğumuz kitaplar meğerse Oxford Üniversitesi'nin üniversite kitaplarıymış, ne bileyim.. Bir taraftan okuyordum, bir taraftan deneyler yapıyordum. Ama sırf böyle oyun gibi değil de kendime bir hedef seçiyordum. Yani mesela şu fotoğraf kağıdını ben yapacağım. Nasıl yapacaksın? Sıfırdan başlayacaksın, hiçbir bilgi yok ortada. Güzelce hesabını kitabını yapıyordum baya kimyasal, deneylerini yapıyordum. Sonra püf noktaları var bu işlerin, yazmıyorlar kitaplarda. Ticari sırlar var, işte düşe kalka onu keşfediyordum filan. Neyse resim falan çıktıktan sonra üstünde bu sefer onu hemen bir kenara bırakıp başka bir projeye başlıyordum.

      Gani Müjde: Aslında bilim adamı olmanın biraz da herhalde niteliklerinden biri meraklı ve sürekli araştırmacı olmak, şüpheci olmak.

      Oktay Sinanoğlu: Tabi, yani şimdi şey olmak veya yaratıcı bir konuda, siz de çok yaratıcı bir insansınız, yani böyle işlerde vay işte efendim para kazanayım, yok mevki sahibi olayım, profesör olayım, efendim işte şöhret sahibi olayım filan.. Bunlar insanın aklına bile gelmez. Zaten onları kovalasan bunlar kaçar. Ama yani bir konuya kaptırıp bir merak, bir heyecan, yani çünkü bilim öyle bir şey ki bir yerinden tuttun mu, açmaya başladın mı çıktıkça çıkıyor.. Yeni ufuklar, yeni bilinmeyenler gittikçe büyüyor. Onun için yani bunun sonu da yok, bir ummana dalıyorsun.

      Gani Müjde: Ama ona rağmen bir üniversitede dünyanın en iyi profesörü olmuşsunuz yıllar önce.

      Oktay Sinanoğlu: Vallahi işte kendiliğinden oldu bu. Yani hiç öyle bir derdim yoktu. Hatta şite o yaptığımız kuramlar o zaman bütün dünya işte bilim çevrelerinde filan yazılıp çizilip ilgi görmeye başlayınca birçok üniversite bizi profesör yapmak istedi. Aman bu kaçacak şimdi filan deye, rakipler çağırıyor boyna.. İşte hemencecik profesör yaptılar. Ben de diyorum ki, ya bunlara ne oluyor, ben bu işi geçen sene yaptım. Onu yaparken yani o heyecanı o zaman duydum. Şimdi yeni başka bir işle uğraşıyorum. Bunlar benim geçen sene yaptığım işten bizi şey yapıyorlar, Allah Allah bunları ne oluyor filan diyorum..

      Gani Müjde: En genç profesör.. Sizin peki bu ünvanınızı daha sonra kıran oldu mu, daha genç profesör olan oldu mu?

      Oktay Sinanoğlu: Şimdi batı dünyasında diyorlar, yani dış basınlar yazdı hep de, yıllarca yazdı aslında, benim bildiğim yok.

      Gani Müjde: Sizin bildiğiniz yok, ne güzel.. Peki şimdi 26 yaşında profesör olmuşsunuz, iki kere Nobel'e aday göstermişler sizi. Siz her seferinde, yahu şimdi iki bavul dolusu evrak istiyorlar, kim uğraşır bunlarla deyip vazgeçmişsiniz..

      Oktay Sinanoğlu: Vallahi kitapta, Emine Çaykara, söyleşiyi de yapan, böyle bir sürü şeyi bana dedirtti. Yani hiç aklıma gelmeyen, unuttuğum şeyleri.. Fakat hakikaten yani şimdi mesela Japonya'ya gidiyoruz. Japon gazeteleri yazıyor ki işte aday gösterildi. Almanya'ya gidiyoruz, Almanlar gösteriyor, bilmem ne oluyor.. Efendim ondan sonra diyorlar ki işte bu sefer işte oraya bütün yayınlarını, şunu bunu bir sürü şey getireceksin iki sandık dolusu.. Ben de şimdi ordan oraya koşuyorum, bu arada yeni şeylerle meşgulüm. Yahu şimdi kim uğraşacak bunlarla falan deyip sallıyorum. Tabi arkadan da yahu, şimdi gittiğimiz ülkede söylemesi ayıp, yani diyorlar ki bir sürü Asya ülkesi, yahu ne zaman alacaksın, bekliyoruz hadi filan diyorlar..

      Gani Müjde: Üstünüzde baskı da var yani..

      Oktay Sinanoğlu: Bekliyorlar, aman işte al şunu falan diyorlar.. Yani her yerde demiyorlar da, işte bu Türkiye'de pek demezler, o ayrı hikaye. Ben de tabi diyorum ki herhalde işte Türk olduğum için vermiyorlar filan. Aslında hikaye yani, üşendim göndermedim. Yani çünkü ben öyle şeyleri hiçbir zaman ciddiye almadım.

      Gani Müjde: Ama başkalarının Nobel almasına aracı olmuşsunuz..

      Oktay Sinanoğlu: İsveç Kraliyet armasıyla böyle İsveç Nobel Kurulu'ndan arada bir böyle mektup geliyor, işte aday gösterileni böyle birilerine sorarlarmış, öyle herkesi aday göstermezmiş. Biz de bir Japon'u aday gösterdik. Adam Nobel'i kazandı, sonra bana teşekkür etti.. Fakat biz aday gösterdik ama Japonya her şeyiyle, devleti, üniversiteleri, şirketleri falan arkasında durdu, destekledi filan, kulisin yaptı filan, adam kazandı. Yani bizde olsa herhalde, bize olsa olsa köstek olurlar.

      Gani Müjde: Peki bu kitap üzerinde biraz da konuşalım. Bir Türk Einstain'ı.. Nasıl oluştu bu kitap..?

      Oktay Sinanoğlu: Şimdi efendim Emine Çaykara Hanımefendi, çok değerli yazar ve gazeteci genç bir hanım. Ayrıca çok kültürlü, arkeolog filan aynı zamanda. O 5-6 sene evvel Tempo'da yazıyordu. O sıralarda da gene işte bir sürü mülakat için gelenler oluyor dergilerden gazetelerden. Kendisi de geldi, dedim ki ama dedim yani benim şimdi diyeceğim şeyleri bu basmaz dedim. Sisteme biraz çatıyoruz hafiften, eleştiriyoruz yani haklı olarak diyorum. Yok yok, bastırır falan dedi. Neyse çok güzel bir mülakat yaptı, çıktı orda.

      Gani Müjde: Basıldı yani..

      Oktay Sinanoğlu: Basıldı. Ondan sonra derken 3-5 sene sonra filan İş Bankası Kültür Yayınları'ndan böyle bir şey çıkarmışlar belli kişilerin.. Ve Emine Hanım da onlara kitap hazırlıyor. İşte bizi o tezin başında olan beyle tanıştırdı filan derken, sonra biz Emine Hanım'la İstanbul'un, Beyoğlu'nun bütün kahvelerinde günlerce sabahtan akşama kadar söyleşi yaptık, 8 ay filan. Tabi arada bir iki ay gidiyorum dışarı geliyorum, devam ediyoruz. Ama doğrusu çok akıcı bir şekilde yazmış. Yani inanılır gibi değil, Allah başarısını artırsın.

      Gani Müjde: Biraz o zaman, kitabın bir yerinde de onu söylüyorsunuz, eğitim sistemine de eleştirilerim var dediniz az önce. Biraz oraya gelelim. Türkiye'de bilim adamı yetiştirmiyor mu üniversiteler?

      Oktay Sinanoğlu: Bu iş aslında daha öncelerden başlıyor, yani ilkokuldan itibaren başlıyor, orta okulda, lisede başlıyor. Şimdi 50'lere kadar, 50'lerin ortalarına kadar Türkiye'deki orta öğretim sistemi dünyadaki en iyilerinden biriydi. Yani üç dört taneden biriydi. Fransız, işte Rus, Alman filan, Amerika'da halkın gittiği okullardaki yaygın orta öğretim çok kötüdür ve kendileri de devamlı şikayetçidir. Ama o sistemi 50'lerin ortasından sonra danışmanları vasıtasıyla bize soktular ve burdaki çok önemli bir etken de o zamana kadar yabancı dilde, yani İngilizce'yle eğitim yapan hiçbir Türk okulu yokken ondan sonra benim okuduğum okula tam biz bitirdikten sonra bir İngiliz çengeliyle burayı kolej yaptılar. O zamana kadar kolej, misyoner okulu demekti. Şimdi de yerli misyoner okulu demektir. Başkası bir şey zannetmesin. Çünkü mesela Alman lisesi dediğimiz zaman aklınıza ne gelir, eğitim dili Almanca, Alman okulları gelir. Türk lisesi dersen eğitim dili Türkçe.. Dünyanın her yerinde bu iş böyledir. Yani yabancı dilde eğitim bir iki sömürgede var. Ve perişan haldeler. Yani şimdi bu sistemi buraya içten dıştan birtakım şeylerle 24 ayar soktular ve ondan sonra hergün gerilemiştir, bilim araştırma, eğitim her gün gerilemiştir ve sıfırlanmıştır şimdi.

      Gani Müjde: Peki üniversitelerde bu süreç ne zaman başladı, yine aynı dönemlerde mi başladı?

      Oktay Sinanoğlu: İşte önce bir liselere falan el attılar, onlardan biraz yaptıktan sonra, bu sefer bunlara bir de üniversite diye Amerika üniversite kurdurdu oraya aynen ordakinin kopyası.. Arkadan bir tane daha filan. Tabi biz buralarla meşgul olduk biraz düzeltelim diye ama kolay değil biliyorsunuz.

      Gani Müjde: YÖK'e bakışınız nasıl?

      Oktay Sinanoğlu: Vallahi YÖK, YÖK müdür YOK mudur...! Tamamen karıştırıyorum yani, iki noktası var mıydı yok muydu..

      Gani Müjde: Bazen unutuluyor yani, ondan oluyor.

      Oktay Sinanoğlu: Neyse, şimdi benim bildiğim yani komünist ülkelerde, Sovyetlerde filan bile böyle bir şey olmamıştır, yani dünyanın hiçbir yerinde, herhalde Afrika'da filan da yoktur. Mesela bir bilim adamı bizim gibi mesela gidecek falanca üniversitede çağırıyorlar, öğrenciler çağırıyor, hocalar çağırıyor, fizik konusunda, matematik konusunda yeni şeyler filan, seneler vereceğiz, anlatacağız. Rektör bir Türk mani oluyor. Niye? Rektör işte şucuymuş, bucuymuş falan, hepsinde böyle değişik maskeler vardır bizde sahte.. Ama asıl YÖK'çüymüş, yahuk YÖK'ün başındaki -ciymiş falan.. Yani dünyanın hiçbir yerinde bir şey birisine bilimsel konuşma yapmak için çağrılacak da buna dekanı, rektörü falan karışacak, mani olacak defalarca ve YÖK bu kadar ince, bu kadarına kadar karışacak.. Böyle bir şey hiçbir yerde görülmemiştir. Dolayısıyla zaten YÖK'ün kurulmasından itibaren üniversiteler liseden daha acı bir duruma getirilmiştir. Yani hocalar 40 saat ders veriyor, ders başına para alıyor, araştırma yapmak isteyenin de başına binbir bela geliyor.

      Gani Müjde: Peki bu beyin göçünün nedeni sadece ekonomik miydi o zaman birazda..

      Oktay Sinanoğlu: Benim biraz güleceğim geliyor.. Biz malum beyin yetiştirmiyoruz, biz beyin hammaddesi ihraç ediyoruz, hammaddesi ihraç ediyoruz yani..

      Gani Müjde: Evet, çok güzel bir tanımlamaydı. Şimdi sizin bilim dışında çok ilginç ve çok benim de çok sevdiğim, her biryle ayrı ayrı ilgilendiğim hobileriniz var, meraklarınız var. Oktay Akbal mesela sizin için şey demiş; eğer bilime soyunmasaydı çok iyi edebiyatçı olurdu, demiş. Edebiyatla bu kadar sıkı fıkı ilişkiniz, yazdığınız bir kitap daha var, Bay Bay Türkçe diye.. Nerden geliyor bu?

      Oktay Sinanoğlu: Vallah bizim bütün ailemiz sanatçıdır. Kız kedeşim, şimdi o da iyi yazıyormuş meğerse.. Tabi annemin çok kuvvetli kalemi vardı. Babamın birçok kitapları vardı 43 yaşına kadar birkaç konuda. Ağabeylerim öyleydi. Dolayısıyla yani bizde böyle bir şey var ama ben tabi çok küçük yaşta böyle hikayeler yazmaya başlayınca, 14 yaşında filan, dedim ki ya ben onlarla rekabet edemem yani ve onun için biz de öbür yola ağırlık verdik. Fakat bu yazma olayı tabi insanın kanında var. Yani işte onun için biz de boyuna yazdık, başka şeyler de yazdık yani.

      Gani Müjde: Saz çalıyorsunuz bu arada..

      Oktay Sinanoğlu: Biz işte orta okuldayken o zamanlar Kızılay'da Ankara'da saz falan lafı da yoktu. Biz de işte okulda mandolin çalıp efendim Alman halk şarkıları öğretirlerdi. Ama ben kendi kendime saza merak sardım ve çok iyi bir ustasını da, tanıdığın tanıdığı, annem rica etti, Ahmet Yamacı, TRT'nin o zaman meşhur başıydı bu işlerin ve bana geldi ders verdi. Ondan sonra ben tabi işte Karacaoğlanlar, efendim Aşık Veyseller falan böyle şeyler çalıyordum. Esin de tabi konservatuara gidip, Esin Avşar, klasik müzik çalışır, piyano şan filan.. Fakat sonradan herhalde bizim çaldığımız şey kulağında kalmış, onların daha böyle batı müziğine uyarlanmış şekliyle filan, evet öyle şeyler var yani..

      Gani Müjde: Sizin bir de çok güzel bir sözünüz var, yelkenciliğe getireceğim burda sözü. Yelkene para vermezsen doktora verirsin parayı demişsiniz..

      Oktay Sinanoğlu: Evet.

      Gani Müjde: Ben de buna çok inanıyoruz.

      Oktay Sinanoğlu: Tabi tabi. Şimdi Türkiye'de şimdi değişiyor. Ama ben 60'larda falan işte gelip giderken Sadun Bora dünyayı dolaşmış gelmiş, buna bir davet vermişler yelken kulübünde, ortada da o zaman Amiral Eğicioğlu oturuyor. Biz oturuyoruz ikimiz. O zaman başka yelkenci yoktu yahu, yelken kulübünde oluyor, biz dedik ki başka yelkenci var mı, tanışalım falan dedik. Baktık bir sürü falan böyle söylemesi ayıp şişman insanlar oturmuşlar işte orda kağıt oynarlarmış, yemek yerlermiş filan, yelkenci bulamamıştık. Şimdi yelkencilik çok gelişti, çok gelişti. Onun için çok seviniyorum tabi bu gelişmeye.

      Gani Müjde: Benim de en sevdiğim spor yani.

      Oktay Sinanoğlu: Ama dolayısıyla o zamandan kalma böyle bir şey vardır, aslında Amerika'da filan da bilmeyenler de vardır da hani yatla uğraşmayı filan, yelkenle, böyle çok zenginlerin yaptığı gibi filan, böyle bir şey zannederler. Yani bunun ne kadar muazzam bir spor olduğunu, ama tabi onlarınki spor değil.. Yani şimdi birileri böyle oturup yarışırsa teknede, başka kaptan işte zevkini çıkarıyor.. Yani kaptan zevkini çıkarıyor teknenin. Tabi o manada doğru. Ama bizimki öyle değil ki.. Tek başına... Yani okyanuslarda iki hafta, üç hafta gidip en azından ondan sonra fırtınalarda kaybolmak, efendim yelkenlerle boğuşmak, yani okyanus bambaşka bir şey, fırtınalarda geceleyin gök neresi, yer neresi belli değil, efendim dev gibi dalgalar, yani uçuruyor seni tekneden, böyle zor tutunuyorsun filan. Tabi bağlıyorsun kendini.. Yani bunun heyecanı, bunun hem kafa sporu, hem vücut sporu, yani boyna seyrü sefer hesapları yapacaksın.. Bir de yıllarca ben bu işi elektroniksiz yaptım. Kolomb usulüyle.. Yani bu heyecan hem kafa hem de insanın kendi kendine yetme yeteneğini geliştiriyor. Yoksa vaktiyle işte annen yemeğini pişirsin, hanımın pişirsin, başkası şunu yapsın ama orda bir sen varsın bir de yaradan var yani, ne yapacaksın.. Tekneyi sen tamir edeceksin, yemeğini de sen yapacaksın, yolunu da sen bulacaksın. Yoksa öbür dünyaya bay bay..

      Gani Müjde: Çok şükür ki burdasınız büyük tehlikeler atlatmanıza rağmen. Çok teşekkür ederim, pilotluğu konuşmaya vakit bile kalmadı. Çok teşekkür ediyorum geldiğiniz için..

      Oktay Sinanoğlu: Ben de çok mennun oldum.

      Gani Müjde: Umarım yelkenle, uçakla ve bilimle geçen ömrünüz yıllarca daha sürer.. Efendim bugün Oktay Sinanoğlu konuğumdu, onunla son kitabı Türk Aynştaynı'nı konuştuk. Türkiye'nin en genç profesörü Oktay Sinanoğlu'yla sohbet ettik. Kendisi çok keyifli bir insan. Eğer sizi de gülümsetebildiysek aman öyle kalın. Biliyorsunuz kahkahaya vergi yok, hoşçakalın...
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000
      SOHBET ODASI

      Türkiye hızla sömürgeleşiyor


      ‘Türk Aynştaynı’ olarak anılan Prof. Oktay Sinanoğlu, "Türkiye, son 50 yıldır aşağılık duygusuyla yaşadığı için hızla sömürgeleşmeye doğru gidiyor" diyor


      Derya SAZAK

      Bilgisayar ve matematiği öğren, her sahada ilerlersin diyorsunuz. Toplantılarda bunu mu anlatıyorsunuz yoksa siyaset mi yapıyorsunuz?
      Siyasetle ilgisi yok, beni yıllardır Türkiye’nin her yanından çeşitli kesimler çağırır, konuşma yap diye. Bir kuralım vardır. Sağcı mı solcu mu diye sormam. Türkiye bu ayrışmaların zararını gördü. 1950 - 60’lara kadar böyle bir şey yoktu, herkes Atatürk yolunda gidiyordu. Yaşanan ayrışma bence dış kaynaklı.

      Kim yapıyor bunu?
      ABD... Her şeyin sahtesini kurmuştur, içeriğini boşaltmıştır. Mesela sol’u tek kelimeye indirgemiştir, anti - faşist. Milliyetçileri tek kelimeye indirgemiştir anti - komünist ve birer kelimeyle birbirine düşürmüştür. Türk dilinin dış kaynaklı olarak yok edilmesi de tarihin en eski oyunlarından.


      O gün yemin ettim ve...

      Nasıl?
      ‘Bye - Bye Türkçe’ kitabında anlatıyorum. Romalılar fethettikleri yerlerin dilini Latinleştirmiş. Bir iki nesil sonra insanlar dilini unutuyor. Dünya dili Latince olmuş. İngilizler de bunu yaptı. Türkiye’de de 1953’ten sonra yabancı dil eğitimi veren kolejler yoluyla yapılmak istenen budur.

      Siz de TED Ankara Koleji’nden mezun olup, Amerika’ya gitmediniz mi?
      Emine Çaykara’nın ‘Türk Aynştaynı’ adlı kitabında bunun öyküsünü anlatıyorum. Aklım fikrim Ankara Fen Fakültesi’ndeydi. Türk Eğitim Derneği’nin başkanı Mümtaz Tarhan bizi odasına çağırdı. Dedi ki; seni Amerika’ya göndermeyi düşünüyoruz. Arkasında camekanlı Atatürk resmi ve Türk bayrağı var ben de öyle oturmuşum. Atatürk karşımda cam çerçeveli olduğu için bayrağın üstünde kendi yansımamı görüyorum. O zaman anlamıştım ki burada kalırsam ‘Amerika’nın kölesi’ olurum, oraya gidersem ‘Amerika’nın efendisi’ olup burada onlarla daha rahat mücadele ederim. Ve işte bizi gönderdiler.


      Atatürk kim, biz kim!

      Peki çerçeveye vuran görüntü neydi, kendinizi Atatürk gibi mi görüyorsunuz?
      Hayır canım, estağfurullah. Atatürk kim biz kim? Hayır Atatürk ve Türk bayrağında ortak bir Atatürk ruhuyla kendimi özleştiriyorum.

      ABD’de hızla ilerlediniz, Berkley, MIT, Yale derken 26 yaşında en genç profesör oldunuz... Sonraki yıllarda moleküler kimyada ödüller geldi, çalışmalarınız Nobel ölçeğinde görüldü. Korktuğunuz başınıza gelmemiş...
      Tersine, Yale’de en genç profesörlük unvanını alınca bütün dünya gazeteleri yazdı. Bilim dünyasında bize takılırlardı, ‘Türk Aynştaynı’ diye, o zamanlarda çalışınca saçlar havaya fırlardı falan.... Neyse, dünya basını bizden bahsetmeye başlayınca Türkiye’ye de bulaştı.


      Kültürümüzü sahiplenelim

      Türklük kavramı dış dünyaya karşı bir tür korunma mı? Oysa siz zaten bilimsel alanda başarılısınız ve hızla yükseliyorsunuz. Tepkiniz ırkçılık içermiyor mu?
      Hayır efendim, her ülkede görüyoruz ki, herkes önce kendi kültürüne, diline, kimliğine sahip çıkıyor.

      Türk olmanız neyi engelledi?
      Uzun müddet hiçbir olumsuzluk sergilenmedi, yalnız en başa güreştiğin zaman - ben güreşmedim de kendiliğinden öyle oluyordu - iş karışıyor. Çünkü o zaman senin Türk olduğunu hatırlıyorlar. Benim kaygım Türkiye’ye dönük, Atatürk’ün kurduğu Cumhuriyet’in sömürgeleşmeye gittiğini görüyorum.



      MHP’ye yakın mısınız?

      Amerika’ya tepkilisiniz.
      Amerika’ya karşı bir düşmanlığım yok ama ABD’de devletin içinde bir kesim zaten ona ‘şirket’ derler biliyorsunuz. Amerika’nın kendi ahalisi bile bunların yaptıklarını duyunca ‘yok canım’ diye şaşırır kalırlar.

      Kendinizi hangi partiye daha yakın hissediyorsunuz, MHP ile bağınız var mı?
      Yok canım, sen de Allah aşkına... Şimdi bizi Anadolu’ya konferans vermeye çağırdıklarında, falan parti mi, dinci kesim mi diye sormuyorum bile. Etnik metnik, ben Türkiye’de sahte olarak çıkarılmış bu ayrılıklara karşıyım.


      Kitabım Harry Potter’la yarışıyor

      ‘Türk Aynştaynı’ olarak tanınıyorsunuz, internette 26 yaşındayken Yale’den aldığınız en genç profesörlük tartışılıyor. Son kitabınız ‘Hedef Türkiye’ hayli ilgi uyandırdı. Neden Türkiye hedefte?
      ‘Hedef Türkiye’ çift anlamlı; Batı’nın Türkiye üzerindeki hedefleri ve bizim Türkiye için hedeflerimiz ne olmalı; ikisi de var.

      2023 Türkiye’sinin tartışıldığı İstanbul Forumu’nda AB hedefine neden karşı çıktınız?
      Bir yavru kuş anasını kaybeder, sonra aman yeni bir ana bulsam diye dolanır... Türkiye bu halde, son elli senedir aşağılık duygusu var. Atatürk ‘Türk övün, çalış, güven’ demiş. Atatürk dönemini yaşamadım ama ben liseyi bitirirken o ruh hala vardı. Belki de o ruhla yetişmiş son nesiliz.


      Her kesimden davet var

      O ruh ne zaman kayboldu?
      1950’lerden sonra ama 1980’lerde iyice hızlandı son 5 - 10 yılda tamamıyla bir toplumsal çöküş haline geldi. Ülkenin dört bir yanında ahaliyle haşır neşir olup bunu gözlüyoruz.

      Kim çağırıyor hocam sizi?
      Vallahi her türlü insan çağırıyor, bu yeni değil, kitaplar çıktı ya bizimki de Harry Potter’la yarışıyor.

      Siyasi bir kişilik değilsiniz, bu ilgi neden?
      Bu işlerle 40 yıldır uğraşıyorum, hatta lisede başladık, yabancı gazeteler falan da yazar. Aslında toplumsal uğraşılar da bir çeşit matematiktir.


      Eğitim dili hep Türkçe olmalı...

      Kürtçe’ye nasıl bakıyorsunuz?
      Efendim şimdi insanlara öyle baskılar falan tabii hoş değil ama bir de şu var: Bugün İspanya’yı bıraksan hemen pat diye 5 tane devlete ayrılır. Fransa öyle olur. Dolayısıyla böyle değişik etnik diller var ama her ülkede bir şemsiye dili var ve resmi dil çoğunluğun anadilidir. Ha bunu yok edersen bir kere ülkenin bütünlüğü gider. Onun için Kürtçe konuşursa konuşur ne yapalım ama eğitim dili resmi dil Türkçe olur.


      Dış siyasetimiz sadece yalvarmak

      Küreselleşmeye nasıl bakıyorsunuz?
      Küreselleşme, eşitlik eşitler arasında olur. Eğer taraflardan birisi her şeyinden vazgeçiyor öbürü ise her şeyini sana dayatıyorsa o zaman biri köle olur, öteki de onun efendisi...

      AB’ye niye karşısınız?
      Türkiye’yi yıllarca körü körüne önce Amerika’ya yamamaya çalıştılar, şimdi de Avrupa’ya itmeye çalışıyorlar. Ne yazık ki son 50 senedir Türkiye’nin dış siyaseti Amerika’ya, Avrupa’ya yalvarmaktan ibarettir.


      Türkiye, gençleri değerlendirmeli

      Türkiye’nin harekete geçirebileceği kaynaklar var mı?
      En büyük kaynağımız insan. Şimdi bizde bu kadar genç nüfus var falan diyoruz ne oluyor, hepsi gittikçe ezber kafalı, düşünemez, top pop gençler haline getiriliyor. Bu kaynak tamamıyla israf ediliyor, yakında da yaşlanacak hepsi, bir kısmı da alkolik olacak; çünkü en çok bira tüketimi Türkiye’de. İnsan gücünü herakete geçir, eğitimini güncelleştir, bilgisayar ekle, tarzancadan vazgeç bomba gibi bir nesil gelir.


      Bizi AB’ye falan alacakları yok!

      Türkiye’nin Avrupa’da yer alması denge sağlamaz mı?
      Türkiye 1947’den beri ABD’nin malı gibi; AB buna rakip olarak kurulmuşsa ABD niye bizi vermek istesin? Bu bir dümen, AB’ye alacakları yok zaten. AB ve IMF’yi bahane edip, bir sürü dayatmayla ülkeyi bu hale getirdiler. 11 Eylül’den sonra Bin Ladin’i bulamadılar, çünkü kendi adamlarıydı. ABD bahaneyle Asya’da üsler kurdu. Körfez Savaşı’nda da Ortadoğu’ya girdi, askerleri çıkmıyor. Şimdi de Irak bahanesiyle işi bitirecek.
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000
      "RADİKAL İSLAM" KAVRAMI PENTAGON'DA ÜRETİLDİ

      1 Ocak 2002, 17:49


      - 26 YAŞINDAYKEN 'DÜNYANIN EN GENÇ PROFESÖRÜ' OLARAK ABD'NİN YALE ÜNİVERSİTESİ'NDEN DERS VERMEYE BAŞLAYAN VE İKİ KEZ NOBEL'E ADAY GÖSTERİLEN PROF. DR. OKTAY SİNANOĞLU:

      - "RADİKAL İSLAM KAVRAMI, PENTAGON'DA ÜRETİLDİ"

      - "1990'LI YILLARIN BAŞINDA PENTAGON'DA GÖREVLİ FİZİKÇİ DOSTUM, AMERİKALI GENERALLERİN, KOMÜNİZM ÇÖKTÜKTEN SONRA 'YENİ DÜŞMAN' OLARAK İSLAM'I HEDEF SEÇTİKLERİNİ ANLATMIŞTI"

      - "HUNTİGAN'A HAVALE EDİLEN 'MEDENİYETLER ÇATIŞMASI' TEZİ, AMERİKA'NIN YENİ DÜŞMANI OLARAK BELİRLENEN İSLAM İÇİN TEZGAHLANDI"

      - "GİZLİ YAPILANMAYA SAHİP 'KÜRESEL KRALİYETÇİLER'İN KÖKENİ, 1700'LÜ YILLARA DAYANIYOR"

      - "ANGLO-SAKSON OLAN BUSH AİLESİ, 120 YILDIR 'KUTSAL İTTİFAK'A HİZMET EDİYOR"



      İSTANBUL (İHA) - Henüz 26 yaşındayken 'dünyanın en genç profesörü' olarak ABD'nin Yale Üniversitesi'nde ders vermeye başlayan ve 'Türk Einstein'i olarak bilinen Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, 'Radikal İslam'ın, ABD Savunma Bakanlığı Pentagon'da üretilmiş bir kavram olduğunu belirterek, "Amerika'da beyin yapıcılar kavramları üretir, medya, üniversite ve strateji kuruluşlarıyla bu kavramları dünya gündemine sokarlar. Ardından da operasyonlar başlar" dedi. Son yıllarda gündeme giren 'Medeniyetler Çatışması'nın da, Amerika'nın yeni düşmanı olarak belirlenen İslam için tezgahlanmış bir tez olduğunu öne süren Prof. Sinanoğlu, "Amerika bunu hep yapar. Gelecekte olacak olaylar yada politikalar için tezler yazdırır, kürsüler açtırır, kitaplar yazdırır. Sonra da basın aracılığı ile, filmlerle dünyaya yayar" diye konuştu. Bush ailesinin Anglo-Sakson olduğunu ve 120 yıldır 'Kutsal İttifak' örgütlenmesine hizmet ettiğini ileri süren Prof. Sinanoğlu, bu örgütlenmenin, dünyayı kendi hakimiyetlerinde tutmak için, bir kaç bin kişinin bile öldürülebileceği eylemleri kolaylıkla gerçekleştirebileceğini iddia etti.



      ABD'NİN 'YENİ DÜŞMANI' İSLAM

      İki kez Nobel'e aday gösterilen, fizik, kimya ve moleküler biyokimya konusunda dünya çapında üne sahip olan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, yaptığı açıklamada, son günlerde sıklıkla dile getirilen 'İslami Fundamentalizm' kavramının suni olarak üretildiğine dikkati çekerek, "Herkes diyor ki İslami terör şöyle, radikal İslamcılar böyle... Radikal İslam, Pentagon'da üretilmiş bir kavramdır. Amerika'da beyin yapıcılar kavramları üretir, medya, üniversite ve strateji kuruluşlarıyla bu kavramları dünya gündemine sokarlar. Ardından da operasyonlar başlar. 1990'lı yılların başında Pentagon'da görevli bir fizikçi dostum açık ve net olarak şunu demişti: 'Bugünlerde

      Pentagon'daki generaller yeni düşman arayışına girdiler. Komünizm çöktü, yeni düşman olarak İslam hedef seçildi. Çok yakında İslami terör lafını duyacaksınız'. Sonra ne oldu? Herkes neler yaşandığını biliyor" dedi.



      MEDENİYETLER ÇATIŞMASI SENARYO

      Yaklaşık 40 yıldır M.İ.T. ve Yale gibi dünyanın en önemli üniversitelerinde kürsü başkanlığı yapan Prof. Sinanoğlu, son yıllarda gündeme giren 'Medeniyetler Çatışması' tezinin de sipariş üzerine hazırlandığını iddia ederek, "Amerika'nın yeni düşmanı olarak belirlenen İslam için tezgahlanmış bir tezdir bu. Huntington'a havale edilmiştir. Amerika bunu hep yapar. Gelecekte olacak olaylar yada politikalar için tezler yazdırır, kürsüler açtırır, kitaplar yazdırır. Sonra da basın aracılığı ile, filmlerle dünyaya yayar. Aslında Amerika'da Huntington'a ve Medeniyetler Çatışması tezine kimse yüz vermez. O üçüncü dünya ülkeleri için bir tezdir" diye konuştu.



      KÜRESEL KRALİYETÇİLER 300 YILDIR VAR

      Küreselleşmenin de Türk aydını tarafından yanlış anlaşıldığını savunan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, 3-5 şirketin karını arttırmak için dünya çapında iş yapmasının küreselleşme olmadığını vurgulayarak, "Küresel Kraliyetçiler gizli bir yapılanmadır. 1700'lü yıllardan bu yana gelir. Bu örgütlenmenin temelinde belli bir ırk veya din yok. Gizlilik temel esaslarıdır. Hakim sınıf kavramı vardır. Küreselleşmedeki temel amaçta 'kraliyet' olarak tanımlanan tek dünya devletini kurmak ve yönetim dışındaki hakim sınıfa hiç bir hak tanımamak hedeftir. Yarı gizli yarı açık vakıflar kurarlar, sosyal yardım kuruluşlarıyla dünya çapında lobiler yaparlar. Amerika'da yaygın olan kanaat, 11 Eylül saldırılarının da anti küreselcilerle bu kutsal ittifakın bir organizasyonu olduğu yönünde" dedi. Prof. Sinanoğlu, 'Yeni Dünya Düzeni' sözünün de bir senaryo olduğunu ifade etti.



      BUSH, 'KUTSAL İTTİFAK' ÜYESİ

      Dünyada görünenin aksine, 1700'lü yıllardan bu yana gizli örgütlenmelerin etkili olduğunu savunan Prof. Dr. Oktay Sinanoğlu, "Bu illa ki bir dine yada ırka bağlı olmayı gerektirmez. Mesela Bush ailesi Anglo-Sakson'dur ve 120 yıldır bu örgütlenmeye hizmet eder. Tüm dünyada örgütlüdürler. Bunlar diyor ki, 'Dünyada insanların çoğu ahmaktır, hiç biri işe yaramaz. Dünyayı biz idare edeceğiz. Toplasak toplasak, biraz da abartsak toplamları 2 milyonu geçmez. İnsanların gerisi hiç bir işe yaramaz, hatta arada kalan 5 -10 milyon insan kırılırsa iyi bile olur'. Tamamiyle insanlık düşmanı, tamamiyle kendi takımının hakimiyeti esasına dayanan ve bu meseleye de din gibi inanan bir ögrütlenme çeşidi" diye konuştu. Prof. Sinanoğlu ayrıca, 'Kutsal İttifak' olarak adlandırılan bu örgütlenmenin, dünyayı kendi hakimiyetlerinde tutmak için bir kaç bin kişinin bile öldürülebileceği eylemleri kolaylıkla gerçekleştirebileceğini iddia etti. Sinanoğlu, Avrupa Birliği projesinin de dünya devleti projesinin bir ön aşaması olduğunu savundu.
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000
      Akşam Gazetesi Söyleşisi



      'Türk Aynştayn'ı Sinanoğlu modern evliyalık yolunda




      26 yaşındayken 'Son 300 yılın en genç profesörü' olan Oktay Sinanoğlu, Evliya Çelebi gibi Türkiye'yi şehir şehir gezerek Türk insanını toplumsal konularda uyandırmaya çalışıyor

      ABD'nin en prestijli üniversitesi Yale'de, 1961 yılında 26 yaşındayken profesör olan Oktay Sinanoğlu, o günlerden bugüne kadar bilim dünyasının ilgiyle ve bir o kadar da gıptayla izleyeceği ünlü bir bilim adamı olarak gündeme oturdu. O yıllarda Türkiye'de adı dahi bilinmezken, bilim dünyasının tozunu attırıyor, Time, Newsweek, Der Spiegel gibi dergilerde, New York Times gazetesinde o anlatılıyordu. 1962'de Türkiye'ye yılda dört beş kere gelip gitmeye başlayarak, çocukluğundan beri tasarladığı Türkiye için mücadelesini başlattı. Şimdi Türkiye'yi karış karış dolaşıyor ve Türk insanını toplumsal konularda uyandırmaya çalışıyor.

      Sıradan biri gibi

      O, fizik, kimya okudu. Ancak, 'Bilim dili matematiktir' diyerek matematiğe daima ağırlık verdi. Bu üç dal ve kısa süre sonra moleküler biyolojiye de köprüler kurarak geliştirdiği kuramlarla dehasını bu alanlarda da kanıtladı. ODTÜ ve Boğaziçi üniversitelerinin kuruluşunda önemli rol oynadı. Gazeteci-yazar Emine Çaykara, Sinanoğlu'nun yaşam öyküsünü uzun söyleşiler sonucu hazırlayarak yayınladığı kitaba, bu dehayı anlatabilecek bir isim koydu : 'Türk Aynştaynı'

      Oktay Sinanoğlu şimdi 67 yaşında. Bir bilim adamının dinginliği ama afacan bir çocuğun enerjisine sahip olan Sinanoğlu ile Cerrahpaşa'da bir lokantada 'mülakat' (Türkçeye olan düşkünlüğünden, 'röportaj' kelimesini asla kullanmıyor) için buluştuk. Kendisini televizyonlardan ve fotoğraflarından tanımasak, karşımızdakinin dünyaca ünlü, iki kez Nobel'e aday olmuş bir bilim adamı olduğunu asla anlayamazdık. Sırtında pardösü, içinde bir tişört ve elinde bir poşetle karşımızdaydı.

      Olaylar matematikseldir

      Türkiye'nin geleceği ile ilgili söyledikleriniz doğru çıkıyor. Bu tespitler matematiğin verdiği bir öngörü müdür?

      ' Temeli matematiğe oturmamış bilim laf kalabalığıdır. Matematiksel düşünmeye alışmamış insanlar bir sürü laf kalabalığı yapar. Bizim gibi ülkelerde bu daha çok görülür. Toplumbilimde bile 40 yıldır matematiksel yöntemler kullanılır oldu. Toplumbilimdeki düşünce tarzıyla fizikteki o kadar farklı değil. Matematiksel olarak onu formülleştireceksin. Böyle karmakarışık olaylarda bile matematikçiler çalışır, bilgisayarlar çalışır, denklemler oluşturulur, sonuçlara varılabilir.' 'Şirketler, topraklar elden gidiyor.

      İnsanlar köleleşecek' diyorsunuz. Bunun işaretleri neler?

      Menderes'ten beri yabancı sermaye gelecek, diyorlar. Ne olacak? İşte, yıllardır, 'yabancı yatırım ve teknoloji gelecek, kalkınacağız' dediler. Gele gele hamburger, bir de kola geldi. Onun da etini kendileri dışarıdan getiriyor. O zaman dedik ki: 'Bunlara kanarsanız sonunda Türkiye kalkınmaz, Türkiye'de yabancılar kalkınır'. Dışarıda örnekleri var. Önce kafanızı köleleştirirler. Nasıl mı? Tarzanca (İngilizce'nin 250 kelimelik sulandırılmışı) ile küreselleşme edebiyatıyla eğitimini yok ederek. Kimliğini, tarihle bağını koparırlar; aşağılık duygusunu artırırlar. Kendine güveni yok ederler. Ondan sonra sanayini, fabrikalarını elinden alırlar. Sonunda topraklarını da alırlar. Şimdi onu yapıyorlar, toprakları alıyorlar. Niğde'de, Kırşehir'de, GAP'ta, Trakya'da... Bunlar daha önce Porto Riko'da ve Havai'de oldu.

      Kim alıyor sizce toprakları?

      'İşte bunları alanlar uluslar ötesi üç beş şirket, üç beş banka veya onların perde önünde görüntülenen kuruluşları.

      Olayları kimler hazırlıyor? Hangi ülkeler?

      'Bu oyunları Amerika, Almanya falan da yapmıyor aslında. 'Küresel kraliyetçiler' yapıyor. Büyük bankerler. Birçok ülkeyi bunlar idare eder. Büyük şirketler de işin içinde.

      ABD ne yapıyor?

      'Herkes diyor ki 'İslam” terör şöyle, radikal İslamcılar böyle...' 'Radikal İslam', Pentagon'da üretilmiş bir kavramdır. Amerika'daki bir beyin takımı kavramları üretir; basın-yayın, üniversite ve strateji kuruluşlarıyla bu kavramları dünya gündemine sokarlar. Ardından da ameliyeler başlar. 1990'lı yılların başında Pentagon'da görevli bir fizikçi dostum şunu demişti: 'Bugünlerde Pentagon'daki generaller yeni düşman arayışına girdiler. Komünizm çöktü, yeni düşman olarak İslam hedef seçildi'. 'Kızıl tehlike' gitti, yerini 'yeşil tehlike' aldı. ''Müslüman eşittir 'fundamentalist' eşittir 'tedhişçi (terörist)' formülü kafalara yerleştirildi. Sonra ne oldu? Herkes neler yaşandığını biliyor.'

      IMF'yi neye benzetiyorsunuz?

      Düyun-i Umumiye'ye benzeten var. Ama bence İMF, Düyun-i Umumiye'den daha beter. Eğitimini şöyle yap da... falanca yere kilise yaptır da, çeşitli dillerde eğitim yap da... Böyle şeylerin bir bankayla ne alakası olabilir? Banka böyle mi olur? Demek ki IMF maskesinin aksine banka değil, bugünkü sömürgeciliğin en önemli araçlarından biri. Banka senin ailene, ailenin ne çamaşır giyeceğine karışır mı? 'Sen şu kanunları çıkar'; ama hiçbirinin parayla alakası yok.

      Türkçe elden gidiyor mu?

      Yeni bir tezgah hazırlanıyor. Aynı sömürgelerde yaptıkları gibi... Türkiye'de resmi dili İngilizce yapacaklar. Çünkü Güney Afrika'da, Hindistan'da uyguladıkları sistemin aynısını uyguluyorlar. 'Kürkçe eğitim' lafı da onun için çıkarılmıştır. 'Türkçe eğitim' dersen Kürtler kızıyor. 'Kürtçe eğitim' dersen, Türkler kızıyor, diyecekler. Sonra da birileri çıkacak, diyecek ki: 'Canım niye böyle birbirinize kızıyorsunuz? Resmi diliniz İngilizce olsun. Olsun bitsin bu iş'. Biz buna engel olamazsak, bunu da yapacaklar, çok yakında. Bütün hazırlıklar bunadır, göreceksiniz. Kaymakamların hepsinin bir sene İngilizce kursuna tabi tutulması, bir yıl İngiltere'ye gönderilmesi, meclistekilere İngilizce kursu açılması, tutanakların iki dilde yazılması, eğitimin toptan İngilizce olması... Bunun varacağı yer şudur: Planlı olarak resmi dili İngilizce yapacaklar

      Nobel'e aday oldu adaylar gösterdi

      1935'te doğan Sinanoğlu, 1953'te Atatürk tarafından 1928 yılında kurulmuş TED Yenişehir Lisesi'ni birincilikle bitirdi. Dernek tarafından kimya mühendisliği okumak üzere ABD'ye gönderildi. 1960'ta Yale Üniversitesi'nde yardımcı doçent olarak çalışmaya başladı. 26 yaşında iken atom ve moleküllerin çok elektronlu kuramı ile doçent ve 50 yıldır çözülemeyen bir matematik kuramını bilim dünyasına kazandırarak profesör ünvanını aldı. Bu ünvan ile Batı'da modern üniversite tarihinin en genç profesörü oldu. 1966'da Yale Üniversitesinde ikinci bir kürsüye daha profesör olarak atandı. Dünyada yeni kurulmaya başlayan Moleküler Biyoloji dalının ilk birkaç profesöründen biri oldu. Amerikan Bilim ve Sanat Akademisi'ne ilk ve tek Türk üye olarak seçildi. İki defa Nobel' e aday gösterildi. Defalarca Nobel Akademisi'nin isteği üzerine Nobel'e adaylar gösterdi. Dünyanın sayısız yerinde sayısız buluşları ve teoremleri ile ilgili sayısız konferans verdi. Almanya'nın, Japonya'nın en yüksek bilim ödüllerini aldı. Türkiye'de de 1966'daki ilk TÜBİTAK Bilim ödülüne ilaveten aldığı pek çok ödül var. 26 yaşından beri devam ettiği Yale Üniversitesi'nde moleküler biyoloji ve kimya olmak üzere iki kürsüde profesör ve son 7 senedir görev yaptığı Yıldız Teknik Üniversitesinde ise Kimya dalında olmak üzere bir kürsüde Profesör olarak görevini sürdürdü. 2001'de Yıldız'dan emekli oldu.

      Yavuz RENÇBERLER / İSTANBUL - 19.11.2002
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000