Kazım KOYUNCU, Çernobil, Kanser

      Kazım KOYUNCU, Çernobil, Kanser

      Arkadaşlar;
      Çernobil faciası Türkiyeyi uzun yıllar etkileyecek atıkları ile başımıza açılan en büyük belalardan birdir. Kazım Koyuncu'nun genç yaşta ölmesi de Çernobile bağlandı.
      Ben bu konuda size 3 soru soracağım. Bilgilerinizi ya da düşüncelerinizi buraya aktarabilir misinzi?

      1- Çernobil Kazası Karadeniz bölgesinde kanser vakalarının artmasına sebep olmuş mudur? Kazım Koyuncu'nun ölümünde Çernobilin etkisi var mıdır?
      2- Çernobil Kazasından sonra Türkiye yeterli önlemi almış mıdır?
      3- Türkiye Cumhuriyeti veya hükümetin kaza öncesi ve sonrasında kusuru var mıdır?

      Şimdiden hepinize teşekkür ediyorum.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      selcukakyol16-07-05, 20:22
      ÇERNOBİL OLAYININ ARKASINDA İNGİLİZ PARMAĞI VAR
      Fındıkta düşük düzeyde radyasyon bulunması olayı İngiltere tarafından kullanılmış ve türk çayının Avrupa'dan silinmesi için milli bir strateji yürütülmüş...
      'Radyasyonlu çay günleri'nin profesörü Ahmet Yüksel Özemre konuştu:
      Türkiye Atom Enerjisi Kurumu (TAEK) eski Başkanı Ahmet Yüksel Özemre, ülke genelinde ve Doğu Karadeniz Bölgesi'nde artış gösteren kanser vakalarının Çernobil olayına bağlanmasının yanlış olduğunu belirterek, "Türkiye'de kanser vakası sayısındaki artışın Çernobil kazasından sonra alınan gıdalardaki radyasyondan dolayı olduğu iddiası koskoca bir yalandır" dedi.

      26 Nisan 1986 tarihinde Ukrayna'nın Kiev yakınlarındaki Çernobil Kasabası'nda bulunan nükleer santralde meydana gelen kazanın ardından başlayan ve görevinden azledildiği 6 Nisan 1987 tarihine kadar olan süreçte yaşadıklarını belge ve anılarıyla "Çernobil Komplosu" adlı bir kitapta toplayan TAEK eski Başkanı Ahmet Yüksel Özemre, o dönemde Türkiye'de toplumun tüm kesimlerini etkileyen bu olayın arkasında "İngiliz parmağı" olduğunu iddia etti. Özemre, görevden alınışının İngilizler'in ünlü haber kanalı BBC'de flaş haber olarak duyurulduğunu da hatırlattı.

      Kitabında, Çernobil Nükleer Santrali'nde meydana gelen kazanın ardından TAEK olarak öncelikle Edirne'de hızlı bir çalışma temposuna geçtiklerini, radyasyon dalgasının etkilediği veya etkilemesinin mümkün olduğu yerlerde çok ciddi, hassas ve sıkı çalışmalar gerçekleştirdiklerini belirten Ahmet Yüksel Özemre, alınan önlemler sayesinde radyasyondan kimsenin zarar görmediğini, ancak medyanın "dezinformasyon" haberleri sebebiyle toplumun gerildiğini anlattı. Kitapta, o dönemde Avrupa'da yaşanan paniğin Türkiye'de niye yaşanmadığından hayıflanan bir medya bulunduğunu belirten Özemre, "Gazeteciler belki sansasyonel bir beyanat kaparız ümidiyle her kapının ipini çekiyor, olur olmaz kimselerin saçmalıklarını büyük puntolarla veriyorlardı. Pıtrak gibi radyasyon uzmanının bittiği bir ortam oluşmuştu. İlim ahlakına sahip ciddi üniversite hocalarının verdiği bilimsel beyanatlar ise, gazetelerde resminin ve isminin çıkması için yanıp tutuşan cahil engibisyonistlerin, bunların şakşakçısı ve yorumcu gazetecilerin şamatası arasında kaybolup gidiyordu" dedi.

      "İNGİLİZLER'İN RADYASYON STRATEJİSİ"

      Yaptıkları ölçümlerde tehlikeli bir durum olmadığını ve gıda maddelerinin radyasyon sağlığı açısından hiçbir mahzur teşkil etmediğini defalarca açıklamalarına rağmen medyanın "paranoya ve nifak ortamı" oluşturduğunu savunan Özemre, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde fındık ve çayda çok az düzeyde radyasyon tespit edildiğini, ancak bölgede çok tüketilen kara lahana ve mısırda radyasyon gözlenmediğini, elma ve sularda radyasyon bulunmadığını, sütteki radyasyon düzeyinin de çok az olduğunu ortaya çıkardıklarını, vatandaşın sağlığına hiç zarar gelmemesini temin edecek önlemleri de aldıklarını kaydetti. Özemre, "Fındık, tütün ve çayda ölçülen radyasyon seviyeleri ve bunlara dayanılarak yapılan hesaplar, bölgede sağlık açısından endişe edilecek bir durum olmadığını gösteriyordu. Ancak AET (bugünkü AB), topluluk dışındaki ülkelerden ithal ettikleri tüm gıda maddelerinin 600 Bq/kg'den az radyasyon içermesini şart koştu. Topluluk, kendi içinde yaptığı ithalatta radyasyon üst sınırını ise 1200 Bq/kg olarak belirledi. İhraç edilen fındık partilerinde yapılan spektroskopik ölçümlerde Türk fındığındaki radyasyon düzeyinin 600 Bq/kg'dan az radyasyon ihtiva ettiğinin ortaya çıkmasına rağmen, fındıklar İngiliz gümrüklerinden geri gönderildi. Bizim medya ise bunu adeta büyük bir sevinçle manşetten verdi. Aslında İngiltere'nin fındıklarımızı yüksek radyasyonlu ve sağlığa zararlı diye ilan etmesi, onun daha sonra radyasyon olayını bahane ederek Türkiye'deki çay piyasasını İngiliz çaylarıyla doldurmayı ve Avrupa piyasasını da ebediyen Türk çaylarına kapatmayı hedef alan milli bir stratejinin ilk adımıydı" görüşlerini savundu.

      "RADYASYON CİHAZLARI GÜMRÜKTE ÇÜRÜTÜLDÜ"

      Özemre, bundan sonra yaşananları şöyle anlattı:

      "Nükleer ölçümleri yapan ve 'tüm vücut sistemi' denilen ölçüm aletlerinin alınmasına karar verildi. O dönemde mallar gümrükten en fazla bir haftada çekilirdi. 'Tüm vücut ölçüm cihazı', bürokratik engeller çıkarılması nedeniyle 4-5 ay gümrükten çekilemedi. Bu cihazın gümrükten çekilmesi bilerek geciktirildi.

      Bu sistem, Çernobil kazasından tam 2 yıl sonra Edirne'ye ve daha sonra Rize'ye yerleştirildi. Halkın rahatça merakını gidermesini ve bu cihazlara itibar etmesini adeta önlemek istercesine, parasız analiz yerine fahiş bir ücret politikası uygulandı. Koskoca Türkiye'nin, Çernobil kazası sonuçlarının hiç de koparılan şamatanın iddia ettiği gibi tehlikeli olmadığını kanıtlaması imkanı bile bile heba edildi. Zamanın Başbakanı rahmetli Turgut Özal'a bir türlü ulaşamadım. Beni hiç görüştürmediler.

      Yaklaşık bir yıl boyunca her gün dolu dolu yaşadığımız radyasyon olayları sonunda, 6 Nisan 1987 tarihinde görevimden azledildim. 7 Nisan sabahı İngilizler'in ünlü haber kanalı BBC, azlimi flaş haber olarak duyurdu. Bunun yorumunu hala realist biçimde yapmış değilim."

      "EKONOMİK SOĞUK HARP YAŞANDI"

      Özemre, çayda koparılan radyasyon fırtınasını ise şöyle anlatt e, gazetelerde resminin ve isminin çıkması için yanıp tutuı:
      "Radyasyonlu çay krizini tırmandıran esas olay, Çay-Kur yönetiminin 7 Temmuz 1986'da Resmi Gazete'de yayınlanmış olan kararın aksine hareket ederek, TAEK'e radyasyon kontrolü yaptırmadan 50 ton kadar yeni ürün çayı Almanya'ya ihraç etmesi oldu. Bu çaylar Almanya'da laboratuarlar tarafından analiz edilince, ortalama 25 bin Bq/kg kadar bir radyasyon içerdikleri anlaşıldı. Bir AET ülkesi olan Almanya, bu çayı enterne etti. Basın, fındık krizinden daha şiddetli biçimde yüklenmeye başladı. Akabinde tavşan dudaklı, altı parmaklı, parmakları bitişik veya hilkat garibesi yeni doğmuş bebek resimleri ve bilimsel açıklamalarla sayfaları süslemeye başladılar. Doktorlar, hamile kadınları 'çocuğunuz sakat doğar' diye evhamlandırıp kürtaja zorladı. Basına göre, bu çocukların hepsi radyasyon kurbanıydı ve güya gerçek verileri sakladığım iddiasıyla tek müsebbipleri bendim. Bu iddialar sebebiyle, radyasyonlu Türk çayı imajı 5.5 sene gündemde kaldı. Bu da Avrupa çay pazarının yüzde 80'ini elinde bulunduran İngiltere ve Hollanda'ya yaradı. Burada, stratejisi zaman zaman terörü hatırlatan ekonomik soğuk harp yaşanmıştır. Bu olaylar sebebiyle Türkiye birkaç sene içinde, Avrupa'ya hiç çay ihraç edemeyecek duruma düşürülmüştür. İngiliz çaylarının Türk pazarında önemli yer alması sağlanmıştır. Bu oyunların nasıl oynandığını bilen kişi olarak benim elenmem temin edilmiştir."

      "KANSER İDDİASI KOCA BİR YALANDIR"
      Eski TAEK Başkanı Özemre, o dönemde bir üniversite tarafından yazılan ve Türk medyasının büyük ilgi gösterdiği "radyasyon yüzünden gelecek nesillerin ölü ve sakat doğacağı" raporu için, kitabında şu ifadelere yer verdi:
      "Düşük düzeyli radyasyonun gelecek nesillerde kanser riskini artıracağı iddiası, son derece büyük insan gruplarının incelenmesini gerektiren bir araştırma konusudur. Mesela kişi başına yılda 3 miliremlik radyasyon dozu artışının sebep olacağı genetik kusurların sayısal değerlerindeki bir değişimi belirleyebilmek için, üç nesil ve yaklaşık 700 milyon kişinin gözlenmesi gerekmektedir.
      Sadece bir çaydan alınacak radyasyonun bile gelecek nesillerde birçok çocuğun ölü ve sakat doğmasına sebep olacağı tezi hiçbir bilimsel veriye dayanmadan söylenmiş, ilmi tutanağı olmayan koca bir yalandır."

      "KANSERLERİN SEBEBİ AZOT NİTRAT GÜBRE Mİ?"

      Öte yandan, Ordu'da aşırı azotlu nitrat gübre kullanımının kanserojen etkileri artırabileceği ve doğum olaylarına olumsuz etki edebileceği uyarısında bulunuldu.

      Konya Selçuk Üniversitesi'nde görevli çevre uzmanı Celalettin Özdemir, Yrd. Doç. Dr. Şükrü Dursun ve Ordu Çevre Müdürlüğü elemanlarından mühendis Hale Genç tarafından hazırlanan rapora göre, Ordu'da tarıma açık sahalarındaki toprağın fiziksel, kimyasal ve fizyolojik değişimler sonucu tabii formunu kaybettiği ortaya çıktı.

      Raporda, Ordu'da 1996 yılında kullanılan sulu tarım ilacının 7 bin 710 litreden, 1997 yılında 141 bin 195 litreye yükseldiği belirtilerek, bu rakamın her geçen yıl arttığına dikkat çekildi.

      Özellikle azot nitrat gübre kullanımının artış gösterdiğine dikkat çekilen raporda, "Bitkilerdeki zararlı haşerelerin bertarafında kullanılan zirai ilaçlar, bilimadamlart e, gazetelerde resminin ve isminin çıkması için yanıp tutuı tarafından ekolojik felaket olarak kabul edilmektedir. İnsanlar üzerinde dahi mutajen, teratojen, kanserojen ve alerjik etkileri bulunan kimyasalların yok edilmek istenen türlere değil, insan dahil doğurgan olan tüm canlıların doğum olayına, yeraltı sularına olumsuz etki eder. Ayrıca, yağmur ve sulamadan dolayı oluşan yüzeysel akışla birlikte yüzey sularına da karışmaktadır. Bu durumda ekolojik denge alt üst olmaktadır" denildi.
      Sitemizin Referans Sistemini kullanın*

      Işığın gölgesi ile yetinme ışık ol!