Tulum Kemençe Horon

      Tulum Kemençe Horon

      TULUM

      Divan’da tim: Şarap dolu tulum. Divan’da tulkuk: Tulum, ürülmüş ve şişirilmiş tuluk. (Divani Lügat-İt-Türk Tercümesi, Kaşgarlı Mahmut, çeviren Besim Atalay) (Bu kitabın yazımı, 1072 yılında bitirilmiştir)

      Kazakça tulıp: Hayvan yavrusunun derisi yüzüldükten sonra içine ot veya hava doldurulmuşu. (s. 278, Kazak Türkçesi Sözlüğü) Eski Uygur Türkçesinde tuluk: Tulum. (s. 252, Eski Uygur Türkçesi Sözlüğü) Moğolca tulum: Tulum. (s. 1299, Moğolca-Türkçe Sözlük) Kırgızca tulup, Hakasça tulup, Tatarca tursık, Altayca tuluş, Tuvaca tulup, Kıpçakça tulum...

      Tulum kelimesi Öztürkçe’dir ve bütün Türk lehçelerinde bu kelime mevcut olup, “içi çıkarılmış davar derisi, kırba manalarına” geldiği görülür. (s. 202, Türkiye’nin Etnik Yapısı, Ali Tayyar Önder)

      Yunanca’da görülen ve “şişkinlik” manasına gelen tılımos/tulum (os) kelimesi dahi, doğrudan doğruya Türkçeden Yunancaya geçmiş bir kelimedir. (s. 146, Anadolunun Dağında Ovasında Türk Mührü, Hilmi Göktürk) Rumca tulum.

      Kafkas Karaçay-Malkar Türklerinde Gıbıt kopuz: Tulum çalgısı. (s. 202, Karaçay-Malkar Türkçesi Sözlüğü, Dr. Ufuk Tavkul)

      Azerice tuluğbalabanı: Bir ucuna ses çıkaran düdük, diğer tarafında üflenecek meme takılan hava deposu musiki aleti, tulum. (s. 1153, Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü, Seyfettin Altaylı)

      Gazimihal, Çağatay metinlerinde tulum çalgısının geçtiğini belirtir. (s.132, II. Türk Halk Kültürü Araştırma Sonuçları Sempozyumu Bildirileri)

      Tulum, çok eski Türk icadıdır. İspatı ise, tulum çalgılarında görülen çift-düdük şeklinin aynısının, 1933 yılında Macaristan’ın Szolnok vilayetinde Avar Türklerine ait olduğu tespit edilen bir mezarda meydana çıkarılmış olmasıdır. Avarlar’ın bir kolu Trabzon taraflarına indiğini bildiğimiz için bu buluşların değeri büsbütün artıyor, belki o göçlere kadar çıkıyor. (s. 20, Türkiye’nin Etnik Yapısı)

      En eski Türk musiki aleti çifte kavaldır. Bu kaval Macaristan’da Janoshida kazasında bir Avar mezarından çıkarılmıştır. Kaval turna kemiğinden gayet sanatkârane yapılmıştır. Bu çeşit çifte kavallar şimdi de Kafkaslarda ve bilhassa Volga çevresinde yaşayan halklar arasında kullanılmaktadır. Bu musiki aletini ana yurdu, büyük ihtimalle, Altay-Ural arası alanlardır. (s. 39, Tarihte Türklük, Prof. Dr. L. Rasonyi) Bu çifte düdüğün benzeri tulumunda “nav” dır.

      Doğu Karadeniz’de tulum veya Lazca goda/guda:

      1. Nav (analık, dillik), 2. Ağızlık (dudula, lülük) ve 3. Gövde (torba) parçalarından oluşur.

      1.Farsça Nav: İçi kovuk oyuk şey. Kırgızca nay: Ney ve Tütün içmeğe mahsus çubuk. (s. 583, Kırgız Sözlüğü) Azerice nov: Su oluğu. Kerkük’te nav: Öğütmek için buğdayın döküldüğü yer, değirmen oyuğu. (s. 270, Kerkük Türkçesi Sözlüğü) Kazakça nava: Hayvanlara su ve yem vermek için ağaçtan yapılan uzun oluk. (s. 206, Kazak Türkçesi Sözlüğü) Uygurca nava: Melodi, ahenk. (s. 286, Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü) Tulumdaki nav; nava, ney veya nav’dan gelen kelime olduğu kesindir.

      Analık veya dillik ise Türkçe kelimelerdir.

      Ayrıca nav içine çibu denilen ses veren kamış konulur. Moğolca cimbur: Kaval. (s. 1631, Moğolca-Türkçe Sözlük)

      2. Tulumda dudula: Ağızlık, nefes üflenen çubuk. Dudula, Türkçe düdük’ten gelen kelime. Lazca’da lülük.

      İkizdere’nin Anzer köyünde luluk: Bir ot cinsinden yapılan basit zurna ve çaydanlık ağzı. Cimil’de luluk: Çaydanlık ağzı. Adıyaman’da lülük: Musluk. Şiran’da lülük: Çaydanlığın su akan yeri. Ağın’da (Elazığ) lülük: Küçük delik.

      Azerice lülelemek: Bir şeyi boru şekline getirmek. Farsça lule: 1.Çeşme, musluk gibi şeylere takılan küçük boru. 2.Halka gibi dürülmüş şey. Türkçede lüle: 1.Bükülmüş, dürülmüş şey. 2.Tütün çubuğu, pipo, nargile v.b. nin ucuna takılan, tütün konulan yuva. 3.Su akan musluksuz boru.

      Lülük, lüle’den türetilen kelimedir.

      Ağızlık, Türkçe kelime.

      3.Gövde veya torba Türkçe kelime.

      İkizdere yöresinde kuyis: Avaz, çığlık. Doğu Karadeniz bölgesinde Rumca’nın etkisiyle çok kelimelerin sonuna -is, -os, -i ekleri getirilmiş olup, farklı bir kelime izlenim uyandırmaktadır. Avrupa dillerinde temel kural olan kelimelerin eril-dişil özelliği, Yunanca’da bu eklerle belirtilmektedir. Bölgede kullanılan çok kelime sonundaki bu ekler çıkarıldığı zaman kelimenin asli unsuru ortaya çıkmaktadır. İlginçtir ama yörede bu özellikteki çokça kelimeler, tarihin derinliklerinden gelen öz Türkçe kelimeler oldukları görülmektedir. Buradaki “kuy-is” gibi. Azerice küy: Kavga, münakaşa eden kimselerin bağırıp çağırması ve küy salmağ: Bağırıp çağırmak, gürültü koparmak. (s. 807, Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü) Şalpazarı’nda küy: Kavga. Of’ta kuyis:Avaz, yüksek sesle ağlama. Trabzon ve çevresinde kuyis: Çığlık. Ardeşen’de kuyis: Bağırıp çağırma. Rize ve çevresinde kuyis: Çığlık, avaz, bağırmak, çağırmak.

      Kafkas Kumuk-Balkar’da küy: Şarkı, türkü. (s. 36, Kumuk ve Balkar Lehçeleri Sözlüğü, G. Nemeth)

      Kafkas Karaçay Türklerinde küy: Türkü. (s. 62, Karaçay Lehçesi Sözlüğü, Wilhelm Pröhle)

      Özbekçe küy: Ezgi, melodi ve küylemek: Şarkı söylemek, terennüm etmek. (s. 71, Sözlük Özbekistan Türkçesi-Türkiye Türkçesi, Berdar Yusuf-Mehmet Mahir Tulun) Özbekçe gudok: Düdük sesi. (s. 40)

      Uygurca küylimek: şarkı söylemek, şarkı okumak. (s. 214, Yeni Uygur Türkçesi Sözlüğü, Yrd. Doç. Dr. İklil KURBAN)

      Çuvaş Hıristiyan Türklerinde keve: Melodi, ezgi. (s. 72, Çuvaş Sözlüğü, H. Paasonen)

      Kazaklarda halk çalgıları eşliğinde çalınan güzel eserlere “küy” denilmektedir. (s. 366, Kazak Türkleri, Prof. Dr. Z. İsmail) Kazakça kayım: Şarkı yarışı. Kayırma: Şarkıda nakarat. (s. 156, Kazak Türkçesi Sözlüğü, Hasan Oraltay)

      Altay Türklerinde kay: Boğaz, gırtlak şarkısı. Kayçı: Topşuur adı verilen müzik aletinin eşliğinde kahramanlık destanı anlatan halk ozanı. Kayda-mak: Gırtlaktan söylemek. (s. 101, Altayca -Türkçe Sözlük, Prof. Dr. Emine Gürsoy-Naskali Munaffak Duranlı)

      Şor Türklerinde kayçı: Kopuz çalarak gırtlaktan şarkı söyleyen kişi ve kayla-mak: Gırtlaktan şarkı söylemek. (s. 44 Şor Sözlüğü, Nadejda N. Kupreşko Tannagaşeva)

      Hakas Türklerinde hayla-mak (h, ünsüzü k sesine dönüşür ve “kayla-mak” olur): Gırtlaktan şarkı söylemek. (s.162, Örnekli Hakasça-Türkçe Sözlük, Ekrem Arıkoğlu)

      Gagauz Hıristiyan Türklerinde gayda: Tulum (çalgı). Gaydadan çalma: Tulum çalmak. (s. 100, Gagauz Türkçesinin Sözlüğü, Prof. N.A.Baskakov)

      Lazca guda: Tulum çalgısı.

      Gürcüce guda: Şarap tulumu, hayvan derisinden yapılmış tulum şeklinde şarap kabı.

      Ahiska Türklerinde guda: Keçi derisinden yapılan kap.

      Macarlarda duda: Tulum çalgısı.

      Makedonya’da gajda: Tulum çalgısı.

      İskoçya’da gaita: Tulum çalgısı.

      Bu çalgıyı (tulum) Ermeniler çalmaz ve horonu da bilmezler. Tulum, Türkler eli ile İskoçya’ya kadar gitmiştir. İskoç Gada’sı denilen çalgı tulumun ta kendisidir. Hemşin’de tulum çalmak, kayda vurmaktır. (s. 100, Hemşinliler, Ali Gündüz)

      Yaygın olarak çok eskiden beri Anadolu’nun değişik yerlerinde yaşayan Ermenilerin, Doğu Karadeniz bölgesinden başka bölgelerde tulumla tanışıklıkları yoktur. Ermeni müzik aletleri içinde ne tulum ne de Karadeniz tipi kemençe bulunmaz. (bk. geocities.com, Traditional Armenian Folk Instruments)

      İkizdere’de “kayde”, “müzik” ile ilgili terimdir.

      Yörede kaydeye uymak (kaydeden gitmek): Türkünün ritmine uymak.

      Kayde tutturup gitmek: Bir yere giderken veya gelirken, neşe içinde yüksek sesle türkü söyleyerek yürümek.

      Kaydesinde söylemek: Türküyü gerektiği şekilde söylemek.

      Kaydeyi bozmak: Türküyü kural dışı söylemek.

      Yörüklerde gayda: Müzik aletinde düzen.

      Trabzon’da gayde: Şarkı, türkü, ezgi. Şalpazarı’nda gayda: Şarkı, türkü. (s. 216, Dünden Bugüne Şalpazarı) Sürmene’de gayde: Ezgi, nağme. Şiran’da gayda: Makam, türkü. Maçka’da kayde: Ezgi, müzikte ahenk. (Trabzon-Maçka Etimoloji Sözlüğü)

      Gayde: Nağme, ezgi anlamında Karadeniz bölgesinde yaygın kelime.

      Yukarıdaki izahatlardan (küy, kay, kayçı, kayım, kayde, gayde) gayda’dan “y” sesinin düşmesiyle gada/goda/guda’nın oluştuğu açıktır.

      Karadeniz bölgesinde kelimeleri kısaltmak genel bir durumdur. Örnek olarak altı harften oluşan “bir şey”, bölgenin konuşma ağzında dört sese “bişe”ye rahatça düşmektedir.

      Böylece Karadeniz bölgesinde halk ağzında kullanılan tulumun ve parçalarının aldığı değişik adlar içinde, herhangi bir etnik dile ait tek kelime dahi bulunmadığı görülmektedir.

      KEMENÇE

      Kemençe, kemane adı ile yörede bilinir.

      Divan’da ikeme: Bir çeşit saz, kubuz gibi çalınan çalgı. (c. I, s. 137)

      Çuvaş Türklerinde karmani: Bir çeşit musiki aleti. (s. 61, Çuvaş Sözlüğü, H. Paasonen)

      Kıpçakça ıklık: Üç telli, yayla çalınan saz. (s. 86 Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Doç. Dr. R. Toparlı)

      Kafkas Kumuk-Balkar Türklerinde kamança: Kemençe. (s. 30, Kumuk ve Balkar Lehçeleri Sözlüğü. Prof. Dr. Kemal Aytaç)

      Gagauzca kemençe: Kemençe. Kemençeci: Kemençeci. (s.143, Gagauz Türkçesinin Sözlüğü, Prof. N. A. Baskakov)

      Azerice kamança: Yaylı müzik aleti ve kamane: Kemanın yayı. (s. 730, Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü)

      Farsça “çe” küçültme ekidir. Keman-çe, küçük keman anlamında. Yine Divan’da “çe” benzetme edatıdır ve kemençe, kemana benzer manasındadır.

      Farsça kemançe: Kemençe, yayla çalınan, kemana benzer küçük bir çalgı.

      Farsça kemane: Keman veya kemençe yayı.

      Türkmence kemençe: Yay. (keman için) (s. 401,Türkmence-Türkçe Sözlük)

      Rumca kemençe. (s. 357, Pontus Kültürü)

      Yunanca doksari: Keman yayı. (s. 87, Yunanca-Türkçe Sözlük, Azmi Aksoy)

      Kuman Türklerinde kemençe: Musiki aleti. (s. 144, Tarihte Türklük, Prof. L. Rasonyi)

      Kemençe Türklerin tarafından uzun zamandan beri bilinir, değişik ad ve şekillerde Türk dünyasında çok eskilerden beri çalınır. (cilt 9, Türk Kültür Tarihine Giriş, Prof. Dr. Bahaeddin Ögel)

      Kemençe, Macaristan’da Bey. (s. 98, Yukarı-Kür ve Çoruk Boylarında KIPÇAKLAR, F. Kırzıoğlu)

      Kuman Türklerinde kemençe bir musiki aletinin adıdır. Doğu Karadeniz bölgesi (Trabzon sancağı) dahilinde de başta gelen çalgı aletinin kemençe olduğu bilinen bir husustur. (s. 350, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat)

      Prof. Dr. L. Rosanyi Kemence, Kuman Türklerinde erkek ismi olarak da kullanılmıştır. Kumanların Lazları da içine alan bölgenin etnik oluşumunda etnik bir unsur oldukları da bilinen bir gerçektir. (s. 200, Türkiye’nin Etnik Yapısı)

      Kemençe: Macar kroniklerinde 1290’da Macar kralı IV. Laszlo’yu öldüren Kuman katillerinin biriydi. Bu ad herhalde üç teli olan küçük musiki aletin ismiyle aynıdır. (s. 45, Türk Özel Adları, Prof. Dr. L. Rasonyi)

      Kemençe (musiki aleti) Kuman menşeli aile ve şahıs adlarındandır. (s. 37, Türk Devletlerinin Batıdaki varisleri, Prof. L. Rasonyi)

      Kemençe, Kumanca’nın bozulmuş şekli mi?

      Günümüze kadar tespit edilen Türk çalgıları arasına kemençe, kemane, kabak kemane, teneke kemane, kemançe gibi kemençe çeşitleri gösterilmektedir. (s. 86, Türk Halk Kültürü Araştırma Sonuçları II) Ayrıca Osmanlı saraylarında kemençe, temel musiki aletlerinden biri idi.

      Kemençe adı ve onu oluşturan kulak, eşek, baş, tel yeri, kapak, boyun-sap, gövde-tekne, kaşlar, sağır, yay gibi kelimeler, kemençenin menşei hakkında diğer açık ve net delillerdir.

      Lazca ç’ilili: Kemençe. (s. 476, Lazca-Türkçe Sözlük, Yrd. Doç. Dr. Metin Erten) Moğolca kikili: Keman. (s. 741, Türkçe-Moğolca Sözlük)


      HORON

      İkizdere yöresinde yaşantının önemli kısmını oluştururdu. Dede, baba, kaynana, torun, kız veya gelinin bir horonda buluştuğu çok olurdu. Geçmişin temel eğlencesi, horon ile türkülerdi.

      Horon; Horon oynamak, horon kurmak, horon çevirmek, horona durmak, horon yapmak ve horon vurmak adlarıyla yörede bilinir.

      Şor Türklerinde or: Ot biçme. (Şor Sözlüğü, Nadejda N. Kupreşko Tannagaşeva-Doç. Dr. Şükrü Haluk)

      Hakas Türklerinde oram: Kıvrım, büklüm. (s. 325, Örnekli Hakasça-Türkçe Sözlük) Yine Hakas Türklerinde horim: Yüksek kaya.

      Özbekçe orım: Hasat. Orım-yığum: Ürün kaldırma. (s. 196, Özbekistan Türkçesi-Türkiye Türkçesi)

      Divan’da orom: Ot kesimi, orum-bi: Bir orakta çıkarılan ot.

      Kazakça oram: Paket. (s. 212, Kazak Türkçesi Sözlüğü)

      Tuva Türklerinde horum: Taş yığını. (s. 52, Tuva Türkçesi Sözlüğü, Ekrem Arıkoğlu-Klara Kuular)

      Moğolca norum: Ot, saman yığını. (s. 924, Moğolca-Türkçe Sözlük, Ferdinand D. Lessing)

      Horan, eski Bulgar ve Peçenek Türklerinde oyun adı (S.53, Türk Yer Adları Sempozyum Bildirileri)

      Azerice hora: Biçilmiş otun yerinde biten taze ot. Horum: Biçilen otların belirli büyüklükte kümelenerek bükülüp bağ haline getirilmesi. (s. 654, Azerbaycan Türkçesi Sözlüğü, Seyfettin Altaylı)

      İkizdere’de horom: Kesilen otların bir çeşit sıkıştırılmış ve paketlenmiş şekli. (Horomlardan yapılan ot yükü, özellikle uzak mesafelerde sırtta taşınırken bozulmazdı)

      Horom, Doğu Karadeniz’de aynı anlamda yaygın kelime.

      Horon, şekil olarak çayırda ve horom yapımında yapılan işleri yansıttığı için, orom veya horom kelimesinden gelmesi en geçerli ve mantıklı ihtimaldir. Çünkü her folklor, çevre şartlarından bire bir etkilenir.

      Bazı izahatlarda horonun Yunanca olduğu ve kilise korosundan geldi anlatılır. Horonda en önemli figürler, ayak hareketleridir. Ayak hareketlerinin sesi, kilisenin ilahi havasına katkısı ne olabilir? Kilisenin manevi, kasvetli ve ağır havası ile horonun coşkusunu ve neşesini bir arada düşünebilmek mümkün mü? İsimleri benzer olsa da, kilise korosuyla Karadeniz horonunu bir arada düşünmek çok gülünç olur.

      Gürcüce horomi: Erkek dans adı. Rumca hora, horom: Horon. Yunanca horos: Dans, raks, balo, oyun, koro. Rusça hor: Koro. (Rusça-Türkçe Sözlük, Fono)

      Lazca horon, hoğoni.

      Hopa Hemşin’de ğoron.

      Gagauz Hıristiyan Türklerinde horu: Hora. (bir halk oyunu) Horoya girme: Hora oyununa katılmak. (s. 118, Gagauz Türkçesinin Sözlüğü, Prof. N.A. Baskakov)

      Karaçay-Malkarlar Türklerinde horur: Eski Karaçay Şaman törenlerinde dans eden genç kız. (s. 221, Karaçay- Malkar Türkçesi Sözlüğü, Dr. Ufuk Tavkul)

      Kuman Türklerinde horu: Sallanmak, yaylanmak. Horon: Horon. (s. 77, 78, Kuman Lehçesi Sözlüğü, K. Grönbech)

      Kıpçakça hor-mak: Sallanmak. Urun-mak: Tepinmek, oynamak. (s. 85, 222, Kıpçak Türkçesi Sözlüğü, Doç. Dr. Recep Toparlı)

      Moğolca hurim: Kutlama, düğün. (s. 1528, Moğolca-Türkçe Sözlük)

      Trabzon bölgesinde oynanan horonlardan “düz horon”un, Gökoğuz (Gagauz) Türklerinde de “düz horu” olarak oynandığı anlaşılmaktadır. (s. 350, XV-XVI. Asırlarda Trabzon Sancağında Sosyal ve İktisadi Hayat, Dr. M. Hanefi Bostan)

      Horon çeşitleri: Sıksaray, sallama, üçayak, atlama, düz horon, titreme, ağırlama, iki ayak, ters ayak gibi isimler Türkçe veya Türkçeleşmiş kelimelerdir.

      Maçka’daki horonlar: Siksara, ağırlama, biçak oyunu, dirvana, gız horonu, düz horon ve sallama çeşitleri diye belirtilmektedir. (s.127, Trabzon-Maçka Etimoloji Sözlüğü)

      Eski Türk kültüründe kötü ruhları korkutan, “sürat ve kuvvet” anlamına gelen “Kolbas” adı, koruyucu adlar arasındadır. (s. 23, Tarihte Türklük, Prof. L. Rasonyi) Günümüzde Kolbastı, sürat ve kuvvet anlamına uygun olarak ve Şaman danslarını çağrıştırır şekilde Trabzon yöresinde oynanmaktadır.

      Yunan kaynaklarında genişçe yararlanarak yazılan “Pontus Kültürü” kitabında, Of yöresinin oyunları şöyle: Düz horon, sıksara, hotsarı (Hotsarı, oynanmamakta), körçek (köçek’ten), sallama, atlama, Dön Demirağa. (s. 172, Pontus Kültürü, Ö. Asan) İşte çok ilginç Pontus horon isimleri! İşine gelen konuları evirip çevirerek ve hayal sınırlarını azami zorlayarak (bir örnek “ule” kelimesi, s. 174, Pontus Kültürü, Ö. Asan) geniş açıklamalar yapılırken, bölge çalgısı kemençeyi oluşturan kısımlardan Rumca veya Yunanca tek kelime yazılamamıştır. (s. 186, Pontus Kültürü, Ö. Asan)

      Tulumdan ise tek cümle: O da, “Çok eski olmamakla birlikte tulum çalınırmış” (s. 186) ve bitti. Bölgemizde Pontus kültürünün temelini oluşturduğu iddia edilen kemençe, tulum ve horonun “Pontus kültürü”ndeki yeri!

      Yöre ağzında Rumca kelimelerin çokça olması, Türkiye Türkçesi içinde bolca Yunanca kelimelerin bulunması ama horon çeşitleri arasında bölgede tek Rumca horon isminin bilinmemesi, tulum ve kemençeyi oluşturan parçalar içinde bir tane dahi Rumca veya Yunanca kelimenin olmamasının izahı nasıl yapılacak?

      Kimileri kemençenin Yunanistan’da çalındığını ve benzer oyun veya giyimlerin aynı olduğunu icat bulmuş gibi söylerler. Orada çalınan kemençenin ve oynanan horonun hiç birini değil Yunanlılar, İstanbul’da, İzmir’de veya Anadolu’nun başka yerlerinde yaşamış ya da göç etmiş Rumlar dahi bilmezler. Yalnız Karadeniz bölgesinden gidenler, bölgemizden aldıkları kültürü Yunanistan’a taşımışlardır. Dolayısıyla kemençenin Yunan kökenli olduğunu iddia etmek, ya cahilliktir ya hainliktir.

      Bugüne kadar yüz binlerce Yunan heykelleri içinde kemençe çalan bir heykele tesadüf edilmiş değildir ve bunlar içinde Karadeniz’in milli giysilerini çağrıştıran ne bir heykel ve ne de bir resme rastlanılmıştır.

      Yunanlıların kısa etekli milli kıyafetleriyle, Karadenizlinin milli kıyafeti arasında ortak nokta bulmak veya burun yapılarını kıyaslamak mümkün mü?

      Bir kesim güruh da Türk isminin geçtiği yerde ve Türk’e ait olabilecek bir şeyde “Milliyetçi görüş” veya “resmi ideoloji” diye okuma, araştırma gereği duymadan ve yerine başka bir şey koyma ihtiyacı görmeden ret ederler. Bu “reddiyeciler” ve “milliyetsiz görüşler”, özellikle Anadolu topraklarının özelliğinden kaynaklansa gerek, her zaman yoğunluğunu hissettirmişlerdir. Bu konuda da her zaman yaptıkları ve beklenildiği gibi, bir yerlere yama olma gayretini göstereceklerdir ve göstermektedirler.

      Osman Coşkun
      “Her Yönüyle İKİZDERE” kitabından genişletilerek alınmıştır.
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000
      Sağ olesen KUKU.
      Kaynakları araştırmaktan çok gönlümüzden geçelnlere inanaınca ortaya farklı şeyler çıkabiliyor. Hatta onların doğru olduğuna inanabiliyoruz. Oysa verdiğiniz bilgiler doğrunun daha başka olduğunu gösteriyor.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      tulum ve kemençe

      KEMENÇE

      Kemençe, biri Osmanlı Müziğinde, diğeri Karadeniz yöresi halk müziğinde kullanılan iki ayrı yaylı çalgının ortak adıdır. Bunlardan ilki için yirminci yüzyılın ortalarına kadar kullanılan "armudî kemençe", "fasıl kemençesi" gibi adlar, artık yerini "klasik kemençe" adına bırakmış gibi görünmektedir. Bir halk çalgısı olan ikincisi ise, "Karadeniz kemençesi" olarak anılır.

      “Klasik kemençe”, 40-41 cm boyunda, 14-15 cm genişliğinde küçük bir çalgıdır. Yarım armudu andıran gövdesi, elips biçimindeki burguluğu "kafa" ve sapı "boyun" tek bir ağaç parçasından yontularak ve oyularak yapılır. Göğsünde, yuvarlak kenarları dışarda kalmak üzere D biçiminde iki iri delik bulunur. Çalgının arka tarafında bir "sırt oluğu" vardır.



      Çalınırken kuyruk takozu sol dize, burguları göğse yaslanarak düşey konumda tutulan ya da iki diz arasına konan kemençenin telleri, tuştan 7-10 mm yüksektedir. Çünkü sesler, telli çalgıların çoğunda olduğu gibi tellerin üstüne parmak uçlarıyla basılarak değil, teller tırnakla yandan hafifçe itilerek elde edilir.

      “Karadeniz kemençesi”nin burguluğu, boynu ve gövdesi de tek bir ağaç parçasından yontularak ve oyularak yapılır. Ama biçimi bütünüyle farklıdır. Diğer bütün halk çalgıları gibi, “Karadeniz kemençesi”nin de standart ölçülerinden söz etmek güçtür. Ama günümüzde, uzmanların ve profesyonel yorumcuların kullandığı “kemençe”ler genellikle 56 cm uzunluğundadır. Kenarları dik ve sırtı düz olan gövde çoğunlukla erik veya ardıç ağacından yapılır. Köknar veya ladinden yapılan göğüs oldukça incedir. Tellerin eşikle iletilen basıncına dayanabilmesi için göğüs bölümüne, boylamasına bir çıkıntı yapılarak kubbe şeklinde form verilir. Burgular, oldukça küçük olup, burguluğa ön taraftan girer. Teller tuşa çok yakındır. Çünkü “Karadeniz kemençesi”, tellerin üzerine parmak uçlarıyla basılarak çalınır.

      Seslendiren, ayakta ise çalgıyı sol eliyle havada tutarak, oturuyor ise dizlerinin arasına dayayarak çalar.



      Tulumun-Yapısı Oğlak derisi daha çok tercih edilir ve tüyleri temizlendikten sonra ayaklar son kısımlardan kesilir. Ters (çevrilip ters bağlandıktan sonra) kesit bağlantısı daha iyi görünür. Ön ayaklardan birine tahta boru- lülük arka ayaklardan birine de nav bağlanır. Böylece tulum dediğimiz alet meydana gelir. Lülük'ten (dudula=ağızlık)üfleyip tulum şişirilir. Üflenen hava geri kaçmasın diye tulumcu lülüğün (dudula) ağzını dili ile kapatır. Kendisi bu suretle nefes alabilir. (son zamanlarda lülük ağzına konan bilye sayesinde tulumcular türkü bile söyleyebiliyorlar.) sıkışan hava mecburen, nav içinde bulunan çimon/çibu denilen ses veren kamış borulara hücum eder ve ses çıkararak dışarı çıkar. Ekseriyetle çibular yan yüzeylerinden 5 delikli olup bu delikler Nav'ın üst yüzüne yani tulumcunun parmaklarını oynatacağı bölüme bir çift olarak yerleştirilir.
      Oğlak derisi daha çok tercih edilir ve tüyleri temizlendikten sonra ayaklar son kısımlardan kesilir. Ters (çevrilip ters bağlandıktan sonra) kesit bağlantısı daha iyi görünür. Ön ayaklardan birine tahta boru- lülük arka ayaklardan birine de nav bağlanır. Böylece tulum dediğimiz alet meydana gelir. Lülük'ten (dudula=ağızlık)üfleyip tulum şişirilir. Üflenen hava geri kaçmasın diye tulumcu lülüğün (dudula) ağzını dili ile kapatır. Kendisi bu suretle nefes alabilir. (son zamanlarda lülük ağzına konan bilye sayesinde tulumcular türkü bile söyleyebiliyorlar.) sıkışan hava mecburen, nav içinde bulunan çimon/çibu denilen ses veren kamış borulara hücum eder ve ses çıkararak dışarı çıkar. Ekseriyetle çibular yan yüzeylerinden 5 delikli olup bu delikler Nav'ın üst yüzüne yani tulumcunun parmaklarını oynatacağı bölüme bir çift olarak yerleştirilir. Çimon/çibular, nav içinde ikiden fazla da olabilirler. Herbirinin sesi tulumcunun ustalığına göre ayarlanır. Tulumdaki kısımlara daha açıklık getirelim: Çimon/çibu: Kamış veya tahıl sapı boğum yerinin bir tarafından diğer tarafın dıştan boğum yerinden içten kesilir. Bu uçta boğum yeri kalacağından kapalıdır, diğer uç açıktır. 16-17 cm boyunda bir boru elde edilmiş olur. Açık uç hafif meyilli olarak düzeltilir. Kapalı kısma doğru borunun bir kısmı çakı ile inceltilerek sesin, hava geçişi ile temini sağlanır. Bu borunun üçte bir kadarı üste kalması şartıyla ikişer santim arayla delikler açılır. Böylece yapılan çimonlar bu şekilde yanyana bağlanıp navın içine yerleştirilir. Çıkan sesler birbiri ile tam manası ile uyumlu olmayabilirler. (Adnan Saygun) Nav: Farsça'da iyi oyulmuş odun manasında olup bu tabiri eski Oğuzlarında kullandığı aşikardır. Navlar hafif kıvrık boynuzu andırırlar. Odundan veya şemsiye sapının yarım daire bölümünden yapılırlar. Aslında iç bükey bir teknecikten ibaret olup çimon/ çibular içine yerleştirilir.




      Kar'aşın: Navın son kısmındaki boynuza verilen isimdir.
      Kaçkar dağı: Koç boynuzunu andıran Gökçe Dengiz batısındaki Kaçkar Dağları da bu isimden esinlenerek verilmiştir.
      Goda: Tulumdan üflenen eğri boruya denir. Bulgarların gayda demeleri ile goda arasında muhakkak bir bağlantı vardır. Bu isim ta Kelt'lerden kalmış olabilir. Eski Bulgar kavimleri Türklerle kardeş kavim olmalarının neticesi olarak kelime Türkçe kökenli de olabilir.
      ....
      Çayelinden başlayarak Pazar,Ardeşen,Hemşin,Çamlıhemşin,Fındıklı,Arhavi,Hopa,Şavşat,Yusufeli,İspir ve Giresun`nun Şebinkarahisar ilçesinde düğün,bayram ve eğlencelerde kullanılan nefesli bir halk çalgısıdır.

      Önceleri sadece bu yörelerde düğünlerde kullanılırdı. Fakat son zamanlarda çeşitli halk müziklerinin yanısıra pop,rock ve özgün müziklerde kullanılmaya başlandı.Tabî buda enstrumanın tanıtımını ve halkın dikkatini çekmekte önemli bir etken oldu. Tulum`u başka ülkelerde görmekde mümkün. Örneğin: Bulgaristan ve Yunanistan`ın bazı bölgelerinde görebilirsiniz. İskoçya ve Kuzey İrlanda`da şekil olarak biraz değişik olmasına rağmen ses olarak hemen hemen aynı olması dikkat çekmektedir.

      TEKNİK ÖZELLİKLERİ:
      Tulumda aktif olarak kullanılan beş tam ses vardır ve oktav`ı yoktur,koma sesi vardır. Son zamanlarda altı sesli tulum`lar denenmiş fakat pek başarı sağlanamamıştır.

      Tulumun ses tonu "si" "lâ" "sol" karar sesiyle,tını`sı güzel olan ses elde edilir. Diğer ses tonlarında tulum istenilen sesi vermez. Tulumun orjinal sesi "si" ve "lâ" dır.

      TULUMUN YAPISI

      DUDULA (AĞIZLIK)
      GÖVDE (DERİ KISMI)
      NAV (SES VEREN KISIM)


      DUDULA (AĞIZLIK)

      Tulumu şişirmek için kullanılan dudula; yuvarlak bir ağacın içi delinerek yapılır ve hava geriye kaçmasın diye iç tarafına naylon`dan bir kapak yapılıp raptiye ile tutturularak havanın geri gelmesi önlenir.

      GÖVDE (DERİ KISMI)
      Tulumun gövdesi genellikle keçi derisinden yapılır. Keçinin özellikle bir yaşında olmasına dikkat edilir. Çünki bir yaşından küçük olan keçilerin derisi yumuşak (taze) olduğundan çabuk deforme olur. Keçi kesildikten sonra derisi çok dikkatli bir şekilde delinmeden tulum olarak çıkartılır. Suyla karışık ateş külünde 2-3 gün bekletildikten sonra tüylerin dökülmesi sağlanır ve tabaklama işlemi yapıldıktan sonra baş tarafı ve arka kısmı içeri gelecek şekildetersten sıkıca bağlanır. Ön ayaklarının birine dudula bağlanarak şişirilip asılır. Kuruduktan sonra sürekli yumuşak kalması için badem yağı yada gliserin sürülür. (yağ ile bakım yapılmadığı süreçte deri kuruyup çatlar ve hava kaçırır bu yüzden tulum özelliğini yitirir) Tulumun- cephesinin güzel görünmesi için üzerine değişik renk ve desenlerle kılıf yapılır.

      NAV (SES VEREN KISIM)
      Tulumun en önemli kısımı nav`dır. Nav özellikle şimşir ağacından yapılır. Yaklaşık 40 derece eğri şimşir ağacının içini düzgün bir şekilde oyduktan sonra analıklar dediğimiz delikli 10mm çapında boruları ve kamıştan özel olarak yapılan çibun dediğimiz sipsi`leri özenle ve düzgün şekilde nav`a yerleştirilir. Burada önemli olan iki adet sipsininde aynı sesi vermesidir. Analıklarda 6mm delinmiş 5 adet çift sıra delik vardır ve yanyana olan bu deliklerden çıkan seslerin aynı ayarda olması şarttır aksi taktirde ses bozuk çıkar. Sesler ayarlandıktan sonra nav`ı tulumumuzun diğer koluna bağlıyoruz ve tulumumuzu şişiriyoruz. Hava taziğinden doğan güçle sipsilere gelen baskı sesin çıkmasına yol açar parmak vuruşları ile ses notalara dönüşür.

      İyi tulum çalabilmek için müzik bilgisinin yanısıra iyi bir kulağa ve kuvvetli nefese sahip olmak gerekir.