Neleri Yaşayamadılar?

      sayın saksu çok güzel nereden aklına gelmiş adeta belgesel niteliği
      taşiyor
      mesela bu gençlık yayla göçü yaşamamış sabaha bir saat kala ellerinde
      demokrat feneri ile seğerlerin bağını boynuna takarak yola koyulmamışlar
      gün boyu yol alıp geceyi dışarda yakılan ateşin başında sabaha kadar
      bekleyip sabah tekrar yola devam etmemişler
      yaylada sabahlara kadar horon oynamamışlar veya sabaha kadar atma
      türki atmamışlar
      okula giderken her gün yanlarında yakmak için bir tane sobalık odun
      götürmemişler ateşli oynamamışlar gramafon çalmamışlar
      köyün suyundan gegma ile su taşımamışlar baharda hayvan yemi
      için ağaç budamamışlar met oynamamışlar en önemlisi platonik aşk
      yaşamamışlar
      Emrullah Abim;

      Hepsi bu kadar olamaz değil mi? Bu yazdıklarının bir kısmına ben de yetiştim. Benim de yetişemediğim neler var acaba.

      Mesela bir olay duydum ki ne kadar doğru olduğunu biilmiyorum.

      Samistal'de bir ev yapıalcak ve ağaçlar Amlakit Yaylasından biyerlerden kesilip Samistal'e taşınıyor. Bu iş de mecilik ile ediliyor. İşte bu ağaçlardan birini yaklaşık 10-15 kişi, taşıyormuş. Ağacın başında da rahmetli İbişlerun Ensar Dayı varmış. En önde de bir tulumcu tulum çalıyormuş. Millet kütük omuzunda horon oynaya oynaya gelirken Ensar Dayi tulumcuyu yakaladığı gibi tek eli ile kütüğün üzerine oturtmuş. Tulumcu kütüğün üzerinde tulum çalarken millet de horon oynaya oynaya Amlakitten Samistal'e ağaç taşıyormuş.

      Bunun gibi kim bilir ne hikayeler vardır sizde. Onlardan da örnek verun dehe ...
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      sayın aksu belliki geçmiş yaşam biçimlerinin bütün özelliklerini paylaşmak
      istiyor.Bizede katılmak düşüyor.
      kendisini kutluyorum.Çünkü kaydedilmeyen kültür kaybedilen kültürdür.
      Örneğin: mısırların nasıl biçildiği, otluk yığınların nasıl yapıldığı,gece ay ışığında bahçeden mısırların taşındığını, mısır seçme meciliklerini,
      iyi olgunlaşmamış mısırların adına tütünlü denen taş fırınlarda kurutuluşunu,
      bu kurutma esnasında bir yandan yanan ateşte mısır kızartarak yenirken
      söylenen türküleri,pocoklerin içinde tavluş geçmenin keyfini,
      çaça silmesini çaça silinirken dağ gibi yığıntının içinden yuvarlanmayı,
      katırla yaylaya gitmesini,gecenin ortasinda uykunun en tatlı yerinde
      kurmalı çalar saatın zırıltısını kapıya çıkarılan katırın,doyurulurken şingir şingir diye çinlayayan çenglek sesini,şaharın karşısında katırlar yem yerken kafasını taşın üstüne koyup uyumasını,katırı çalıya yuvarlatmasını,çalıya yuvarlanan katırın oradan çıkarmasını,davarcık'ın ne olduğunu davarcığın
      içinde minci ile yetişmiş armudun birbirine karışmışının tadını,katırın kalçasına yapışan tizi koparmasını,tizi koparırken katırdan kıç yemesini,
      katırlar birbirini geçerken tay almasını,sırtında yük ile katırın tavluş geçmesini, katırın sırtına takılı gaz yağı şişesinin kırılmasını,bu yüzden yaylacı kocakarı ile katırcının tartışmasını,
      devam edecek...
      ŞİMDİKİ GENÇLİKdı
      Hiç gece suğra gitmediler (suğra kısa suren mecilik ay ışığından yararlanarak bir veya iki sefer olarak yapılan taşıma)
      odun taşıma meciliğinde akşama kadar odun taşidıktan sonra o yorgunlukla akşam yemeğinden sonra saatlerce tulumsuz türki ile
      kız horonu oynamadılar
      bir buçuk metre karda yokuş aşağı huçi yuvarlamadılar
      baharda çifte koşulan öküzlerin önünde ogcilik yapmadılar
      sevdikleri kıza türki yakmadılar
      yine devam edecek
      Evet, Şakir kardeşim çok güzel bir konuya değinmişsin yeni nesil’in görmediği çok şeyler var. Bunlardan bir kaçını da ben yazayım
      Kışın yakmak için dağlar da yapılan odunları eğezlerden (yanı yağan yağmurun açtığı küçük su akmayan ırmaklar) aşağı atarak biraz daha aşağı inmesini sağlamak orda tacar etmek. Yine yazın getirilmesi zor olan kurumuş ağaçları kışın kesip ucuna çivi çakıp karların üstünden sırık çekmediler.
      Gençlerimiz beklide hiç bilmezler, köylerde yapılan tahta evlerin tahtaları nasıl biçilir. Bu tahta olacak kestane veya çam ağaçları bir yıl önceden kesilir hazırlanır bir yıl dolduğunda kesilen ağaçların bulunduğu yere tezgah kurulur kütüklerin etrafı yonulur kare şeklini alacak vazıyette tezgah ın üzerine yüvarlıyarak yerleştirilir iki ucu sivri olan demir çiviler bir ucu tezgaha bir ucu tütüğe çakılır, kesilecek kütüğun üzerine daha önceden hazırlanmış kömür boyasından ipe sürülerek iki ucunu aynı mesafede tutarak boyalı ipi yukarı çekerek bırakılır çilpi dediğimiz çizgi çizilir.
      Tahta yapacağımız kütük biçilmeye hazırdır. Tahta biçmek için iki kişi gerekir usta olan tezgahın üzerine çıkar diğer usta tezgahın alnında olur dikdörtgen olan ve ortasında hızar dişleri bulunan büyük hızarı çizgiye getirerek üste olan yukarı altta olan aşağı aynı çizgide hareket ettirerek tahta yı biçmeye başlarlar.
      Tahta biçilirken ağaçtan çıkan ses ve ağacın o güzel kokusunu maalesef gençlerimiz görmedi ve tatmadılar.
      Bu güzel konuyu dile getirdiğin için ŞAKİR kardeşim çok teşekkür ederim baştan sona kadar okudum inanın eski günler bir film şeridi gibi gözümün önünden geçti.
      Sağ olasın var olasın

      pocar
      Bizim sözümüz DOSTA tatlı, DÜŞMANA kurşundur
      NAMERTE hançer, canımız DOSTA feda, DÜŞMANA beladır.

      SEVDAMIZSA YÜCEDİR NE ALINIR NEDE SATILIR
      Sevgili Alaattin Kardeşim;

      Sen yazınca aklıma geldi. Hezar ile ağaç kestin mutlaka. Onda da iki kişi çalışır. Bir sen çekersin bir diğeri.
      Amcamla bu işi yaparken kendisini kızdırdığım bir şey vardı bilmem sen de hiç yaptın mı?
      Karşı taraf tam hızarı kendine doğru çekerken hezarın sende olan ucunu sağa sola sallayarak bırakırsın. Karşı tarafın çekmesi ile birlikte hezar tııırrrrrrrtttt diye öterek ses çıkarırdı.

      Bu arada aklıma gelmişken yazeyim. Günümüz gençlerinin bir çoğu kösre ile acaba balta, orak, korpi bileyemediler. Biletene kösre çevirmediler. Arada bir kukmaden kösreye su dökmediler.
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      YAZILANLARI OKUYUNCA NE KADAR SANSLI OLDUGUMU DUSUNUYORUM. CUNKU BUNLARIN HEPSINI YAPMIS BULUNMAKTAYIM. ZATEN SIMDIKI GENCLERE BIRAZ DA ACIMIYOR DEGILIM BOYLE BIR HAYAT YASAYAMADIKLARIN DAN DOLAYI.

      AH SIMDI BIR HOPINA OYNASAK NE GUZEL OLDURDU.

      BU VESILE ILE HERKESIN YENI YILINI KUTLAR, SAGLIKLI VE HUZUR DOLU YENI BIR YIL DILERIM.
      SELAM VE SAYGILARIMLA,

      yaşadığımız anılar

      SAYIN SAKSU ESKIYI YAZIP HATIRLATMAK EYI BIRŞEY DEĞIL ..GENÇLER BOZULUR HAA. OFISTEN BIR TENEKE BOĞDAYI ALIP DEGOMONDE OĞUTTNMU .PELEKI EKMEĞI ETTUNMI.HAMURUN USTUNE KUMAR YAPRAĞI DIZER USTUNE SACI KOYAR OCAK BAŞINDA KÜLLERDIK PIŞERKEN O NE KOKU NE TAD.BOĞDADEN BULGUR OĞUTTUNMI DEGOMONDE .NASIL YAPARDUK.YAA ŞAKIR BENI 50 YIL GENÇLEŞTIDIN YAŞATIYON O GÜNLERI SATIRLARLA .O KOPERATIF GÜNLERI TORPILI OLAN KIYAĞINI ALIRDI SIRA BEKLEMEZDI.YA KITLIK ZAMANI .FURUNCU MEHMET DAYII.RAHMET RUHUNA EKMEĞINI YEMIŞİM.ÇEYREK ÇEYREK.DEDEMIN RUHU ŞAD OLSUN .ÇOK ÇALIŞIRDIK BÜGÜN NAHIYEYI HAKETTIN DERDI UÇARDIMM.OTLUK YIĞINININ İÇİNE GİZLENIR DOMUZ BEKLERDIK.OYUNDA GİZLEENME YERIYDI.YA DUŞTUN KOTOLCEK BATARSA ISPIRTO BULUNMAZDI .KEZELAĞAÇ ĞOMPUSU YAPARDIK ONUNLA PANSUMAN ÇOK YAKARDI..SELAM OLSUN O GÜNLERE NELER YAŞADIK .BU GÜNLERI BEĞENMİYEN GENÇLERE O GÜLERİ YAŞASALAR SURAATLARINI GÖRMEK İSTSRIM...SANA TEŞEKKURLER ŞAKIR YILINI KUTLAR SAĞLIKLAR DILERIM BÜTÜN HEMŞİNLİNİN SAĞLİCAKLA KALIN....
      Sayın Gürman;
      Sanırım bizler şimdiki gençlerden daha şanslıydık. O yokluk içinde mutlu olmayı becerebiliyorduk. Yazaılanlarda yaşadıklarım da yaşadıklarım da var. Ama o eski degemanların kokusu hala burnumda tüter.

      Çocukluğumda lazut ekmeği yiyoruz. Buğday ekmeğini de ancak paramız olursa Nahiyeden alırdık. Adı da Nahiye Ekmeği idi.
      Bir sene köye gittim ki bizin un dolabında buğdau unu var. Meğer o sene buğday alıp degemande öğütmüşler. Şimdiki fabrika unlarına da benzemiyor. Kepeği tam ayrılmadığı için ekmeği piştikten sonra esmer bir renkte.
      Benim gelmemle birlikte Cağalver hazırlığı yapıldı ve ertesi gün seğerlerle birlikte Cağalver'e çıktık. Hamuru yoğuran ebem pelekiyi ateşe vurdu. Hamuru içine koyup düzlerde seğerleri orlatmaya başladık. Akşam olmadan eve döndük ve ebem pelekiyi açmamı söyledi. Pelekideki o güne kadar gördüğüm altın sarısı lazut ekmeği yerine bakır çalığı esmer renkte boğda ekmeğini çıkardım. Kesecek bıçağı aramadım bile. Sıcak ekmeği ellerim yana yana tutup dizimin üstüne vurarak ortasından kırdım. Pişmiş ekmeğin burnuma vuran kokusu hala o güngü hali ile aklımdadır.
      Ne zaman pelekiden boğda ekmeğini çıkarsam nasıl yiyeceğimin tercihini yapmakta zorlanırdım. Acaba başlı yoğurda doğrasamda mı yesem yokse muhla yapıp onunla mı yesem. Yada kaymağa biraz minci katıp üzerine de degemande öğütülmüş kalın tuz atarak mı yesem. Şu anda hiç biri yok ama boğda ekmeği ile kaymak, minci, kalın tuz karışımını yerken dişlerimin arasında ezilen kalın tuzun ğiçğiçini de hiç unutamadım.
      Selam olsun o günlere...
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Sevgili Emrullah Abim;

      Bu sitede gençlere bir soru sordum. İnan ki hiç biri bilemedi. Hallbuki soru çok basitti.

      "ÇİĞUNUK NEDİR?"

      Var mısın bu sene Ağustos'da Hemşin'de uygun biryere ÇİĞUNUK kurup dönmeye... :D:D:D
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      Aha! Çiğıunuği gençler bilemddi derken Emrullah Dayim de bilemedi :D:D:D

      Nasil anlatsam bilmem ki. En eyisi resmini çizmek.. (Dehe önce çizmiştim ama millet gülmüştü:)

      Boyu 7-8 metre kadar olan bir çam ağacı ile boyu 1,5 metre olan ve kazık olarak kullanılan bir başka çam ağacı ile yapılırdı çiğunuk.
      Önce kısa olan ve kazık olarak kullanılacak ağaç yere çakılır ve ucu resimdeki gibi inceltilirdi. Sonra uzun olanın tam ortasından ve denge noktasından ortasına bir delik açılırdı. Bu ağaç yere çakılan ağacın sivri ucuna takılrıdı. Takılmadan önce üstüne ateşte yanmış kömür konulurdu ki dönerken "çiiiiiiğ çuğğğ" diye ses çıksın.
      Sistem kurulunca karşılıklı yönde 2 kişi ağacın uç kısmına karınları gelecek şekilde tutunur ve koşmaya başlardı. Verilen komut ile iki kişi aynı anda yağını havaya kaldırılınca yeterli hızı bulan ağaç hızla dönmeye başlardı. Yavaşlayınca tekrar koşmaya başlanırdı.

      Not: Ben bunu televizyonda Mersin'in bir dağ köyündeki şenliklerde Alevi Vatandaşlarımızın kurduğunu yaşlı-genç, kadın-erkek bindiğini seyrettim. Türkiye'de gezdiğim onca şehrin hiç birinde böyle bir gelenek olduğunu da duymadım.
      Resimler
      • UNUK.jpg

        23.13 kB, 0×0, 337 defa görüntülendi
      Hala tanımamışlar / Hemşin'deki BİZ'leri / Hemşin temizleleyecek / İçindeki TİZ'leri...
      yazık şimdiki çocuklara çok yazık çocukluk larını farkına varmadan
      adeta program yuklenmiş robotlar gibi yaşayarak bir daha geri gelmeyecek
      günlerini farkına varmadan geçirip gidiyorlar başlayıp ana okulu ondan sonra ilk öğretim kurs dersane
      derken sokağın oyunun arkadaşlığın ne demek olduğunu bilmeden büyüyüp gidiyorlar sapan nedir misket nedir görmeden hayata atılıyorlar
      5 veya 6 yaşından itibaren rekabet ortamında boğuşup duruyorlar
      yazık çok yazık