Hemşinliye Ermeni Zülmü

      Hemşinliye Ermeni Zülmü

      GEÇMİŞTEN BUGÜNE ERMENİLERLE İLİŞKİLERİMİZ NASILDI?

      Hemşinli Musa Abay'ın sahibi olduğu Ankara Yüksel Caddesindeki Tadunya Pastanesi'nde bir Ramazan Cumasının öğle sonrasında Kars'ın Kağızman ilçesinden, eski adı Cahın olan şimdiki adıyla Gözlüce köyünden Özkan Suat Atalay ile sohbet ediyoruz. Daha çok o konuşuyor, biz dinliyoruz. Anlattıklarını bütünleştirerek sizlerle paylaşmak istedim.
      Yıl 1895'lerin sonrası... Kağızman'ın köylerinde Osmanlı Devleti'nce halkın elindeki silahların toplanması kararı uygulanıyor. Diğer köylerdeki aileler bu karara uyması için Cahın'daki akrabaları olan Ali Ağa'yı da ikna etmek istiyorlar. Ali Ağa onları dinlemediği gibi, aksine kendilerinin de silahlarını teslim ederek güvenliklerini tehlikeye atmamalarını öğütlüyor. Çünkü Ermeni çeteciler için silahsız köyler iştah açıcı bir saldırı sebebi teşkil etmektedir. Fakat Ali Ağa'nın yakın köylerdeki akrabaları tebliğ edilen karara uyarak silahlarını resmi görevlilere devrediyorlar.

      Bir müddet sonra Ali Ağa haklı çıkıyor.Bölgedeki Ermeni çeteciler, silahsız kaldıklarından emin oldukları Müslüman Türk köylerine saldırıyorlar.Anlatılması rahatsızlık verecek toplu katliamları geçekleştiriyorlar...Çevre köylerden pek çok yakınının ölmesiyle canını kurtarmak için kaçmayı başaranlar Cahınlı Ali Ağa'dan silah istiyorlar. O da üç-beş kişiye yetecek kadar mavzeri olduğunu, bunları da kendi köyünün korunmasında kullanacağını söyleyerek daha önceki uyarılarını akrabalarına hatırlatıyor.

      Kısa zaman sonra Ermeni Taşnak ve Hınçak gerillaları Cahın köyüne de saldırıyorlar. Hazırlıklı olan Ali Ağa, köye girmek için yolun daraldığı bir geçitte adamlarıyla birlikte bekliyor. Çetin bir müsademeden sonra saldıran Ermeniler'den otuz kadarını öldürüp onları geri püskürtüyor ve böylece köyünü mezalimden kurtarıyor.
      Bölgede Ermeniler'in Türkler'e yaşattığı kıyım, Bab-ı aliye, İstanbul'a yansıyor. Artık ölen ölmüştür, şimdi kalan sağlar kurtarılmalıdır. Bölgeye Hamidiye Alayları denilen asker-sivil asayiş birlikleri sevkedilir. Katliamcı çetelere yardım ve yataklık etmiş olan civar köylerdeki Ermeni topluluklar kendi silahlı çetecilerinin nezaretinde Erivan'a doğru göçmeye başlıyorlar.

      Cahın köyüne yakın bir dere kenarında her nasılsa gruptan ayrı düşmüş 12-13 yaşlarında bir Ermeni çocuğu bir tenhada yorgunluktan uyuya kalıyor. Plansız uykusu üç-beş saat sürmüştür. Uyanınca etrafta kimseleri bulamıyor. Ne yöne gideceğini de bilemediğinden açlık da bastırdığı için, en yakın Türk köyü olan Cahın'a geliyor. Çocuğu alıp Ali Ağa'nın yanına getiriyorlar. Ali Ağa, sorup konuşturarak çocuğun hangi Ermeni ailesinden olduğunu öğreniyor.
      Fakat iş işten geçmiştir. Çocuğu Ermeni kervanına yetiştirip katmak mümkün değildir.
      Bunun üzerine Ali Ağa çocuğu evine alıp evladı gibi sahiplenir, korur...
      Aradan dört sene geçer. Bir gün Ali Ağa, bu Ermeni gençle tarlada çalışırken, yakın köyden dayısıoğlu Şerif Ağa elinde tüfekle çıkagelir. Bağrı yanıktır; kaybettiklerinin öcünü hiç olmazsa bu delikanlıdan almaya kararlıdır. Güzelim kızcağızlarını, hamile eşini, bir sürü ciğer paresini katletmiş olan Ermeniler gözünün önüne gelir; hepsi bir ''dıgu'' olarak Ali Ağa'nın yanında çalışan delikanlıya dönüşür. Durumu gören Ali Ağa, dayısıoğlu Şerif Ağa'ya engel olmak için silahını çekip haykırır:
      -''Şerif Ağa! Şerif Ağa! Sen önceki mavzerleri teslim etmeseydin, şimdi gidenleri geri getirmeyecek haksız yollara sapmazdın. Tüfeğini bu masum çocuktan uzak tutmazsan, Vallahi de , Billahi de, seni kaybettiklerinin yanına tez elden ben göndereceğim!...''
      Çaresiz Şerif Ağa, kendi canı için yersiz öfkesini erteler. Ama diğer bağrı yanık Türkler'e bu Ermeni gencin kendi dayıoğlu Ali Ağa tarafından korunduğu haberini ulaştırıp kışkırtmalarda bulunmayı sürdürür.Ali Ağa, durumun vehametini kavrar; böyle sürmeyeceğini delikanlıya da anlatır. Bulup buluşturabildiği yüklü miktardaki altın harçlıkla azığını düzdürüp yanına güvenli marabalarından üçünü katar. Çarlık Rusyası yönünden sınırı aşmasını gözleyerek en yakın akrabalarına emniyetle ulaşmasını sağlar.
      Gel zaman, git zaman... Ali Ağa köyünde hayvan beslemekte, gah Erzurum'a,Van'a, gah Batum ve Tiflis'e topluca götürüp satmaktadır. 1910'lu yılların başında bir kaç sefer de Erivan'a mal götürmüştür.
      Ali Ağa, Erivan'a son seferinde 50 boğa, 30 dana götürmüştür.
      Hilebaz Ermeni kasaptan sözleştiğini alamadığından dolayı adamlarıyla birlikte Erivan'ın mutena bir otelinde konaklamaktadır. Gündüzleri kasaptan alacağına karşılık memleketine ne götürebileceğinin hesabını yapmaktadır.
      Bir gün Erivan'daki Çarlık askeri birliğinin komutanı bir üsteğmen ''soldat''larını otellere salar; özellikle otellerdeki Türkler arasında Kağızmanlı kimse var mı diye soruşturur. Adamları Ali Ağa'nın adını verirler. Bu haberi alan Komutan derhal gelir, otelde pazar yerinden Ali Ağa'nın dönmesini bekler. Ali Ağa da gelince hepsini birden yanına alarak götürmeye başlar.
      Herkes endişe içinde askeri garnizona götürüleceklerini düşünürlerken sivillerin mahallesinde güzel bir konağa alınırlar.Ali Ağa ve adamları, komutan tarafından sıkıca tembihlenen eşinin eliyle ikramlara tutulur. Şaşkındırlar. Bunun sebebini anlayamamaktadırlar.
      Derken komutan sorar:-''Beni tanıyabildin mi Ali Ağa?''
      Ali Ağa, birşey söyleyemez, daha da düşünceli bir hal alır...
      Daha sonra tebessümle Komutan eşine Ali Ağa'yı tanıştırır:
      -''Bu müslüman ve Türk oğlu Türk Ali Ağa benim ikinci babamdır! O olmasaydı şimdi ben öbür taraftaydım...''
      Komutan, Ali Ağa'ya bir sıkıntıları olup olmadığını sorar. Ali Ağa, komutana Ermeni kasabın alacağını oyalamasından dert yanar. Komutan onları otele bırakmayıp evinde yatırır.
      Bir sonraki gün Komutan, askerliğin verdiği bütün baskı unsurlarını kullanarak Ali Ağa'nın ödenmeyen parasını kasaptan alıp kendisine verir.Öbür gün yanlarına güvendiği askerlerden katarak Aras nehrinin karşı kıyısına kadar salimen çıktıklarını takip eder. Sözleştikleri gibi, Türk topraklarında, oraya güvenli olarak kavuştuklarının işaretini vermek için Ali Ağa silahıyla havaya üç el kurşun sıkar...
      Karşımdaki Özkan Bey gururla tamamlıyor :
      -''İşte bu Ali Ağa, benim öz dedemdir. Bunları ve daha fazlasını babama anlatmış, o da bana defalarca tekrarlamıştır. Maalesef biz bunları yazmadık, kaydetmedik. Ne zaman ki, bizim yaşlılarımız göçtü, birkaç nesil yok oldu, o zaman Ermeniler yalanlarını mitralyöz gibi kusmaya başladılar. Şimdi çakal ve sırtlanlar kuzu postuna büründü...''
      Ali Ağa'nın torunları şimdi Cahın'dan habersiz Ankara'da ve İstanbul'da yaşıyorlar. Kağızman'ın Merkez Camisini 1847 yılında kendileri yapmış ve 1960'lara kadar her türlü onarımına başkalarını karıştırmayı zül saymış asil bir Türk ailesinin evladı karşımdaydı.
      Dedesi Ali Ağa'dan çok daha fazla Ermenilere kin duyuyordu.
      Didim'deki Türk Şehitliği'nden kemik ve cesetlerin toplanıp başka yere nakledildiğinden, şehit makamlarında İngilizlerin necasetinin yapılacak konutlarla şehitlerin aziz kanlarına karışacağından... yakınıyordu!...
      Bir Ramazan gününün Cuması'nda, serin bir Ankara öğleden sonrasında, niyetli olduğumu bilerek, gerçek laikliğin uygulamasını da ihmal etmeden,açık hava sahamı dumanlamak üzere, hırslı hırslı sigarasını tüttürüyordu!....
      Herşeye rağmen bir kere daha Türk ehli vatanının, Ermeniler ve onların şuur altlarımızdaki kodları var oldukça, ayakta kalacağına inandım. Aslında biz Türkler, milli haysiyet duygumuzu İstiklal Harbi sırasından beri Yunanlılara ve şimdilerde de biraz Ermenilere borçluyuz....
      Selam ve saygılarımla...
      Bahattin Karagöz -Araştırmacı yazar

      kackargazetesi.com/haberdetay.asp?ID=404
      Resimler
      • katl10.jpg

        8.19 kB, 0×0, 764 defa görüntülendi
      • katl11.jpg

        9.98 kB, 0×0, 794 defa görüntülendi
      • katl7.jpg

        10.95 kB, 0×0, 920 defa görüntülendi
      Hayat;
      .....Yokluğu var edecek kadar erdemli.
      Yanlızlık;
      ......Dünyaya haykıracak kadar yoksun.
      Sen;
      ......Beni yokluğunla sınayacak kadar acımasız.
      ve ben;
      .....Kendimle kavgalı.......


      Bab-ı Ali
      Dahiliye Nezareti
      Emniyet-i Umumiye Müdiriyeti

      Vakf-ı Kebir Ka’im-i makamlığı’nın 10 Mayıs sene [1} 332 tarihli ve 100 numaralı şifresi
      suretidir.

      Ermeni çetelerinin ilk Loma hattından ric’atde Viçe nahiyesinin Sümela karyesinden Tahsildar Osman Efendi hanesine iltica eyleyen birçok kadın ve çocukları katleyledikleri ve Ab-ı Hemşin karyesinde otuz kişilik bir çetenin birkaç haneyi abluka ile derununda bulunan kadın ve çocukları toplayıp dereye sevk ve orada iflat eyledikleri ve bunlardan kurtulan iki kadının mecruhen bu taraflara gelmiş olduğu ve Ab-ı Süfla karyesinde kalan kadınlara bazı Ruslar tarafından “Kaçınız! Kaçınız! Ermeniler geliyor. Sizi de keserler” dedikleri ve Of kazasının Kelali karyesinden beş neferlik bir çetenin, bir kadına jandarma huzurunda fi’l-i şeni’a mücaseretlerinde jandarmanın mümana’at etmesi ile merkumu süngü ile katl ve kadına cümlesinin fi’l-i şeni icra etdikleri ve bunlardan bir mel’ün, kadının yanağının bir kısmını dişleriyle kopardığını karargahda ifadesi almıyor iken görmüş idim. Yine bu karyelerde tarafımızdan zabrolunan istihkamlarda birkaç kadın zuhur etmiş idi. Of’dan asker çekildikden sonra Rusların ve Ermenilerin orada birçok ulemayı hatta müfti efendiyi de katleyledikleri Sürmene’de söylenmekde idi. Akçaibad köylerinde Ruslar ve Ermeni çetelerinin ve hatta Rum ahali yedinde bulunan mevaşiyi kamilen toplayıp ve birçok haneleri ihrak ve kadınları gerilere sürmekde oldukları rü’yet olunuyor.




      T . C
      BAŞBAKANLİK AİRİVLER GENEL
      MÜDÜRLÜĞÜ
      Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı yayın no: 49 cilt: 1 sayfa 16