Bodollu'nun Güzide İnsanlarının Buluşma Noktası

      Bodollu'nun Güzide İnsanlarının Buluşma Noktası

      Ercan Kardeşimizin açtığı başlıktan sonra yazılanları okudukça kendi geçmişime gittim. Benim Hemşin'de onlar kadar anılarım yok. Çünkü benim Hemşi'de bulunuşum okul tatili ile sınırlıydı. Bu da hemen hemen her yıl 3 ay kadar sürüyordu. Okul anılarım da Hemşin'e ait değildir. Çocukluk anılarımın büyük çoğunluğu da Cağalver ile sınırlıdır.
      Ben bu sayfada Bodollulu kardeşlerimin de anılarını yazmalarını isteyerek ilkokul 1. sınıfın tatilinde köye ilk gidişimi anlatmak istiyorum.
      1962 yılının yaz tatili başladığında en küçük amcam da gurbete çıkacağı için köydeki baba ocağı kapanmasın düşüncesiyle köyden haber gelince babam 2 erkek çocuğunun büyüğünü yani beni köye gönderdi. Görevim belliydi. Cağalver'de rahmetli babaanneme çobanlık yapacaktım.
      Halamın kocası rahmetli Şevki Okumuşun refakatinde 2 Günlük otobüs yolculuğundan sonra (O dönemde otobüsler köye 2 günde gidiyordu. Samsun'da bir gece otelde yatılıyordu). Hemşin'e çok güzel bir yaz günün sabahında indim.
      Hemşin'den 3 yaşında ayrıldığımdan pek bir şey hatırlamıyordum ama beni en çok şaşırtan o yemyeşil ormanı ile deresi olmuştu.
      Nahiye'de beni 2-3 gün sonra gurbete gidecek Hüseyin Amcam karşılamıştı. O da henüz 15-16 yaşında bir delikanlı idi.
      Önce bakkal Ahmet Nuri'ye gittik. Cağalvere gidecektik ve makarna, pirinç, un, zeytinyağı, tuz gibi bişeler aldık. Ve ilk defa o gün gördüğüm misina ve olta da aldık.
      Önce eve çıktık ve birşeyler yedikten sonra o yorgunlukla Cağalvere yürüdük. Muradın suyu denilen yerde amcam yabani fındık ağaçlarından bir huçka kestik.
      Dereye indiğimizde de amcam balık tutmaya çalışlıyor hem de sırtındaki sepeti taşıyordu. Amcam o gün bir tane balık tutabildi ve o da benim gördüğüm ilk alabalıktı.
      Mezraya vardığımızda evlerde kimse yoktu. Herkes çobana gitmişti. Amcamın yaptığı ilk muhlamayı da orda yedikten sonra çobana gidilen yere doğru yola çıktık. Sonunda ineklerin çinlak sesini takip ederek babaannemi bulduk. Ancak amcam bana bir mumara yapmıştı.
      Seğerlerine çobanlık yapmakta olan elinde degeneği 2 tane kocakari oturuyordu. Amcam bana hangisi senin babaannen dedi. Kocakariler de bana bakıyordu. Birsine sarılmak mecburiyetinde idim ama hangisinin babannem olduğunu kestiremiyordum.
      Kocakarilerden birinin bembeyaz saçlları vardı. Yeşil gözlü bu kocakarinun kocaman bir burnu vardı. Diğer kocakari ise öbürü ne kadar beyaz ise o kadar esmerdi ve onun da kocaman bir burnu vardı. Sonuçyta kararımı verdim ve kan mı çekti bilmem babanneme sarıldım. Diğer kocakari ise daha sonraki yıllarda kendisi ile senelerce çobanlık yaptığım ve adını hiç bir zaman bilemediğim Haşimlerin Hakkı Dedenin karısı Mangana Ebem idi.
      Şu anda bu olayın içinde adı geçenlerden benim dışımda hiç kimse yaşamıyor. Babam, Babannem, Hüseyin Amcam, Şevki Dayım, Hakkı Dede, Mangana Hala, Bakkal Ahmet Nuri Dayi....
      Küçücük bir anıda adı geçen 7 kişi hakka ulaşmış.
      Allahın rahmeti onların üzerine olsun.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Bodollililer yazmamakta ısrarcı ama ben de inatçıyım. Bakalum ki ne kadar sabredebilecekler.

      Cağalverden bir balık avı anısı

      Seneyi tam hatırlamıyorum ama zannederim 1969 yazı olsa gerek. Kardeşimin köye ilk geldiği yıl. Kendisini köye alıştırmaya çalışıyorum ama mübarek öyle bir hava var ki neredeyse hergün yağmur yağıyor. Havanın açılık olduğu bir günü bekleyip Haşimlerin Süleyman Şahin, Ben ve Kardeşim Cağalver'e balığa gittik. Kuşluk vaktini geçmeden yola çıktık. Dereye vardığımızda hemen balık tutmaya başladık. Bizde 2 tane huçka vardı. Biri Süleyman'da biri de ben de idi. Süleyman ile göl kapa kapa Zuğa Irmağına doğru gidiyoruz. Göl kapma sevdasından doğru dürüst balık da tutamıyoruz. Bu arada ben de arasıra huçkayı kardeşime veriyorum ve hangi gölün neresine atacağını, misinayı nasıl kontrol edeceğini, balığı nasıl çekeceğini tarif ediyorum.
      Bu şeklide Perhel ırmağına kadar geldik. Amacım Perhel Irmağı girişindeki Köklü Göl dediğimiz ve ağaçların kökleri ile kapanmış göle kardeşimin olta atmasını sağlamak. Çünkü o gölde her gittiğimde mutlaka bir tane balık tutmuştum.
      Göle 50 metre kadar yaklaşmıştık ki Süleyman birden koşarak göle doğru gitti. O da bizden haşlaktı. Biz de çeyirliğe oturup kendisini uzaktan seyretmeye başladık. Süleyman gölü kapatan önüdeki kayanın üzerine çıkmış ve oltayı atmıştı. Bu sırada biz de kardeşimle sohbete başlamıştık.
      Bu sırada Süleymanın elindeki huçkayı atıp bağırarak bize doğru koşmaya başladı. Hem durmadan "Kodi, kodi, kodi" diye bağırıyor hem de ellerini vücudunun etrafında sallıyordu. Yanımıza geldiğinde anladık. Süleyman gölün üzerindeki kayanın yarığına yuva yapmış PUCEK PUNİNE düşmüştü.
      Neyse elimize geçirdiğimiz bişelerle Süleymanı arılardan kurtardık. Bu arada kendisine en az 10-15 tane arı kic koymuştu.
      Bu saattten sonra yapılacak birşey yoktu. Geri döndük ve Cağalvere çıkmaya karar verdik. O gece Cağalver'de kaldık. Ertesi gün Tepelere, Salluğun Suyuna, Ardine gittik ve ebeme çobanlık yaptık. Süleyman'ı her gördüğümüzde ise gülüyorduk. Kocaman kafası arıların kicinden daha da büyümüştü. O iri burnu ise olduğunun 2 katına çıkmıştı. Yüzünün her tarafı şişmiş ve yemyeşil gözleri neredeyse şişen gözlerinden görünmüyordu.
      Ertesi gün de yine dağlarda gezdik ve 3. gün geri dönmeye karar verdik. Yine balık tutacaktık. Cağalver Deresi bitip de Dinle'ye geldiğimizde Zuğa Irmağına yöneldik. Perhel Irmağına geldiğimizde Süleyman gene Köklü Göle doğru koşmaya başladı. Biz bu sefer Fikret Dayının evinin önündeki çeyirliğe oturduk ve kendisini beklemeye başladık. Aradan daha 5 dakika geçmemişti ki Süleyman'ın bağırmalarını duyduk. Kendisini görmüyorduk ama sesini duyuyorduk.
      Süleyman yine 3 gün önceki gibi bağırıyordu.
      "Kodi, kodi, kodi, kodi......."

      Hayatımda o gün güldüğümüz kadar güldüğümü hatırlamıyorum. Süleyman 3 gün sonra yine aynı PUCEK PUNİNE düşmüştü.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Sevgili Şakır

      Hemen hemen bu sayfaya hergün girıyorum. Tepanlılar sayfası güzel duygular anılarla doldu. Kızlarımız babalarının anılarını anlatıyorlar. Başka bir arkadaşımız onların resimlerini asıyorlar. Yine başka bir arkadaşımız harıka yorumuyla gecmişteki anılarmızı bu sayfaya dokuyor , büyük haz alıyoruz. Sizin sayfanızında bizimki kadar duygulu coşkulu olacağından eminim. Tatlı höş güzel sohbetler dilıyorum BODOLLULU hemşerilerime. Sağlıcakla esen kalınız.
      TOPRAĞIM HEMŞİN sana elbet bir gün geri dönücem.

      Köyüne Öncü Ol

      Saksu Yazılarını Keyif Duyarak Okudum.
      Herkes üstüne düşen görevi yerine getirmelidir. Atalarımızın Resimlerini ekleyin ve Yeniden yaşatın O Güzel İnsanlarımızı…
      Köyler arası en güzel Resim yarışması da olabilir ve Hikayede Yazılabilir…

      İyiki Varsınız
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000

      Hayirli olsun

      Bodolulu Hemserilerim

      haydi sizede hayirli olsun yolunuz acik olsun,

      bende sizin yazilarinizi zamanim oldugu sürece okuyacagim.

      Bodolludan Berlin'de Tayfun Okumus arkadasimiz var. Yolculuk acentasi var. Fazla köylerde kalmamis annesi babasida yalan olmasin ama herhaldeAlanya taraflarinda kaliyorlar. Gecenlerde ona söyledim hemsinliyiz.biz sitemize gir diye .

      Sevgi ve Selamlar
      Henüz sigaraya başladığım ilk günler. Akşam yemeği yedik ve evdekiler sohbet ederken ben Horumun Sırtına çıktım. Sigaramı yakarak otların üzerine uzandım. Hava kararmış ve gökte milyarlarca yıldızı seyrediyorum.
      Dalgınlığımdan Göçkenli tarafından gelen bir silah sesi ile kendime geldim. Atılan merminin önümdeki bahçelerin başından vızıldayarak geçtiğini duydum. Yattığım yerde doğrularak silah sesinin geldiği tarafa baktım. Hiç bir şey görünmüyordu. Karşı köyleri seyretmeye başladım.
      O zamanlar Hemşin'de henüz elektrik yoktu. Bazı evlerden farkedilmeyecek kadar zayıf gaz lambasının ışıkları gelirken bazı evlerden ise Lüküsün parlak ışıkları gelmekteydi. Arkamdaki duvara yaslanarak ışığı gür evleri saymaya başladım. O evler lüküs yaktığı için zengin evleri olarak kabul ediliyordu. Gerçek de böyleydi. Hemen her köyde bir kaç tane lüküs ışığı geliyordu.
      Sigaram bitmek üzere idi ki 3-5 metre yanımda bir hırlama duydum. Karanlıktan tam seçemedim ama bu bir köpekti. Gelişi de hiç güven vermiyordu. Korkudan yerimde kalakaldım. Sesim bile çıkmıyordu. Köpek de olduğu yerde durmuş hırlkamaya devam ediyordu. Bu sırada bir bağırma sesi ile birlikte köpek hırlamasını kesti. Karanlıkta gelen biri vardı. Yanıma kadar geldiğinde tanıdım kendisini. Bu Naillerin Hüseyin idi. Akşam oturmasına Susiglere geliyordu. Bu akşam gene koyu bir sohbet olacağı kesindi.
      Birlikte yürüyerek Vaislerin evine girdik. Ev oldukça kalabalıktı. Beşir Dede, Ahmet Amca ve kadınlar, kızlar ve çocuklarla birlikte 15 kişi kadar vardık.
      Eve girince önce kabağın kokusunu duydum. Girişteki ateşin üzerine kocaman bir halgin asılmıştı. İçinde de bal kabağı pişiriliyordu. Heete geçtik ve bulduğumuz bir yere oturduk. Biraz sonra eve mahalleden Sabir Amca, İshak Amca, benim 2 amcam Hüseyin ve Avni de geldiler. Derken sohbet de başladı. Anlatılanları hayal meyal hatırlıyorum ama geçmiş üzerine yapılan bir sohbetti. Dedelerimizin burada yaşayabilmek için verdikleri mücadeleleri ilk kez duyuyordum.
      Sohbetin tam orta yerinde heet kapısı açıldı ve heetin ortasına kocaman bir sini içinde kabaklar konuldu. Herkesin önüne de çay tabakları içerisinde bir miktar bal konuldu. Ben ilk kez bal ile kabağın yenildiğini orada gördüm ve tattım.
      Sohbet geceyarısına kadar devam etti ve sonunda herkes evine gitmek için ayrıldı. Ben yine Horumun sırtına giderek bir sigara daha yaktım. Naillerin Hüseyin yanında köpeği ile Göçkenliye doğru yola çıkmıştı.
      On dakika kadar sonra yine bir silah sesi ve bahçelerin başından vızıldayarak geçen merminin sesini duydum. Nailelerin Hüseyin evine vardığını söylüyordu. İlk silah sesini anlamamıştım. Bu Hüseyin Dayının geliyorum mesajı imiş.
      Şimdi aradan seneler geçti. Horumun sırtı artık eskisi gibi değil. Orda şimdi araba yolu var. Bazen geceleri yine orada oturuyorum. Orada her sigara yaktığımda da Göçkenliden gelecek bir silah sesi bekliyorum.
      Heyhat! Ne silah sesi var ne de bir gelen.
      Ne geceyarılarına kadar sohbet ne de bal ile kabak...
      Yaşlandık mı ne!
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      Ne yaşlanması !!!!!!!

      Yaşlandık uydumu sevgili Şakır. Daha geri donuşumuz var. Üskürd dağını aşarak yaylaya gitme hayalı var. Bir kış boyunca köyde yaşamak düşüncesi var. Var oğlu var yanı. Zamanım kısıtlı kısa kesicem. SEN DAHA SEBİSEN SEBİ NE YAŞLANMASI. Hoşcakal sevgili Şakır
      TOPRAĞIM HEMŞİN sana elbet bir gün geri dönücem.
      HEMŞİNDE KELEBEKLER VADİSİ

      Sene 1968. Mayıs ayının ortası veya son günleri olmalı.
      Cağalver'de çabanım. Hava sıcak ve açık. Tabi ki hava açık olunca çobana gidilecek yer belli. ARDI.
      Deniz tarafından esen bir rüzgar otlakları yalayarak yaylalara doğru esiyor. Bizimkilerin Ardı dedikleri yer Venekdere meralarından bir orman ile ayrılan otlaklarımız. Bir başka şekilde anlatırsak Pocut Vadisinin karşı tarafındaki Muradların Vanagının bulunduğu dağın arka tarafı.
      Kuşluk vakti vardığımız otlaklarda Yatak denilen yere kadar indik. Aşağıdan esen rüzgar ile dakikada 10-15 tane sarı renkli kelebek dağın dibinden biryerlerden rüzgarın da yardımı ile bizim bulunduğumuz yokuştan yukarı doğru uçarak dağı aşıyor ve onlarda tıpkı o rüzgarlar gibi yaylalara doğru gidiyor. Çobanlık yaptığımız yerde Babannnem, halam, halamın bir kızı ile Haşimler'den Sarbiye Hala, kızı Hamdiye ve benden 2-3 yaş ufak oğlu Süleyman var. Süleyman ile birlikte çam ağçlarındak kestiğimiz çam dalı ile aşağıdan gelen kelebekleri yakalamaya çalışıyoruz. Kelebekleri öldürmüyoruz. Çam dalları yardımı ile yakaladığımız kelebekleri tutuyor ve sonra tekrar bırakıyoruz. Kısacası vakit geçirmeye çalışıyoruz.
      Biraz yorulunca yere oturarak aşağıdan gelen kelebekleri saymaya çalıştık ama o kadar çok kelebek vardı ki saymak mümkün değildi. İşte o anda kafama bir soru takıldı.
      Bu kelebekler nereden geliyordu?
      O gün ve ertesi günün sabahına kadar hep bunu düşündüm. Sabah olduğunda babaannemi ikna ederek yine aynı yere gitmek istediğimizi söyledim ama kabul etmedi. Çünkü bir gün öncesinden seğerler oldukça yorgundu. Bugün tepelere gidecektik. Mecburen dediğini yaptım. Tepelere vardığımızda babaanemden yalvar yakar izin aldım ve sakız toplama bahanesi ile bir gün önce çobana gittiğimiz yere doğru yola çıktım. Yanıma da çobanlık yaparken yiyeceğimiz azığın yarısını aldım. Süleyman'da benimle gelmek istemiş ama annesi ona izin vermemişti. Oysa Süleyman ile bir gece önce nereye gideceğimize karar vermiştik.
      Yatak denilen yere neredeyse koşarak gittim. Geç kalmamam gerekiyordu. Saat 9 civarı idi.
      Yatağa geldiğimde ormanlardan aşağıya doğru bir yol aradım ama bulamayınca da kafama yatan bir yerden ormana daldım. Niyetim Venekdere Deresinin çıktığı yerdeki ırmaklara inmekti. Daha 50 metre gitmemiştim ki bir çam ağacının dibinde bir pucek punine düştüm. Zaten bana allerji yapan puceklerden koluma bir tane kic yiyerek zor kurtuldum.
      Aşağıya inişim yaklaşık 2 saat sürdü. Artık suyun sesini duyuyordum ama aklıma başka bir şey takılmıştı. Bu ormanlardan yukarı nasıl çıkacaktım. Sonunda dereye indim ve etrafıma bakmaya başladım. İndiğim yerde pek de kelebek görürünmüyordu. Etrafıma bakarak bulunduğum yeri kestirmeye çalıştım. Yatak denilen yerden daha aşağıda biryere inmiş olmalıydım. Bu sebeple ırmaktan yukarı doğru yürümeye başladım. Daha 5 dakika gitmemiştim ki karşıma 20-25 metre yüksekliğinde bir sal kayalık çıktı. Irmak buradan aşağı doğru akmaya başlıyordu.
      Sal kayanın kenarından yukarı doğru tırmanmaya başladım. Kayanın yarısında biryerde bir göl daha oluşmuştu. Ordaa bir müddet dinlendikten sonra yinme tırmanmaya başladım. Kayalığın üstünden değil de yan tarafından tırmanıyordum. Toprakta bulunan ot, ağaç parçalarına tutunarak yukarı kadar çıktım.
      Yukarıda 2. bir sal kayalık daha olduğunu gördüm. O daha küçük ama daha dikti. Oradan tırmanmayı gözüm kesmeyince bu sefer ormana doğru yöneldim ve tırmanışa oradan devam ettim. 10 dakika kadar sonra tekrar ırmağa inmiştim ama burada da yine sal kayalıklar vardı. 1-2 tane daha kayalığı tırmandıktan sonra ileride bir şey gördüm.
      Sanki ordaki tüm ağaçlar yapraklarını döküyorlardı. Binlerce yaprak havada uçuşuyor gibiydi ama ağaçların yaprakları da yerinde duruyordu. Yaprak sandığım şeyin yanına gittiğimde şaşkınlıktan dilimi yutacaktım.
      Binelrce belki de milyonlarca kelebek uçuşuyordu. İçlerine kadar gittim. Yukarıda çam dalları ile bir tanesini tutamadığım kelebeklerin onlarcasını elimi her salladığımda yakalayabilecektim. Etrafım kelebeklerle dolmuştu ve onlar bana çarpıyorlardı. Yaklaşık bir saat kadar onları seyrettim. Irmağın her iki tarafında ağaçların adeta tünel gibi ördüğü yerden çıkıyordu kelebekler. Önce bulunduklaır yerde uçuyor sonra da oradan dağlara doğru yöneliyorlardı. Benim yukarıda yakalamaya çalıştığım kelebekler buradan geliyordu. Daha doğrusu burada yumurtalarından çıkıyorlardı.
      Adllarını bilemediğim ağaçların içinde Yabani Karayemişi tanımıştım. Hemen her ağacın yapraklarının dininde bu kelebeklerin yumurtaları vardı. Bütün yapraklar içlerinde kıpır kıpır hareket eden kelebek yumurtaları ile dolu idi.
      İlk kez hayatımda bu kadar pişmanlık duyuyordum. Köydeki evde babamdan kalan eski bir fotoğraf makinası vardı. Keşke onu getirseydim diye düşündüm.
      Saate baktığımda öğleni geçmiş olduğunu gördüm. Oturduğum yerde azığımı çıkararak karnımı doyurdum ve geri dönmek için yola çıktım.
      Ormanların içinden yukarı gitmek çok zordu. Dana 10 dakika olmuştu ki buradan dönüşün mümkün olmadığını anladım. Tekrar geri dönerek dereye indim. Bu sefer dereden aşağıya yürümeye başladım. Niyetim Venekdere merzelerinin olduğu yere kadar inmek ve oradan bildiğim yol ile Yatağın dibine çıkmaktı. Ama dere içinden Venekdere yayimlerine çıkacak yol bulacağımdan da şüpheli idim.
      Yaklaşık bir saat kadar ırmaktan aşağıya doğru yürüdüm. Gözüm hep ırmağın sol tarafında dağa doğru tırmanan bir yol arıyordu. Sonunda o yolu buldum ve tırmanmaya başladım. O yolun nereye çıkacağını da bilmiyordum. Yarım saatlik bir yürüme-koşma süresinden sonra tahmin ettiğim yere çıktım. Venekdere'nin otlaklarında idim ve karşımda bizim çobana gittiğimiz Uzun Etek, Gürgen dibi vardı. Daha önce birkeç sefer gittiğim yoldan Yatağa çıkmam 15 dakikamı almıştı. Şimdi otlakların yokuşunda zorlu bir tırmanış beni bekliyordu.
      Otlaklar bitip de Tepe ile Ardının ayrıldığı yere gelince bir an durdum. Kulağıma uzaktan çinlak sesleri geliyordu. Bizimkiler henüz geri dönmemişti. Tepelere doğru yürüdüm ve bizimkilerin eve doğru dönmekte olduğunu gördüm.
      Rahmetli Banbaannemin bakışlarındaki sertliği hala hafızamdadır. Kadıncağız neredeyse merakından ölecekmiş. Bu kadar zamandır neredeydin? Ne kadar sakız çıkardın sorusuna verecek tek cevabım vardı.
      Kolumu uzattım ve puceğin kıc koyduğu kolumu gösterdim ve hatırladıkça hala güldüğüm yalanımı söyledim.
      "Pucek Punine duştum. Arı koluma kiç kodi. Sakız çikaremedum"
      Rahmetli önce gülerek baktı ve sonra göğsüneçekerek sıkıca sarıldı.
      "Oğul sen bana emanetsen. Bi dehe boyle etma" dedi. Başkaca da bir şey sormadı. Ta ki gece yer yatağında uyumadan önce sorana kadar.
      Ufacık feneri söndürüp yatağa girerken sordu. Ben de nereye gittiğimi söyledim. İnanmamış olmalı ki bir müddet durduktan sonra kafama bir yumruk vurdu. Hiç bir şey demeden de yatağına girdi.
      Dostlar, Kardeşler;
      Bu olayı da olay mekanını da bu güne kadar babaannemin dışında hiç kimseye anlatmadım. İstedim ki o kelbeklerin yuvasına hiç kimse gidemesin. İstedim ki kelebeklerin yuvasını hiç kimse bozamasın. İstedim ki bu sır benimle mezara gitsin ve kelebekler benden sonra da orada yumurtlamaya devam etsin.
      Ama hayat bu. Ne olacağı hiç belli olmaz. Bakarsınız ki birileri yarınlarda Venekdere'den Cağalver'e ve ordan da yaylalara yol yapmaya kalkarlar. Hepiniz bilin ki; Venekdere'nin seğer yayimlerinin bittiği yerle Cağalver'de Yatak adındaki Yayimlerin dibindeki Venekdere Irmağının doğduğu yerde bir KELEBEKLER VADİSİ vardır.
      Bu sır bu güne kadar yaklaşık 40 senedir bana aitti. Bundan sonra hepinize aitttir.
      Selam, sevgi ve muhabbetle...
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...

      oy oy oy...

      şakir abi öyle güzel öyle masum anlatmışsınki valla okurken sanki bende senun peşineydum.. en son deduğum " bidehemi tobe cağalvere" ama senin bu yaşadığın, gördüğün güzelliğe bende nail olmak isterdim..artık kimbilir daha ne zaman nasip olur oralara çıkmak ama "aklımda kalacak kelebekler vadisi..."
      DEHE ÇOK GÜNLERLER GÖRESUN ABİM...
      HESSA TEECCUP EDİLECEK İŞŞ.. :D

      Kelebek Vadisine Yürüyüş…

      Sitemizde Organizasyonlardan biride Hemşin’de Çağalver yürüyüşüne katılarak Bir ilke daha İmza atmıştık…
      Bu senede sitemizde Sn. Saksu’nun yazdığı Kelebek vadisine Yürüyüşü Organizasyonunu Yapabiliriz.
      Ben Değil Biz Varız
      Naci KOBAL 2000
      Sevgili Erdoğan Kardeşim;
      Sonunda sen de bureye geldun hemi. İnan ki buna çok sevindim.
      Tepanliler sayfasında Mustafa Kardeşimin astığı fotoğrafları seyrederken İbrahim Dayımın (Babanın) fotoğrafını görünce inan ki 45 sene geriye çocukluğuma gittim. Annem de fotoğrafa bakınca gözleri yaşardı.
      Aklıma eski Ulus Çarşısı geldi. O zaman o o çarşının içinde İşkembeyi Ankara'ya ilk kez getiren ve babamın Şefliğini taptığı Uğrak lokantası, çarşının caddeye bakan cephesinde ise Babanın kasasında durduğu Uğrak Pastahanesi vardı. İşte o günlerden kalan bir anı.
      Yazın çok sıcak günlerinden biri. Memiş Amcamın hanımı Fatime Halam, annem, ben ve kardeşim ile babamın çalıştığı lokantaya gidiyoruz. Babanın çalıştığı pastanenin önünden geçerken babanı gördük. Sıcaktan mayışmış ve kasanın başında kestiriyor, yani uyuyor. Ağzı da açık. Alla bilir ya horluyor da.
      Fatime halamın elinde ıslatılmış bir mendil vardı. Halam şaka olsun diye dükkandan içeriye girerek elindeki mendili babanın yüzüne doğru attı. Mendil tasadüf bu ya İbrahim dayının ağzına düşmesi ile birlikte babanın fırlayarak bir uyanması vardı ki hala hatırlarım. Annem ve halam çarşının içine dorğu kaçarken baban arkadan bağırıyordu.
      "Oy Memiş! Oy Reşat! Sizin .......!!! Bu karileri Ankaraya geturp başuma bela ettunuz.
      Yine babandan hatırladığım bir olay daha.
      Uğrak Pastanesinin içinden çarşının çatısına çıkılırdı. O zamanlar bayramlarda fener alayları ve resmi geçitler olurdu. Millet caddeden seyrederken Ben ve Orhan Ulus'a giderek babanı bulur ve çarşının çatısına çıkarak törenleri ordan seyrederdik.
      Allah hepsine rahmet eylesin ve nuır içinde yatırsın.

      Not: Bu arada evde tartıştık ama karar veremedik. İbrahim Dayım hangi yıl vefat etmişti. Nerede ve nasıl vefat ettiğini biliyorum ama senesini hatırlamıyorum.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Şakir abiiiiiiiiiiii bende okuyom ha yazılarıni unuttum sanma seni senun unuttugun bişe var hani benum sarmammmm :P alacagın olsun hemi senun yedun kabaklarida bizsuz hadi kenduga eyi bak hilali öptüm yengeye slm süle :))



      Ha bide şey şakir abi bodoliide senden başka kimse yokmu nerdedule yoksa kimse ben geleyim ha :)))
      BİR BALIK AVI VE İLK SİGARA

      13-14 yaşında idim galiba. Nellet sigaraya da yeni yeni başlamışım. Ankara'da babama yakalanma korkusu ile rahat içemediğim sigarayı memleketin dağlarında nasıl da tüttürüyorum bilemezsiniz. Tüttürmek dediysem o zamanlar günde 3-5 tane filan içiyoruz.
      Birgün amcam Avni Aksu ile Cağalver'e gitmeye karar verdik. Benim 1 sene önceden kesip diyaniden aşağa astığım ve ucuna da kocaman bir taş bağladığım Mani Ağacından huçkamı bağladığım yerden aldım. Mübarek lebestik gibi dümdüzdü. Herhalde 5 metreden fazla bir boyu vardı. Misinayı özenle bağladım ve azıklarımızı da alarak yola çıktık.
      Daha Lorot Boğazını çıkmıştık ki önce hafiften bir yağmur başladı ve gittikçe hızlandı. Yokuş başı denen yere gelene kadar 10-15 dakika yağan yağmur burada yavaşlamış ve çizelemeye başlamıştı. Dereye indiğimizde iştanelerimize kadar sırılsıklam olmuştuk. Ancak hava da tam balık havası vardı.
      Daha ilk gölde 2 tane balık tıutunca amcam haşlağa düşmüş ve huçkayı benden kapmıştı. Ancak her attığı gölden vuran balığı ya kaçırıyor ya da düşürüyordu. Bu arada ben amcamdan geri kalarak 1 tane sigara yaktım. Kendisine göstermeden içiyordum. Amcam sigara içtiğimi biliyor ama yanında içmeme müsaade etmiyordu.
      Bir müddet gittikten sonra amcam baktı ki balık tutamayacak huçkayı gene bana verdi. "Madem ıslandık hiç olmazsa biraz balık yiyelim" diyordu.
      Daha bir saat olmamıştı ama 20-30 tane balık tutmuştuk. Çizeleyen havada neredeyse her gölden balık alıyordum. Balık içn bobol-cicor yetiştiremiyorduk.
      Zuğa Irmağında büyük bir göl vardı. Orda peşpeşe 3 tane balık tutunca huçkayı gene amcama verdim. Niyetim bir sigara daha içmekti.
      Amcam yine aldı ama yine balıkları gölden göle transfer etmeye başlamıştı. Bir tane bile balık tutamıyordu. Ben de skendisine göstermeden sigara içiyor ve bobol topluyordum. Sigaram bitip amcamın yanına gittiğimde amcam önce huçkayı bana verdi sonra da; "Sigara içtiğini biliyorum. Benim yanımda içmene müsaade ediyorum" dedi. Amacı izin evrmek mi yoksa balık yemek mi hala düşünürüm.
      Neyse başladık yine balık tutmaya. Bir müddet sonra yağmur artmaya ve şiddetlenmeye başlayınca amcam; "Geri dönelim,1 Bakarsın Dere Başı gelir" deyince geri döndük. Yolda bana bir de sigara ikram etti. Sonuçta Eyertilğin Yokuşu'nu da çıkarak Cağalver'deki eve girdik. Evde kimse yoktu. Evdekiler çobana gitmişti.
      Önce ateşli yaktık. Sonra üzerimizdeki elbiseleri çıkararak suyunu sıkıp duvara soktuğumuz kalın hoçlara astık. Bu arada evde bulduğumuz kuru giyecek ne varsa onları giydik.
      Pelekide 2 fili ekmek mısır ekmeği vardı. Bir muhlama yaparak karnımızı doyurduk. Kukmada demlediğimiz çaydan bardaklarımıza doldurduk ve iyice alevlendirdiğimiz ateşin karşısına geçtik.
      Amcam paketten bir sigara çıkarttı. Gözgöze gelince bana da bir tane sigara verdi. Sonra ateşten bir Engsi alarak sigarasını yaktı. Ben de sigara ağzımda kafamı amcama doğru uzattım. Elindeki Engsi ile sigaramı yakmasını bekliyordum. İşte tam o anda hiç beklemediğim birşey oldu.
      Amcam suratıma tokadı basınca suratım bir tarafa sigara diğer tarafa gitti.
      Ben ne oldu der gibi amcama bakarken o cevabı verdi;
      "Yanımda sigara içmene izin verdim ama elimden sigara yakacak kadar izin vermedim. Eş....... !" dedi.
      Sonra ne mi oldu?
      O günden bu yana asla bir daha kendimden büyüklerin elinden sigaramı asla yakmadım.
      Sonuç;
      Keşke amcam başka işler için de 1-2 tokat daha atsaydı... :D :D :D
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...