Üniversitenin büyük
amfisinde 800 kişinin katıldığı bir imtihan...
Süre iki saat...
Profesör son derece sert ve
sürenin esnetilmesine imkân yok.
Cevapları yetiştiremeyen
kalıyor. Bu yüzden bütün talebeler harıl harıl
kâğıt dolduruyorlar.
Ama birisi ağırdan gidiyor.
Biraz düşünüyor biraz yazıyor. Hiç aceleci bir hâli
yok.
Derken süre doluyor.
"Getirin kâğıtları çocuklar" diyor profesör ve herkes bitirebildiği
kadarıyla kâğıdını getirip masanın üzerine koyuyor. Veren çıkıyor, veren
çıkıyor, masanın üzerindeki kâğıtlar birikiyor. Sınıfta hiç talebe
kalmıyor. Bir kişi hariç. Bizim ağırdan giden talebe hiç istifini bozmadan
yazmaya devam ediyor.
Böylece biraz daha zaman
geçtikten sonra, bizimki kalkıp kürsüye gidiyor
ve kâğıdını bir sonraki ders için hazırlıklarını tamamlamakta olan
profesöre uzatıyor. Profesör kızarak:
-Hayır! Çok geç kaldın.
Artık senin kâğıdını alamam...
Bizimki ters ters bakıyor:
-Sen benim kim olduğumu
biliyor musun?
-Yoo, aslında bilmiyorum. Ne
olacak?
Talebe bakışlarını
dikleştirerek tekrar soruyor:
-Sen benim kim olduğumu
biliyor musun?
-Hayır bilmiyorum! Üstelik
bu hiç de mühim değil!
-İyi öyleyse, diyor bizimki
ve yığılı duran imtihan kâğıtlarının bir kısmını kaldırıyor ve araya kendi
kâğıdını koyup kâğıtları tekrar düzeltiyor. Sonra
da:
-İyi günler hocam, deyip
profesörün şaşkın bakışları arasında yürüyüp
gidiyor.