Ali Orhan LAZALOĞLU

      Ali Orhan LAZALOĞLU NUN BİRÇOK ATMA TÜRKÜSÜNÜ VE ŞİİRİNİ GÖRDÜM
      GEREK BURDA GEREK BAŞKA SİTELERDE
      BUGÜN SESİNİ DUYDUM RESMİNİ GÖRDÜM
      AMA KENDİSİ İLE İLGİLİ FAZLA BİR BİLGİYE SAHİP DEĞİLİM
      HEP GIYABINDA YAZILDI ONUNLA İLGİLİ HERŞEY
      ONUN HAKKINDA BİLGİSİ OLAN VARSA LÜTFEN YAZSIN VE YAHUT İRTİBATA GEÇSİN KENDİSİ SİTEDE YAZSIN
      HANGİ KÖYLÜDÜR NE İŞ YAPAR NEREDE YAŞAR
      BEN SLAYTI İZLERKEN SANKİ SUAVİ Yİ GÖRMÜŞ GİBİ OLDUM

      bittukk....

      bu kayıt okey masasında çekilmiştir.. yavvv paşa bu kada duşmanun varken nehe böle kozlar verursen ?( şakir abi ne deyim sana LAZALOĞLİ ailesi bu kayıdı nasıl karşılar bilemiyorum.. Özeliklede MUSTAFA LAZALOĞLU... şimdi ebedi köye adum atmaz.. te ettun şakir abim :D :D

      Ama ALLAH içun etilerdekinlere taş çikarur... :D :D
      HESSA TEECCUP EDİLECEK İŞŞ.. :D

      CVP: Kartallar Yüksekten uçar…

      Yazar: KUKU Tarih: 12.01.2007 Saat: 10:45

      Ali ORHAN (LAZALOĞLU)
      Ustad Bizi Biz Eden Sen değilmiydin!



      Haklısın be KUKU. İnternette sohbet etmekten başka bişe etmezken içimizdeki türkücü yanımızı açığa çıkaran odur. Meğer hepimiz türkü çatmasını biliyormuşuz ama haberimiz yokmuş.
      O hepimizin Ustası.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      elçiye zeval olmazz

      Youtube' de yayinlanmiş
      Klip kapali gişe
      Bi anlatsan emice
      Nasel girdun bu işe

      Ünlü olmişsen ünli
      Zati az ünli idin
      Arkadaşlara derum
      Lazal' i tebrik edin

      Artuk olursen meşhur
      Yaptuğun bu kliple
      Bir numara olecen
      Karizmatik o tiple: )

      MeleZkurli desteği
      Vermiş saa müzikle
      Tebrikleri alursen
      Bekle emice bekle

      ellerunguze sağluk

      gulayy
      burda üç işik yanar // birisini söndurun // yarum gitti yayleden // dağlar geri döndurun...

      ŞÖYLE BİR YOL HİKAYESİ...

      Çaylarımızı yeni içmiştik. Bitti bitecek derken, bardaktan boşalırcasına bir yağmurun bizi ıslatmaya çalıştığına tanık olduk. Arabalarımıza binip, yeniden yol almaya başladık. İçimizde bazıları bu yöreleri ilk kez görüyordu. Bir taraf deniz, bir tarafta alabildiğine yükselen yemyeşil dağlar, birçok kırsala inat edercesine bizim aksi tarafımıza doğru yol alıyordu. Onları geride bırakıp, yenilerini buluyor, her birinden bir arkadaş ediniyorduk kendimize. Yanoğlu Yaşar'ın arabasında pop miziği yerine yöresel "Tulum" yol havasını çalıyordu. Mücahit Akçay'ın tulumu eşliğinde Ardeşen Köprüsünü geçip bu kez dağlara doğru arabımızı sürmeye başladık. Denizin yerini şimdi Fırtına Deresi almış, önümüzde uzanan Fırtına Vadisi, usta ellerden çıkmış bir doğa fotoğrafı gibi her karesi ayrı bir güzelliği ile adeta bizi kendisine hayran bırakıyor, "Misafirim olun" diyordu.

      Yol boylarında gördüğümüz "Serender"ler'in balkonlarına asılı duran Lazut (mısır)'ların bazılarına karakuşlar konmuş, hem onlardan besleniyor, hemde şarkılar söylüyorlardı. Rize'den ayrılıp, Pazar'ı geçtinten sonra bövyle bir doğa harikasından daha önce buraya gelmeyenlere bahsettiğimde ve fotoğraflarını gösterdiğimde buralar Türkiye'de mi? sorusuna muhatap kalmıştım. Şimdi hepsi gözleriyle görüyor, "böyle güzellikler dünyanın hiçbir yerinde yok" diye birbirlerine fısıldanıyorlardı. Fırtına Deresi boyunca vadi içerisinde, yol alırken tulumun sesi dere sesine karışıyor, arada bir çatma (atma) türküler eşliğinde adeta bir düğüne davet edilmiş gibi olup biteni teyp'ten dinliyorduk.



      Demekki üzerinde arabamızın dört tekerinin dönerek yol aldığı yerlerde bizlerden öncede o kadar çok kişi yaşamış, o kadar çok hayat hikayesi olmuş ki, bu tür çatma türküler ötelerden beri yörede söylenip, bugünlere taşınmış. "Fırtına Vadisi, eşsiz ve vahşi doğa yapısıyla adeta buralarda insan ayağı basmamış, güneş yüzü görmemiş toprak parçaları var. Gelin görün" dercesine önümüzde uzanıyor, arabadaki arkadaşlar, her bir karesini kaçırmamak için gördüklerinin, makinalarında film bırakmıyorlardı. Onlara, "durun bu daha birşeymi" diye ikaz ettiğimde, "Bunlardan da güzelleri olacak değil ya" cevabını alınca kendi kendime sinsice gülüyordum

      Çamlıhemşin İlçesini geçip, Şenyuva (Çinçiva)'ya doğru yol aldığımızda arabanın altı taşlara vuruyor, dere sesine karışan tulum, o sarsıntıyı bile bize hissettirmiyordu. Makrevis köyündeki tarihi evlerde "hangi padişahlar oturmuş" diye sorulunca, buraların halen ev olarak kullanıldığını ve bu yapının "Çamlıhemşin" mimarisi olduğunu söylediğimde kimseyi inandıramadım. Yanımızda Fırtına deresi, teypte tulum sesi, eh herhalde cennette'yiz diye düşünürsünüz. Buralar Cennet'ten öte güzelliklere sahip olduğunu da hemen belirtmek isterim. Makrevis'i arkamızda bırakıp Kuşiva'ya doğru yol alırken Taa tepelerdeki Goboş'a bir merhaba çekmezsek ayıp etmiş oluruz.



      Gün öğle vaktine doğru ilerlemiş, güneş biraz cömertliğini göstermişti ki, Çinçiva (Şenyuva) Köyü sınırlarına girdik. Solumuzda rahmetli Dursunali amca'nın evini geçince Hemen sağımızdaki Şenyuva Okulu ile karşı karşıya geldik. Bizim eve (Lazaloğlu) bir merhaba bile diyemeden Memişoğlu'nun heybeti ile karşı karşıyaydık. Yılların muhtarı elindeki bastona benzer ağaç dalını kaldırıp bir çinçiva selamı verdiğinde, arabadaki herkes, "Bu adam da kim" diye söylenmeye başladı. Bilmezler ki o adam ömrünü "Davalı Yaylası" davasında bitirmiş. Evi geçince ilk teleferik bize merhaba dedi. Üstünde birkaç çuval toplanmış çay, alım yerine doğru yol alacaktı birazdan. Oradan da evlerimize işlenmiş çay olarak dönecek, belkide hikayemizin başında içtiğimiz çayların demini oluşturacaktı.

      Tam bu duygular içindeyken, birde ne görelim, Çinçiva Köprüsü, sallanan sarmaşıklarını rüzgara kaptırmış, genç bir kızın başındaki saçlar gibi bir o yana bir bu yana rüzgarda sallanıyor, kolların açmış, misafirlerine "HOŞGELDİNİZ" demez mi? Arabadaki herkes indi. Fotoğraf makinalarının deklanşörler sesleri derenin sesi ile tulum arasında karrışmış, kameralar çalışmaya başlamıştı. Bu köyde yaşayanların hergün yüzlerce kez gördükleri bir köprünün bu kadar değerli olduğuna işte o zaman tanık oldum. Buradaki fotoğraf çekme işlemleri yaklaşık yarım saat sürdü. Araba ilerlemiş, biz artık "kahve" ye yaya olarak gitmeye karar vermiştik. Köprünün üzerinde arkasında çayır yüklü Çinçivalı, uzun bir süre sırtında yükü ile bizi seyretti. Makineler kendisine yönelince istifini hiç bozmadan "cağ" tokumasına devam etti.



      "Çinçiva Kahvesi" ne geldiğimizde rahmetli, Balta Kemal'den kalma çaylar bizi bekliyordu. Gerçi buraya kahve demek biraz ayıp oluyor ama. Bu hayat üniversitesi olarak kullanılankahve iki bölümden oluşuyor. Birisi büyüklerin çay içip oyun oynayıp birbirlerini kızdırdıkları bölüm, ikincisi, gençlerin gurbette kazandıklmarını köye döviz olarak bıraktıkları "küçük ağer" küçük bölüm'den oluşuyor. Hoş beş ten (hoşgeldin) sonra doğal su ve ağaç ocağında yapılmış ilk çaylarımız geldi. Misafirlere çay içirebilmek ne mümkün herkes dışarda, bir o tarafa dönüyor, bir bu tarafa dönüyor, çevredeki güzelliklerin fotoğraflarını çekiyorlar. Köydekilerin birbirlerine aften sarfettikleri veciz sözlerin anladıkları bölümlerine gülüp geçiyorlar.

      "Çinçiva Hayat Üniversitesi" her zamanki gibi hınca hınç dolu. Babam bizi görünce "dangallılar geldi" demekten kendini alamıyordu. (Dangal bizim yörede hayvanların boynuna takılan çıngıraklara denir. Babam buna örnek olarak bizim fotoğraf makinelerimizi gösteriyor) Yunus öğretmen, her zamanki güler yüzü ile Çepni (çepuş) Yaşar'ın kaybettiği tavla partisini ballandıra ballandıra anlatıyor. Ormancı Yunus amca, yakınlarına yaptığı müzipliklerin halen tadında olduğuna işaret ediyordu. Bulmanç İbrahim abi akşam Lazaloğlu Osman ile hazırlayacakları "Puğar dibi" sohbetine dalmış, Refik, bal sağmmaktaki üstünlüğünü kimseye kaptırmamaya çabalıyordu. Keleşanç Mahmut, ilginç icat'larını, yeni misafirlere anlatıyor, Meğdesanç Osmanç, meşhur "yavrummmm"larından birini daha hatmediyordu. Ariflerin Hüseyin, bir sonraki gün kavran(arı kovanı) çekimine gideceği için kopri'( küçük nacak) siyle ipini beline bağlamış, yol ile ilgili son rutüşleriyle ilgileniyordu.



      Gün ağarmak üzereyken, Almaskur yolunu tuttuk. Eh yol uzun, misafirler dahna önce hiç böyle tırmanış görmemişler. Yola koyulduğumuzda karşı taraflar görünüyor, Meğdesi'nin evi bir anıt gibi rahmetli Ayhan Karayalçın'ı kaybetmenin hüznünü yaşıyordu. Yol boyunca sohbet sohbeti açıyor, bölgenin güzellikleri dilden dile dolaşıyordu. Yanımızda Almaskurdan birkaç kişi, Kordanç Mehmet, Kovik Yaşar, Çelenun Celal, Rahmetli Sedi amca, dayıların dayısı Nerevoğlu Şeref ve babam Mustafa (lazaloğlu) yolun bitmesini istemiyor, zaman zaman sal taşlardan oluşan oturaklarda yorgunluk gideriyorduk. Derenin sesi kuş seslerine karışıyor, müziğin en nutareli kulaklarımızı çınlatıyordu.

      NOT: MERAK ETMEYİN DEVAM EDECEK

      site.mynet.com/ali.orhan/papazamca/id1.htm

      papazamca@hotmail.com
      Resimler
      • Ali Orhan LAZALOÐLU.jpg

        177.4 kB, 471×304, 1,075 defa görüntülendi
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000