Yüreğimin Ateşi

      Yüreğimin Ateşi

      İğneyle kuyu kazılır gibi yoğruldu sevda
      Ve kara gözlerinde yemine durdu
      Gel otur şöyle
      Yorgunsun yaralısın
      Yüreğimin ateşi
      Düşünme yitirilmiş yılları
      Senin için
      Kalbimi sıçak sakladım
      Buz kesmiş mevsimlerde
      Yıllarca açıyla işledim sevdayı
      Zindanda
      Kendinden gayri dost bulamadığım günlerde
      Hep kıpır kıpırken geleceğin sevinci
      Gel otur şöyle
      Kara gözlüm
      Umudum
      Gözlerinin feri sönmüş
      Dudağında
      Öpülesi pırıltılar nerede
      Sigaranın dumanında somutlaştı hasret
      Çiçek gibi
      Bala durmuş arı gibi belki
      Hasret kokan mektupların
      Ağlama n'olur dalgalı saçlı,mahsun bakışlım
      Yıllarca hasret
      Yıllarca sevda
      Susadım konuşmaya
      Özledim diyorsun
      En çok özlediğim
      Çam bardakda çay
      Yanında sana susamış yürekte var
      Sevdamız gibi sıcak iç yakan
      Sonra yaşanmışı yad ederiz seninle
      Umudu okşarız birlikte
      Gel otur şöyle
      Yorgunsun
      Yaralısın
      Yüreğimin ateşi


      Ö.Ovaçık
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      DURU SUYA ÖYKÜ

      Seninle,
      hiç bitmeyen konuşmalarımız
      olacak,
      iki ağacın veya kuşların
      konuşmasına benzeyen,
      konuşmalarımız.
      Savaşların arasından
      seveceğiz birbirimizi,
      yemin edeceğiz,
      her şeyi
      değiştireceğimize
      her şey değişirken,
      sadece sevgimiz
      değişmeyecek.
      Çünkü
      her şeyi sevgimiz
      değiştirecek.
      Hayaller çok güzeldir,
      ölüm ise çok gizli,
      rüyalar gibi kırmızı görünür.
      Uygarlıkla batar toprağında,
      Mezopotamya....!
      gebe kalır uygarlıklara,
      Su olur, akarsın dağlarına
      Su olur, ince ellerinle
      O kıvır kıvır ve doğal
      saçlarınla
      bir,
      aşk gecesini
      andırırsın...
      Bakışlarınla
      Ben ise,
      direncin ve ezilmenin yarattığı,
      bir aşık olarak bakarım sana,
      hayranlıkla...
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      Senin Korkularını Benim İnceliğimi

      Ayrılık ne biliyormusun?
      Ne araya yolların girmesi,
      ne kapanan kapılar,
      ne yıldız kayması gecede,
      ne ceplerde tren tarifesi,
      ne de turna katarı gökte.

      İnsanın içini dökmekten vazgeçmesi ayrılık!

      İpi kopmuş boncuklar gibi yollara döktüğü gözlerini,
      birer damla düş kırıklığı olarak toplaması içine.
      Ardında dünyalar ışıyan camlar dururken,
      duvarlara dalıp dalıp gitmesi.
      Türküsünü söylecek kimsesi kalmamak ayrılık.
      Saçına rüzgar, sesine ışık düşürememek kimsenin.
      Çiçekçilerden uzağa düşmesi insanın yolunun.
      Güneşin bir ceza gibi doğması dünyaya.
      İki adımdan biri insanın, sevincin kundakçısı,
      hüznün arması ayrılık.

      O küçük ölüm!

      Usta dokunuşlarla bizi büyük ölüme hazırlayan.

      Ayrılık, o köpüklü öpüşlerin ardından gidip ağzını yıkadığında başlamıştı.
      Ben bulutları gösterirken,
      “bulmacanın beş harfli yemek sorusuna” yanıt aramanla halkalanmış,
      “Aşkın şarabının ağzını açtım, yar yüzünden içti murt bende kaldı”
      türküsü tenimde düğümlenirken, odadan çıkışınla yolunu tutmuş,
      Dağlarda öldürülen çocukların fotoğraflarını bir kenara itip,
      “bu eteğin üstüne bu bluz yakıştı mı?”
      diye sorduğunda varacağı yere varmıştı çoktan.

      Şimdi anlıyormusun gidişinin neden ayrılık olmadığını,
      bir yaprağın düşmesi kadar ancak, acısı ve ağırlığı olduğunu.
      Bir toplama işleminin sonucunu yazmak gibi bir değer taşıdığını.
      Boşluğa bir boşluk katmadığını, kar yağdırmadığını yaz ortasında....

      Ne mi yapacağım bundan sonra?

      Ayak izlerimi silmek için sana gelen bütün yolları tersinden yürüyeceğim önce.
      Şiir yazmayacağım bir süre,
      Fotoğraflarını güneşe koyacağım, bir an önce sararsınlar diye.
      Hediyelik eşya satan dükkanların önünden geçmeyeceğim.
      Senin için biriktirdiğim yağmur suyunu, bir gül ağacının dibine dökeceğim.
      Falcı kadınlara inanmayacağım artık.
      Trafik polislerine adres sormayacağım,
      Geleceğe ışık düşüren bir gülüşle gülmeyeceğim kimseye....

      Ne yapacağımı sanıyorsun ki?

      Tenin tenime bu kadar sinmişken,
      ömrüm azala azala önümden akarken,
      gittiğin gerçek bu kadar herkese benzerken..
      Senin korkularını, benim inceliğimi doldurup yüreğime,
      bıraktığın boşluğu yonta yonta binlerce heykelini yapacağım.

      Şükrü Erbaş
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      tutuşmak üzere yeniden

      Sızıyor sessizce kendi derinine
      Çıkışını bulamayan sular.
      İnsan aynı türküyü aynı içtenlikle
      Söyleyemiyor ki uzun zaman
      Böyle karşılıksız yankısız
      Değişiyor usul usul eski duygular.

      Biliyor musun kalbim artık
      Bir kuş gibi çırpınarak pencere önlerinde
      Titrek kanatlarıyla umudun
      Düşmüyor bekleyişin hayal camlarına
      Gelmene yakın saatlerde.

      Hayat dolduruyor hey boşluğu kendince
      Bir başka başlangıçla
      Tutuşmak üzere yeniden
      Pembe üflemeleriyle bir ince soluğun

      Soğuyor acılar bile..

      Şükrü Erbaş
      DİL, hem tükenmeyen bir hazine
      hemde dermanı olmayan bir derttir.

      Yalnızlık Şiiri

      Karanlığın insanı delişrten bir ihtişamı vardır
      Yıldızlar aydınlık fikirler gibi havada salkım salkım
      Bu gece dağ başları kadar yalnızım

      Çiçekler damlıyor gecenin parmaklarından
      Dudaklarımda eski bir mektep türküsü
      Karanlıkta sana doğru uzanmış ellerim
      Gözlerim gözlerini arıyor durmadan
      Nerdesin?

      Attila İlhan
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      Su Çürüdü

      1

      Yetmiş iki gündür bir dolapta kilitliyim.
      Yalnızca anahtar deliğinden hava giriyor ve ölü bir ışık sızıyor içeri.
      Yalnızlık hiç de tanrısal değil, görkemli değil.
      O yalnızca geçmişle gelecek, ölümle yaşam arasında kocaman bir karanlık nokta.
      Geçmişi ve geleceği olmayan, ölümle yaşam arasında irinli bir leke yalnızlık denilen.
      Simdi ne varsa, anahtar deliğinden sızan havayla ışıkta... ( Farkına varsalar, kapatırlar miydi onu da?)
      Bütün belleğimdekileri yok ettim.
      Elektrikli bir aygıtla yaktım, jiletle kazıdım.
      Çığlıkların aralığından uçurdum hepsini, kül edip savurdum.
      Adımdan gayrisini bilmiyorum.

      2

      Zamanı yiyip bitirdi karanlık.
      Gece yoktu.
      Güneş çoktan kömürleşmiş ve yeryüzü yapışkan bir karanlıkla örtülmüştü.
      Yabanıl sesler geliyordu derinlerden ve karanlığı ince bir bıçak gibi yırtıyordu.
      Şaklayan kırbaç gibi...
      Acı duvarını aşan bu sesler, madeni bir gürültüye dönüyor ve yerkabuğunu zorluyordu artik.
      Sesim yoktu.
      Karanlığın karnında yitirdim sesimi.
      Kör bir kuyuda unutulan Yusuf’tum belki.
      Ama durmadan soruyorlardı.
      Tanrılar bilmiyordu sordukları şeyleri, peygamberler büsbütün hain çıkmıştı.
      Ama yine de soruyorlar, soruyorlar, soruyorlar...

      3

      İki şeyi bilmek istiyorum.
      (Belki ayni şeyi iki kere bilmek istiyordum.)
      Duvarların rengi neydi?
      Derimin rengi neydi?
      Dokunuyorum duvarlara; parmak uçlarımla, avuçlarımla,
      dilimle dokunuyorum.
      Duvarların bir rengi olmalı.
      Ama hiçbir duvarcının, hiçbir ressamın bu rengi bildiğini sanmam.
      Adi yoktu bu rengin, kimyası yoktu.
      Belki renksizliğin rengiydi bu.
      Çürüyen bir bedenin kokusuydu duvarların rengi...
      Adımdan gayrisini bilmiyorum.

      4

      Bir böcek gibi antenlerimi gezdiriyorum bedenimde.
      Anahtar deliğinden sızan ölü ışıkta ellerime bakıyorum. Ellerim...
      Sanki bir kadının memelerini hiç okşamamış, sıcaklığını duymamış.
      Ellerim...
      Her dizesi çığlık olan şiirleri hiç yaratmamış sanki.
      Ne beyaz tenliyim artik, ne esmer, ne de kara...
      Cüzzamlının, vebalının bir rengi vardır.
      İrinin bir rengi...
      Ölünün bile bir rengi vardır ama derimin rengi yoktu.
      Belki çürüyen bir kentin rengiydi bu.
      Çürüyen bir dünyanın...
      Adımdan gayrisini bilmiyorum.

      5

      Kıllı, ayakları üzerinde duramayan bir yaratıktım artik.
      Soyumun neye benzediğini unuttum.
      `İnsana benziyorlardı` diye duymuştum bir vakitler.
      Demek ki şimdi maymun halkasında insanlık...
      Adımdan gayrisini bilmiyorum.

      6

      Ağzımı anahtar deliğine dayayıp havayı emiyorum.
      Böcek sokması gibi bir yanma duyuyorum boğazımda.
      Oysa kuru bir yaprağı bile dalından düşürecek gibi değil bu esinti.
      Belki çöle dönmüş toprağa tek yağmur damlasının düşüşü yalnızca.
      Çamur gibi bir yağmur damlası...
      Ama toprak, bu damlayla çatlatacak bağrındaki tohumu.
      Çöl, bütün vahalarını bu damlayla yeşertecek...
      Genzim yanıyor.
      İnce bir kan şeridi sızıyor dudaklarımdan.
      Kirli, sıcak ve simsiyah...
      Adımdan gayrisini bilmiyorum.

      7

      Suyum, bir litrelik karton süt kutusu içinde.
      Yetmiş iki gündür sakındığım ve her gün ancak bir kere dudaklarımı değdirdiğim...
      Dilimi bir köpek gibi değdirdiğim.
      (Dilin suya dokunuşu... Bir süngerin denizi yutuşu yani. Bir çölün seraba kesilmesi bir an için.)
      Her gün ancak bir kere değdiriyorum dudaklarımı suya. Dilimi kaçırıyorum artik.
      Sünger, bütün vantuzlarını birden uzatmasın diye... Bataklıktaki suyun da bir su yanı vardır.
      Çürüyen bir bedenin bile dayanılabilir kokusuna.
      Kutuda kalan son bir yudum su, bu bile değildi artik.
      Küstü, öldürdü kendini su...
      Su çürüdü...
      Adımdan gayrisini bilmiyorum...
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      Sana Bakmak

      her şey yapılabilir
      bir beyaz kağıtla
      uçak örneğin uçurtma mesela
      altına konulabilir
      bir ayağı ötekinden kısa olduğu için
      sallanan bir masanın
      veya şiir yazılabilir
      süresi ötekilerden kısa
      bir ömür üzerine.

      bir beyaz kağıda
      her şey yazılabilir
      senin dışında
      güzelliğine benzetme bulmak zor
      sen iyisi mi sana benzemeye çalışan
      her şeyden
      bir gülden bir ilk bir sonbahardan sor
      belki tabiattadır çaresi
      senin bir çiçeğe bu kadar benzemenin
      ve benim
      bilinci nasırlı bir bahçıvan çaresizliğim
      anlarım bitkiden filan
      ama anlatamam
      toprağın güneşle konuşmasını
      sana çok benzeyen bir çiçek yoluyla

      sen bana ışık ver yeter
      bende filiz çok
      köklerim içimde gizlidir
      gelen giden açan soran bere budak yok
      bir şiir istersin
      “içinde benzetmeler olan”
      kusura bakma sevgilim
      heybemde sana benzeyecek kadar
      güzel bir şey yok

      uzun bir yoldan gelen
      tedariksiz katıksız bir yolcuyum
      yaralı yarasız sevdalardan geçtim
      koynumda bir beyaz kağıt boşluğu
      her şeyi anlattım
      olan olmayan acıtan sancıtan
      bilsem ki sana varmak içindi
      bütün mola sancıları
      bütün stabilize arkadaşlıklar
      daha hızlı koşardım
      severadım gelirdim
      gözlerinin mercan maviliğine

      sana bakmak
      suya bakmaktır
      sana bakmak
      bir mucizeyi anlamaktır

      sana sola bakmadan yürüdüğüm yollar tanıktır
      aşk sorgusunda şahanem
      yalnız kelepçeler sanıktır
      ne yazsam olmuyor
      çünkü bilenler hatırlar
      hem yapılmış hem yapma çiçek satanlar
      bahçıvanlar değil tüccarlardır
      sen öyle göz
      sen öyle toprak ve güneş ortaklığı
      sen teninde cennet kayganlığı iken
      sana şiir yazmak ahmaklıktır

      bir tek söz kalır
      dişlerimin arasından
      ben sana gülüm derim
      gülün ömrü uzamaya başlar

      verdiğim bütün sözler
      sende kalsın isterim
      ben sana gülüm derim
      gül sana benzediği için ölümsüz
      yazdığım bütün şiirler
      sana başlayan bir kitap için önsöz

      sana bakmak
      bir beyaz kağıda bakmaktır
      her şey olmaya hazır
      sana bakmak
      suya bakmaktır
      gördüğün suretten utanmak
      sana bakmak
      bütün rastlantıları reddedip
      bir mucizeyi anlamaktır
      sana bakmak
      allah’a inanmaktır

      alıntı
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      Yeryüzü Aşkın Yüzü

      Yarım kalan hiç bir yolculuk yok bu yaşamda
      Bir birine karıştırılan hiçbir boyut yok
      15 yaş nedir ki yılların sözde çizilen anlamında
      Ya bir duygu selidir aralıksız ya da
      Bir inanç fırtınasıdır yüreğin
      Dirence açılan gençlik boylarında
      Bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına
      Toprağa ölüm düştükten sonra Hiroşima'da
      Tüm bitkilerden önce yeşeren bir
      Açelya
      Şimdi
      Kadıköy rıhtımında
      Neyi çağrıştırıyor sana
      Sen söyle direnç çiçeği
      Neyi
      Bir köpük
      Onur uğruna
      Çürüyen ırmaklar
      Henüz dile gelmedi
      İstanbul’u ezen suskunluğunda senin
      Gazetelerde
      Resimlerinle dolarken sayfalar
      Nedense
      Söyleşilerde yalnızca
      Beyin hücrelerine
      Yöneltiliyor sorular
      Sense ölüm rengine inat
      Kan maviliğince
      Susuyorsun
      Yalnızca geçmişin
      Gelecekteki
      O ölümsüz sesini yansıtıyorsun
      Hani o bin renkli açelyanın
      İnançlı sesini yansıtıyorsun
      Gülümsüyorsun susuyorsun
      Eyyyyyyyyyyyyyyyyyy
      Ovaların ateş ateş çölleştiği yerde
      Toprağın ırmak ırmak yüreklenişi sen
      Yarınlara selamını iletsin diye adın
      Damarlarına bağlanan yaşam
      Ölümü kucaklarken ellerinle
      Kopardın
      Kurtarmak için enginlerin anlamını
      Gökyüzünü yere indirdiğinden beri
      Ve silmek için bir damlanın yüzünü
      Bir okyanusu kucağına bastığından beri
      Adın bir
      Açelyadır
      Artık senin
      Koynuna ölüm
      Düşen tüm topraklarda
      Bir açelya
      Yepyeni sözcükler yeşeriyor şimdi
      Alnının ışıklı yamaçlarında
      Yüreğini işitmek gerek duymak için
      Soluğunu solumak gerek
      Her dalıp gidişinde
      Bin şiir
      Çıkarıyor belki gözlerin
      Yaşama gözlerinle dalmak gerek
      Bir devrin sembolü diyorlar şimdi adına
      Ve imgelerin en ulaşmaz doruğunda
      Ey her şeye bitti diyenler
      Korkunun sofrasında
      Yılgınlık yiyenler
      Ne kırlarda direnen çiçekler
      Ne kentlerde devleşen öfkeler
      Henüz elveda demediler
      Bitmedi daha
      Sürüyor o kavga ve sürecek
      Yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek


      ADNAN YÜCEL
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      İyi ki Bu Düştesin

      I

      nehirler yarışır,çağıldar gözlerinde
      o nehirler benim nehirlerimdir
      aşk
      ki azar azar benim yerimdir
      üşüyorsam,sokaktaysam,yalnızsam
      gözlerin ey yar benim evimdir

      /vurulup düştükçe,düştükçe seni sevmekten caymayacağım
      gece insin,el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!/

      iyi ki bu sestesin
      dünyayı ısıtan nefestesin
      bir haydut gibi gezinirim kapında
      kalbimde tutuşan ateştesin...
      II
      rüzgarlar savrulur,uğuldar gözlerinde
      o rüzgarlar benim rüzgarlarımdır
      aşk
      ki azar azar benim yerimdir
      suskunsam,bozgunsam,bulutsuzsam
      gözlerin ey yar benim evimdir

      iyi ki bu düştesin
      her sabah ışıyan güneştesin
      iyi ki yoksuluz bulutlar gibi
      soğuyan dünyada sımsıcak fırınlar gibi

      /vurulup düştükçe,düştükçe seni sevmekten caymayacağım
      gece insin,el ayak çekilsin gelip kapında ağlayacağım!/

      Yılmaz Odabaşı
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      güller AĞLAR içimde

      Ne zaman ayrılık saati gelse
      En vazgeçilmez yerinde yaşamın
      Duysak ayak seslerini akşamın
      Ve sokaklardan el ayak çekilse
      Bir ürpertiyle duyarım o zaman,
      Seni çağıran sesi uzaklardan...

      Ne zaman ayrılık saati gelse
      Bir gariplik çöker içime birden
      Kalan tek anı gibi bir devirden
      Durmadan çalınır o gamlı beste
      Sanki bilir dem hazin öykümüzü
      Bulutlar ağlar, kararır gökyüzü

      Ne zaman ayrılık saati gelse
      Bir çaresizliği anlatır gibi
      Birden degişir gözlerinin rengi
      Mavi solar, koyulaşır yeşilse
      Sarınca ruhunu eski bir hüzün
      Uçar gider pembeliği yüzünün

      Ne zaman ayrılık saati gelse
      Uzatsan özlemle dudaklarını
      Tüm ağaçlar döker yapraklarını
      Ne çiçek kalır ortada, ne bahçe
      Sadece uğultusu o rüzgârın
      Ve bir umut kırıntısı: Belki yarın.

      Ne zaman ayrılık saati gelse
      Bir firtına çıkmışcasına, büyük
      İçimdeki güllerin boynu bükük
      Bir zaman kalakalırım öylece
      Neden sonra gittiğini anlarım
      İçimde güller ağlar, ben ağlarım...


      Ümit Yaşar OĞUZCAN
      DİL, hem tükenmeyen bir hazine
      hemde dermanı olmayan bir derttir.

      Ben Sana Mecburum

      Ben sana mecburum bilemezsin
      Adını mıh gibi aklımda tutuyorum
      Büyüdükçe büyüyor gözlerin
      Ben sana mecburum bilemezsin
      İçimi seninle ısıtıyorum

      Ağaçlar sonbahara hazırlanıyor
      Bu şehir o eski İstanbul mudur?
      Karanlıkta bulutlar parçalanıyor
      Sokak lambaları birden yanıyor
      Kaldırımlarda yağmur kokusu
      Ben sana mecburum sen yoksun

      Sevmek kimi zaman rezilce korkudur
      İnsan bir akşam üstü ansızın yorulur
      Tutsak ustura ağzında yaşamaktan
      Kimi zaman ellerini kırar tutkusu
      Birkaç hayat çıkarır yaşamasından
      Hangi kapıyı çalsa kimi zaman
      Arkasında yalnızlığın hınzır uğultusu

      Fatihte yoksul bir gramafon çalıyor
      Eski zamanlardan bir Cuma çalıyor
      Durup köşe başında deliksiz dinlesem
      Sana kullanılmamış bir gök getirsem
      Haftalar ellerimde ufalanıyor
      Ne yapsam ne tutsam nereye gitsem
      Ben sana mecburum sen yoksun

      Belki Haziranda mavi benekli çocuksun
      Ah seni bilmiyor kimseler bilmiyor
      Bir şilep sızıyor ıssız gözlerinden
      Belki Yeşilköy`de uçağa biniyorsun
      Bütün ıslanmışşın tüylerin ürperiyor
      Belki körsün kırılmışsın telâş içindesin
      Kötü rüzgâr saçlarını götürüyor

      Ne vakit bir yaşamak düşünsem
      Bu kurtlar sofrasında belki zor
      Ayıpsız fakat ellerimizi kirletmeden
      Ne vakit bir yaşamak düşünsem
      Sus deyip adınla başlıyorum
      İçim sıra kımıldıyor gizli denizlerin
      Hayır başka türlü olmayacak
      Ben sana mecburum bilemezsin..

      Attila İlhan
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      Suskunum Sana

      Hangi şiire başlasam suskunum sana
      Dağ göğsünde bir kaya diliyle suskun
      Güneşte kavrulan bir kum tanesi
      Çatlayan dudaklarım oluyor her gece
      Yağmura suskun yaşamaya suskun
      Haykırabilsem
      Belki bir nehir köpürebilir sesimde
      Silinebilir kuraklığın bütün izleri
      Upuzun çöller vadileşebilir içimde

      Hangi güzelliği özlesem suskunum sana
      Yürek boşluğunda bir of kadar suskun
      Özlüyorum seni masmavi
      Koşuyorum sana bembeyaz
      Ve kahroluyorum bir anda kapkara
      Ah oluyorum
      Of oluyorum
      Ve susuyorum
      Oysa haykırabilsem
      Işık yumağı bir pınar olur soluğum

      Hangi türküye uzansam suskunum sana
      Ağıt ağıt, özlem özlem suskun
      Tut ki vurulmuşum
      Aşktan ve kandan bir damla olmuşum
      Bir saçlarının rüzgarına
      Bir de ağzının kıyılarına konmuşum
      Hangi dalga silebilir beni senden
      Hangi kasırga koparabilir
      Ben saç tellerinde bir ezgi olmuşum
      Coşkuların her şahlanışında
      Sana deprem deprem susmuşum
      Ve sana susmaktan inan ki yorulmuşum

      Yeter olsun gözlerinde ışık fırtınası
      Sözlerinde baskı yasası yeter
      Hangi kavgayı özlesem suskunum sana
      Zafer sabahlarında gece kadar
      Bayram sabahlarında yas kadar suskun
      Böyle güzelliklere de
      Böyle suskunluklara da lanet olsun
      Al bu suskunluğumu al artık
      Al ki
      Bütün gürültüler kahrolsun


      Adnan Yücel
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      Yaşamaya Dair

      I


      Yaşamak şakaya gelmez,
      büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
      bir sincap gibi mesela,
      yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
      yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

      Yaşamayı ciddiye alacaksın,
      yani o derecede, öylesine ki,
      mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
      yahut kocaman gözlüklerin,
      beyaz gömleğinle bir laboratuvarda
      insanlar için ölebileceksin,
      hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
      hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
      hem de en güzel en gerçek şeyin
      yaşamak olduğunu bildiğin halde.

      Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
      yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
      hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
      ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
      yaşamak yanı ağır bastığından.
      Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
      yani, beyaz masadan,
      bir daha kalkmamak ihtimali de var.
      Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
      biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
      hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
      yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
      en son ajans haberlerini.

      II
      Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
      diyelim ki, cephedeyiz.
      Daha orda ilk hücumda, daha o gün
      yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
      Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
      fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
      belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

      Diyelim ki hapisteyiz,
      yaşımız da elliye yakın,
      daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
      Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
      insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
      yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

      Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
      hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

      III

      Bu dünya soğuyacak,
      yıldızların arasında bir yıldız,
      hem de en ufacıklarından,
      mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
      yani bu koskocaman dünyamız.

      Bu dünya soğuyacak günün birinde,
      hatta bir buz yığını
      yahut ölü bir bulut gibi de değil,
      boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
      zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

      Şimdiden çekilecek acısı bunun,
      duyulacak mahzunluğu şimdiden.
      Böylesine sevilecek bu dünya
      "Yaşadım" diyebilmen için...


      Nazım Hikmet Ran
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      BEN SENDEN ÖNCE

      Ben
      senden önce ölmek isterim.
      Gidenin arkasından gelen
      gideni bulacak mi zannediyorsun?
      Ben zannetmiyorum bunu.
      İyisi mi,
      beni yaktırırsın,
      odanda ocağın
      üstüne korsun
      içinde bir kavanozun.
      Kavanoz camdan olsun,
      şeffaf,
      beyaz camdan olsun
      ki içinde beni görebilesin
      Fedakârlığımı anlıyorsun :
      vazgeçtim toprak olmaktan,
      vazgeçtim çiçek olmaktan
      senin yanında kalabilmek için.
      Ve toz oluyorum
      yaşıyorum yanında senin.
      Sonra, sende ölünce
      kavanozuma gelirsin.
      Ve orada beraber yaşarız
      külümün içinde külün
      ta ki bir savruk gelin
      yahut vefasız bir torun
      bizi ordan atana kadar...
      Ama
      biz
      o zamana kadar
      o kadar karışacağız ki birbirimize,
      atıldığımız çöplükte bile
      zerrelerimiz
      yan yana düşecek.
      Toprağa beraber dalacağız.
      Ve bir gün yabani bir çiçek
      bu toprak parçasından nemlenip filizlenirse
      sapında muhakkak iki çiçek açacak :
      biri
      sen
      biri de
      ben.
      Ben
      daha olumlu düşünüyorum
      Ben daha bir çocuk doğuracağım
      Hayat taşıyor içimden.
      Kaynıyor kanım.
      Yaşayacağım, ama çok, pek çok,
      ama sen de beraber.
      Ama ölüm de korkutmuyor beni.
      Yalnız pek sevimsiz buluyorum
      bizim cenaze şeklini.
      Ben ölünceye kadar da
      Bu düzelir herhalde.
      Hapisten çıkmak ihtimalin var mı bugünlerde?
      İçimden bir şey :
      belki diyor.

      ALINTI

      Nazım Hikmet Ran

      Her Mevsim Bahardır

      Döndüm daldan kopan kuru yaprağa
      "özgür dağ havası koklamış insanların örselenmiş gururuna..."
      siz, boğdunuz hayatı
      savruldu aşkların külleri kalplerimizden
      o sevinçler
      göz kırparak geçtiler düşlerimizden!

      bilinir, dışarıda zemheri vardır
      ama barış için, aşk için
      yine de her mevsim bahardır

      aşklarımızın gözbebeğinde kıvılcım
      her mevsim bahardır yine de...


      Yılmaz Odabaşı
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      Kendine Benim Için Bir Gül Ver

      sensizlikle flört etmeyi sen değil
      sensizlik bilir
      sesi ses/sensizliği sensizlik bilir

      korkma, sana aşkı öğretmeyen kendinin
      ellerinden tut!
      çok ağrımış kendinin, siyah
      ve ayaz kendinin
      hep avuttugum düşler için bana bir gül ver...

      *

      bak, palandöken dağlarında karlar erimiş
      teknelerde kol kola bahar sulara inmiş
      dağlar için, sular için bana bir gül ver
      bir gül ver söküldüğüm günler için

      - ve önce kendinin ellerinden tut! -

      *

      kendimin ellerinden tutunca
      içimden nehirler gibi akmak geliyor
      yollara çikmak, yolculuklara bakmak geliyor
      geberesiye içip salaş meyhanelerde
      buralardan böyle ceketsiz kaçmak geliyor

      tutunca kendimin ellerinden
      pusulasız gemilerde yatmak
      yaşlı ve şefkatli bir azizenin koynunda
      sabaha dek kıpırtısız susmak geliyor

      sevgilim, iyi insan, tutunca ellerimden
      ömrümün içinden akmak geliyor...

      *
      sessizlik sensizliği ezbere bilir
      sensizlik her şeyi bilir...


      Yılmaz Odabaşı
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      İçinden Doğru Sevdim Seni

      İçinden doğru sevdim seni
      Bakışlarından doğru sevdim de
      Ağzındaki ıslaklığın buğusundan
      Sesini yapan sözcüklerden sevdim bir de
      Beni sevdiğin gibi sevdim seni
      Kar bırakılmış karanlığından.

      Yerleştir bu sevdayı her yerine
      Yüzünde ter olan su damlacıklarının
      Kaynağına yerleştir
      Her zaman saklamadığın, acısızlığın son durağına
      Gül taşıyan cocuğuna yerleştir
      Ve omuzlarına daracık omuzlarına
      Üşümüş gibisin de sanki azıcık öne taşırdığın
      Tam oraya işte, uçsuz bucaksız bir düzlükten
      Bir papatya tarlasıyla ayrılmış göğüslerine yerleştir
      Ve esmerliğine bir de, eski bir yangının izlerinin renginde
      Saçlarının yana düşüşüne, onları bölen ikiliğe
      Alnından başlayan ve ayak bileklerinde duran
      Yani senin olmayan, seni bir boşluk gibi saran hüzne Yerleştir onu bir kentin parça parça aklında tuttuğun
      Kar taneleri gibi uçuşan
      Ve her gün biraz daha hafifleyen semtlerine
      Yerleştir bu sevdayı her yerine.

      Ekledim ben tattığım her şeyi denizlere
      Bildiğim ne varsa onlar da hep denizlerden
      Sen de bir deniz gibi yerleştir onu istersen
      Sevdayı
      Ve köpüklendir
      Ve yaşlandır ki işte kederi anlamasın
      Ama dur, her deniz yaşlıdır zaten
      Öğrenmez ama öğretir mutluluğu
      Bizim sevdamız da öyledir, iyi şiirler gibi
      Biraz da herkes içindir. Ve gelinciğin ikinci tadına benzemeli
      Var eden kendini birincisinden
      Yani bir sevdayı sevgiye dönüştüren.

      Ben şimdi bir yabancı gibi gülümseyen
      Tanımadığın bir ülke gibi
      İçinde yaşamadığın bir zaman gibi
      Tam kendisi gibi mutluluğun
      Beni bekliyorsun
      Ve onu bekliyorsun beni beklerken.


      Edip Cansever
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      umudun kalbini kırdım

      Eskidi aşkın gönül bahçemde gülüm
      salkım söğüt ün gölgesine gizledim unutamadıklarımı da
      yanağımda öpüşünün sıcaklığı kadar taze
      sırtımdaki ihanetin
      kendi denizlerimin dalgıcıyım artık
      kendi denizlerimin dalgıcyım artık
      yaralı tek bir balık yok
      inciler istiridyelerinle mutlu
      bende kendimle

      eskidi korkularım ,geçmez sandığım gecelerde
      sabahların rüzgarlarına fırlattım sensiz rüyalarımı
      aklımda gün ışığının güneşi kadar sıcak hala
      ağlattığın gözyaşlarım
      kendi yüreğimin ormanlarındayım artık
      yaralı tek bir ceylan yok
      böğürtlenler dalında mutlu
      bende kendimle
      eskidi hasretim perdesi solgun pencerelerde
      umudun kalbini kırdım kolumdaki saatle
      içimde bulutun yağmurları kadar yüklü
      gök gürültüsü korkularım
      kendi yolumun yokuşundayım artık
      başucu lambam da yok
      fotoğrafın çerçevesinde mutlu
      bende kendimle

      eskidi yüreğim çalan telefon zillerinde
      artık seni soranım da yok
      içimde aşkın dilimde şarkın bitti
      senin de dönmeye niyetin yok

      Naşide Göktürk
      DİL, hem tükenmeyen bir hazine
      hemde dermanı olmayan bir derttir.

      Yürek Çağrısı

      Acılı yağmurlarla düşmüşüm yere
      Tatlı su göllerine akamıyorum
      Yüzüm yüreğim deprem dalgası
      Bu gül kıyımlarına bakamıyorum
      Her sevi bir türküdür bağrımda
      Her öfke bir ağıt
      Ağıtlar kuşatmış dört yanımı
      Kendi türkülerimi haykıramıyorum

      Şarkılarla bezeniyor ufuklar
      Yüreğim patlıyor dağbaşlarında
      Yüreğim
      Sancımı duyar mısın yaralarında
      Kuş seslerinde yas nağmeleri
      Şarkılar sabır ve çile makamında

      Mendilimde öfke çıkınımda bilinç
      Uykusuz kalır mısın kitaplarıma
      Dudaklarımda hüzün
      Avuçlarımda sevinç
      Kulak verir misin çığlıklarıma
      Dağları aşarak gelmişim sana
      Demir kapıları kırarak
      Işık olur musun karanlıklarıma

      İsterim ki senden
      Yaylalarda otlak olasın
      Ovalarda ırmak olasın
      Yayılasın göğsümün kırlarına
      Sarasın beni sarasın

      Dalların sevdası düşmüş toprağa
      Olgun meyvelere hasret gençliğimiz
      Zamanın billur çağlayanı
      Gürül gürül akarken avuçlarımızda
      Bir damla yağmur adına
      Yakarmış dağbaşlarında yüreğimiz
      Gökyüzünde sanılmış bütün yaşam
      Gökyüzüne çivilenmiş ellerimiz

      Ateşler yine parlıyor dağlarda
      Dolular yine kırıyor çiçekleri
      Gecenin karnına inerken şafağın tekmeleri
      Bulutları delen ışıklar
      Ezik ve kinli
      Aydınlık iri
      Sanki kocaları işkencede kadın gözleri

      Nasıl kapanır bu kanayan yara
      Nasıl anlatılır ki sana bu hal
      Terimde tuz gözyaşımda bal
      Bağdaş kurar mısın soframa
      Gözlerimde umut yüreğimde aşk
      Ölümleri boşlayıp düşer misin sevdama

      İsterim ki senden
      İnancıma aşık olasın
      Zindanıma ışık olasın
      Yürüyesin gönlümün yollarına
      Sorasın beni sorasın

      İnce kabukları zorlanıyor zamanın
      Gelecek damlıyor yorgun havuzlara
      Damlalarla yılların gelin yüzü
      Suların üstünde koskoca bir çağ
      Umutlar sığmaz oluyor alanlara

      Baharda gazel dökme bahçelerime
      Ben yaşamayı bilmez miyim
      Çocuklarım okul yollarında
      Okullarım sabah kollarında
      Sanki güzellikleri görmez miyim
      Papatya beyazlığında ölüm sarısı
      Karanfil kıvrımlarında kan
      Bu çiçekler uğruna ölmez miyim
      De gülüm ben seni sevmez miyim

      Bahar değil acı yükleniyor dallarıma
      Yapraklarımda ayrılık
      Meyvelerimde gurbet
      Vuslat olup gelir misin kollarıma
      Ellerimde kış saçlarımda kar
      Cemre olup düşer misin toprağıma

      İsterim ki senden
      Yılgınlıkta inanç olasın
      Zulme karşı direnç olasın
      Gömülesin aşkımın sularına
      Göresin beni göresin

      Göresin ki destan edesin
      Söyleyesin dillerden dillere
      Bir türkünün dizelerinde
      Bir kavalın nağmelerinde
      Alıp başını gidesin
      Bağrı yanık yeller üstünde
      Güneşin rengiyle düşesin ufuklarıma
      Kırasın karanlıklarımı kırasın

      Adnan Yücel
      Nereye dokunsam bir çığlık senin gövden
      gülemem sevgili
      ağız dolusu gülemem ki
      ülkem ağlamaklıyken
      uyku tutmaz gözlerimi
      ülkemin gövdesi kanken

      Ve koparıp gülleri bıraktın ellerime

      Konuş sevdiğim
      Yüreğinin şarkısını söyle
      Gece karanlık, yıldızlar bulutların arkasında yitip gitmiş
      Rüzgar iç çekiyor yaprakların arasında
      Bırak çözeyim saçlarını, kulaklarını göğsüne bastırayım
      Ve orada o tatlı yalnızlıkta gözlerimi kapatıp
      Kalbinin mırıltılarını dinleyeyim yüzüne hiç bakmadan

      Bende bakamam
      Dayanamam gözlerine, tut elllerimi,
      Bu aşk böyle bitmemeli ne olur gitme
      Böyle sensiz çaresiz bırakma beni

      Söylediklerin bitince
      Sessiz oturalım hiç kımıldamadan
      Yalnız ağaçlar fısıldaşsın karanlıkta
      Ve öylece bitsin gece
      Birbirimizin gözlerine bakıp ayrı, ayrı yollara gidelim
      konuş sevdiğim...
      Yüreğinin şarkısını söyle bana

      Kim bırakmış kim
      Kim bırakmış seni söyle, tut ellerimi
      Gitme aşkım gitme böyle ne olur gitme
      Böyle sensiz çaresiz bırakma beni

      Güller duruyordu gecenin içinde
      Sarı güller...
      Ne olur koparma, dedim
      O kadar güzel duruyorlar ki orada
      Ah!... dedin, biz de birlikte güzeldik
      Ve koparıp gülleri bıraktın ellerime





      kenan ışık
      DİL, hem tükenmeyen bir hazine
      hemde dermanı olmayan bir derttir.