KAÇKAR DAĞLARINDA BULUNAN Badara yaylası Gito ve Ambarlı yaylalarını gezen güzel insanların bu yaylalar hakkında düşündüklerini kaleme alıp ne güzel anlatmışlar Yüreklerine ve ellerıne sağlık
Yazdıklarını aynen aktarıyorum
Gito Yaylası
| Zehra Arslan | 02 Eyl 2008 |
Bu yazıyı yazarken Gito’dan döneli 2 hafta oldu ama aklım hala orada. Tam bir doğa harikası el değmemiş bozulmamış müthiş bir yer. Görmeden ölüp gitmek büyük kayıp diyebilirim. Gito’ya gitmek için önce Rize, Hemşin’e gelmek gerekiyor. Buradan 20 km lik bir yolu 2 saatte alarak Gito’ya ulaşıyorsunuz. Ancak biz Hemşin’e geldiğimizde akşam üzeri 17:00 civarıydı. Önce kiraladığımız Reno Clio ile (ki kendisini bu gezide jeep, kamyon hatta tır zannetti çünkü tırmanmadığı yayla kalmadı garibimin) çıkmayı denedik ancak yanlış bir yola sapıp geri döndük.
Yolu sorduğumuzda bize ana yoldan ayrılmayın dediler, hangi anayoldan ayrılmayalım biz gelmişiz Istanbul’dan bütün yollar asfalt burada bütün yollar toprak gelde sen ayırt et hangisi ana yol. Bu da Karadeniz insaninin konuya olan komik yaklaşımı olsa gerek. Hemşin’e geri dönüp şöfürü ile araba kiralamaya karar verdik. Çünkü hem hava kararmaya başlamıştı hemde yağmur yağıyordu. İyiki de öyle yapmışız, ileri gittikçe yol bir kaç kere daha çatal oldu. Biz Gito’ya 3-4 saatte çıkardık herhalde. Bu arada oraya Clio Sembol çıkar çünkü yolu Camili yolundan daha kötü değil.
O arabayla Camili yolunu geçtiğimize göre Gito’yu çok daha rahat geçerdik. Sonuçta yol aynı formatta yani yol yok, taşların ve kayaların üzerinden atlaya zıplaya gidiyorsunuz. Gito’ya gece 21:00 civarında ulaştık. Tam kalacağımız yerin kapısına geldiğimizde sağnak bir yağmur başladı. Neyse kapı açıldı, birden hiç beklemediğimiz bir yere girdik. Dağ başında içerisi ahşap ve taştan yapılmış sıcacık şöminenin yandığı sevimli bir dağ evi.
Burası Koçira, herkes hayvanları otlatmaya gittiğinde evde kalıp ev işlerini yapan hamarat kadına verilen isimmiş Koçira. Herkes oturmuş bizi yemeğe beklemişler yemekler minik masaların üzerinde hazır. Yerlerde kilimler serili tavandan sarkan birçok otantik nesne odaya ayrı bir güzellik katıyor. Yemekten sonra biraz şarkı söyledik biraz fotoğraf sohbeti yaptık ama uyku ağır bastı.
Sabah gün doğumunu çekmek üzere saat 05:30 da ayaktaydık. Dışarı çıktığımızda sağ tarafımızda Çat yaylası, önümüzde Kaçkar zirvesi, biraz ileride Pokut yaylası ve müthiş bir bulut denizi sessizlik, sakinlik, yeşillik, dinginlik ve insana özgür olduğunu hissettiren müthiş bir yükseklik vardı. Fotoğraf çekerken kendimi hiç bu kadar değişik bir yerde hissetmemiştim. Fakat burada hava çok çabuk değişiyor daha sonrada çekeriz diye kahvaltı için Koçira’ya geri döndük ama bir daha hava hiç açmadı. Bu yıl yaz boyunca sadece 2 kere hava açmış. Öğlene doğru yukarı kısımda bulunan göllere yürümek üzere Ambarlı yaylasına gitmek istedik ancak bir gece önce yağan sağanak yağmur nedeni ile yol balçık olmuştu çıkamadık. Yakındaki Badara yaylasına gittik. Orada 2 çoban kadına rastladık. bir tanesi henüz gençti ama yaşlı olan dünya tatlısı bir teyzeydi. Yazları yaylaya gelip kışın Istanbul’a oğlunun yanına gidiyormuş. İneklerinin hepsine isim takmış. Bu arada İstanbul Ümraniye’de birçok Karadenizli’nin yaşadığını öğrendim. Kime sorsak yazın yaylada kışın Ümraniye’de oturduğunu öğrendik. Badara yaylasında hiç tanımadığımız bir aile bize çay ikram etti. Çaylarımızı içerken biraz sohbet ettik ve yanlarından ayrıldık.
Öğleden sonra kiralık minibüsümüz ile tekrar Ambarlı yaylasına çıkmayı denedik. Bu sefer başardık ancak göllere yürümek için Koçira’dan Asım Hoca ile tırmanışa geçtiğimizde sis ve yağmur bastırınca geri dönmek zorunda kaldık. Aşağı inişe geçmeden önce bir pınar başında öğle yemeğimizi yedik, sislerin içinde yemek, yemek oldukça keyif verdi. Ambarlı yaylasıda fotoğraf için oldukça verimli bir yer. Birden karşınıza sislerin içinde yürüyen bir yaşlı veya oynayan çocuklar çıkabiliyor. Burada bir hayli fotoğraf çektikten sonra yine tanımadığımız bir başka aile bizi evine davet etti ayaklarımız ıslanmıştı bizi sobanın başına oturtup çay ikram ettiler.
Sobanın başında otururken aylardan Ağustos olduğuna dikkat çekmek isterim. Oldukça güzel sohbetlerden sonra 1 saatlik bol virajlı ve tehlikeli bir yoldan tekrar aşağıya Koçira’ya indik. Gito’da birçok endemik bitki türü var. Bu ne diyebilirsiniz şimdi, yani sadece bu yörede veya çok nadir yetişen bitki türlerine verilen isim endemik. Ormanda bunları bulup fotoğraf çekmenin keyfide bir başka oluyor tabi. Akşam olduğunda Artvin Şavşat’da karşılaşıp hemen kaynaştığımız Tolga Tomaç, Bülent Öniz, Tahir Özgür ve Behiç Günalan‘da Gito’ya geldi. Hepimiz çektiğimiz fotoğrafları gösterip koyu bir sohbete daldık. Fotoğrafın bu yanını seviyorum. Bu fotoğrafçı arkadaşları gördüğümüzde Behiç Günalan’ın boynunda bir Nikon makina vardı. Görür görmez merhaba deyip başladık fotoğraf konuşmaya. Gito’da sohbet koyulaştı. Birbirimizi yaşadığımız şehirlere davet ettik, telefonlar alındı verildi.
Koçira Pansiyon Gito’da kalınacak tek yer. Orayı Abisi işletiyor. Abisinin gerçek adı Serhan. Koçira’nın kapısından içeri giren ister öğretim görevlisi olsun, isterse yüksek makamdan biri burada o kimliğinden sıyrılarak abisi veya ablası olmak zorunda. Çünkü Serhan abisi bütün bayanlara ablası bütün erkeklere abisi diye hitap ediyor. Abisinin çok da karakteristik bir görüntüsü var. Sizde çok farklı bir yer görmek ve doğaya aşık olmak istiyorsanız adres Gito ve Koçira. Bizi oralara çeken sadece Gito değil tabiki Karadeniz insanının sınır tanımayan misafirperverliği, güleryüzü, yardım severliği. Bu arada Koçira’da kalmak için önce abisinin sınavını geçmeniz gerekiyor.
O diyor ki buraya çizgili pijamalı mangalcılar, hayvanlara ve çevreye zarar verenler giremez buraya gelenler birşey olmalı diyor. Bunun içinde rezervasyon yapacak olanları telefonda bir sınavdan geçiriyor. Çok da iyi yapıyor. Buyrun gelin derse bilinki birşey olmuşsunuz. Gito’ya gitmeden ölürseniz bilinki gerçek özgürlük nasıl bir duygu öğrenemeden göçüp gideceksiniz. Bir yazar Gito için yaylaların şahı demiş. Ben de ilk gördüğüm anda burası yaylaların yaylası dedim. Gito’ya giderseniz çooook selam söyleyin.
VE resimleri
Yazdıklarını aynen aktarıyorum
Gito Yaylası
| Zehra Arslan | 02 Eyl 2008 |
Bu yazıyı yazarken Gito’dan döneli 2 hafta oldu ama aklım hala orada. Tam bir doğa harikası el değmemiş bozulmamış müthiş bir yer. Görmeden ölüp gitmek büyük kayıp diyebilirim. Gito’ya gitmek için önce Rize, Hemşin’e gelmek gerekiyor. Buradan 20 km lik bir yolu 2 saatte alarak Gito’ya ulaşıyorsunuz. Ancak biz Hemşin’e geldiğimizde akşam üzeri 17:00 civarıydı. Önce kiraladığımız Reno Clio ile (ki kendisini bu gezide jeep, kamyon hatta tır zannetti çünkü tırmanmadığı yayla kalmadı garibimin) çıkmayı denedik ancak yanlış bir yola sapıp geri döndük.
Yolu sorduğumuzda bize ana yoldan ayrılmayın dediler, hangi anayoldan ayrılmayalım biz gelmişiz Istanbul’dan bütün yollar asfalt burada bütün yollar toprak gelde sen ayırt et hangisi ana yol. Bu da Karadeniz insaninin konuya olan komik yaklaşımı olsa gerek. Hemşin’e geri dönüp şöfürü ile araba kiralamaya karar verdik. Çünkü hem hava kararmaya başlamıştı hemde yağmur yağıyordu. İyiki de öyle yapmışız, ileri gittikçe yol bir kaç kere daha çatal oldu. Biz Gito’ya 3-4 saatte çıkardık herhalde. Bu arada oraya Clio Sembol çıkar çünkü yolu Camili yolundan daha kötü değil.
O arabayla Camili yolunu geçtiğimize göre Gito’yu çok daha rahat geçerdik. Sonuçta yol aynı formatta yani yol yok, taşların ve kayaların üzerinden atlaya zıplaya gidiyorsunuz. Gito’ya gece 21:00 civarında ulaştık. Tam kalacağımız yerin kapısına geldiğimizde sağnak bir yağmur başladı. Neyse kapı açıldı, birden hiç beklemediğimiz bir yere girdik. Dağ başında içerisi ahşap ve taştan yapılmış sıcacık şöminenin yandığı sevimli bir dağ evi.
Burası Koçira, herkes hayvanları otlatmaya gittiğinde evde kalıp ev işlerini yapan hamarat kadına verilen isimmiş Koçira. Herkes oturmuş bizi yemeğe beklemişler yemekler minik masaların üzerinde hazır. Yerlerde kilimler serili tavandan sarkan birçok otantik nesne odaya ayrı bir güzellik katıyor. Yemekten sonra biraz şarkı söyledik biraz fotoğraf sohbeti yaptık ama uyku ağır bastı.
Sabah gün doğumunu çekmek üzere saat 05:30 da ayaktaydık. Dışarı çıktığımızda sağ tarafımızda Çat yaylası, önümüzde Kaçkar zirvesi, biraz ileride Pokut yaylası ve müthiş bir bulut denizi sessizlik, sakinlik, yeşillik, dinginlik ve insana özgür olduğunu hissettiren müthiş bir yükseklik vardı. Fotoğraf çekerken kendimi hiç bu kadar değişik bir yerde hissetmemiştim. Fakat burada hava çok çabuk değişiyor daha sonrada çekeriz diye kahvaltı için Koçira’ya geri döndük ama bir daha hava hiç açmadı. Bu yıl yaz boyunca sadece 2 kere hava açmış. Öğlene doğru yukarı kısımda bulunan göllere yürümek üzere Ambarlı yaylasına gitmek istedik ancak bir gece önce yağan sağanak yağmur nedeni ile yol balçık olmuştu çıkamadık. Yakındaki Badara yaylasına gittik. Orada 2 çoban kadına rastladık. bir tanesi henüz gençti ama yaşlı olan dünya tatlısı bir teyzeydi. Yazları yaylaya gelip kışın Istanbul’a oğlunun yanına gidiyormuş. İneklerinin hepsine isim takmış. Bu arada İstanbul Ümraniye’de birçok Karadenizli’nin yaşadığını öğrendim. Kime sorsak yazın yaylada kışın Ümraniye’de oturduğunu öğrendik. Badara yaylasında hiç tanımadığımız bir aile bize çay ikram etti. Çaylarımızı içerken biraz sohbet ettik ve yanlarından ayrıldık.
Öğleden sonra kiralık minibüsümüz ile tekrar Ambarlı yaylasına çıkmayı denedik. Bu sefer başardık ancak göllere yürümek için Koçira’dan Asım Hoca ile tırmanışa geçtiğimizde sis ve yağmur bastırınca geri dönmek zorunda kaldık. Aşağı inişe geçmeden önce bir pınar başında öğle yemeğimizi yedik, sislerin içinde yemek, yemek oldukça keyif verdi. Ambarlı yaylasıda fotoğraf için oldukça verimli bir yer. Birden karşınıza sislerin içinde yürüyen bir yaşlı veya oynayan çocuklar çıkabiliyor. Burada bir hayli fotoğraf çektikten sonra yine tanımadığımız bir başka aile bizi evine davet etti ayaklarımız ıslanmıştı bizi sobanın başına oturtup çay ikram ettiler.
Sobanın başında otururken aylardan Ağustos olduğuna dikkat çekmek isterim. Oldukça güzel sohbetlerden sonra 1 saatlik bol virajlı ve tehlikeli bir yoldan tekrar aşağıya Koçira’ya indik. Gito’da birçok endemik bitki türü var. Bu ne diyebilirsiniz şimdi, yani sadece bu yörede veya çok nadir yetişen bitki türlerine verilen isim endemik. Ormanda bunları bulup fotoğraf çekmenin keyfide bir başka oluyor tabi. Akşam olduğunda Artvin Şavşat’da karşılaşıp hemen kaynaştığımız Tolga Tomaç, Bülent Öniz, Tahir Özgür ve Behiç Günalan‘da Gito’ya geldi. Hepimiz çektiğimiz fotoğrafları gösterip koyu bir sohbete daldık. Fotoğrafın bu yanını seviyorum. Bu fotoğrafçı arkadaşları gördüğümüzde Behiç Günalan’ın boynunda bir Nikon makina vardı. Görür görmez merhaba deyip başladık fotoğraf konuşmaya. Gito’da sohbet koyulaştı. Birbirimizi yaşadığımız şehirlere davet ettik, telefonlar alındı verildi.
Koçira Pansiyon Gito’da kalınacak tek yer. Orayı Abisi işletiyor. Abisinin gerçek adı Serhan. Koçira’nın kapısından içeri giren ister öğretim görevlisi olsun, isterse yüksek makamdan biri burada o kimliğinden sıyrılarak abisi veya ablası olmak zorunda. Çünkü Serhan abisi bütün bayanlara ablası bütün erkeklere abisi diye hitap ediyor. Abisinin çok da karakteristik bir görüntüsü var. Sizde çok farklı bir yer görmek ve doğaya aşık olmak istiyorsanız adres Gito ve Koçira. Bizi oralara çeken sadece Gito değil tabiki Karadeniz insanının sınır tanımayan misafirperverliği, güleryüzü, yardım severliği. Bu arada Koçira’da kalmak için önce abisinin sınavını geçmeniz gerekiyor.
O diyor ki buraya çizgili pijamalı mangalcılar, hayvanlara ve çevreye zarar verenler giremez buraya gelenler birşey olmalı diyor. Bunun içinde rezervasyon yapacak olanları telefonda bir sınavdan geçiriyor. Çok da iyi yapıyor. Buyrun gelin derse bilinki birşey olmuşsunuz. Gito’ya gitmeden ölürseniz bilinki gerçek özgürlük nasıl bir duygu öğrenemeden göçüp gideceksiniz. Bir yazar Gito için yaylaların şahı demiş. Ben de ilk gördüğüm anda burası yaylaların yaylası dedim. Gito’ya giderseniz çooook selam söyleyin.
VE resimleri
Bizim sözümüz DOSTA tatlı, DÜŞMANA kurşundur
NAMERTE hançer, canımız DOSTA feda, DÜŞMANA beladır.
SEVDAMIZSA YÜCEDİR NE ALINIR NEDE SATILIR
NAMERTE hançer, canımız DOSTA feda, DÜŞMANA beladır.
SEVDAMIZSA YÜCEDİR NE ALINIR NEDE SATILIR