Dil toplumsal yaşamın harcıdır , o olmasaydı bireylerarası ilişki de yani toplumsal yaşamda olmayacaktı , dolayısıyla bireyde olmayacaktı . Harç olmazsa tuğla da olmaz , çünkü tuğla üst üste konulmak için değil biribirine tutuşturulmak için vardır. Her birey kendini en bağımsız duyduğu zamanda bile topluma sayısız bağlarla bağlıdır . İnsan olmak bu yüzden hep başkalrından sorumlu olmaktır . Ben bir bütünün parçasıysam bütünden her zaman sorumluyumdur. Dil bizi birbirimize bağlar , daha doğrusu birbirimize bağlanmamıza yardım eder . Biz zorunlu olarak birbirimizle varızdır . İnsan toplumsal yaşama zorunludur , dil bu zorunluluğun ürünü olarak ya da sonucu olarak varolmuştur . Bizi birbirimize bağlayan bir çırpıda göremediğimiz ilişkilerdir . Dil bu ilişkileri öncelemez , bu ilişkilerin sonucu olarak vardır .Dil bizim birbirimize bağlılığımızı güçlendirir . İlişkilerimiz karmaşık olduğu için dilimiz de karmaşık olacaktır . Tuğlayla harcı bütünleştiren tasarımdır , yapı için öngörülmüş düzendir . İnsan ve dil toplumsal yaşamın gerekleri çerçevesinde bütünlüğe kavuşurlar . Dilinözelliklerini tümüyle yaşam biçimlerinde ve ona bağlı gelişen bilinçlerin koşullarında aramak gerekir . Mimar öyle öngörmeseydi , mühendis bu öngörünün gereklerini yerine getirmeseydi tuğlalar bu biçimde bir araya getirilmeyecekti . Evet , insanı dille bütünleştiren tek şey yaşam biçimleridir . Dillerin ruhsal - düşünsel özelliklerini kavrayabilmek için yaşam biçimlerini gözlemlemek gerekir .Öyleyse dil bir araçtan bir şey değildir . Aristoteles gibi tuğlanın yapı için , dilin toplumsal yaşam için madde olduğunu söyleyebiliriz . Biçim her zaman yaşamın kendisidir , dili biçimleyen odur . Aristoteles ci bir dille söyleyecek olursak , dil yaşamın maddesidir .
Dilin önemini abartanlar onun bir araçtan başka bir şey olmadığını görmezden gelirler , onu kutsallaştırarak gerçek işlevinin dışına çıkarırlar . Gariptir , dili kutsallaştıranların , onu bir tapıncak durumana getirenlerin çoğu dili gerçekten kötü kullanan kimselerdir . Bir şeye saygınız varsa onu kutsallaştırmazsınız , yalnızca yaşamdaki yerini ve işlevini belirtirsiniz . Kutsallaştırdığınız şey sizin olmayan şeydir ayaklarını yerden kesip göklere uçurduğunuz şeydir . Gerçekçi olmak her şeye kendi yerini vermekle başlar . Dil araçtır , benim başkalarına bağlanmamı sağlayan bir araçtır . Dil olmasaydı bireyler birbirleriyle alışverişe giremeyeceklerdi . Bireylerin iletişim kuramadığı yerde bilinç etkinliği oluşamaz . Bu da bize dilin ne kadar önemli bir araç olduğunu gösteriyor . Dil öznelerarası ilişkinin tek koşuludur . Onun kullanımı doğrudan doğruya onu kullanan toplumun ve kişin bilinç koşullarına bağlıdır . Dil bilincin , bilinç dilin belirleyenidir . Buna göre bilinç dille gelişir , dil de bilinçle gelişir . Dilin üstünde bilinç bilincin üstünde yaşam vardır .
Ben karşımdaki kişiyle konuşurken ortak bir bilinç alanı oluştururum . Bu alan benim değildir , onun da değildir , ikimizindir . Bu alanın oluşumunda yalnız benim bilinç koşullarım değil onun bilinç koşulları da belirleyicidir . Bu yüzden bilinç koşulları birbirine uymayan kişiler iletişemezler yani ortak bir bilinç alanı oluşturamazlar . Gerçekte bu iletişimde etkin olan dilin kendisi değil düşüncenin kendisidir . Dil düşüncenin yuvasıdır . Düşünce dilde somutlaşır , ete kemiğe bürünür , böylece somutlaşırken özgün yapısını yitirir , dışsallaşmak , herkes için olmak adına kalıplanır . Bu yüzden her dilsel anlatım zorunlu olarak bir yapaylığı kendinde barındırır . Düşünce özgün ve içten dil genel ve yapaydır . O zaten kendiliğinden gerçekleşmiş bir sözleşmenin ürünüdür . Düşünce derinleştikçe hele öznele yöneldikçe dile uyarlanmaktagüçlük çeker . Dil özelden çok geneli sever , bir yer gelir özeli anlatması için kendi dışına çıkması gerekir . Özel şeyler ancak özel bir dille anlatılırlar , anlatılabilirler . Örneğin " seni seviyorum " sözü bir durumu bildirir ama bir duygusallığı bütün boyutlarıyla ortaya koymaz . Bu koşullarda dilin düşünceyi acıklayamadığı yani düşünceden koptuğu olur . Düşünceden kopmuş söz boş bir kaptır , bir kabuktur , yanıltıcı bir birimdir , özü olmayan yani gerçekliği karşılamayan bir ses yığınıdır .
Dilin ne olup ne olmadığını anlamak için onu yapısal açıdan değil de düşünceyle ilişkisi açısından ele almak gerekiyor . Elbette dilsel oluşumları yapıları içinde ele alıp bilinç koşullarının tümüyle dışında da inceleyebiliriz . Dilbilimcilerin yaptığı da zaten bu anlamda yapısal araştırmalardır . Ancak dili işleselliği içinde ele alıp değerlendirmek istiyorsak onu düşünceden koparmamamız gerekir . Bu açıdan ele aldığımızda dil bizi özünde hemen kavramlar dünyasına açarDilci değilde düşünür için dil arkasında canlı kavramların kıpırdaştığı bir anlatım dizgesidir , o durumda kavramlarım dünyasını gözlemek dili anlamak için bir zorunluluktur . Dural bir yapı gösteren dilin arkasında kaynaşan şey tüm öznelliğiyle ve tüm nesnelliğiyle düşüncedir . Düşünce açısından dil incelemesi önünde sonunda bizi kavramlar araştırmasına bağlayacaktır . Bu çercevede hemen şunu söyleyebiliriz : sözcük bağlı olduğu kavramı tam olarak karşılamayan bir işarettir . Çünküsözcük yalnızca işarettir , basit sözsel şemadır , doğrudan doğruya göstermez , yalnızca belirtir . Sözcüklerimiz ortaktır , geneldir böyle olmakla kişiliksizdir . Buna karşılık bu sözcüklerin karşılamaya çalıştığı kavramlar yoğun bilgi birimleridir , herbiri nesnel özellikleriyle olduğu kadar öznel özellikleriyle vardır .
Dilin önemini abartanlar onun bir araçtan başka bir şey olmadığını görmezden gelirler , onu kutsallaştırarak gerçek işlevinin dışına çıkarırlar . Gariptir , dili kutsallaştıranların , onu bir tapıncak durumana getirenlerin çoğu dili gerçekten kötü kullanan kimselerdir . Bir şeye saygınız varsa onu kutsallaştırmazsınız , yalnızca yaşamdaki yerini ve işlevini belirtirsiniz . Kutsallaştırdığınız şey sizin olmayan şeydir ayaklarını yerden kesip göklere uçurduğunuz şeydir . Gerçekçi olmak her şeye kendi yerini vermekle başlar . Dil araçtır , benim başkalarına bağlanmamı sağlayan bir araçtır . Dil olmasaydı bireyler birbirleriyle alışverişe giremeyeceklerdi . Bireylerin iletişim kuramadığı yerde bilinç etkinliği oluşamaz . Bu da bize dilin ne kadar önemli bir araç olduğunu gösteriyor . Dil öznelerarası ilişkinin tek koşuludur . Onun kullanımı doğrudan doğruya onu kullanan toplumun ve kişin bilinç koşullarına bağlıdır . Dil bilincin , bilinç dilin belirleyenidir . Buna göre bilinç dille gelişir , dil de bilinçle gelişir . Dilin üstünde bilinç bilincin üstünde yaşam vardır .
Ben karşımdaki kişiyle konuşurken ortak bir bilinç alanı oluştururum . Bu alan benim değildir , onun da değildir , ikimizindir . Bu alanın oluşumunda yalnız benim bilinç koşullarım değil onun bilinç koşulları da belirleyicidir . Bu yüzden bilinç koşulları birbirine uymayan kişiler iletişemezler yani ortak bir bilinç alanı oluşturamazlar . Gerçekte bu iletişimde etkin olan dilin kendisi değil düşüncenin kendisidir . Dil düşüncenin yuvasıdır . Düşünce dilde somutlaşır , ete kemiğe bürünür , böylece somutlaşırken özgün yapısını yitirir , dışsallaşmak , herkes için olmak adına kalıplanır . Bu yüzden her dilsel anlatım zorunlu olarak bir yapaylığı kendinde barındırır . Düşünce özgün ve içten dil genel ve yapaydır . O zaten kendiliğinden gerçekleşmiş bir sözleşmenin ürünüdür . Düşünce derinleştikçe hele öznele yöneldikçe dile uyarlanmaktagüçlük çeker . Dil özelden çok geneli sever , bir yer gelir özeli anlatması için kendi dışına çıkması gerekir . Özel şeyler ancak özel bir dille anlatılırlar , anlatılabilirler . Örneğin " seni seviyorum " sözü bir durumu bildirir ama bir duygusallığı bütün boyutlarıyla ortaya koymaz . Bu koşullarda dilin düşünceyi acıklayamadığı yani düşünceden koptuğu olur . Düşünceden kopmuş söz boş bir kaptır , bir kabuktur , yanıltıcı bir birimdir , özü olmayan yani gerçekliği karşılamayan bir ses yığınıdır .
Dilin ne olup ne olmadığını anlamak için onu yapısal açıdan değil de düşünceyle ilişkisi açısından ele almak gerekiyor . Elbette dilsel oluşumları yapıları içinde ele alıp bilinç koşullarının tümüyle dışında da inceleyebiliriz . Dilbilimcilerin yaptığı da zaten bu anlamda yapısal araştırmalardır . Ancak dili işleselliği içinde ele alıp değerlendirmek istiyorsak onu düşünceden koparmamamız gerekir . Bu açıdan ele aldığımızda dil bizi özünde hemen kavramlar dünyasına açarDilci değilde düşünür için dil arkasında canlı kavramların kıpırdaştığı bir anlatım dizgesidir , o durumda kavramlarım dünyasını gözlemek dili anlamak için bir zorunluluktur . Dural bir yapı gösteren dilin arkasında kaynaşan şey tüm öznelliğiyle ve tüm nesnelliğiyle düşüncedir . Düşünce açısından dil incelemesi önünde sonunda bizi kavramlar araştırmasına bağlayacaktır . Bu çercevede hemen şunu söyleyebiliriz : sözcük bağlı olduğu kavramı tam olarak karşılamayan bir işarettir . Çünküsözcük yalnızca işarettir , basit sözsel şemadır , doğrudan doğruya göstermez , yalnızca belirtir . Sözcüklerimiz ortaktır , geneldir böyle olmakla kişiliksizdir . Buna karşılık bu sözcüklerin karşılamaya çalıştığı kavramlar yoğun bilgi birimleridir , herbiri nesnel özellikleriyle olduğu kadar öznel özellikleriyle vardır .
Bellum omnium contra omnes
Yapılacak bir tek şey kalmışsa hiç bir şey yapılmamış demektir.
Yapılacak bir tek şey kalmışsa hiç bir şey yapılmamış demektir.